06 Mart 2015

SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA BİRİNCİ BÖLÜM




SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA
 BİRİNCİ BÖLÜM
Dünyayı erdemin süzgecinden geçiren gerçek aydınlara ve ezber dağıtan gerçek gazetecilereŞifre çözücü: "project democracy" 
Sivil Örümceğin Ağında Toplumsal Dönüşüm Yayınları: 
242 Araştırma ve İnceleme: 84 Yazan Mustafa Yıldırım Yayınevi Kurucusu Hayri Bildik Genel Yayın Yönetmeni Hatice Bahtiyar Yayın Hakları: ©copyright Toplumsal Dönüşüm Yayınları ve Mustafa Yıldırım e-posta toplumsaldonusum@superonline.com ISBN 975 - 6448 - 43 -1 1. Basım Mayıs 2004 Genişletilmiş 2. Basım Mayıs 2004 Genişletilmiş 3. Basım Ağustos 2004 Genişletilmiş ve Güncellenmiş 4. Basım : Ocak 2005 Genişletilmiş ve Güncellenmiş 5. Basım : Şubat 2005 Kapak Tasarım Yusuf Aslan Genel Dağıtım KARDAK kardakegitim@ttnet.net.tr Narlıbahçe Sok. No: 6 Cağaloğlu- İstanbul Baskı-Cilt Can Matbaası İstanbul

İnsanlığın güzel geleceği için savaşımın bireysel mutluluğun biricik kaynağı olduğu bilinciyle katkıda bulunmayı sürdüren ve yarı yolda bırakmayı akıllarından bile geçirmeyen insan gibi insan dostlarıma çok özel teşekkürler. Gün olur, onların adlarını da yazabilecek denli güvenli bir ortama kavuşuruz.

JINSA Jewish Institute for National Security Affairs 
KADER Kadın Dayanışma Derneği 
K-CIA Korean CIA LID League for Insdustrial Democracy MEMRI Middle East Media Research Institute MEQ Middle East Quarterly MUSİAD Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği MCC Müslim Community Center NDI National Democracy Institute (ABD Demokrat Partisi örgütü) NED National Endowment for Democracy NDRI Network of Democracy Research Institutes (NED'e bağlı) NJC National Jewish Coalition NSC National Security Committee OSI Öpen Society Institute (George Soros) PACMC President's Advisory Committee on mediation and Conciliation PI Pueblo Institute PRODEM CA Friends of the Democracy Centre in Central America RAND RAND Corporation RIIA Royal Institute of International Affairs (İngiltere) 
SAV Stratejik Araştırmalar Vakfı 
SODEV Sosyal Demokrasi Vakfı Soros F Soros Foundation 
TDV Türk Demokrasi Vakfı 
TESAV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı 
TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı TOBB Türkiye Odalar Borsalar Birliği TOSAM Türkiye Sosyal Sorunları Araştırma Merkezi
 TOSAV Türkiye Sosyal Sorunları Araştırma Vakfı TUSİAD Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği TÜSES Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı 
UC Unifıcation Church (Moon) VIU Virginia International Univercity 
W!NEP Washington Institute for Near Esat Policy 
WTO world Trade Organization 
WWC Woodrow Wilson Centre Fdn. Foundation Inst. Institute İst. İstanbul 

4. BASIM İÇİN Savcı Danilo Anderson, Venezuela'da yapılan serbest seçimlerde büyük oy farkıyla devlet başkanlığına gelen Chavez yönetimine karşı 2002'de düzenlenen darbeyi soruşturuyordu. Darbeye ABD'den para aldığı kanıtlanan subaylar, Amerikan devletinin hazinesinden beslenen NED'in parayla ve elemanla desteklediği dernek, vakıf, moda adlandırmayla sivil toplum örgütleri, Amerikan güdümlü sendikalar, Venezuela'da serbest pazar idealine ve Amerikan şirketlerine bağlı işadamları, işadamlarının medyası katılmıştı. Darbe Venezuela halkının büyük isyanı sonucunda amacına ulaşamamış ve subaylar ABD'ne kaçmışlardı. Savcı Danilo Anderson, ABD ile sivil örgütler arasında oluşturulan parasal bağları ve CIA ilişkilerini dosyaladı. Soruşturma açtığı kişi sayısı 400'ü bulmuştu. 'Şeffaflık' ve 'demokrasi' ideallerine bağlılığı propaganda eden ABD siyasi partilerine, sendikalarına, işadamı örgütlerine, George Soros gibi piyasa karıştırıcılarına bağlı sivil(!) örgütlerin askersel darbeye katılmalarını şaşırtıcı bulanlar olabilir. Bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü ülkeleri dışardan kuşatan ve içerden ele geçirerek doğal kaynaklarına, iç pazarına, işgücüne el koymak isteyen büyük şirketler, büyük para piyasası çetelerinin güdümündeki devletler amaçlarına ulaşmak için demokrasi ve özgürlük cilasıyla örtülmüş maskelerini gerektiğinde bir kenara atarak kanlı işlere girişebilmektedirler. Bunu kanıtlamaya gerek yok. 

Çünkü sözde sivil örgütleri yönetenlerin geçmişlerine bakmak yeterlidir. Demokrasi oyunuyla hazırlanan darbeyi soruşturan Danilo Anderson bir büyük mağazanın önünde silahlı saldırıya uğradı. Bu saldırıdan kurtulmayı başaran Anderson iki hafta sonra, 18 Kasım 2004'te Caracas yakınlarında arabasına konulan bombanın uzaktan patlatılmasıyla öldü. ABD elçiliği suikastı kınamakta gecikmedi. Demokrasi ve liberal iktisadiyat perdesinin arkasında örülen ağın nereye ulaştığını bilmeden olayları algılamak ve olabilecekleri öngörmek olanaksızdır. Salt düşünsel, bilimsel, siyasal ilişkilerle durumu aydınlatmak da olanaksızdır. Sivil ilişkileri besleyen para akışını görmek gerekiyor. Sanatçı Mark Lombardi de böyle düşünüyordu. Bizim gibi kitap yazmak yerine Lombardi, parasal ilişkileri resimle birleştirdi ve şebekenin haritasını, para kanallarını tablolara geçirdi. Örneğin George Bush Jr.'un yönetiminde yer aldığı Harken Energy firmasının Suudlara, Osama Bin Ladin'e ulaşan para kanalını resmetti ve bu işin içine bir de CIA görevlisi James Bath'ı yerleştirdi. Irak'a satılan biyolojik ve kimyasal silah hammadde ticaretini, nükleer teknoloji transferi için ABD tarafından garanti edilen 5 milyar doları, mafya bankalarının çizgilerinde dolaştırdı. Mark Lombardi resimlerini sergiledi. FBI bazı tabloları alıp götürmek istedi. Müze yönetimi izin vermedi. Bu olaydan kısa bir süre sonra Lombardi atölyesinde boynundan asılmış olarak bulundu.
------------
Bu tür ölümlerin ardından yapılan yalın açıklama yinelendi: "Lombardi manik depresyon yaşıyordu..." Uzaklarda böyle oluyor da ülkemizde başka türlü mü gelişiyor? Kimin elinin nerelere ulaşabildiğini mahkeme tutanaklarından okuyalım: "Sanık Rüştü Aytufan söz isteyerek diyerek 3 sayfalık dilekçesini okudu, ibraz etti, okundu, dosyasına konuldu."[1] Sanık el yazısıyla kaleme alıp mahkemeye sunduğu üç sayfalık dilekçesinde "Bugün ABD Güvenlik Müsteşarı ve CIA tarafından sorgulanmak üzere alınabiliyorsam, yarında(da)İsrail veya bir başka ülke heyeti tarafından alınıp sorguya mı çekileceğim?!...) Türk heyeti, Türk istihbarat teşkilatları Amerika'da, İsrail'de veya bir başka ülkede cezaevinden bir sanığı alıp, yine o ülkenin savcısının makamında sorguya çekebiliyor mu?" diye soruyor. Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili davanın tutanaklarına ve dosyasına giren bu savlarla ilgili bir başka yoruma ya da sorgulamaya rastlanmıyor. 
Think-tank' , 'düşünce topluluğu', 'atölye çalışması', 'proje', 'yuvarlak masa toplantısı', "bilimsel konferans', 'NGO' ve 'sivil toplum örgütü' adlandırmalarının bir büyük ağın düğümlerini nitelediğini görmek gerekiyor. İşte bu ağın kanlı-paralı işleyişidir ki, toplumu şu mahkeme tutanağına geçen satırlara karşın duyarsızlaştırıyor. Gazeteciler susuyor, kurumlar arkasını dönüyor. 
Bu şaşırtıcı ve akıl almaz tutum öylesine bir biçim alıyor ki, olayların içinde yaşayan kişiler ya da kuruluşlar neyi kiminle yaptığını da ayrımsamayabiliyor. Dünyanın 92 ülkesinde devlet yönetimlerine paralel yönetim şebekesi oluşturan ABD ve Batı Avrupa devletleri egemenliklerini gizliden değil, olabildiğince açıktan pekiştiriyorlar. Bunu yaparken kurdukları ya da kurdurttukları dernek ve vakıflar aracılığıyla toplumun tüm kesimlerini örgütlüyor, yasa değişikliği çalışmalarını yönlendiriyor ya da yasa tasarılarını kendileri kaleme alıyorlar. Ülkeyi yönettiğini sanan devletin kurumlarına 'reform' için para veriyor ve değişiklikleri kendi bildiklerince yönlendiriyorlar. 
Adı 1982'de ABD Başkanı Reagan tarafından "project democracy" olarak konulan operasyon Doğu Avrupa'yı çözmüştü. Gizli örgütlenmelerle Polonya karıştırılmış, Moskova'da kurulan derneklerle yönetime sızılmış ve muhalefet örgütlenmişti. Sosyalist sistemin çökertilmesinden sonra ulusal devletlerin iç düzenlerinin ele geçirilmesi ve parçalanması süreci başlatıldı. 
Türkiye gibi müttefik ülkelerdeyse, olası bağımsızlık eğilimlerini bastırmak ve devletlerin tüm ulusal çekirdeklerini yok etmek, iktisadi ortamlarını korunaksız, 1 2 No'lu DGM, 2000/102 esas numaralı 7/9/2001 Celse 15 Sayfa No: 130. yönlendirilebilir, gerektiğinde karıştırılabilir bir durumda tutabilmek için güdümlü örgütlerin desteğiyle yasal değişiklikler yaptırmayı başardılar. 

Kirli operasyonları saklı tutarken toplumun tüm kesimlerini istedikleri anda harekete geçirebilecek denli örgütlemiş bulunuyorlar. Operasyonun en önemli ayağı "çok kültürlülük" üstüne kuruldu. Başlarda "farklılıklar zenginliğimizdir" diyenleri bile şaşırtacak denli kısa bir sürede farklılıklar etnik azınlık isteklerine yükseltildi. Toplumun dinsel dayanışmasını da denetim altında tutabilmek için "Din Hürriyeti" senaryosunu büyük bir başarıyla uygulayan ABD örgütleri, dinsel topluluklarla, şeyhlerle, şıhlarla, vakıflarla ilişkilerini geliştirerek demokrasi(!) cephesine kattılar. Öyle başarılı oldular ki, Irak işgali sürecinde karşı çıkması beklenen Türkiye'nin İslamcı muhalefeti bile vurdumduymaz oldu. ‘Türban' özgürlüğü örgütlenmesiyle ve eylemlerle birlikte kurumların ve toplumun tepkileri ölçüldü. Gerektiğinde suikastlar düzenlendi. Operasyon her kesimi T.C'nin yasallığına karşı birleştirdi. 


Siyasal partiler 'siyasi eğitim' adı altında operatörlere bulaşınca topluma önderlik edecek muhalefet de kalmadı. Uzun yıllar süren araştırmalarla hazırlanan bu kitabın yayın süreci de operasyonun ruhuna uygun olarak gizli engellerle doluydu. Neyse ki, yaklaşık iki yıllık bir gecikmeyle yayımlanabildi. İlk üç basım büyük ilgi gördü ama belirli bir yanlışlığı da ortaya çıkardı. Okurların çoğu, yabancı ilişkilerini "amaçları doğrultusunda dolarla kazanılmış olan vakıflar", "kendisini parayla satmış" olan kişiler düzeyinde değerlendirdiler. Bu yaklaşımın zıttı da var. Bir konferansım sırasında "Ne olmuş canım 50 bin dolar almışlarsa" diyenlere rastladım. Ülkenin yurtseverleri iki yapraklık yayını çıkarmak için birkaç milyar bulamazken 50 bin doları küçümseyenlerin liberal satışlara nasıl kapıldığını görmek ilginçti. Oysa olay daha derindeydi. Bir ülkede yaşayanların düşünce sistemleri ele geçiriliyor, demokratik kitle örgütleri yok edilirken birkaç seçmece kişinin kurduğu dar üyeli dernekler toplumsal muhalefeti, güdümlü medya ve devlet yöneticilerinin desteğiyle gütme yeteneğine kavuşuyorlardı. Bu demek ve vakıflar dışardan aldıkları büyük devlet desteğinin karşılığını o devletin dışişlerine ulaştırılan raporlarla verdiklerinin ayırdında olmalılar. Eskilerde "casusluk" olarak nitelenebilecek bu uygulamalar şimdilerde 'demokrasi için ortak çalışma' adı altında rahatça özümsenebiliyor. Yabancıların dernekleri, vakıfları ve siyasi partileri toplum yönetiminde etkinlik sağlayabiliyor. Başkentte bile şubeler açıyorlar. Zamanı geldiğinde harekete geçip merkezi devleti ele geçirecek olan gençlik örgütlenmesi için büyük paralar harcanıyor. Konuyu "hainler" ya da "ihanet" ya da "misyonerlik" gibi dar grupların eylemi düzleminde ele alanlar hedef saptırmktadırlar.
---------------
Bunu yaparken yayılmacı devletlerin sistemlerini bu sitemin arkasındaki büyük şirketleri ve yurdumuzdaki bağlantılarını da örtmektedirler. Yayılmacı devletlerin yüzlerce yıldır sürdürdükleri kanlı işgalleri bir sistemden önce bir dine, daha sonra bir mezhebe indirgeme hüneri göstermektedirler. Hıristiyan misyonerlik girişimlerini olduğundan daha büyük gösterip karşısında İslamiyet'e dayalı bir örgütlenme ve cephe yaratarak din devleti özlemlerini yükseltmeye, laikliği yıkarak ulusal devleti parçalamaya çalışıyorlar. Ustaca yürütülen bu yönlendirme operasyonunun aktörlerinin geçmişine bakmak gerekiyor. Kitabın 1. ve 2. basımı Mayıs 2004'te ve 3. basımı Ağustos 2004'te yapılmıştı. Son üç ayda öylesine gelişmeler oldu ki, kitabı güncellemek gerekti. Güncellemeler yapılırken "demokrasi" operasyonunun salt düşünsel ve sivil(!) düzlemde kalmadığına da tanık olundu. Demokratik, serbest seçimlerle yıkamadıkları yönetimleri şiddete dayanarak yıkmaktadırlar. Savcının öldürülmesi işin hangi boyutlara ulaştırabileceğini de göstermektedir. Bu basımda Orta Asya ülkelerindeki operasyonlara, CIA'nın üniversitelerdeki örgütlenmesine, NED'in yöneticilerinin Türkiye ziyaretlerine, Venezuela'daki gelişmelerle ilgili bilgilere, 

Türkiye'de 2002- 2003 yıllarında NED parasıyla ve yerli işbirlikçileriyle yürütülen yeni çalışmalara alınan dolarlarla birlikte yer verildi. Gürcistan ve Ukrayna 'project democracy' operasyonunda para akışı ve 'proje' kapsamları birer tablo olarak eklendi. Ayrıca Moon tarikatıyla ilişkili kuruluşların kısaltılmış listesi de eklendi. Adlar dizini biraz daha genişledi ve 2600 maddeye yer verildi. Bu arada belirtmelim ki, kitabın sayfa sayısını sınırlamak üzere dizinde şirket adlarının Çoğuna yer verilmedi. Canlı olarak sürmekte olan bir operasyonu ansiklopedik bir kitaba geçirebilmek oldukça güç oldu. Daha kitap basıma giderken kanlı ya da kansız yeni olaylarla karşılaşılıyor. Kitabın okuru başka ülkelerde, örneğin Gürcistan'da, Ukrayna'da ya da bir başka ülkede Batı güdümlü muhalefet kalkışmalarını kolaylıkla çözümleme olanağına kavuşmaktadır. Çünkü operasyonun araçları da yöntemi de aynıdır. Kitapta yer verilmeyen sözde sivil örgütlerle yabancıların ilişkilerini gösteren ve gerçekten bir örümcek ağını andıran bağlantı şemalarını kitaba eklemeyi yine başaramadık. 


