10 Ocak 2014

KATAGORİLER





KATAGORİLER

Kategori kelimesi Aristo'ya göre yüklemi gösterir. Varlığın yahut bir konuya yüklenen yüklemin çeşitli sınıflarıdır. En geniş anlamı ile alınırsa kategorilerin sayısı sınırsızdır. Fakat felsefede daima belli sayıda kategoriden bahsedilir. Bunlar temel yüklemler, daha doğrusu temel kavramlardır. Aristo, Organon'un birinci kitabını bunlara ayırmıştır. Aristo'cu geleneğe uyarak mantıkçıların çoğu bunları en genel kavramlar diye ele alırlar.

Kategorilerin mantığın mı yoksa başka bir disiplinin mi içine girdiği münakaşa konusu olmuştur. Ali Sedad, kategorilerin mantığı değil de metafiziği ilgilendirdiğini, İslâm düşünürlerinden mantığa hücum edenlerin, mantığın bu bölümünü hedef aldıklarını, bu sebeble, sonra gelen mantıkçıların bu bölümü mantık kitaplarından çıkardıklarını söylüyor.

Höffding'e göre ise, kategoriler teorisi, psikoloji ile bilgi teorisi arasında bulunmaktadır.Kategorilerin en genel kavramlar olarak telâkki edilmesi, çok defa onların klasik mantık içinde incelenmesini gerekli kılmıştır.

Aristo'ya göre, on kategori vardır: Cevher, nicelik, nitelik, görelik, zaman, yer, durum, sahip olma, etki ve edilgi.

Aristo için kategoriler varlığın en genel cinsleridir. Birbirlerine irca edilemezler. Bunlardan hiçbirisi kendi kendine birşeyi ne inkâr ve ne de tasdik ederler. Tasdik ve inkâr ancak bunlar arasındaki bir bağlantı ile olur. Bunlar tasdik ve inkâr etmediklerine göre, doğru ve yanlış da değillerdir.

Cevher (Substance): Özü ile kaim olan şeydir. Vatlığını devam ettirmek için başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Mesela taş vasıflarından ayrı olarak kendi başına bir cevherdir. Onun rengi, şekli, ağırlığı vs. ilintileridir. Çeşitli taşlarda bu vasıflar farklı oldukları halde, hepsinde müşterek birşey vardır ki, o da onun taş olmasıdır. İşte bu, taşı taş kılan onun cevheridir.

Cevher, azalıp çoğalmaya elverişli değildir. Daha az insan, daha çok insan veya daha az taş ve daha çok taş olamaz. Cevherlerin karşıtları da bulunmaz. İnsanın, taşın, atın karşıtları yoktur. Fakat karşıtları kabul ederler, soğuk olan, bir değişmeyle sıcak olabilir, siyah birşey beyaz olabilir. Bu değişmelerde cevher hep aynı kalır.

Nicelik (Quantite): Kaç, nice sorularının cevabıdır. Sürekli ve süreksiz olmak üzere ikîye ayrılır. Süreksiz, aritmetiğin konusu olan sayıdır. Sürekli, ise geometrinin konusu olan mekân ile fiziğin konusu olan zamandır. Sayılar arasında müşterek bir sınır düşünülemez. O halde süreksiz bir niceliktir. Çizgi ise süreklidir, çünkü bölümleri birbirine dokunan müşterek bir sınır düşünmek mümkündür, bu noktadır. Düzeyler arasındaki müşterek sınır ise çizgidir.

Niceliklerin karşıtları yoktur. Beş metre uzunun zıddı bulunmaz. Çoğun aza, büyüğün küçüğe karşıt oldukları düşünülebilir ama, bu, niceliğin değil, göreliğin zıtlığıdır. Niceliklerde azlık ve çokluk da olmaz. Niceliğin kendisine has karakteri, eşitlik ve eşitsizlik yüklenebilmesidir. Bir şeklin bir şekle eşit olduğu veya olmadığı, bir sayının bir sayıya eşit olduğu veya olmadığı söylenebilir.

Nitelik (Qualite'): Nitelik, kenndisi ile bir şeyin nasıl olduğu söylenen terime denir. Nasıl sorusuna verilen cevaptır.

Çeşitleri:

1— Hal bildiıen nitelikler: Fazilet, adalet, itidal gibi. 
2- Meyil ifade eden nitelikler: Bunların birincilerden farkı, kolayca değişebilmeleridir. Meselâ, hastalık, soğukluk, sıcaklık gibi, insanın bunlara temayülü olabilir. Sıcakken soğuk, sağlamken hasta kolayca olunabilir.
3— Duyu nitelikleri: Tatlılık, acılık, renkler, kokular, v.s. gibi.
4— Şekil niteliği: Bir şeyin eğriliği,;doğruluğu, üç veya dört köşeli oluşu gibi.

Niteliklerin karşıtları olur. Meselâ, adalet adaletsizliğin, karalık aklığın karşıtıdır. Azlık ve çokluk da kabul ederler. Bir şey başka birşeyden daha az veya daha çok ak olabilir. Fakat şekil nitelikleri çokluk ve azlık kabul etmezler.

Görelik (Relation): Bütün varlığı başka şeylere bağlı olana denir. Meselâ, en büyük, göreli bir kavramdır. Çünki onun. en büyük olması başka birşeye göredir. Duyum, bilim gibi terimler de görelidir. Çünki ancak birşeyin duyumu veya birşeyin bilimi olur.

Bütün göreli kavramlar karşılıklıdır (correlatif). Meselâ, baba, oğulun babası; oğul, babanın oğludur. Kanatlı, kanat yüzünden kanatlıdır, kanat ise bir kanatlının kanadıdır.

Nerede (Oİt): Nerede sorusuna cevap olan kategoridir. Bir şeye, bir mekânda bulunmasıyla ilinti olan haldir. Meselâ evde, Ankara'da gibi.

Nezaman (Ouand): Ne zaman sorusuna cevap olan kategoridir. Bir şeye, bir zamanda bulunmasıyla ilinti olan haldir. Meselâ: Ahmet ne zaman okula başladı? 1964 yılında, diye verilen cevapta Ahmed'in zamanla ilgili bir hali gösteriliyor. O halde dün, geçen yıl, gelecek hafta gibi zaman ifadeleri bu kategoriyi gösterir.

Durum (Situation): Bir şeyin bazı cüzlerinin diğer cüzlerine veya kendisinin dışında bulunan şeylere göre ilinti olan halidir. Meselâ, ayakta durmak, oturmak, yatık olmak gibi.

