03 Nisan 2014

KUR’AN-I KERİM HİÇ TÜKENMEYEN MUCİZE




KUR’AN-I KERİM
HİÇ TÜKENMEYEN MUCİZE

AVRASYA'DA DOLAŞAN HAYALET - GALİYEV





AVRASYA'DA DOLAŞAN HAYALET
GALİYEV

KÜFE M.AKİF ERSOY







KÜFE

Beş on gün oldu ki, mu´tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul´un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmiyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır.
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâlhurde, harâb evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bîtâb düştü tâ öteye.
-Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden yavrum Ağzı yok, dili yok,
Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: "Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz... "
Baban gidince demek kaldı âdetâ öksüz!
Onunla besliyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini "
Dedim ki ben de:
Ayol dinle annenin sözünü...
Fakat çocuk bana haykırdı ekşitip yüzünü:
-Sakallı, yok mu işin Git, cehennem ol Şuradan!
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...
-Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
-Bırak hanım, o çocuktur, kusûra bakmam ben...
Adın nedir senin, oğlum
-Hasan.
-Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O, bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü Bugün, sen de kendi kardeşini,
Yetim bırakmıyarak besleyip büyütmelisin.
-Küfeyle öyle mi
-Hay hay! Neden bu söz lâkin
Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
-Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
-Unuttun öyle mi Bayramda komşunun gelini:
"Hasan, dayım yatı mekteplerinde zâbittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...
Koyardı mektebe... Dur söyleyim" demişti hani
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün birçok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan
Bizim çocuk yaramaz, evde dinlenip durmaz;
Geçende Fâtih´e çıktık ikindi üstü biraz.
Kömürcüler kapısından girince biz, develer
Kızın merâkını celbetti, dâima da eder:
O yamrı yumru beden, upuzun boyun, o bacak,
O arkasındaki püskül ki kuyruğu olacak!
Hakîkaten görecek şey değil mi ya Derken,
Dönünce arkama, baktım: Beş on adım geriden,
Belinde enlice bir şal, başında âbâni,
Bir orta boylu, güler yüzlü pîr-i nûrânî;
Yanında koskocaman bir küfeyle bir çocucak,
Yavaş yavaş geliyorlar. Fakat tesâdüfe bak:
Çocuk, benim o sabah gördüğüm zavallı yetim...
Şu var ki, yavrucağın hâli eskisinden elim:
Cılız bacaklarının dizden altı çırçıplak...
Bir ince mintanın altında titriyor, donacak!
Ayakta kundura yok, başta var mı fes Ne gezer!
Düğümlü alnının üstünde sâde bir çember.
Nefes değil o soluklar, kesik kesik feryad;
Nazar değil o bakışlar, dümû-i istimdad.
Bu bir ayaklı sefalet ki yalnayak, baş açık;
On üç yaşında buruşmuş cebin-i safi, yazık!
O anda mekteb-i rüşdiyyeden taburla çıkan
Bir elliden mütecaviz çocuk ki, muntazaman
Geçerken eylediler ihtiyarı vakfe-güzin...
Hasan la karşılaşırken bu sahne oldu hazin;
Evet, bu yavruların hepsi, pür südud-i şebab,
Eder dururdu birer aşiyan-ı nura şitab.
Birazdan oynıyacak hepsi bunların, ne iyi!
Fakat Hasan, babasından kalan o pis küfeyi,
-Ki ezmek istedi görmekle reh-güzarında-
İlel ebed çekecek dûş-i ıztırarında!
O, yük değil, kaderin bir cezası ma sûma...
Yazık, günahı nedir, bilmeyen şu mahkuma!
M.AKİF ERSOY

