11 Ağustos 2012

YAŞ DESTANI


YAŞ DESTANI
Bir Güzel Ki On Yaşına Girince
Gonca Güldür De Henüz Açılır
On Birinde Gonca Diye Koklarlar
On İkide Elma Deyip Saklarlar
On Üçünde Cevr-ü Cefa Çekerler
On Dördünde Hamre Şekere Benzer

(Ah)
On Beşinde Güzelliğin Çağıdır
On Altı Da Gören Aklın Dağıtır
On Yedide Göğsü Cennet Bağıdır
Uzanır Kameti Selviye Benzer

(Ah)
On Sekizde Hem Artırır Zarını
On Dokuzda Terk Eylemiş Arını
Yirmisinde Gözedir Şikârını
Zincirlerden Kopmuş Aslana Benzer

(Ah)
Yirmi Beşte Bıyıkları Burulur
Otuzunda Akan Sular Durulur
Otuz Beşte Günahları Sorulur
Yalana Karışmış İrfana Benzer

(Ah)
Kırk Yaşında Gazel Dökülür Bağlar
Kırk Beşinde Günahlarına Ağlar
Ellisinde İnsanlara Bel Bağlar
Dağ Başına Çökmüş Dumana Benzer

(Ah)
Elli Beşte Sızı İner Dizine
Altmışında Duman Çöker Gözüne
Altmış Beşte Hiç Bakılmaz Yüzüne
Ahreti Gözetir Süphana Benzer

Altmış Beşten Sonra Beller Bükülür
Bütün Damarlardan Kanlar Çekilir
Gel Gel Diye Toprak Çağırır
Geldi Geçti Yalana Benzer

Beni Ağlatma Ki Sen De Gülesin (Leyli Leyli)
Hem Murada Hem Maksuda Eresin (Leyli Leyli)

Kaynak kişi:Celal GÜZELSES
Yöre:Diyarbakır

SEN GÜLERSİN GÜL GİBİ BEN BÜLBÜL-İ NALANIM


Sen gülersin gül gibi ben bülbül-i nalanınam

Mest-i medhuş-i temaşa-yi leb-i handanınam

Bana kul olsun deyü hacet ne ferman etmeye

Ben senin çoktan efendim bende-i fermanınam

Har isem de gülşen-i hüsnünde harım ben hele

Hak isem de bari hak-i rah-ı müşk-efşanınam

Olsam üftade gubar-asa yine pest olmazam

Çünki ey servi bülend üftade-i damanınam

Laleler sagarların pür kılmak ister sakiya

Ben dahi muhtac-ı lutf u talib-i ihsanınam

Sen demişsin kim kimin hayranıdır bilmem Nedim

Nazeninim pek bilirsin kim senin hayranınam

NEDÎM

MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU DOKUZUNCU BÖLÜM


Bu meslek tenevvuundan elde ettiğimiz manzara
Fratlılarda esasen daha evvel mevcut olan bu meslek
lerde genişlemiş ve bu kadroya mânevi sanatlara ait meslekler Sumerler
tarafından ilâve edilmiştir. Her ne kadar onların seviyesine erişememekle
beraber tam teşkilâtlandırılmiş olan bu şehirlerden komşu
memleketler hiç şüphesiz birçok şeyler öğrenmişlerdir. Yine hiç şüphesiz
ki, Sümer şehirlerinin birçok teknikleri şarka ve garba doğru yayılmıştır.
Burada, ince un öğütme san'atını, hayvanları besiye çekme
san'atını, ıtriyatçılığı, işlemeli kumaş dokumacılığını, mühür kazıcılığı,
muahhar zamanlarda tekâmül etmiş olan mozayıkcılığı ve emayciliği
saymakla iktifa edelim. Sumerlerin küçük sanatlarda ne kadar mütekâve
eşya listelerinde sayılan binlerce isimlerden
427

