04 Nisan 2012

ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER SESLİ VİDEO


ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER
Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı.

Zaten onlarla adaştı da. Rose… Gül…
Kocasının sevgili Rose’u…
Her yıl Sevgililer Günü’nü kapının önünde bulduğu
enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı.
 Hiç aksamadan.
Hatta, eşini kaybettiği yıl bile kapısı çalınmış,

gülleri kucağınabırakılmıştı..
Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
“Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum…”
Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü..

Önceden ısmarlanmış olmalıydı..
Öleceğini nasıl bilebilirdi?..
Zaten her şeyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi,
yumurta kapıya gelmeden…
Gülleri özenle içeri taşıdı..
Saplarını kesti, vazoya yerleştirdi..
Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen
fotoğrafının yanına koydu.

Orada kocasının koltuğunda
oturup saatlerce güller ve fotografı izledi sessizce..

Bitmek bilmeyen bir yıl geçti..
Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
Sonra bir sabah kapı çalındı..

 Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..
Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi..
Sevgililer Günü’nü kutluyordu.

Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık içinde doğru telefona gitti.
Çiçekçi dükkanını aradı…
Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı?
“Biliyorum” dedi, çiçekçi.. “Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..
Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri
çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemişti..

Hep öyle yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı.
Dosyamda talimat var
.Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım.
Bir de özel kart vardı,kendi el yazısıyla.
Bilmeniz gerek diye düşünüyorum..
Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart…”
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.
Parmakları titreyerek zarfı açtı..
“Merhaba gülüm” diye başlıyordu, kart.. “Bir yıldır ayrıyız.
Umarım senin için çok zor olmamıştır.

Yalnızlığını ve acılarınıhissedebiliyorum.
Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim
kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim.

Harikabir eştin dostum, sevgilim benim…
Sadece bir yıldır ayrıyız.Kendini bırakma.
Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.
Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve
kutsandığımızı düşün.

Seni hep sevdim..
Her zaman daseveceğim.
 Ama yaşamalısın. Devam etmelisin… Lütfen..
Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış.
 Kolay değil,biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim….
Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam
edecek.

O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,
eve dönüp dönmediğini kontrol edecek.

Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip
seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..

SENİ SEVİYORUM GÜLÜM…”

BEN SEN GELMEDEN ÖNCE GÜLLERİ SEVDİM

Sevgili;Ben sen gelmeden önce gülleri sevdim.
O güzelim kokuları,o eşsiz duruşlarıydı sana benzeyen ve beni
sana getiren...
Goncası başka güzel,açınca bir başka güzeldi hepsi...
Ama hepsi bir araya geldi de birtek sen edemediler..
Ben yinede sen gelmeden önce onları sevdim.
Ben sen gelmeden önce yolları sevdim..
Hepsi çok fazlaydı, karmakarışıktı..
Kimi sakindi,kimi ise sonu belirsiz bir uçurumdu...

Bazısı mutlu ediyor,bazısı karanlık kör labirentlere benziyordu.
Ama ben sen gelmeden önce yolları sevdim,
Çünkü hepsi bir şekilde sana çıkıyordu...
Ben sen gelmeden önce yağmurları sevdim.
Yağdıkça yüreğimi ıslatan, yağdıkça en derin nerelerim varsa oralara işleyen yağmurları,toprağa,havaya,suya karışan yağmurları sevdim sen gelmeden önce...
Serin tutsunlar diye yüreğimi,Birgün gidersen içimi yakacak olan yokluğunun acısını dindirsinler diye...
Hepsi bir başka kötü herbiriyle öğrendim aşka dair ne varsa;aldatılmaksa yaşadım,aldatmaksa yaşadım,mutluluksa öğrendim öğrettim.
Yalnızlıksa terk edildim.Yalnız bırakmaksa eğer terk ettim...

Ben sen gelmeden önce kendimi sevdim.
Kıymet verdim kendime,seni bulunca bırakmamak için mutlu etmek için
 ne kadar mümkünse o kadar sevdim kendimi, o kadar çok ilgilendim.
Bir gün geldiğinde beni sevmen için ne mümkünse yaptım...