Çünkü böyle bir şema iki ya da üç boyutla bir düzleme yerleştirilemeyecek denli çok boyutlu olmaktaydı. Sorun görüntünün oluşturulmasında değildi elbette. Böylesi bir şema ancak çok büyük bir kâğıda geçirildiğinde okunabilirdi. Yani tıpkı Mark Lombardi'nin yaptığı gibi büyük tablolara yapmak gerekiyordu. Ne ki, okurlar böyle bir şematik bağlantıyı kendileri çiziktirebilirler. Kirli ya da saydam ilişkiler ağı fiziksel olarak görüldüğünde 'WEB' yani 'Örümcek Ağı' adlandırmasının ne denli haklı olduğu da anlaşılacaktır. Kitapta yer alan bilginin, başka ülkelere bakarken kendi ülkemizde de olmakta olanı görebilmemize ya da olacakları kolayca kestirebilmemize yardımcı olacağına inanıyorum. Kitabın ilk üç basımına değer veren ve tanıtan başta Attilâ İlhan ve M. Emin Değer olmak üzere tüm yazarlara, aydınlara, kurumlara, yürekli gazetecilere, gönülden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen dostlarıma, kitabın yayınında, dağıtımında, satışında emeği geçenlere, kitaptaki bilgileri kullanarak gençliği uyandırmaya çalışanlara teşekkür borcum bulunmaktadır. 27 Aralık 2004 M. Yıldırım
UYUMAYANLAR DA VARMIŞ 
Amerikalı Albay, kapıdan çıkarken bir an durdu ve görüşmeyi acı sözlerle noktaladı: "ABD ile Türkiye arasında Ortak Savunma İşbirliği anlaşmasına göre yapılan yardım, hibe, satış ya da herhangi bir nedenle size devredilen, bilgi, proje ya da malzemenin sahibi yalnız ve her zaman, Amerika'dır, benim devletimdir." Amerikalı albay, yüzümüze bile bakmadan, sıradan bir şeyden söz eder gibi sürdürdü açıklamasını: "Bunlar size, 'Ortak Savunma (anlaşması)'nın gereği olarak devrediliyor. Dikkat ederseniz bunların statüsü Kongre Yasasının 1/4 ve 3'üncü maddelerine göre saptanır. Buna göre de Türkiye zilyet durumdadır. Bu nedenle yasanızdaki '(..) bütçeye kaydedilir' hükmü uygulanamaz. Unutmayın ki, Başkan ya da Kongre istediği an, yardımı durdurduğu gibi o madde ya da bilgiyi geri isteyebilir." Bu olayı, 1969 başlarında Milli Savunma Bakanlığı Hukuk Müşavirliği odasında yaşamıştık. 

O günlerde daha önce imzalanmış ABD-T.C ikili anlaşmalarının, tek metinde toplanması çalışmalarını da sürdürüyorduk. Askeri yardım' başlığı altında Türk Silahlı Kuvvetleri'ni destekleme ile ilgili bir iç sorunun çözümü için toplanılmıştı. ABD Askeri Yardım Kurulu Başkanlığından gelen bir kurulla yaptığım, iki evreli görüşme sonunda; bizi koruduğuna, olmasaydı yok olacağımıza inandırıldığımız Amerikan yardımının ne menem bir şey olduğunu, bir kez daha öğrenmiştim. Amerikalı Albay, ABD Kongresi yasasını getirip veriyor ve "Alın okuyun öğrenin!" diyordu. "Biz, bu yasal gerçeği neden öğrenemedik?" diye kendimizi sorgulamayı bile düşünememiştik. Öyle yapsaydık, bugünlerin açmazına düşer miydik? 


BOŞ BİDONLAR 1969 yılı sonlarında, görevim gereği, Dışişleri Bakanlığı'nda, aylık "Ortak Savunma ve İşbirliği Koordinasyon Kurulu" toplantısında, Milli Savunma Bakanlığı adına bulunuyordum. Toplantılar, ev sahibi bakanlık müsteşarının başkanlığında yapılırdı. Toplantının yapılmakta olduğu ev sahibi bakanlığın müsteşarı Sayın Şükrü Elekdağ şunları söylüyordu:"(..)'Yardım' adıyla ya da ortak savunma için parası ödenerek alınan mallar, (her türlü silah, araç gereç vb.) her şey amacına uygun olarak değerlendirilecektir. Bu bağlamda da bu mallar o amaç dışında bir başka amaçla, örneğin Türkiye'nin kendi ulusal çıkarları için kullanılamaz. Çünkü bunlar 'Ortak Savunma İşbirliği' için gönderilmektedir." Önemsiz bir malzeme için, bu mantık ve üslupla konuşmasını anlayamamıştım.2[2] 


 Türk Genel Kurmayı her yıl sözde yardım ya da FMS kredileriyle alınacak malların listesini hazırlardı. Bu liste, USAID görevlileriyle tartışılır ve üzerinde anlaşılan mallar, yardım adı altında istenirdi. Ama bu kez işimiz satın alınan malların ambalajı olan, kullanılmış sac bidonlarla ilgiliydi. Boş bidonların, ihtiyacı olan kurumlara devredilmesini görüşülüyorduk. Biz, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı olarak, bidonları malzemeyle birlikte satın aldığımızı ve onları kullanmanın da hakkımız olduğunu savunuyorduk. Amerikalılar ise bidonların da yardım statüsünde sayıldıklarını, bu nedenle, ABD onayı alınmadan kullanılamayacağını savunuyorlardı. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sayın Elekdağ, söz aldığında, bizim, yani Türkiye'nin tarafını destekleyeceğini düşünerek sevindim. Sayın Elekdağ, ayrıca benim kentimin yetiştirdiği ve övündüğümüz bir seçkin kişiydi. Ama Sayın Elekdağ, Amerikalıların tezini yukarıda aktardığım sözlerle savunarak bizi şaşırttı. Ama biz, bir ders daha almıştık. Boş bidonları bile kullanırken ABD'nin iznini almak zorundaydık. 


Bizi haksız çıkaran şu 'Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması (OSİA)' idi. Bu olayı ele alarak parasını ödediğimiz silah araç ve gereçleri 'Ortak Savunma' alanından ayırabilmeyi umuyor, küçük bir delik arıyorduk. Amerika bu formülle, parası verilen savunma araçlarının da Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları için kullanılamayacağını savunuyordu. O günlerin Türkiye'si ne şimdiki Türkiye'ye benziyordu, ne de Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti'nin Türkiye'sine. Görüyorduk ki, Türkiye 1960'ların sonlarında kimi kurumlarınca itildiği karanlıkta, ABD'nin dümen suyunda çırpınmaktadır. 1950'lerde ABD'den süttozu kutuları geldi. Üstlerinde iki el kuvvetlice sıkışıyor. Bileklerdeyse gömlek yenleri ABD ve T.C bayrağı olarak resmedilmiş. Bu kutular, yurdun en ulaşılmaz köylerine, mezralarına dek götürüldü. Yurdumuz çocukları için ABD süttozu yardımında bulunuyordu ya da yurdumuz ABD'nin süttozuna muhtaç olarak gösteriliyordu.


 Bu süttozları bebeklere ulaştırılıyor, çocukların beynine de o sıkışan iki elin resmi kazınıyordu. O bebekler sonra bu yurdu 2 Sonradan Washington Büyükelçisi olarak ünlenen Şükrü Elekdağ, CHP yönetiminde yer aldı ve 2002 seçimlerinde CHP milletvekili oldu. yöneteceklerdi. 1940'ların sonlarına doğru başlatılan propagandayla, ancak Amerika'nın yardımlarıyla ayakta durabildiğimize inandırılma çabalarının ayıbını anlatabilmek için yazdım bunu. Bir gerçeği teslim etmeliyiz ki, Amerika genel olarak yaptığını ve yapacağını gizlemez. Yardım doktrinine esas olan kongre yasasından şu bölümü okuyalım: "Mademki Türk ve Yunan hükümetleri, ulusal bütünlüklerinin ve özgür uluslar olarak varlıklarını sürdürebilmek için gerekli mali ve diğer yardımları istemişlerdir.(..) Mademki bu ulusların, ulusal bütünlükleri ve varlıkları Birleşik Devletlerin ve bütün hürriyet sever halkların güvenliği bakımından önemli olup şu sırada yardımın alınmasına bağlıdır."


 Biz bu sözlerin, ulusal kimliğimize saldırı olduğunu düşünemedik. "Ulusal bağımsızlık savaşı vermiş bir ülkenin çocukları böyle bir aşağılanmayı nasıl kabul edebilir?" diye sormaz mısınız? Ne ki, bununla kalmıyor aşağılanmak. Birinci madde de şöyle: "ABD Kongresinin Senatosu ve Temsilciler Meclisi tarafından kanunlaştırılmıştır ki,(..) Cumhurbaşkanı Birleşik Devletler çıkarlarına uygun mütalaa ettiği zamanda, Yunanistan ve Türkiye'ye bu hükümetlerin talebi üzerine ve kendisinin tayin edeceği kayıt ve şartlarla yardımda bulunabilecektir"[3] Salt bu tek madde bile, "yardım" denilerek, nasıl bir tuzağa düşürüldüğümüzün kanıtı değil midir? 'Yardım' için, Türk hükümeti her keresinde, "Bana yardım et, ihtiyacım var" diyecek. Halkın o engin bilincine yerleşen deyişle, 'el açacak!'
-----------------------
İHTİLAL OYUNU İÇİNDE USTA İŞİ OYUN! 
ABD ikinci Dünya Savaşı sonrası, bizim gibi korumaya aldığı ülkeleri kendi ilkelerinden soyutlama politikasını bilinçle uygulamış olup, ulusal iradeleri baskı altında tutmaktadır. Önce o ülkelerin askerlerini eğitmiş, onlara ülke yönetimini üstlenecek politik yetenek kazandırmıştır. Bir ABD belgesi bunu şöyle anlatır: "Birleşik Devletlerdeki ve yabancı ülkelerdeki askeri okullarımızda ve eğitim merkezlerimizde seçme subaylar ve önemli mevkilerde bulunacak uzmanları eğitmemiz askeri yardım yatırımlarımızdan sağlanan faydaların her halde en önemlisidir. Bu öğrenciler dönüşlerinde eğitici olmak üzere kendi ülkeleri tarafından özel olarak seçilmişlerdir. Bunlar gerekli bilgilerle teçhiz edilmişlerdir. Bu bilgileri kendi bilgilerine aktaracak olan geleceğin liderleridirler. 

Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl düşündüklerini gayet iyi bilen kimselerin, liderlik mevkilerinde bulunmalarının 3 M. Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, Ek-1: "Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Sağlamak İçin Kanun," s.349 ne kadar önemli olduğunu belirtmeye ayrıca gerek duymuyorum. Böyle kimselerden dostlar edinmenin değeri ölçülemeyecek kadar fazladır."[4] 1968 yılında, MSB Hukuk Müşavirliği görevim gereği bağlı bulunduğum MSB Müsteşarı Org. Faruk Gürler bana şunları söylemişti: "Dikkatli olacaksın, toplantılar beş kişiden fazla olmamalı üç kişi idealdir. Üç kişiden biri görevli olabilir. 


El yazısı kullanılmayacak, kendi daktilonla bu konularda hiçbir şey yazmayacaksın.." Bu ilişkiden de yüreklenerek, "Paşam," demiştim, "ülkemin içinde bulunduğu koşullar karşısında tepkisiz duramıyorum. Ayrıca Atatürk'ün Cumhuriyetin ve bağımsızlığımızın korunması emrini de düşündükçe, çözüm aramaya başladım, ama ben genç bir subayım, yanılabilirim, doğru mu yaptım yanlış mı yapıyorum, beni lütfen uyarın." Yüzüme baktı ve içtenlik dolu bir sesle "Yanlış yapmıyorsun, doğru yoldasın,"diye yanıtladı. "Ohh!" dediğimi anımsıyorum, rahatlamıştım. Org. Gürler, Kara Kuvvetleri subaylarının bağlandığı bir komutandı. Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur da havacıların güvenini kazanmıştı. Silahlı Kuvvetler, 27 Mayıs'a bağlı olanlar ve "Bu anayasayla ülke yönetilmez" diyenler diye iki kampa ayrılmış; gençlerin vuruşmalarının ülkede yarattığı kargaşayı önlemek ve 27 Mayıs hareketinin eksik bıraktığı reformları tamamlamak düşüncesiyle örgütlenmişti. En azından ben ve benim tanıdıklarımın davası bu idi. Komutanların zaman zaman verdiği görevler de, benim görüşlerimi doğruluyordu. Paşa'nın verdiği güvencenin beni kurtarmayacağını anladığımda iş işten geçmişti, ama bir uyarıyı neden değerlendirmediğimi hâlâ sorar dururum. Beş kişilik grubumuz, 27 Mayısçılardan Tabii Senatör Ekrem Acuner, Milli Birlik Komitesi üyesi Numan Esin ve aynı zamanda CHP milletvekili olan Orhan Kabibay, CHP Milletvekili Fakih Ozfakih ve benden oluşuyordu. Ekrem Acuner, Faruk Gürler ile özel bir görüşme istedi. Haziran'ın sıcak bir gecesinde, evimde saat 10'da başlayan görüşme, saat ikiye dek sürdü. Paşa gittikten sonra, Ekrem Acuner öfkeliydi. "Adama bak yahu! Bana, 'Biz bu hareketi Süleyman Bey'e karşı mı yapacağız?' diye sordu!" diyerek, Paşa'ya güvenilemeyeceğini anlatmaya çalıştı. 


İHTİLÂLE BİR ADIM KALA 

Bütçe yılbaşının "1 Mart" olması nedeniyle, harekât tarihi 4 Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı, s. 155 bütçenin kabulünden sonra saptanacaktı. Bütçe gününde kabul edilmişti. Mart ayının ilk haftası hareketli geçti. "Hemen harekete geçelim!" dayatması üzerine, harekât emrinin alınması için, 9 Mart, saat 18.30 da K.K. Komutanı Org. F. Gürler, H.K.K. Org. M. Batur ve D.K.K. Oramiral Kemal Kayacan'ın hazır olacağı bir toplantı çağrısı yapıldı. Kimi generallerin de katılımıyla, harekâtın o gece başlatılması için toplanıldı. O arada Hava Kuvvetleri'nin, Harekât Dairesi Başkanı tarafından alarma geçirildiğini öğrendik. Artık, generaller dışındaki kadro harekât emri bekliyordu. 9 Mart 1971 akşamı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapılan toplantı, bir karar almadan dağıldı. O gece 11.30 sıralarında, 28. Tümen'den bir subay, telefonla aradı ve "Seni hemen görmem gerek" diyerek evime geldi. Heyecanla "Bu gece Faruk Paşa'yı tutuklayacaklar. Çünkü (28.)Tümen komutanı bizleri topladı, 'Komünist ihtilal çıkacakmış' dedi. Olağanüstü alarm verildi; bu haberi Paşa'ya iletin" dedi ve gitti. Dördümüz buluştuk. Birliklerin bulunduğu yörelere gittik. Nöbet yerlerinde ikişer asker bulunduğunu gördük. Bu alarm belli ki, bize karşı verilmişti. Emir subayı, Gürler Paşa ile ilişkimi biliyordu. Saat 01.35'de Emir Subayı'nı uyarıp, alarm olayını Paşa'ya bildirerek uyarmasını söyledik. Subay, Paşa'ya durumu telefonda anlattı. Paşa ona, "Hiç merak etmeyin alarmı ben verdim. Haydi sen de, oradakiler de gidip uyuyun" demişti. Oyuna geldiğimizi o anda anladım. 

Hele Paşanın bunları gülerek söylediğini işittiğimde, dünyam başıma yıkılmış gibiydi. Liderimiz ortak hareketimizi durduracak önlemleri almıştı. Önceden söylenenleri çözümlemeyi düşünseydik, o anın şaşkınlığına düşmezdik. Biz, komutanların bizleri, ne anlamda olursa olsun, böyle kötü bir deneyden geçireceğini düşünemeyecek kadar onlara güveniyorduk. Oysa ihtilal oyunundan bir yıl önce bize "Nasıl bir sistem kurulacak? Düşüncelerinizi bir taslak hazırlayarak bildirin" denilmişti Devrim Anayasası Taslağı adını koyduğumuz belgeyi hazırlamıştık. Faruk Paşa, bu taslağı okuyunca, sakin bir sesle şöyle demişti: "Söyledikleri kadar solda değilmişsiniz!'' Biz, 'Dickson Raporunun hedeflerinden birinin kapsamında tasfiye edilmek üzere gözetlenmiş, amaçlarımızı kendi elimizle onlara iletmiş ve yönlendirilmiş oluyorduk. Demek ki, örgütlenmemiz, çalışmalarımız onların denetimi altındaymış. 


