SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA
BİRİNCİ BÖLÜM
Dünyayı erdemin süzgecinden
geçiren
gerçek aydınlara
ve
ezber dağıtan
gerçek gazetecilereŞifre çözücü: "project democracy"
Sivil Örümceğin Ağında
Toplumsal Dönüşüm Yayınları:
242
Araştırma ve İnceleme: 84
Yazan Mustafa Yıldırım
Yayınevi Kurucusu Hayri Bildik
Genel Yayın Yönetmeni Hatice Bahtiyar
Yayın Hakları: ©copyright Toplumsal Dönüşüm Yayınları ve
Mustafa Yıldırım
e-posta toplumsaldonusum@superonline.com
ISBN 975 - 6448 - 43 -1
1. Basım Mayıs 2004
Genişletilmiş 2. Basım Mayıs 2004
Genişletilmiş 3. Basım Ağustos 2004
Genişletilmiş ve Güncellenmiş 4. Basım : Ocak 2005
Genişletilmiş ve Güncellenmiş 5. Basım : Şubat 2005
Kapak Tasarım Yusuf Aslan
Genel Dağıtım KARDAK
kardakegitim@ttnet.net.tr
Narlıbahçe Sok. No: 6 Cağaloğlu-
İstanbul
Baskı-Cilt Can Matbaası İstanbul
İnsanlığın güzel geleceği için savaşımın bireysel
mutluluğun biricik kaynağı olduğu bilinciyle katkıda
bulunmayı sürdüren ve yarı yolda bırakmayı
akıllarından bile geçirmeyen insan gibi insan
dostlarıma çok özel teşekkürler. Gün olur, onların
adlarını da yazabilecek denli güvenli bir ortama
kavuşuruz.
JINSA Jewish Institute for National Security Affairs
KADER Kadın Dayanışma Derneği
K-CIA Korean CIA
LID League for Insdustrial Democracy
MEMRI Middle East Media Research Institute
MEQ Middle East Quarterly
MUSİAD Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği
MCC Müslim Community Center
NDI National Democracy Institute (ABD Demokrat
Partisi örgütü)
NED National Endowment for Democracy
NDRI Network of Democracy Research Institutes
(NED'e bağlı)
NJC National Jewish Coalition
NSC National Security Committee
OSI Öpen Society Institute (George Soros)
PACMC President's Advisory Committee on mediation
and
Conciliation
PI Pueblo Institute
PRODEM
CA
Friends of the Democracy Centre in Central
America
RAND RAND Corporation
RIIA Royal Institute of International Affairs (İngiltere)
SAV Stratejik Araştırmalar Vakfı
SODEV Sosyal Demokrasi Vakfı
Soros F Soros Foundation
TDV Türk Demokrasi Vakfı
TESAV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı
TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı
TOBB Türkiye Odalar Borsalar Birliği
TOSAM Türkiye Sosyal Sorunları Araştırma Merkezi
TOSAV Türkiye Sosyal Sorunları Araştırma Vakfı
TUSİAD Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği
TÜSES Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar
Vakfı
UC Unifıcation Church (Moon)
VIU Virginia International Univercity
W!NEP Washington Institute for Near Esat Policy
WTO world Trade Organization
WWC Woodrow Wilson Centre
Fdn. Foundation
Inst. Institute
İst. İstanbul
4. BASIM İÇİN
Savcı Danilo Anderson, Venezuela'da yapılan serbest
seçimlerde büyük oy farkıyla devlet başkanlığına gelen Chavez
yönetimine karşı 2002'de düzenlenen darbeyi soruşturuyordu.
Darbeye ABD'den para aldığı kanıtlanan subaylar, Amerikan
devletinin hazinesinden beslenen NED'in parayla ve elemanla
desteklediği dernek, vakıf, moda adlandırmayla sivil toplum örgütleri,
Amerikan güdümlü sendikalar, Venezuela'da serbest pazar idealine
ve Amerikan şirketlerine bağlı işadamları, işadamlarının medyası
katılmıştı. Darbe Venezuela halkının büyük isyanı sonucunda
amacına ulaşamamış ve subaylar ABD'ne kaçmışlardı.
Savcı Danilo Anderson, ABD ile sivil örgütler arasında
oluşturulan parasal bağları ve CIA ilişkilerini dosyaladı. Soruşturma
açtığı kişi sayısı 400'ü bulmuştu. 'Şeffaflık' ve 'demokrasi' ideallerine
bağlılığı propaganda eden ABD siyasi partilerine, sendikalarına,
işadamı örgütlerine, George Soros gibi piyasa karıştırıcılarına bağlı
sivil(!) örgütlerin askersel darbeye katılmalarını şaşırtıcı bulanlar
olabilir. Bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü ülkeleri dışardan kuşatan ve
içerden ele geçirerek doğal kaynaklarına, iç pazarına, işgücüne el
koymak isteyen büyük şirketler, büyük para piyasası çetelerinin
güdümündeki devletler amaçlarına ulaşmak için demokrasi ve
özgürlük cilasıyla örtülmüş maskelerini gerektiğinde bir kenara
atarak kanlı işlere girişebilmektedirler. Bunu kanıtlamaya gerek yok.
Çünkü sözde sivil örgütleri yönetenlerin geçmişlerine bakmak
yeterlidir.
Demokrasi oyunuyla hazırlanan darbeyi soruşturan Danilo
Anderson bir büyük mağazanın önünde silahlı saldırıya uğradı. Bu
saldırıdan kurtulmayı başaran Anderson iki hafta sonra, 18 Kasım
2004'te Caracas yakınlarında arabasına konulan bombanın uzaktan
patlatılmasıyla öldü. ABD elçiliği suikastı kınamakta gecikmedi.
Demokrasi ve liberal iktisadiyat perdesinin arkasında örülen
ağın nereye ulaştığını bilmeden olayları algılamak ve olabilecekleri
öngörmek olanaksızdır. Salt düşünsel, bilimsel, siyasal ilişkilerle
durumu aydınlatmak da olanaksızdır. Sivil ilişkileri besleyen para
akışını görmek gerekiyor. Sanatçı Mark Lombardi de böyle
düşünüyordu. Bizim gibi kitap yazmak yerine Lombardi, parasal
ilişkileri resimle birleştirdi ve şebekenin haritasını, para kanallarını
tablolara geçirdi. Örneğin George Bush Jr.'un yönetiminde yer aldığı
Harken Energy firmasının Suudlara, Osama Bin Ladin'e ulaşan para
kanalını resmetti ve bu işin içine bir de CIA görevlisi James Bath'ı
yerleştirdi. Irak'a satılan biyolojik ve kimyasal silah hammadde
ticaretini, nükleer teknoloji transferi için ABD tarafından garanti
edilen 5 milyar doları, mafya bankalarının çizgilerinde dolaştırdı.
Mark Lombardi resimlerini sergiledi. FBI bazı tabloları alıp
götürmek istedi. Müze yönetimi izin vermedi. Bu olaydan kısa bir
süre sonra Lombardi atölyesinde boynundan asılmış olarak bulundu.
------------
Bu tür ölümlerin ardından yapılan yalın açıklama yinelendi:
"Lombardi manik depresyon yaşıyordu..."
Uzaklarda böyle oluyor da ülkemizde başka türlü mü
gelişiyor? Kimin elinin nerelere ulaşabildiğini mahkeme
tutanaklarından okuyalım:
"Sanık Rüştü Aytufan söz isteyerek diyerek 3 sayfalık dilekçesini okudu, ibraz etti,
okundu, dosyasına konuldu."[1]
Sanık el yazısıyla kaleme alıp mahkemeye sunduğu üç
sayfalık dilekçesinde "Bugün ABD Güvenlik Müsteşarı ve CIA
tarafından sorgulanmak üzere alınabiliyorsam, yarında(da)İsrail veya
bir başka ülke heyeti tarafından alınıp sorguya mı çekileceğim?!...)
Türk heyeti, Türk istihbarat teşkilatları Amerika'da, İsrail'de veya bir
başka ülkede cezaevinden bir sanığı alıp, yine o ülkenin savcısının
makamında sorguya çekebiliyor mu?" diye soruyor. Uğur Mumcu'nun
öldürülmesiyle ilgili davanın tutanaklarına ve dosyasına giren bu
savlarla ilgili bir başka yoruma ya da sorgulamaya rastlanmıyor.
Think-tank' , 'düşünce topluluğu', 'atölye çalışması', 'proje',
'yuvarlak masa toplantısı', "bilimsel konferans', 'NGO' ve 'sivil toplum
örgütü' adlandırmalarının bir büyük ağın düğümlerini nitelediğini
görmek gerekiyor. İşte bu ağın kanlı-paralı işleyişidir ki, toplumu şu
mahkeme tutanağına geçen satırlara karşın duyarsızlaştırıyor.
Gazeteciler susuyor, kurumlar arkasını dönüyor.
Bu şaşırtıcı ve akıl almaz tutum öylesine bir biçim alıyor ki,
olayların içinde yaşayan kişiler ya da kuruluşlar neyi kiminle yaptığını
da ayrımsamayabiliyor. Dünyanın 92 ülkesinde devlet yönetimlerine
paralel yönetim şebekesi oluşturan ABD ve Batı Avrupa devletleri
egemenliklerini gizliden değil, olabildiğince açıktan pekiştiriyorlar.
Bunu yaparken kurdukları ya da kurdurttukları dernek ve vakıflar
aracılığıyla toplumun tüm kesimlerini örgütlüyor, yasa değişikliği
çalışmalarını yönlendiriyor ya da yasa tasarılarını kendileri kaleme
alıyorlar. Ülkeyi yönettiğini sanan devletin kurumlarına 'reform' için
para veriyor ve değişiklikleri kendi bildiklerince yönlendiriyorlar.
Adı 1982'de ABD Başkanı Reagan tarafından "project
democracy" olarak konulan operasyon Doğu Avrupa'yı çözmüştü.
Gizli örgütlenmelerle Polonya karıştırılmış, Moskova'da kurulan
derneklerle yönetime sızılmış ve muhalefet örgütlenmişti. Sosyalist
sistemin çökertilmesinden sonra ulusal devletlerin iç düzenlerinin ele
geçirilmesi ve parçalanması süreci başlatıldı.
Türkiye gibi müttefik
ülkelerdeyse, olası bağımsızlık eğilimlerini bastırmak ve devletlerin
tüm ulusal çekirdeklerini yok etmek, iktisadi ortamlarını korunaksız,
1
2 No'lu DGM, 2000/102 esas numaralı 7/9/2001 Celse 15 Sayfa No: 130. yönlendirilebilir, gerektiğinde karıştırılabilir bir durumda tutabilmek
için güdümlü örgütlerin desteğiyle yasal değişiklikler yaptırmayı
başardılar.
Kirli operasyonları saklı tutarken toplumun tüm
kesimlerini istedikleri anda harekete geçirebilecek denli örgütlemiş
bulunuyorlar.
Operasyonun en önemli ayağı "çok kültürlülük" üstüne
kuruldu. Başlarda "farklılıklar zenginliğimizdir" diyenleri bile
şaşırtacak denli kısa bir sürede farklılıklar etnik azınlık isteklerine
yükseltildi. Toplumun dinsel dayanışmasını da denetim altında
tutabilmek için "Din Hürriyeti" senaryosunu büyük bir başarıyla
uygulayan ABD örgütleri, dinsel topluluklarla, şeyhlerle, şıhlarla,
vakıflarla ilişkilerini geliştirerek demokrasi(!) cephesine kattılar. Öyle
başarılı oldular ki, Irak işgali sürecinde karşı çıkması beklenen
Türkiye'nin İslamcı muhalefeti bile vurdumduymaz oldu. ‘Türban'
özgürlüğü örgütlenmesiyle ve eylemlerle birlikte kurumların ve
toplumun tepkileri ölçüldü. Gerektiğinde suikastlar düzenlendi.
Operasyon her kesimi T.C'nin yasallığına karşı birleştirdi.
Siyasal partiler 'siyasi eğitim' adı altında operatörlere bulaşınca
topluma önderlik edecek muhalefet de kalmadı.
Uzun yıllar süren araştırmalarla hazırlanan bu kitabın yayın
süreci de operasyonun ruhuna uygun olarak gizli engellerle doluydu.
Neyse ki, yaklaşık iki yıllık bir gecikmeyle yayımlanabildi. İlk üç
basım büyük ilgi gördü ama belirli bir yanlışlığı da ortaya çıkardı.