Ve sen geldin.O güne kadar ne varsa sevdiğim hepsi yitirdi birer birer bendeki anlamını.
Ve seninle yeniden yeni birer anlam kazandı.
Gül senin elinde güzeldi yollar sen yürüdükçe taçlandı.
Yağmurlar seninle birlikte ısıttı yüreğimi senden öncekilerse mazide kaldı.
Kendimi daha çok sevmeye başladım sen gelince,içimde seninle olmanın gururu vardı.

Ben sen gitmeden önce herşeyi daha çok sevdim seni bana veren,
beni sana getiren herşeye ayrı bir değer verdim...

Hayatım senden çok öncelerde başlamıştı belki ama,bilinen tarihimde ben hep seninleydim.
Ve sen gittin;Ne çiçekler umurumda artık ne yağmurlar,yollar.
Ne kendimi seviyorum nede başka birini.
Ne dünüm var geri gelecek nede bugünüm nede yarınım var yaşanacak.
Kısa ve anlamsız bir hikayeymiş yaşayıp da yazdığım...
Güller soldu, yağmurlar dindi,yollar tükendi.
Ben tükendim kal dedim gittin.
Benim hikayemdin... Bittin...

DOSTUM O KADAR BENZİYORUZ Kİ BİRBİRİMİZE

Dostum O Kadar Benziyoruz ki Birbirimize

Dostum o kadar benziyoruz ki birbirimize
Onun için bütün bu kavgalarımız
Dostlarım o kadar benziyoruz ki birbirimize
Onun içindir bu dünyada bunca savaş
Bunca dökülen kan
Ve bu itişip kakışmalarımız
Anlayamamış olduğumuzdan
Yeryüzünde aynı noktada durmanın
İmkansızlığını
Düşmanlığımızın renk körü yaptığı gözlerimizle
Göremiyoruz döktüğümüz kanın kızıllığının
Ne kadar benzediğine kendi damarlarımızda dolaşan kana

Ve siper ardında göz göze geldiğimizde
Süngülerimiz neredeyse yaracakken
Birbirimizin göğsünü
Duyduğumuz korku birbirinin aynısıydı

Dostum o kadar çok benziyoruz ki birbirimize
Hep en iyisini istiyoruz kendimiz için
Ama bu dünyada
Hepimize yetecek bir en iyi olmadığını göremiyoruz hiçbir zaman

O kadar benziyoruz ki birbirimize
İkimizin de ağlayacak çocukları
Dönemezsek bu savaştan
Ve biliyorum ki benim kadar senin içinde türkü yakılacak
Yitip gidecek gençliğine

Dostum
Fark ettin mi
Ne kadar benziyoruz birbirimize
İkimizin de arkasında eli çomaklı adamlar
Dürterek sırtımıza
Zorla götürüyorlar bizi savaş meydanlarına
Öl ve öldür diyorlar
Bak yine ötüyor savaş boruları
Karanlık basıyor gitgide
Yine kaybolacak birileri

Zulüm kalelerinde
İri popolu adamlar
Ellerinde pürolarıyla poz verecekler
Resimler konulacak önlerine
İnceleyecekler savaş meydanına dağılan organlarını senin
Yüzlerini pis bir gülümseme saracak

Dostum
Bu savaş,
İnsanlık adına demişlerdi sana buraya gelirken
Can verirken insanlar
Anlayamamıştın hangi insanlıktan bahsettiklerini,
Utanmaya başlamıştın kendi insanlığından
Adına barış demişlerdi vahşetin
Yatarken yerlerde çocuk ölüleri

Mermiler kesiyor papatyaların gövdelerini
Korkuyorum
Bırakmayın beni bu meydanlarda yalnız başıma

Dostum yazmayacak seni tarih kitapları
Haber bültenlerinde alt yazı olarak bile geçmeyecek adın
Seni uçuruma itenler kocaman kafalarıyla
Poz verirken gazetelerde

Dostum o kadar benziyoruz ki birbirimize
İkimizde yaşamak istiyoruz sadece
Bu çelik yığınlarından uzak
Mavi bir gökyüzüne uyanmak her sabah
Öpmek istiyoruz yanağından kardeşimizin

Gel gömelim silahlarımızı
Kimsenin bulamayacağı yerlere
Sevgimizi biriktirip ekelim dünyanın tarlalarına
Çocuklarımız yaşasın en azından bizim yaşamadığımız gibi
İnsanca...
Melih COŞKUN