Uğur Mumcu'nun Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan "Devrim Tarihi Okutuluyor mu?" başlıklı ve aslında Kemalizm'i savunan yazısında, 'komünist devrimi savunduğu' savıyla 12 Mart Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanması, çarpıcı bir örnek olacaktı. 'Dickson Raporu' uygulamaya konulmuş ve bir ihtilal(!) oyununa getirilmiştik.[5] Suçumuz, Türk devriminin bize emanet ettiği Cumhuriyeti ve bağımsızlığı korumak olmalıydı. Bunun Amerika'nın sözlüğündeki adı 'komünizmle hemhal (içlidışlı)' olmaktır. Biz, ihtilal girişimcileri, Atatürk'ün yaşadığı dönemde birer delikanlıydık. Bağımsızlık onuru ve gururu içimize işlemişti. Bu sorunları bilinçle inceleme ve çözme eğilimimizin yanlış değerlendirileceğini, hele kendi emirleriyle girişimlerde bulunduğumuzu bilen komutanların oyununa getirilip, tasfiye edileceğimizi düşünmemiştik! Bu kararı kimler vermişti? Bu sorunun gerçek yanıtını sonraki yıllarda öğrenecektik. Bizi, Amerikan eğitimi görmüş, bir başka deyimle 'indoktrine' edilmiş olanlar oyuna getirmişti. Yani onların gerektiğinde, "Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl düşündüklerini çok iyi bilen kimseler" tarafından oyuna getirildiklerini öğrendiğimizde iş işten geçmişti. 


Çok geçmeden, yalnızca on yıl sonra oyuna gelmenin boyutunu ABD başkanının ağzından bir kez daha öğrenecektik. 12 Eylül darbe gecesi, bir opera gösterisini izlemekte olan Başkan Carier'ın, "Bizimkiler idareyi ele aldılar" haberi verilince, nasıl sevindiğini duyduğumuzda, Washington'un olayların neresinde olduğunu daha iyi anlayacaktık. ABD'nin 12 Mart öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri içerden izlemesi, bize çok şey öğretmiştir. ABD, bizimki gibi ülkelerde, her hareketin, o ülkede çıkarlarına dokunacak her yapılanmanın içinde yer almaktaydı. 27 Mayıs'ta ABD vardır, 12 Mart ve 12 Eylül'de de vardır. Dünya egemenliği peşinde olan bir devlet yönetiminin böyle yapması da kendi "ahlak" anlayışına uymaktadır. Bu konuda belgeli çalışmalar bizi doğrular. 27 Mayıs öncesi, 12 Mart'la, 12 Eylül'de bu yöntem uygulanmıştı. 


Bu yöntemin CIA kokartlı olduğu açığa çıkmıştı. Sovyetlerin yıkımıyla, demokratik ideallerin öne çıkması, askerin devlet yönetimindeki etkinliğinin kırılması gerekiyordu. Ama Amerika için bu daha tehlikeli bir alan olacaktı. Demokrasiyi de kendi amaçları için kullanmalıydı. Bu kez oyunu 'açıklık' örtüsü altında uygulayacaktı. Bizim gibi ülkelerde demokrasinin geliştirilmesi!!) için ABD yardımı gerekiyordu. 5 Dickson Raporu, 1965de ABD Ankara Büyükelçiliğinde Savunma Ataşesi Alb. Ronald D. Dickson'un soyadıyla anılan ve bir Türk tarafından hazırlanmış belgedir. 1965 seçimlerinde A.P'nin hükümet kurmayı üstlenmesini ardından verildiği anlaşılıyor.


29 Aralık 1965 tarihli bu rapor, 07 Temmuz 1966'da, Tabii Senatör Haydar Tunçkanat tarafından Cumhuriyet Senatosunda açıklanmıştır. Rapor" sonradan inkar edilmek istenmişse de olayların gelişimi ve ABD'li Albay'ın statüsü ve rapor olayından sonra görevden ayrılması yalanlanmanın doğru olmadığın göstermektedir. Raporun şu paragrafı, 12 Mart öncesi ve sonrası uygulamalarının bu rapor doğrultusunda gerçekleştirildiğini göstermektedir: "Buna bağlı, bazı hükümet tedbirlerinin hazırlanmasına ve uygulamasına paralel olarak, rejime sadık olmayan subaylardan en tehlikelileri bir program dahilinde tasfiye edilmek üzere tespit edilmektedir. Şimdiye kadar olan değişikliklere karşı gösterilen reaksiyon, muhalefetin zayıflığının tezahürü olarak değerlendirilmektrdir
------------------------
Bu yeni yardımı anlatan bu kitabın her sayfası bize indirilmiş şamar gibidir. Rahmetli anam, biz uyurken uyanır, "Allah'a dua edenlerin yüzü suyu hürmetine aç kalmıyoruz." Der ve gece yarısı kalkar, ibadetini yapar, dokuma tezgâhında bez dokurdu. Bugün de uyumayanlar var ve onlar bizim nasıl bir tuzağa düşürüldüğümüzün resmini çekmiş, dersem, resim değil, ama öyle bir çalışma ki fazla zorlamaya gerek kalmadan, canlı bir fotoğrafa bakar gibi gerçeği görebiliyorsunuz. İşte Yıldırım uyumamış ve bize gerçeği göstermek için çalışmış. Bu kitabı okumak, içine düştüğümüz tuzağı görmemizi sağlayacak. Belki o zaman kendimizi sorgulamaya başlayabiliriz. Azıcık ulusal onurumuz kalmışsa ve gerçekleri okumayı biliyorsak; ders almayı biliyorsak. 

Oltanın ucundan kurtaramadığımız balığın, bu kez bir ağda çırpınışını seyrettirmek isteyenlere ders vermenin gününü geciktirmemeliyiz. * M. Emin Değer Ankara: 3 Ekim 2002 Cuma * O günlerde bizler 18-21 yaşlarında öğrencilerdik. Oyun perdesinin önüne sürülmüştük ve senaryonun tümünü görmemiz olanaksızdı, perdenin arkasını bilemiyorduk, ihtilal oyunlarının ayrıntısı tarihin karanlığına ve spekülasyonlara bırakılamazdı. Perdeyi araladığı ve içinde yaşamış olduğu olayları bizimle paylaştığı için, MSB eski Hukuk Müşaviri, Emekli Hakim Albay M. Emin Değer'e teşekkürler. Yazının tarihi çok gerilerde kaldı. Üç yıl önce tamamlanan ve 2002 yaz aylarında - genel seçimlerden önce- yayınlanmak üzere hazırlanan bu kitap çeşitli yayıncıların bilerek ya da bilmeyerek oyalamasıyla iki yıl gecikti. Ne ki ne yapılırsa yapılsın, hangi engeller kurulursa kurulsun, gerçeklerin gün ışığına çıkması kaçınılmazıdr. 
(M. Yıldırım) 

ŞİFRE ÇÖZÜCÜ: "PROJECT DEMOCRACY" AÇIK VE ÖZEL BİR MEKANİZMA 
"Amerika Birleşik Devletleri'nin dış ülkelerdeki açık eylemleri, örtülü (gizli) operasyonlarla desteklenmelidir." Truman National Security Directive (NSD 10/2) 2000 yılında, Türkiye'ye konuk olarak gelen Çek Devlet Başkanı Vaclav Havel'in, "Bu küreselleşme işi iyi olmadı, bir yerlerde hata yaptım; ekonomistleri dinledim" anlamına gelen sözleri üstünde duran olmadı. Vaclav Havel, Türkiye'de yaşayanların bu işin ayırımda olmamasından emin olsa gerek, eksik bilgilendirme yapıyordu. Oysa Aralık 1989'da, Vaclav Havel başkanlık koltuğuna yeni oturduğunda ülkesi, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti olarak ikiye bölünmemişti. Havel, karşısında oturmakta olan Amerikan örgütü yöneticilerinden acil bir istekte bulunmuştu: "Tavsiyelere ihtiyacımız var, burada, şimdi ve acilen... Hükümetinizden değil, seçim yasaları işini bilen profesyonellerden tavsiyelere ihtiyacımız var. Pazartesi'ye dek Prag'a birini getirebilirseniz, şahane olacak. "[6] Demokrasi ve özgürlük kahramanı olarak tanınan Vaclav Havel sanki yabancı bir devletin yerel valisi gibi merkezden istekte bulunuyor gibiydi. Bu derin bilirliğin altındaki eski yıllar operasyonunun izlerini daha sonra göreceğiz. 

Amerikalı NED (National Endowment for Democracy) operatörlerinin anayasa ve seçim yasaları hazırlanmasından sonra yapılan ilk seçimlerin ardından Havel'in ülkesi ikiye bölündü. Zamanın NED Başkanı Carl Gershman, ABD Açık Diplomasi Danışma Komisyonu'nun Ocak 1990 toplantısında, bu bölünmeye koydukları katkıyı "Çekoslovakya seçim sürecine derinden katıldık.." diyerek açıklamaktan kaçınmadı. [7] Vaclav Havel, Anıtkabir ziyareti sırasında "Şeref duydum" demişti. Göreve gelir gelmez, yabancı bir devletin örgütünden uzmanlar getirmelerini isterken ve seçim süreci aynı yabancılarca 'derinden' etkilenip ülkesi ikiye bölünürken de, 'şeref duymuş' ve varılan sonucu, "şahane" olarak nitelemiş miydi? Havel, yakınmakta 6 NDI Aproach To Democratic Developement ndi.org 2000 7 Sean Gervasi, "A Full Court Press: The Destabilization of the Soviet Union" CAQ, No:35(Fall 1990),s.26 olduğu sıkıntıların nedenini, Anıtkabirin aslanlı yolunda yürürken ve bağımsızlık onurunu simgeleyen rölyefleri izlerken, yeniden düşünmüş müydü? Yoksa "şeref duyma" sözleri, konukluk inceliğiyle mi çıkmıştı ağzından? Bunları bilemeyiz, ama 1989'daki isteğine bakılırsa, 'project democracy' ile onun iktidara gelişi arasındaki ilişkiyi çok iyi kavradığı kesin. Bu ilişki, 1991 yılında Vaclav Havel'in Kongre üyesi Dante Fascell'in elinden "National Endowment for Democracy -1991 Demokrasi Ödülü" almasıyla taçlanmıştı. Bölünmüş bir ülkenin bir parçasının devlet başkanı olan Vaclav Havel'e verilen bu ödülün gerekçesindeki kısa açıklama daha da "şeref vericiydi: "Havel, 1989'da Orta Avrupa'yı değiştiren demokratik devrimin asıl entelektüeli ve siyasi lideriydi."[8] 


AÇIK VE ÖZEL MEKANİZMA 

Amerika'dan işleme konulan "demokrasi projesi" operasyonunun dibindeki düşünce şudur: Başka ülkelerin içişlerine, siyasal ortamına, Amerika Birleşik Devletleri'nin resmi organlarınca, örneğin merkezi haber alma örgütü CIA ile doğrudan karışılması sakıncalıdır. "Anti-komünizm" ve "hürriyet-demokrasi cephesi" adı altında, hem ABD içinde, hem de dış ülkelerde, yönlendirme, örgütleme, dolaylı yönetme, kamplara bölme ve çatıştırma uygulamaları için dünyaya yayılan örgütlerin etkinlikleri, ileri sürüldüğü oranda "hür" ve tüm dünyaya ilân edildiği oranda "temiz" olmadığından, işlerin karışması elbette kaçınılmazdı. Ayrıca bu işlerin parasal kaynaklarının altından CIA’nin ve CIA ile ilişkili şirketler ile kirli işler bankerlerinin, ortaya çıkması işleri bozmaktaydı. Örtülü operasyondan açık operasyona geçişin ilk ciddi adımları 1967'de atılmıştı. CIA’nin dış ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma başlatmasıyla birlikte kurulan CCF (Congress for Cultural Freedom / Kültürel Özgürlük Kongresi) örgütü, CIA’nin oluşturduğu yayın ve konferans örtüsünü kullanarak dış ülkelerde bağlantılar ağı kurmaktaydı. Söz konusu örtünün ana yapısı, CIA tarafından yönlendirilen, Amerikan akademik dünyasında para karşılığı yarı-gizli araştırmalar ve raporlarla kurulmaktaydı. Bu durum, ABD üniversitelerinde rahatsızlığa yol açınca, 1967'de soruşturma başlatıldı. [9] Soruşturmanın sonunda, bu gibi 8 1998'in öteki ödülünü de, "contra" ve "project democracy" operasyonu sonunda Nikaragua devlet başkanlığına getirilen Violeta Chamorro aldı. NED Annual Report 1998, 5.77. 9 Akademik dünyadaki CIA bağlantıları Rampart Magazine tarafından açıklanınca, Başkan Ford, 1967'de Nicholas Katzenbach (Ford Foundation eski yöneticisi), John Gardner (OSS eski elemanı, Camegie eski başkanı, 1955- 1965), Richard Helms (CIA Direktöründen oluşan bir komisyon oluşturdu.. politik amaçlı operasyonlarda CIA bağlantısının işleri zorlaştırdığı düşünüldü. Tüm dünyada yürütülecek operasyonun finansmanı için özel kuruluşların devreye sokulması programlandı. Aslında bu sözde özel kuruluşlar, 1947'lerden başlayarak Harvard, MİT ve Columbia üniversitelerinde çok özel projelerin para kaynağını oluşturmaktaydılar. Ortalıkta görünenler, CIA elemanları ya da devletin memurları değil Ford Vakfı, Camegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi, çok uluslu şirket örgütleriydi. 

