16 Mayıs 2019

DÖRT KİTABIN TARİHÇESİ


DÖRT KİTABIN TARİHÇESİ 
SORARSAN HERKES MÜSLÜMAN, HRİSTİYAN, YAHUDİ


Hindistan Cholapuram şehri
Şiva Tapınağında Tanrı Brahman
eşleri Sarai Swati ve Gayatri ile

İslam'ın kökenlerini araştırınca, İslam'ın yeni hiç bir şey getirmediğini görüyoruz.
Beyaz Hintliler olan Mlacchaslar, (Meleklere tapınanlar) Keşmir bölgesinden 4500 YIL önce İran'a geçtiler. Şiva dinine inanan bu halk, tanrıları Brahman ve tanrıçaları Saray Swati efsanelerinden İbrahim ve eşi kız kardeşi Sara efsanesine dayalı Keşi İbrahim dinini kurdular. Zamanla Mezopotamya, Yemame, Umman, Yemen, Hicaz, Etiyopya'ya geçtiler. 

Mısırda hüküm sürdüler, kovulup Filistin, Ürdün, Lübnan, Harran çevrelerine yerleştiler. İndus nehri efsanesi üzerine olan dinlerini Mısırda Nil, Ürdün de Ürdün nehri, Mezopotamya’da Dicle Fırat üstüne yazdılar. Karanlığın ışık tanrısı Hay (Melki d Nura) üstüne bölge mitlerinden çaldıkları efsanelerle mitolojilerini yazdılar.
MÖ 1300'lerde iyileşmeyen hastalıklara yakalanan aristokrat, kölelerden oluşan bir halk, I.Seti sonrası gelen firavun 2.Ramses tarafından Sina'ya sürüldü. Sağlıklı olanları Ürdün, Filistine geçtiler. Meleklere tapınan Mlaccha’ların (Sabilerin) dinlerinden Yahudiliği kurdular. MÖ.7. yüz yılda Asur kralı Nebukadnezar (MÖ 605-562), İsrail’e saldırdı, tapınaklarını, şehirlerini yerle bir etti. Halkını tümüyle sürgüne gönderdi ve aristokratlarını Babil’e köle olarak getirdi.


MÖ 539’da Med kralı Büyük Krus Babil’i yıktı ve Yahudi cariyesi Ester’in hatırına Yahudileri özgür bıraktı, köleliği yasakladı ve Yahudilere da ülkelerinde tapınaklarını kurmaları için olanaklar sağladı.
Büyük Krus, avda tanrısı Ahura Mazda onu


Gök Aracından izliyor. Bu araçtaki varlık

Süryani, Nasturi, Yahudilik ve İslam'da Cebrail
olarak kabul görmüştür.


Onsan sonra, Yahudilerin emredilen İran dinine göre yaşayıp yaşamadıklarını görmesi, İran dini ilkelerini bildirmesi için Ezra adında bir rahip gönderdi. Yahudilerin bu rahibi, Tevrat geleneğine göre rahiplerin Harun soyundan oloması ilkesine uygun olarak, Harun soyuna bağlayarak Yahudi yaptıklarını görüyoruz.


“Ezra Yeruşalim'e Geliyor

BÖLÜM 7

Ezr.7: 1-6 Bu olaylardan sonra, Pers Kralı Artahşasta'nın krallığı döneminde, Başkâhin Harun oğlu Elazar oğlu Pinehas oğlu Avişua oğlu Bukki oğlu Uzzi oğlu Zerahya oğlu Merayot oğlu Azarya oğlu Amarya oğlu Ahituv oğlu Sadok oğlu Şallum oğlu Hilkiya oğlu Azarya oğlu Seraya oğlu Ezra adında biri Babil'den geldi.  Ezra İsrail'in Tanrısı RAB'bin Musa'ya verdiği yasayı iyi bilen bir bilgindi. Tanrısı RAB'bin yardımıyla kral ona her istediğini verdi.
Ezr.7: 21 "Ben, Kral Artahşasta, Fırat'ın batı yakasındaki bölgenin bütün hazine görevlilerine buyruk veriyorum: Gökler Tanrısı'nın Yasası'nın bilgini Kâhin Ezra'nın sizden her istediğini özenle yerine getirin.
Yahudiler tanrıları Yahweh’ten bazen Göklerin tanrısı diye bahsederler, Perslerin tanrısı Ahura Mazda da Güneş tanrısıdır ve Göklerin tanrısıdır. Din adamları kadar demogog yoktur. Kelimelerin anlamlarını, anlam benzerliklerini çarpıtarak kendilerine pay çıkarma sanatkarlarıdırlar.


İran Nakşi Rüstem'de Keşi İbrahim Kâbe'si

Metinde geçen Artahşasta’nın,I.Xerxes (Zerkses) in oğlu, MÖ 465-424 yılları arasında hüküm süren   Artaxerxes (Artakzerkses) olduğu kabul edilmektedir. Bu tarihler de bize, Tevrat’ın Yahudilerin Büyük Krus’un Babil’i fethinden (539) yüz sonra yazılmaya başlanıldığını göstermektedir.

Böylece İran dini esasında Yahudilerin yeni kitabı Tevrat, İran dinine göre yeniden yazılmış oluyordu. Bunu Üzeyir peygamber olarak da bilinen Rahip Ezra’dan yüz yıl sonra Grek Büyük İskender’in fethi takip edecek, Tevrat Yahudileri bu defa da Teke Şeytan ibadetine döneceklerdir. 


Sonra Nasıralı Sabi Yahudiler ilk Hristiyanlık Nasraniliği kurdu. Ms. 70’lerde Romalıların Nasarani Hristiyanlığın yayılmasından duydukları rahatsızlık üzerine Yahudi sürgünü takip edecek, Yahudiler Anadolu, Kuzey Afrika ve Batı Afrika ülkelerine göç edeceklerdir.
Hindu hacılar çıplak tavafta. Tecbe 28 ayetiyle
çıplak tavaf İslam'da yasaklanmıştır.


İran Mitracılığı yüzünden İran'a savaş açamayan Romalılar, Konstantin ile Nasraniliği M.S.324’de resmi din yaptı. Tanrı kabul edilen Roma krallarının durumlarına uygun olarak Roma yasalarına ve dini geleneklerine göre Tevrat yeniden düzenlendi.


215 yıl sonra I. Jüsyinyen(542), askere alacak sağlıklı insan bulamayınca ensest evlilikleri, eşcinselliğin her türünü yasakladı. Bu sapkınları cehennem kuyularında yakarak korku yaydı, Tevrat Levililer kitabı ve birçok bölüm yeni Jüstinyen yasalarına göre düzenlendi, batılıların kendilerini medeni saymalarına neden olan eşcinselliği, ensest evlilikleri yasaklayan Katolik Hristiyan ve sonra Hristiyanlıktan doğacak Hanefi İslam ahlakının temellerini attı. 
MS 600 Arap Yarımadası



627-628'de Aziz Agustinin(Ö.430) okullarının öğrencisi Nasrani Herakles Sasani ordusunu Mezopotamya'da yok etti.
Jüstinyen yasalarına uygun olarak, İran Hristiyanlığı olan Mecusiliği, Nasturi Hristiyan kaynakları İslam’ı hakkında yazdıklarına göre, Büşra şehri Arabistan kiliselerinden sorumlu episkopos Rahip Bahira'ya yeniden düzenletip, İslam adıyla bir din yazdırdı. 


Muhammet (Faraklit, Baraklitus) adını kullanan Tizpon'lu Mani karakterini Mekkeli Arap peygamber yaptı.

Günde 160-100 rekat Namaz, üç aylar, zekat, sadaka, fitre olan, Budizm, Sabilik ve Süryani Hristiyanlığı temelleri üzerine, her dilde yazılmış yedi kitaplı Mecusilikten evrilen, İslam adlı bu Vatikan kölesi dini destekledi. 

Müslüman adını alan bu Araplar, Vatikan, Herakles’in askeri ve mali yardımlarıyla kurdukları orduları ile İran coğrafyasını yağmaladılar, binlerce yıllık kültürlerini yok ettiler. İşkenceyle dinlerini yaydılar.


Hüküm Ezd’dedir hadisi ile övülen peygamberin kendi kabilesi Ezd, 1000 yıl önce Lübnan'a göçüp Mecusi mezhebi Dürziliğe* geri döndü. Arabistan 1739-1919 arasında Yezidi Vehhabi oldu. Tevbe 28 ayeti, Kabe’ye dikilen Haçlı otelleri, inşa edilen kiliselerle hükümsüz oldu. 


Şimdi sorarsan herkes Müslüman.
Bizim Türkler de bilmem kaçıncı kez değişmiş ve hatta cami imamına göre değişebilen din haline gelmiş bir dine göre hâlâ Müslüman???

*Philip K.Hitti Origins of Druzes People and Religion
Yorum, geçmiş yazılarımın ortak sonucudur. Bana aittir.
Uzun araştırma yazılarından sıkılanlar bunu anlayabilecekler mi bakalım?


Kafası takılanlara konu hakkındaki eski çalışmalarımın linkleri

FİZYONOMİ KIYAFETİNAME


FİZYONOMİ KIYAFETİNAME

İnsanların saç, göz, kulak, el gibi organları ve dış görünüşlerine bakılarak onların karakterlerini, ahlâklarını, iç özelliklerini ortaya koyan bilim dalına kıyâfe(t) ilmi [ilm-i kıyâfe(t), physiognomy (fizyonomi)], bu bilimin verilerini ele alan eserlere de kıyâfe(t)-nâme denir. 
Bu ilmin mütehassısına kâyif, kıyâfetşinâs veya physiognomist (fizyonomist) adları verilir. Kıyâfet ilmi, genel olarak kıyâfetü l-isr ve kıyâfetü l-beşer olmak üzere ikiye ayrılır. 
Kıyâfetü l-isr, insanların ve hayvanların ayak izlerinden söz eder.

 Kıyâfetü l-beşer (kıyâfetü l-insân, kıyâfetü l-ebdân) ise insanların beden yapılarından ahlâkî vasıflarını tahmine ve uzuvlarından neseplerini tespite dair çabaları içerir. İlm-i sîmâ (insanların yüz özelliklerinden ahlâkını anlama), ilm-i kef (kişilerin avuçlarına bakarak geleceklerine dair tahminde bulunma), ilm-i hutût (alın çizgilerinden ömrün uzunluğuna veya kısalığına, zenginliğe veya fakirliğe dair sezgide bulunma), ilm-i ihtilâc (seğirmelerden manalar çıkarma) da kıyâfet ilmi ile ilgili olan çeşitli ilim dallarıdır. 

Vücut yapısıyla kişilik özellikleri arasında bir bağlantının olduğu anlayışı ve bilgisi eski Mısır, Yunan, İran, Roma ve Hint kültürlerinde de sistemli olmamakla birlikte vardır. İlk olarak Hipokrat (M.Ö. V. yüzyıl) birtakım hastalıkların teşhis ve tedavisinde kıyâfet ilmine göre insanları sağlık ve mizaç bakımlarından kan, balgam, safra, sevdâ şekillerinde dört tipe ayırmıştır. Calinus (Galein) de, mizaçları demevî, safravî, balgamî ve melankolik olarak sınıflandırmıştır. Ayrıca Eflâtun, İladus, Aristo da kıyâfet ilmi ile ilgilenmişlerdir. 


 1 Kıyâfet ilmi ve kıyafetname ile ilgili bilgiler, şu çalışmalardan yararlanılarak verilmiştir: 
Âmil Çelebioğlu, Kıyâfe(t) İlmi ve Akşemseddinzâde Hamdî ile Erzurumlu İbrahim Hakkı nın Kıyâfet-nâmeleri, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Ahmet Caferoğlu Özel Sayısı S 112 den ayrı basım, Ankara 1979, s ; Mine Mengi, Kıyâfet-nâme Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 25, Ankara 2002, s. 513, 514; Müjgan Çakır, Kıyâfet-nâme ler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C 5, S 9, İstanbul 2007, s Bu kelime ferâset olarak dilimize yerleşmiştir 

A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 ~ 795 ~ Araplarda kıyâfet konusunda yazılan ilk eserin İmam Şâfî (H /M ) ye ait olduğu rivayet edilmektedir. Bununla birlikte, günümüzde bu eserin aslı veya herhangi bir tercümesinin bulunduğuna dair bir bilgiye ulaşılamamıştır. El-Kindî olarak tanınan Yakub ibni İshak (öl. H. III/ M. IX. yüzyıl ortaları) ın Risâletün fi l-firâse si, Yuhanna ibnü l-bıtrık (H. IV/M. X yüzyıl) ın Aristo nun İskender için yazdığı bir eserden Arapçaya tercüme ettiği Kitâbu s-siyâse fî-tedbîri r-riyâse si, Muhammed ibni Zekeriyâ Râzî (H /M ) nin el-mansûrî si kıyafetname türünün ilk örnekleri olarak kabul edilirler. 