HOŞCA KAL GÖNLÜMÜN NAZLISI

Hoşçakal Gönlümün Nazlısı

Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
önümdeki uçurumlara aldırmadan
varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
o gerçekleşmeyen hayallerim.
ardımda yaralı bir yürek
kederli bir ömür
ve yoksul anılar bırakarak
çekip gidiyorum sevdiğim
hoşçakal gönlümün nazlısı, bağrımın sızısı,
hoşçakal

Gidiyorum başım önümde, gözümde nem
duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde duramam
hiç bir anı kabul etmiyor beni
bedenim buz gibi soğuk
yüreğim param parça keder
kış kadar soğuk ellerim
ardımda yoksul bir sevda
ve bana ait ne varsa
bırakıp gidiyorum ardıma bakmadan
hoşça kal anlımın yazısı, kaderimin küskünü
hoşçakal

Bütün yaprakları dökülmüş
dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım
çınar ağacını yaslı
meçhule giden acılar yüklü bir gemide
uğuldayan rüzgarlara sarıp sesimi
şarkıların sustuğu, aşkların vurulduğu
limanlara gidiyorum sevdiğim
hoşça kal kırık sazım, sevdamın yaralı türküsü
hoşçakal

Bir yıldız daha kaymadan gözlerimden
yüreğimden bir arzu daha sönmeden
ıssız bir köşede bırakıp kırgın gülüşlerimi
sabah çiğlerine gözyaşlarımı,
hüzünlü bir fotoğrafta düşlerimi bırakıp
çekip gidiyorum buralardan ey aşk, ey sevdiğim

Bir daha yağmamalı bu ihanet yağmurları
ağlamamalı bu yürek bir daha
yüreğimdeki acıyı, başka bir acıyla sarıp
alıp dağların ve yıldızların gölgesini yanıma
yüzümde kış, bakışlarımda kar
yorgun akan bir ırmak misali
kimsesiz sokaklara bırakıp yanlızlığımı
çekip gidiyorum sevdiğim
hoşça kal gecelerimin yıldızı, karlı dağların yalnız kızı
hoşça kal

Bütün borçlarını ödedim bu sokakların, alacağımı aldım
geri dönmez bir mevsimdeyim artık duramam ey aşk
bu şehre sığamam bu hüzünle
yoksa acılar üşütür beni
kar kavurur anılarımı
donar bakışlarım
üşürüm... üşürüm ey aşk

Sorma nereye, hangi dağın ardına?
ne kadar uzağa varır yolum?
kim yoldaş olur bana ?
dönüp gelir miyim yine bahar geldiğinde ?
çiçek açtığında mor dağlar
sorma!...

Ey gönlümün sultanı, iki gözüm hosçakal
her sabah gülüşünden öptüğüm,
saçlarını okşadığım her gece
hoşçakal
artık vakit tamam
yıldızlara gözlerimi
ayışığna sessiz gölgelerimi bırakıp
sazımdaki hüznü, içimdeki sızıyı
boynu bükük karanfilimi
ve yüreğimin yangınını bırakıp rüzgarlara
sırılsıklam yalnızlığımı alıp yanıma
çekip gidiyorum işte
hoşçakal nazlı çocukluğum, sevdalı gençliğim
bağrımın ateşi, kalbimin ahı, mühür gözlü yar
hoşçakal…

NE KADAR SUSULACAKSA O KADAR SUSTUM

ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
kendimle konuşuyorum şimdi yalnız...
yalnız yüreğimle dokunuyorum sesime
kimse duymuyor...
sustum
sustu dudağımdaki şarkı, gözlerimdeki şiir
yaraları yalayan rüzgar
sokaklarında kahrolduğum şehir
gözlerim konuşuyor yalnız!

sustum!
bin ah sürüp dudaklarıma
ne kadar susulacaksa o kadar sustum!
sustu benimle deniz,
sustu deli dalgalar, sustu martılar...
umutlarımı sarıp rüzgarlara
uzaklara savuruyorum her gece
yıldız yapıp serpiyorum gökyüzüne
kimse görmüyor...