İlk geçiş aşamasından sonra, 1980 başlarında yeni bir evreye girer. Yeni tür operasyona duyulan gereksinimin nedenleri şöyle özetlenebilir: Gizli kapaklı yöntemle, ülkelerin iç dünyasını denetleme ve yönlendirme işlerinin, yarı gizli ve belirli kuruluşlarla ilişkili olarak, yürütülmesi, operasyonun etkisini sınırlandırır; işin içine kitlelerin katılması olanaksızlaşır. Yarı gizli ilişkilerin açığa çıkması, bağımsızlığına ve onuruna düşkün ilgili ülke halkının ABD aleyhine dönmesine yol açabilir. Eski yöntemlerle, gizli ilişkilerle bilgi toplamak, medyaya ve öteki kurumlara, partilere, sağcı-solcu örgütlere gizli yönlendiriciler, kışkırtıcılar yerleştirmek, hem riskli hem de pahalıdır. ABD çıkarlarına, ikircimsiz hizmet edecek yabancı hükümetlerin iktidarda tutulmaları hem büyük bir parasal harcama gerektirmekte hem de halk kitlesinin desteğini alamayan bu yönetimleri siyaseten ayakta tutmak olanaksızlaşmaktadır. Ayrıca, ABD çıkarlarına ne denli bağlı olursa olsun, bir yabancı hükümete sonsuz güven duymak sakıncalıdır. Önünde sonunda bu yabancı hükümet, bir başka dünya gücünün kendisini destekleyeceği kanısına kapılabilir; ya da denge içinde çok yönlü bir siyaset güderek bağımsız davranma düşüncesine kapılabilir ve ABD'ye olan sadakatini unutabilirdi. Bu nedenlerle, devlet merkezlerinin egemenlik araçları ellerinden alınıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıkları zayıflatılmalıydı. Ulusal yönetimler, kısa devre edilerek, dünya egemenlerinin NGO-Vakıf-Enstitü gibi örgütleri aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmek, daha ekonomik ve daha kalıcı bir yöntemdir. Bu egemenler adına bir tür uzaktan yönetimdir. İlgili ülkenin örgütleri ve kurumları, bu ilişkileri yerinden ve yerel yönetime destek olarak kabullenip, demokrasi oyununa katılabilirlerdi. İşin ABD iç siyasetinde önemli bir boyutu da, harcanacak paranın yasal, en azından kitabına uygun, olmasıydı. İlgili ülke yönetimlerinin devrilmesine yönelik etkinlikler için gereken paranın sağlanmasında, ABD kongresinin onayı gerekmektedir. Ancak, 1970'lerde Temsilciler Meclisi'nden Otis Pike ve Senatör Frank Church başkanlığındaki komisyonların soruşturması sonucunda CIA’nin içerde ve dışarda komplo gerçekleştirmesi kısıtlandığından Komisyon "açık-özel bir mekanizm.." kurulmasını önerdi. operasyonlar için para ancak yasadışı yollardan elde edilebilmiştir.[10] Nikaragua 'Contra'ları işinde olduğu gibi, şeyhlere, zengin sultanlara, kara paracılara, Contra'ların ve CIA’nin kokain trafiğini yönetmesine muhtaç kalınmıştır.[11] Örtülü ilişkilerle dolap çevirmek, soğuk savaş döneminde, "komünizm tehdidi" gösterilerek, uluslararası yasallık içinde kabul edilebilirdi. Ne ki, 'Doğu Bloku'nun çözüleceği öngörüsü gerçekleştikçe, anti-komünizm dürtüsü giderek zayıflayacak ve örtülü işlerin yasallığı da buna koşut olarak sorgulanacaktı. Oysa, ulus devletler, dünya egemenliğinin önündeki en büyük engeldi. Çünkü ulus devletler kendi topraklarının kullanımına ve iktisadi ortamına dışardan yapılacak girişimleri, dış siyasetlerinin doğrudan yönetilmesini engelleyebilirlerdi. Daha da kötüsü, yandaş yönetimlerin yerini her an daha bağımsızlıkçı yönetimler alabilirdi. Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan bu tür devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle becerilemez ve ilgili ülke insanlarının onayı alınmadan gerçekleştirilemezdi. Bu nedenlerle, 'hür dünya' işlerinden, "insan haklan" ve "din hürriyeti" bekçiliğine evirilen operasyon ile ABD'nin uygun göreceği türden demokrasiler kurulmalıydı. Demokrasi ihracını konu edinen bu incelemenin amacı, adı "project democracy" olarak Reagan tarafından konulan, 1980'lerin başından bu yana 92 ülkede uygulanan ve yeni-mandacılıların işbirliğiyle örülen WEB'de, yani 'örümcek ağı' içinde çırpınmakta olan Türkiye'de olan bitene az da olsa ışık tutmak; toplumsal-siyasal yaşamın yabancılar tarafından ele geçirilişini bir parça olsun sergilemektir. Hemen belirtmeliyiz ki, söz konusu örümcek ağının ilmiklerinde, şu ya da bu niyetle yer almış olanlar bu ağı örenlerin kimliğinden de amaçlarının tümünden de bilgili olmayabilirler. "Sivil" etiketi takınan, "saydamlığı" olmazsa olmaz ilke olarak savunan örgütler, yabancı ilişkilerini, özellikle "hibe" adı altında aldıkları parasal desteği çevrelerine topladıkları kişilerden ve toplumdan saklamaktadırlar. Bu tür destekler almak için uğraşanların, özellikle Türkiye- 10 Dış ülkelerin içişlerine karışılması tümüyle yasaklanmadı ama suikastler yasaklandı. Başkan Gerald Ford Otis Pike raporunu sansürlediyse Philip Agee sızdırılan asıl raporu yayınladı. P. Agee, On The Run, s.143. 11 Orta Amerika ve Karaibler'de CIA ajanlarından, Contra şeflerinden, devlet görevlilerinden oluşan şebekenin uyuşturucu kaçakçılığı belgelenmiş ve soruşturma raporlarıyla kanıtlanmıştır. (Central Intelligence Agency, Allegations of Connections Between CIA and the Contras TrafTıcking to the United States, 96-0143-lG Volume II;) CIA Müfettişi General Frederick Hitz Raporu'ndan Robert Parrry, Consortium News, Oct. 15, 1998; consortiumnews.com) CIA ile ilişkili Global Air pilotları, giderken silah götürdüklerini, gelirken de kokain taşıdıklarını açıklamışlardır. Joel Bainerman, The Crimes of A President, s.280.Kafkasya-Ortadoğu ve Türkiye-Kafkasya-Orta Asya'da "güvenlik" oluşturma ve "demokrasi" kurma örtüsü altında yeni koloniler elde etmek isteyen Batılı devletlerin ve kartellerin aracısı olan örgütlerle ve şirketlerle kurdukları ilişkilere dikkat çekmek gerekiyordu. Dahası, gençleri bu ilişkiler üstüne bilgilendirmenin önemli bir görev olduğu düşüncesiyle hareket edilmiş ve günümüzde moda olan Amerikan usulü sözde akademik bir dille "sistematik" yazma yerine okurun kendi yorumunu yapmasına ve gerekli sonuçları çıkarmasına yardımcı olmak amaçlanmış ve medyatik eksik bilgilendirmenin yarattığı boşluğu doldurmak için olayların sergilenmesine özen gösterilmiştir. Kesinlikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması gibi bir yöntemden yana değiliz. Ancak toplumsal yaşamımızın yabancının hesabına düzenlenmesine ve toplumun gözünün boyanmasına karşı bir uyanış sağlamanın insanlık görevi olduğu da bir gerçektir.
-------------------
DARBECİLİKTEN "GÜDÜMLÜ DEMOKRASİ' İHRACATINA 
"Avrupa'da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler tarafından parayla beslenen hükümet dışı örgütler (NGO'lar) de, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu operasyonlarda yer alıyorlar." Ralph McGehee, CIA (e) Bir zamanlar diktatörleri iktidara taşımak için her türlü kanlı ve örtülü operasyonu gerçekleştiren, her tür örgütlenmeyi "komünist örgütlenmesi" olarak niteleyen bir devletin yönetimi birdenbire demokrasinin gerçek sahibi oluverdi. Gerek kendi elemanlarını ve gerekse yandaş yönetimlerin elemanlarını Gestapo istihbaratçılarınca tasarlanmış eğitimlerden geçiren, işkence yöntemlerini öğreten aynı devlet birdenbire işkencenin düşmanı, insan haklarının yılmaz bekçisi, dünya dinlerinin ve kutsal inançların koruyucusu, eğitim özgürlüğünün biricik güdümleyicisi, kitle örgütlerinin -para kanalı oluşturmak dahil- her bakımdan kollayıcısı oluvermişti. Söz konusu devlet ve ortakları, hükümet darbelerine ortam hazırlayarak, kendi elleriyle yönetime getirmiş olduğu tiranları alaşağı etmek, ya da bağımsızlık ve bütünlük duygusunu yitirmemiş toplumların devletlerini Batı'nın her türden iktisadi-askeri girişimine açmak için "demokrasi projesi" üretiyor.[12] Dönem, kan dökücü diktatörlerin, uzaktan kumandalı yönetim düzeni olarak simgeleşen 'Filipin Demokrasisi' yerine, Washington - Londra - Berlin - Paris - Amsterdam - Brüksel - Kopenhag merkezli bir operasyonla 'güdümlü sivil demokrasi' rejimlerinin yerli yerine oturtulması dönemiydi. Böylelikle egemenler, demokrasiye geçiş sürecini de, kendileri örgütleme olanağına kavuşuyorlardı. "Ben getirdim, ben götürürüm" gibi, ya da "iti öldürene sürütürler" gibi bir şey! Diktatörlerin açık egemenliği yerine, akılları liberalenternasyonale yatmış siyasal partilerin ve ikna edilmiş seçkinlerin demokratik (!) egemenliğini pekiştirme yöntemiydi artık geçerli olan. Onca karanlık işler çevirdikten sonra demokrasiye geçiş, resmi organlar aracılığıyla gerçekleştirilemezdi. Dikta rejimlerini kuranların, diktatörlerden kurtulmak isteyenlerin koruyucusu ve destekçisi olmasının fazlaca inandırıcı yanı da olamazdı. Hesap her ne denli, "demokratik" götürme idiyse de, huylu huyundan dedirtecek girişimler de eksik edilmiyor. Örneğin Peru'da seçimle gelmiş devlet başkanı, para piyasaları cambazı Soros'un da 12 1980'li yıllarda birden bire yeni bir sosyalist program ortaya atılmıştı. Moskova'dan Sosyalist devrimin güçleri o yıllara dek İşçi Sınıfı ve Köylüler, Ulusal Kurtuluş Hareketleri ve Barış Güçleri olarak sıralanırken, Kitle örgütleri, şimdiki adıyla NGO'lar da işin içine katılıvermişti. Bu, 'Project Democracy' etkinliğine en iyi örnekti belki de .. milyon dolar katkısıyla başlatılan iç karışıklıkların ardından geliştirilen ince bir komployla uzaklaştırıldı. OPEC ülkelerinin toplantı ve karar merkezi sayılan Venezuela'nın seçimle ve büyük oy desteğiyle iktidara gelmiş olan yönetimini, Nisan 2002 ortalarında, ayaklandırılmış bir grubun yarattığı kargaşa ortamında 18 kişinin ölümünden hemen sonra, işadamları, sendika ağaları ve 100'er bin dolar aldıkları sonradan ortaya çıkan iki subay komutasındaki bir bölüm askerin de katıldığı, açık bir silahlı darbeyle devirmeye çalıştılar. Bu örneklere daha sonra değineceğiz. Şimdilik 'sivil' sıfatlı örgütlerin alınan paraları 'proje desteği' olarak niteledikleri işbirliğinin tarihsel öyküsünü özetleyelim.
 ÖRTÜLÜDEN YARI AÇIK İŞLEME GEÇİŞ VE WEB[13] 
1967 Katzenbach Komisyonu'nun önerileriyle başlatılan, vakıf ya da enstitü örtüleri altına yerleştirilmiş, yeni operasyon, öncelikle sosyalist sistemin içerden çökertilmesinde denendi. İlgili ülkelerde Amerikan yanlısı örgütler oluşturmak amacıyla, daha açık ve daha güvenli bir yöntem geliştirildi. İlk amaç, sosyalist düzenin yıkılmasının yanı sıra, yeniden kurulacak dünya düzeninde, öncellikle Doğu Avrupa'nın çözülmesini sağlama almak oldu. Ayrıca, blok dışı kalan ülkelerde bağımsız, başına buyruk yönetimlerin oluşmasını engellemek, kısacası güdümlü "demokrasiye geçişi" güvence altında tutmak amaçlandı. Yeni yöntemin yaşama geçirilmesiyle, üçüncü dünya ülkelerinin Doğu Avrupa ülkeleriyle bütünleşmelerinin, eşitliğe ve karşılıklı yarar ilkesine dayalı, bölgesel işbirliklerini geliştirmelerinin önüne geçilmeliydi. Geçiş dönemi, Batı için olmadık seçenekler yaratabilme olasılığını içinde barındırdığından beklenmedik sonuçlara yol açabilirdi. Ülkeler, karşılıklı yarara dayalı yeni ilişkiler sonunda, dünya kaynaklarının, 'uluslararası denetim' adı altında, Batı kartellerinin ellerine geçmesinin önünü tıkayabilirlerdi. ABD ve Batı Avrupa işte buna dayanamazdı. Anti-komünist dönemde ele geçirdiği güderek yönetme yetisini bir anda yitirilebilirdi. Bu durumda, ABD ve Batı Avrupa, ipleri eline almalı, gelişmeleri yönlendirmeli ve yeni döneme uygun, görünürde devletten ve devletin açık-gizli kurumlarından bağımsız, bir parasal kaynak ve yönetim merkezi oluşturulmalıydı. 1983 sonlarında ABD Kongresi'nin onayıyla NED (National Endowment for Democracy), yani Ulusal Demokrasi Fonu kuruldu. CIA emeklisi Ralph McGehee, bu kuruluşun işlevini, deneyimli 13 WEB: Örümcek ağı, İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü, 1998, s.1121 istihbaratçı söylemiyle şöyle yorumluyor: "CIA’nin ülkelerin karıştırılması operasyonlarda kullanılan birçok işlevinin NED'e transfer edilmesiyle, Demokrasi için Ulusal Fon'un kullanımına gidildi. CIA’nin örtülü eylemlerine ek olarak, Uluslararası Kalkınma Ajansı (AID) ve Birleşik Devletler İstihbarat Ajansı (USIA) da, "demokrasi yayma" operasyonlarında yer almaktadırlar. Avrupa'da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler tarafından parayla beslenen hükümet - dışı örgütler (NGO'lar) de, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu operasyonlarda yer alıyorlar. Bu tür örgütler ve ajanslar aşağı yukarı açıktaysalar da, CIA, hükümetleri destekleme ve yıkma gibi birincil rolünü elinde bulundurmaktadır. "[14] Para kaynağı, doğrudan ABD hazinesi, yani devlettir. NED ise paranın kasasıdır. Ayrıca vakıflar ile 'konsey' ya da 'enstitü' ve 'Merkez' adıyla örgütlenmiş olan seçkinler kulüpleri, AID ve hatta Amerikan sendikaları, şirketler, işadamları para havuzuna katılmaktadırlar. Batı Avrupalı siyasi vakıflar ve dernekler de ortak bütçeye sonradan katıldılar. Amaçları gizlenemeyecek denli açıktır. 

Doğu Avrupa'yı, Afrika'yı, Asya'yı, Ortadoğu'yu, Okyanus devletlerini birlikte yeniden kolonileştirmek; doğal kaynakları çok uluslu şirketler aracılığıyla yağmalamak. Yeni tür örgütlenme, 1980'lerde her ne denli COMECON ülkelerini hedef aldıysa da, ABD için önemli amaç, öncelikle Amerika kıtasında, ABD egemenliğine sıkıntı verecek bağımsız tavırlı devlet yönetimlerinin oluşumuna engel olmaktı. Bu işleri, uzunca bir süre kendi yetiştirdikleri ve darbelerle iktidara getirdikleri diktatörlerle yürüttüler. 1970'lerin sonlarında diktatörler sıkıntıya düşmeye başlamıştı. Tüm oyunlara karşın, ülkelerde diktalardan, Amerika'ya bağlı demokrasilere geçiş sağlanamıyordu. Bunun en tipik örneği Nikaragua'da yaşanmıştı. Orta Amerika'da ABD mihverinden uzak görünen, kötü bir örnek olmuştu Nikaragua. Diktatörlük yıkılmış ve halk demokrasisi kurulmuştu. İşte buna katlanılamazdı! ClA'nin yanı sıra NED örgütleri de işe karıştı ve operasyon birkaç yılda tamamlandı. Çoğulcu demokrasi adı altında, ABD çıkarlarına uygun yeni bir düzen kurulması, yarı açık demokrasi operasyonunun ilk ve en önemli örneği oldu. ABD Temsilciler Meclisi'nin 13 Temmuz 1993 birleşiminde, 14 Ralph McGehee, 25 yıl ClA'da çalıştı. Vietnam, Laos ve diğer Hindiçin ülkelerindeki CIA istasyonlarında görev yaptı. Emekli olduktan sonra, bu çalışmalarını "deadly deceit; my 25 years in the cia" kitabında yayınladı. McGehee, bir süre daha CIA ile ilgili veri-tabanı çalışmaları yaparak "internet"te ve disketlerde yayınladı. Ancak, güvenlik elemanlarının tacizinden kurtulamadı. Bu durumu bir dilekçeyle ABD Başkanlığı'na da bildirdi. McGehee, 2000 yılından sonra CIA ile ilgili yayını durdurdu. Yukarıdaki metin onun "www.ciabase.org"da yayınlanan son çalışmalarından, yayın durdurulmadan kısa bir süre önce alındı. NED'e bütçesinin kısıtlanmaması için konuşan Mr. Gilman, yeni tür örgütlenmenin yararını, "Bağımsız bir örgüt olarak NED, hükümetin (devletin) girme olanağını bulamayacağı yerlere ulaşabilir" diye açıklıyor ve adam adama ilişkilerin önemini vurgulamaktan da geri kalmıyordu. 


Gilman, elinde tuttuğu The New York Times, July 13, 1993'de A. M. Rosenthal imzasıyla yayınlanan yazıyı temsilcilere sunuyordu.[15] M. Rosenthal yazısında, NED'in bütçesinde kısıtlama yapılırsa, bundan "Amerika'nın zarar göreceğini" belirttikten sonra, bu işin 'küresel1 boyutunu şu ilginç sözlerle açıklıyordu: "Tehlike altındaki demokrat insanlardan mektuplar geliyor - askeri cunta yönetiminden acı çeken Burmaklardan, Kürtlerden, Karaibliler ve Afrikalılardan, Iraklı yazarlardan, Sırp demokratlarından, Litvanya eski başkanından, sürgündeki Çinliden. Hepsi de NED'in kendileri için ne demek olduğunu belirtmekte ve NED'in korunması için yalvarmaktalar."[16] 'Küresel yalvarış’ diye nitelenen bu isteği karşılamak için devlet kurumlarının ve görevlilerinin giremedikleri yerlere girme olanağını sağlayan NED çevresinde oluşturulan örgütlerin çabalarıyla yabancı ülkelerde yapılandırılacak olan demokrasi(!) bağlantılarının, ABD resmi yönetiminden bağımsız görünmesi temel ilkeydi. Bu ilişkinin insani ve parasal yanı, demokrasi ihraç edilecek bir ülkede siyasal eğilimlere uygun olarak, partiden partiye, demokrasiyi geliştirme(!) ilişkileri temelinde ve çoğunlukla NGO'dan 'sivil' olana, masum yardım, 'ortak proje desteği' ve 'çok kültürlülüğe deneyim katkısı' olarak biçimlenmeliydi Ayrıca ilgili ülkenin iş dünyasıyla kurulacak örgütlenmeler ve dolaylı dolaysız bireysel ilişkiler, uluslararası ticaretin yoğunlaşmasına, ilgili ülkenin modern(!) işadamı örgütlenmesine de denk düşmeliydi. Proje yaratıcısı büyük ülke, dış alım ve dışsatımını en katı kurallarla yönetip, kendi iktisadını koruyucu önlemleri çekincesiz uygularken, 'projenin' uygulanacağı ülkelerin merkezi denetim ve yönlendirme kurumları yok edilmeliydi. Böylece işin arkası kendiliğinden gelecek ve etnik kışkırtmaya elverişli bölgeler projecilerin ve onları yönlendiren yatırımcıların, para piyasası oyuncularının, petrol kartellerinin iktisadi egemenliğine açılacaktır. 