Okurların çoğu, yabancı ilişkilerini "amaçları doğrultusunda dolarla
kazanılmış olan vakıflar", "kendisini parayla satmış" olan kişiler
düzeyinde değerlendirdiler. Bu yaklaşımın zıttı da var. Bir
konferansım sırasında "Ne olmuş canım 50 bin dolar almışlarsa"
diyenlere rastladım. Ülkenin yurtseverleri iki yapraklık yayını
çıkarmak için birkaç milyar bulamazken 50 bin doları
küçümseyenlerin liberal satışlara nasıl kapıldığını görmek ilginçti.
Oysa olay daha derindeydi. Bir ülkede yaşayanların düşünce
sistemleri ele geçiriliyor, demokratik kitle örgütleri yok edilirken
birkaç seçmece kişinin kurduğu dar üyeli dernekler toplumsal
muhalefeti, güdümlü medya ve devlet yöneticilerinin desteğiyle
gütme yeteneğine kavuşuyorlardı. Bu demek ve vakıflar dışardan
aldıkları büyük devlet desteğinin karşılığını o devletin dışişlerine
ulaştırılan raporlarla verdiklerinin ayırdında olmalılar.
Eskilerde "casusluk" olarak nitelenebilecek bu
uygulamalar şimdilerde 'demokrasi için ortak çalışma' adı
altında rahatça özümsenebiliyor. Yabancıların dernekleri, vakıfları
ve siyasi partileri toplum yönetiminde etkinlik sağlayabiliyor.
Başkentte bile şubeler açıyorlar. Zamanı geldiğinde harekete geçip
merkezi devleti ele geçirecek olan gençlik örgütlenmesi için büyük
paralar harcanıyor.
Konuyu "hainler" ya da "ihanet" ya da "misyonerlik" gibi dar
grupların eylemi düzleminde ele alanlar hedef saptırmktadırlar.
---------------
Bunu yaparken yayılmacı devletlerin sistemlerini bu sitemin
arkasındaki büyük şirketleri ve yurdumuzdaki bağlantılarını da
örtmektedirler. Yayılmacı devletlerin yüzlerce yıldır sürdürdükleri
kanlı işgalleri bir sistemden önce bir dine, daha sonra bir mezhebe
indirgeme hüneri göstermektedirler. Hıristiyan misyonerlik
girişimlerini olduğundan daha büyük gösterip karşısında İslamiyet'e
dayalı bir örgütlenme ve cephe yaratarak din devleti özlemlerini
yükseltmeye, laikliği yıkarak ulusal devleti parçalamaya çalışıyorlar.
Ustaca yürütülen bu yönlendirme operasyonunun aktörlerinin
geçmişine bakmak gerekiyor.
Kitabın 1. ve 2. basımı Mayıs 2004'te ve 3. basımı Ağustos
2004'te yapılmıştı. Son üç ayda öylesine gelişmeler oldu ki, kitabı
güncellemek gerekti. Güncellemeler yapılırken "demokrasi"
operasyonunun salt düşünsel ve sivil(!) düzlemde kalmadığına da
tanık olundu. Demokratik, serbest seçimlerle yıkamadıkları
yönetimleri şiddete dayanarak yıkmaktadırlar. Savcının öldürülmesi
işin hangi boyutlara ulaştırabileceğini de göstermektedir.
Bu basımda Orta Asya ülkelerindeki operasyonlara, CIA'nın
üniversitelerdeki örgütlenmesine, NED'in yöneticilerinin Türkiye
ziyaretlerine, Venezuela'daki gelişmelerle ilgili bilgilere,
Türkiye'de
2002- 2003 yıllarında NED parasıyla ve yerli işbirlikçileriyle yürütülen
yeni çalışmalara alınan dolarlarla birlikte yer verildi. Gürcistan ve
Ukrayna 'project democracy' operasyonunda para akışı ve 'proje'
kapsamları birer tablo olarak eklendi. Ayrıca Moon tarikatıyla ilişkili
kuruluşların kısaltılmış listesi de eklendi. Adlar dizini biraz daha
genişledi ve 2600 maddeye yer verildi. Bu arada belirtmelim ki,
kitabın sayfa sayısını sınırlamak üzere dizinde şirket adlarının
Çoğuna yer verilmedi.
Canlı olarak sürmekte olan bir operasyonu ansiklopedik bir
kitaba geçirebilmek oldukça güç oldu. Daha kitap basıma giderken
kanlı ya da kansız yeni olaylarla karşılaşılıyor. Kitabın okuru başka
ülkelerde, örneğin Gürcistan'da, Ukrayna'da ya da bir başka ülkede
Batı güdümlü muhalefet kalkışmalarını kolaylıkla çözümleme
olanağına kavuşmaktadır. Çünkü operasyonun araçları da yöntemi
de aynıdır.
Kitapta yer verilmeyen sözde sivil örgütlerle yabancıların
ilişkilerini gösteren ve gerçekten bir örümcek ağını andıran bağlantı
şemalarını kitaba eklemeyi yine başaramadık.
Çünkü böyle bir şema
iki ya da üç boyutla bir düzleme yerleştirilemeyecek denli çok boyutlu
olmaktaydı. Sorun görüntünün oluşturulmasında değildi elbette.
Böylesi bir şema ancak çok büyük bir kâğıda geçirildiğinde
okunabilirdi. Yani tıpkı Mark Lombardi'nin yaptığı gibi büyük tablolara
yapmak gerekiyordu. Ne ki, okurlar böyle bir şematik bağlantıyı
kendileri çiziktirebilirler.
Kirli ya da saydam ilişkiler ağı fiziksel olarak görüldüğünde
'WEB' yani 'Örümcek Ağı' adlandırmasının ne denli haklı olduğu da anlaşılacaktır. Kitapta yer alan bilginin, başka ülkelere bakarken
kendi ülkemizde de olmakta olanı görebilmemize ya da olacakları
kolayca kestirebilmemize yardımcı olacağına inanıyorum.
Kitabın ilk üç basımına değer veren ve tanıtan başta Attilâ
İlhan ve M. Emin Değer olmak üzere tüm yazarlara, aydınlara,
kurumlara, yürekli gazetecilere, gönülden desteğini hiçbir zaman
esirgemeyen dostlarıma, kitabın yayınında, dağıtımında, satışında
emeği geçenlere, kitaptaki bilgileri kullanarak gençliği uyandırmaya
çalışanlara teşekkür borcum bulunmaktadır.
27 Aralık 2004
M. Yıldırım
UYUMAYANLAR DA VARMIŞ
Amerikalı Albay, kapıdan çıkarken bir an durdu ve görüşmeyi
acı sözlerle noktaladı:
"ABD ile Türkiye arasında Ortak Savunma İşbirliği
anlaşmasına göre yapılan yardım, hibe, satış ya da herhangi
bir nedenle size devredilen, bilgi, proje ya da malzemenin
sahibi yalnız ve her zaman, Amerika'dır, benim devletimdir."
Amerikalı albay, yüzümüze bile bakmadan, sıradan bir şeyden
söz eder gibi sürdürdü açıklamasını:
"Bunlar size, 'Ortak Savunma (anlaşması)'nın gereği olarak
devrediliyor. Dikkat ederseniz bunların statüsü Kongre
Yasasının 1/4 ve 3'üncü maddelerine göre saptanır. Buna
göre de Türkiye zilyet durumdadır. Bu nedenle yasanızdaki
'(..) bütçeye kaydedilir' hükmü uygulanamaz. Unutmayın ki,
Başkan ya da Kongre istediği an, yardımı durdurduğu gibi o
madde ya da bilgiyi geri isteyebilir."
Bu olayı, 1969 başlarında Milli Savunma Bakanlığı Hukuk
Müşavirliği odasında yaşamıştık.
O günlerde daha önce imzalanmış
ABD-T.C ikili anlaşmalarının, tek metinde toplanması çalışmalarını
da sürdürüyorduk. Askeri yardım' başlığı altında Türk Silahlı
Kuvvetleri'ni destekleme ile ilgili bir iç sorunun çözümü için
toplanılmıştı.
ABD Askeri Yardım Kurulu Başkanlığından gelen bir kurulla
yaptığım, iki evreli görüşme sonunda; bizi koruduğuna, olmasaydı
yok olacağımıza inandırıldığımız Amerikan yardımının ne menem bir
şey olduğunu, bir kez daha öğrenmiştim. Amerikalı Albay, ABD
Kongresi yasasını getirip veriyor ve "Alın okuyun öğrenin!" diyordu.
"Biz, bu yasal gerçeği neden öğrenemedik?" diye kendimizi
sorgulamayı bile düşünememiştik. Öyle yapsaydık, bugünlerin
açmazına düşer miydik?
BOŞ BİDONLAR
1969 yılı sonlarında, görevim gereği, Dışişleri Bakanlığı'nda,
aylık "Ortak Savunma ve İşbirliği Koordinasyon Kurulu" toplantısında,
Milli Savunma Bakanlığı adına bulunuyordum. Toplantılar, ev sahibi
bakanlık müsteşarının başkanlığında yapılırdı. Toplantının
yapılmakta olduğu ev sahibi bakanlığın müsteşarı Sayın Şükrü
Elekdağ şunları söylüyordu:"(..)'Yardım' adıyla ya da ortak savunma için parası
ödenerek alınan mallar, (her türlü silah, araç gereç vb.) her
şey amacına uygun olarak değerlendirilecektir. Bu bağlamda
da bu mallar o amaç dışında bir başka amaçla, örneğin
Türkiye'nin kendi ulusal çıkarları için kullanılamaz. Çünkü
bunlar 'Ortak Savunma İşbirliği' için gönderilmektedir."
Önemsiz bir malzeme için, bu mantık ve üslupla konuşmasını
anlayamamıştım.2[2]
Türk Genel Kurmayı her yıl sözde yardım ya da
FMS kredileriyle alınacak malların listesini hazırlardı. Bu liste, USAID
görevlileriyle tartışılır ve üzerinde anlaşılan mallar, yardım adı
altında istenirdi. Ama bu kez işimiz satın alınan malların ambalajı
olan, kullanılmış sac bidonlarla ilgiliydi. Boş bidonların, ihtiyacı olan
kurumlara devredilmesini görüşülüyorduk.
Biz, Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı
olarak, bidonları malzemeyle birlikte satın aldığımızı ve onları
kullanmanın da hakkımız olduğunu savunuyorduk. Amerikalılar ise
bidonların da yardım statüsünde sayıldıklarını, bu nedenle, ABD
onayı alınmadan kullanılamayacağını savunuyorlardı.
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Sayın Elekdağ, söz aldığında,
bizim, yani Türkiye'nin tarafını destekleyeceğini düşünerek sevindim.
Sayın Elekdağ, ayrıca benim kentimin yetiştirdiği ve övündüğümüz
bir seçkin kişiydi. Ama Sayın Elekdağ, Amerikalıların tezini yukarıda
aktardığım sözlerle savunarak bizi şaşırttı. Ama biz, bir ders daha
almıştık. Boş bidonları bile kullanırken ABD'nin iznini almak
zorundaydık.
Bizi haksız çıkaran şu 'Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması
(OSİA)' idi. Bu olayı ele alarak parasını ödediğimiz silah araç ve
gereçleri 'Ortak Savunma' alanından ayırabilmeyi umuyor, küçük bir
delik arıyorduk. Amerika bu formülle, parası verilen savunma
araçlarının da Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları için
kullanılamayacağını savunuyordu.
O günlerin Türkiye'si ne şimdiki Türkiye'ye benziyordu, ne de
Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti'nin Türkiye'sine. Görüyorduk ki,
Türkiye 1960'ların sonlarında kimi kurumlarınca itildiği karanlıkta,
ABD'nin dümen suyunda çırpınmaktadır.
1950'lerde ABD'den süttozu kutuları geldi. Üstlerinde iki el
kuvvetlice sıkışıyor. Bileklerdeyse gömlek yenleri ABD ve T.C
bayrağı olarak resmedilmiş. Bu kutular, yurdun en ulaşılmaz
köylerine, mezralarına dek götürüldü. Yurdumuz çocukları için ABD
süttozu yardımında bulunuyordu ya da yurdumuz ABD'nin süttozuna
muhtaç olarak gösteriliyordu.