Tevhid Yahud Feryad-M.AKİF ERSOY



Tevhid Yahud Feryad
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim,
Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim!
Kürsî-i celâlin -ki semâlarla zeminler
Bir nokta kadar sahn-i mıchîtinde tutar yer-
İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet...
Yâ Rab, o ne dehşettir, İlâhî, o ne heybet!
Pervâzına yetmez gibi pehnâ yı avâlim,
Gâhî seni bulsam diye, âvâre hayâlim
Bir şevk ile lâhûta kadar yükseleyim der:
Lâkin nasıl olsun ki bu mi´râca muzaffer
Nâsût muhîtinde henüz çalkalanırken,
Bir dest-i tecebbür dayanıp göğsüne birden;
Hüsranla iner öyle sefil, öyle muhakkar:
Hâlâ o sukûtun küreden tozlan kalkar!
Yalnız o mu Bin fikr-i semâvî bu zeminde,
Bîtâb-ı taharrî kalarak âh ü eninde!
Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh
Ervâh bütün mündehiş-i "sümme radednâh!"
Sun´undaki esrâra teâlî bize memnû´
Olmaz mı, ridâ pûş dururken daha masnû´
Hurşîd-i ezelden nasıl ister ki haberdâr
Olsun daha bir zerreyi derk etmeyen efkâr
Ey nâmütenâhî sana nisbet ile mahdûd,
Mahsûr-i muhît-i kaderindir ne ki mevcûd.
Dîbâce-i evsâfını almaz bütün eb´âd,
A´dâd edemez silsile-i feyzini ta´dâd.
Ummân-ı şüûnun ki birer mevcidir a´sâr,
Her mevcesi bir lücce-i bî-sâhil-i âsâr!
Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;
Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet.
İbdâ-ı bedîin -ki cihanlarla bedâyi´
Meydâna getirmiş- bize ey Hâlik-ı Mübdi´,
Mübhem nasıl olmaz ki Adem´den değil isbât,
Bir zerre-i mevcûdu yok etmek bile heyhât,
Kâbil olamaz çıksa da bin dest-i muharrib.
Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebrîz-i garâib!
Serhadd-i ezel bed´-i hudûd-i melekûtun
Pehnâ yı ebed gâye-i sahn-ı ceberûtun.
Hükmün ki tahakküm edemez seyrine bir şey;
Bir anda bu pâyansız olan cevvi eder tayy
Bir an, diyerek eylemişim bilmiyerek, bak!
Takyîd zamanla seni ey Fâtır-ı Mutlak!
Bâkîyi beşer her ne kadar etse de tenzîh.
Fâniyyeti îcâbı, eder kendine teşbîh!
Itlâka nasıl yol bulabilsin ki tefekkür
Eşbâhı görür eyler iken rûhu tasavvur! .
***
Ey rûh-i fezâ-gerd, giran-seyr-i harîmin,
Ey nâtıka, dembeste-i esrâr-ı azîmin,
Maksûd bu hilkatten eğer ma´rifetinse;
Varmış mı o müdhiş görünen gâyete kimse
Bir sahne midir yoksa bu âlem nazarında
Bir sahne ki milyarla oyun var üzerinde!
Bir sahne ki her perdesi tertîb-i meşiyyet;
EŞhâsı da bâzîçe-i âvâre-i kudret!
Cânîleri, katilleri meydâna süren sen;
Cânîdeki, katildeki cür´et yine senden!
Sensin yaratan, başka değil zulmeti, nûru;
Sensin veren ilhâm ile takvâyı, fücûru!
Zâlimde teaddîye olan meyl nedendir
Mazlûm niçin olmada ondan müteneffir
Âkil nereden gördü bu ciddî harekâtı
Câhil neden öğrenmedi âdâb-ı hayâtı
Bir fâilin icbârı bütün gördüğüm âsâr!
Cebrî değilim... Olsam İlâhî ne suçum var
***
Bir sahne demek âleme pek doğrudur elbet;
Ancak görülen vak´alann hepsi hakîkat.
Hem öyle vekâyi´ ki temâşâsı hazindir,
Âheng-i tarab-sâzı bütün âh ü enindir!