saçı ağarmış hayaller
nemli kirpiklerle
bulutlandığında gözlerim
gökte şimşek olup çakıyorum
kimse görmüyor...

sustum!
tuz basıp yaralarıma!
sustum
içinde volkanlar taşıyan bir derviş gibi
yaslanıp yalnızlığın duvarına
gül döküp kalabalıklara
kimsesiz geziyorum gönül ülkemi her gece
kimse bilmiyor...

sustum!
sustu benimle gök, sustu dağ, sustu toprak
acılar konuşuyor şimdi yalnız
yaralı gönlümün sızıları konuşuyor
tutup öldürüyorum içimdeki sevdaları bir bir
atıyorum uçurumlardan
kimse görmüyor

sustum
sustu benimle sarı sabır, sustu hasret, sustu zaman
sustum
yalnız gözlerimle dokunuyorum hayata
kimse duymuyor

sustum!
içimdeki dalgalar kabardıkça volkanlar gibi
sustum
sustu dudaklarım, sustu gözyaşlarım
sustu gözlerimdeki şiir
gönlümdeki nehir
bulutlar haykırdı isyanımı
şimşekler haykırdı
sadece ben duydum
sadece ben

ey beşiğini sallayıp boğduğum hayat
kucağımda büyütüp öldürdüğüm sevgi
yaralar merhem tutmuyor
geceler avutmuyor
ben sustum
acılarım konuşuyor yalnız

ben sustum!
susmuyor yüreğimi kavuran kasırga
pencereme vuran yağmur damlaları
susmuyor her gece dışarda inleyen rüzgar
gelmiyor bahar
kuşlar sevinmiyor
yıldızlar küs
ay üzgün
güneş doğmuyor
acılar dinmiyor
içimde binlerce şiir kanıyor her gece
kimse bilmiyor

sustum!
sustu benimle sarı sabır, sustu hasret,
sustu hayat
sustu zaman
acılar konuşuyor yalnız
acılarım konuşuyor
kimse duymuyor...
duymuyor...
duymu...
duy... beni

YOKSAN HİCRANDIR ADIM



Yoksan Hicrandır Adım

Dalgayı giyinmiş mavi, ruhumda arsız gelgitler
Göğsümdeki fay titrek, küflenmiş yalnızlıklar
Ruhumun rahminde asi kelebek, isyanı içiyor
Tırmalanmış bir ömrün ayrılık tepesindeyim.

Zamansız itirafın penceresinden bakıyor kış
Aşk sahnesindeyim yıllarca alamadım alkış
Hüzün damlıyor çatılardan, damarda sitem
Yalnızlık türküsü dillerde, ömürdür ah biten.

Yolunmuş umutların aralığından baktım düşe
Soyunmuş anlar, dudak arsız dolanmış bedene
Öfkem yenilendikçe ah, şiir sürüyorum ben tene
Dökülüyorum sarnıçlardan, biriktikçe kendimde.

Silinmiş şarkıların içli yalnızlıkları var aynalarda
Öfkemin sıratından geçiyorum, ruhum isyanlarda
Yaş damlıyor zoraki sevişmelerin satır aralarında
Bölündü ansızın günlerim, feri yitmiş aydınlıklarda.

Parçalandı masallarım, işgallerle talanlandı aşklarım
Büyüdü gönlümün kamburu, yoksan hicrandır adım
Ser gecenin karanlığını unutuluşa, doğmasın şafağım
Eskimiş resimce bakayım, ömrümce seni fısıldayayım.

Selahattin Yetgin

İYİ HAYATIN İKSİRİ BEYİNDEDİR


İyi hayatın iksiri beyindedir
Neden bazıları daha altmışına gelmeden farklı hastalıklara yenik düşüp hayatını kaybederken bazıları neredeyse yüz yıldan fazla yaşıyor? Neden bazıları kolay kolay hastalanmazken diğerleri her ayın 3-5 gününü yatakta geçiriyor?