Fahreddîn-i Râzî (H /M ) nin Kitâbü l- Firâset i, Ebi Abdillâh ibni Muhammed ibni ebî Tâlibi l-ensârî ed-dımışkî nin Kitâbu l-âdâb ve s-siyâse fi-ilmi n-nazarî ve l-firâse (telifi: H. 750/ M. 1349) si de Arapça yazılmış eserler arasındadır. Bunlara Ebu l-kâsım Abdülkerim ibni Havâzim Küşeyrî (H /M ) nin Etvâr-ı Selâtînü l-müslimîn i, Muhyiddîn ibnü l-arabî (H / M ) nin et-tedbîrâtü İlâhiyye fî-islâhi l-memleketi l-insâniyye si ve Fütûhâhât-ı Mekkiyye si de bir bölümü itibariyle bu alanla ilgilidir. Farsça yazılmış eserlere Derviş Abdurrahmân Mîrek (H. VIII/ M. XIV yüzyıl) in Tuhfetü l-fakîr i, Seyyid Ali Hemedânî (öl. H. 786/ M. 1384) nin Zâhiretü l-mülûk (beşinci babın sonları) ü, Hüseyin Vâiz Kâşifî (öl. H. 910/ M. 1504) nin Ahlâk-ı Muhsinî (bir bölümü) si örnek olarak verilebilir. 

Türkçe yazılmış kıyafetname ile ilgili ilk eser olarak Bedr-i Dilşâd bin Muhammed Oruc un 829/1426 da yazmaya başladığı ve sonra II. Murâd a sunduğu mesnevîsi Murâd-nâme, kabul edilmektedir. Bu kitabın 40. babı bu alanla ilgilidir. 3 İlk müstakil eser olarak bilinen de Akşemseddîn-zâde Hamdullah Hamdî (H /M ) nin Kıyâfet-nâme sidir. Firdevsî-i Rûmî (II. Bayezid devri) nin Firâset-nâme si, İlyas ibni Îsâ-yı Saruhanî (öl. H. 967/ M ) nin Kıyâfet-nâme si, Abdülmecid ibni Şeyh Nasûh (öl. H. 973/ M. 1565) un Kıyâfet-nâme si, 

Niğdeli Visâlî nin H. 1003/ M te III. Mehmed e ithafen yazdığı Vesîletül-İrfân ı, Lokman bin Hüseyin in H. 1010/ M de yazdığı ve III. Murâd a sunduğu Kıyâfetü l-insâniyye fî-şemâili l- Osmâniyye si, Erzurumlu İbrahim Hakkı (H / M ) nın Mârifet-nâmesi nde bulunan mensur bölüm ve manzum olarak yazılan Kıyâfetnâme si en çok bilinen eserler arasındadır. İnsanların beden yapılarına bakarak karakterlerini ve kabiliyetlerini anlama meselesi, -tabiî olarak- Batı da da vardır. Bu sebeple, kıyâfet ilmi (fizyonomi), edebî eserlere yansımış; bu ilimle doğrudan veya dolaylı olarak ilgili bulunan 3 Adem Ceyhan, Bedr-i Dilşâd ın Murâd-nâmesi, C II, İstanbul 1997, s

Kıyâfetnâme i Cedîde Hakkında eserler verilmiştir. Bu alandaki bilgiler, psikoloji, psikiyatri, kriminoloji gibi bilimlerin ilgi alanına girmiştir. Pascal, Kretschmer, Francis Baud, Caeser Lombroso gibi bilginler düşüncelerini ortaya koymuşlardır. İsviçreli yazarlardan Johann Caspar Lavater 4 ( ) de Almanca olarak Physiognomishe Fragmante zur Beförderung der Menschenkenntnis und Menschenliebe [İnsan Kişiliğini Tanıma ve İnsan Sevgisi Üzerine Fizyonomi Denemeleri ( )] adında mensur ve resimli bir kıyafetname yazmıştır. 

İngilizceye Physiognomy; or The Corresponding Anolojy Between The Conformation of The Features And The Ruling Passions of The Mind (Fizyonomi veya İnsanın Fiziki Özellikleri Arasında Karşılıklı Anoloji: Aklın Yöneten İhtirasları, (1866)], Fransızcaya da Essai Sur La Physiognomie, Destiné à Faire Connoître L'homme et à Le Faire Aimer [Fizyonomi Üzerine Deneme, İnsanları Tanıma ve Sevme ( )] adlarıyla çevrilmiştir. 5 Johann Caspar Lavater ( ) in kıyafetnamesi, tespitlerimize göre Kıyâfet-nâme-i Cedîde adıyla Türkçeye de ilk defa olarak Yûsuf Hâlis 6 4 Lavater (11 Kasım Ocak 1801), Alman pietistenlerinin en önde gelenlerindendir. 

Goethe üzerinde büyük etki bırakmıştır (Wilhelm Bortenschlager, Deutsche Literaturgeschichte- Von den Anfaengen bis zum Beginn des l. Weltkrieges, Wien 1981, s. 121). Zürih te St. Peter Kilisesi nde vaiz olarak görev yaptı. İnsan hayatındaki ilahî ögelerin kanıtlanabilir izlerini araştırmaya yöneldi. Zihinle beden arasındaki etkileşim varsayımıyla ruhun etkilerini insan yüzündeki çizgilerle inceledi. Fizyonominin kurucusu olarak kabul edilir. Physiognomishe Fragmante zur Beförderung der Menschenkenntnis und Menschenliebe [İnsan Kişiliğini Tanıma ve İnsan Sevgisi Üzerine Fizyonomi Denemeleri ( )] adlı eseriyle Avrupa da şöhrete kavuştu. Bu kitap üzerinde Goethe ile birlikte çalıştı. 

En önemli diğer eserleri Ausssichten in die Ewigkeit [Sonsuzluk Umudu ( )], Geheimes tagebuch von einem Beobachter seiner selbst [Kendi Kendini Gözlemleyen Birinin Güncesi ( ) ], Pontius Platus ( ) ve Nathanael (1786) dir (AnaBritanica, Lavater, Johann Kaspar, C 14, İstanbul 1989, s. 329). 5 Eserin Almancası için bk. (Johann Caspar Lavater, Physiognomishe Fragmante zur Beförderung der Menschenkenntnis und Menschenliebe, Leipzig ), İngilizceye tercümesi için bk. (J. C. Lavater, Physiognomy; or The Corresponding Anolojy Between The Conformation of The Features And The Ruling Passions of The Mind: Being A Complete Epitome of The Original Work of J. C. Lavater, London 1866), Fransızcaya tercümesi için bk. ( J. Van Karneebek et I Van Cleef, Essai Sur La Physiognomie, Destiné à Faire Connaître L'homme et à Le Faire Aimer, La Haye XIX. asır şairlerindendir. H. 1220/ M da İstanbul da doğmuştur. Şair Enderunlu Fâzıl (öl. H. 1225/ M. 1810) ın akrabasıdır. H. 1235/ M yılında dîvân kalemine, H. 1238/ M te terceme odasına memur tayin edildi. H. 1249/ M te sır kâtibi olarak Londra da görevlendirildi. H. 1261/ M te de sır kâtipliği görevi ile Trablusşâm da bulundu. Buradan döndüğünde, Arapçaya hâkimiyeti sebebiyle, ikinci dereceyle Arapça tercümanlığına atandı. Çocukluktan itibaren Babıali de bulunarak orada öğrenim görmüş ve Fransızca ile meşgul olmuştur. H. 1252/ M de hâcegânlık rütbesi, H. 1253/ M de de hâmise (beşinci rütbe) nişanı verilmiştir. H. 1272/M da Babıali telgraf komisyonunda üye olarak bulunmuştur. H. Rebiülevvel 1278/ M. Eylül-Ekim 1861 de mütercim-i sânî oldu. H.A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 ~ 797 ~ tarafından çevrilmiştir. Türkçe çeviride yer alan...bu fenni mü essis olan Lavate-nâm meşhûr u mu teber musannif eşkâl-i lehcenin muhâkeme vü münâsebât ü muktezâ-yı ahkâm u ta rîfâtına dâ ir bir risâle-i müstakılle te lîf etmiş olmağla işbu risâle-i muhtasara-i mazbûta risâle-i mezkûresinin hulâsası olarak intihâb u tahrîr olunmuşdur. [s. 22] 7 şeklindeki ifadelerden, Hâlis in bu eserini, Lavater ( ) isimli bir yazarın kıyafetname ile ilgili eserinden özetle tercüme ettiği anlaşılmaktadır. 

Batı dillerinden Fransızcayı bilen Yûsuf Hâlis in, eseri orijinali olan Almanca metninden değil de tercümesi olan Fransızcadan Türkçeye kazandırdığını tahmin ediyoruz. Ayrıca mütercim çevirdiği kıyafetnamesinde... hâl-i sabâvetden beri bâb-ı âlîde iktisâb-ı ilm ü hünere sa y u ikdâm ve Fransızca tahsîliyle dest-mâye-i ma lûmâta gûşiş ü ihtimâm ve mehmâ-emken kesb-i liyâkat olunarak... [s. 22] diyerek eseri Fransızcasından çevirdiğine işarette bulunmak istemiş de olabilir. Türkçeye kazandırılan eserin Almanca orijinalinin 576, İngilizceye tercümesinin 287, Fransızca tercümesinin 625 sayfa oldukları da özetle tercüme yapıldığını hemen hissettirmektedir. Ayrıca Almanca, İngilizce ve Fransızca kitapların içerisinde bulunan resimlerin çoğunluğu, Türkçe tercümedekilere benzememektedir. 

Kıyâfet-nâme-i Cedîde, toplam 109 sayfalık bir eserdir. II-VI. sayfalar, kitabın adı olan Kıyâfet-nâme-i Cedîde başlığı ile başlayan bir giriş bölümü niteliğindedir. Bu bölüm, tercüme değil de telif olduğunu hemen hissettirmekte; geleneğe uygun bir biçimde besmele, hamd, salavat ile başlamaktadır. İnsanın yaratılışı, ona akıl ve zekânın verilmesi, onun seçkinliği, anlayış ve ferâset sahibi olması gibi kıyâfet ilmi ile ilgili birtakım hususları ihtiva etmektedir: Bi smi llâhi r-rahmâni r-rahîm sezâ-yı hamd u sipâs bî-pâyân ol Hudâ-yı çehre-güşâ-yı ins ü cânn ve nakş-bend-i nüsha-i kübrâ-yı âlemiyân ya nî benî Âdemi ahsen-i takvîm üzre halk u tekvîn ve çeşm ü ebruvân u pîşân[î] ile tezyîn ve ale l-husûs unvân-ı celîl-i Fetebârek allâhü ahsenü l-hâlikîn 8 ile tahsîn ve 1290/ M de emekliye ayrıldı. 

H. 28 Şaban 1300/M. 4 Temmuz 1883 de vefat etti ve Eyüp kabristanına defnedildi. Bu çalışmanın konusu olan Kıyâfet-nâme-i Cedîde den başka, basılmış üç manzum eseri daha vardır: 1) Sulh-nâme-i Hâlis, Kırım savaşı ( ) dolayısıyla yazılmıştır. 17 bentlik bir muhammestir. H. 1272/ M te basılmıştır. 2) Şehnâme-i Osmânî, 32 sayfalık manzum bir eserdir. Zafer-nâme, fetih-nâme, gazâ-nâme olarak adlandırılabilecek şiirleri ihtiva etmektedir. Herhangi bir sayfasında nerede ve ne zaman basıldığına dair bir kayıt yoktur. 3) Miftâh-ı Lisân, şimdiki bilgilerimize göre, manzum sözlük türünün Fransızca-Türkçe ilk ve tek örneğidir. H. 1266/ M de kaleme alınmıştır. Yûsuf Hâlis hakkında geniş bilgi için bk. (Mehmet Kırbıyık, Yûsuf Hâlis-Miftâh-ı Lisân Manzum Fransızca-Türkçe Sözlük, İstanbul 2007, s ) 7 Kıyâfet-nâme-i Cedîde den yapılan alıntıların sonunda sayfa numarası, [ ] işareti içerisinde verilmiştir. 8 Mü minin Sûresi 23/14: Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir. 