Zîrâ ederek bunca sefâlet-zede feryâd;
Vâveyl sadâsıyla dolar sîne-i eb´âd.
Yâ Rab, bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi
Senden daha bir emr-i sükûn inmeyecek mi
Her ân ediyorsun bizi makhûr-i celâlin,
Kurbân olayım nerde senin, nerde cemâlin
Sendense eğer çektiğimiz bunca devâhî,
Kimden kime feryâd edelim söyle İlâhî
Lâ yüs´el´e binlerce suâl olsa da kurban,
İnsan bu muammâlara dehşetle nigehban.
Bir şahsa esîr olmayı bir koskoca millet,
Mekrinle mi yâ Rab sanıyor kendine devlet
Dünyâyı yakıp yıkmaya bir seyf i teaddî,
Emrinle mi yâ Rab, ediyor böyle tesaddî
Zâlimlere kahrın o kadar verdi ki meydan:
" Yok âdil-i mutlak" diyecek ye´s ile vicdan!
Yerden çıkıyor göklere bin âh-ı şererbâr,
Gökler ediyor sâde çıkan nâleyi tekrâr!
Bir yanda yanar lânesi bin hâne-harâbın,
Bir yanda söner lem´ası milyonla şebâbın.
Kalmış eli böğründe felâket-zede mâder;
Evlâdını gömmüş kara topraklara, inler!
Ağlar beriden bir sürü âvâre-i tâli´
Nan-pâre için eyliyerek ırzını zâyi;
Bükmüş oradan boynunu binlerce yetîman,
Me´vâ arıyor âileler lâne perîşan!
Mazlûm şikâyette, nedâmette sitemkâr;
Hûnâbe-i maktûle garîk olmada hunhâr!
Bîmârı, felâketliyi, üryânı, sefili,
Meflûcu, amel-mandeyi, miskîni, zelîli,
Gaddârı, cefâ-dîdeyi, mahkûmu, esîri,
Heyhât, şu pâyansız olan cemm-i gafiri
Teşhîr ile şöhret kazanan sahne-i dünyâ
Gelmez mi İlâhî sana bir kanlı temâşâ
***
Lâkin bu sefilân-ı beşerden kiminin, var
Kalbinde bir ümmîd ki encüm gibi parlar:
Îmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür...
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür!
Mü´min -ki bilir gördüğü yekrûze cihânın
Fevkınde ne âlemleri var subh-i bekanın-
Bin cân ile elbet çekecek etse de bilfarz,
Her devri hayâtın ona binlerce belâ arz.
Ferdâdaki ezvâkı o ettikçe te´emmül,
Eyler bugün âlâma nasıl olsa tahammül...
Bir mülhidi lâkin kim eder tesliye heyhât
Sığmaz bunun âfâkına ferdâ-yı mükâfât!
Baştan başa "boşluk"şu semâlar, şu zeminler,
Birgûş-i kerem var mı akan yaşları dinler
İlcâ-yı tesâdüfle şu "boş!" âleme düşmüş;
Etrâfına binlerce şedâid gelip üşmüş.
Her lâhza boğuşmakla geçip devr-i hayâtı.
Bir Şey olacak gâye-i hüsrânı: Memâtı!
Varlıktan onun inliyerek ölme nasîbi!
Bunlar beşerin işte en âvâre garîbi!
Mü´minlere imdâda yetiş merhametinle,
Mülhidlere lâkin daha çok merhamet eyle:
Gümrâhlarındır ki karanlıklara dalmış,
Bir rehber olur necm-i emel yok da bunalmış!
Sensin bu şebistâna süren onları elbet,
Senden doğacak doğsa da bir fecr-i hidâyet.
Mülhid de senin, kalb-i muvahhid de senindir;
İlhâd ile tevhîd nedir Menşei hep bir.
Öyleyse nedendir bu tefâvüt ara yerde
Esbâb-ı tehâlüf nedir efkâr-ı beşerde
Yâ Rab, bu serâir gün olur da açılır mı
Bir leyl-i müebbed olarak yoksa kalır mı
Her zerrede âheng-i celâlin duyulurken,
Her nağmede binlerce lisan nâtık olurken,
Cilvendeki esrâr nasıl kalmada muzlim
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim

HASTA M.AKİF ERSOY





HASTA

" Vak´a Halkalı Zirâ´at Mektebi´nde geçmişti"

- Bence, doktor, onu siz bir soyarak dinleyiniz;
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyyetsiz,
Sâde bir nezle-i sadriyye mi illet Nerde!
Çocuğun hali fenâlaştı şu son günlerde.
Ameliyyâta çıkarken sınıf on gün evvl,
Bu da gelmez mi, dedim: "Kim dedi, oğlum, sana gel
Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan,
Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan. "
O zamandan beridir za fı terakkî ediyor;
Görünen: Bir daha kalkınması artık pek zor.
Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin
Olmuyormuş azıcık dindiği...
                                          - Ben zâten işin,
Bir ay evvel biliyordum ne vahîm olduğunu...
Bana ihtâra ne hâcet, a beyim, şimdi bunu
Ma´amâfıh yeniden bir bakalım dikkatle:
Hükmü kat´î verelim, etmeye gelmez acele.
- Çağırın hastayı gelsin.
                                          - Kapının perdesini
Açarak girdi o esnâda düzeltip fesini,
Bir uzun boylu çocuk... Lâkin o bir levha idi!
Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedî:
Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri;
Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri.
O şakaklar göçerek cebheyi yandan sıkmış;
Fırlamış alnı, damarlar da beraber çıkmış!
Bet beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-i şebâb
O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb!
O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi;
Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi!
Kafa bir yük kesilip boynuna, çökmüş bağrı;
İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı.
- Otur oğlum, seni dikkatlice bir dinliyelim...
Soyun evvelce fakat...
                                       - Siz soyunuz, yok hâlim!
Soydu bîçâreyi üç beş kişi birden, o zaman
Aldı bir heykel-i üryân-ı sefâlet meydan!
Bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti
Yoktu. Zannımca tabîbin coşarak merhameti,
"Bakmasak hastayı nevmîd ederiz belki" diye;
Çocuğun göğsüne yaklaştı biraz dinlemeye:
-Öksür oğlum... Nefes al... Alma nefes... Oldu, giyin;
Bakayım nabzına... A´lâ... Sana yavrum, kodein
Yazayım; öksürüyorsun, o, keser, pek iyidir:..
Arsenik haplar al, söylerim eczâcı verir:
Hadi git kendine iyi bak...
                                           - Nasıl ettin doktor
-Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor!
Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş;
Hastalık seyr-i tabî´îsini almış yürümüş.
Devr-i sâlisteki âsârı o mel´un marazın
Var tamâmiyle, değil hiçbiri eksik arazın.
Bütün a´râz, şehîkıyle, zefiriyle...
                                          - Yeter!
Hastanın çehresi meydanda ya! İnsanda meğer
Olmasın his denilen şey .. O değil, lâkin biz
Bunu, "tebdîl-i havâ " der de nasıl göndeririz
Şurda üç beş günü var:.. Gönderelim: Yolda ölür...
"Git!" demek, hem, düşünürsek ne büyük bir züldür!
Hadi göndermiyelim... Var mı fakat imkânı
Kime dert anlatırız Bulsana dert anlıyanı!
- Sözünüz doğru Müdür Bey; ne yapıp yapmalı; tek
Bu çocuk gitmelidir: Çünkü, emînim, pek pek,
Daha bir hafta yaşar, sonra sirâyet de olur;
Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma´zur:
- Bir mubassır çağırın.
- Buyurun efendim.
 - Bana bak:
Hastanın gitmesi herhalde muvâfık olacak.
"Sana tebdîl-i havâ tavsiye etmiş doktor;
Gezmiş olsan açılırsın... " diye bir fikrini sor:
"İstemem!" der o, fakat dinleme, iknâ´a çalış:
Kim bilir, belki de bîçâre çocuk anlamamış

***
- Şimdi tebdîl-i havâ var mı benim istediğim
Bırakın hâlime artık beni râhat öleyim!
Üç buçuk yı1 bana katlandı bu mektep, üç gün
Daha katlansa kıyâmet mi kopar Hem ne içün
Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden,
"Öleceksin!" diye koğmak Bu koğulmaktır. Ben,
Kimsesiz bir çocuğum, nerde gider yer bulurum
Etmeyin, sonra sokaklarda perîşân olurum!
Anam ölmüş, babamın bilmiyorum hiç yüzünü;
Kardeşim var, o da lâkin bana dikmiş gözünü:
Sanki âtîdeki mevhûm refâhım giderek
Onu çalkandığı hüsranlar içinden çekecek!
Kardeşim, kurduğun âmâli devirmekte ölüm;
Beni göm hufre-i nisyâna, ben artık öldüm!
Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum.
Döktüğüm yaşlan çok görmeyiniz: Mağdûrum!
O kadar sa´y-i belîğin bu sefâlet mi sonu
Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu,
Çalışıp ömrümü çılgınca hebâ etmezdim,
Ben bu müstakbele mâzîmi fedâ etmezdim!
Merhamet bilmeyen insanlara bak, yâ Rabbi,
Kovuyorlar beni bir sâil-i âvâre gibi!
- Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.
"İstemem, yollamayın" dersen eğer, kal, yalnız...
Hastasın...
- Hem veremim! Söyle, ne var saklıyacak
- Yok canım, öyle değil...
- Öyle ya, herkes ahmak!
Bırakırlar mı eğer gitmemiş olsam acaba!
Doğrudur, gitmeliyim... Koşturunuz bir araba,

Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna
Dayanıp çıktı o bîçâre sefâlet yoluna"
Atarak arkaya bir lemha-i lebrîz-i elem,
Onu teb´îd edecek paytona yaklaştı "verem!"
Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,
Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini;
- Çekiver doğruca istasyona...
- Yok yok, beni ta,
Götür İstanbul a bir yerde bırak ki: Gureba,
- Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada-
Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!
M.AKİF ERSOY 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...