Bu süttozları bebeklere ulaştırılıyor, çocukların beynine de o
sıkışan iki elin resmi kazınıyordu. O bebekler sonra bu yurdu
2
Sonradan Washington Büyükelçisi olarak ünlenen Şükrü Elekdağ, CHP
yönetiminde yer aldı ve 2002 seçimlerinde CHP milletvekili oldu. yöneteceklerdi. 1940'ların sonlarına doğru başlatılan propagandayla,
ancak Amerika'nın yardımlarıyla ayakta durabildiğimize inandırılma
çabalarının ayıbını anlatabilmek için yazdım bunu. Bir gerçeği teslim
etmeliyiz ki, Amerika genel olarak yaptığını ve yapacağını gizlemez.
Yardım doktrinine esas olan kongre yasasından şu bölümü okuyalım:
"Mademki Türk ve Yunan hükümetleri, ulusal bütünlüklerinin
ve özgür uluslar olarak varlıklarını sürdürebilmek için gerekli
mali ve diğer yardımları istemişlerdir.(..) Mademki bu
ulusların, ulusal bütünlükleri ve varlıkları Birleşik Devletlerin
ve bütün hürriyet sever halkların güvenliği bakımından önemli
olup şu sırada yardımın alınmasına bağlıdır."
Biz bu sözlerin, ulusal kimliğimize saldırı olduğunu
düşünemedik. "Ulusal bağımsızlık savaşı vermiş bir ülkenin çocukları
böyle bir aşağılanmayı nasıl kabul edebilir?" diye sormaz mısınız?
Ne ki, bununla kalmıyor aşağılanmak. Birinci madde de şöyle:
"ABD Kongresinin Senatosu ve Temsilciler Meclisi
tarafından kanunlaştırılmıştır ki,(..) Cumhurbaşkanı Birleşik
Devletler çıkarlarına uygun mütalaa ettiği zamanda,
Yunanistan ve Türkiye'ye bu hükümetlerin talebi üzerine ve
kendisinin tayin edeceği kayıt ve şartlarla yardımda
bulunabilecektir"[3]
Salt bu tek madde bile, "yardım" denilerek, nasıl bir tuzağa
düşürüldüğümüzün kanıtı değil midir? 'Yardım' için, Türk hükümeti
her keresinde, "Bana yardım et, ihtiyacım var" diyecek. Halkın o
engin bilincine yerleşen deyişle, 'el açacak!'
-----------------------
İHTİLAL OYUNU İÇİNDE USTA İŞİ OYUN!
ABD ikinci Dünya Savaşı sonrası, bizim gibi korumaya aldığı
ülkeleri kendi ilkelerinden soyutlama politikasını bilinçle uygulamış
olup, ulusal iradeleri baskı altında tutmaktadır. Önce o ülkelerin
askerlerini eğitmiş, onlara ülke yönetimini üstlenecek politik yetenek
kazandırmıştır. Bir ABD belgesi bunu şöyle anlatır:
"Birleşik Devletlerdeki ve yabancı ülkelerdeki askeri
okullarımızda ve eğitim merkezlerimizde seçme subaylar ve
önemli mevkilerde bulunacak uzmanları eğitmemiz askeri
yardım yatırımlarımızdan sağlanan faydaların her halde en
önemlisidir. Bu öğrenciler dönüşlerinde eğitici olmak üzere
kendi ülkeleri tarafından özel olarak seçilmişlerdir. Bunlar
gerekli bilgilerle teçhiz edilmişlerdir. Bu bilgileri kendi
bilgilerine aktaracak olan geleceğin liderleridirler.
Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl düşündüklerini
gayet iyi bilen kimselerin, liderlik mevkilerinde bulunmalarının
3
M. Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, Ek-1: "Yunanistan ve Türkiye'ye
Yardım Sağlamak İçin Kanun," s.349 ne kadar önemli olduğunu belirtmeye ayrıca gerek
duymuyorum. Böyle kimselerden dostlar edinmenin değeri
ölçülemeyecek kadar fazladır."[4]
1968 yılında, MSB Hukuk Müşavirliği görevim gereği bağlı
bulunduğum MSB Müsteşarı Org. Faruk Gürler bana şunları
söylemişti:
"Dikkatli olacaksın, toplantılar beş kişiden fazla olmamalı üç
kişi idealdir. Üç kişiden biri görevli olabilir.
El yazısı
kullanılmayacak, kendi daktilonla bu konularda hiçbir şey
yazmayacaksın.."
Bu ilişkiden de yüreklenerek, "Paşam," demiştim, "ülkemin
içinde bulunduğu koşullar karşısında tepkisiz duramıyorum. Ayrıca
Atatürk'ün Cumhuriyetin ve bağımsızlığımızın korunması emrini de
düşündükçe, çözüm aramaya başladım, ama ben genç bir subayım,
yanılabilirim, doğru mu yaptım yanlış mı yapıyorum, beni lütfen
uyarın."
Yüzüme baktı ve içtenlik dolu bir sesle "Yanlış yapmıyorsun,
doğru yoldasın,"diye yanıtladı. "Ohh!" dediğimi anımsıyorum,
rahatlamıştım. Org. Gürler, Kara Kuvvetleri subaylarının bağlandığı
bir komutandı. Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur da
havacıların güvenini kazanmıştı. Silahlı Kuvvetler, 27 Mayıs'a bağlı
olanlar ve "Bu anayasayla ülke yönetilmez" diyenler diye iki kampa
ayrılmış; gençlerin vuruşmalarının ülkede yarattığı kargaşayı
önlemek ve 27 Mayıs hareketinin eksik bıraktığı reformları
tamamlamak düşüncesiyle örgütlenmişti.
En azından ben ve benim tanıdıklarımın davası bu idi.
Komutanların zaman zaman verdiği görevler de, benim görüşlerimi
doğruluyordu. Paşa'nın verdiği güvencenin beni kurtarmayacağını
anladığımda iş işten geçmişti, ama bir uyarıyı neden
değerlendirmediğimi hâlâ sorar dururum.
Beş kişilik grubumuz, 27 Mayısçılardan Tabii Senatör Ekrem
Acuner, Milli Birlik Komitesi üyesi Numan Esin ve aynı zamanda CHP
milletvekili olan Orhan Kabibay, CHP Milletvekili Fakih Ozfakih ve
benden oluşuyordu. Ekrem Acuner, Faruk Gürler ile özel bir görüşme
istedi. Haziran'ın sıcak bir gecesinde, evimde saat 10'da başlayan
görüşme, saat ikiye dek sürdü. Paşa gittikten sonra, Ekrem Acuner
öfkeliydi. "Adama bak yahu! Bana, 'Biz bu hareketi Süleyman Bey'e
karşı mı yapacağız?' diye sordu!" diyerek, Paşa'ya
güvenilemeyeceğini anlatmaya çalıştı.
İHTİLÂLE BİR ADIM KALA
Bütçe yılbaşının "1 Mart" olması nedeniyle, harekât tarihi
4
Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı, s. 155 bütçenin kabulünden sonra saptanacaktı. Bütçe gününde kabul
edilmişti. Mart ayının ilk haftası hareketli geçti. "Hemen harekete
geçelim!" dayatması üzerine, harekât emrinin alınması için, 9 Mart,
saat 18.30 da K.K. Komutanı Org. F. Gürler, H.K.K. Org. M. Batur ve
D.K.K. Oramiral Kemal Kayacan'ın hazır olacağı bir toplantı çağrısı
yapıldı. Kimi generallerin de katılımıyla, harekâtın o gece
başlatılması için toplanıldı. O arada Hava Kuvvetleri'nin, Harekât
Dairesi Başkanı tarafından alarma geçirildiğini öğrendik. Artık,
generaller dışındaki kadro harekât emri bekliyordu.
9 Mart 1971 akşamı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapılan
toplantı, bir karar almadan dağıldı. O gece 11.30 sıralarında, 28.
Tümen'den bir subay, telefonla aradı ve "Seni hemen görmem gerek"
diyerek evime geldi. Heyecanla "Bu gece Faruk Paşa'yı
tutuklayacaklar. Çünkü (28.)Tümen komutanı bizleri topladı,
'Komünist ihtilal çıkacakmış' dedi. Olağanüstü alarm verildi; bu
haberi Paşa'ya iletin" dedi ve gitti.
Dördümüz buluştuk. Birliklerin bulunduğu yörelere gittik.
Nöbet yerlerinde ikişer asker bulunduğunu gördük. Bu alarm belli ki,
bize karşı verilmişti. Emir subayı, Gürler Paşa ile ilişkimi biliyordu.
Saat 01.35'de Emir Subayı'nı uyarıp, alarm olayını Paşa'ya bildirerek
uyarmasını söyledik. Subay, Paşa'ya durumu telefonda anlattı. Paşa
ona, "Hiç merak etmeyin alarmı ben verdim. Haydi sen de, oradakiler
de gidip uyuyun" demişti.
Oyuna geldiğimizi o anda anladım.
Hele Paşanın bunları
gülerek söylediğini işittiğimde, dünyam başıma yıkılmış gibiydi.
Liderimiz ortak hareketimizi durduracak önlemleri almıştı. Önceden
söylenenleri çözümlemeyi düşünseydik, o anın şaşkınlığına
düşmezdik. Biz, komutanların bizleri, ne anlamda olursa olsun, böyle
kötü bir deneyden geçireceğini düşünemeyecek kadar onlara
güveniyorduk.
Oysa ihtilal oyunundan bir yıl önce bize "Nasıl bir sistem
kurulacak? Düşüncelerinizi bir taslak hazırlayarak bildirin" denilmişti
Devrim Anayasası Taslağı adını koyduğumuz belgeyi hazırlamıştık.
Faruk Paşa, bu taslağı okuyunca, sakin bir sesle şöyle demişti:
"Söyledikleri kadar solda değilmişsiniz!''
Biz, 'Dickson Raporunun hedeflerinden birinin kapsamında
tasfiye edilmek üzere gözetlenmiş, amaçlarımızı kendi elimizle
onlara iletmiş ve yönlendirilmiş oluyorduk. Demek ki, örgütlenmemiz,
çalışmalarımız onların denetimi altındaymış.
Uğur Mumcu'nun
Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan "Devrim Tarihi Okutuluyor
mu?" başlıklı ve aslında Kemalizm'i savunan yazısında, 'komünist
devrimi savunduğu' savıyla 12 Mart Sıkıyönetim Mahkemesinde
yargılanması, çarpıcı bir örnek olacaktı.
'Dickson Raporu' uygulamaya konulmuş ve bir ihtilal(!) oyununa getirilmiştik.[5] Suçumuz, Türk devriminin bize emanet ettiği
Cumhuriyeti ve bağımsızlığı korumak olmalıydı. Bunun Amerika'nın
sözlüğündeki adı 'komünizmle hemhal (içlidışlı)' olmaktır. Biz, ihtilal
girişimcileri, Atatürk'ün yaşadığı dönemde birer delikanlıydık.
Bağımsızlık onuru ve gururu içimize işlemişti. Bu sorunları bilinçle
inceleme ve çözme eğilimimizin yanlış değerlendirileceğini, hele
kendi emirleriyle girişimlerde bulunduğumuzu bilen komutanların
oyununa getirilip, tasfiye edileceğimizi düşünmemiştik! Bu kararı
kimler vermişti? Bu sorunun gerçek yanıtını sonraki yıllarda
öğrenecektik. Bizi, Amerikan eğitimi görmüş, bir başka deyimle
'indoktrine' edilmiş olanlar oyuna getirmişti. Yani onların
gerektiğinde, "Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl
düşündüklerini çok iyi bilen kimseler" tarafından oyuna getirildiklerini
öğrendiğimizde iş işten geçmişti.
Çok geçmeden, yalnızca on yıl sonra oyuna gelmenin
boyutunu ABD başkanının ağzından bir kez daha öğrenecektik. 12
Eylül darbe gecesi, bir opera gösterisini izlemekte olan Başkan
Carier'ın, "Bizimkiler idareyi ele aldılar" haberi verilince, nasıl
sevindiğini duyduğumuzda, Washington'un olayların neresinde
olduğunu daha iyi anlayacaktık. ABD'nin 12 Mart öncesi ve
sonrasındaki gelişmeleri içerden izlemesi, bize çok şey öğretmiştir.