Neden hastalandığımıza dair soruların cevabını verebilirsek iyi ve uzun bir hayata ilişkin birçok soruyu yanıtlamış olacağız. Palavracı alternatif tıp uygulamacılarına sorarsanız, bu soruların yanıtı var. Ne ki kanıta dayalı modern tıp ve geleneğe dayalı tamamlayıcı tıp bu sorulara hala net yanıtlar veremiyor.
Size şimdilik şu kadarını söyleyebilirim: Bu sorulara cevap bulmak için daha en az 30-40 yıl beklemeniz, dişinizi biraz daha sıkmanız gerekiyor. Kısacası şimdilik çaresiziz...
Hepimiz zaman zaman denetimimiz dışında nedenlerle hasta olabilir, hatta ölebiliriz. Bizim inancımıza göre hastalık, ki çok doğru bir yaklaşımdır, sağlığın zekâtı, ölüm ise Allah’ın emridir. Sağlığınıza ne kadar dikkat ederseniz edin sizin dışınızdaki belirleyiciler herhangi bir anda ve hiç de beklemediğiniz bir zamanda sağlığınıza çelme atıp, sorun yaratabilir. Kısacası uzun ve sağlıklı bir ömür sürmenin garantili bir iksiri veya ilacı yoktur. O da hayatın kendisi gibi uzun ve ince bir yolculuktur. Eğer “yılmak yok, yola devam!” diyorsanız adına kısaca “iyi hayat” dediğimiz yolculuğa her şeyden evvel inanarak devam etmelisiniz.
Anlatmak istediğim şey şudur: İyi bir hayat sürmek, sağlıklı kalmak, uzun yaşamak, yani “iyi hayat” için genetik yatkınlık önemli. Tansiyonunuzun, kolesterolünüzün, kan şekerinizin, trigliseridinizin, kilonuzun da önemi büyük. Ne yiyip içtiğiniz, nasıl uyuduğunuz, ne oranda aktif bir hayat sürdüğünüz de önemli belirleyiciler. Soluduğunuz hava, içtiğiniz su bile birer belirleyici... Ama en az bunlar kadar nasıl yaşadığınız, çevremizdekilere, olup bitenlere hangi duygularla yaklaştığınız, ruh beden ilişkisini ne kadar önemsediğiniz, daha da önemlisi ruhunuzu beslemeye dikkat edip etmediğiniz de en az onlar kadar önemli. İyi hayat için sadece yemeye, içmeye, uyumaya, egzersize odaklanmanız yetmez. İyi hayatın iksiri sizde, beyninizdedir.

Bağışlamak unutmaktır
Bağışlamak daha yeni ve daha güçlü ilişkiler kurmanın, eski ilişkileri yeniden canlandırmanın kolay bir yolu. Bağışladıkça hafifleyeceğinizi, gelişeceğinizi, yaşamınızı boyuna uzatamasanız bile enine büyütüp genişleteceğinizi aklınızdan hiç çıkarmayın. “Bağışlamak unutmaktır” cümlesini her gün görebileceğiniz bir yere büyük harflerle yazın. Uzun yaşam uzmanları bağışlamanın ruhu rahatlattığını, stresi azalttığını, sevgi ve uyumu kolaylaştırdığını ama her şeyden önemlisi manevi hayata güç kattığını söylüyorlar.

İyimserlik etkilidir
Hayata daima pembe gözlüklerle bakmak zor olsa da denemekte fayda var. İyimser insanlar kesinlikle daha mutlular. İyimserlerde kalp krizlerinin, tansiyon yükselmelerinin, hatta kanserlerin beklenenden daha az görüldüğünü kanıtlayan güçlü bilimsel verilere sahibiz. İyimser olmayı sakın işi oluruna bırakmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek ya da boyun eğmek gibi yorumlamayın. İyimserliğin sonradan kazanılabilen bir güç olduğunu da bir kenara not alın.

İlişkileriniz güçlü mü?
İnsanlarla daha yakın ilişkiler kurabilen, özellikle dost, arkadaş çevresini geniş tutmayı, aile ilişkilerini sağlamlaştırmayı becerebilenlerin, sokulgan, girişken, sıcak kişilerin daha sağlıklı ve uzun bir ömür sürdükleri kesin. İlişkileriniz güçlendikçe güven duygularınız güçlenecek endişe, korku ve telaşınız azalacaktır. İlişkileriniz güçlendikçe hayatınız daha keyifli ve huzurlu olmaya başlayacaktır. İlişkileriniz geliştikçe aidiyet duygularınız sağlamlaşacaktır.