Sahip olma (Avoir): Herhangi bir şeye sahip olma, bir şeyin başka bir şeye sahip olması ile ona ilinti olan halidir. Meselâ silahlıdır, şapkası başındadır gibi.

Etki (Action): Bir tesir edicinin diğer bir şeye tesir ettiğinde, tesir ediciye ilinti olan haldir. Kesiyor, seviyor, kırıyor gibi.

Edilgi (Passion): Bir şeyin başka bir şeyle etkilenmesiyle, ona ilinti olan haldir. Kesiliyor, kırılıyor, seviliyor gibi.

Aristo'dan sonra klasik mantıkçılar kartegoriler teorisinde hep Aristo'yu takip etmişlerdir. Yukarıda saydığımız on kategori gerek batıda ve gerek îslâm dünyasında yazılan mantık kitaplarında aynen kabul edilmiştir.

Düşünce tarihinde, kategoriler meselesi Aristo'dan farklı şekilde de ele alınmıştır. Aristo'dan sonra en büyük kategoriler nazariyecisi olarak Kant'ı görürüz.

Kant'a göre kategoriler:

Kant'a göre kategoriler müdrikenin apriori kalıplarıdır. Kantin kategoriler anlayışı ile Aristo'nunki çok farklıdır. Aristo'ya göre kategoriler varlığa aittir. Kant'da ise kategoriler zihne aittir; bunlar zihinde tecrübeden önce mevcuttur ve bilgi ancak bunlar vastasiyle elde edilir. Dışardan bana gelen intibalar, ancak zihnimdeki bu kalıplardan geçtikten sonra bilgi haline gelirler.

Kant'a göre kategoriler, nicelik, nitelik, görelik ve modalite olmak üzere dörde ayrılır. Bunlar da aralarında üçer üçer bölünerek oniki kategori elde edilmiş olur ki şunlardır:

Nicelik:

Birlik (ünite')
Çokluk (pluralite) 
Tümlük (totalite

Nitelik:

Gerçeklik (realiti)
Olumsuzluk (negaüon)
Sınırlılık (limitatiott)

Cevher ve ilinti (substance et accident):

Nedensellik ve bağımlılık
Görelik(causalite et dependance)
Ortaklık veya karşılıklı eylem(Communautd ou action reciproque)


Modalite:

İmkân - imkânsızlık (possibilite-impossibilite )
Varolma - Varolmama (existen-ce-non-existence )
Zorunluluk - Olumsallık (necessite - contingence)

Kant'dan başka Yeniçağda kategoriler teoricisi olarak, Renouvier ve Höffding'in adlarını sayabiliriz.

KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER





KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER

İki kavram arasında dört türlü ilişki olabilir: Eşitlik (müsavat),Ayrıklık (mübavenet), tam-girişimlik (umum ve husus mutlak), ve eksik-girişimlik (umum ve husus min vech).

Eğer iki kavramın herbiri diğerinin bütün fertlerini karşılarsa aralarında eşitlik vardır denir: Konu-şan ile gülen gibi.

İki kavramdan herbiri diğerinin hiçbir ferdini içine almazsa ayrıklıkvardır denir, insanla at gibi.

İkisinden yalnız biri diğerinin bütün fertlerini içine alırsa aralarında tam-girişimlik vardır denir, insan ile hayvan gibi.

Eğer iki kavramdan her biri diğerinin bazı fertlerini içine alırsa aralarında eksik - girişimlik vardır denir, memeli ile balık gibi.



BEŞ TÜMEL


Porphyrios (233-304) Aristo'nun mantık kitaplarına giriş olarak İsagoji adı altında bir kitap yazmış, burada, cins, tür (nevi), ayırım, hassa ve ilinti'den bahsetmiştir. İsağojiyi ilk defa Ammonios'un, mantık kitapları arasında saydığını ve İbni Sina'dan sonra İslâm mantıkçılarının bu fikri benimsediklerini önceden söylemiştik.

Beş tümelin kolayca anlaşılabilmesi için Porphyrios Ağacı denen şu şemayı göz önünde bulundurmak faydalı olur.


Cevher

+

Cismi olmayan= Cansız = Duygusuz = Akılsız
+
Cismi olan= Canlı = Duygulu (hayvan-animal)= Akıllı (insan)



NOT:Beş tümelden ilk defa bahseden Porphyrios değildir. Aristo da bunları ele alır, fakat ilk defa Porphyrios bunları açık bir şekilde incelemiştir.

Cins:

Porhyrios cinsi şöyle tanımlıyor: "Birtek varlığa nisbetle herhangi bir tarzda bulunan fertler topluluğudur". Başka deyimle "altında türlerin sıralandığı şeydir". İslâm mantıkçılarının tanımı daha açıktır:' "Cins gerçeklikleri (hakikat) çeşitli olanlardan, bunlar nedir, diye sorulunca verilen cevaptır." Meselâ insan, at kuş... nedir ? denilince verilecek cevap hayvandır olacaktır. Hayvan bir cinsin ifadesidir. Verilen tanımlar cinsin kaplamı dikkate alınarak yapılmıştır.

İçlem açısından da cinsin tanımı yapılabilir: "Cins bir vasıflar yığınıdır". Aristo'nun tarumı da içlem açısındandır, "Cins bir çok türde ortak olan ve cevher kategorisinde onlara yüklenebilen şeydir".

Cinsin çeşitleri: Uzak cins, yakın cins diye ikiye ayrılır. Bir tür'ün hemen üstünde bulunan cinse ya-kın diğerlerine uzak cins denilir. Yukarıdaki şemada, insan türünün yakın, cinsi hayvan, uzak cinsleri ise, canlı, cismi olan ve cevherdir.

Cinsin" dereceleri: En üstte bulunan cinse üstün cins, altında başka cins bulunmayana aşağı cins, her ikisi arasında bulunanlara da. orta cins denilir. Yine aynı şemada, cevher, üstün cins; hayvan, aşağı cins, diğerleri orta cinsdir.


Tür:

Gerçeklikleri aynı olan birçok şeye bunlar nedir diye sorulunca verilecek cevaptır. Meselâ Ali, Ahmet, Fatma vs... nedir? diye sorulunca insandır, denilir, işte insan bir türdür. Porhyrios'un tanımı: "Tür, cins altında sıralanan ve cinsin öz bakımından kendisine yüklendiği şeydir". Ahmet Cevdet de şöyle tanımlıyor: "bir gerçekliğin aynı olan özel tümel (külli-i zati) dir".