STİFTUNG MODELİNE UYGUN ÖRGÜTLER 

"Resmiyet dışı" gibi görünmekle birlikte, siyasal amaçlı örgütlenmeyi sağlayacak model fazla aranmadı. Bu işi yıllardır 15 loc. gov/cgi-bin/query/D?r103:17: / temp/~r1034Ma TdX:: 16 The New York Times column of July 13, 1993; loc.gov/cgi-bin/D?r103:17: .temp/yürüten Alman partileri, kendilerine bağlı vakıflar kurarak, kendileri için, siyasal aygıtlar oluşturmuşlardı. Vakıfların dış ülkelerde yürüttükleri etkinliklere biraz özenle bakan da, kültürel etkinlik görünümünde yürütülen işlere "beşinci kol" muamelesi yapan da yoktu. Üstelik Batı Almanya'da sayısız büro ve 3000 memuruyla çalışan CIA de, "hürriyet ve demokrasi" işlerinde Alman örgütlerini yakından tanıyordu. NED tasarımını hazırlayanlardan Charles T. Manatt, 1983'te Cumhuriyetçi Parti komitesinin dergisinde Alman vakıf örgütlenmesinden yararlanma nedenini şu sözlerle açıklıyordu: . "Düşüncelerimiz ve önerilerimiz birçok insana yabancı gelmeyecektir. Aslında Federal Almanya Cumhuriyeti'nin vakıflaşmasını ve üçüncü dünya ülkelerindeki etkinliklerini modellerden biri olarak aldık. Ve bu bakımdan yalnız değiliz. En azından yarım düzüne ülke, son dönemde, politik partilere bağlı ve vakıf olarak finanse edilen bu kurumlaşmayı benimsemişlerdir."[17] Manatt'ın sözleri yeterince açıktır. Amaç, o zamanlar Doğu Avrupa'da yeraltı örgütlenmesiyle, üçüncü dünya ülkelerindeyse -şimdiki durumda tüm dünyadaki- yasal görünümlü örgütlenmeyle ipleri ele geçirmektir. Model olarak alınan yapılanmaysa, 'vakıf adı altında yabancı ülkelere dalmayı başaran Alman "stiftung" örgütçülüğüdür. Modele karar verilince, gerisi çabuk geldi. 

Öncelikle APF (American Political Foundation)'a, US-AID ve USIA ile şirket kasalarından 400 bin dolar verilerek bir "fizibilite" hazırlatıldı. Arkasından yasa tasarısı hazırlandı ve 1983 sonlarında NED kuruldu. Hemen ardından NED'e bağlı çekirdek örgütler oluşturuldu: Yabancı ülke insanlarına ve partilerine ortadan ve sağdan yaklaşmak üzere ABD'nin Cumhuriyetçi Partisi tarafından IRI (International RepubHcan Institute)[18] adında bir örgüt, soldan yaklaşmak üzere Amerikan Demokrat Partisi tarafından NDI {National Democracy Institute)[19] adında ikinci bir örgüt oluşturuldu. İş yaşamı ve ticaret erbabı ile ilişki kurmak üzere, Amerikan ticaret odasınca CIPE (Center for International Private Enterprise / Uluslararası Özel Girişimciler Merkezi) adı verilen üçüncü örgüt kuruldu.[20] Yabancı ülkelerde, ulusal bağımsızlıkçı sendikal hareketleri zayıflatmak ve yeni tür bağımlı sendikalar kurmak ya da varolanları yönlendirmek üzere eski anti-komünist sendikacılığın merkezi AFL- 17 "A Republican Journal of Thought and Opinion. Commensense The Democracy Program and the National Endowment for Democracy," a publication of the Republican National Committee December 1983 edition, Volume 6, Number 1, pages 85-121 18 Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitüsü 19 Ulusal Demokrasi Enstitüsü 20 GAO/NSIAD-86-185 The National Endowment for Democracy, p.23-24CIO yeniden işbaşı yaptı. 1977'de devreye sokulmuş olan FTUI (Free Trade Union Institute) ile NED eşgüdüm içinde çalışmaya başladı. [21] 1995 yılında, AFL-ClO'nun dört kuruluşu kapatıldı. NED, AFL-CIO ve AID tarafından, ACILS (American center for International Labour Solidarity / Uluslararası İşçi Dayanışması Amerikan Merkezi) adında yeni bir merkez kuruldu. Bu merkez Amerikan devlet kurumlarıyla birlikte çalışmaya başladı. [22] Bu dört çekirdek örgüte, 1980'li yıllarda Doğu Avrupa ülkelerinde, SSCB başkenti Moskova'da, her türlü seçim işinde, vakıf örgütlenmelerinde, etnik yapıya denk düşen özel ticaret odaları oluşturulmasında; siyasal eğitim, parti içi eğitim, seçmen yönlendirme eğitimi, anayasa yapımcılığı, yerel yönetimlerde özelleştirme ve NGO örgütlenmelerinde, genel seçim denetleme girişimlerinde rastlanıyor. 


Örgütlenme modeli Polonya'da gerçekleştirilen Dayanışma Sendikası operasyonunda kazanılan deneyimle geliştirildi. 1980'li yılların operasyonlarıyla güçlenen ve 1990'dan sonra Doğu Avrupa'dan Asya'ya ve Afrika'dan Ortadoğu'ya doğru genişleyen Amerika'ya bağlı demokrasiler kurma işinin merkezinde yeni özel birimler oluşturulmaya başlandı. 1994'de tüm bilgilerin toplanarak değerlendirmek üzere kurulan IFDS (The International Forum for Democratic Studies)[23] dış ülkelerde tasarlanan 'project' başvurularının ve sonuçlarının da değerlendirildiği bir organ oldu. Bu merkez, aynı zamanda, kendisine yakın yeni kişi ve kurumlar ilişkilemek üzere konferanslar düzenlemeye başladı. Yakın yıllardan verilecek iki örnek bu konferansların öneminin anlaşılmasına yardımcı olabilir. 1999'da Seul'de başlatılan 6 konferanstan ikisi ötekilerden daha ilginçti. 13 Haziran 2000'de, IFDS ve 'Woodrow Wilson International Center for Scholars' tarafından düzenlenen özel yuvarlak masa toplantısının konusu daha da özeldi: "İran'da demokratikleşme." [24] IFDS'nin 22-23 Eylül 2000'de, Princeton Üniversitesinin 'Center for International Studies' in desteğiyle gerçekleştiren konferansın konusu, federalizmini ve adem-i merkeziyetçiliğin 21 GAO a.g r. p.22 22 AFL-CIO, NED operasyonlarını desteklemeyi sürdürmektedir. "NED and The Empire's New Clothes" James Ciment and Immanuel Ness, caq, Sprıng Summer 1999 -67, p.66 ; AFL. Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişikliklerinin hemen ardından özelleştirmeye karşı çıkan sendikaların karşısında yeni sendikalar örgütlemeye girişti. George Soros bu girişimlere parasal destek sağladı. "George Soros, Imperial wizard" Heather Cottin, caq, Fail 2002, 74, p.3.; Soros için bkz. Blm. "İstanbul'da İki Kere İki Gün" 23 Demokrasi İncelemeleri Uluslararası Forumu 24 Journal of Democracy, October 2000. (otonomi) yararlarıydı. Bu konferansa, Nijerya, Hindistan, Meksika, Rusya, Güney Afrika, Endonezya ve Türkiye'den delegeler katıldı.


 Eski deyimle 'muhtariyet' konuşulduğuna göre, bu ülkelerde federasyonlaşma mı pişiriliyordu? Bu konferansta NED-FORUM' un konuk öğretim elemanı Doğu Ergil'in "Türk demokrasisi ve Kürt sorunu" tebliğini sunmasının işe bir başka boyut kattığına kuşku yok.[25 / 26 ] NED-Forum'un bir 'Araştırma Konseyi' bulunuyor. 2000 yılına göre, konseyde bulunan kişiler listesinde verilmiştir. Bu listede birçok üniversiteden eleman yer alıyor. Ne ki, bunların en önemlisi, Amerikan Federal yönetimini dünyanın her köşesine, hiçbir hukuk kuralına dayanmadan ve uluslararası karara gerek görmeden, silahlı müdahaleye ortam yaratan 'medeniyetler arası çatışma' kuramının imza sahibi Harvard Üniversitesi'nden Samuel P. Huntington'dur. Huntington, Harvard Üniversitesi Uluslararası İşler Merkezi'ni yönetirken, CIA elemanı olarak çalışmış, kendisine ödeme yapılmış ve gizlice yürüttüğü danışmanlığı sırasında hazırladığı belgeler CIA’nin denetiminden sonra yayımlanmıştır."[27] Aynı konseyde, CIPE Türkiye Bürosu'nda '2. Direktör' olarak gösterilen ve Türk Demokrasi Vakfı kurucularından Ergun Özbudun da yerini almaktaydı. [28] 

Prof. E. Özbudun aynı zamanda, NED'in yayın organı 'Journal of Democracy' dergisinin yayın kurulunda da yer alıyordu. NED'in Program Bölümü'nü Barbara Haig yönetiyor.[29] Bu bölümün 'Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı' asistanlığını, 1999'dan sonra T.C uyruklu Filiz Esen üstlenmiştir. NED'in örgütleme ve şebekeleştirme yeteneğine tipik bir örnek verelim. 1999 yılında NED'in temel örgütü WMD (World Movement for Democracy) içinde kurulan NDRI (Network of Democracy Research Institute) operasyon ortaklarından yeni yöneticileri "workshop" adı altında yan yana getirip eğitmektedir. 24 Eylül 2004'de başlayıp bir hafta süren çalışmalara Gana, Mısır, Moğolistan, Rusya, Sırbistan, Karadağ, Güney Afrika ve Türkiye'den şebeke ortağı örgütlerin temsilcileri katıldı. 

Türkiye'den TESEV adına Ayşe Yırcalı'nın katıldığı eğitim işleri ve şebekeleşme NED raporunda şu ilginç satırlarla yer alıyor: "Katılımcılar Washington'un önde gelen ve etkili siyasalaraştırma kuruluşlarıyla buluştular. Bunların arasında American Enterprise Institute (AEI), the Brooking Institute, the Heritage Foundation, Georgetown Üniversitesi Center for 25 NED Annual Report 2000, The Visiting Fellows, s.68 26 NED a.g.r, s. 64-66. 27 Ami Chen Mills, C.I.A. Off Campus, s.32. 28 NED a.g.r, s.72-73 29 ABD eski savunma bakanlarından Alexandre Haig' in eşi. Türkiye'de bazı DGM davalarına izleyici olarak katıldı. Democracy, Third Sector (CDATS) ve United States Institute for Peace (USIP bulunmaktaydı. " Amerika'da tutucu ve büyük şirketlerin, devlet görevlilerinin yan yana gelme merkezleri olarak nitelenen bu örgütlerle buluşmanın katılımcılara ne gibi bir katkısı olduğunu yine NED'in yayınından aktaralım: "Katılımcılar deneyimli konferans örgütleyicilerle, yayın yönetmenleriyle, yayıncılarla, veritabanı yöneticileriyle, web sitesi ustalarıyla, para toplama uzmanlarıyla, iletişimcilerle ve medya ilişkileri uzmanlarıyla buluşmuş ve onlardan çok şey öğrenmişlerdir." NDRI 'kalkınmakta' olan ülkelerden 52 örgütle birlikte çalışmaktadır. Bu çalışmaların salt düşünce geliştirme, teknik bilgi alışverişi olmadığını düşünmek iyimserlik olur. 


Bunun böyle olmadığını, asıl amacın 'gelişmekte' olan ülkelerin iç siyasetini doğrudan etkileyecek yöntemlerin öğretilmesi olduğunu Güney Afrika'dan katılan Annie Chikwanha'nın şu sözleri apaçık ortaya koymaktadır: "Atölye çalışmasına geldim çünkü politikacılarla konuşmanın ve onları angaje etmenin yeni yollarını öğrenmek istiyordum(..) Bu politikacılarla konuşarak ve onları lobileştirerek siyasal karaları etkileme yeteneğini kazanacağımızı ummaktayım. " Bu tür bir etkilemenin ne gibi sonuçlar doğurduğunu ya da ülkelerin iç siyasetini ABD ve Batı Avrupa güdümüne nasıl soktuğunu kitabın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz. Ancak sabırsız okuyucular şimdiden TOSA, ARI ve TESEV bölümlerine bakabilirler. Ayrıca görülecektir ki, saf demokrasi işinin içinde iyi niyetli(!) şirketlerin yanı sıra para piyasası oyuncuları da yer almaktadır NED raporlarına katkıda bulunanlar arasında, para piyasalarının ünlü oyuncusu George Soros’un kurdurttuğu 'Open Society Institute (Açık Toplum Enstitüsü)'ne, Lockheed Martin Corporation gibi, jet uçakları satımındaki yolsuzlukları, rüşvetçiliği mahkemeler de onaylanmış bir şirkete, Mart 2002'de İsrail'in Filistin'e saldırısından sonra, Amerika'daki Yahudilerin mitinginde onlarla birlikte olduğunu ilan eden Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'e ve CSIS[30] (Center for Strategic and International Studies)'den Zeyno Baran'a, "2000 yılındaki cömert destekleri" nedeniyle teşekkür e dilmektedir. Ülkemizi temsil eden bu önemli kişilere kısa değinişten sonra, demokrasi ihracatının yasallaşma yılı olan 1982'ye dönebiliriz.[31 / 32] 30 Stratejik ve Uluslararası İncelemeler Merkezi 31 NED, a.g.r, s.85 32 Türkiye'nin en üst düzey yetkililerinin CSIS ziyaretlerini ve konferanslarını örgütlediği bilinen Zeyno Baran, daha önce Dünya Bankası'nda Kemal 

REAGAN'IN DEMOKRASİ ÇEKİRDEĞİ VE CIA 
ABD Başkanı Reagan'ın 1982'de yönetime gelir gelmez Başkan Reagan'a doğrudan bağlı bir çekirdek kadro oluşturuldu. Bu kadro eliyle biçimlendirilen yeni demokrasi modeli, iki temel düşünceye dayanıyordu: Ülke bağımsızlıkları için örgütlenen her siyasi hareket komünisttir (1) ve ülke bağımsızlığı için savaşan, silahlı olsun olmasın her oluşum teröristtir (2). Onlara göre bağımsızlık örgütleri nerede olursa olsun terörist olmakla kalmaz, aynı zamanda kesinlikle KGB tarafından kurulmuştur. Reagan’ın çevresine topladığı bu kadroya göre, diktayla yönetilen ülkelerde yapılan toplu kıyımlar, baskı ve zulümler, "terörizm" olarak adlandırılamaz. Çünkü bu dikta yönetimleri, komünizme karşı savaşmaktadırlar. Bu ilginç teoriye, ABD'deki kimi siyaset yazarlarınca Reagan Demokrasisi adı verildi. Oysa Reagan yaklaşımı, onların gösterdiği denli basit ve hafife alınacak türden değildi. Aslında, Reagan Demokrasisi yalnızca, sert anti-komünist mücadele döneminden 'Yeni Dünya Düzeni'ne geçiş evresiydi. Asıl amaç, NATO-Varşova Paktı çekişmesinin, NATO lehine çözülmesi ve ardından oluşacak yeni devletlerarası düzeni, uydu siyasetçi ve uydu askerlerle ya da elemanları güderek, uzaktan yönlendirmek yerine, ülke halklarının da canı gönülden onayıyla yerinden ve doğrudan yönetmekti. Uzun dönemli amaçlara yönelik etkinliklerin kalıcı olması için, yeni kuşakların bu işin önemli bir ayağı örgütlü akademisyenler tabanı oluşturmaktır. Zaten yıllardır, özellikle dünyanın doğusundan ve güneyinden Amerika'ya çekilen genç insanlara yaptırılan akademik çalışmalarda, onların kendi öz ülkelerinin etnik oluşumu, dinsel-mezhepsel bileşimi, iktisadi ve siyasal yapılanması ayrıntılarıyla işleniyordu. Bu gençlerin bir bölümü, Amerika'da yerleşip öz ülkelerine yönelik grup çalışmalarını sürdürürken, geri kalanları da öz yurtlarındaki üniversitelerde genç kuşağın eğitimini üstleniyor ve Derviş'in yanında stajyer olarak çalışmaktaydı. CSIS'de önce Gürcistan, daha sonra Kafkasya-Türkiye Enerji Bölümü'nde uzun süre görev yaptıktan sonra. Ocak 2003'de Nixon Center 'da "International Security and Energy (Uluslararası Güvenlik ve Enerji)" bölümünün başına getirildi. Bu bölüm, genel olarak "bölgesel anlaşmazlıklar, İslami militanlar, ABD-Rusya ilişkileri, terörizme karşı savaş, örgütlü suç ve yolsuzluk, Kafkasya ve Hazar Bölgesinde ABD işbirliği konularında" özel olarak Türkiye iş çevresi(özel-resmi) ile ABD işbirliğini geliştirmek görevini üstlenmiştir. 