ABD, bizimki gibi ülkelerde, her hareketin, o ülkede çıkarlarına
dokunacak her yapılanmanın içinde yer almaktaydı. 27 Mayıs'ta
ABD vardır, 12 Mart ve 12 Eylül'de de vardır. Dünya egemenliği
peşinde olan bir devlet yönetiminin böyle yapması da kendi "ahlak"
anlayışına uymaktadır. Bu konuda belgeli çalışmalar bizi doğrular.
27 Mayıs öncesi, 12 Mart'la, 12 Eylül'de bu yöntem
uygulanmıştı.
Bu yöntemin CIA kokartlı olduğu açığa çıkmıştı.
Sovyetlerin yıkımıyla, demokratik ideallerin öne çıkması, askerin
devlet yönetimindeki etkinliğinin kırılması gerekiyordu. Ama Amerika
için bu daha tehlikeli bir alan olacaktı. Demokrasiyi de kendi amaçları
için kullanmalıydı. Bu kez oyunu 'açıklık' örtüsü altında
uygulayacaktı. Bizim gibi ülkelerde demokrasinin geliştirilmesi!!) için
ABD yardımı gerekiyordu.
5
Dickson Raporu, 1965de ABD Ankara Büyükelçiliğinde Savunma Ataşesi Alb.
Ronald D. Dickson'un soyadıyla anılan ve bir Türk tarafından hazırlanmış
belgedir. 1965 seçimlerinde A.P'nin hükümet kurmayı üstlenmesini ardından
verildiği anlaşılıyor.
29 Aralık 1965 tarihli bu rapor, 07 Temmuz 1966'da, Tabii
Senatör Haydar Tunçkanat tarafından Cumhuriyet Senatosunda açıklanmıştır.
Rapor" sonradan inkar edilmek istenmişse de olayların gelişimi ve ABD'li
Albay'ın statüsü ve rapor olayından sonra görevden ayrılması yalanlanmanın
doğru olmadığın göstermektedir. Raporun şu paragrafı, 12 Mart öncesi ve
sonrası uygulamalarının bu rapor doğrultusunda gerçekleştirildiğini
göstermektedir: "Buna bağlı, bazı hükümet tedbirlerinin hazırlanmasına ve
uygulamasına paralel olarak, rejime sadık olmayan subaylardan en tehlikelileri
bir program dahilinde tasfiye edilmek üzere tespit edilmektedir. Şimdiye kadar
olan değişikliklere karşı gösterilen reaksiyon, muhalefetin zayıflığının tezahürü
olarak değerlendirilmektrdir
------------------------
Bu yeni yardımı anlatan bu kitabın her sayfası bize indirilmiş
şamar gibidir. Rahmetli anam, biz uyurken uyanır, "Allah'a dua
edenlerin yüzü suyu hürmetine aç kalmıyoruz." Der ve gece yarısı
kalkar, ibadetini yapar, dokuma tezgâhında bez dokurdu.
Bugün de uyumayanlar var ve onlar bizim nasıl bir tuzağa
düşürüldüğümüzün resmini çekmiş, dersem, resim değil, ama öyle
bir çalışma ki fazla zorlamaya gerek kalmadan, canlı bir fotoğrafa
bakar gibi gerçeği görebiliyorsunuz.
İşte Yıldırım uyumamış ve bize gerçeği göstermek için
çalışmış. Bu kitabı okumak, içine düştüğümüz tuzağı görmemizi
sağlayacak. Belki o zaman kendimizi sorgulamaya başlayabiliriz.
Azıcık ulusal onurumuz kalmışsa ve gerçekleri okumayı biliyorsak;
ders almayı biliyorsak.
Oltanın ucundan kurtaramadığımız balığın, bu kez bir ağda
çırpınışını seyrettirmek isteyenlere ders vermenin gününü
geciktirmemeliyiz. *
M. Emin Değer
Ankara: 3 Ekim 2002 Cuma
* O günlerde bizler 18-21 yaşlarında öğrencilerdik. Oyun perdesinin önüne
sürülmüştük ve senaryonun tümünü görmemiz olanaksızdı, perdenin arkasını
bilemiyorduk, ihtilal oyunlarının ayrıntısı tarihin karanlığına ve spekülasyonlara
bırakılamazdı. Perdeyi araladığı ve içinde yaşamış olduğu olayları bizimle
paylaştığı için, MSB eski Hukuk Müşaviri, Emekli Hakim Albay M. Emin Değer'e
teşekkürler. Yazının tarihi çok gerilerde kaldı. Üç yıl önce tamamlanan ve 2002
yaz aylarında - genel seçimlerden önce- yayınlanmak üzere hazırlanan bu kitap
çeşitli yayıncıların bilerek ya da bilmeyerek oyalamasıyla iki yıl gecikti. Ne ki ne
yapılırsa yapılsın, hangi engeller kurulursa kurulsun, gerçeklerin gün ışığına
çıkması kaçınılmazıdr.
(M. Yıldırım)
ŞİFRE ÇÖZÜCÜ: "PROJECT DEMOCRACY"
AÇIK VE ÖZEL BİR MEKANİZMA
"Amerika Birleşik Devletleri'nin dış
ülkelerdeki açık eylemleri, örtülü
(gizli) operasyonlarla
desteklenmelidir." Truman National
Security Directive (NSD 10/2)
2000 yılında, Türkiye'ye konuk olarak gelen Çek Devlet
Başkanı Vaclav Havel'in, "Bu küreselleşme işi iyi olmadı, bir yerlerde
hata yaptım; ekonomistleri dinledim" anlamına gelen sözleri üstünde
duran olmadı. Vaclav Havel, Türkiye'de yaşayanların bu işin
ayırımda olmamasından emin olsa gerek, eksik bilgilendirme
yapıyordu. Oysa Aralık 1989'da, Vaclav Havel başkanlık koltuğuna
yeni oturduğunda ülkesi, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti olarak ikiye
bölünmemişti. Havel, karşısında oturmakta olan Amerikan örgütü
yöneticilerinden acil bir istekte bulunmuştu:
"Tavsiyelere ihtiyacımız var, burada, şimdi ve acilen...
Hükümetinizden değil, seçim yasaları işini bilen
profesyonellerden tavsiyelere ihtiyacımız var. Pazartesi'ye
dek Prag'a birini getirebilirseniz, şahane olacak. "[6]
Demokrasi ve özgürlük kahramanı olarak tanınan Vaclav
Havel sanki yabancı bir devletin yerel valisi gibi merkezden istekte
bulunuyor gibiydi. Bu derin bilirliğin altındaki eski yıllar
operasyonunun izlerini daha sonra göreceğiz.
Amerikalı NED (National Endowment for Democracy)
operatörlerinin anayasa ve seçim yasaları hazırlanmasından sonra
yapılan ilk seçimlerin ardından Havel'in ülkesi ikiye bölündü.
Zamanın NED Başkanı Carl Gershman, ABD Açık Diplomasi
Danışma Komisyonu'nun Ocak 1990 toplantısında, bu bölünmeye
koydukları katkıyı "Çekoslovakya seçim sürecine derinden katıldık.."
diyerek açıklamaktan kaçınmadı.
[7]
Vaclav Havel, Anıtkabir ziyareti sırasında "Şeref duydum"
demişti. Göreve gelir gelmez, yabancı bir devletin örgütünden
uzmanlar getirmelerini isterken ve seçim süreci aynı yabancılarca
'derinden' etkilenip ülkesi ikiye bölünürken de, 'şeref duymuş' ve
varılan sonucu, "şahane" olarak nitelemiş miydi? Havel, yakınmakta
6
NDI Aproach To Democratic Developement ndi.org 2000
7
Sean Gervasi, "A Full Court Press: The Destabilization of the Soviet Union"
CAQ, No:35(Fall 1990),s.26 olduğu sıkıntıların nedenini, Anıtkabirin aslanlı yolunda yürürken ve
bağımsızlık onurunu simgeleyen rölyefleri izlerken, yeniden
düşünmüş müydü? Yoksa "şeref duyma" sözleri, konukluk inceliğiyle
mi çıkmıştı ağzından?
Bunları bilemeyiz, ama 1989'daki isteğine bakılırsa, 'project
democracy' ile onun iktidara gelişi arasındaki ilişkiyi çok iyi kavradığı
kesin. Bu ilişki, 1991 yılında Vaclav Havel'in Kongre üyesi Dante
Fascell'in elinden "National Endowment for Democracy -1991
Demokrasi Ödülü" almasıyla taçlanmıştı. Bölünmüş bir ülkenin bir
parçasının devlet başkanı olan Vaclav Havel'e verilen bu ödülün
gerekçesindeki kısa açıklama daha da "şeref vericiydi:
"Havel, 1989'da Orta Avrupa'yı değiştiren demokratik
devrimin asıl entelektüeli ve siyasi lideriydi."[8]
AÇIK VE ÖZEL MEKANİZMA
Amerika'dan işleme konulan "demokrasi projesi"
operasyonunun dibindeki düşünce şudur: Başka ülkelerin içişlerine,
siyasal ortamına, Amerika Birleşik Devletleri'nin resmi organlarınca,
örneğin merkezi haber alma örgütü CIA ile doğrudan karışılması
sakıncalıdır. "Anti-komünizm" ve "hürriyet-demokrasi cephesi" adı
altında, hem ABD içinde, hem de dış ülkelerde, yönlendirme,
örgütleme, dolaylı yönetme, kamplara bölme ve çatıştırma
uygulamaları için dünyaya yayılan örgütlerin etkinlikleri, ileri
sürüldüğü oranda "hür" ve tüm dünyaya ilân edildiği oranda "temiz"
olmadığından, işlerin karışması elbette kaçınılmazdı. Ayrıca bu
işlerin parasal kaynaklarının altından CIA’nin ve CIA ile ilişkili
şirketler ile kirli işler bankerlerinin, ortaya çıkması işleri bozmaktaydı.
Örtülü operasyondan açık operasyona geçişin ilk ciddi
adımları 1967'de atılmıştı. CIA’nin dış ülkelerde çok-kültürlülüğü
pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma
başlatmasıyla birlikte kurulan CCF (Congress for Cultural Freedom /
Kültürel Özgürlük Kongresi) örgütü, CIA’nin oluşturduğu yayın ve
konferans örtüsünü kullanarak dış ülkelerde bağlantılar ağı
kurmaktaydı. Söz konusu örtünün ana yapısı, CIA tarafından
yönlendirilen, Amerikan akademik dünyasında para karşılığı yarı-gizli
araştırmalar ve raporlarla kurulmaktaydı.
Bu durum, ABD üniversitelerinde rahatsızlığa yol açınca,
1967'de soruşturma başlatıldı.
[9] Soruşturmanın sonunda, bu gibi
8
1998'in öteki ödülünü de, "contra" ve "project democracy" operasyonu sonunda
Nikaragua devlet başkanlığına getirilen Violeta Chamorro aldı. NED Annual
Report 1998, 5.77.
9
Akademik dünyadaki CIA bağlantıları Rampart Magazine tarafından
açıklanınca, Başkan Ford, 1967'de Nicholas Katzenbach (Ford Foundation eski
yöneticisi), John Gardner (OSS eski elemanı, Camegie eski başkanı, 1955-
1965), Richard Helms (CIA Direktöründen oluşan bir komisyon oluşturdu.. politik amaçlı operasyonlarda CIA bağlantısının işleri zorlaştırdığı
düşünüldü. Tüm dünyada yürütülecek operasyonun finansmanı için
özel kuruluşların devreye sokulması programlandı. Aslında bu sözde
özel kuruluşlar, 1947'lerden başlayarak Harvard, MİT ve Columbia
üniversitelerinde çok özel projelerin para kaynağını
oluşturmaktaydılar.
Ortalıkta görünenler, CIA elemanları ya da devletin memurları
değil Ford Vakfı, Camegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi, çok uluslu
şirket örgütleriydi.
İlk geçiş aşamasından sonra, 1980 başlarında
yeni bir evreye girer. Yeni tür operasyona duyulan gereksinimin
nedenleri şöyle özetlenebilir:
Gizli kapaklı yöntemle, ülkelerin iç dünyasını denetleme ve
yönlendirme işlerinin, yarı gizli ve belirli kuruluşlarla ilişkili olarak,
yürütülmesi, operasyonun etkisini sınırlandırır; işin içine kitlelerin
katılması olanaksızlaşır. Yarı gizli ilişkilerin açığa çıkması,
bağımsızlığına ve onuruna düşkün ilgili ülke halkının ABD aleyhine
dönmesine yol açabilir. Eski yöntemlerle, gizli ilişkilerle bilgi
toplamak, medyaya ve öteki kurumlara, partilere, sağcı-solcu
örgütlere gizli yönlendiriciler, kışkırtıcılar yerleştirmek, hem riskli hem
de pahalıdır.