Tür'ün çeşitleri: Özel tür ve göreli tür diye ikiye ayrılır. Özel tür (bazan buna gerçek tür de denilir) tür olmakla cins olmayan yani artık türlere bölünmeyen tür'e denir. Tür olmakla cins de olabiline de göreli tür denir. Yukarıdaki şemada insan özel türdür. Çünkü altında başka tür yoktur. Canlı ise göreli bir türdür.


Ayırım (fasıl) :

Ayırım, cins içinde türü gösteren karakter veya karakterler toplamıdır. Ayırımın izahında Port-Royal mantığı daha açıktır, iki türlü bir cins düşünelim, her türün cinste bulunmayan bazı şeyleri ihtiva etmesi zorunludur. Aksi takdirde yalnız cins vardır. Yani türlerin ihtiva ettiğini cins de ederse, cins ve tür ayırımı yapılmaz. Böylece cinsten farklı olarak her türün ihtiva ettiği birinci esas, vasıf ayırımıdır. Her türün kendisine has ayırımları vardır. Meselâ, cisim ve ruh, cevher'in iki türüdür. Cismin öyle bir şey ihtiva etmesi gerekir ki cevherde olmasın, ruhun da öyle. Cisimde birinci olarak gördüğümüz bu ayrı vasıf, yayılım (etendu)dir, ruhunki ise düşüncedir, öyle ise cismin ayırımı yayılım, ruhun ayırımı düşüncedir.

Ayırımın çeşitleri: Ayırım uzak ayırım ve yakın ayırım diye ikiye ayrılır. Eğer türü yakın cinsindeki ortaklarından ayırıyorsa yakın; uzak cinsindeki ortaklarından ayırıyorsa uzak ayırım denir. Meselâ hareket etme, insanin uzak, hayvanın yakın ayırımıdır.

İslâm mantıkçıları bu üç tümele özsel tümeller (külli-i zati) der ve tanımlarını şöyle yaparlar: "nelikler (mahiyet) birisi kendisine eşitdiğeri kendisinden genel olmak üzere iki "cüz"den meydana gelmiştir. İşte neliğe tür, genel cüz'üne cins, eşit cüz'üne ayırım denir. Meselâ, insan neliği (mahiyeti) hayvan ile konuşan (natık.) dan meydana gelmiştir. Burada, hayvan cins, insan tür, kenuşan ayrımdır".


Hassa:

Hassa bir türe ait olan ve zorunlu olarak ayırıma bağlı bulunan vasıftır. Porphyrios'a göre dört türlü hassa olur.

1 — Türün bazı fertlerine ait olan.hassa. Meselâ hekimlik insanın hassasıdır ve bazı fertlerine aittir.

2 — Türün bütün fertlerine ait olan hassa. Meselâ, iki ayaklı olma insanttı bütün fert¬lerine ait olan hassasıdır.

3 — Türün fertlerine belli bir anda ait olan hassa. Meselâ insanın ihtiyarlayınca saçlarının ağarması gibi.

4 — Türünün bütün fertlerine ait olmakla beraber daimi değildir. Meselâ insan için gülme bu tip hassadır.


İlinti:

Aristo ilintiyi şöyle tanımlıyor: "ilinti ne tanım ne hassa, ne de cins olmayıp nesneye ait olan şeydir; veya hangisi olursa olsun bir tek ve aynı şeye ait olabilen veya ait olmayan şeydir, söz gelimi oturmuş olmak aynı bir varlığa ait olabildiği gibi ak da böyledir, çünki hiçbirşey aynı nesneyi kâh ak kâh ak-olmayan olmaktan alıkoyamaz". Bu şu demektir: İlintinin ait olduğu şeyin varlığı ilintiye bağlı değildir.

İlintinin çeşitleri:

Ayrılabilen ve ayrılmıyan ilinti olmak üzere iki tip ilinti vardır. İnsan için uyumak ayrılamıyan bir ilinti, Habeşistanlı veya karga için kara olmak ayrılabilen ilintidir. Her nekadar Habeşistanlı ve karga için karalık aynlmazsa da, onların varlığı kara olmaya bağlı değildir. Konu yok olmadan, rengini kaybetmiş bir Habeşistanlı veya karga tasarlanabilir.

Bu iki tümelin tanımlarında da İslâm mantıkçılarının tanımları daha açıktır. İslâm mantıkçıları, hassa ile ilintiye ilintisel tümel (külli-i arızi) deyip şöyle tanımlarlar: "Bir türe bir takım sıfatlar ilinti olur. Bu sıfatlar eğer bir türe ait ise hassa, çeşitli türlere mahsus ise ilinti denilir". Meselâ gülmek insanın hassası, uyumak ilintisidir. Çünki gülmek vasfı yalnız insan türüne hasdır, uyumak ise bütün hayvanlara has bir niteliktir.

KAVRAM VE TERİM





KAVRAMIN TANIMI

Kavram bir objenin zihindeki tasavvurudur. Buna fikir (idde) de diyebiliriz. Aristo için kavram "objenin tanımının bir kelime ile ifadesidir". Burada objenin tasdik veya inkârı yoktur. Kavram dille ifade edilirse mantıkda buna terim denilir.

DELÂLET (denotation):

Terim'in, kavramın bir ifadesi olduğunu söylemiştik. Biz kavramları bazı işaretlerle ifade ederiz. İşaretler ya sözlü veya sözsüz olur. Bütün ifade şekilleri mantığı ilgilendirmez, kavramın hangi şeklinin mantığı ilgilendirdiğini belirtmek için, çeşitli ifade şekillerini görelim. İslâm mantıkçıları bunları delâlet başlığı altında incelerler.

"Delâlet birşeydir ki onu anlamaktan başka bir şeyi anlamak lâzım gelir", sözlü veya sözsüz olur. Bunlar da "tabiî", "aklî" ve "vaz'î" diye üçer üçer ayrılarak delâletin altı şekli meydana gelir.

1— Sözlü tabiî delâlet: Oh, off, nidalarının bir ağrıya delâleti gibi.
2— Sözlü aklî delâlet: İşitilen bir sözün onu söyleyen adama delâleti gibi.
3— Sözlü vaz'î delâlet: İnsan teriminin konuşan hayvana delâleti gibi.
4— Sözsüz tabiî delâlet: Hasmını gören bir kişinin yüz ifadesinin değişmesi gibi.
5— Sözsüz aklî delâlet: Dumanın ateşe delâleti gibi.
6— Sözsüz vaz'î delâlet: Çizgilerin, işaretlerin delâletleri gibi.