Zeyno Baran uzun yıllar Yunanistan'da yaşamıştır 2001 yılında Türk-Yunan çalışma grubuna girmiştir. Standford Ekonomi'de eğitim gören Zeyno Baran," the compatibility of İslam and democracy (İslam ve Demokrasi Uyumluluğu)" adlı çalışmasıyla 1996 yılında Firestone ödülünü almıştır.(cs/$.orq); Yılmaz Polat, Alo Washington, s. 42-3.; nixoncenter.org 1 Mart 2003onları kendilerine benzetiyorlardı. Avrupa'nın doğusundan Asya'da okyanus kıyılarına, Hindiçin'den Afrika'nın Atlas okyanusu kıyılarına, Orta Amerika'dan Antarktika'ya, uzanan anakaralarda, bağlı bürolarla, vakıf - NGO - parti bağlarıyla, devlet yöneticileri ve ticaretsanayi odaları ilişkileriyle, yayın dünyası dostluklarıyla yürütülen bu operasyona, 1982'de ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından project democracy adı verildi. James Petras, bu operasyonun arkasındaki gücün -Türkiye'de her nedense "sivil" olarak adlandırılan örgütlenmenin- bir başka boyutunu ortaya koyarken, 'neo-liberal' sınıfların uygulanmakta olan siyaset sonucu, toplumda kutuplaşma yarattığını; bu durumun toplumsal çatışmaları kışkırttığının anlaşıldığını, dipten taban örgütlenmesiyle birbiriyle zıtlaşacak olan sınıflar arasında bir tür tampon örgütlenme yarattıklarını belirtiyor ve ekliyor: 


"Bu örgütler neo-liberal kaynaklara bağımlıdır ve sosyopolitik hareketlerle yerel önderler ve eylemci çevreleri ele geçirmek üzere rekabet etmektedir. Bu örgütler 1990'lara dek 'non-governmental' olarak adlandırılmakta ve sayıları binleri bulmakta ve dünya ölçeğinde dört milyar dolara yakın para almaktadırlar."[33] Saf demokrasi işleri her zaman bilimsellikle sürmez. 2004 yılında NED'in Irak işlerine ayırdığı ve ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan aldığı resmi para 30 milyon dolardır.[34] Irak'ın etnik, mezhepsel parçalanışına bu dolarların katkısı kuşkusuz salt Irak içindeki örgütlenmeyle sınırlı olamaz. Irak'ta kan dökerek sürdürülen işgale demokratik(!) katkının elemanları arasında Türkleri de bulmak olanaklıdır. Sonraki bölümlerde bu katkının ünlülerinden bazılarını tanıyacağız. Kuşkusuz para her şeyi çözmeye yetmez ve açıktan yapılanla da yetinilemez. Örtülü ya da yarı örtülü etkinlikler aynı anda sürdürülmekte, resmi ile 'sivil' görünümlü araçlar birlikte kullanılmaktadır. Bu işler aynı zamanda yüksek beceri, örgütleme ve bilgi toplama deneyimi ister. 


İşte bu nedenle NED, IRI, NDI ve CIPE'nin yönetim kademelerinde, istihbarat kurumlarından ve CIA'dan emekli 'uzmanlar' ile ABD savunma ve dışişlerinden emekli üst düzey memurlar görev aldı. Bunlara kartellerde uzun yıllar görev yapanlar, 33 James Petras, "imperialism and NGO's in Latin America," Monthly Rcvicw, Vol.49, no. 7, December 1997. 34 ABD'nin Irak'ın yeniden yapılanması adı altında ayırdığı bütçe 87 milyon dolardır. NED, 2004 bütçesinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan 15 ülkenin örgütlerine 114 ayrı 'proje' için toplamın % 16'sı, 24 Afrika ülkesinden 154 projeye % 18, Güney Amerika ve Karaibler'den 11 ülkede 76 projeye % 14, Asya'dan 12 ülkedeki 115 projeye % 23, Orta ve Doğu Avrupa'dan 10 ülkedeki 67 projeye % 10 ve Avrasya'dan 11 ülkedeki 230 projeye % 19 oranında bağış yapmıştır.Afganistan, Orta ve Güney Amerika ülkelerine yönelik operasyonları doğrudan yönetmiş ve Doğu Avrupa ile Sovyetler Birliği'nde ince işler kotarmış olan ünlüler de katıldı. ABD'nin ünlü yöneticilerinden CIA eski direktörü Colby, "project democracy" adı altında sürdürülen bu operasyonu özlü bir biçimde açık yüreklilikle ilan ediyordu: "CIA'nın örtülü olarak yaptıklarını açıktan yapıyoruz."[35]
---------------------
 35 D. Ignatius, "Innocence Abroad : The New world of Spyless Coups (Dış ülkelerde Masumiyet: Casussuz Darbelerin Yeni Dünyası)," 77je W.Post, Sept. 22 1991YELTSİN "SİLKİN SİN!" DEDİĞİNDE "Bu zafere yaptığınız katkıyı bilmekte ve takdir etmekteyiz."Boris Yeltsin, 23 Ağustos 1991, Moskova. Türkiye'de 19 Şubat 2001'de başlatılan ulusal iktisadi ortamın çökertilmesi işleminin sonucunda, bir dizi yasayla tarımsal üretimine darbe vurulurken, iyice yoksullaştırılan köylülere "üreticiyi doğrudan destekleme" adı altında dönüm başına onar milyon lira (8-9 $) ödenmesine karar verilmiş ve bu iş için Dünya Bankasından 600 milyon $ alınmıştı. Bir yıl sonra, Şubat 2002'de Dünya Bankası memurlarından Lyn Türkiye'ye geldi ve öncelikle T.C İçişleri Bakanlığı, TESEV ve Boğaziçi Üniversitesi ekiplerince gerçekleştirilen Türkiye'de rüşvet araştırması sonuçlarının açıklandığı toplantıya katıldı. 

T.C Devletinin memurlarının kaçta kaçının rüşvet aldığının açıklandığı bu toplantıyı Cumhurbaşkanı bir konuşmayla açmış ve rüşvetin kötü bir şey olduğunu söyledikten sonra "sivil toplum" örgütlerinin işlevlerinin ne denli önemli bir şey olduğunu belirtmişti. Kendi devletinin memurlarını yabancıların parasıyla yapılan bir kamuoyu araştırması sonuçlarına dayanarak rüşvetçilikle suçlayacak denli şeffaflık dünya tarihinde, ilkel ya da gelişmiş devletlerde rastlanır bir durum değildir. Türkiye memurlarının ahlakının düzeyini belirlemeye çalışanlar, yerli ya da yabancı, çok uluslu şirketlerin rüşvet vererek kararları kendi lehlerine çevirmek için ahlaksızlığın tetikleyicisi olduklarını görmezden geliyordu. Her nedense rüşvet ve yolsuzluk araştırması hep devlet kurumlarına yönelikti. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti'nde ahlaksızlık derecesini de saptayan bu toplantının ardından Mr. Lyn, Antalya'ya gitti. Lyn, Amerikan parasıyla Türklerin yolsuzluklarının araştırılmasından o denli etkilenmiş olmalıydı ki, T.C devletinin çiftçilere dönüm başına 8-9 dolar verip vermediğini denetlemek üzere, devletin ve ilgili kurumların defterlerini gözden geçirdi. Gerçi, tarihte alacaklarını ödettirmek üzere büro açan "Düyun-u Umumiye" komisyonları kurulmuştu ama, devletin defterlerinin doğrudan ve açıktan denetlenmesi ilk olmalıydı. İş bununla da kalmadı. Lyn, durumu bir kez de, yerinde görmek üzere köylere gitti. Bir köye değeri 150 doları geçmeyen faks makinası hediye etti. Köylüler onu alkışladı. Artık köylüler, devletten bir yakınmaları olursa, örneğin paraları gecikiyorsa, Dünya Bankası'na faks çekebilirlerdi. Köyüne bir faks makinası alamayan devletin ve köylülerin yapacağı fazla bir şey de yoktu. "Bu işlerin 'project democracy' ile bir ilişkisi olamaz" demeden önce, Moskova'da bir "sivil" örgüte hediye edilen faks makinasının dünya siyaset tarihine geçecek katkısını anımsamak gerekiyor. 


FAKSLI DEVRİM VE CIA EMEKLİSİNİN GLASNOS SAPTAMASI 

1999'da, İstanbul'da düzenlenen AGİT toplantısında, William Jefferson Clinton, Yeltsin'e döndü ve "Başkan Yeltsin, siz Moskova'da tankın üstündeyken hapse girseydiniz sizin özgürlüğünüz için de ayağa kalkardık" dedi. ABD başkanı Yeltsin'e iktidara gelmesinde kendi paylarının bulunduğunu anımsatıyordu. Hem de tüm dünyaya canlı yayımlanan bir ortamda. Ortalık gerilmişti. Birden ayağa kalkan Yeltsin, önündeki belgelerini hışımla çantasına tıkıştırırken, yüksek sesle "Sukin sin!" diye söylendi kapıyı çarparak, çıkıp gitti.[36] Daha sonra, onun ağzından, çıkan bu sözün, karşısındakinin annesine yakıştırılan kötü bir mesleği çağrıştıran "O., çocuğu" gibi özgün bir sövgü olduğu yazıldı. [37] William Jefferson Clinton, Yeltsin'e, "Project Democracy"nin 1980'li yıllardaki Moskova ayağını anımsatıyordu.[38] Gorbaçov'un sonradan kendisine ABD'de ödül aldıracak olan glasnost operasyonundan sonra zaten can çekişmekte olan sosyalizmin sonu gelmişti. KGB ve ordunun yönettiği bir darbe girişiminden çok, tek perdelik oyuna benzer bir girişim başlamıştı ki, 19 Ağustos 1991'de Moskova'dan gönderilen ve ABD Başkanı'na verilmesi istenen acil faks iletisindeki satırlar durumu özetliyordu: "Mr. Bush bu ülkede olanlarla ilgili bir açıklama yaptı mı? Yaptıysa, tüm iletişim araçlarını kullanarak, bu açıklamayı ülke (Rusya) halkına duyurun. Rus hükümetinin halka seslenebileceği bir yol bulunmaktadır. Radyo istasyonlarının tümü denetim altındadır. Ekte (Boris Yeltsin'in) orduya yapılan bildirimi bulunmaktadır. Bunu USIA'ya iletin. Tüm ülkeye yayınlayın. Belki Voice of America'(ile)! Bunu yapın! Acil olarak!"[39] İstanbul'daki AGIT toplantısına katılan devlet başkanları arasında, Clinton'un Yeltsin'e ne demek istediğini iyi bilenler olabilirdi. Ama, bu sözlerin anlamını en derinden duyumsayan kuşkusuz Boris Yeltsin'in kendisi olmuştur. Yeltsin, biraz diklenseydi; 36 "Yeltsin çarpıldı" Milliyet, 19-11-1999 37 "Sukin sin" Hürriyet, 19 Kasım 1999. 38 D. Ignatius, a.g.y. 39 David Ignatius," Innocence Abroad: The New World of Spyless Coups (Dışarda masumiyet: Casussuz darbelerin yenidünyası)" The Washington Post, Sunday, September22, 1991; Page C01Clinton cebinden ikinci bir faks iletisi daha çıkarabilir ve yüksek sesle okuyabilirdi. NED'in mimarı Ailen Weinstein'a gönderilmiş olan bu faks iletisinde, serbest ve demokratik seçim yapılmaksızın bir oldubittiyle iktidara gelen Yeltsin'in, kendisine iktidar yolunu açanlara teşekkürü yer alıyordu: "Ailen Weinstein President, Center jor Democracy Washington DC, U.S.A Demokrasi güçlerinin zaferi ve 19 Ağustos 1991 darbesini başarısızlığıyla bağlantılı olarak göndermiş olduğunuz içten kutlamanız için size teşekkür ederim. Bu zafere yaptığınız katkıyı bilmekte ve takdir etmekteyiz. B. Yeltsin 23 Ağustos 1991, Moskova"[40] Gorbaçov'a karşı yapıldığı ileri sürülen darbenin ilk gününde ABD'ye ne yapılması gerektiğini bildiren faks gönderilmiş ve bu iletiyi alan Prof. Ailen Weinstein, ABD Başkanı'nı harekete geçirmişti. Faks iletisinin bildik bir kişiye gönderilmesi elbette gereklidir. Weinstein, yıllar önce Moskova'da 'Helsinki Nihai Senedi' ışığında, "Vatandaşlar Komiteleri"nin kurulmasına öncülük etmişti. Yeltsin'in ardındaki örgütlü güç, işte bu komitelerdi. On binlerce insan bir anda, hem de KGB'ye ve Kızıl Ordu'ya karşın meydanlara dökülüvermiş ve Boris Yeltsin de tankın üstüne çıkıvermişti. Clinton'un derin demokrasi yumuşaklığını yansıtan sözlerine, Boris Yeltsin'in söverek karşılık vermesinin başkaca bir özel nedeni var mıydı bilemiyoruz ama Yeltsin'in teşekkürlerini alan ve Moskova'da örümcek ağı kurulmasında büyük emeği geçen Ailen Weinstein'ı ve onunla ilişkili kişileri biraz daha yakından tanımak gerekiyor. Sonraki sayfalarda ya da eklerde kimlikleri sergilenecek bazı örgütlerin kısaltılmış adlarına şimdilik fazlaca takılmadan okumakta yarar. Ailen Weinstein, Boston Üniversitesi Smith College ve Georgetown Üniversitesinde tarih profesörlüğü yaptı. 1981- 1983 arasında CS1S yayın organı "Washington Quarterly"nin direktörü ve aynı zamanda American Political Foundation (APF) yönetim kurulu üyesiydi. APF, US-AID'den aldığı 300.000 USD karşılığında NED'in ve Center for Democracy (CfD / Demokrasi Merkezi, NED'e bağlıdır)'nin tasarımlarını gerçekleştirdi. Weinstein, 1983-1984 arasında NED'in başkanlığını yaptı. APF'de Weinstein'ın üç yardımcısı, Charles T. Manatt, William Brock ve Frank Fahrenkopf da, NED'in yönetim kurulunda görevlendirildiler. APF yöneticilerinden FTU (Hür Sendikalar) Başkanı Lane Kirkland ve FTUI (Hür Sendika Enstitüsü) murahhası 40 Sean Gervasi, "Westem Intervention in the U.S.S.R." caib, Number 39 (winter 1991-1992), s.4Eugenie de NED yönetiminde yer aldılar. Hür Sendika Enstitüsü, NED'in çekirdek finansörleri arasında bulunmaktadır. Weinstein, yarı özel ama, devletten finanse edilen USIP (U.S. Institute of Peace / Birleşik devletler Barış Enstitüsü) yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra daha birçok örgütte yöneticilik üstlenmişti. 