şudur: Protokadrosu
şehirtuğlalarla
yapı
mil olduklarını âlet
öğreniyoruz.
Sırf Mezopotamya'ya mahsus olarak tanılan pişmiş
yapma tekniği filvaki Sumerler zamanında bilinmiyordu. Bu devirde
Indus sahasında bir nevi pişmiş tuğlalarla koca şehirler yapıldığı halde
Sumerlerin bunu bilmemesinin sebebini, herhalde tuğlaları pişirmek için
lâzım olan yakacak maddelerin Mezopotamya'da eksik oluşuna hamledebiliriz.
Halbuki daha Kas'lar devrinde, tahminen 1500 den itibaren,
tuğlayı pişirme usûlü Babil ilinden diğer memleketlere sayılmıştır. Bu
sân'atın Mezopotamya'da Greklefe kadar geçtiği, Grekçe tuğla
sına gelen plinihos kelimesinin, Akadca yine tuğla
manamanasına
gelen
libittu kelimesine irca edilmesi gerektiği de iddia edilmektedir. Fakat
belki de o kadar sağlam değildir,
Plinthos ise hem kerpiç hem de
Çünkü libittu
tuğla mânasına
bu etimolojik isbat
yanmamış tuğladır.
gelmektedir.
Ticaret: Sumer iktisadiyatı başlıca, mahsulâtı en yüksek haddine
çıkarıp bunlardan azamî şekilde istifade etmeye dayaniyordu. Pek az
bir şekilde bulunan kereste ile, hiç bulunmıyan madenin yerini kil,
kamış, saz, hurma elyafı ve asfalt tutuyordu. Filvaki memlekette çıkan
kereste, çatı örtme, saban yapma, ev eşyası gibi basit ihtiyaçları temine
kifayet ediyordu. Fakat bundan başka, mobilya ve gemi yapma
:en ithal edilmiş
silahlar imali
bazı devirlerde
mikyasta inkiiçin
kullanılan kerestelik kıymeti yüksek hasep de hariç
olarak memlekette bulunuyordu. Tencere,, bıçak,
için lâzım olan bakır ve kalay, memlekette hariçten idhal edilmiş
olarak, kâfi miktarda vardır. Bu kültür devirlerinin bir çoğunda fazla
miktarda gümüş de para olarak tedavülde idi. Nihayet
hükümdar saraylarında altın ve mücevher lüksü büyük
şaf etmişti. Bundan da gayet geniş bir ticaret sisteminin mevcudiyetine
hükmedebiliriz. Maden, kereste ve kıymetli taşlardan başka memlekete
hariçten ıtriyat ve oğma yağları için kullanılan reçine ve bir çok ilâçlık
otlar idhal ediliyordu. Bir de ihtiyaca kâfi gelmeyen yerli hayvanların
yünlerine ilâveten hariçten yün getirtiliyordu.
D. T. C. A. Ü. Fakültesi Dergisi F. S
B. LANDSBERGER
İşte bütün bunlar bu söylediklerimizden Proto-Fratlı'lar ticaretin
ceddi olarak görünüyorlar. Bunlardan Sumer'ler ve Babilliler ticareti
alarak en yüksek şekillerine kadar tekâmül ettirmişlerdir. Bu günkü
Tacir kelimesinin aslı Sumerce damgar, Akkadca tamkar kelimelerinin,
şimdiye kadar kabul edildiği gibi, Sami asıldan değil, Proto-
Fıratça'dan olması daha muhtemeldir. Tüccar devirlerin bir çoğunda
devlete mensup bir organ idi. Tacirlerin başında bir âmir bulunurdu ve
gelirini devlete vermek mecburiyetinde idi. Ancak muahhar zamanlarda
dır ki, müstakil, hususî tacir tipi ortaya çıkmıştır. Ticaret de o derece
merkezileşmişti ki, seyyar ticaret, Babil limanlarındaki ve piyasalanndaki
alım satım ve bütün para işleri birselden idare edilirdi.
İthalât karşılığı olmak üzere, mübadele vasıtalarından biri transit
ticaretinden kazanılan gümüş, diğeri de Babil kumaşları idi. ancak paraca
fakir devirlerdedir ki, hububat mübadele vasıtası olarak kullanılmıştır.
Daha üçüncü devrin ortalarında dahilî alış verişin kısmı âzami
gümüşe dayanıyordu.,Tahminen 2000 yıllarında yalnız mübadele usulü
tamamiyle ortadan kalkmış değil, ayni zamanda bozuk para olarak
kullanıla gelen bakır ve kalaydan da vazgeçilmişti. Her ne kadar etatizm
devrinde büyük mikyasta gümüşün tedavülüne ve gümüş ikrazına
fırsat olmamakla beraber, üçüncü devremizde her iki şekil de muhakkak
ki tanılıyordu. Ve ancak etatizmki yıkılışından sonradır ki, gümüş
para tedavülü ve ikraz âdeti büyük bir tekâmül gösterip bütün öiı-
Asyaya yayılmıştır.
Vezin sisteminin esası olan altmış (sexagesimal) sistemi bütün o zamanki
dünyaya işlemiş ve kısmen Sumerce tabirle de, meselâ, yarım
kilo mukabili, Greçe mna, Latince mind gibi kelimeler Sumerler'den
alınmıştır. Lidyalılar VII. nci asırda sikke basmasını keşf ettikten sonra
Mezopotamya'da buna rağmen altın ve gümüş tartısı yaşamaktaydı.
En eski yazı sisteminin bulunduğu devirde aşarî sistem ile sexagesimal
sistem, yan yana yaşıyordu. Vezin ve zaman Ölçülerine sexgesimal sisteminin
girişi, mücerret senenin 360 gününün 6 ya taksimine değil, 60
adedinin 6, 5 ve 4 adetleriyle kolayca kabili taksim oluşuna dayanır.
Sexagesimal usul bugün vezinden kaldırılmıştır. Yalnız saata bakıp altmış
dakikayı ve altmış saniyeye bölünmüş olan her dakikayı gördükçe,
bugün dahi Sumerlerin izlerini görmemek kabil değildir.
*
* *
Başlangıçta ortaya attığımız meseleye dönelim: Gerek materyal,
gerekse mânevi bakımdan Ön-Asya'daki bütün diğer kültürleri aşan bu
kültür acaba Mezopotamya'da mı doğmuştur, yoksa buraya deniz üzerinden,
şarktan mı gelmiştir? Gördüğümüz gibi, buradaki medeniyetin
basit esasları bu topraklarda meydana gelmiştir. Daha yüksek teknik,
yazı ve yazı ile ilgili olan bilgiler ve bütün manevi müktesebat nisbeten daha sonra buralara - gelen Sumerler tarafından ihdas edilmiştir.
Hiç şüphe yoktur ki, Sumerler bizzat bu topraklarda çıkan teknikleri
ve bilgileri de tekâmül ettirmişlerdir. Fakat bu sanatları acaba yalnız
fevkalâde maharetleriyle mi ilerlettiler, yoksa yazı gibi esaslı olan başka
müşahhas bilgiler de getirerek bunlara ilâve mi ettiler? Bu suallere
ilmin bugünkü durumu ne evet ve ne de hayırla cevap verebilir. Ancak
Sumerlerin göç yollarını katiyyetle öğrendikten sonra ve geçtikleri
yerlerde kazılar yaptıktan sonradır ki, bunlara cevap verebileceğiz.
Çeviren:

Mebrure O. Tosun

Sumeroloji İlmi Yardımcısı


MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU SEKİZİNCİ BÖLÜM

B. LANDSBERGER
aynı zamanda dokuma, çatı kerestesi ve hasır örme ihtiyaçlarını da
temin ediyordu. Daha ilk kültür devresinde rastlanılan buna ait ısıtılahlar,
meselâ "hurma,, =
sulumb, "yaş hurma» = uhin, "hurma ağacı,, —
nimbar,
"hurma bağçıvanı» = nukarib, gibi kelimeler tamamiyle Proto-
Fıratça'dır. Bundan hurmacılığm Proto-Fratlılara ait olduğu neticesini
çıkarabiliriz.
Şehirde meslekî sınıflaşmalar: meslek isimlerinin daha Proto-Frathlar
zamanından kalma olduğunu isbat edebiliriz. En eski vesikalar
ortaya çıktığı zaman bu mesleklere tekabül eden yazı işaretlerini okuyabiliyoruz.
Mısır'la burada bir mukayese yapmadan şunu söyliyebiliriz
ki, yüksek teşkilâtlı şehir de bu sahada meslekî sınıflaşmanın bir şahididir.
ikinci kültür devrinin sonundan itibaren belki de daha eski
zamanlara irca edilen " çiftçi „
=engar, " bahçıvan „ =nukarib, muhtelif
nevi " çoban „
=sipad, kabar, nagad, udul, " balıkçı » —sukadak ve
bunlardan başka: " aşçı
„ =nuhadim, " demirci „ —simuğ, "marangoz,,
=nangar,
" çilingir „ =tibira, " berber „ =kinda, " çamaşırcı ,, aslak,
"
dokumacı „ —ispar, " saraç ve kunduracı „ —askap, " kamış örücü „
—addap,
"çanak çömlekçi,, —pahar, "duvarcı» = gidim gibi meslek
erbabı da görülür. Sayılan bütün bu meslek isimleri Proto -Fıratça'dır.
Bu meslek sahipleri kısmen kendi başlarına, kısmen de amirler maiyetinde
çalışırlardı. Bu amirlerin (ugula) maiyyetlerinde bir nevi çavuşlar
(nubanda)
bulunurdu. Bütün bu kelimeler Babil kültürünün sonlarına
kadar yaşamıştır. Hattâ bunlardan, meselâ
naggar, nacar „ gibi
kelimeler-bir çok yabancı dillere geçmiştir.
Sumerler bu meslek kadrosuna şunları da ilâve etmişlerdir: Meselâ,
"gemici „
=ma-lah ( ma=gemi, lah=yürütmek), "ince un üğüdücü „
=rar-ar
( ar=üğütmek ), "kaba un üğüdücü» =ka-zida ( zida—un ),
"sığır besleyici»
=gud-niga (gud— sığır, niga=beslemek), "ıtriyatçı»
—Sim-mu
( sim=ıtriyat, mu—çıkaran ), " malt çıkarıcı „ —bulug-mu
(bulug=malt lu-kaş-dına
= meyhaneci (lu=adam, kas=birâ din—can)
"yağ sıkıcı» =
i-sur (i=yağ, şur=sıkmak), "kümes hayvani yetiştiren
»
=uşan-du (uşan=kuş, du=yapan) gibi meslek nevileri. İkinci
olarak; sanatın daha yüksek bir mertebesine ait olan "mücevherci»
za-dim (za=kıymetli
taş) dim=işlemek ile " altın ve gümüş işleyici»
=ku-dim
(ku=gümüş) gibi iki sınıfa ayrılan kuyumcu, " heykeltıraş „
=alan-gu (ala
n=heykel, gu=yontmak), "taş kesici» ve "hakkak,,
=
burgul (bur—yârı kıymetli taş, gal=kesmek) gibi meslek nevilerile,
yazı işleriyle yüksek bilgiye ait olan "kâtip» =
dup-sar (dup = tablet
sar=yazmak ), " arşivci „ =
ga-dubba ( ga=kap, dubba=tablet), " tabib „
a-zu (
az=su ve içki, zu=bilen), " hâkim „ —di-kut (<di=hükümi kul
—kesen ) , " toprak ölçüsü»
=şe-gid (şe=ip gid=çeken), fal bakıcı
=
maş-şu-gidgid (maş==oğlak, Su-gidgid=tetkik) ve "sihirbaz» =ka-pirig(k
a=ağız, pirig=kuvvetli gibi meslek çeşitleri.

MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU YEDİNCİ BÖLÜM


MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU 425
tarafından taklit edilmemiştir. En eski Mısır'da olduğu gibi burada da
yüzde seksen nisbetinde arpa, yüzde, yirmi nisbetinde buğday ve çatalsiyez
(triticum diçoecum) yetiştirilirdi. Arpa en eski zamanlardan beri
yani ikinci kültür devrinden beri, buğday ve çatalsiyez de üçüncü devirden
beri yetiştirilmekteydi. Arpanın bütün bu sahaya yayılışı tarihten
önceki devirlere rastlar. Buğday ile çatalsiyezin yayılış tarihini tesbit
edemiyoruz 1 Bu sebepten dolayı, iddiaya rağmen, çatalsiyezin Mezopotamya'dan
Mısıra gittiğini filoloji yoluyla isbat etmek kabil değildir.
Daha dördüncü kültür devrinden itibaren devlet eliyle idare edilen
büyük öğütme işlerine başlanmıştır. Bu öğütme şekli 2000 senelerinde
Anadolu'da da görülür. Fakat sonradan bütün Ön-Asya'da ev değirmenciliğine,
yani küçük mikyasta üğütme şekline dönülmüştür, İnce
un öğütme şekli 2000 yıldan sonra Mezopotamya'dan garba doğru yayılmıştır.
Bunu filoloji yoluyla isbat edebiliyoruz. Çünkü ince un mânasına
gelen Latince simila kelimesi Mezopotamya'dan Anadolu yoluyla
garp dünyasına yayılmıştır,
Mezopotamya iktisadiyatının ikinci hususiyeti bira istihsalinin büyük
iktisadî ehemmiyeti oluşu, ve çeşitli bira nevilerinin bulunuşudur,
Bira arpadan elde edilen malta bir nevi baharın ilâvesiyle yapılırdı. Büyük
küçük herkesin günlük bira istihkakı gayet tabii ihtiyaçlardan ad
olunurdu. Bira istihsalinin bu büyük ehemmiyetine ikinci devrede rastlıyoruz.
Belki de bu bilgi Proto-Fıratlı'lara aitti. Bira kas, bira malzemesi
(malt = buluğ, ona ait bahar bappir) kelimelerinin yine-menşelerini
tesbit edememekteyiz. Meselâ ulusin = çatalsiyez birası gibi
muhtelif bira nevilerini gösteren kelimelerden biri Protofratça bir menşe
ifşa etmektedir. Halbuki bira istihsaline aid meyhaneci, ve maltcı
gibi meslek isimleri Sumer dil tabakasına aittir. Mısır'da da biranın
aynı iktisadî ehemmiyetini görüyoruz. Fakat buna rağmen, biranın
Anadolu'ya Mezopotamya'dan geldiğini kabul etmeliyiz.
Sumerlerin günlük yemek öğünlerinin üçüncü unsuru da susam
yağıdır. Susam yetiştirme tarihi, arpa kadar eski olmayıp ilk defa
üçüncü kültür devresinde rastlanır. Demek oluyor ki Proto-Fıratlılar
susamı tanımıyorlardı. Bunu bize esasen susam kelimesi de isbat eder:
Se-gis-i = Sumerce yağağacının, tanesi demektir. Susam mânasına gelen bu
kelimenin Akadça mukabili olan Saman-sammi=nebat yağı kelimesi bütün
diğer dillere yayılmıştır. Bu kelimeyi, Hurrice Sum-Sum, arapça sim-sîm
veya sum-sum, gerekçe sesafnos, Türkçe sisam ve yine Yunanca sesamites
kelimesinden gelen simit kelimelerinde görüyoruz
Hurma yetiştirme meselesine ehemmiyetine rağmen burada ancak
pekaz temas edebileceğim. Memleket için iktisadiyat bakımından fevkalâde
ehemmiyeti olan hurma yetiştirilmesi yalnız tatlı ihtiyacını değil,
1 Umumiyetle bu nevi kültür kelimelerinde olduğu gibi, kelime yapısından, müsemmalarının,
menşeyi hakkında bir netice çıkarmak mümkün olmamaktadır.

MEZEPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU ALTINCI BÖLÜM


B. LANDSBERGER
bir iç liman olan Fırat boyundaki payitahta kadar yanaştıklarını söylemekle
iftihar eder. Birbiri ile sıkı yakınlığı olan Fırat ve İndus kültürünün
aynı menşeden mi geldikleri veyahut bu kültür mümessillerinin
aynı menşeden mi oldukları, Sumerler ile Meluhhalılar arasında bir ırk
yakınlığı olup olmadığı, Sumerlerin İndus vadisinden mi buralara geldiği.
suallerine, ilmin bugünkü durumu ile ne evet ne de hayır ile
cevap verilebilir. Bilhassa her iki yazı sisteminin temamiyle başka başka
oluşu, bir de ev yapısı, alet şekilleri ve plâstik, san'atın tamamiyle
başka oluşları bu suale müsbet bir cevap vermemize mânidir. İndus
vadisinin plastiği serbest şekil verme hususunda Yunan plastiğini hatırlatır.
Halbuki bu vaziyet Sumerlerin kalıplaşmış nizam fikirleri altında
meydana gelen plastikleriyle temamiyle zıt bir hal gösterir. Diğer taraftan
ise İndus vadisinde Sumerlerin zengin fantazi mahsullerine, çeşitli
şekiller bulma kabiliyetine rast gelinmiyor. Binaenaleyh, şayet Meluhha'hlarla
Sumerler arasında ırk bakımından bir menşe birliği mevcutsa
müstesna ve yaratıcı bir dehâya malik olan bu ırk ayrı ayrı
yerlerde değişik inkişaflar göstermiş demektir.
V. Medeniyetin tekâmülünde Proto-Fratlı'larla Sumer'lerin payları.
Nihayet Proto-Fratlılarla Sumerlerin medeniyet sahasındaki başarılarını
ayırıp seçmeğe, tarihlerini tesbit etmeğe, tesirlerini kıymetlendirmeğe
başladığımız zaman, her şeyden önce ziraat işlerinin kesafeti
gözümüze çarpar. Ziraat işlerinin bu kesafeti, meselâ 2000 senelerinde
bire elli mahsûl almanın hiç fevkalâde birşey olmayışla da kendini
gösterir. Bunu elde etmek için de ilk şart toprağı birçok defalar sürmekti.
Toprağı işlemek için aynı zamanda iki çeşit sabana ihtiyaç
vardı Toprağı sürüp işliyen saban, ekme sabanı. İkinci şart da Mayısda
taşan suları tohum ekme zamanı olan sonbahara kadar depolayıp
icap ettiği zaman salıvermektir. Bu suretle bataklıkların da önü alınmış
oluyordu. Bütün bu bilgilerin, bu merkezî çiftçiliğin, suculuğun,
ikinci kültür devrinde şehir devleti tarafından yâni Proto-Fıratlılar tarafından
bilindiğini kabul edelim. Saban ve sabanı sûren—apin ve engar
kelimelerinih Proto-Fıratça oldukları aşikârdır. Rekonstruksiyon ile
tanıtacak olan bu dilin kelime yapısına, apin(=saban) kelimesiyle muhakkak
ki etimoloji bakımından yakınlığı olan apsin(=sabanla elde
edilen dizi) kelimesi bir ışık serpmektedir.
Tokrak takvim ve kadastro. işlerinde kullanılan memur isimleri
Sabra, Sasak da bunu gösterir. Aynı zamanda, toprağa ait vesikalar
mahiyetinde olan en eski tabletler bize bunu isbat etmektedir. Fakat
ekme sabanının icat tarihini tesbit edemiyoruz. Her ne kadar bugün
ile Van taraflarında, daha iptidaî bir şekilde bile olsa, ekme sabanı
mevcutsa da Sumer'lerin bu merkezi toprak iktisadı başka kavimler

MEZEPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU BEŞİNCİ BÖLÜM



biliyoruz. Bununla Sumerlerin göçleri için bir tefminus ante queme
malik oluyoruz. Burada her istenilen dile göre okunabilecek olan bir
resim yazısı bahis mevzuu olduğu için -bu yazının Sumerce olduğuna
hemen hükmetmek sakat bir iştir. Fakat daha sonraki yazı merhaleleri
organik olarak doğrudan doğruya bu eski yazı şeklinden tekâmül 'etmiştir.
Şayet bu eski yazı Proto-Fıratlılar tarafından kullanılmış olsaydı,
bu dilin yazıda bir takım izler bırakması lâzım gelecekti. Nasıl ki Sumer
yazısı Akadlar tarafından alındıktan sonra, izlerini bu yazıda bırakmıştır.
Hallolunmıyan diğer bir mesele de Sumer'lerin bu yazıyı başka
ülkelerden mi bu topraklara getirdikleri ve yahut Mezopotaya da mı
icat ettikleridir. Çünkü ilk defa olarak yazı. ortaya çıktığı zamanlarda
bile, binlerce işaretleriyle yüksek bir tekâmül merhalesi göstermekteydi.
Bu yazının daha evvelki geçirdiği merhalelerden şimdiye kadar hiç bir
ize rastlamak mümkün olmamıştır. Binaenaleyh Sumerler Uruk devrinin
başlarında veya ortalarında yüksek bir medeniyete malik olan
Mezopotamya'ya göçmüşlerdir. İşte yazı ile birlikte daha yüksek sanat
bilgilerini Sumerler, yâ beraberlerinde getirmişler ve yahut ta buraya
geldikten sonra meydana çıkarmışlardır.
Sumerler acaba nereden gelmişlerdir? Belki de Basra körfezi üzerinden.
Çünkü Sumerler'in iskân izleri, kesafetten de anlaşılacağı üzere,
cenuptan şimale doğru bir istikamet gösterir. Babil iline, şarktan, şimalden,
garptan hudut olan dil ve kültürlerle hiç bir yakınlık gösteremez.
Sumer efsanesine göre, cennetin bulunduğu bugünkü Elbahreyn eski
ismiyle Tilmun adası tanrı En-zak ve zevcesi Me-skil-ak'a tapılan eski
bir Sumer kült yeriydi. Bu tanrılara bundan başka hiç bir yerde tapılmazi
İşte bu sebepten dolayıdır ki kolonisasyion yoluyla ' buralara
gelmiş olmaları uzak bir ihtimaldir,
Sumerlerin menşei meselesine gelince, Pencap ve İndus vadilerindeki
eski kültür tanındıktan sonra bu mesele, yeni bir renk alır. Çok
mütecanis olan bu kültür bizim dördüncü ve beşinci kültür devrelerimizle
çağdaştır. Bunun sebebi İndus ili ile Mezopotamya arasındaki
müteaddit ticaret münasebetleridir. Bu kültürün kapladığı saha Sümer
kültürünün kapladığı sahadan on defa daha büyüktür. Bu sahanın pek
mütecanis olan kültürü, medenî müktesebat cihetinden hiç aşağı kalmadığı
gibi meselâ şehirlerin yapısı bakımından ve diğer bazı noktalardan da
Sumer kültüründen üstündür. Belki Sumerlerin M e lu h h a ismini verdik- *
leri ülke İndus topraklarıdır. Meluhha, Sumerlerce altın, kerestelik değeri
yüksek hasep ve bilhassa karneol taşı ithalinden dolayı tanınmıştır. Arkeologlar
hem Mezopotamyada hem İndus vadisinde bulunan ve kendisine
mahsus tezyin motifleri olan karneol boncuklarının yalnız İndus
vadisinde yapılabilecekleri kanaatındadırlar. IV. kültür, devrimizde Meluhha
ile olan ticaret münasebetleri en sıkı bir safhadaydı. Bilhassa bu
devrin hükümdarı olan büyük Sargon Meluhhadan gelen gemilerin tâ

MEZAPOTAMYADA MEDENİYETİN DOĞUŞU.DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


B. LANDSBERGER

Er-Hanedan devrinden itibaren bu ülkenin güney kısımlarında pek
az Proto-Fırat tanrısı bulunabilmiştir. Buna karşılık kuzeyde tamamiyle
başka tanrılara tapılmıştır. Meselâ: bir taraftan tanriçe İştar, fırtına
tannsı Hadad, öteki taraftan harp tanrısı Zambamba, güneş tanrısı
Âmba, "memleketin beyi» Dagan gibi kuzeyde tapılan bu tanrıları, buralara
getiren halk tabakasına, Proto-Dicleli'ler diyorum. Bu halk tabakasının
yalnız şimalî Babil ülkesinde değil, bu ülkenin batı ve kuzeyinde
de bulunduklarını kabul ediyorum.
Bu "Substrat„ dillere ait kelimelerin Sumerce içinden ayırt edilebilmesi
hem zor, hem de. çok cazip filolojik bir iştir. Bu iş bilhassa, Sümercenin
umumiyetle tek heceli kelimelere, pek az da iki heceli kelimelere
malik bulunmasiyle daha büyük bir zorluk gösterir. Meselâ
meşhur dingir kelimesinin Proto-Fratca mı. yoksa Sümerce mi olduğunu
katiyetle söyliyemem. Kelime teşkili bakımından Proto-Fratca ya
benzer. Çünkü bu şekildeki kelimeler bu dilde oldukça boldur.
Bir de "Sumer „ karşılığı olan
Kingir kelimesi, veya Zimbir, şehir

ismi,
nîmgir "dellâl,, gibi kelime tipleri vardır. Bu kelimeler bize Türkçedeki
incir, kambur, suntur, tenbel, sungur

gibi kelimeleri hatırlatır.
İkinci zorluk bazı kültür kelimelerinin gezici, kelimeler olması, isim
ve müsemmaları ile birlikte geniş sahalara yayılmış bulunmalarıdır. Meselâ
bakır kelimesinin karşılığı olan urudu'nun, Akoanca
Erz kelimesinde
bugün bile .yaşadığını görüyoruz. İlk defa Sumerce'de rastlanan
bu kelimeye, Sumerce'dir diyemeyiz. ,Eğer böyle bir şey yapacak olursak
hataya düşmüş oluruz. Bu kelime, büyük bir ihtimalle ne Sumerce,
ne de "Proto-Fratça„ dir,
Kelime hazinesinin tetkikiyle vardığımız neticeleri hülâsa edecek
olursak: medeniyet sahasındaki başarıların büyük kısmını "Proto-Firatlı„
lara maneviyât ve san'at sahasındaki, ilerlemeleri de Sumer'lere
maletmek lâzım gelecektir.