ABD çıkarlarına, ikircimsiz hizmet edecek yabancı
hükümetlerin iktidarda tutulmaları hem büyük bir parasal harcama
gerektirmekte hem de halk kitlesinin desteğini alamayan bu
yönetimleri siyaseten ayakta tutmak olanaksızlaşmaktadır. Ayrıca,
ABD çıkarlarına ne denli bağlı olursa olsun, bir yabancı hükümete
sonsuz güven duymak sakıncalıdır. Önünde sonunda bu yabancı
hükümet, bir başka dünya gücünün kendisini destekleyeceği
kanısına kapılabilir; ya da denge içinde çok yönlü bir siyaset güderek
bağımsız davranma düşüncesine kapılabilir ve ABD'ye olan
sadakatini unutabilirdi.
Bu nedenlerle, devlet merkezlerinin egemenlik araçları
ellerinden alınıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıkları
zayıflatılmalıydı. Ulusal yönetimler, kısa devre edilerek, dünya
egemenlerinin NGO-Vakıf-Enstitü gibi örgütleri aracılığıyla, kitlelerle
doğrudan ilişkiye geçmek, daha ekonomik ve daha kalıcı bir
yöntemdir. Bu egemenler adına bir tür uzaktan yönetimdir. İlgili
ülkenin örgütleri ve kurumları, bu ilişkileri yerinden ve yerel yönetime
destek olarak kabullenip, demokrasi oyununa katılabilirlerdi.
İşin ABD iç siyasetinde önemli bir boyutu da, harcanacak
paranın yasal, en azından kitabına uygun, olmasıydı. İlgili ülke
yönetimlerinin devrilmesine yönelik etkinlikler için gereken paranın
sağlanmasında, ABD kongresinin onayı gerekmektedir. Ancak,
1970'lerde Temsilciler Meclisi'nden Otis Pike ve Senatör Frank
Church başkanlığındaki komisyonların soruşturması sonucunda
CIA’nin içerde ve dışarda komplo gerçekleştirmesi kısıtlandığından
Komisyon "açık-özel bir mekanizm.." kurulmasını önerdi. operasyonlar için para ancak yasadışı yollardan elde
edilebilmiştir.[10] Nikaragua 'Contra'ları işinde olduğu gibi, şeyhlere,
zengin sultanlara, kara paracılara, Contra'ların ve CIA’nin kokain
trafiğini yönetmesine muhtaç kalınmıştır.[11]
Örtülü ilişkilerle dolap çevirmek, soğuk savaş döneminde,
"komünizm tehdidi" gösterilerek, uluslararası yasallık içinde kabul
edilebilirdi. Ne ki, 'Doğu Bloku'nun çözüleceği öngörüsü
gerçekleştikçe, anti-komünizm dürtüsü giderek zayıflayacak ve örtülü
işlerin yasallığı da buna koşut olarak sorgulanacaktı. Oysa, ulus
devletler, dünya egemenliğinin önündeki en büyük engeldi. Çünkü
ulus devletler kendi topraklarının kullanımına ve iktisadi ortamına
dışardan yapılacak girişimleri, dış siyasetlerinin doğrudan
yönetilmesini engelleyebilirlerdi. Daha da kötüsü, yandaş
yönetimlerin yerini her an daha bağımsızlıkçı yönetimler alabilirdi.
Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan bu tür
devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle
becerilemez ve ilgili ülke insanlarının onayı alınmadan
gerçekleştirilemezdi. Bu nedenlerle, 'hür dünya' işlerinden, "insan
haklan" ve "din hürriyeti" bekçiliğine evirilen operasyon ile ABD'nin
uygun göreceği türden demokrasiler kurulmalıydı.
Demokrasi ihracını konu edinen bu incelemenin amacı, adı
"project democracy" olarak Reagan tarafından konulan, 1980'lerin
başından bu yana 92 ülkede uygulanan ve yeni-mandacılıların
işbirliğiyle örülen WEB'de, yani 'örümcek ağı' içinde çırpınmakta olan
Türkiye'de olan bitene az da olsa ışık tutmak; toplumsal-siyasal
yaşamın yabancılar tarafından ele geçirilişini bir parça olsun
sergilemektir.
Hemen belirtmeliyiz ki, söz konusu örümcek ağının
ilmiklerinde, şu ya da bu niyetle yer almış olanlar bu ağı örenlerin
kimliğinden de amaçlarının tümünden de bilgili olmayabilirler. "Sivil"
etiketi takınan, "saydamlığı" olmazsa olmaz ilke olarak savunan
örgütler, yabancı ilişkilerini, özellikle "hibe" adı altında aldıkları
parasal desteği çevrelerine topladıkları kişilerden ve toplumdan
saklamaktadırlar.
Bu tür destekler almak için uğraşanların, özellikle Türkiye-
10 Dış ülkelerin içişlerine karışılması tümüyle yasaklanmadı ama suikastler
yasaklandı. Başkan Gerald Ford Otis Pike raporunu sansürlediyse Philip Agee
sızdırılan asıl raporu yayınladı. P. Agee, On The Run, s.143.
11 Orta Amerika ve Karaibler'de CIA ajanlarından, Contra şeflerinden, devlet
görevlilerinden oluşan şebekenin uyuşturucu kaçakçılığı belgelenmiş ve
soruşturma raporlarıyla kanıtlanmıştır. (Central Intelligence Agency, Allegations
of Connections Between CIA and the Contras TrafTıcking to the United States,
96-0143-lG Volume II;) CIA Müfettişi General Frederick Hitz Raporu'ndan Robert
Parrry, Consortium News, Oct. 15, 1998; consortiumnews.com) CIA ile ilişkili
Global Air pilotları, giderken silah götürdüklerini, gelirken de kokain taşıdıklarını
açıklamışlardır. Joel Bainerman, The Crimes of A President, s.280.Kafkasya-Ortadoğu ve Türkiye-Kafkasya-Orta Asya'da "güvenlik"
oluşturma ve "demokrasi" kurma örtüsü altında yeni koloniler elde
etmek isteyen Batılı devletlerin ve kartellerin aracısı olan örgütlerle
ve şirketlerle kurdukları ilişkilere dikkat çekmek gerekiyordu.
Dahası, gençleri bu ilişkiler üstüne bilgilendirmenin önemli bir
görev olduğu düşüncesiyle hareket edilmiş ve günümüzde moda olan
Amerikan usulü sözde akademik bir dille "sistematik" yazma yerine
okurun kendi yorumunu yapmasına ve gerekli sonuçları çıkarmasına
yardımcı olmak amaçlanmış ve medyatik eksik bilgilendirmenin
yarattığı boşluğu doldurmak için olayların sergilenmesine özen
gösterilmiştir.
Kesinlikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün kısıtlanması
gibi bir yöntemden yana değiliz. Ancak toplumsal yaşamımızın
yabancının hesabına düzenlenmesine ve toplumun gözünün
boyanmasına karşı bir uyanış sağlamanın insanlık görevi olduğu da
bir gerçektir.
-------------------
DARBECİLİKTEN "GÜDÜMLÜ DEMOKRASİ'
İHRACATINA
"Avrupa'da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler tarafından
parayla beslenen hükümet dışı örgütler (NGO'lar) de,
doğrudan ya da dolaylı olarak, bu operasyonlarda yer
alıyorlar." Ralph McGehee, CIA (e)
Bir zamanlar diktatörleri iktidara taşımak için her türlü kanlı ve
örtülü operasyonu gerçekleştiren, her tür örgütlenmeyi "komünist
örgütlenmesi" olarak niteleyen bir devletin yönetimi birdenbire
demokrasinin gerçek sahibi oluverdi. Gerek kendi elemanlarını ve
gerekse yandaş yönetimlerin elemanlarını Gestapo
istihbaratçılarınca tasarlanmış eğitimlerden geçiren, işkence
yöntemlerini öğreten aynı devlet birdenbire işkencenin düşmanı,
insan haklarının yılmaz bekçisi, dünya dinlerinin ve kutsal inançların
koruyucusu, eğitim özgürlüğünün biricik güdümleyicisi, kitle
örgütlerinin -para kanalı oluşturmak dahil- her bakımdan kollayıcısı
oluvermişti. Söz konusu devlet ve ortakları, hükümet darbelerine
ortam hazırlayarak, kendi elleriyle yönetime getirmiş olduğu tiranları
alaşağı etmek, ya da bağımsızlık ve bütünlük duygusunu yitirmemiş
toplumların devletlerini Batı'nın her türden iktisadi-askeri girişimine
açmak için "demokrasi projesi" üretiyor.[12]
Dönem, kan dökücü diktatörlerin, uzaktan kumandalı yönetim
düzeni olarak simgeleşen 'Filipin Demokrasisi' yerine, Washington -
Londra - Berlin - Paris - Amsterdam - Brüksel - Kopenhag merkezli
bir operasyonla 'güdümlü sivil demokrasi' rejimlerinin yerli yerine
oturtulması dönemiydi. Böylelikle egemenler, demokrasiye geçiş
sürecini de, kendileri örgütleme olanağına kavuşuyorlardı. "Ben
getirdim, ben götürürüm" gibi, ya da "iti öldürene sürütürler" gibi bir
şey! Diktatörlerin açık egemenliği yerine, akılları liberalenternasyonale
yatmış siyasal partilerin ve ikna edilmiş seçkinlerin
demokratik (!) egemenliğini pekiştirme yöntemiydi artık geçerli olan.
Onca karanlık işler çevirdikten sonra demokrasiye geçiş,
resmi organlar aracılığıyla gerçekleştirilemezdi. Dikta rejimlerini
kuranların, diktatörlerden kurtulmak isteyenlerin koruyucusu ve
destekçisi olmasının fazlaca inandırıcı yanı da olamazdı.
Hesap her ne denli, "demokratik" götürme idiyse de, huylu
huyundan dedirtecek girişimler de eksik edilmiyor. Örneğin Peru'da
seçimle gelmiş devlet başkanı, para piyasaları cambazı Soros'un da
12 1980'li yıllarda birden bire yeni bir sosyalist program ortaya atılmıştı.
Moskova'dan Sosyalist devrimin güçleri o yıllara dek İşçi Sınıfı ve Köylüler,
Ulusal Kurtuluş Hareketleri ve Barış Güçleri olarak sıralanırken, Kitle örgütleri,
şimdiki adıyla NGO'lar da işin içine katılıvermişti. Bu, 'Project Democracy'
etkinliğine en iyi örnekti belki de .. milyon dolar katkısıyla başlatılan iç karışıklıkların ardından
geliştirilen ince bir komployla uzaklaştırıldı.
OPEC ülkelerinin toplantı ve karar merkezi sayılan
Venezuela'nın seçimle ve büyük oy desteğiyle iktidara gelmiş olan
yönetimini, Nisan 2002 ortalarında, ayaklandırılmış bir grubun
yarattığı kargaşa ortamında 18 kişinin ölümünden hemen sonra,
işadamları, sendika ağaları ve 100'er bin dolar aldıkları sonradan
ortaya çıkan iki subay komutasındaki bir bölüm askerin de katıldığı,
açık bir silahlı darbeyle devirmeye çalıştılar. Bu örneklere daha
sonra değineceğiz. Şimdilik 'sivil' sıfatlı örgütlerin alınan paraları
'proje desteği' olarak niteledikleri işbirliğinin tarihsel öyküsünü
özetleyelim.
ÖRTÜLÜDEN YARI AÇIK İŞLEME GEÇİŞ VE
WEB[13]
1967 Katzenbach Komisyonu'nun önerileriyle başlatılan, vakıf
ya da enstitü örtüleri altına yerleştirilmiş, yeni operasyon, öncelikle
sosyalist sistemin içerden çökertilmesinde denendi. İlgili ülkelerde
Amerikan yanlısı örgütler oluşturmak amacıyla, daha açık ve daha
güvenli bir yöntem geliştirildi.