M. KIRBIYIK: Kıyâfetnâme i Cedîde Hakkında lehce-i mu cize-nümâsına iksâ-yı sîmâ-yı akl u zekâ ve ilbâs-ı hilye-i hilkat-i âdemiyyet ile mümtâz u müstesnâ buyurmuşdur. Salât u selâm Hazret-i Muhammedü l Mustafâ ve âl ü ashâb-ı bâ-safâya sezâ vü ahrâdır ki ol server-i kâinât ve nuhbe-i mevcûdât İttekû firâsete l-mü mini [s. II] fe-innehü yenzuru binûri l-llâh 9 kelâm-ı hikmet-nizâmıyla fehm ü firâseti cins-i beşere hasr u tahsîs buyurmuşlardır. [s. III]. Tevazu ifadelerinden sonra, Babıali de Fransızca da öğrenerek yetiştiğini ve dönemin padişahı olan Abdülmecid ( ) in cülusu üzerine, ona takdim edilmek üzere eserini yazdığını belirtmektedir. Böylece herhangi bir sayfasında nerede ve ne zaman basıldığına dair bir kayıt bulunmayan Kıyâfet-nâme-i Cedîde nin, Abdülmecid in tahta çıktığı 1839 yılında tercüme edildiği de anlaşılmaktadır: Pes bu abd-i kem-ter ve her yüzden efkar u ahkar-ı ibâd ya nî Tâhir Ömerzâde Yûsuf Hâlisü l-fu âd çendân bî-behre vü adîmü l-isti dâd isem de sâye-i Hümâ-vâye-i şehen-şâhîde hâl-i sabâvetden beri Bâb-ı âlîde iktisâb-ı ilm ü hünere sa y u ikdâm ve Fransızca tahsîliyle dest-mâye-i ma lûmâta gûşiş ü ihtimâm ve mehmâ-emken kesb-i liyâkat olunarak 

âyâ ne gûne veliyy-i ni met-i bî-minnetimiz efendimizin hâk-i pây-ı ma ârif-âşinâ-yı tâc-dârânelerine karınca kaderince müfâdı üzre bir takdîm-i nâ-çîzâneye dest-res olurum hulyâsı hâtır-ı ubeydânemde cevelân iken pîşân[î]-i âfitâb-ı âlem-tâb-ı cihân-ı maşrıka cebîn-i nûrânî sabâhu l-hayrdan be-dîdâr u çehre-i kamer-tâb-ı âsumân-ı şevket ü ikbâl burc-ı şerefde lâmi u l-envâr olup ya nî şevketli kudretli mehâbetli pâdişâhımız Sultân Abdülmecîd Han Efendimiz hazretlerinin taht-ı âlî-baht-ı Osmânîye şerefi cülûs-ı meymenet-me nûs-ı şâhâneleri sâmi a-res-i gûş-ı hûş-ı âlemiyân [s. III] oldukda ol şemâ il-i müstecmi u l-mehâsin ve l-fezâ il-i hümâyûn-ı şehenşâhânelerini müşâhede vü ziyâret ârzûsuyla sükkân-ı kâtıbe-i aktâr-ı felek ve belki bi l-cümle ins ü melek güşâde-çeşm ü gûş olarak şitâbân ve ol cemâl-i bâkemâl-i kudsiyyü s-sıfât-ı zıll-ı İlâhî-i pâdişâhâneleri tenvîr-sâz-ı uyûn-ı cihâniyân ve hâssaten kâffe-i bendegânı fart-ı behcet ü meserretden medhûş u kâm-rân kılup mâ-şâ llâh aleyke avnullâh  âvâzesi gulgule-endâzına kıbâb-ı âsumân olup nazm: [s. IV]. Bu girişte mütercim Abdülmecid i âdeta kıyâfet ilmi verileriyle övmeyi uygun bulup Fe ilâtün Fe ilâtün Fe ilâtün Fe ilün kalıbıyla yedi beyitlik bir nazm yazmıştır. 

 Hadis-i Şerif: Mü minin firâsetinden sakınınız, muhakkak ki o, Allah ın nuruyla bakar. 10 Allah sana yardım etsin. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 ~ 799 ~ Abdülmecid in zamanın kutbu olduğu söylendikten sonra, Allah ın nurunun insanda bulunduğuna dikkat çekilmiştir: Bârek allâh şehen-şâh-ı cihân kutb-ı zamân Şekl-i Âdem de musavverdir o nûr-ı Yezdân [s. IV] Şair, padişahın yüzüne bir kıyâfet-şinâs gibi bakar: Onun yüzünde feyz ve ikbâlin Allah vergisi olarak bulunmaktadır; zeki olduğu da alnında parlayan akl-ı külden anlaşılmaktadır: Feyz ü ikbâl Hudâ-dâd yazar rûyında Akl-ı küll cebhe-i şâhânede eyler leme ân [s. IV] Onun yüzünün nur gibi gözleri kamaştırdığı, insan aklının örneği olan güzelliğinin herkesi şaşırttığı vurgulanır: Yüzüne bakmağa gözler kamaşır nûr-misâl Sûret-i akl-ı beşer hüsnüne âlem hayrân [s. IV] Kaşlarının siyah nur ve düşmanının gözünü körleştiren mil gibi olduğu dile getirilir: Yed-i kudret çekicek nûr-ı siyeh ebrûsın Dîde-i düşmenine mîl-i amâ çekdi hemân [s. IV] Kahramân a 11 benzetilen gözleri, hem kahrı hem de lütfu kaplamıştır. Bakışı düşmanlar için kötü olsa da dostları için can bağışlayıcıdır: Kahramân-ı nigehi kahr ile lutfu şâmil Tarfı a dâya yaman mürdeye bahşende-i cân [s. V] Mucize nefesli ağzı ile kusursuz konuşma becerisine sahip bulunması, Allah tan gelen ilham sebebiyledir: Fem-i mu ciz-demine nâtıka ilhâm-ı Hudâ Nefha-i sırr-ı ahad şahsı hilâfetde ayân [s. V] 

Nihayet, kiyâfet ilminin konularına giren yüzü, aklı, kaşı, gözü, bakışı, ağzı ve konuşmasının mükemmelliğine övgüyle temas edilen Abdülmecid in, nazardan korunması için Allah a dua edilir: 11 Kahramân, İran mitolojisinde geçen Pişdadiyan sülalesinden Tahmurs un oğludur. Çocukken devler tarafından kaçırılınca onlar arasında büyümüştür. Suda aksini görünce devlere benzemediğini fark etmiş ve insanların arasına girmiştir. Birçok kimseyi öldürmüştür. Rüstem e yenilmiştir. Lakabı katildir. (İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1995, s. 306; Gencay Zavotçu, Divan Edebiyatı Kişiler-Kişilikler Sözlüğü, Ankara 2006, s.269 ) M. KIRBIYIK: Kıyâfetnâme i Cedîde Hakkında Saklasın zât-ı hümâyûnu nazardan Allâh Yüzü gülsün onu gördükçe safâlarla cihân [s. V] 

Bu bölümde Yûsuf Hâlis, eserinin adını da Kıyâfet-nâme-i Cedîde olduğunu bildirir; bu eserin ilgili bulunduğu kıyâfet ilminin padişahlara ve yönetim kademesindeki görevlilere insanları daha kolay tanıyabilmeleri için zarurî olduğunu izah eder: İnşâd-ı sıdk-ı i tiyâd-ı ubeydânem terânesiyle der-ân hâl-i çâkerîye Kıyâfetnâme-i Cedîde-i mu teberinin tercemesi hutûr etmiş ve fenn-i celîl ise ez-sırr-ı nev-fünûn-ı sâ ire misilli kendine mahsûs kavâ id-i mazbûta-i hikemiyyeye vaz u te sîs olunarak pâdişâhân u hükkâm u rüesâya nef ü fâ idesi der-kâr bulunduğundan fazla kâffe-i efrâd-ı âferîde-i benî Âdem bi t-tab hem-cinsiyle muhâlataya ıztırârî nümû-dâr u eşedd-i ihtiyâc ile muhtâc olduğu âşikâr olup bu ihtilât u ülfet ü mu âşeret olunacak âdemin evvel-be-evvel derece-i akl u mizâc u tabî atı fi l-cümle bilinmedikçe kendüye şerr ü mazarrat tertîb edeceği ihtimâlinden gayr-ı ba îddir. [s. V]. Bu bölüm, ilm-i kıyâfete dayanak teşkil ettiği ileri sürülen beş ayet ve bir hadis iktibasıyla sona erer: Binâ-ber-în ilm-i mezkûrun [s. V] efdaliyyeti hakkında vârid olan nass-ı mübîn İnne fî-zâlike le-âyeten li l-mü minîne 12 Ta rifühüm bi-sîmâhum 13 Sîmâhum fî-vücûhihim 14 Ta rifü fî-vücuhihim nazrata n-na îm 15 Yu rafü lmücrimûne bi-sîmâhum 16 delâ il-i şerîflerince Ve l-mü minü yenzuru bi-nûri llâh 17 kelâm-ı nübüvvet-ittisâmı müfâdınca 18 ilm-i mezkûr bir ilm-i nefîs idiği vâreste-i kayd-ı berâhîn ü edilledir. [s. VI]. Telif denilebilecek bu giriş bölümünden sonra, tercüme bölümleri VI. sayfada Mukaddime-i Kitâb başlığı ile başlamaktadır. 

Bu sayfayı 1 rakamından itibaren başlayan 71 e kadar yeniden numaralandırılmış sayfalar takip etmektedir. Bununla birlikte 32 adet resmin bulunduğu aralardaki sayfalar da numaralandırılmamıştır. Denilebilir ki kitap, VI+71 sayfanın yanı sıra numaralandırılmamış 35 resim sayfasından oluşmaktadır. 12 Ankebût Sûresi 29/44 Şüphesiz bunda iman edenler için bir ibret vardır. 13 Bakara Sûresi 2/273 Sen onları yüzlerinden tanırsın 14 Fetih Sûresi 48/29 Onların yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. 15 Mutaffifîn Sûresi 84/24 Yüzlerindeki nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.. Metindeki nazrata n-na îm terkibindeki nazra kelimesi, dâd harfiyle yazılacağına sehven zı harfiyle yazılmıştır. 16 Rahmân Sûresi 55/41 Suçlular simalarından tanınır. 17 Hadis-i Şerif: Mü min, Allah ın nuruyla bakar. 18 Metinde münîfâsınca şeklindedir. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 ~ 801 ~ Tercüme kısmının mukaddimesinde [s. VI, s. 1-23], kıyâfet ilmi doğrultusundaki tespitlerin her zaman geçerli olmasa da var sayılan kayıtlara bağlı bulunarak kabul edilebileceği belirtilmiş; yer yer 13 adet kaş, göz, burun, ağız, çene, alın, göz şekilleri [s. 1-6] çizilmiş ve vücut azalarıyla ilgili bilgiler verilmiştir: 

Her çend erbâb-ı ulü -l-elbâb nezdinde bir nesnenin sûret-i zâhirîsine göre muhâkeme ve mukâyese olunmak usûl u kavâ id-i ma kûleye münâfî bir mâdde ise de fakat işbu muhâkeme-i zâhirî ale l-ıtlâk umûmî i tibâr olunmayıp bir kaydı i tibârîyle mukayyed oldukda câ iz ü hayyiz-i sıhhatde olduğu sübût-yâfte-i tahkîkdir. Ve nitekim kâffe-i mevcûdât u mükevvenât mevâdd-ı sûriyye ve görünüşden ibâret olmağın bunların hadd-i zâtında bir sûret-i zâhirîleri olup lâkin müşâhede eylediğimiz bir nesnenin gereği gibi efkâr-ı amîka ile her bir hâline istihsâl-i vukûf dahi dâ imül-evkât mümkin olamayacağı bedîhiyyâtdandır. 