IV. Sumerlerin göçleri.

Bir yandan "ProtorFratlı„ ların bu bilgileri ne zaman edindiklerini,
diğer yandan Sumer'lerin bu topraklara ne vakit geldiklerini öğrenmek
bakımından,, kazı tabakalarının esaslı bir şekilde incelenmesi pek yerinde
olacaktır. Fakat bu sahada gerek en eski tabakalar olan
"El-

Oİegd„
Uruk ve Cemdet-Naşır tabakalarını, ait oldukları kavimlere nisbet
işinde, gerekse bilhassa Cemdet-Nasr kültürünü yıkıp Er-Hanedan
kültürünü bu topraklara getiren kavmi tesbit etmekte, büyük meçhullerie
karşılaşıyoruz.

''El-Ubeyt„

keramiğini Proto-Fratlılara, Uruk keramiğini Sumerlere
maletmek gibi, gelişi güzel hükümler vermekten sakınmak gerektir. Oldukça
kuvvetli esaslara dayanarak söyliyebildiğimiz yegâne şey şudur:
IV. Uruk tabakasında ortaya çıkan yazının Sumerlere ait olduğunu

MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU 421
Yukarda bahsettiğim büyük kültür hamlesi Uruk'un VI. tabakası
ile başlar. Hususiyetleri şunlardır: Mozayikler mihrablı (nişli), sütunlu,
büyük kült binaları, daha yüksek bir sanatın tatbikına fırsat veren
üstüvane mühürlerinin ilk bulunuşu ve bilhassa IV üncü Uruk tabakasında
yazının ortaya çıkışı.
Cemdet-Nasr kültürünün en yüksek devrinden inhitatına kadar
takibedebiliriz. İnhitat devresini, bu kültürün yok olması felâketi takibeder.
Bundan sonra da tekrar en iptidaî şekillerinden başlamak üzere
yeni bir medeniyet doğmağa başlar. Bu yeni medeniyete Er-Hanedan
medeniyeti ismini veriyoruz. Bu devirde yapı sistemi, keramik, kıyafet,
saç tuvaleti ve mühür motifleri tamamiyle değişir. Bu devrin tekâmülünün
başlangıçtan itibaren aralıksız olarak, Sumerlerin en yüksek ve
başarılı devrelerine kadar hiç sapmadan nasıl yükseldiğine şahit oluruz.
III.
Proto-Fratlılar ve Sumerler.

Bütün kült mahallerinin Sumerler tarafından kurulmadığını, Sümerce
olmıyan isimlerden de isbat etmek pek alâ kabildir. Meselâ:
Urim,. Uruk, Larsam, Adab, Lagaş, Zimbir ve diğer şehir isimleri bize
Sumerce'nin aksine olarak, ekseriya iki heceli kelimelerden ibaret olan
ve bunlardan belki biri kök bîri de ek olarak ayrılabilecek olan başka
bir dilin mevcudiyetini gösterir. Bu dili daha yakından, tetkik edecek
olursak, Sümerce'de' bulunan ve kültür kelimeleri dediğimiz kelimelerden
büyük' bir kısmının, meselâ âlet isimleri, meslek isimleri ve bilhassa
Mezopotamya medeniyeti ile ilgili kelimelerin hemen hepsi doğrudan
doğruya bu substrat dile aittir. İstidlal yoluyla mevcudiyetine
vardığımız bu dile Proto-Firat dili diyoruz.
Yazı işaretlerinin bize kadar gelen en eski şekilleri vasıtasiyle şehir
isimlerinin nasıl meydana geldiğini de isbat edebiliriz. Bu isimler
şehirlerin kült merkezlerine bağlıdır. Bu kült merkezleri ya Ahd-ı-atik'-
deki kült sandığı gibi bir sandık, ya toteme benzer bir sembol veyahut
da bu ikisinin birleşmesinden hâsıl olan bir şekildedir.


Demek oluyor ki, Proto-Frat'lılar kendi totemlerini bu topraklara
getirmişler ve bu totemler etrafında şehirlerini kurmuşlardır. Bunlarla
ilgili din tarihine ait sorulara gelecek yazımda cevap vereceğim ve bilhassa
bu başlangıçlardan Tanrıların insan şekillerine nasıl girdiğine
temas edeceğim.

MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU İKİNCİ BÖLÜM



B. LANDSBERGER

El'Ubeyd
kültürünün eski tabakaları fakir bir manzara gösterir.