Bunlardan mantığı ilgilendiren sözlü vaz'î delâlettir. Sözün klasik mantık için nekadar önemli olduğunu mantığın tanımı bahsinde görmüştük. Klasik mantığı ilgilendiren delâletin sözlü olması tabiîdir. Sözlü tabiî ve sözlü aklî delâletlerin mantığı ilgilendirmemeleri açıktır. Sözlü tabiî delâletler, belirsizdir. İnsanın herhangi bir feryadı, bir çığlığı onun bir ruh haline delâlet etse de, her zaman aynı şeyi ifade etmez. Meselâ bir "Ah..." sözü, ruhsal bir sıkıntıyı, organik bir acıyı, bir hiddeti ifade edebilir. Bunların belirsizliği yanında parça parça oluşları da onların mantık dışında bulunmalarının bir sebebidir. Yani böyle bir sözü başka sözlerle birleştirip hükümler, akılyürütmeler yapmak imkânsızdır.

Sözlü aklî denen delâlete gelince, burada, sözde kullanılan kelimelerin anlamları bahis konusu değildir. Bunlar bir nevi çağrışım vasıtalarıdır. Bir konuşmayı işitmekle, konuşanı görmeden' kime ait olduğunu bilmeye yanyan bu konuşmadaki söz değil ses rol oynar.

Sözlü vaz'î delâlette esas olan sözdür. Bu sözler anlamlıdır, objeleri ifade ederler. İşte klasik mantığın konu olarak aldığı kavramların delâletleri bu soydur.

KAVRAMIN ÖZELLİĞİ

Kavramla hayali birbirinden ayırmak gerekir. Hayal daima özeldir, belli bir objenin tasavvurudur, hayalde niteliğin rolü büyüktür. Kavram ise geneldir, objenin şu veya bu niteliğini taşımaz. At hayali ile at kavramını karşılaştıralım: At hayali, rengi, şekli ve duruşu ile belli bir atın, onu görür gibi zihinde canlandırılmasıdır. At kavramı ise belli bir atı ifade etmez, bütün atlar onun içerisine girer. Görülüyor ki kavram genel bir fikirdir.

KAVRAM ÇEŞİTLERİ

a- Tek tek ele alınınca:

Tümel,tekil ve tikel kavramlar: Eğer kavram bir sınıfın tümüne delâlet ediyorsa tümel ,bir sınıfın bir ferdine delâlet ediyorsa tekil kavram denilir. Meselâ, şehir, tümel; Ankara, tekil'dir. Kavramların bizzat kendileri yalın olarak ele alındığı zaman, böylece ya tümel veya tekil olur. Eğer kavram yalın olarak değil de, bir önermede, konu olarak alındığı zaman, tümel ve tekilden başka bir de tikel olur. Tikel kavramlar, bir sınıfın bir kısmına delâlet eder, bazı insanlar, bazı şehirler gibi...

Soyut ve somut kavramlar. Eğer kavram bir nesneye veya bir varlığa delâlet ediyorsa somuttur, insan, filozof, beyaz... gibi. Eğer kavram bir oluş tarzını ifade ediyorsa soyuttur, insanlık, beyazlık gibi.

Soyut ve somut kavramların başka bir tanımı: "somut kavramlar, zihne, zihinin tayinettiği bir konu içinde, bir şekil (forme) takdimederler (presenler). İnsan ve beyaz kavramlarının durumu böyledir. Soyut kavramlar ise konusuz olarak bir şekil takdim ederler. İnsanlık, beyazlık kavramlarında olduğu gibi. Soyut kavramlar bir konudan soyutlaştınlarak elde edilmişlerdir".

Kollektif (collectif) ve distribiitif (distributif) kavramlar: Bir fertler grubunda gerçekleşen kavramlar kollektif kavramlardır (meclis, ordu, sendika gibi), Distributif kavramlar da bir gruba delâlet ederler, fakat bunlar, grupta değil de fertte gerçekleşirler (insan, asker işçi v.s. gibi). Fertte ve grupta gerçekleşmenin ne demek olduğunu açıklamak için bir misal verelim. Bir işçi sendikasına dahil olan bir işçi için bu sendikadır diyemeyiz. Fakat işçi grubuna dahil olan birisi için bu işçidir diyebiliriz. Sendika kavramı, kendisini meydana getiren fertlerin herhangibirisinde gerçekleşemiyor. Fakat işçi kavramı, kendisini teşkil eden fertlerin herbirinde gerçekleşir.

Müsbet (positif) ve menfi (negatif) kavramlar:

İngiliz mantıkçısı De Morgan'a göre her kavram bir müsbet bir de menfi anlam taşır. Meselâ "insan" kavramı Ahmet için müsbet olarak doğrudur (Ahmet insandır), at için ise menfi olarak doğrudur (at insan-olmayandır ) böylece "insan" kavramı müsbet, insan -olmayan kavramı menfidir. Müsbet ve menfi kavram fikri bütün varlığı kaplar. De Morgan müsbet kavramları büyük harflerle menfi kavramları küçük harflerle gösteriyor. Meselâ X = insana x = insan olmayandır. Böylece X + x = bütün varlıklar".

Bu şekilde alınan kavram çifti birbirinin çelişiği (nakizi) olur. İnsan, insan-olmayanın; insan-olmayan, insanın çelişiğidir. İleride göreceğimiz gibi önermelerin çelişikliği farklı bir anlamdadır.

Birbiri ile ilişkileri bakımından:

Bir kavram başka bir kavrama yüklendiğinde, yüklenen kavram, yüklendiği kavrama olan nisbeti bakımından ya özsel (zatî) veya ilintisel (arızî) olur.

Bir kavram yüklem olarak herhangi bir şeye yüklendiği zaman, yüklenen kavram, o şeyin özünün dışında değilse, yani yüklenilenin varlığı yüklenene bağlı ise, yüklenen kavrama özsel denilir. Meselâ, insan akıllı bir hayvandır önermesinde, insan kavramına "akıllı hayvan" kavramı yüklenmiştir. İnsanın insan olması onun akıllı hayvan olmasına bağlıdır. O halde, "akıllı hayvan" kavramı, "insan" kavramına nisbetle özseldir. Eğer yüklenen kavram, yüklendiği şeyin Özüne dahil değil ise, yani yüklenen kavram ortadan kaldırılınca yüklenilen ortadan kalkmıyorsa yüklenen kavrama yüklenilene nisbetle ilintisel denilir. Meselâ İnsan gülücüdür, önermesinde, gülücülük insamn Özüne dahil olmadığından, gülücü kavramı insan'a nisbetle ilintiseldir.