Her bir nesnenin dahi künh ü hakîkatine ıtlâ [s. VI] daha ziyâde bir ma lûmât vermek için yüzde olan kıt aların resm ü hükmleri beyân olunur. Şöyle ki insânın çehresi üç kısma münkasım olup birisi elinin başlangıcından burnun başlangıcına kadar ve ikincisi burnun başladığı mahalden nihâyetine kadar ve üçüncüsü burnun bitdiği mahalden çenenin nihâyetine kadar... [s. 1]. İnsanın psikolojik yapısıyla bedeni arasında bağ bulunduğuna temas edilmiştir:...
insânın keyfiyyet-i rûhâniyyesiyle hilkat-i cismânîsini rabt edip tarfeynde kâ in hakîkî bir râbıta vü alaka-i hafiyye-i müştereke-i mütavassıta mevcûd bulunur. [s. 9] 

Erkeklerin erişkinlik döneminde yüz görünüşleri değişirken, kadınların bu dönemde çocukluktaki yüz görünüşlerine yakın bir hâlde bulundukları; kadınların yetişkinlerindeki tavırlarının, çocukluktaki hâllerine çok benzediği görüşü ileri sürülmüştür: Ricâl tâifesi hadd-i bülûğa vardıkda bunların zamân-ı tufûlliyyetinde olan eşkâl-i vech ü sîmâları ale l-umûm be-gâyet tebâ üd ü tehâlüf ederler. Lâkin nisâ tâ ifesi bi l-aks olarak çocukluk hâlinde olan lehcenin şekl ü sîmâları hadd-i bülûğda olan eşkâllerine ziyâdesiyle müşâhebetleri olup hattâ bu nisâ tâ ifesinin hâl-i tufûlliyyetde olan reviş ü ahvâllerine sabâvetde tarz u etvârları bile gâyetle benzer. [13]. Bazı hususların bir insanda aynı anda bulunmayacağı tecrübeye dayandırılarak ileri sürülür. Mesela bir kişide hem aşk hem de aşırı seviyedeki meşhur olma arzusu ve makam sevgisinin bulunamayacağı dile getirilmiştir: M. KIRBIYIK: Kıyâfetnâme i Cedîde Hakkında...Zîrâ bu kaziyyeler yek dîğerinde dâ imâ münâfî biri bulunsa yek dîğerinin bulunması külliyyen mâni dir. Şöyle ki bi t-tecrübe müşâhede olunduğuna göre bir kimsede aşk bulunsa fart-ı hubb-ı şân u câhın vücûdu adîmü l-imkândır. [21]. İnsan yüzüyle ilgili kıyafetname kâidelerini koymanın çok zor olduğundan fizyonomiyle pek az kimsenin uğraştığı, bununla birlikte bu fennin kurucusu olarak ileri sürülen Lavate isimli yazarın insan yüzü ile ilgili hususları dile getiren bir eser ortaya koyduğu ve bu eserin de özetle Türkçeye çevrildiği dikkatlere sunulmuştur: Lâkin fi l-asl kıyâfet-nâmeyi şâmil olan lehcenin eşkâl-i tabîiyelerini ta rîf için kavâ id vaz u tahsîs haylîce düşvâr olmak mülâbesesiyle fenn-i mezkûre az kimse cehd ü sa y eylemiş ise de bu fenni mü essis olan Lavate-nâm meşhûr u mu teber musannif eşkâl-i lehcenin muhâkeme vü münâsebât ü muktezâ-yı ahkâm-ı ta rîfâtına dâ ir bir risâle-i müstakılle te lîf etmiş olmağla işbu risâle-i muhtasara-i mazbûta risâle-i mezkûresinin hulâsası olarak intihâb u tahrîr olunmuşdur. [s. 22]. Yusûf Hâlis e göre kıyâfet ilmiyle ilgili doğru hüküm vermek isteyenler, bu tercüme eseri bir kez değil defalarca okumalı, dikkatlice davranmalı ve çok tecrübe etmelidir: Ancak bu ilm-i nefîsi tahsîle tâlib ü râğıb olan zevât-ı mehâsin-sıfât bu risâleyi bir def a mütâla a ile iktifâ ederek kıyâfet-nâme muhâkemesine mübâşeret etmeleri lâyıkı vech üzre muhâkemeleri mukârin-i sıhhat olmayacağına nazaran bu fenn-i celîle gereği gibi sarf-ı dikkat ü mümâreset ve kesret-i tecârib olunarak muhâkeme[-i] sahîhaya dest-res olunacağı ma lûm ola. [s. 22] 

Yukarıdaki uyarıyı, yüzdeki unsurlara giriş yapmak üzere verilen şu kısa bilgi takip eder: Alın küçük ve üç köşeli ise şuursuzluk, ensenin dar ya da içeri çökük olması aklın azlığının yanı sıra inatlığa işaret olarak gösterilir: Lehcede olan kıt aların muktezâ-yı îcâb u [s. 22] hükmleri baş büyük olup da alın dahi küçük ve üç köşeli resminde olur ise şu ûrsuzluk ve akılsız ve dirâyetsizliğe ve kafânın ense tarafı dar veyâhûd içeri doğru çökük olması aklın azlığına ve ba zan inâdlığa ve dâ imâ dirâyetsizliğe delâlet eder. insan yüzünde ve başında yer alan alın, kaşlar, gözler, burun, ağız, çene, yanak, saçlar ve boyun: Der-Beyân-ı Ahvâl-i Cebîn: Fehm ü firâsetin mikdâr-ı derecelerinin sıhhat üzre mukâyese vü mu ârafesi alnın vüs at ü şekl ü yaradışına göre hükm olunur. Alın dümdüz olup da ve hîç köşeli olmayarak cüz îce de bir kavs-pâre şeklinde olur ise letâfet ü hilmiyyeti ve ekseriyâ kaydsızlık ve gayretsizliği delâlet eder... 

 Kaşların ince olması balgamî tabî ate bîiştibâh bir nişâne-i sahîhadır. Sekizinci şekle mürâca at oluna. Ve eğer kaşlar kavs-pâre olmayıp da dümdüz olurlarsa serd ve diri tabî atlıya delâlet eder. Der-Beyân-ı Ahkâm-ı Çeşm: Gözler evzâ u ahvâl-i rûhâniye vü nefsiyeyi ya nî [s. 27] meşreb ü tabî ati ve derûnda gizli olan niyyet ü merâmları beyân u ifşâ etmeğe başlıca nişânedir. Mâvî göz ekseriyâ balgamî mizâc olanlara mahsûsdur. Ve ba zı def a za îf ve gevşek mizâcı delâlet eder. Siyâh olur ise göz kuvvet-i tabî ata ve yeşile mâil olursa ekseriyâ dargın mizâc olmayı îmâ eder...Burnun sâirleri gibi çokluk delâleti yoksa da ancak kılık ve duruşu münâsebetiyle yüzde olan kıtaların delâlet eylediği keyfiyyet ü hükmlerini isbât eder. Karga burun tekebbür ü vakârı hevâ vü hevese harîs olmağa delâlet eder... 

 Ağız yüzde olan sâir kıyâfet kıt alarının ahvâlini kezâlik isbâta münhasır olup dâ imâ ahvâl-i deruniyyeyi îzâha mahsûsiyyetiyle yüzde olan kıyâfetlerin en ziyâde delâlet ü nişâne vereni olmağla onda olan kemâl-i derece nâziklik tavr u hey etin ta rîfi nâ-kâbildir. Binâen aleyh ziyâde dudaklar kalın olursa zevkü safâya ve lezîz olan nesnelere meyli ve tembelliği ve dâimâ balgamî tabîata işâretdir. İleriye çıkmış olan çene dâimâ tabîatda kuvvetü metâneti müfîd olur. Ve eğer çene sivrice ise ekseriyâ hîlekârlığı müfîd olur. Birinci şekle mürâca atoluna. Ve eğer aksiyle [s. 31] geriye çekilmiş ise yaradışda kuvvet ü kudret-i bedeniyye olmadığını bildirir... [s. 32] Yanaklar etli ve dolgun olması ekser defa huzûzât-ı nefsâniyyeye ya nî nefsin istediği zevk ü safâya ve tenauma meyli ve bunlarda üç köşeli bir çukurluk bulunmak hîç şübhe olmayarak hasûdu kıskanç olmağa yanaklar haşîn ve kalın olursa tabîatın kabalığına delâlet eder. 

Der-Beyân-ı Ahkâm-ı Gîsuvân: Saçların kısa ve siyâh ve serd ve kıvırcık olmaları pek dargın olmamağa ve ekseriyâ merhametsizliğe işâret eder. Ve sarı kızılımtırak ve yumuşak olan saç bunun aksini merhamet ve yavaşlığı müşirdir. Ve saçların rengi ile kaşların rengi başka başka yanî baş saçları siyâh ve yüzde olan saçlar sarı veyâhûd aksiyle olur ise kimseye itimâd u emniyyet etmemeğe delâlet eder. Der-Beyân-ı Ahkâm-ı Gerden: Uzun olan gerden işinde gücünde ve kalın ve kısa olur ise serd tabîatı ve eğerçi damarları dahi gergi gibi görünüyorsa serd mizâclığa bir kat daha ziyâde delâlet eder. Bu tespitleri şu açıklama ve tembih takip eder: Artık nişânelerin tariflerinin yeterli olduğu, onlarla ilgili hususların otuz iki resim üzerinde gösterileceği ve böylece eserin bunlarla sona ereceği belirtildikten sonra, bir işarete dayanılarak değil de birçok alamete dayanılarak hüküm verilmesinin icap ettiği uyarısında da bulunulmuştur: 

Kıyâfet-nâmeye mahsûs olan nişânelerin ta rîfleri bu kadar ile iktifâ olunarak artık ta rîf u tafsîlden sarf-ı nazar olunup hemân yüz kıt alarının birdence (?) hükm ü delâletleri gösterilmek için her biri başka lehce vü sîmâ olmak üzre bu mahalde otuz iki kıt a resm tahrîr ve bu vechile tasvîr-i eşkâl ü emsâl olunarak resîde-i hitâm olmuşdur. Tenbîh: Bu ilmi tahsîle heves-kâr olan zevâta şöyle irâe[-i] tarîk olunur ki mezkûr nişânelerden yalnız bir nişâne ile hükm olunmayıp lehcede bulunan nişânelerden birini dîğer nişânelerin hükmleriyle kompas ve tatbîkden başka lehcede görünen alâmetlerin kâffe-i ta rîfleri hâtıra getirilerek muhâkeme olundukda bir alâmet ile istidlâl olunacak muhâkemeden birkaç alâmet ile istidlâl ü hükm olundukda hükm-i mezkûr daha ziyâde [s. 35] kuvvet ve doğru olacağı âşikârdır. [36]. Yukarıdaki beyanatlar ve tembihten sonra 32 farklı insan resmi ve bunların karakter tahlillerini içeren üçüncü bölüm yer almaktadır. 

Söz konusu resimlerle ilgili tahliller, Birinci Şekl Kıyâfet-nâmesi Beyân Olunur, İkinci Şekl Kıyâfetnâmesi, Üçüncü Şekl Kıyâfet-nâmesi, Üçüncü Şekl Kıyâfet-nâmesi gibi devam eden başlıklarla numaralandırılarak birbirlerinden ayrılmıştır. Bunlara örnek olması bakımından şu resimlerle ilgili tahlillere yer verilebilir: Birinci resimle ilgili tahlil, sadakatsiz, tamahkâr, hileci, yalancı, hırslı, metin, inatçı, dikkatli, ağır ağır konuşan insan tipini ortaya koymaktadır: 13 A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 ~ 805 ~ Birinci Şekl Kıyâfet-nâmesi Beyân Olunur: Bu çehre kıyâfetinde doğruluk ve sâf-derûnluk me mûl olamaz. Çene bu tavırda az çok söbü ve küçük olması ol kimsede sadâkat olmadığına ve ağız yarığının ayrılığı ahlâk-ı hamîde ya nî güzel hûyların bulunmamasına bu misilli pek kapalı olan dudaklar hırs u tama -kârlığa ve l-hâsıl bu sûretde tecemmü eden alâmetlerin kıyâfet-nâmesi hîle-bâz ve yalancı ve hırsa mâ il bir ihtiyâr âdem sûretine ve tabî atda olan kemâl-i derece metânet ü sebât bayağı inâd derecesine vâsıl olduğunu delâlet eder. Bu tarz âdemin reviş ü mesleği mutabassırâne ve lakırdıyı ihtiyât üzre ağır ağır söyler. Zîrâ bu kimsede olan emniyyetsizlik derece-i nihâyetdedir. 19 [s. 36 ]. Yirmi dokuzuncu resimle ilgili tahlil şair, inşası pek güzel, yumuşak huylu, anlayış ve fikir sahibi kısacası övgüye değer vasıfları olan bir insanı işaret etmektedir: Yirmi Dokuzuncu Şekl Kıyâfet-nâmesi: İşbu lehcede hilm ü dakîka-şinâslık ve isti dâd nümâyândır. Eğer bu âdem kâtib ise inşâsı a lâ vü matbû u makbûl olup muteyyebât ü mahabbet ü aşk hâllerine dâ ir şeyler yazar. Ve derin ilmlerin mu âraza vü bahsinden hoşlanmaz. Ve fünûn-ı hikemiyyenin bahs u muhâkemelerinden lezzet-yâb olamaz. Dudakların resmi şâ ir olmaklığa delâlet eder. Ve gözün üst kemiği dışarıya çıkık olmağla zihn ü akl ile hâsıl olacak işlerde ziyâdesiyle isti dâd u kâbiliyyeti ve çene dahi tabî atda sebât u mikneti ifâde eder. Muhassal-ı kelâm bu türlü sîmâ evsâf-ı memdûha ile muttasıf olanlara mahsûs olup karîha vü zekâyı dahi müfîd olur. 20 [s. 68 ]. Sonuç itibariyle üzerinde durduğumuz Kıyâfet-nâme-i Cedîde ile ilgili şunları söylememiz mümkündür: 1. Johann Caspar Lavater ( ) in Physiognomishe Fragmante zur Beförderung der Menschenkenntnis und Menschenliebe [İnsan Kişiliğini Tanıma ve İnsan Sevgisi Üzerine Fizyonomi Denemeleri ( )] adlı resimli kıyafetnamesi, tespitlerimize göre Kıyâfet-nâme-i Cedîde adıyla Türkçeye de ilk defa olarak Yûsuf Hâlis tarafından çevrilmiştir. 2. Batı dillerinden Fransızcayı bilen Yûsuf Hâlis in, eseri orijinali olan Almanca metninden değil de tercümesi olan Fransızcadan Türkçeye kazandırdığını tahmin ediyoruz. 19 Bu tahlille ilgili resim için bk. Ek Bu tahlille ilgili resim için bk. Ek 2. 14 ~ 806 ~ M. KIRBIYIK: Kıyâfetnâme i Cedîde Hakkında 3. Kıyâfet-nâme-i Cedîde, Türkçeye özet olarak kazandırılmış bir eser hüviyetindedir. VI+71 sayfanın yanı sıra numaralandırılmamış 35 resim sayfasından oluşmaktadır. Herhangi bir sayfasında nerede ve ne zaman basıldığına dair bir kayıt bulunmamaktadır. Bununla birlikte Abdülmecid in tahta çıktığı 1839 yılında ve ona ithafen tercüme edildiği anlaşılmaktadır. 