Oscar Arias Foundation of North America'da direktördü.1950'de kurulmuş olan anti-komünist soğuk savaş grubu CDM (Coalition for a Democratic Majority / Demokratik Çoğunluk Koalisyonu)'de yönetim kurulu üyesi; Nikaragua Contra lideri Arturo Cruz'u finanse eden grupta yer alan NSl (National Strategy Information / Milli Strateji Enformasyon)'da direktör; CIA ve CSIS (Georgetown Üniversitesi) ile ilişkili Washington Quarterly dergisinin 1981-1983 dönemi murahhas yöneticisiydi. Weinstein, Orta ve Güney Amerika ülkelerinde, Filipinler'de demokrasi operasyonuna yönetici olarak katılmıştı. Ne ki, adını en çok duyurduğu operasyon, daha 1980'lerde Helsinki İnsan Hakları Sözleşmesi'nin uygulanma aşamasında, Sovyet muhaliflerinin yer aldığı Helsinki Vatandaşlar Komitesi (Helsinki Accords on Human Rights)'ni örgütlemesiydi. Weinstein, Sovyet karşıtlarıyla ilişki kurabilecek konferanslar düzenledi, karşıtların ABD'ye gelmelerini kolaylaştırırken, muhalefette yer almayanların girişlerinin engellenmesini sağladı. 1980'lerin ortalarında işe 10.000-110.000 dolar arasında değişen hibelerle işe başladılar. Amerikalılara göre küçük, Sovyet yurttaşlarına göre olağanüstü büyük paralarla basılan yayınlar, videobantları, içerden ve dışardan Rusya'ya yönelik eylemler gerçekleştirildi. O günlerde örgütlenen kadrolar, daha sonraları Doğu Avrupa'da 1989 protesto eylemlerini örgütleyip yönettiler. 1990'a gelindiğinde kapılar ardına dek açılmış ve FTUI bağımsız sendikalar örgütlemeye başlamıştı. Liderler yetiştirildi, yeni kurulan sendikalara bilgisayarlar, faks makinaları bağışlandı. ABD'li uzmanlarca örgütlenen Bağımsız Maden ve Metal İşçileri Sendikası'nın üye sayısı 2,2 milyonu buldu. Bu işçiler greve giderek radikal reformlar istemeye başladı. Freedom Channel (Özgürlük Kanalı) televizyonu ve radyosu yayına geçti. Yeni yeni kurulacak olan medyayı yönetecek elemanlar yetiştirildi. Globe Independent Press Syndicat (Küre Bağımsız Basın Sendikası) tüm Rusya haber kaynaklarını dünyaya bağlayacak olan "Özgürlük Bağlantısı Bilgisayar Şebekesi”ni kurdu. Sovyetler Birliğinde kişiler, kurumlar ve örgütler veri bankalarına kaydedildi. Bu arada NDI ve IRI de boş durmadı. Anglo-Amerikan liberalizminin ideolojisini yayacak örgütlenmeler oluşturmaya başladılar. Anglo-Amerikan liberalizmine tapan, ülkesinin tüm kaynaklarını ABD'ye ve A.B'ne açacak olan "sivil" örgütler yaratıldı. İş o kerteye vardırıldı ki, 1993 seçimlerinde NED'e bağlı elemanlar ve onların yetiştirdiği Rus işbirlikçileri, liberallerin kazanması için seçim çalışmalarını doğrudan ve birlikte yönettiler. NED, bu işler için devletin resmi propaganda aygıtı USIA kaynaklarından 1990-94 arasında 8,8 milyon dolar harcadı. İnsan Hakları örgütçülerine, "sivil" eğitim işlerine, medya projelerine 64 ayrı paket olarak 10-100 bin dolar ödendi. Amerikan İş adamları örgütü CIPE, devlet ve "sivil" kuruluşlara 572.000 dolar verdi.[41] 1990-1994 arasında resmi GAO raporlarına yansıyan bilgiye göre; Demokratik Çoğulculuk Girişimi, Eurasia Foundation, Karşılıklı Eğitim adlı örgütler 57,214 milyon dolar, ABD Savunma Bakanlığı IMET (International Military Education and Training / Uluslararası Askeri Eğitim ve Yetiştirme) örgütü 1,095 milyon dolar kullandı. USIA / NED kaynaklarından, NDI kanalıyla 535 bin dolar, IRI kanalıyla 537 bin dolar, FTUI kanalıyla 5,298 milyon dolar, tekil ödemeler için 2,465 milyon dolar ve toplam 67,224 milyon dolar harcandı. [42] Bu arada dünya metal borsasını ellerinde tutan kirli tüccarlar ve para piyasaları vur-kaç operatörü George Soros da Rusya'ya dalmıştı. Her şey serbest olmuş ve asıl kazanması gerekenler, çok büyük sermayeyle içeri dalmışlardı. [43] Weinstein'ın başlattığı operasyon büyük başarı elde etmişti. Yeltsin, Ağustos 1991'de tankların üstünde direniş çağrısı yapmadan hemen önce, muhaliflerden faks mesajı alan kişi de on parmağında on marifet dedirtecek olan Weinstein idi. Ailen Weinstein'ın eşi Diana Weinstein o sıralar, Başkan yardımcılarından Dan Quayle'in hukuk danışmanlığını yapmaktaydı. 

CIA emeklisi Ralph McGehee'nin Rusya Federal Karşı İstihbarat Servisi raporlarından aktardığı şu bölüm, NED operasyonlarında CIA desteğinin yanı sıra, üniversitelerin de, ne denli büyük bir öneme sahip olduğunu da gösteriyor: ".. ABD, özel servisler (CIA) ve bilim merkezleri, (ve NGO'lar) aracılığıyla, Rusya'da stratejik konumları ele geçirerek ve politik ve ekonomik süreçlerdeki gelişmeyi yönlendirerek ülke yaşamının tüm alanlarının derinliklerine iniyor." Derinliklerin ölçüsü de, boyutları da şaşırtıcıdır. ABD'nin öncelikle NATO üyesi ülke ordularının subaylarını Amerika'ya götürüp eğitmesi bilinen ve kanıksanan bir şeydir. Ne var ki, Kızıl ordu subaylarını da IMET kapsamında ABD'de, hem de "demokrasi" başlığı altında eğitmesi operasyonun en tipik uygulamasıdır. GAO raporunda bu uygulama, ''program aynı zamanda ordu üstünde sivil denetimin geliştirilmesi" olarak açıklanmaktadır. Bu işler için 1992'de 41 GAO / NSIAD-96-40 Promoting Democracy Progress Report on U.S. Democratic Developement Assistance to Russia 42 GAO/NSIAD-96-40, Appendix I, p.19. 43 Soros'tın operasyonları için bk. Blm. İstanbul'da İki Kere iki Gün. 153; 1994'de 471 bin dolar harcanmış ve Rus ordusundan 18 orta ve üst düzey subay ve Dışişleri Bakanlığı'ndan 19 memur ABD'ne götürülmüş ve eğitilmiştir. ABD elçiliği bu işlerin 10 ile 20 yıl içinde amacına ulaşacağını ve eğitilen subayların gelecek vaat edenler arasından seçildiğini vurgulamaktadır.[44] 44 GAO / NSIAD-96-40, p.52-3. Bu tipik uygulama Türkiye'de de 50-60 yıldır gerçekleştirilmekle birlikte "demokrasi" ve "sivil" toplum örgütü ilerine uygun eğitimler de hemen hemen aynı dönemlerde başlatılmıştır. ABD'deki "sivil" görünümlü kuruluşlara eğitim amacıyla subaylar, güvenlik görevlileri gönderilmiştir. 

DARBENİN "KÜRESEL" YÜZÜ 

Toplumla devlet arasına giren yeni örgütlenmelerden beklenen, devlet egemenliğine paralel bir egemenlik kurulmasıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir devlet bunu kabul edemez. Çünkü, paralel egemenlik demek, o ülkede yeni bir güç odağı oluşturarak, yeni ve etkili bir ortak yaratmak, erki anayasal sorumluluk taşımayanlara devretmek anlamını taşır. Yurttaşlar bu iki başlılık arasında sıkışıp kalır. Hukuksal eşitliğin yerini paraleldeki örgütün sunacağı ayrıcalıklar alır. Yeni egemenlik merkezinin güdümüne girenler, devletin egemenlik alanından ayrılırlar. Bu ayrılış, ilk bakışta ""özgürlük" gibi algılanırsa da, ülkedeki yurttaşların arasındaki geleneksel ve yasal ilişkileri parçalar. Giderek bir tür cemaat, dernek, vakıf derebeylikleri oluşur. 'Derebeylik' deyince bunun ille de, şatolarda oturan, köylüleri köleleştiren eski zaman beyleri akla gelmemeli. Bu paralel devleti bir dinsel öbeğin şeyhi, dedesi, babası da kurabilir. Büyük boyutlu bir şirkete sahip bir aile, kendi içinde cemaatleşmiş, adı "sivil" bir örgüt ya da bir mafya ailesinden birkaç kişi de kurabilir. Zaten demokrasinin ve Cumhuriyetin erdemi de bu tür olasılıkları ortadan kaldırmasında, yurttaşları kökenine, toplumsal konumuna bakmaksızın eşit kılmasındadır. Demokrasi ve cumhuriyetin yaşatılması da bu temel ilkenin titizlikle korunmasına bağlıdır. Bir ülkede, devlete paralel egemenlik odağı kurulması sakıncalı olduğuna göre, herhangi bir devletin, bir başka devletin egemen topraklarında paralel bir egemenlik ağı kurumasının kabul edilmesi o devletin kendisini yadsıması anlamını taşır. "Buna izin verilmeli midir?" sorusunun ilk yanıtı elbette "Kesinlikle hayır!" olacaktır. 

Çünkü uluslararası alanda egemenlik, hem devletlerarası hukuk ve hem de Birleşmiş Milletler gibi uluslararası uzlaşıya dayalı kurumların hukukuna yaslanır. Bunun dışındaki her girişim, devletleri yıkmaya ya da uzaktan yönetmeye yöneliktir. Kağıt üstünde bugüne dek böyle de yürümüştür bu kural. Ne ki, son elli yıldır, ülkelerin içişlerine, ittifak anlaşmalarıyla yön veren egemen devlet yönetimi, kendisine rakip gördüğü sosyalist düzenler yıkılmaya yüz tutunca, artık kimliği ve yapısı ne olursa olsun devletlerin egemenlik alanı içinde, açıktan paralel egemenlikler yaratmakta bir sakınca görmemektedir. Bu tutum, halkın şu ya da bu demokratik ve bağımsız örgütlenmesiyle ya da demokratik örgütlere verilen uluslararası destekle, karıştırılmamalı. Yabancı devletin, bir ülkenin içinde örgütler kurmasının, eski örgütleri, sendikaları, odaları yönlendirmesinin, onlardan raporlar almasının, bu raporlara göre o ülkeye yön vermesinin bir tek anlamı olabilir. O da, ülkede varolan devlete paralel, merkezi dışarda bir yönetim oluşturmak. Bunun tek sonucu da operasyon nesnesi olan devletin egemenliğinin örtülü olarak yokedilmesidir. Paralel yönetimin oluşturulma süreci, uygulamada ülkeden ülkeye küçük değişiklikler gösterse de, ana program değişmiyor. İçine sızılan devletin bürokratlarının da yardımıyla, yaygın bir 'medyatik' ve 'entelektüel' yedek güç operasyonuyla, Amerikalıların "manufacturing public perception" dedikleri "kamuoyunun algılama dizgesini üretme" sürecinde, aşamalar bir bir geçiliyor. 'Algılama dizgesi üretimi' sonucunda, o ülke insanları, aslında kendilerine benimsetilmiş olan düşünceleri ya da eylem planlarını, bizzat kendi kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, eyleme geçiyorlar. 


18 ADIMDA DEMOKRASİ! 

Beyin temizleme, beyne yeni algılama düzeneği yerleştirme, örgütleme, kimlik oluşturma ve eyleme geçirme süreci 18 adımda gerçekleştiriliyor: -Kamuoyu oluşturucuları -bizdeki adlandırmayla, aydınlara, yazarlara, bilim adamlarına- yönelik içerde ve dışarda, masrafları karşılayarak, konferanslara çekmek. Katımcılarla doğrudan ilişki içinde, ilgili ülke hakkında bilgi almak ve "düşünce" ve "örgütlenme" özgürlüğü başlığı altında yeniden yapılanma düşüncesini benimsetmektir. -Alt örgütler yoksa, hemen Helsinki Nihai Senedi kapsamında Helsinki Yurttaşlar ve Ortak Zemin Merkezleri örgütlemek ve koşullar olgunlaştıkça, uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişkiler ağı altında insan hakları dernekleri ve benzeri örgütlenmelerin kurulması, -Yeni propaganda aygıtlarının (radyo, gazete, dergi, televizyon, video yayını) devreye sokulması. Bilimsel ve magazinsel içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne sürdürülen yayınların yoğunlaştırılması. İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla sürecin hızlandırılması, -Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde etmek için yaygın bir yayıncı eğitim programının gerçekleştirilmesi, -Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması. Yerel vakıf ve "think tank" derneklerinin kurulması, -İşadamları derneklerinin, sendikaların kurulması, varolanların içine bilim danışmanlarıyla sızılması. Siyasi partilere eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadroların yönlendirilmesi, gençliğin "düşünce özgürlüğü" ve "siyasi katılımcılık" propagandasıyla örgütlenmesi, -Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması, buna karşılık medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat toplanması, olanaklıysa Amerikan televizyonlarının yerli şubeleriyle yayma geçilmesi, eksik-yanlış bilgilendirmeyle kitlelerin yönlendirilmesi, eğitim-konferans-gezi düzenleyerek yerel medya ile kalıcı bağlar oluşturulması, -Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslararası toplantılara adam taşınması, ulusal-bölgesel tarihin bütünleştirici özelliklerinin azımsanılarak, yerel tarih, yerel kültür araştırması adı altında en eskiye özlem yaratılması, -Yanlış ve eksik bilgilendirme: Kitlelerin akıl denetimlerini ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen geleneksel kurumların yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak için tarihsel ve toplumsal gelişim gerçeklerini tahrif ederek, yeni kimlikli topluluklar yaratılması. 

-Yolsuzluk kampanyaları: "Yerinden yönetim" taleplerini yükselterek, devletin egemenliğinin zayıflatılması, yolsuzluk olaylarını abartarak topluma aşağılık duygusunun yerleştirilmesi, halkın çaresizliğe itilmesi. -İktisadi ortamı denetleme: Borç ekonomisinde dalgalanmalar yaratmak üzere, para piyasalarının dışardan gelen uluslararası vur-kaç tefecilerine sonuna dek açılması. -Merkez devlete güvensizlik yaratma: Kritik dönemlerde iktisadi bunalım yaratılmasıyla umutsuzluğa düşürülen yerel sanayicilerle ve üreticilerle konferans, sempozyum adı altında doğrudan ilişkiye geçilerek, devlet merkezine karşı güvensizlik aşılanması. -İşadamlarını örgütleme: Yerel işadamı örgütlerinin ve ilişki bürolarının kurulması; başına buyruk, devlet denetiminden giderek uzaklaşan 'serbest ekonomi' ve 'serbest pazar' düzeninin kabul ettirilmesi, -Ulusal sanayinin yıkımı: Ulusal iktisadın çökertilmesi için, ulusal sanayileşmenin ve enerji kaynaklarının yıkıma uğratılması için toplum ile devlet arasında çatışmayı da içerecek biçimde çevreci akımların, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal yakıt üretim kaynakları işletmeciliğinin ulusal egemenlik alanının dışına çıkartılması, -Orduları ulusal savunma kimliğinden koparma: 


Güvenlik güçlerinin ulusal yapıların korunmasına yönelik müdahalelerini önlenmek için, profesyonelleştirmek. Devlet egemenliğine sahip çıkmaya çalışan orduları geriletmek için, kışkırtmalara başvurularak, ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi, ordu içinde politik tartışma, ordu ile halk arasında cepheleşme yaratılması. -İnanmış örgüt liderlerinin yetiştirilmesi: Liderlik programlarıyla, güdümlü yenidünya düzenine tapınan ultra-liberal önderlerin üretilmesi ve yeni partiler kurulması, varolanlara yeni liderler yerleştirilmesi; parti programlarının rejimle hesaplaşmaya yönelik, birer kışkırtma programına dönüştürülmesi,-Ulusal bunalımlar yaratılması: 


Ülkede sık sık iktisadi dalgalanma yaratılarak bunalım aralarının azaltılması. Ulusal devlet merkezinin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının, bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirket egemenliğine geçirilmesi, -Ulusal üretim birimlerinin ele geçirilmesi: Yaratılan iktisadi bunalımlar sonucunda, ağır sanayi işletmelerinin, enerji ve iletişim kurumlarının 'özelleştirme' adı altında yabancı şirketlere yok pahasına devredilmesi; iktisadi bağımsızlığı pekiştirecek büyük projelerin önlenmesi. -Silahlı gücün zayıflatılması: İktisadi bunalımı bahane ederek, toprak bütünlüğünü koruma aracı ulusal ordunun, silah donanımlarında, komuta kontrol ve iletişim sistemlerinde yenilenme alımlarının kısıtlanarak, zayıflatılması ve ulusal sınırların gevşetilmesi, -Devlet yönetiminin kargaşayla ele geçirilmesi: Seçim darbesiyle egemen devletin ele geçirilmesi. Merkezi direniş olursa, yaygın ve sürekli kitle gösterileri düzenlenmesi.