KLASİK MANTIK



KLASİK MANTIK


Klasik mantık Aristo geleneğine bağlı olarak ele alınan mantığa denir. Gerek İslâm dünyasında geıek Avrupada asırlarca öğretimi yapılan bu mantıktır. Mantık konularının işlenmesinde, İslâm mantıkçıları ile Batı mantıkçıları arasında fark varsa da bu bir mahiyet farkı değildir. Her iki kültür dünyasına bağlı mantıkçıların ele alıp işledikleri Aristo mantığıdır.

Klasik mantık dille çok ilgilidir; Çok defa şekilsel (formelle) olarak adlandırılsa da, konuşma dilini kullandığı için, mantık işlemlerinde muhtevanın etkisinden pek sıyrılamaz.

Mantık, Aristo'da, metafizik bir hüviyet taşıyordu. Daha sonrakiler, yalnız mantık işlemlerini ele alarak metafizik konulardan uzaklaşmak istemişlerdir. Mantıkta işin içine daima muhteva girdiği içindir ki, klasik mantık felsefenin bir kolu olmaktan kurtulamamıştır.

Mantığın bağımsızlık yoluna girmesi, başlangıçta belirttiğimiz gibi, XIX. asrın iknici yarısında başlamıştır.

klasik mantığın konularını işlerken İslâm mantıkçılarının anlayışını esas almakla beraber, klasik Batı mantıkçılarının eserlerini de göz önünde tutup, gerek İslâm dünyasında gerek Batıda klasik mantığın nasıl işlendiğini belirtmeye çalışacağız.

Mantıklı düşünme kendisini akılyürütmede gösterir. Aristo akılyürütme şekillerinden dedüksiyona önem vermiş, onun da en mükemmel şekli olan kıyası esas almıştı. O halde klasik mantık için asıl amaç kıyasın incelenmesidir. Kavram ve önermelerin ele alınması kıyasın incelenmesi için zorunlu hazırlıktır. Beş sanat kıyasın uygulanma yeridir.

MANTIK TARİHSEL BİLGİ





MANTIK TARİHSEL BİLGİ

Mantık biliminin kurucusu Aristodur (m.ö. 384-322). Aristo'dan önce Elea okulu ve Sofistler mantık biliminin kurulması için hazırlık çalışmaları yapmışlardır. Bunların münakaşalarında dikkatin mantıklı düşünme üzerine çekildiğini görüyoruz. Fakat mantığı bir disiplin olarak kurma şerefi Aristoya aittir.

Aristo, Organon adı altında yazdığı altı kitapta mantık konularını incelemiştir. Altı kitap şunlardır; Kategoriler, Önermeler, Birinci Analitikler, ikinci Analitikler, Topikler, Sofistik Deliller. Aristo bu kitaplarda, kavramlar, hükümler, akılyürütmeler ve çeşitli isbat şekilleri üzerinde durur. Akılyürütmelerde ençok yeri kıyas'a verir. Kıyas, Aristo mantığının bel kemiğini teşkil eder.

Aristo'nun mantığı metafizikle sıkıdan sıkıya ilgilidir. Çünkü Aristo'ya göre zihnin kanunları aynı zamanda varlığın da kanunlarıdır. Aristo'dan sonra Stoacılar (bilhassa Chrysippe (277-204 civarı) mantık konulan ile uğraşmışlardır. Stoacılar mantığı metafizikten ayırmağa, onu şekil: ve dille ilgili bir bilim haline getirmeğe çalışmışlardır.

Gerek İslâm dünyasında gerek Batıda, Aristo'nun mantık anlayışı asırlar boyunca hakim olmuş Stoacıların fikirleri Aristo mantığı içerisinde erimiş, Aristo tek otorite olarak hüküm sürmüştür.

İslâm kültür dünyasında, mantık çalışmaları, Aristo'nun eserlerinin Arapçaya tercüme edilmesi ile başlamıştır. Mantık kitaplarının ilk tercümeleri, Huneyn b.İshak (Ö.M. 877), Ebu Bişr Matta (Ö.M. 938) dır. Tercümelelerle başlayan Aristo mantığına karşı ilgi gittikçe artmış, mantık kitaplar! defalarca tefsir ve şerhedilmişlerdir. Büyük İslâm mantıkçıları arasmda Fârâbî (870-950), İbni Sina (9801-037), Fahreddin Razi (Ö.M. 1209).. Seyyid Şerif (1340-1413) in adlarını sayabiliriz.

Miladî üçüncü asırda, Organon tefsircilerinden Ammonios Saccas-, Aristo'nun yukarıda saydığımız altı mantık kitabına,yine Aristo'nun yazdığı Retorik ve Poetik adlı eserleri de ilâve ediyor, hatta Porphyrios'un İsagoji'sin de bunlara ekliyordu. İslâm mantıkçıları da yukarıda zikredilen sekizi Aristo'nun birisi Porphyrios'un olan dokuz kitabı kabul etmiş, herbirini mantığın bir bölümü olarak telâkki etmişlerdir.

İslâm dünyasında asıl mantık çalışmaları Farabî ile başlar. "Farabî mantık konusunda çok sayıda eser vermiştir. Aristo'nun Organon adı altında toplanan mantık kitaplarını kısaltmak suretiyle toplu olarak ele aldığı gibi ayrı ayrı söz konusu ederek daha geniş özetler yapmış ve yine ciltler tutacak şekilde birer birer şerhetmiştir. Böylece mantık sanatının İslâm âleminde gerektiği kadar anlaşılmasında büyük hizmette bulunmuştur. Bu yüzden Aristo'dan sonra gelmek manasında "Muallimi sani" adını almıştı".

Farabî mantığı sekiz bölüme ayırıyordu. Bu bölümler önceden adlarını saydığımız Aristo'nun sekiz kitabına tekabül eder. Farabi'den sonra büyük İslâm mantıkçısı olan İbni Sina'yı görürüz. "İbni Sina, Porphyrios'un İsagoji adlı eserine de mantık kitapları arasında yer veriyordu". Bu suretle Farabî'de sekiz olan mantık kitaplarının sayısı dokuza çıkmış oluyor.

İbni Sina mantık anlayışında tamamiyle Aristo'cudur. Aristo'yu kuvvetle müdafaa etmiştir. Ayrıca Aristo'nun Yunan tefsircilerinin eserlerini de okumuş tanım nazariyesinde Eflatun, Calinus'tan da faydalanmış ,hüküm mantığında Stoacıların fikirlerine de yer vermiştir.