4. Eserin 2-5. sayfalarında yer alan giriş bölümü, tercüme değil de telif niteliğindedir. Besmele, hamd, salavat ile başlamaktadır. Kıyâfet ilmi ile ilgili birtakım hususları ihtiva etmekte ve bunlara ayet ve hadisler delil olarak gösterilmektedir. Bu girişte, Abdülmecid in âdeta kıyâfet ilmi verileriyle medhedildiği yedi beyitlik bir nazm da yer almaktadır. Kıyâfet ilmine vakıf olmanın, yönetim kademesindeki görevliler için zarurî olduğu izah edilmektedir. 5. Tercüme kısmının uzun sayılabilecek mukaddimesinde, kıyâfet ilmi doğrultusundaki görüşler, tespitler dikkatlere sunulup tartışılmaktadır. Yer yer kaş, göz, burun, ağız, çene, alın, göz şekilleri çizilerek vücut azalarıyla ilgili bilgiler de verilmektedir. Kıyâfet ilmiyle ilgili doğru hüküm vermek isteyenlerin, aceleci olmamaları ve dikkatlice davranmaları da tavsiye edilmektedir. 

Tercüme kısmındaki mukaddimeyi, insan yüzünde ve başında yer alan alın, kaşlar, gözler, burun, ağız, çene, yanak, saçlar ve boyun üzerinde durulan ikinci bölüm takip etmektedir. Eser, 32 farklı insan resmi ve bunların karakter tahlillerini içeren üçüncü bölüm ile sona ermektedir. Meselâ göğüs başlığı altında Geniş göğüs cesaret demektir, dar göğüs korkaklık ve zihin hastalıklarına eğilimli olmak demektir 9 ifadeleri yer alır. Kitabın bundan sonraki kısmında bahsi geçen kıyâfet-nâmenin Osmanlıcadan Lâtin alfabesine aktarımı, sadeleştirilmiş şekli ve İngilizcesi yer almaktadır. Metinde yukarıda İnsan Organlarının Özellikleri ve Anlamları kısmında sıralanan unsurlar açıklandıktan sonra padişahlar ve bunların şemâili hakkında bilgiler aktarılmaktadır. Meselâ Sultan Osman Gâzî Hân bahsinde orta boylu, yassı bağırlı, geniş göğüslü, zarif boyunlu, ayakta iken kolları dizlerine ulaşır, 7 Kıyafet-nameler, s Baskısı tükenen kitaba ulaşılamadığı için bilgi verilemedi. 

Kıyâfetü l-insâniyye fî şemâ ili l-osmâniyye, s. 26. 6 338 TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r davudi sesli, konuşması çok güzel ve tatlı dilli, siyah ince kaşlı, koyu ela gözlü, koç burunlu, güzel seyrek sakallı, bıyıkları yiğitler gibi aşağı doğru çekik, dişleri iriydi, tok sesi arslanı andırırdı 10 açıklamaları yapılmaktadır. Padişahlar bu şekilde sıralandıktan sonra eser, index ile sona ermektedir. vi. Kıyâfetü l-insâniyye fî şemâili l-osmâniyye, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Eser, bir önceki maddede kısaca tanıtılan Seyyid Lokman Çelebi nin eserinin İngilizce tercümesidir. Eser, bir önceki maddede özetlenen muhteva sıralandıktan sonra metnin tıpkıbasımıyla sona ermektedir. B. Matbû Arap Harfli Türkçe Olanlar i. A vân-zâde Mehmed Süleymân, Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme, İstanbul: Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaası, Eserin içinde Kıyâfet-nâmeye Dair Birkaç Söz, İlmü l-esârîr - İlmü l-ektâf - İlm-i kıyâfetü l-beşer gibi bölümlerin yanında Tatarlar, Çinliler, Japonlar, Siyamlılar, Birmanyalılar, Malezyalılar, Hintliler, Bengalliler, İranlılar, Araplar, Yahudiler, Rumlar, Habeşiler, Kongolular gibi başlıklar altından çeşitli milletlerin genel görünüm ve karakterleriyle ilgili bilgiler verilmektedir. 

Bunların yanında İnsan-Erkek, Kadın, Kadınlarda Dimağ, Mukayese-i Zükûr u Nisvân, Sîmâ-yı Urûk, Sîmâ-yı Milel, Mizâc, Ailelerin Fizyonomisi, Hastalıkların Fizyonomisi, Yaşların Fizyonomisi, Kıyâfet-nâmeden İstifâde gibi başlıklar da yer almaktadır. Eserin girişinde özellikle yazarın kıyâfet ilminin faydalarına dair verdiği bilgiler dikkat çekmektedir. Buna göre, İlm-i kıyâfeti bilen ve öğrenen bir adam, dostunu düşmanını pek kolay tanır, ona göre muhitinde bulunan insanlarla münâsebete girişir ve bu sâyede ticârette, sanâi de, umûr-ı idârede, siyâsette, mesâ il-i içtimâ iyyede el-hâsıl her şeyde dâimâ mahzar-ı sühûlet ve muvaffakiyet olur. 

İşleri bir intizâm-ı tâm dâhilinde cereyân eyler. 11 ii. Hüseyin Şakir, Firâsetü l-hikemiyye fî Kıyâfeti l-insâniyye, İstanbul, Nakşibendî tarikatına mensup Hüseyin Şakir in yazmış olduğu bu mensur kıyâfet-nâmenin girişinde yazar, eseri yazış sebebini şöyle anlatmaktadır: Kıyâfet-i insâniyye bahsi ya ni insânın hâvî ve müştemil olduğu a zâların i tidâl ve inhirâfları insânda olan sıfât-ı muhtelife ve ahlâk-ı mütebâyineye alâmet olduğu bahsleri ba zı kütüpte beyân olunmuş ise de lîkin insânın zât-ı hilkatinde a zâlarının i tidâl ve inhirâfları ne sebepten dolayı olduğu beyânı meskût-ı anha bırakılmış, hâtime-i velâyet-i Muhammediyye ve tercüme-i ulûm-ı ledüniyye olan hazret-i Şeyhü l-ekber kaddesalâhu bi-sırrıhi l-athar hazretlerinin ba zı kütübde mübeyyen olan bahsleri ve meskût-ı anha bırakılan sebebleri ve 10 A.g.e., s Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme, s. 3. 7 

K yâfet-nâme ler Hakk nda Bibliyografya 339 i tidâl-i a zâ ve inhirâf-ı a zâda vâkı diğer i tibârât-ı dakîkaları Fütûhât-ı Mekkiyye nin yüz kırk sekizinci bâbında tarz-ı garîb ve nehc-i acîb üzre serd ü beyân etmiş ve hadd-i zâtında bâb-ı mezkûru mütâla a menâfi -i kesîreye müfîd olup ancak kitâb-ı şerîf-i mezkûrun medlûlât-ı kudsiyyesi nikâb-ı elfâz-ı Arabiyye ile mestûr olmakla âşinâsının gayrıya yüz göstermediğinden umûm-ı menfa at kastıyla bâb-ı mezkûr bir mukaddime, iki matlab ve bir hâtime üzerine tertîb olunarak lisân-ı Türkîye tercüme olunup tercüme-i mezkûre Firâsetü l-hikemiyye fî kıyâfeti l-insâniyye nâmıyla tesmiyye olundu. 12 Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere bu eser İbni Arabî nin el-fütûhâtü l-mekkiyye si nin kıyâfet ilmiyle alâkalı 148. babının tercümesidir. iii. Mustafa Hâmî, Fenn-i Kıyâfet, İstanbul, Hacimsiz bir eser olan bu kıyâfet-nâmede Fenn-i kıyâfetin bir vech icmâl-i beyânı başlıklı kısımda kıyâfet ilmiyle ilgili birkaç sayfalık bilgi verilmekte daha sonra vücut azâlarının bu ilimle ilgili yorumlarına geçilmektedir. 

Bu yorumlar aşağıdaki gibi başlıklara ayrılmıştır: Re s-i insandan teferrüs olunan keyfiyyet beyânındadır, Re s-i insanın hey et ü vaz ından teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Vech-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Cebhe-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, İnsanın şakağından teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Hevâcib-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Çeşm-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Çeşm-i insanın bebeğinden teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Enf-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Fem-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Ârız-ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Fek-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Lihyei insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Unk-ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, 

Menkib-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Sadr-ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Asla - ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Şid-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Batn-ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Pâzû vü fahz-ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Sâk-ı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Yed ü kadem-i insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Cilt ve şa r-ı insanın levninden teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır, Sadâ-yı insandan teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır ve İnsanın etvâr u hareket ü remz ü işâretden teferrüs olunan keyfiyyât beyânındadır. Misal olarak sakalla ilgili verilen bilgiler şu şekildedir: Sakal tüylerinin yumuşak ve parlakça olması heves-kâr u şûrîde-i aşk u tab ı mülâyim ü mûnis olmasına kalın ve rengi siyâh olmaklığı şedîd ü hadîdü l-mizâc olmasına ve sert ve dikçe olması sert-meşreb ü gazûb u anûd olmasına delâlet eder. 13 Eserin 12 Firâsetü l-hikemiyye fî kıyâfeti l-insâniyye, s. 3, Fenn-i Kıyâfet, s 8 340 TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r sonunda yer alan şu ifadeler ise kıyâfet ilmine bakış tarzını göstermesi itibariyle önemlidir: 

Kişinin tavr u hareketi ve remz ü işâreti yâ tabi î veyâhûd kesbî olur. İmdi beyân olunduğu üzre tabi î olanların tavr u hareketlerinden keyfiyet-i hâlleri ma lûm olur. Velîkin kesbî olanların keyfiyet-i ahvâli be-gâyet ihtilâf üzre idüginden hakîkat hâlleri ma lûm olamayacağından fenn-i firâset-i istimânın ilm ü ameliyesini lâyıkı vechle tahsîle menûtdur. Yoksa hod-be-hod insanın etvârında keyfiyet-i hâlini ya ni sıfat-ı müstahsene veyâ gayr-ı müstahsene üzredir diye hükm-i kat î câ iz değildir. 14 iv. Tâhir Ömer-zâde Yûsuf, Kıyâfet-nâme-i Cedîde, İstanbul, Eser bir giriş ve mukaddime-i kitap bölümlerinden sonra vücut azâları hakkında kıyâfet ilmi doğrultusunda verilmiş bilgilerle devam ediyor. Eser Der beyân-ı ahvâl-i cebîn, Der beyân-ı ahkâm-ı ebruvân, Der beyân-ı ahkâm-ı çeşm, Der beyân-ı ahkâm-ı enf, Der beyân-ı ahkâm-ı dehân, Der beyân-ı ahkâm-ı zekan, Der beyân-ı ahkâm-ı izâr, Der beyân-ı ahkâm-ı gîsuvân ve Der beyân-ı ahkâm-ı gerden başlıklarından müteşekkildir. 