İlk amaç, sosyalist düzenin yıkılmasının yanı sıra, yeniden
kurulacak dünya düzeninde, öncellikle Doğu Avrupa'nın çözülmesini
sağlama almak oldu. Ayrıca, blok dışı kalan ülkelerde bağımsız,
başına buyruk yönetimlerin oluşmasını engellemek, kısacası
güdümlü "demokrasiye geçişi" güvence altında tutmak amaçlandı.
Yeni yöntemin yaşama geçirilmesiyle, üçüncü dünya ülkelerinin Doğu
Avrupa ülkeleriyle bütünleşmelerinin, eşitliğe ve karşılıklı yarar
ilkesine dayalı, bölgesel işbirliklerini geliştirmelerinin önüne
geçilmeliydi.
Geçiş dönemi, Batı için olmadık seçenekler yaratabilme
olasılığını içinde barındırdığından beklenmedik sonuçlara yol
açabilirdi. Ülkeler, karşılıklı yarara dayalı yeni ilişkiler sonunda,
dünya kaynaklarının, 'uluslararası denetim' adı altında, Batı
kartellerinin ellerine geçmesinin önünü tıkayabilirlerdi. ABD ve Batı
Avrupa işte buna dayanamazdı. Anti-komünist dönemde ele geçirdiği
güderek yönetme yetisini bir anda yitirilebilirdi. Bu durumda, ABD ve
Batı Avrupa, ipleri eline almalı, gelişmeleri yönlendirmeli ve yeni
döneme uygun, görünürde devletten ve devletin açık-gizli
kurumlarından bağımsız, bir parasal kaynak ve yönetim merkezi
oluşturulmalıydı.
1983 sonlarında ABD Kongresi'nin onayıyla NED (National
Endowment for Democracy), yani Ulusal Demokrasi Fonu kuruldu.
CIA emeklisi Ralph McGehee, bu kuruluşun işlevini, deneyimli
13 WEB: Örümcek ağı, İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü, 1998, s.1121 istihbaratçı söylemiyle şöyle yorumluyor:
"CIA’nin ülkelerin karıştırılması operasyonlarda kullanılan
birçok işlevinin NED'e transfer edilmesiyle, Demokrasi için
Ulusal Fon'un kullanımına gidildi. CIA’nin örtülü eylemlerine
ek olarak, Uluslararası Kalkınma Ajansı (AID) ve Birleşik
Devletler İstihbarat Ajansı (USIA) da, "demokrasi yayma"
operasyonlarında yer almaktadırlar. Avrupa'da yerleşik ve
çoğu Birleşik Devletler tarafından parayla beslenen hükümet -
dışı örgütler (NGO'lar) de, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu
operasyonlarda yer alıyorlar. Bu tür örgütler ve ajanslar aşağı
yukarı açıktaysalar da, CIA, hükümetleri destekleme ve yıkma
gibi birincil rolünü elinde bulundurmaktadır. "[14]
Para kaynağı, doğrudan ABD hazinesi, yani devlettir. NED ise
paranın kasasıdır. Ayrıca vakıflar ile 'konsey' ya da 'enstitü' ve
'Merkez' adıyla örgütlenmiş olan seçkinler kulüpleri, AID ve hatta
Amerikan sendikaları, şirketler, işadamları para havuzuna
katılmaktadırlar. Batı Avrupalı siyasi vakıflar ve dernekler de ortak
bütçeye sonradan katıldılar. Amaçları gizlenemeyecek denli açıktır.
Doğu Avrupa'yı, Afrika'yı, Asya'yı, Ortadoğu'yu, Okyanus devletlerini
birlikte yeniden kolonileştirmek; doğal kaynakları çok uluslu şirketler
aracılığıyla yağmalamak.
Yeni tür örgütlenme, 1980'lerde her ne denli COMECON
ülkelerini hedef aldıysa da, ABD için önemli amaç, öncelikle Amerika
kıtasında, ABD egemenliğine sıkıntı verecek bağımsız tavırlı devlet
yönetimlerinin oluşumuna engel olmaktı.
Bu işleri, uzunca bir süre kendi yetiştirdikleri ve darbelerle
iktidara getirdikleri diktatörlerle yürüttüler. 1970'lerin sonlarında
diktatörler sıkıntıya düşmeye başlamıştı. Tüm oyunlara karşın,
ülkelerde diktalardan, Amerika'ya bağlı demokrasilere geçiş
sağlanamıyordu. Bunun en tipik örneği Nikaragua'da yaşanmıştı.
Orta Amerika'da ABD mihverinden uzak görünen, kötü bir örnek
olmuştu Nikaragua. Diktatörlük yıkılmış ve halk demokrasisi
kurulmuştu. İşte buna katlanılamazdı! ClA'nin yanı sıra NED örgütleri
de işe karıştı ve operasyon birkaç yılda tamamlandı. Çoğulcu
demokrasi adı altında, ABD çıkarlarına uygun yeni bir düzen
kurulması, yarı açık demokrasi operasyonunun ilk ve en önemli
örneği oldu.
ABD Temsilciler Meclisi'nin 13 Temmuz 1993 birleşiminde,
14 Ralph McGehee, 25 yıl ClA'da çalıştı. Vietnam, Laos ve diğer Hindiçin
ülkelerindeki CIA istasyonlarında görev yaptı. Emekli olduktan sonra, bu
çalışmalarını "deadly deceit; my 25 years in the cia" kitabında yayınladı.
McGehee, bir süre daha CIA ile ilgili veri-tabanı çalışmaları yaparak "internet"te
ve disketlerde yayınladı. Ancak, güvenlik elemanlarının tacizinden kurtulamadı.
Bu durumu bir dilekçeyle ABD Başkanlığı'na da bildirdi. McGehee, 2000 yılından
sonra CIA ile ilgili yayını durdurdu. Yukarıdaki metin onun "www.ciabase.org"da
yayınlanan son çalışmalarından, yayın durdurulmadan kısa bir süre önce alındı. NED'e bütçesinin kısıtlanmaması için konuşan Mr. Gilman, yeni tür
örgütlenmenin yararını, "Bağımsız bir örgüt olarak NED, hükümetin
(devletin) girme olanağını bulamayacağı yerlere ulaşabilir" diye
açıklıyor ve adam adama ilişkilerin önemini vurgulamaktan da geri
kalmıyordu.
Gilman, elinde tuttuğu The New York Times, July 13,
1993'de A. M. Rosenthal imzasıyla yayınlanan yazıyı temsilcilere
sunuyordu.[15] M. Rosenthal yazısında, NED'in bütçesinde kısıtlama
yapılırsa, bundan "Amerika'nın zarar göreceğini" belirttikten sonra,
bu işin 'küresel1 boyutunu şu ilginç sözlerle açıklıyordu:
"Tehlike altındaki demokrat insanlardan mektuplar geliyor -
askeri cunta yönetiminden acı çeken Burmaklardan,
Kürtlerden, Karaibliler ve Afrikalılardan, Iraklı yazarlardan,
Sırp demokratlarından, Litvanya eski başkanından,
sürgündeki Çinliden. Hepsi de NED'in kendileri için ne demek
olduğunu belirtmekte ve NED'in korunması için
yalvarmaktalar."[16]
'Küresel yalvarış’ diye nitelenen bu isteği karşılamak için
devlet kurumlarının ve görevlilerinin giremedikleri yerlere girme
olanağını sağlayan NED çevresinde oluşturulan örgütlerin
çabalarıyla yabancı ülkelerde yapılandırılacak olan demokrasi(!)
bağlantılarının, ABD resmi yönetiminden bağımsız görünmesi temel
ilkeydi.
Bu ilişkinin insani ve parasal yanı, demokrasi ihraç edilecek
bir ülkede siyasal eğilimlere uygun olarak, partiden partiye,
demokrasiyi geliştirme(!) ilişkileri temelinde ve çoğunlukla NGO'dan
'sivil' olana, masum yardım, 'ortak proje desteği' ve 'çok kültürlülüğe
deneyim katkısı' olarak biçimlenmeliydi Ayrıca ilgili ülkenin iş
dünyasıyla kurulacak örgütlenmeler ve dolaylı dolaysız bireysel
ilişkiler, uluslararası ticaretin yoğunlaşmasına, ilgili ülkenin
modern(!) işadamı örgütlenmesine de denk düşmeliydi.
Proje yaratıcısı büyük ülke, dış alım ve dışsatımını en katı
kurallarla yönetip, kendi iktisadını koruyucu önlemleri çekincesiz
uygularken, 'projenin' uygulanacağı ülkelerin merkezi denetim ve
yönlendirme kurumları yok edilmeliydi. Böylece işin arkası
kendiliğinden gelecek ve etnik kışkırtmaya elverişli bölgeler
projecilerin ve onları yönlendiren yatırımcıların, para piyasası
oyuncularının, petrol kartellerinin iktisadi egemenliğine açılacaktır.
STİFTUNG MODELİNE UYGUN ÖRGÜTLER
"Resmiyet dışı" gibi görünmekle birlikte, siyasal amaçlı
örgütlenmeyi sağlayacak model fazla aranmadı. Bu işi yıllardır
15 loc. gov/cgi-bin/query/D?r103:17: / temp/~r1034Ma TdX::
16 The New York Times column of July 13, 1993; loc.gov/cgi-bin/D?r103:17:
.temp/yürüten Alman partileri, kendilerine bağlı vakıflar kurarak, kendileri
için, siyasal aygıtlar oluşturmuşlardı. Vakıfların dış ülkelerde
yürüttükleri etkinliklere biraz özenle bakan da, kültürel etkinlik
görünümünde yürütülen işlere "beşinci kol" muamelesi yapan da
yoktu. Üstelik Batı Almanya'da sayısız büro ve 3000 memuruyla
çalışan CIA de, "hürriyet ve demokrasi" işlerinde Alman örgütlerini
yakından tanıyordu.
NED tasarımını hazırlayanlardan Charles T. Manatt, 1983'te
Cumhuriyetçi Parti komitesinin dergisinde Alman vakıf
örgütlenmesinden yararlanma nedenini şu sözlerle açıklıyordu:
. "Düşüncelerimiz ve önerilerimiz birçok insana yabancı
gelmeyecektir. Aslında Federal Almanya Cumhuriyeti'nin
vakıflaşmasını ve üçüncü dünya ülkelerindeki etkinliklerini
modellerden biri olarak aldık. Ve bu bakımdan yalnız değiliz.
En azından yarım düzüne ülke, son dönemde, politik partilere
bağlı ve vakıf olarak finanse edilen bu kurumlaşmayı
benimsemişlerdir."[17] Manatt'ın sözleri yeterince açıktır.
Amaç, o zamanlar Doğu Avrupa'da yeraltı örgütlenmesiyle,
üçüncü dünya ülkelerindeyse -şimdiki durumda tüm
dünyadaki- yasal görünümlü örgütlenmeyle ipleri ele
geçirmektir. Model olarak alınan yapılanmaysa, 'vakıf adı
altında yabancı ülkelere dalmayı başaran Alman "stiftung"
örgütçülüğüdür. Modele karar verilince, gerisi çabuk geldi.
Öncelikle APF (American Political Foundation)'a, US-AID ve
USIA ile şirket kasalarından 400 bin dolar verilerek bir "fizibilite"
hazırlatıldı. Arkasından yasa tasarısı hazırlandı ve 1983 sonlarında
NED kuruldu. Hemen ardından NED'e bağlı çekirdek örgütler
oluşturuldu: Yabancı ülke insanlarına ve partilerine ortadan ve
sağdan yaklaşmak üzere ABD'nin Cumhuriyetçi Partisi tarafından IRI
(International RepubHcan Institute)[18] adında bir örgüt, soldan
yaklaşmak üzere Amerikan Demokrat Partisi tarafından NDI
{National Democracy Institute)[19] adında ikinci bir örgüt oluşturuldu.
İş yaşamı ve ticaret erbabı ile ilişki kurmak üzere, Amerikan ticaret
odasınca CIPE (Center for International Private Enterprise /
Uluslararası Özel Girişimciler Merkezi) adı verilen üçüncü örgüt
kuruldu.[20]
Yabancı ülkelerde, ulusal bağımsızlıkçı sendikal hareketleri
zayıflatmak ve yeni tür bağımlı sendikalar kurmak ya da varolanları
yönlendirmek üzere eski anti-komünist sendikacılığın merkezi AFL-
17 "A Republican Journal of Thought and Opinion. Commensense The
Democracy Program and the National Endowment for Democracy," a publication
of the Republican National Committee December 1983 edition, Volume 6,
Number 1, pages 85-121
18 Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitüsü
19 Ulusal Demokrasi Enstitüsü
20 GAO/NSIAD-86-185 The National Endowment for Democracy, p.23-24CIO yeniden işbaşı yaptı. 1977'de devreye sokulmuş olan FTUI (Free
Trade Union Institute) ile NED eşgüdüm içinde çalışmaya başladı.