Hayır demeyi öğrenin
İyi bir hayat sürmeyi düşünüyorsanız “hayır” demeyi bilmelisiniz. Pek çoğumuz gerginliklerimizin temel kaynağının hayır demeyi bir türlü becerememekten, daha da önemlisi herkesi hoşnut etmeye çalışmaktan, önümüze gelen her sorumluluğu üstlenmekten kaynaklandığının farkında değiliz. “Hayır” diyememek aşırı sorumluluk yüklenip altında ezilecek yükü arttırmak anlamına gelmektedir. Taşıyabileceğinizden fazla yük yüklenmemeli, bir koltukta iki değil, bir karpuz taşımaya özen göstermelisiniz.

Hayatı basitleştirin
İyi bir hayatın küçük ama önemli belirleyicilerinden biri de hayatı olabildiğince basitleştirmektir. Basit bir hayat daha az sorunlu bir hayat demektir. Basit hayat hafifliktir. “Küçük güzeldir” deyimini ilke edinen, “az çoktur” deyimine yürekten inananların huzuru yakalaması ve mutlu anlarını çoğaltması ihtimali artar. Basitlik ve alçak gönüllülük gönül hoşluğu sağlar.

Duygusal detoks şart
Sık yaptığımız yanlışlardan biri de “toksin yükünü azaltmak” söz konusu olduğunda bu işi yalnızca bedensel toksinlerden arınmakla başarabileceğimizi zannetmemiz. Bağırsaklarımızın, karaciğer ve böbreklerimizin iyi çalışması tabiî ki faydalı, toksinleri azaltma bakımından tabiî ki önemlidir. Ne var ki bizi en çok üzen toksinlerin bedensel değil, duygusal toksinler olduğu da kesindir. “Yeni hayat” her gün hepimize yüzlerce olumsuz düşünce, duygu, gereksiz gerginlik, öfke, hiddet, endişe, korku, kaygı yüklüyor. Bunların her biri son derece zararlı birer toksin. Bu duygusal toksinler bilinçaltımızda biriktikçe bedensel fonksiyonlarımız yavaş yavaş bozulmaya, kalbimiz teklemeye, tansiyonumuz çıkmaya, uykumuz kaçmaya başlıyor. Geceleri terlemelerle uyanıp sabahları yorgun kalkıyoruz. Bu nedenle her gün düzenli olarak hiç olmazsa 5-10 dakikalık “ruhsal detoks seansları ” yapmayı ihmal etmemenizi öneririm. Bu seansları mutlaka iç farkındalıklarınızı geliştirme ve iç yolculuklara çıkma gibi de düşünmemelisiniz. Kalabalıklaşmak eşle, dostla, aileyle birlikte olmak, gülmek, eğlenmek ve sevdiğiniz insanlarla iyi ve güzel anlar paylaşmak da aynı etkiyi yaratacaktır. Kaygıyla başa çıkmanın en etkili yollarından birinin kafanızı boşaltmak olduğunu lütfen aklınızdan hiç çıkarmayın.

Cinsellik önemli
İyi bir hayatın belirleyicilerinden biri de sağlıklı cinsel hayattır. Sağlıklı cinsel hayatın beraberinde güçlü bir bağlılık da gerektirdiğini bilmelisiniz. Cinsel enerjiyi doğru kullanmayı ve onu eşiniz ya da partnerinizle en doğru şekilde paylaşmayı becerebilirseniz cinselliğin ömür uzatıcı etkisinden yararlanmanız kolaylaşacaktır.