Tenbih başlığının ardından, 32 çeşit insanın kıyâfet ilmine göre karakter analizlerinin yapıldığı ve analizi yapılan tiplerin kara kalem resimlerinin yer aldığı bölüm bulunmaktadır. Bu insan tipleri Birinci şekl kıyâfet-nâmesi beyân olunur veya İkinci şekl kıyâfet-nâmesi başlıklarıyla birbirinden ayrılmıştır. Meselâ ikinci şekl kıyâfet-nâmesi başlığı altında şu ifadeler yer alır: Muktezâ-yı kıyâfet kullanılacağı maslahatlarda gâyetle ibrâz-ı şetâret ve liyâkat edeceği ve başın yukarı tarafı pek yüksek olmak ashâb-ı dikkat ve efkâr-ı amîka erbâbına mahsûs olup gâyet derîn ve fikr ü dikkate muhtâc ulûm u fünûnu kolaylıkla tahsîle ve keskîn bir mühendis olmakla salâhiyyeti olur lîkin san at-ı i câz üzere inşâ ve şi rde aslâ kâbiliyeti olamaz ve on beşinci şekilde olan nişâneler gibi sebât ve metâneti îcâb eder hâlât bulunmadığını ve gâyetle demevî mîzâç olduğundan zevk ve safâya meyli olup ve ekseriyâ zevki için maslahatlarından geriye kalır. 

II. Makaleler i. Şahmurat Arık, Ahmet Midhat Efendi nin Romanlarında Kıyafet İlminin Tesirleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,c. XXX, İstanbul, 2003, s Makalede kıyâfet ilmiyle ilgili kısaca bilgi verildikten sonra, bu ilmin sadece Doğu ya has olmadığı, Batı da da fizyonomi karşılığıyla bulunduğu; fizyonominin tıp, sosyoloji ve psikolojiye tesir ettiği; Tahsin Yücel in Balzac ın roman kahramanları üzerine hazırladığı, İnsanlık Güldürüsü nde Yüzler ve Bildiriler adıyla neşrettiği tezinin konuyla ilgili önemli bir çalışma olduğu belirtilmektedir. Ya- 14 A.g.e., s.30. 9 K yâfet-nâme ler Hakk nda Bibliyografya 341 zının geri kalan bölümünde çalışmada Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı nın kıyâfet-nâmeleri esas alınarak sırasıyla baş, diş, dudak, göz, ses, renk, çehre unsurlarıyla ilgili olarak bu kıyâfet-nâmelerde ve Ahmet Midhat Efendi nin romanlarında verilen hükümler incelenmiştir. 

Araştırmacı Bu çerçevede Ahmet Midhat, eserlerindeki bazı şahısları, kıyafet ilminden anlayan diğer kahramanların gözüyle irdeler ve birçok insanın suret ve sîretini, hem kendi nazarıyla; hem de roman kahramanları vasıtasıyla okuyuculara nakleder. Bütün bunlar da yazarın kıyafet ilminden ne derece etkilendiğini sarih bir surette ortaya koymaktadır ifadeleriyle makalesini bitirmektedir. ii. Âmil Çelebioğlu, Kıyâfe(t) İlmi ve Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdî İle Erzurumlu İbrâhim Hakkı nın Kıyâfet-nâmeleri, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Ahmet Caferoğlu Özel Sayısı, 1979, sy. 11. (Aynı yazı için bkz. Âmil Çelebioğlu, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul: MEB. Yay., 1998, s ) Konuyla ilgili en önemli çalışmalardan biri olan bu makalede kıyâfet sözcüğünün kelime ve terim anlamları üzerinde durulmakta, Türk Edebiyatında bu tarz yazılmış eserlerin Vesîletü l-irfân, Zübdetü l-irfân gibi husûsî isimlerin dışında Kıyâfet-nâme adıyla anıldıkları belirtilmektedir. 

Ayrıca bu tarz eserlerin Kıyâfetü l-isr ve Kıyâfetü l-beşer adlarıyla iki gruba ayrılabileceği de ifade edilmektedir. Buna göre Kıyâfetü l-isr; insanların, sığır, katır, merkep gibi hayvanların yollardaki ayak izlerinden bahseden bir ilimdir. Kıyâfetü l-beşer ise insanın beden yapısından ahlâkî vasıflarını tahmine çalışıldığı bir ilim dalıdır. Bu ilim dalı ilm-i sîmâ, ilm-i kef, ilm-i hutût, ilm-i ihtilâc, ilm-i iyâfe, ilm-i riyâfa gibi ilim dallarıyla bağlantılıdır. Makalenin geri kalan kısmında insanları tiplerine göre ayırmak teşebbüsünün miladdan önceki asırlara dayandığı belirtilmekte ve Hippocrates, Bergamalı Hekim Galien, Eflâtun, Aristo, Bukrat, İladus gibi isimlerden bahsedilmektedir. Hint âlimlerinin de bu konuyla ilgilendiğine temas edilmektedir. Daha sonra İslâmî devirde yazılmış olan kıyâfet ilmiyle alâkalı ilk eserin İmam Şâfiî ye ait olduğu, Yakub ibn İshak, Yuhanna ibnü l-bıtrık, Muhammed ibn Zekeriya Râzî, İbn Sînâ, Ebû Sehl Mesîhî, Ebu l-kâsım Abdülkerîm ibn Havâzim Kuşeyrî, Fahreddin-i Râzî, Muhyiddin ibnü l-arabî, Ebi Abdillah ibn Muhammed ibn Ebî Tâlibi l-ensârî ed-dımışkî nin Arapça eserlerinde konuyla alâkalı bölümlerin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Farsçada ise Kemâleddin Abdürrezzak Kâşânî, Derviş Abdürrahman Mîrek, Seyyid Ali Hemedânî, Hüseyin Vâiz Kâşifî nin eserlerinde kıyafet ilminden bahsettiği söylenmektedir. 

Türkçedeyse konuyla ilgili ilk manzum eserin Bedr-i Dilşâd bin Muhammed Oruc un Murâd-nâme adıyla yazdığı eser olduğunun belirtildiği, Sarıca Kemal, Akşemseddinzâde Hamdullâh Hamdî, Firdevsî-i Rûmî, Şâbân-ı Sivrihisârî, İlyas ibn-i Îsâ-yı Saruhanî, Abdülmecid ibn-i Şeyh Nasûh, Mustafa ibn-i Evranos, Bâlizâ- 10 342 TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r de Mustafa Efendi, Nesimî, Niğdeli Visâlî, Lokman bin Hüseyn, Şeyh Ömerü l- Halvetî, Ömer Fânî Efendi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Gevrekzâde Hâfız Hasan ve Mustafa Hâmî Paşa nın da isimlerinin sayıldığı görülmektedir. Kıyâfet ilmiyle alâkalı bazı ayet ve hadisler sıralandıktan sonra Akşemseddin in oğlu olan Hamdullah Hamdi nin eseri hakkında kısaca bilgi verilmiş, eserin edisyon kiritikli metni ise son kısma ilâve edilmiştir. Manzum olan metinde reng, ruh, kâmet, et, hareket, saç, baş, cebhe, kulak, kaş, çeşm, yüz, burun, dehen, âvâz, dıhk, şefe, esnân, zekan, lihye, gerden, omuz, bilek ve el, barmak, arka, batn, incik-ayak-ökçe vb. başlıklara bölümlenmiş olan metinden sonra Erzurumlu İbrahim Hakkı nınki ile karşılaştırılması yapılmakta, İbrahim Hakkı nın metni verilip, konuyla ilgili hikâyelerle makale bitirilmektedir. iii. 

İsmail Deniz, Fizyonomi (İlmi Kıyafet), Sızıntı, Ocak 2004, Yıl: 25, sy Fizyonominin diğer bir deyişle ilm-i kıyâfetin tanımıyla başlayan makale Batı da bu ilmin uygulanışıyla ilgili örneklerle devam etmektedir. Rönesans devri hekimlerinden Paracelcus un bitkilerin dış görünümünden hareketle şifalı olup olmadığını tespite çalıştığı, Babil de tikleri araştıran ve bunları yorumlayan sokak yorumcularından bahsedildiği vurgulandıktan sonra, Aristo ve öğrencilerinin bu ilimle uğraştıkları, Zürihli din adamı Johann Caspar Lavater in yüz yorumuyla meşgul olduğu ve meşhur kişilerin yüz yorumlarına dair eserinin en çok satan kitaplar arasında yer aldığı belirtilerek, İslâm dünyasında bu ilmin tarihçesi ile ilgili bilgi verilmiştir. Makalenin geri kalan kısmında Alman bilim adamı Franz Josef Gall, Cesare Lombroso, Siegfried Frey, Nalini Ambady, Robert Rosenthal ve Claudia Schmölder gibi ilim adamlarının fizyonomi ile ilgili görüşlerine yer verilmektedir. Son bölüm ise İslâm ın konuya bakışı ve bu ilimle bağlantılı olarak anlatılan hikâyelere ayrılmıştır. 

Bu kısımda özellikle İmam Şâfiî den alınan bir hikâye üzerinde durulmaktadır. iv. Abdülkadir Erkal, Kıyafetnâmeler Üzerine, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 1999, sy. 13, s Makalede kıyâfet kelimesinin kökü ve mânâları verildikten sonra, ilim olarak bunun kıyâfetü l-isr ve kıyâfetü l-beşer şeklinde iki gruba ayrıldığı, Taşköprüzâde ye göre kıyâfet ilminden doğan ilimlerin ilmü ş-şemât ve l-hayâlân, ilmü l-kef veya ilmü l-esrârir, ilmü l-ektâf, ilmü l-irâfe, ilmü l-ihtilâc, ilmü l-ihtidâ bi l-berâri ve l-akfâr, ilmü l-riyâfe, ilmü l-nüzûli l-gays, ilmü l-isr olduğu, Arapçada kıyâfet ilmi karşılığında firâset kelimesinin kullanıldığı, Hicr ve Bakara sûrelerinde bu ilme işaretler bulunduğu ifade edilmektedir. Makalenin kalan kısmı Tarihi Türk Edebiyatında Kıyafetname ve Kıyafetnamelerin Toplumdaki Psikolojik Etkileri başlıklarına ayrılmıştır. İlk bölümde Hipokrat, Bergamalı Hekim Galen, Katip Çelebi, Osmanzade Taib, Eflatun, İmam Şafiî, el-kindî, İbnü l-bâtık, Muhammed Zekeriya, İbn Sina, Fahrüddin Razi, Taib Ensari Dımaşkî, Keşanî, Mîrek ve Hemedani nini konuyla il- Kıyâfet-nâme ler Hakk nda Bibliyografya 343 gili çalışmalarına temas edilmektedir. 

İkinci bölümde ise Bedr-i Dilşad, Sarıca Kemal, Hamdullah Hamdi, Firdevsi-i Rumî, İlyas ibn-i İsa-yı Saruhanî, Abdülmecid ibn-i Şeyh Nasuh, Mustafa ibn-i Evrenos, Balizade Mustafa, Niğdeli Visalî, Lokman bin Hüseyin, Şeyh Ömerü l-halvetî, Ömer Fani Efendi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Gevrekzade Hafız Hasan, Mustafa Hami Paşa nın Türkçe kıyâfet-nâmeler yazdıklarından bahsedilip, Hamdullah Hamdi, Niğdeli Visalî ve Erzurumlu İbrahim Hakkı nın kıyâfet-nâmelerinden kısaca söz edilmiştir. Son kısımda Kıyafetnameler, çağlarının ve ait oldukları Osmanlı toplumunun insanının estetik görünümüyle ilgili ölçü ve değerleri, güzellik anlayışını büyük ölçüde yansıtmaktadır. Kıyafetnamelerin bir şekli olan el falı, yüz falı veya ilmü l-simya da bu amaca yöneliktir yorumunda bulunulmuş, Osmanlı toplumundaki ideal ölçülerin ilk kaynağının İslâm ülkelerinden geldiği belirtilmiştir. Makale çeşitli şairlerden verilen misallerle sona erdirilmiştir. v. Ahmet Kartal, Şeyh Baba Yusuf (?-öl. H. 918, İstanbul) un Kıyâfet-nâmesi, Akademik Bakış, Kış 1998, sy. 4, s 

Bu makalede kıyafet kelimesi üzerinde durulduktan sonra, bu ilmin tarihçesine kısaca temas edilmekte, Arapça, Farsça ve Türkçede konuyla ilgili yazılmış eserlerin isimleri sıralanmaktadır. Daha sonra Baba Yûsuf un Mevhûb-ı Mahbûb isimli eserinin içinde Nasihat-ı Dil-pezîr başlığıyla yer alan kıyâfetnâmeden bahsedilmektedir. Buna göre manzûme Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün kalıbıyla yazılmıştır. İbn-i Arabî nin el-fütûhâtü l-mekkiyye adlı eserinden istifade edilerek oluşturulan bu 67 beyitlik metin, makale sonunda yer almaktadır. Buna göre bu kıyâfet-nâme, Firâsetden sana eyleyeyin pend /Bu pende gûş urursan iy hıred-mend beyti ile başlamakta ve Ulular pendini eyleme zâyi /Budur İslâm olasın nusha kâni beytiyle sona ermektedir. vi. Mine Mengi, Kıyafetnameler Üzerine, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1977, s Makalede, kıyâfet ilminin ruhbilimin fizyotipoloji dalını ve tıbbın bazı dallarını ilgilendirildiği belirtilmekte, halk inançlarıyla alâkalı olması vesilesiyle etnoloji ve folklorla bağlantılı olduğu ifade edilmektedir. 