[21]
1995 yılında, AFL-ClO'nun dört kuruluşu kapatıldı. NED, AFL-CIO ve
AID tarafından, ACILS (American center for International Labour
Solidarity / Uluslararası İşçi Dayanışması Amerikan Merkezi) adında
yeni bir merkez kuruldu. Bu merkez Amerikan devlet kurumlarıyla
birlikte çalışmaya başladı.
[22]
Bu dört çekirdek örgüte, 1980'li yıllarda Doğu Avrupa
ülkelerinde, SSCB başkenti Moskova'da, her türlü seçim işinde, vakıf
örgütlenmelerinde, etnik yapıya denk düşen özel ticaret odaları
oluşturulmasında; siyasal eğitim, parti içi eğitim, seçmen
yönlendirme eğitimi, anayasa yapımcılığı, yerel yönetimlerde
özelleştirme ve NGO örgütlenmelerinde, genel seçim denetleme
girişimlerinde rastlanıyor.
Örgütlenme modeli Polonya'da
gerçekleştirilen Dayanışma Sendikası operasyonunda kazanılan
deneyimle geliştirildi.
1980'li yılların operasyonlarıyla güçlenen ve 1990'dan sonra
Doğu Avrupa'dan Asya'ya ve Afrika'dan Ortadoğu'ya doğru
genişleyen Amerika'ya bağlı demokrasiler kurma işinin merkezinde
yeni özel birimler oluşturulmaya başlandı. 1994'de tüm bilgilerin
toplanarak değerlendirmek üzere kurulan IFDS (The International
Forum for Democratic Studies)[23] dış ülkelerde tasarlanan 'project'
başvurularının ve sonuçlarının da değerlendirildiği bir organ oldu.
Bu merkez, aynı zamanda, kendisine yakın yeni kişi ve
kurumlar ilişkilemek üzere konferanslar düzenlemeye başladı. Yakın
yıllardan verilecek iki örnek bu konferansların öneminin
anlaşılmasına yardımcı olabilir.
1999'da Seul'de başlatılan 6 konferanstan ikisi ötekilerden
daha ilginçti. 13 Haziran 2000'de, IFDS ve 'Woodrow Wilson
International Center for Scholars' tarafından düzenlenen özel
yuvarlak masa toplantısının konusu daha da özeldi: "İran'da
demokratikleşme." [24]
IFDS'nin 22-23 Eylül 2000'de, Princeton Üniversitesinin
'Center for International Studies' in desteğiyle gerçekleştiren
konferansın konusu, federalizmini ve adem-i merkeziyetçiliğin
21 GAO a.g r. p.22
22 AFL-CIO, NED operasyonlarını desteklemeyi sürdürmektedir. "NED and The
Empire's New Clothes" James Ciment and Immanuel Ness, caq, Sprıng
Summer 1999 -67, p.66 ; AFL. Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişikliklerinin
hemen ardından özelleştirmeye karşı çıkan sendikaların karşısında yeni
sendikalar örgütlemeye girişti. George Soros bu girişimlere parasal destek
sağladı. "George Soros, Imperial wizard" Heather Cottin, caq, Fail 2002, 74,
p.3.; Soros için bkz. Blm. "İstanbul'da İki Kere İki Gün"
23 Demokrasi İncelemeleri Uluslararası Forumu
24 Journal of Democracy, October 2000. (otonomi) yararlarıydı. Bu konferansa, Nijerya, Hindistan, Meksika,
Rusya, Güney Afrika, Endonezya ve Türkiye'den delegeler katıldı.
Eski deyimle 'muhtariyet' konuşulduğuna göre, bu ülkelerde
federasyonlaşma mı pişiriliyordu? Bu konferansta NED-FORUM' un
konuk öğretim elemanı Doğu Ergil'in "Türk demokrasisi ve Kürt
sorunu" tebliğini sunmasının işe bir başka boyut kattığına kuşku
yok.[25 / 26 ]
NED-Forum'un bir 'Araştırma Konseyi' bulunuyor. 2000 yılına
göre, konseyde bulunan kişiler listesinde verilmiştir. Bu listede birçok
üniversiteden eleman yer alıyor. Ne ki, bunların en önemlisi,
Amerikan Federal yönetimini dünyanın her köşesine, hiçbir hukuk
kuralına dayanmadan ve uluslararası karara gerek görmeden, silahlı
müdahaleye ortam yaratan 'medeniyetler arası çatışma' kuramının
imza sahibi Harvard Üniversitesi'nden Samuel P. Huntington'dur.
Huntington, Harvard Üniversitesi Uluslararası İşler Merkezi'ni
yönetirken, CIA elemanı olarak çalışmış, kendisine ödeme yapılmış
ve gizlice yürüttüğü danışmanlığı sırasında hazırladığı belgeler
CIA’nin denetiminden sonra yayımlanmıştır."[27]
Aynı konseyde, CIPE Türkiye Bürosu'nda '2. Direktör' olarak
gösterilen ve Türk Demokrasi Vakfı kurucularından Ergun
Özbudun da yerini almaktaydı.
[28]
Prof. E. Özbudun aynı zamanda,
NED'in yayın organı 'Journal of Democracy' dergisinin yayın
kurulunda da yer alıyordu. NED'in Program Bölümü'nü Barbara Haig
yönetiyor.[29] Bu bölümün 'Ortadoğu ve Kuzey Afrika Programı'
asistanlığını, 1999'dan sonra T.C uyruklu Filiz Esen üstlenmiştir.
NED'in örgütleme ve şebekeleştirme yeteneğine tipik bir örnek
verelim. 1999 yılında NED'in temel örgütü WMD (World Movement
for Democracy) içinde kurulan NDRI (Network of Democracy
Research Institute) operasyon ortaklarından yeni yöneticileri
"workshop" adı altında yan yana getirip eğitmektedir.
24 Eylül 2004'de başlayıp bir hafta süren çalışmalara Gana,
Mısır, Moğolistan, Rusya, Sırbistan, Karadağ, Güney Afrika ve
Türkiye'den şebeke ortağı örgütlerin temsilcileri katıldı.
Türkiye'den
TESEV adına Ayşe Yırcalı'nın katıldığı eğitim işleri ve şebekeleşme
NED raporunda şu ilginç satırlarla yer alıyor:
"Katılımcılar Washington'un önde gelen ve etkili siyasalaraştırma
kuruluşlarıyla buluştular. Bunların arasında
American Enterprise Institute (AEI), the Brooking Institute, the
Heritage Foundation, Georgetown Üniversitesi Center for
25 NED Annual Report 2000, The Visiting Fellows, s.68
26 NED a.g.r, s. 64-66.
27 Ami Chen Mills, C.I.A. Off Campus, s.32.
28 NED a.g.r, s.72-73
29 ABD eski savunma bakanlarından Alexandre Haig' in eşi. Türkiye'de bazı
DGM davalarına izleyici olarak katıldı. Democracy, Third Sector (CDATS) ve United States Institute
for Peace (USIP bulunmaktaydı. "
Amerika'da tutucu ve büyük şirketlerin, devlet görevlilerinin
yan yana gelme merkezleri olarak nitelenen bu örgütlerle buluşmanın
katılımcılara ne gibi bir katkısı olduğunu yine NED'in yayınından
aktaralım:
"Katılımcılar deneyimli konferans örgütleyicilerle, yayın
yönetmenleriyle, yayıncılarla, veritabanı yöneticileriyle, web
sitesi ustalarıyla, para toplama uzmanlarıyla, iletişimcilerle ve
medya ilişkileri uzmanlarıyla buluşmuş ve onlardan çok şey
öğrenmişlerdir."
NDRI 'kalkınmakta' olan ülkelerden 52 örgütle birlikte
çalışmaktadır. Bu çalışmaların salt düşünce geliştirme, teknik bilgi
alışverişi olmadığını düşünmek iyimserlik olur.
Bunun böyle
olmadığını, asıl amacın 'gelişmekte' olan ülkelerin iç siyasetini
doğrudan etkileyecek yöntemlerin öğretilmesi olduğunu Güney
Afrika'dan katılan Annie Chikwanha'nın şu sözleri apaçık ortaya
koymaktadır:
"Atölye çalışmasına geldim çünkü politikacılarla konuşmanın
ve onları angaje etmenin yeni yollarını öğrenmek
istiyordum(..) Bu politikacılarla konuşarak ve onları
lobileştirerek siyasal karaları etkileme yeteneğini
kazanacağımızı ummaktayım. "
Bu tür bir etkilemenin ne gibi sonuçlar doğurduğunu ya da
ülkelerin iç siyasetini ABD ve Batı Avrupa güdümüne nasıl soktuğunu
kitabın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz. Ancak sabırsız okuyucular
şimdiden TOSA, ARI ve TESEV bölümlerine bakabilirler.
Ayrıca görülecektir ki, saf demokrasi işinin içinde iyi niyetli(!)
şirketlerin yanı sıra para piyasası oyuncuları da yer almaktadır NED
raporlarına katkıda bulunanlar arasında, para piyasalarının ünlü
oyuncusu George Soros’un kurdurttuğu 'Open Society Institute
(Açık Toplum Enstitüsü)'ne, Lockheed Martin Corporation gibi, jet
uçakları satımındaki yolsuzlukları, rüşvetçiliği mahkemeler de
onaylanmış bir şirkete, Mart 2002'de İsrail'in Filistin'e saldırısından
sonra, Amerika'daki Yahudilerin mitinginde onlarla birlikte olduğunu
ilan eden Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'e ve CSIS[30]
(Center for Strategic and International Studies)'den Zeyno Baran'a,
"2000 yılındaki cömert destekleri" nedeniyle teşekkür e dilmektedir.
Ülkemizi temsil eden bu önemli kişilere kısa değinişten sonra,
demokrasi ihracatının yasallaşma yılı olan 1982'ye dönebiliriz.[31 / 32]
30 Stratejik ve Uluslararası İncelemeler Merkezi
31 NED, a.g.r, s.85
32 Türkiye'nin en üst düzey yetkililerinin CSIS ziyaretlerini ve konferanslarını
örgütlediği bilinen Zeyno Baran, daha önce Dünya Bankası'nda Kemal
REAGAN'IN DEMOKRASİ ÇEKİRDEĞİ VE CIA
ABD Başkanı Reagan'ın 1982'de yönetime gelir gelmez
Başkan Reagan'a doğrudan bağlı bir çekirdek kadro oluşturuldu. Bu
kadro eliyle biçimlendirilen yeni demokrasi modeli, iki temel
düşünceye dayanıyordu: Ülke bağımsızlıkları için örgütlenen her
siyasi hareket komünisttir (1) ve ülke bağımsızlığı için savaşan,
silahlı olsun olmasın her oluşum teröristtir (2). Onlara göre
bağımsızlık örgütleri nerede olursa olsun terörist olmakla kalmaz,
aynı zamanda kesinlikle KGB tarafından kurulmuştur.
Reagan’ın çevresine topladığı bu kadroya göre, diktayla
yönetilen ülkelerde yapılan toplu kıyımlar, baskı ve zulümler,
"terörizm" olarak adlandırılamaz. Çünkü bu dikta yönetimleri,
komünizme karşı savaşmaktadırlar. Bu ilginç teoriye, ABD'deki kimi
siyaset yazarlarınca Reagan Demokrasisi adı verildi. Oysa Reagan
yaklaşımı, onların gösterdiği denli basit ve hafife alınacak türden
değildi. Aslında, Reagan Demokrasisi yalnızca, sert anti-komünist
mücadele döneminden 'Yeni Dünya Düzeni'ne geçiş evresiydi.
Asıl amaç, NATO-Varşova Paktı çekişmesinin, NATO lehine
çözülmesi ve ardından oluşacak yeni devletlerarası düzeni, uydu
siyasetçi ve uydu askerlerle ya da elemanları güderek, uzaktan
yönlendirmek yerine, ülke halklarının da canı gönülden onayıyla
yerinden ve doğrudan yönetmekti.