Her halde o devrin insanları memleketlerinde bulunmıyân yapı maddelerini
( kereste, taş, madenler) dışarıdan alabilmek için, bulunması
gerekli olan mübadele maddelerine malik bulunmıyorlardı.
El'Ubeyd keramiği
gayet geniş bir coğrafî sahaya maliktir. Bülücistan'dan Akdeniz'e
kadar uzanır. İşte yine bu sebepten dolayı,başka yerlerdeki prehistorik
kültürlerle, kaba sabada olsa, bu kültürün zaman münasebetlerini
tespit edebiliriz. Bence, Asur'dan Akdeniz'e kadar Uzanan Tel-
Halaf kültürü,
El'Ubeyd kültüründen daha eskidir. Tel-Halaf kültürü
yalnız daha eski değil, ayni zamanda daha mütekâmil ve daha zengindir.
Bilhassa kullandığı malzeme içinde obsidian Tel-Halaf kültüründe başlıca
bir yer işgal eder. Hububat yetiştirme, çanak çömlekçilik, şehir
iskânı, ziynet eşyasının zenginliği gibi yeni taş devrinden sonraki ilk
büyük medeniyet hamlesi, medeniyetin nehir vadilerinde değil de, dağ
eteklerinden doğduğunu isbat eder. İşte bu medeniyet dağ eteklerinden
nehir kenarlarına inmiştir. Ancak nehir kenarlarındaki topraklarda,
dağ kavimlerinin ellerinde bulunan maden ve taşla mübadele edilecek
maddeler yetiştirildikten sonradır ki, nehir vadilerinde yeni ve büyük
medeniyet başarıları ortaya çıkabilmiştir.
Uruk'un XIV tabakasından çıkan keramiğ'e Uruk keramiğ'i adını
veriyoruz. IV. tabakaya kadar bu keramiğ'i görebiliriz. Bu keramiğ'in
temsil ettiği devri, Cemdet-Nasr denilen ve hususi bir keramigi olan
müteakip devir ile birlikte alabiliriz.


...3300..EI-Ubeyd çağı

3300-3100...Uruk çağı
 

3100-2800...Uruk tabakası
Cemdet-Nasr çağı


2800-2450...Er hanedan çağı

2450-2230..Akad sülâlesi

2230-2050..Sumerlerin klasik çağı

2050-1800..İsin sülâlesi

1800-160..Eski Babil çağı

1600-1200...Kas'lar sülâlesi

1200-500..Yeni Babil çağı

İSA.500- 0
Ahemenid'lerin çağı ve Helenistik çağ .

MEZOPOTAMYA'DA MEDENİYETİN DOĞUŞU.BİRİNCİ BÖLÜM



Ord. Prof. Dr. BENNO LANDSBERGER

İ.Zengin Sumer fantazisinin yarattığı simalar arasında "yedi hakim»
ler de vardır. Yedi hakimler efsanesi muhtelif şekillerde naklolunur. Bu
muhtelif şekillerin birleştikleri başlıca nokta şudur: Zaman zaman sıra
ile denizden çıkan bu hakimler, muhtelif Sumer şehirlerinde saltanat
sûren ilk krallara her mahareti, her hüneri ve her bilgiyi öğretirler.
Memleketi büyük tufan kapladığı zaman, bu bilgiler kaybolmamıştır.
Çünkü, bir rivayete göre, Sumerlerin Nuhu olan Zi-ud-sudda bütün bu
üstadları gemisiyle kurtarmıştır. Diğer bir rivayete göre de, bu bilgilerin
yazılı bulunduğu tabletler tufandan önce çok derin bir şekilde
toprağa gömüldüğü için, sonradan bunları çıkarmak kabil olmuştur.
Bu düşünüş şekillerinde hakikat izleri var mıdır? Acaba medeniyet
hakikaten Sumer topraklarından mı çıkmıştır ? Yoksa, Sumerlerin
yurduna deniz yolu ile başka ülkelerden gelmiş ve bu suretle geçen
medeniyet muhtelif kollar halinde dünyanın diğer kısımlarına mı yayılmıştır
? Yahut sonraki zamanlarda, acaba Sumerlerin başına bir felâket
gelmiş ye bu medeniyeti bir zaman için ortadan mı kaldırılmıştır ?
İşte bu yazımızda yukarıki soruları bilhassa dil bakımından yâni
Mezopotamya'ya has olan kültür kelimelerinin tetkiki ile cevaplandırmağa
çalışacak, tabaka sıralarından elde edinilen bilgilere dayanarak,
medeniyetin meydana gelişinde Sumerlerin ne derece payı olduğunu
aydınlatmağa gayret edeceğiz.
II. En eski medeniyet tabakaları:
Her şeyden önce Sumer kültürünün çeşitli başarı ve tesirlerini tam
bir dikkatle birbirinden ayırmamız gerektir. Kazılarla ortaya çıkarılan
tabaka sıralarının yardımı ile, tarihi devrenin başlangıcına kadar bütün
medeniyet merhalelerini takip edebiliriz. Fakat burada, güney Mezopotamya'daki
kazı tabakalarının, Asur ili veya Anadolu'da olduğu
gibi sistematik bir şekilde yapılmamış olduğuna da işaret etmemiz lâzımdır.
Bütün bilgilerimiz Sumer memleketinin güneyinde bulunan Uruk
ve Ur şehirlerindeki kazılara dayanır. Burada, bu topraklardaki İlk
yerleşme izlerine kadar inilmeğe muvaffak olunmuştur. Bu ilk devrelerdeki
insanlar çamurla sıvanmış kamış kulübelerde otururlardı. Güney
Mezopotamya'nın bu en eski kültürüne, keramiğinin bulunduğu yerin
adına göre El Ubeyd kültürü deriz. Bu Keramiğin uzun bir Ömrü vardır.
Bu keramiği, Uruk'da yer yüzüne doğru sayılmak üzere, 18 inci tabakadan
yedinci tabakaya kadar buluruz.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...