Daha sonra gelen İslâm mantıkçıları, Farabî ve İbni Sina geleneğini takip etmişlerdir. İbni Haldun'un beyanına göre1,İbni Sina'dan sonra yetişen mantıkcılar, yazdıkları mantık kitablarında bazı değişiklikler yaptılar. Tanım bahsini, burhan, kısmından çıkartıp beş tümel (külliyatı hams)e eklediler. Kategoriler kısmını ise mantığın konuları arasından çıkardılar. Burhan, Cedel, Hitabet, Şiir ve Safsata'dan ibaret olan beş kitabı da ihmal ederek bazıları bunlardan pek cüz'i surette bahsettiler. İbrahim Madkour'un kanaatına göre bu değişiklik bu yazarların değildir.

Gerçekte onlar İbni Sina'yı taklitten başka birşey yapmamışlardır.Esasını Aristo mantığının teşkil ettiği, Farabî ve İbni Sina geleneğine uygun olarak yazılıp, asırlar boyunca medreselerde okutulan eserler arasında en çok rağbet görüpte klasikleşenler: Esirüddin Mufaddal b. Ömer el-Kâtibi el- Kazvini (Ö.M. 1276) nin Risale el-Şemsiyye fi el-Kavaid el-Mantıkıyye'si Abdurrah-man el-Ahderi'nih 1553 de yazdığı el-Süllem el-Mü-nevrak adlı manzum eseri ile bizim medreselerde son zamana kadar okutulan Fenari (Ö.M. 1430) nin Şerh-i İsagoji adlı eseridir.

İslâm dünyasında mantık bilimi aleyhinde bazı fikirler de belirmiştir. İbni Salah (Ö.M. 1245) ve El-Nevevi (Ö.M. 1277) gibi hadisciler mantık ile uğraşmayı haram kıldılar. Ehli Sünnet bilginleri arasında mantık düşmanlığı o derece arttı ki şu söz darbımesel gibi kullanılmağa başladı: "kim mantıkla uğraşırsa zındık olur".

Mantığa karşı böyle menfi tavır alınmasını İbni Haldun Mukaddime'sinde şöyle açıklıyor: Mütekellimîn dini akideleri müdafaa için bazı deliller tesbit etmişlerdi. Mantığın delilleri ise mütekelliminin bu delillerini çürütüyordu. Ebu Hasan Eş'ari ile Ebu Bekir el-Bakillani ve Ebu İshak îsferayini "delilin butlanından medlulün da butlanı lâzım geleceği" kanaatında idiler. Bu kanaata göre, mantık, mütekelliminin delillerini çürütürken bu delilillerin müdafaa ettiği asıl dinî inançları da çürütmüş sayılırdı. Bunun için eski kelamcılar mantıkla meşgul olmayı men ve mantığı, cerh ve iptal edeceği delile göre, bid'at veya küfr addetmişlerdir. Fakat Gazzali ve Razi gibi düşünürler, delilin butlanından medlulün da butlanı lâzım geleceği iddiasını kabul etmediler. Mantığın bazı delilleri çürütmüş olmasına rağmen asıl dinî akaide zararlı olmadığını bildirmişlerdir'. "Gazzaliye kadar bir küfür addedilen mantık, sonra büyük bir rağbet görerek farz-ı kifaye hükmünde tutulmuştur.

Batıdaki mantık çalışmaları da Aristo'nun eserlerinin latinceye tercüme edilmesi ile başlar. İlk defa Boece (470-525) Aristo'dan Kategoriler ve Önermeler (Interpretation) ile Porphyrios'dan İsagoji'yi tercüme etti. Organon'un diğer bölümleri üzerinde incelemeler ancak XII. asrın yarısında başladı. Ortaçağ Avrupasında Aristo mantığının büyük temsilcileri olarak, Albert le Grand (1193-1280) Saint Thomas d'Aquin (1225-1274) Pierre d'Espagne (1226-1277) in adlarını sayabiliriz. Ortaçağ Avrupa düşüncesine Aristo hakimdi. Aristo'nun hakimiyeti fizik, metafizik ve mantıkta Rönesansa kadar devam etmiştir.

Aristo mantığı, ortaçağ bilimleri için bir metot olarak yeterli idi. Rönesansla başlayan tabiat bilimlerindeki gelişme karışında Aristo mantığının metot olarak yetersizliği ortaya çıktı. Aristo mantığının esasını kıyas teşkil ediyordu. Kıyas dedüksiyonun en mükemmel şeklidir. Bacon (1561-1626) ve Descartes (1596-1650) kıyasa karşı koydular. Onun yetersizliğini göstererek yeni metot yolları aradılar. Bacon, dedüksiyona karşı olarak tümevarım yolunu esas aldı. Fikirlerin bu yola yönelmesi, bilimlerin gerek genel ve gerek tek tek metotlarının tesbitine yol açtı.

İlk defa Petrus Ramus (1515-1572) mantığı bölümlere ayırırken, kavram, hüküm ve akılyürütmeden sonra bir dördüncü bölüm olarak metot bahsini eklemişti. Bacon ve Descartes'in metot meselelerine dikkati çekmelerinden sonra, bilimlerde metot meseleleri mantığın önemli bir bölümü haline gelmiştir. Mantığın bu dördüncü bölümü, ilk defa sistematik bir tarzda Port-Royal (1612-1694) mantığında işlenmiştir.

Yeniçağ felsefesinde ilimlerde metot meselelerinin öneminin artması bilhassa öğrenim amacı ile yazılan mantık kitaplarında, mantığın diğer bölümlerinin büyük ölçüde ihmale uğrayıp, yerlerini metot meselelerine terketmesine sebep olmuştur. Mantık adı altında bilim felsefesinin alanı içinde olan konular işlenmiş, bu durum günümüze kadar devam etmiştir.

Mantık kitaplarına metot bahsinin eklenmesi mantığın esasına birşey ilave etmemiş, onun bünyesinde bir değişiklik yapmamıştır. Çünkü bu bölümde ele alınan, bilimler sınıflaması, bilimlerin konuları, metotları, ilkeleri gibi meseleler mantıktan çok bilim felsefesini ilgilendirir.