Kıyâfet kelimesinin anlamları üzerinde durulduktan sonra, Hamdullah Hamdi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı nın kıyâfet-nâmeleri tanıtılmaktadır. Her iki eserin ortak işlenişiyle ilgili tespitler, halk arasında konuyla ilgili yaygın bazı görüşler, atasözlerinde kıyâfet ilminin dile getirilişi, ruhbilimin kıyâfet ilmi ile ilgisi makalenin geri kalan kısmında incelenen konulardır. vii. Mehmet Serhan Tayşı, Kıyâfet İlmi ve Seyyid Lokman Çelebi nin Kıyâfetnâmesi, İslâm Medeniyeti, 1979, c. IV, s 344 TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r Kıyafet Kelimesinin Etimolojik Tedkiki, Kıyafe(t) İlmi, Kıyafet İlminin Tarihi Gelişimi ve İstanbul Kütüphanelerindeki Nüshaları, Kıyâfet-nâme mizin Müellifi Seyyid Lokman Çelebi nin Hâl Tercümesi, Seyyid Lokman Çelebi nin Eserleri, Kıyâfetü l-insâniyye fî Şemâili l-osmâniyye gibi ana başlıklara ayrılmış olan makalede Seyyid Lokman Çelebi nin Hüner-nâme, Selîm-Şehnâme (Şehnâme-i Selîm Hân), Zübdetü t-tevârîh (Tûmâr: Neseb-nâme-i Hümâyûn), Silsilenâme gibi eserleri kısaca tanıtılmıştır. 

Kıyâfet-nâmenin Avrupa ve İstanbul kütüphanelerindeki nüshaları sıralanmış; Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî, Tarih, nu: 1216 daki nüshası tafsilatıyla tanıtılarak buradaki metinde bulunan yüz, hâl, ten rengi, göz, ebrû, saç ve kıllar, baş, alın, kulak, zülf, burun, ağız, dudak, dişler, dil, ses, nefes, gülüş, sakal, çene, gerdan, beden, boy-endam, göğüs, omuz, karın, kollar, el-pençe, parmaklar, tırnaklar, kaburga-ayak kemikleri, göbek, oyluk, avuç, endâm, baldır ve ayak gibi unsurlar hakkındaki görüşlere yer verilmiştir. III. Tezler i. Ayşe Bilgiç, Kıyafetnameler Üzerine Bir Araştırma, Mezuniyet Tezi, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü, ii. Serpil Bülbülan, Hamdullah Hamdi ve Kıyafetnâmesi, Mezuniyet Tezi, Ankara Üniversitesi DTCF, Hamdullah Hamdi nin Kıyafet-nâmesi üzerinde yapılmış bir lisans çalışmasıdır. İçinde, Bibliyografya, Hamdullah Hamdi nin Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Eserleri, Kıyafet-nâme Hakkında Bilgi, Metin (Transkripsiyon ve Karşılaştırma), İndeks ve Metin kısımları mevcuttur. Eserin dört nüshası tespit edilmiştir. Bunlar Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Böl., nu.3613; İstanbul Üniversitesi Ktp., TY.1883/9; Millet Ktp., Ali Emirî Böl., nu.563; Ankara Eski Eserler Ktp., nu.1717 de bulunan nüshalardır. 

Çalışmada adı geçen ilk nüsha esas alınmış ve bu yazmanın yedi varağının fotoğrafı sona eklenmiştir. iii. Hülya Demiray, Kıyafet el-insaniye fî şemâil el-osmaniyye, Mezuniyet Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk İslâm Sanatı Kürsüsü, Çalışma Lokman Çelebi nin kıyâfet-nâmesinin sanat tarihi açısından önemi ve estetik değeri üzerinedir. Eser Hakkında Genel Bilgi kısmında 15 Teze sayın Prof. Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu nun vefatı dolayısıyla ulaşılamamıştır. 16 Prof. Dr. Hatice Aynur un hazırladığı Üniversitelerde Eski Türk Edebiyatı Çalışmaları künyeli çalışmada verilen Adil Erkan a ait Eski Türk Edebiyatında Kıyafetname başlıklı Yüksek Lisans Tezi (Fatih Üniversitesi, İstanbul, 2000 [Danışman: Doç. Dr. Ali Fuat Bilkan]), yapılan araştırmada tamamlanmadığı anlaşıldığından makaleye dâhil edilmemiştir. Verdiği bilgi için sayın Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan a teşekkür ederiz. Kıyâfet-nâmeler Hakk nda Bibliyografya 345 İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Müzesine Yıldız Sarayı Kütüphanesinden 2653/261 gelen Kıyafet el-insaniye fi şemâil el-osmaniye T.6087 envanter numarası ile kayıtlıdır. 

Devrin şehnamecisi Seyyit Lokman ın H. 987/M tarihli Türkçe eseri güzel bir talikle yazılmıştır. 12 sultanın portresini ihtiva eder. 64 varak olan yazmanın tam sayfayı kaplayan sağ ve sollu 12 sultan portresi 14x24 cm. ebadında ve altın yaldızla çerçevelenmiştir. Bej renkli kalın aharlı kağıt kullanılmıştır. Altın zerafşan üzerine Türkçe güzel talikle 20,5 x 33,5 cm. ebadındaki her sayfa 11 satır olarak yazılmıştır. Devrin en meşhur nakkaşı Osman tarafından minyatürlenmiş figürler iri olarak yapılmış, canlı renkler kullanılmıştır. Portreler Osman I den başlayıp Orhan, Murad I, Beyazıt I, Çelebi Mehmed I, Murad II, Fatih Sultan Mehmed, Beyazıt II, Yavuz Sultan Selim, Selim II, Murad III ün resimleri portre karakterindedir. Kıyafetleri XVI. yüzyılın zengin kumaş desenlerini yansıtmaktadır. şeklinde bilgiler verilmekte ve eserin diğer estetik özelliklerinin sıralanmasıyla tez devam etmektedir. iv. Hayyam Pûr; Manzum Kıyâfetnâmeler, Mezuniyet Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Bu mezuniyet tezinin giriş kısmında kıyafet ilminin geçmişinden bahsedilmektedir. 

Özellikle Aristo nun İskender e siyaset öğretirken firaset ilmini öğrenmesi için tavsiyede bulunduğu belirtildikten sonra, Ahlâk-ı Muhsinî de Sasanî hükümdarı Nuşirevan için bir firâset kitabının yazılmış olduğuna ve hükümdarın bu kitaba bakıp kararlar verdiğine temas edilmektedir. Bu ilmin tababette de kullanılmış olduğuna, eski zaman hükemasından bazılarının bununla uğraştıklarına dikkat çekilmektedir. Nitekim Aristo nun bu hususta yazdığı eserin Arapçaya tercüme birçok nüshasının bulunması buna delil olarak gösterilmektedir. Tezde İslâmiyet ten evvel bu ilimle uğraşan ulemânın da isimleri sıralanmıştır: 

İlk kıyâfet-nâme yazarı İmam Şafiî, Yakup ibn İshak Kindî, Yuhanna İbnü l-batrîk, Muhammet ibn Zekeriya Razi, Ebu Ali Sina, Ebusehl Mesihi, Ebulkasım Abdulkerim ibni Hevazim Kuşeyri, İmam Fahrettin Razi, Muhyittin ibni Arabi, Muhammet ibni Ebitalip Dimişki, Abdurrezzak Kaşani, Derviş Abdurrahman Mirek, Seyyitali Hemedani, Hüseyin Vaiz Kaşifi bunlar içindedir. Türkçe kıyâfet-nâme yazarları ise şöyle sıralanmaktadır: Akşemseddinzade, Firdevsi-i Rumi, Şaban Sivrihisari, İlyas ibni İsa-yı Saruhani, Abdülmecit ibni Şeyh Nasuh, Mustafa ibni Uranus, Balizade Mustafa, Nesimi, Şeyh Ömer Halveti, Ömer Fani, Niğdeli Visali Mehmet, Hafız Hasan Keverekzade, Mustafa Hami Paşa. Tezin son bölümündeyse İstanbul kütüphanelerinde tespit edilebilen kıyâfet-nâmeler tanıtılmıştır. 

Bunlar Hamdullah Hamdi nin eseri, Turtuşî Tercümesi, Sivrihisarlı Şaban, Balizad, Nesimi, Keverekzade, Şafii, Dimişki nin kıyafet- TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r namleri ile Sultan Selim namına yazılmış bir kıyâfet-nâme ve Selimağa Kütüphanesindeki kıyâfet-nâmedir. v. Cevat Yerdelen, Türk Edebiyatındaki Kıyâfet-nâmeler ve Niğdeli Visâlî nin Vesiletü l-irfan Adlı Kıyâfet-nâmesi, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Tezin giriş kısmında Kıyâfet Bilimi ve Hayat ana başlığı altında Kıyâfet Biliminin Günlük Hayata Yansıması bölümünde atasözleri ve deyimlerde bu ilmin izlerinin görüldüğü, bu eserlerde çoğunlukla insanların organ özellikleriyle ruhsal bozuklukları arasında paralellik kurulduğu, halk arasındaki uğursuzluk inanışlarının da kıyâfetnâmelerin bu yönüyle ilgili görüldüğü belirtilmekte ve örnekler üzerinde durulmaktadır. 

Siyasette Kıyâfet Bilimi bölümünde Kıyâfet-nâme yazarları eserlerindeki görüşlerin değişmeyecek gerçekler olmadığını; insanın, isterse kalıtım yoluyla aldığı olumsuz özelliklerini değiştirebileceğini söyledikleri halde halk bunlara kesin, değiştirilmesi mümkün olmayan gerçekler olarak bakmıştır denildikten sonra padişahların bu ilimden faydalandıkları ifade edilmekte, Gelibolulu Âlî nin Künhü l-ahbâr ından bir misal verilmektedir. Batı nın İnsan ve Karakter Konusuna Bakışı bölümünde İnsanları tiplerine göre gruplandırma teşebbüsünün M.Ö. V. yüzyılda Hippokrates te görüldüğü, M.S. II. yüzyılda Bergamalı Galen, Platon, Schiller gibi bilim adamlarının da konuyla ilgilendikleri, XIX. ve XX. yüzyılın başlangıcının bazı araştırmacılara göre tipolojilerin altın çağı olduğu, Fransa da Rostan, İtalya da Viola yanında Sheldon un konuyla ilgilendikleri, Kretschmer in insanları beden yapılarına göre üçe ayırdığı (Piknik Tipler-Astenik Tipler-Atletik Tipler) anlatılmaktadır. Tezde Modern Psikolojinin İnsan ve Karakter Konusuna Bakışı başlıklı kısım üç bölüme ayrılmış (Fizik Yapı-Mizaç-Biyolojik Etmenler), Prof. Dr. Mehmet Kaplan ın Tevfik Fikret i bu özelliklere dayanarak tahlili üzerinde durulmuştur. 

Kıyâfet Bilimiyle İlgili Bazı Görüşler başlıklı bölümde Taşköprüzâde Ahmed Efendi, Kâtip Çelebi, Osmanzâde Tâib Ahmed ve Mustafa Hâmi Paşa nın ilimle ilgili açıklamalarına yer verilmektedir. İnceleme kısmının Kıyâfet Bilimiyle İlgili Terimler bölümünde Kıyâfet- Kıyâfa, Kıyâfet İlmi (Physiognomy), Kâf-Mudlicî-Kıyâfet-şinâs, Kıyâfet-nâme kavramları izah edilmektedir. Kıyâfet-nâme Türünün Doğuşu ve Tarihî Gelişimi üzerinde durulmakta, Arap Edebiyatında Kıyâfet-nâme, Fars Edebiyatında Kıyâfet-nâme, Türk Edebiyatında Kıyâfet-nâme ana başlıkları dışında Kütüphanelerimizdeki Türkçe Kıyâfet-nâme Nüshaları, Yazarı ve Çevireni Belli Olmayan Türkçe Kıyâfet-nâmeler, Kaynaklarda Adı Geçen Diğer Kıyâfetnâmeler, Kıyâfet-nâme Yazarlarının Biyografileri gibi ara başlıklar yer almaktadır. Eserin son kısmı Niğdeli Visâlî ve onun kıyâfet-nâmesinin metnine ayrılmıştır. 