Sevgi damar açıcıdır
Birkaç yıl önce okuduğum iyi hayata ilişkin bir kitapta rastladığım şu cümleyi asla unutmadım: “Sevgi damarlarınızı açabilir!” O cümleyi yazan şöyle devam ediyordu: “Koşulsuz sevmek ve başkalarının sevgisini kabul etmek yaşamınıza yalnızca anlam katmakla kalmaz, ayrıca sağlık da kazandırır”. Araştırmalar şefkat ve sevgi dolu bir bakımın ateroskleroz ve kalp krizi riskini azalttığını gösteriyor. Sevgiye odaklı bir hayatın bağışıklık sistemini güçlendirdiğini örneğin kandaki immunoglobin A seviyesini yükselttiğini gösteren bulgular var. Yoksulluk ve fakirlik içinde yaşayan, ömrünü zorluklar, eksiklikler ve yoksulluk içinde geçiren ama yaşam süresi seksen yılın üzerinde olan pek çok insanın varlığı sizi şaşırtmasın. Bu insanların ortak yönü güçlü bir sevgi yoğunluğuna, yalın bir inanç yapılanmasına sahip olmaları. Sevgileri ve manevi inançlarıyla ölümcül hastalıklara direnen, hatta bazen bu hastalıkları yenmeyi başaran kişilerin varlığı şaşırtıcı değildir.

BİR KADIN HAYATTIR VE YAŞAMIN İKSİRİDİR




"Bir Kadın Hayattır Aslında"

Bir Kadın Çocuktur Aslında
Çocuk gibi davranmayı sever
Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.
Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz
ama asla onu bir Çocuk olarak görmeyeceksiniz.

"Bir Kadın Güçlüdür Aslında"
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki Erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile Erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir
hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

"Bir Kadın Sevgilidir Aslında"
İçinde her zaman sevgiyi taşır.
Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz.
Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.
Zor sever ama tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için
yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.
Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur.

"Bir Kadın Yalnızdır Aslında"
Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır.
O sığınağa ne zaman gireceğine
ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız
onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

"Bir Kadın Bilgindir Aslında"
Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.
Yaratıcılığının sınırı yoktur.
Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.
Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.
"Bir Kadın Hayattır Aslında"
Çünkü hayatın içinde olan her şey
ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek su içmek bile.
Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı
doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?
Anlıyorsanız ne mutlu size.
Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz..

HEY GİDİ ESKİ GÜNLER HEY..



Ne güzel cahildik; Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar…
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa…
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu…
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi…
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım…
Dışarıda kar…
İçeride kanaat…
İçeride huzur…
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar…
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası…
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı… Domates de…
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar…
İçeride huzur…
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi…
Kimin umurunda…
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk…
Alıntıdır.

DUDAKLARINLA ISLAT YANGINLARIMI...

Dudaklarınla Islat Yangınlarımı
Sonsuza Dek Sen Söyle Şarkılarımı…

Uykusuz bir bedenin şenliklerine atılsak şimdi ahh
Şu yaşam trenlerinin peşinden çıplak ayaklarla koşuşsak
Bütün aldanışların vedalarına kapılsak, kalabalıkları anlamasak
Dünyaya sokulan iki ışık olsak, gizli bir el olup kapısını çalsak.

Sen de yalnızsın, bedenimdeki bütün harfleri tanırcasına
Yüreğimdeki gelgitlere kıskançlık köprüleri atarsın, ağlarcasına
Bağışla sorgusuzluğumu, yüreğimdeki binlerce ize aldırmamacasına
Kaç kez arındım ben sevdadan, gül bakışlarında içten içe kanarcasına.

İki dörtlük yeter mi sevdiğim, avuçlarımdaki sızıyı yüreğine sarmaya
Issızlarda yatar, zemherilerde ağlar bir adamın çağrısını almaya
Söylentilerle kayarmış gökteki yıldızlar, düşen talihsiz bir çarpmayla
Renkler sür hadi sana yazılmış şiirlerime, vererek dudaklarını yangınlarıma.

Bir şarkının hoyrat ellerine karıştırdım imgelerimdeki deli yangınları
Kapalı bir göğün altında ellerini arıyorum, gönder göğsünün bağlarını
Gizlilerinde dolanan el olayım, sözü tükenmiş bir ahrette çekeyim suçlarımı
Aç içimin sır kapaklarını, gönlümün sesi ol, sen söyle sonsuza dek şarkılarımı.

Her ölümde, her zulümde, desem ki sana, ah gülüm boynum kıldan daha ince
Düşürürler gövdemi bir siperde, karışır sütüme bir kan ahh, gizli seherlerde
En maraz sözlerim sanadır yar, pıhtılaşmış bir yürekle yürürüm ben gecelerde
Yan yana uzanacağımı bilsem toprağa, helaldir sana bu can, veririm bir kalemde.


Selahattin YETGİN

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...