Klasik mantığın konusunu teşkileden, kavram, önerme ve kıyas üzerinde yeniçağda, Aristo'dan farklı bazı yeni görüşler ileri sürülmüş ise de, yeni fikirler Aristo mantığında köklü bir değişme yapamamıştır. Mantığın gelişmesi başka bir istikamette olmuştur; bu da XIX. asrın ikinci yarısında başlayan sembolik mantık çalışmalarıdır. Bu mantığa, lojistik, yeni mantık, modern mantık adlari da verilir.

Modem mantığın ilk habercisi olarak Raymond Lulle (1235-1315) görülür. Lulle mantığı mekanik bir sanat olarak kabul ediyor, tamamen formel olma imkânını seziyordu. Lulle, Leibniz (1646-1716) üzerinde büyük bir etki yaptı. Lulle, mantığın formelliğini göstermek için bilmece gibi bir metoda baş vurmuştu. Bu yoldaki çalışmalar Leibniz'de daha açıklığa kavuştu. Leibniz bir taraftan Aristo mantığı üzerinde çalışmalar yaparken, diğer taraftan da yeni bir mantık kurma denemeleri yapmıştır. Leibniz, mantıkta akılyürütmenin, önermelerin muhtevalarından tamamen bağımsız bir şekilde işlemesini istiyordu; öyle ki akılyürütme kuralları hesap kuralları gibi olsun. Bu ise ancak yeni bir semboller sistemi icadet inekle olabilirdi. Bu sistemle ifade edilen önermelerle işlem yaparken onların muhtevaları üzerinde düşünülmemelidir. Leibniz bu sisteme "carakteristique üniverselle" diyor.

Asıl sembolik mantık çalışmaları De Morgan (1806-1876), bilhassa Boole (1815-1864) ve Stanley Jevons (1835-1882) la başlar. Bu İngiliz mantıkcılan, matematiği örnek alarak mantığı yeniden kurmaya yönelmişlerdi. Bunlar cebirin işlem ve işaretlerini mantığa tatbik ediyorlardı. Yani matematiği mantığa bir nevi temel yapmak istediler. Fakat mantık alanı matematikten daha geniş olduğu için mantığın bu yoldaki gelişmesi mümkün olmadı.

XIX. asrın sonlarına doğru cümleler teorisindeki paradokslar meselesi matematikçilerin dikkatini mantık üzerine çekti. "Bertrand Rusell (1872-1970) gösterdi ki bu paradoksların kökü derindedir. Paradokslardan kaçınmak için mantık araştırmalarına yönelmek gerekir. Paradokslar temelli bir mesele ortaya koyuyordu, bunları halletmeğe klasik mantık yetmezdi". Rusell, Frege ve Peano'nun çalışmalarına dayanıyordu. Rusell arkadaşı Whitehead ile 1910-1913 arasında yayınladıkları "Principia Mathematica adlı eser ile lojistik denen yeni mantık kuruldu. Blanche'nin belirttiği gibi, Matemaîka dan sonra asrın başlarında, yeni mantığın ikinci büyük eseri olarak Hilbert ve Bernays'ın birlikte yayınladıkları "Grundlagen der Mathematik" (1934-1939) görülür. İşte matematiği temellendirmek için kurulan bu yeni mantık; İngiliz mantıkçılarının teşebbüsünün aksine, başarı sağlamış ve yeni mantık çalışmaları bu yönde ve çeşitli yollarla gelişmiştir.

Rusell ve Hilbert mantığı iki hakikat değeri üzerine işlerken Lukasievvicz ile Post üç hakikat değerli mantıklar kurdular. Reichenbach ihtimaliyet mantığı kurdu.
Yeni mantık üzerinde çalışanların adlarını Boll ve Reinhart'ın eserine dayanarak şu gruplar içinde toplayabiliriz: Hilbert ve arkadaşları: (Beymann, von Neumann, Bernays, Ackermann), Viyana çevresi filozoftan (VVittgenstein, Reichenbach, Carnap, Dubis-lav...), Polonya Okulu (Chvvistek, Tarski, Lukasievvicz, Post.,.), Sezgiciler (Brouvver, Heyting...), Amerikan mantıkçıları (C. I. Lewis, Morris, Church, Quine...) ve farklı eyilimde olan bilim adamları (Frankel, Ramsay, Weyl, Gentzen, Herbrand, Goedel, N. Bourbaki ve Destouches; Enriquez, Gonseth...)

Şu hususa dikkat etmek gerekir ki yeni mantık çalışmaları ile ilgilenenler, metamatikcilerle fizikçilerdir. Çünkü matematiğin ve fiziğin birçok meseleleri yeni mantıkla ilgilidir. Bazı istishaları ile filozoflar mantığın bu yeni gelişmesi ile pek uğraşmamışlardır.

Klasik mantık, felsefenin bir kolu idi, mantık çalışmalarının bu yeni yönde gelişmesi ile, mantık, felsefeden ayrılmıştır. Bugün modern mantıkla uğraşanlar, filozoflardan çok matematikçiler ve fizikçilerdir.

MANTIK





=MANTIK=

Kelime anlamı:

Mantık kelimesi, Yunanca Logike kelimesinin arapça tercümesidir. "Logikos, logos'a yani söz (parol)e, akıl (raisonja. veya aküyürütme (raison-nement) ye ait demektir". Görülüyor ki kelime anlamı ile lojik, hem söz hem de akılla ilgilidir. Mantık kelimesi de tıpkı böyledir. Farabî kelimenin açıklamasını şöyle yapıyor: "Bu sanatın (mantık) adı nutk kelimesinden türemiştir. Bu kelime eskilere göre üç şeye delâlet eder:

1—İnsanın makulleri idrak edebileceği kuvvete delâlet eder. Bu kuvvetle ilim ve san'atlar elde edilir ve onunla hareketlerin güzeli ve çirkini ayırdedilir.

2—İkincisi insanın nefsinde anlayış yolu ile hasıl, olan makullerdir; bunlara içten konuşma denilir.

3— Üçüncüsü, içeride bulunan şeyi dil ile söylemektir; ona da dıştan konuşma denilir".

Ali Sedad da nutk kelimesinin hem dış nutuk (söz) hem iç nutuk (düşünme)a delâlet ettiğini söy-leyerek Seyyid Şerif Cürcani'nin Haşiye-i Suğra'sından şu nakli yapıyor; "Mantık nutk-u zahiriye (dış nutuk) ıtlak olunur ki bu konuşmadır ve nutk-u batini (iç nutuk) ye ıtlak olunur; o da makulatm idrakidir. İşbu fen (yani mantık) öncekini, (yani konuşmayı) kuvvetlendirir ve ikincisini (yani makulatın idrakini) doğru yola sevkeder. İmdi bu fen ile nefs-i natıka diye adlandırılan nefs-i insaniyenin iki mânası dahi kuvvetlenir ve ortaya çıkar. İşte bu sebeple mantık ismi türetilmiştir".