Kıyâfet-nâme ler Hakk nda Bibliyografya 347 IV. Konuşmalar Turgut Karabey, İbrahim Hakkı nın Kıyafetnamesi, 5 Temmuz 1985, İbrahim Hakkı yı Anma Töreni. V. Ansiklopedi Maddeleri i. D. B. Macdonald, Kıyâfet, İA, İstanbul, 1967, c. VI, s : Maddede kiyâfa kelimesinin takip etmek, iz takip etmek, peşi-sıra gitmek manasına gelen kvf kökünün birinci vezninin bir masdarı olduğu belirtildikten sonra, kaif kelimesinin yalnız eski Arabistan da yerdeki izleri takip ederek bundan mânâlar çıkaran kimseyi değil, aynı zamanda kişiler arasındaki benzerliklere, özellikle ayaklardaki benzerliklere bakarak akrabalık derecesini tespit etmeye çalışan kişileri de ifade etmek için kullanıldığına dikkat çekilmekte, bu hünerin bilhassa Mudlie kabilesine mahsus olduğu, bazı hadislerde bu ilme işaret bulunduğu, folklor dilinde kiyâfa nın el falı ve yüz falı mânâsına geldiği, buna aynı zamanda ilm al-sîmiyâ ve ilm al-asârîr de denildiği vb. bilgileri verilmektedir. ii. Mine Mengi, Kıyafetname, DİA, Ankara, 2002, c. XXV, s : 

Bu maddede Arapça kavf kökünden türeyen kıyâfet in iz sürüp gitmek, takip etmek, peşi sıra gitmek anlamına geldiği, Arabistan da yerdeki ayak izlerine bakarak iz sahibi hakkında bazı tespitlerde bulunan, kişiler arasındaki benzerliklerden, özellikle ayak benzerliklerinden akrabalık derecesini belirlemeye çalışan kimselere kâif dendiği, bu ilmin kıyafetü l-isr ve kıyafetü l-beşer şeklinde iki kolunun bulunduğu, Araplar arasında konuyla ilgili ilk eserin İmam Şafiî tarafından yazıldığı fakat bunun günümüze ulaşmadığı, bilinen ilk Türkçe kıyâfet-nâmenin Bedr-i Dilşad ın Muradnâme sinde bazı beyitler olduğu, Sarıca Kemal in eserinin mevcudu olmadığı, Hamdullah Hamdi, Firdevsi-i Rumî, İlyas b. İsa-yı Saruhanî, Abdülmecid b. Şeyh Nasuh, Mustafa b. Evranos, Balizade Mustafa, Nesimi, Visalî, Lokman b. Hüseyin, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Gevrekzade Hasan, Mustafa Hami Paşa nın konuyla ilgili eserlerinin bulunduğu, İslâm dünyası dışında Batı da da kıyafet ilmi ile ilgilenildiği, psikolojinin fizyotipoloji dalı ve tıbbın bazı dallarında psikiyatrik teşhis ve tedavi alanlarında kullanılmaya başlandığı belirtilmiştir. 

iii. T. Fahd, Kıyâfa, The Encyclopaedia of Islam, Leiden, 1986, c. V, s : İngilizce maddede kıyâfetin tanımı yapılmakta, Firâset in iki kolu olan kıyâfetü l-beşer ve kıyâfetü l-athar hakkında bilgi verilmektedir. VI. Kıyâfet-nâmelerle İlgili Başvurulabilecek Diğer Bazı Kaynaklar Aleskerli, Alesker, Yüz Okuma Sanatı-Fizyonomi-, İstanbul: Selis Kitaplar, 2003. 348 TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r Altınköprü, Tuncel, İnsan Tanımada Beden Yapısı Yüz Yapısı ve Karakter, İstanbul: Hayat Yay., Altınköprü, Tuncel, Şahsiyet Analizi, İstanbul, Altıntaş, Hayrani, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İstanbul: MEB. Yay., Anhegger, Robert, Selâtinnâme Müellifi Kemal, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 1952, c. IV, s Arfa, Giti, Fotoğraflara Bakarak Şahsiyet ve Zekâ Tahminleri Araştırması, İst. Ünv. Öğr. T. Nu Aristotales, Politika, çev. Mete Tunçay, İstanbul: Remzi Kitabevi, Barbarosoğlu, Fatma K., İlm-i Kıyafet Her Zaman Haklı mıdır?, Yeni Şafak, 8 Şubat Cunbur, Müjgân, Şemâil-i Şerîfe ve Hilye-i Nebevîler, Diyânet Dergisi Özel Sayı, Ankara, 1970, s Çelebioğlu, Âmil, Kâbus-nâme Tercümesi Murad-nâme ye Dair, Türk Kültürü, 1978, sy. 192, s D. B. Macdonald, Firâset, İA, İstanbul, 1967, c. IV, s Derman, Uğur, Yazı San atımızda Hilye-i Saâdet, İlgi Dergisi, 1970, Yıl: 13, sy. 28, s Diclehan, Şakir, 

Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı, İstanbul, Ersoylu, Halil, Fal, Fal-nâme ve Bir Çiçek Falı: Der Aksâm-ı Ezhâr, Türkiyat Mecmuası, 1997, c. XX, s Ersoylu, Halil, Fal, falnâme ve Fâl-i Reyhân-ı Cem Sultan, İslâm Medeniyeti Dergisi, 1951, c. V, sy. 2, s Ersoylu, Halil, Segir-nâme, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1985, s Ersoylu, Halil, Segir-nâme II, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1992, s Evrim, Semlin, Psikoloji Açısından Şahsiyette Bir Buud Olarak İçe Dönüklülük-Dışa Dönüklülük Sorunu Üzerine Bir Araştırma, İstanbul, Fahreddin, İskender, Fizyonomi İlmi Sima, İstanbul: Tefeyyüz Kitaphanesi, Filimun el-hakîm, Kitâbü l-firâse, Halep, Gibb, E. J. Wilkinson, Osmanlı Şiir Tarihi I-II, çev. Ali Çavuşoğlu, Ankara: Akçağ Yay., Güfta, Hüseyin, Divan Şiirinde İlim, Ankara: Akçağ Yay., Güler, H. Avni, Karekteristlik Tahliller, İzmir: Bilgi Matbaası, Hamdî, Yusuf u Züleyhâ, Naci Onur (haz.), Ankara: Akçağ Yay., Hippocrates, On the Nature of Man, J. N. Mattock ve M. C. Lyons, Cambridge, 1968, c. IV. İbrahimhakkıoğlu, Uğur, Erzurum lu İbrahim Hakkı ve İki Torunu Feyyaz Efendi ile Zakir Bey, Ankara, Kaplan, Mehmed, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar III: Tip Tahlilleri, İstanbul, Kaşlar Gözler Ne Gizler?, Akşam, 22 Haziran Kaya, Mahmut, İslâm Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi, İstanbul, Kıyafetnameler, Hürriyet, 31 Ağustos 2005. Kıyâfet-nâme ler Hakk nda Bibliyografya 349 Kocaoğlu, Barış, Yüz İnsanın Aynasıdır, Akşam, 8 Mart Köprülü, Fuad, Hamdî, İA, c. V/1, s Kretschmer, 

Beden Yapısı ve Karakter, çev. Mümtaz Turhan, İstanbul, Kurnaz, Cemal, Zaifî nin Fâl-ı Murgân ı, Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara: Akçağ Yay., 1997, s (Aynı yazı için bkz. Şükrü Elçin Armağanı, Ankara, 1988, s ) Margosyan, Mıgırdiç, İçe ve Dışadönük Tiplerin Renk Tercihine Dair Araştırma, İst. Ünv. Ktp. Öğr. T. Nu Osmanlı Kıyafetleri: Fenerci Mehmed Albüm: Ottoman Costume Book: Fenerci Mehmed, İlhami Turan (ed.), İstanbul: Vehbi Koç Vakfı, Öztabağ, Lütfi, Psikolojide İlk Adım, İstanbul, Özyıldırım, Ali Emre, Hamdullah Hamdî ve Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., Pala, İskender, Kudemânın Kırk Atlısı, İstanbul: Ötüken Yay., Sandal, Minnas, Renk ve Kişilik, İst. Ünv. Ktp. Öğr. T. Nu Şentürk, Atilla ve Ahmet Kartal, Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yay., Turhan, Mümtaz, Yüz İfadelerinin Tefsiri Hakkında Tecrübi Bir Tetkik, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yay., Uludağ, Süleyman ve Salim Öğüt, Firâset, DİA, İstanbul, 1996, c. XIII, s Yardım, Ali, Şemâil Nev inin Doğuşu ve Tirmizi nin Kitâbü ş-şemâil i, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi I, İzmir, 1983, s Yardım, Ali, Hilye-i Sa âdet: Peygamber Efendimizin Yaradılış Güzellikleri, 

Kubbealtı Akademi Mecmuası, 1978, yıl: 7, sy. 4, s Yaren, Tahir, İbn-i Sînâ da Delil, Alâmet ve Firaset Kelimeleri Üzerine Bir Açıklama, Uluslararası İbn Türk, Hârezmî, Fârâbî, Beyrûnî ve İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 9-12 Eylül 1985), Ankara, 1990, s Yerdelen, Cevat, Eski Türk Edebiyatında Türler, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 1998, sy. 10, s Yücel, Tahsin, İnsanlık Güldürüsü nde Yüzler ve Bildiriler, İstanbul: YKY., Zajaczkowski, Zwei Türkische Zuckungsbücher (Segirnâme), Folia Orientalia, Krakow, 1967, c. VIII, s VII. Sonuç ve Değerlendirme Klâsik Türk Edebiyatı nda kıyâfet-nâmeler konusunda yapılmış olan bu bibliyografya çalışmasında görüldüğü kadarıyla, bu edebî tür hakkındaki incelemeler genellikle Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdî ve Erzurumlu İbrahim Hakkı nın eserleri temel alınarak oluşturulmuştur. Fakat kütüphanelerde yaz- 350 TAL D, 5(9), 2007, M. Çak r ma hâlinde pek çok kıyâfet-nâme bulunduğu görülmektedir. 

Dolayısıyla bunlar üzerinde yapılacak çalışmalar bu edebî türün daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Diğer yandan özellikle mesnevi gibi edebî şekil ve türlerde bulunan kıyâfet ilmi ne ait izler konusunda da taramaların yapılabileceği görülmektedir. Tarihte memur alımında bile etkili olduğu tespit edilen bu ilmin, Türk halkı üzerinde derin tesirler bıraktığı, atasözlerine bile nüfuz ettiği malûmdur. Böyle olunca konuyla ilgili olarak Arap, Fars ve Türk Edebiyatları arasında yapılacak mukayeseli çalışmaların da faydası olacaktır. Nitekim kaynaklarda bu ilmin tarihçesi ile ilgili olarak verilen bilgilerin birbirini tekrardan öteye geçemediği görülmektedir. Bu arada konunun günümüzdeki boyutu da unutulmamalıdır. Fizyonomi nin ne derece kıyâfet ilmi etkisinde kaldığı konusunda yapılacak çalışmalara da ihtiyaç olduğu kesindir. 

The Kiyâfet-Nâme s: An Annotated Bibliography Müjgân ÇAKIR Abstract The term ilm-i kıyâfet refers to ways of guessing of a person s character from his ears, face or other organs. Its equivalent in the West is physiognomy a word of Greek origin. This article is about the kıyâfet-nâme genre in Turkish literature, followed by a survey of the books, articles, theses, encycylopedia entries, and conference proceedings in this field. Key Words: Kıyâfet-nâme, Firâset-nâme, Erzurumlu Ibrahim Hakkı, Mârifetnâme, physiognomy. 

K yâfet-nâme ler Hakk nda Bir Bibliyografya Denemesi Müjgân ÇAKIR Özet İlm-i kıyâfet in anlamı, insanın karakterini, onun kulakları, yüzü ya da diğer organlarından hareketle tahmin etmektir. Batı daki karşılığı ise, Yunanca kökenli bir sözcük olan physiognomydir. Bu makalede Türk edebiyatında kıyâfet-nâme literatürü hakkında kısa bir değerlendirme yapılıp, bu alanda yapılan çalışmalar kitaplar, makaleler, tezler, ansiklopedi maddeleri ve tebliğler başlıkları altında toparlanmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Kıyâfet-nâme, Firâset-nâme, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mârifetnâme, Physiognomy.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...