 Bu sürecin hızlandırılması için halkı ikna edici etnik çatışmaların düzenlenmesi, ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik ya da mezhepsel kimliklerin kemikleştirilmesi. -Belediye hizmetlerinin yabancı şirketlere devredilmesi: Yerel yönetimi güçlendirme adı altında, toplumsal hizmetlerin 'kârlılık' esasına oturan şirketlere devredilmesi, su-elektrik gibi kentsel işletmelerin yabancı şirketlere devredilmesi için gerekli düşünsel alt yapının oluşturulması. -Kültürel kaynaşmanın yıkımı: "Çok kültürlülük" propagandasıyla toplumsal ortak kültürün temellerinin yıkılması. Din kültürünün parçalanması, geleneksel akışın kesilmesi ve ulusal dayanışmayı pekiştirici etkisinin yok edilmesi için, "medeniyetler arası diyalog" programıyla, Batı'nın dinsel kurumlarının güdümünde eritilmesi. Böylece azınlık din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması.


 KİMLİKLEME VE AYRIŞTIRMA 

Ülke yasalarının ve anayasalarının çok etnikli, federatif bir yapı oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesi, operasyonun temel aşamaları arasında, küçük ya da büyük, kanlı ya da kansız olaylarla testler yapılarak, oluşumun düzeyi ölçülerek hız ayarlanması ve küçük program değişikliklerinin gerçekleştirilmesi asıldır. Zaten testler, eski tür, örtülü "direy Word /pis işler"de olduğu gibi uygulanır. Aşamalar birer birer geçilirken, ülke dışında da paralel süreç yürütülür. Çok kültürlülük propagandasıyla etnik ayrıştırma ve çatıştırma sürecinin güçlendirilmesi için, insan hakları raporları giderek etnik azınlık hakları raporlarına dönüştürülür. Avrupa ve Amerika'da etnik ve dinsel ayrılıkçı "diaspora"ya parasal ve siyasal destek verilir.[45] Küllenmiş tarihsel çatışmalar, acılar yeniden ateşlenir. 

Ülkede özgüveni sarsılmış halkın, gün geçtikçe, yabancı kültürüne, yabancı düzenine özenme eğilimleri kışkırttılar. Yaygın bir barış atağı görüntüsü altında, tarihsel gerçekler unutturulup, ilgili ülkeyi var eden tarih tersine döndürülür. Bölgesel çatışmalar da kullanılarak, ırk ayrımcılığı geliştirilirken, tehdit değerlendirmelerini şaşırtmak üzere; komşu ülkeler arasındaki ayrılıkları derinleştirecek özel operasyonlar düzenlenir. Yıllardır barış içinde yaşayan toplumlar inanılmaz bir hızla önce ayrışır, sonra da çatışır. Sonuç, ekonomisi yabancıların eline geçmiş, zayıflamış merkezi egemenliğiyle dış politikada bağımsız karar verebilme yetkinliğini yitirmiş, yabancıların dayattığı kararlara mahkûm olmuş bir devlet ve tarihsel-kültürel kimliğini yitirmiş Batı'nın alt dereceli bir hizmetkarına dönüşmüş bir halk topluluğu... Geçiş döneminde yükselen kanlı çatışmalarla gelecekte barış ve dayanışma içinde yaşama istekleri köreltilmiş, yabancı devletin güdümündeki sözde "sivil" örgütlerin, seçkin derebeylerin yönetiminde bir ülkeden "coğrafya"ya devrilmek! Ve geride kalan, Batı kartellerinin eline geçmiş, enerji kaynakları, her türden iç korunması kaldırılarak açık pazarlaştırılmış ve güvenliği Batı'nın ordularına terk edilmiş yeni tür bir kolonidir. "


THİNK TANK" DENİLEN "GİZLİ VE GÜVENLİ ODA" 

Her ülkede olduğu gibi. Şirketler için esas olan devlet politikalarına ve kararlarına yön vermektir. Yön verilecek olan devlet yönetimi ve yasama organları olunca, yönlendirici elemanların niteliği de önem kazanıyor. Bu nedenle elemanların büyük çoğunluğu, devlet deneyimine sahip eski ve yeni görevlilerden seçiliyor. İkinci eleman kaynağıysa, yine devlet organlarıyla içli dışlı olmuş akademisyenleri barındıran üniversitelerdir. ABD, bu türden kaynaklar bakımından oldukça zengindir. Daha çok dış ülkelerde izlenecek ABD çıkarlarına uygun ayarlama işlerine denk düşen araştırma, inceleme, değerlendirme çalışmalarını gerçekleştirecek olan dernek, vakıf, enstitü adı altında kurulan, eski memurları, akademisyenleri, şirketlerin seçkin yöneticilerini bir araya getiren örgütlenmeler "think tank" adı altında toplanıyorlar: 

Türkiye'ye "düşünce topluluğu" çevirisiyle ithal edilen, ya da daha öykünmeci sivillerce, yabancıya tapınma gösterisiyle ABD'deki gibi aynen kullandıkları "think tank" II. Dünya savaşından kalma 45 Diaspora: Sürgünden sonra Yahudilerin dünyanın her tarafına yayılması; İncil'de Kudüs'ün dışında bulunan Yahudi Hıristiyanlar. Redhouse, İngilizceTürkçe Sözlüğü, 27. Baskı, SEV A.Ş. 1998.S.260 askeri bir oluşumdur. ABD ordusunda, planların ve stratejilerin değerlendirildiği güvenliği sağlanmış, gizli ve özel odaya "think tank" denilmiştir. "Think tank" adı, ordu dışında ilk kez, 1950'lerde, yine orduyla bağlantılı olarak kurulmuş olan, özel şirket görünümlü "RAND Corporation" adlı örgüte verilmiştir.[46] 


ABD'de akademik görünüşlü "Institute" ile ideolojik görünüşlü "Heritage Foundation" gibi tutucuların örgütlediği vakıflar ile CFR[47], Carnegie Endoulment, Woodrow Wilson Centre gibi, dış siyaseti tepeden yönlendirici seçkinler kulüplerinin yanı sıra, devlet tarafından kurulmuş CSIS gibi raporcu şirketler, IRFC gibi doğrudan Dışişleri Bakanlığı'na bağlı bürolar[48], Middle East Forum, Washington Institute, Freedom House, CMCU[49], USIP[50] gibi yarı resmi merkezler de "think tank" olarak niteleniyorlar. Hatta bunlara, Unifıcation Church, Professors WorId Peace Academy ve Religious Youth Service gibi Sun Myung Moon'un tarikat örgütleriyle, ISNA (Islamic Society of North America), CAIR (Council on American Islamic Relations), Minaret gibi, İslam dünyasını yönlendirerek ABD'nin iktisadi egemenliğine uygun politikaları destekleyecek ve toplum üstünde baskı kuracak olan cemaat örgütleri de katılıyor. 


ABD'de bu tanıma uyan, binden fazla "think tank" örgütü bulunuyor. Bu örgütler, emekli dışişleri ve istihbarat elemanları, Amerika'ya yerleşmiş üçüncü dünya elemanları, operasyonlarda dünya deneyimli CIA eski istasyon şefleri ve akademisyenler için önemli bir ekmek kapısıdır. "Think tank" örgütlerinin en önemli yararı, ABD yönetiminin sorumluluktan kurtarmalarıdır. ABD resmi organlarının başka ülkelerde araştırma ve incelemeler yapması, o ülkelerce, şimdilerde pek kullanılmayan eski deyimle "casusluk" etkinliği olarak değerlendirilebilir ve devletlerarası anlaşmazlıklara neden olabilir. Teslim edilen raporlar, ABD resmi belgeleri olarak ele alınıp, casusluk suçlamalarına yol açabilir. Oysa, "think tank" denilerek, "özel" ve çoğu zamanda insanlık yararına çalışır görünen vakıfların, derneklerin hazırladıkları 'entelektüel' ürün görünümlü "project" raporları, ABD ya da Avrupa devletlerinin yönetimlerini bağlamayacaktır. 


Üstelik "think tank" örgütlerinin masrafları da, ilgili şirket ve vakıflarca karşılanırsa, devlet bütçelerine fasıllar eklemek, ABD Kongresi'nden onay almak gibi güçlükler de kolayca aşılmış olacaktır. Daha da önemlisi, dış ülkelerin akademisyenlerine, eski diplomatlarına hazırlatılacak 46 James A.Smith, The Idea Brokers.Think Tanks and The Rise of The New Policy Elite, s. xiii-xiv 47 CFR: Bakınız Ek 6. 48 IRFC: Internationa/ Religious Freedom Committee 49 CMCU: Center Müslim Christian Understanding Georgetown University. 50 USIP:United States Institute for Peace. raporlara kaynak aktarılırken akademik bir görünüm verilmekle kalınmayıp, "işbirlikçi" ya da "kökü dışarda" gibi rahatsız edici ulusal suçlamalara, karalamalara karşı bir korunma örtüsü de sağlanmış olacaktır. Bunların dışında, belki de en önemli yarar şudur: Bir yabancı devletin kurumuyla ilişki kurmaktan çekinen kişiler "think tank" denilen kuruluşlara rahatça girip çıkabilecek, "think tank" denilen kuruluş da çok sayıda kişiyle rahatça bağlantı oluşturabilecek ve hatta halk kitlelerine ulaşabilecektir.


 YABANCI PARTİLERLE BAĞLANTILI ÖRGÜTLER 

Siyasal partilerin yabancı ülkelerin siyasal partileriyle görüş alışverişinde bulunmaları, konferanslar düzenlemeleri olağan karşılanabilir. Ne ki, yabancı bir siyasal partinin bir ülkeye gelip, bir yerel partiyi desteklemek üzere etkinliklerde bulunması, dış yönlendirme olarak değerlendirilebilir. Oysa, işin içine "enstitü" ve "stiftung" ya da "foundation" kılıklı örgütler girerse, yakınlaşmalar "think tank" ile siyasal parti arasında kurulan bir tür derin-düşünce ilişkisine dönüşeceğinden, artık "fikir alışverişi" ya da "bilimsel yardım" ya da "teknik destek" ve her ne olarak nitelenirse nitelensin, kitabına uygun olacaktır. Ne ki, bu örgütlerin kendi anavatanlarında (ABD-Batı Avrupa) siyasal çalışma yapmaları yasaktır. Bu öylesine bir yasaktır ki, örneğin Türkiye'de demokrasiye büyük katkı koymak üzere söz konusu örgütlerce, dışardan parayla ya da eleman masrafları karşılanarak, desteklenmiş bir "sivil" örgütün kalkıp, örneğin Amerika'ya gitmesi ve orada Amerikan demokrasisine katkıda bulunması kesinlikle yasaktır. 

Örneğin, Türkiye'deki İnsan Haklan Derneği, Helsinki Vatandaşlık Cemiyeti, 11 Eylül 2001'deki ikiz kule saldırısından sonra "milli güvenlik" gerekçesiyle, basına konulan yasakların "demokrasi ve insan haklarına aykırılığı"nı anlatmak üzere ABD'de bırakın bir yayın yapmayı, az katılımlı bir bilimsel konferans dahi düzenleyemez. Bu yasak, yalnızca bu tür "think tank" denilenler için değil, tüm yabancı ülke yurttaşları için geçerlidir. NED kaynaklarından destek alanlar ise tümüyle yasaklıdır. Bu durum, NED'den parasal destek alacak olanların uyması gereken sözleşmelerde, şu satırlarda açıkça belirtilmiştir: "NED yardımlarında izin verilmeyen durumlar: Birleşik Devletler kitlelerini, herhangi bir parti politikası ya da (politika) uygulanması, ya da (senatör-temsilci) adayı hakkında eğitim, yetiştirme ya da bilgilendirmeyle ilgili masraflar."[51] Amerikalılar ve Batı Avrupalılar, üçüncü ülkelerde iç siyaseti 51 www.ned.org/grants/proposal_guidelines.html 19.10.2001 ve örgütlenmeyi, doğrudan ya da dolaylı olarak yönlendiren bu örgütlerin, parti bağları bulunmadığını sıkça belirtmektedirler. 


Oysa, NED öncülüğünde oluşturulan ve Amerika-Avrupa ağını işleten örgütleri yan yana getiren WMD (World Movement for Democacy I Demokrasi için Dünya Hareketi) örgütünün "Demokrasiye Yardımcı Vakıflar Şebekesi" adlı tanıtım sayfalarında, bu 'sivil' örgütlerin, siyasal parti bağları, açıkça belirtilmektedir.[52] Bu sayfalarda sayılan örgütlerden birkaçına bakmak yeterlidir: 'IRI, Cumhuriyetçi Parti'ye bağlıdır ve Birleşik Devletler Hükümeti'nden (NED ve AID kanalıyla) katkılar alır. NDI, Uluslararası İşler için Ulusal Demokrasi Enstitüsü), Demokratik Parti'ye bağlı bağımsız bir örgüttür. Friedrich Ebert Stiftung: Alman Sosyal demokrat Partisi'ne bağlı bir politik parti vakfıdır. Heinrich Böll Foundation: Alman Yeşiller Partisi ile birlikte-Hans Seidel Stiftung: (Alman) Hıristiyan Demokratik Birlik Partisi'ne bağlı bir politik parti vakfıdır. Konrad Adenauer Stiftung: (Alman) Hıristiyan Demokrat hareketiyle ilişkilidir. Olaf Palme Uluslararası Merkezi: İsveç Sosyal demokrat Parti Sendikalar Konfederasyonu ve Kooperatifler Birliği tarafından kurulmuştur. Fondation Jean Jaures: Fransız Sosyalist Parti'ye bağlıdır.. Alfred Mozer Foundation: 1990'ların başında, Hollanda İşçi Partisi (PvdA), Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde 'kontaklar sağlamak ve kurmak' amacıyla bir vakıf kurmuştur."[53] Yukarıdaki alıntıda görülen "Bağlı" ama, "bağımsız bir örgüttür" gibi, Amerikan türü yazı sürçmelerini bir yana bırakırsak, siyasal partilere bağlı olduğu açıklanan bu örgütlerin ve onlarla, kendi yayınlarındaki anlatımla "işbirlik" yapanların, siyasal partilerin organı olmadıklarını ileri sürmelerinin, karşılarındakileri 'saf yerine koymalarından başkaca bir anlamı yoktur. 


Bu 'saflığa' kendilerini kaptırmış çevreler ve kişiler, bu örgütlerin salt siyasal parti bağlarının da ötesinde, dışişleri ve istihbarat deneyimine sahip memur ve operatörlerce yönetildiklerini, etkinlik raporlarının tümünün dışişleri bakanlıklarına, ABD kongresine sunulduğunu görebilirlerde, "bağımsız" ve "bilimsel" ortaklıklarının değerini daha da iyi anlayabilirler. Öte yandan, bu işleri derinliğine bilerek "işbirlik" içinde bulunanlar, "sivil" savunmaları 52 NED tarafından kurulan bir tür project democracy enternasyonali olan WMD yıllık konferanslar adı altında ülkelerdeki bağlantılarını bir araya getirmektedir. Bu tür toplantılar ABD Dışişleri tarafından, şirketler ve onların uzantısı örgütlerce desteklenmektedir. 53 wmd.org/asstfound /asst_profiles.html, 22.10.2001için yeterli gerekçeye sahip olmalılar. Örneğin 2003 Sao Paola (Brezilya) toplantısı destekçileri arasında German Marshall Fund of the US, Guardian Industries Corp.(US), Gulbenkian Fdn. (Portekiz), Inter-American Development Bank, USAID - Mozaqmbik (US), westminster Fdn. (İngiltere) bulunmaktadır. Sao Paola toplantısına Türkiye'den Murat Belge (Helsinki Vatandaşlık Cemiyeti Başkanı), Özdem Samberk (TESEV Genel Direktörü), Doğu Ergil (TOSAM Başkanı) katılmıştır, (wmd.org/second_ assembly/support.html) 'Sivil' görünümlü yabancı örgütlere raporlar sunanlar, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle eşgüdüm içinde, ulusal çıkarları gözeterek çalışmaları bir yana, sonraki bölümlerde ayrıntılarıyla görüleceği gibi, toplantılarını özellikle yurtdışında yaptıklarını, büyük bir özenle belirtmektedirler.
------------------------------

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...