Demek ki mantık kelime anlamı ile hem düşünme, hem de bunun ifadesi olan konuşma ile İlgilidir.

B — Terim anlamı:

Mantık kelimesi hem bir bilime ad olarak hem de bir düşünme tarzını belirtmek için kullanılıı. Herhangi bir söz ve yazı karşısında mantıklı veya mantıksız deyimlerini kullanırken kasdedilen mantık bilimi değildir. İnsan mantık bilimini öğrenmeden de mantıklı düşünür. İnsan yaratılışından beri mantıklı düşünebildiği halde, mantık biliminin kuruluşu daha çok sonraları olmuştur.

Mantıklı düşünme ile mantık bilimi arasında sıkı bir ilişki vardır. Mantık, mantıklı.denen düşünme tarzını kendisine konu olarak alan bilime verilen addır. Başka deyimle mantık bilimi, mantıklı düşünmenin düzenli olarak tesbitinden ibarettir.

Mantıklı düşünmeye, doğru düşünme veya tutarlı düşünme de denilir. Mantıklı düşünmede, fikirlerden yapılan hükümlerden çıkarılan sonuçların tutarlı olması gerekir. Tutarlı düşünme ise akıl yürütmenin akıl ilkeleri denen ilkelere uygun olması ile mümkün olur.

( Genellikle akıl ilkeleri olarak özdeşlik ilkesi (Le principe d'identite) ve onun müştakları (derive) olan çelişmezlik ilkesi (le principe de contradietion), üçüncü şıkkın imkânsızlığı ilkesi (le principe de tiers-exclu) ile yeter sebeb ilkesi (le principe de raison suffisante) ve bunun müştakları olan nedensellik ilkesi (le principe de causalite) ve "gaiyet" ilkesi (le principe de finalite) den bahsedilir.

Özdeşlik ilkesi: Bu ilke düşüncenin kendi kendisi ile uygunluğunun şartıdır. Birşey ne ise odur veya A A dır şeklinde ifade edilir.

Çelişmezlik ilkesi: Birşey aynı zamanda hem kendisi hem de kendisinden başka bir şey olamaz veya A non A değildir, diye ifade edilir.

Üçüncü şıkkın imkânsızlığı ilkesi: A ile A arasında üçüncü bir ihtimal yoktur, diye ifade edebiliriz. Bu ilkeyi doğru-yanlış çiftine uygularsak birşey ya doğrudur ya yanlıştır; üçüncü bir hal olamaz. Bu ilke yalnız iki hakikat değeni mantıklar için geçerlidir. Bu ilkenin reddedilmesi ile ikiden fazla hakikat değerli mantıklar kurulmuştur.

Saydığımız bu üç ilke tamamen şekilsel düşünce (la pensee formelle) için yeterlidir. Şekilsel mantık ve matematikde zihin bu ilkelere uyar. Fakat ne zaman zihin faaliyeti gerçekliğin (realite) açıklanmasına yönelirse o zaman bunlara ilâveten "herşey varoluş sebebine sahiptir", diye ifade edebileceğimiz yeter sebep ilkesi ile bunun müştakları olan nedensellik ve "gaiyet" (finalite) ilkelerine uymak zorunluluğu doğar. )

Düşünme, akıfyürütme veya akılyürütmeler zinciridir. Akılyürütme ise hükümler arasında bağ kurarak, zihnin, bilinenlerden bilinmeyenleri elde etmesidir. Eski mantıkçılar mantığı konusuna göre tanımlarken "bilinenden bilinmeyenin elde edilmesine vasıta olan bilimdir". "Mantık hakikata sevkeden zihin işlemlerinin bilimidir" derler. Mantığın bir de amacına göre tanımı yapılır. "Mantık zihni hatadan koruyan bir fen, bir aletdir. "Mantık şeylerin bilgisinde aklını iyi kullanma sanatıdır'".

Bu tanımlardan anlaşıldığı gibi mantığın bir teorik yönü bir de pratik yönü vardır. Birincisi mantıklı düşünme dediğimiz bir düşünme tarzının tesbitidir. Bu tutumu ile mantık bilim olarak adlandırılır. İkinci yönü ise kurulan bu bilimin tatbik edilmesidir, bu tutumu ile de bir sanat ve teknik (fen) olarak adlandırılır. Mantık bilim midir? yoksa sanat mıdır? diye yapılan tartışmaların sebebi bu iki yönlülükten gelmektedir.

Mantık, doğru düşünmenin tesbitini yaparken, elbette, düşünmeyi ifade eden dil üzerinde durur. Biz fikirlerimizi sözlerle ifade ederiz. Fikirlerimizi açıklamada kullandığımız kelimeler yalnız fikirlerimizi değil duygularımızı da ifade ederler. Bu sebeple konuşulan dilin iki anlamlı veya aldatıcı ifadeleri olabilir. Dilin sakıncalarından kurtulmak için geçen asrın ikinci yarısından beri mantık için, konuşma dilinden farklı, sembolik bir dil yapma yoluna gidildi. Bu yeni yolda mantık anlayışında değişiklik de oldu.

Yukarıda verdiğimiz tanımlar, geleneksel veya klasik denilen mantık anlayışına göredir. Burada mantık teriminin anlamı kelime anlamına da uygundur. Modern mantıkta bu anlayışın değiştiği görülüyor. Aradaki farklılığı modern mantık taraftarlarındap R. Blanche şöyle açıklıyor: "Menşede mantık, düşünmenin fiili (effective) işlemleri üzerine bir teammüldü (reflexion). Mantık kendilerini sözlü ifadelerde gösteren, herzaman kullandığımız akılyürütmeleri tahlil eder ve onların geçerliğini sağlayan kuralları meydana çıkarmak isterdi. Şimdi nasıl geometrimiz zorunlu olarak geo- ve zorunlu olarak -metrie değilse, mantık da sıkı olarak bağlandığı logos'dan bağlarını kopardı. Sonda yalnız "logos-calcul" ile meşgul olmak için "logos-raison"'e "logos-langage"ı bırakıyor. Mantık yalnız her ampirik muhtevayı değil, terkip etmek ve uygunluklarını değiştirmek için, meşgul olduğu kendi sembollerinin mantıksal anlamını bile soyutlaştırıyor".

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...