Uzun dönemli amaçlara yönelik etkinliklerin kalıcı olması için,
yeni kuşakların bu işin önemli bir ayağı örgütlü akademisyenler
tabanı oluşturmaktır. Zaten yıllardır, özellikle dünyanın doğusundan
ve güneyinden Amerika'ya çekilen genç insanlara yaptırılan
akademik çalışmalarda, onların kendi öz ülkelerinin etnik oluşumu,
dinsel-mezhepsel bileşimi, iktisadi ve siyasal yapılanması
ayrıntılarıyla işleniyordu.
Bu gençlerin bir bölümü, Amerika'da yerleşip öz ülkelerine
yönelik grup çalışmalarını sürdürürken, geri kalanları da öz
yurtlarındaki üniversitelerde genç kuşağın eğitimini üstleniyor ve
Derviş'in yanında stajyer olarak çalışmaktaydı. CSIS'de önce Gürcistan, daha
sonra Kafkasya-Türkiye Enerji Bölümü'nde uzun süre görev yaptıktan sonra.
Ocak 2003'de Nixon Center 'da "International Security and Energy (Uluslararası
Güvenlik ve Enerji)" bölümünün başına getirildi. Bu bölüm, genel olarak
"bölgesel anlaşmazlıklar, İslami militanlar, ABD-Rusya ilişkileri, terörizme karşı
savaş, örgütlü suç ve yolsuzluk, Kafkasya ve Hazar Bölgesinde ABD işbirliği
konularında" özel olarak Türkiye iş çevresi(özel-resmi) ile ABD işbirliğini
geliştirmek görevini üstlenmiştir.
Zeyno Baran uzun yıllar Yunanistan'da
yaşamıştır 2001 yılında Türk-Yunan çalışma grubuna girmiştir. Standford
Ekonomi'de eğitim gören Zeyno Baran," the compatibility of İslam and
democracy (İslam ve Demokrasi Uyumluluğu)" adlı çalışmasıyla 1996 yılında
Firestone ödülünü almıştır.(cs/$.orq); Yılmaz Polat, Alo Washington, s. 42-3.;
nixoncenter.org 1 Mart 2003onları kendilerine benzetiyorlardı. Avrupa'nın doğusundan Asya'da
okyanus kıyılarına, Hindiçin'den Afrika'nın Atlas okyanusu kıyılarına,
Orta Amerika'dan Antarktika'ya, uzanan anakaralarda, bağlı
bürolarla, vakıf - NGO - parti bağlarıyla, devlet yöneticileri ve ticaretsanayi
odaları ilişkileriyle, yayın dünyası dostluklarıyla yürütülen bu
operasyona, 1982'de ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından
project democracy adı verildi.
James Petras, bu operasyonun arkasındaki gücün -Türkiye'de
her nedense "sivil" olarak adlandırılan örgütlenmenin- bir başka
boyutunu ortaya koyarken, 'neo-liberal' sınıfların uygulanmakta olan
siyaset sonucu, toplumda kutuplaşma yarattığını; bu durumun
toplumsal çatışmaları kışkırttığının anlaşıldığını, dipten taban
örgütlenmesiyle birbiriyle zıtlaşacak olan sınıflar arasında bir tür
tampon örgütlenme yarattıklarını belirtiyor ve ekliyor:
"Bu örgütler neo-liberal kaynaklara bağımlıdır ve sosyopolitik
hareketlerle yerel önderler ve eylemci çevreleri ele
geçirmek üzere rekabet etmektedir. Bu örgütler 1990'lara dek
'non-governmental' olarak adlandırılmakta ve sayıları binleri
bulmakta ve dünya ölçeğinde dört milyar dolara yakın para
almaktadırlar."[33]
Saf demokrasi işleri her zaman bilimsellikle sürmez. 2004
yılında NED'in Irak işlerine ayırdığı ve ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan
aldığı resmi para 30 milyon dolardır.[34] Irak'ın etnik, mezhepsel
parçalanışına bu dolarların katkısı kuşkusuz salt Irak içindeki
örgütlenmeyle sınırlı olamaz. Irak'ta kan dökerek sürdürülen işgale
demokratik(!) katkının elemanları arasında Türkleri de bulmak
olanaklıdır. Sonraki bölümlerde bu katkının ünlülerinden bazılarını
tanıyacağız.
Kuşkusuz para her şeyi çözmeye yetmez ve açıktan yapılanla
da yetinilemez. Örtülü ya da yarı örtülü etkinlikler aynı anda
sürdürülmekte, resmi ile 'sivil' görünümlü araçlar birlikte
kullanılmaktadır.
Bu işler aynı zamanda yüksek beceri, örgütleme ve bilgi
toplama deneyimi ister.
İşte bu nedenle NED, IRI, NDI ve CIPE'nin
yönetim kademelerinde, istihbarat kurumlarından ve CIA'dan emekli
'uzmanlar' ile ABD savunma ve dışişlerinden emekli üst düzey
memurlar görev aldı. Bunlara kartellerde uzun yıllar görev yapanlar,
33 James Petras, "imperialism and NGO's in Latin America," Monthly Rcvicw,
Vol.49, no. 7, December 1997.
34 ABD'nin Irak'ın yeniden yapılanması adı altında ayırdığı bütçe 87 milyon
dolardır. NED, 2004 bütçesinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan 15 ülkenin
örgütlerine 114 ayrı 'proje' için toplamın % 16'sı, 24 Afrika ülkesinden 154
projeye % 18, Güney Amerika ve Karaibler'den 11 ülkede 76 projeye % 14,
Asya'dan 12 ülkedeki 115 projeye % 23, Orta ve Doğu Avrupa'dan 10 ülkedeki
67 projeye % 10 ve Avrasya'dan 11 ülkedeki 230 projeye % 19 oranında bağış
yapmıştır.Afganistan, Orta ve Güney Amerika ülkelerine yönelik operasyonları
doğrudan yönetmiş ve Doğu Avrupa ile Sovyetler Birliği'nde ince işler
kotarmış olan ünlüler de katıldı. ABD'nin ünlü yöneticilerinden CIA
eski direktörü Colby, "project democracy" adı altında sürdürülen bu
operasyonu özlü bir biçimde açık yüreklilikle ilan ediyordu: "CIA'nın
örtülü olarak yaptıklarını açıktan yapıyoruz."[35]
---------------------
35 D. Ignatius, "Innocence Abroad : The New world of Spyless Coups (Dış
ülkelerde Masumiyet: Casussuz Darbelerin Yeni Dünyası)," 77je W.Post, Sept.
22 1991YELTSİN "SİLKİN SİN!" DEDİĞİNDE
"Bu zafere yaptığınız katkıyı bilmekte ve takdir
etmekteyiz."Boris Yeltsin, 23 Ağustos 1991, Moskova.
Türkiye'de 19 Şubat 2001'de başlatılan ulusal iktisadi ortamın
çökertilmesi işleminin sonucunda, bir dizi yasayla tarımsal üretimine
darbe vurulurken, iyice yoksullaştırılan köylülere "üreticiyi doğrudan
destekleme" adı altında dönüm başına onar milyon lira (8-9 $)
ödenmesine karar verilmiş ve bu iş için Dünya Bankasından 600
milyon $ alınmıştı.
Bir yıl sonra, Şubat 2002'de Dünya Bankası memurlarından
Lyn Türkiye'ye geldi ve öncelikle T.C İçişleri Bakanlığı, TESEV ve
Boğaziçi Üniversitesi ekiplerince gerçekleştirilen Türkiye'de rüşvet
araştırması sonuçlarının açıklandığı toplantıya katıldı.
T.C Devletinin
memurlarının kaçta kaçının rüşvet aldığının açıklandığı bu toplantıyı
Cumhurbaşkanı bir konuşmayla açmış ve rüşvetin kötü bir şey
olduğunu söyledikten sonra "sivil toplum" örgütlerinin işlevlerinin ne
denli önemli bir şey olduğunu belirtmişti.
Kendi devletinin memurlarını yabancıların parasıyla yapılan
bir kamuoyu araştırması sonuçlarına dayanarak rüşvetçilikle
suçlayacak denli şeffaflık dünya tarihinde, ilkel ya da gelişmiş
devletlerde rastlanır bir durum değildir. Türkiye memurlarının
ahlakının düzeyini belirlemeye çalışanlar, yerli ya da yabancı, çok
uluslu şirketlerin rüşvet vererek kararları kendi lehlerine çevirmek
için ahlaksızlığın tetikleyicisi olduklarını görmezden geliyordu. Her
nedense rüşvet ve yolsuzluk araştırması hep devlet kurumlarına
yönelikti. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti'nde ahlaksızlık derecesini de
saptayan bu toplantının ardından Mr. Lyn, Antalya'ya gitti.
Lyn, Amerikan parasıyla Türklerin yolsuzluklarının
araştırılmasından o denli etkilenmiş olmalıydı ki, T.C devletinin
çiftçilere dönüm başına 8-9 dolar verip vermediğini denetlemek
üzere, devletin ve ilgili kurumların defterlerini gözden geçirdi. Gerçi,
tarihte alacaklarını ödettirmek üzere büro açan "Düyun-u Umumiye"
komisyonları kurulmuştu ama, devletin defterlerinin doğrudan ve
açıktan denetlenmesi ilk olmalıydı.
İş bununla da kalmadı. Lyn, durumu bir kez de, yerinde
görmek üzere köylere gitti. Bir köye değeri 150 doları geçmeyen faks
makinası hediye etti. Köylüler onu alkışladı. Artık köylüler, devletten
bir yakınmaları olursa, örneğin paraları gecikiyorsa, Dünya
Bankası'na faks çekebilirlerdi. Köyüne bir faks makinası alamayan
devletin ve köylülerin yapacağı fazla bir şey de yoktu. "Bu işlerin
'project democracy' ile bir ilişkisi olamaz" demeden önce, Moskova'da bir "sivil" örgüte hediye edilen faks makinasının dünya
siyaset tarihine geçecek katkısını anımsamak gerekiyor.
FAKSLI DEVRİM VE CIA EMEKLİSİNİN GLASNOS
SAPTAMASI
1999'da, İstanbul'da düzenlenen AGİT toplantısında, William
Jefferson Clinton, Yeltsin'e döndü ve "Başkan Yeltsin, siz
Moskova'da tankın üstündeyken hapse girseydiniz sizin
özgürlüğünüz için de ayağa kalkardık" dedi. ABD başkanı Yeltsin'e
iktidara gelmesinde kendi paylarının bulunduğunu anımsatıyordu.
Hem de tüm dünyaya canlı yayımlanan bir ortamda. Ortalık
gerilmişti. Birden ayağa kalkan Yeltsin, önündeki belgelerini hışımla
çantasına tıkıştırırken, yüksek sesle "Sukin sin!" diye söylendi kapıyı
çarparak, çıkıp gitti.[36] Daha sonra, onun ağzından, çıkan bu sözün,
karşısındakinin annesine yakıştırılan kötü bir mesleği çağrıştıran "O.,
çocuğu" gibi özgün bir sövgü olduğu yazıldı.
[37]
William Jefferson Clinton, Yeltsin'e, "Project Democracy"nin
1980'li yıllardaki Moskova ayağını anımsatıyordu.[38] Gorbaçov'un
sonradan kendisine ABD'de ödül aldıracak olan glasnost
operasyonundan sonra zaten can çekişmekte olan sosyalizmin sonu
gelmişti. KGB ve ordunun yönettiği bir darbe girişiminden çok, tek
perdelik oyuna benzer bir girişim başlamıştı ki, 19 Ağustos 1991'de
Moskova'dan gönderilen ve ABD Başkanı'na verilmesi istenen acil
faks iletisindeki satırlar durumu özetliyordu:
"Mr. Bush bu ülkede olanlarla ilgili bir açıklama yaptı mı?
Yaptıysa, tüm iletişim araçlarını kullanarak, bu açıklamayı
ülke (Rusya) halkına duyurun. Rus hükümetinin halka
seslenebileceği bir yol bulunmaktadır. Radyo istasyonlarının
tümü denetim altındadır.
Ekte (Boris Yeltsin'in) orduya yapılan bildirimi
bulunmaktadır.
Bunu USIA'ya iletin. Tüm ülkeye yayınlayın. Belki Voice of
America'(ile)! Bunu yapın! Acil olarak!"[39]
İstanbul'daki AGIT toplantısına katılan devlet başkanları
arasında, Clinton'un Yeltsin'e ne demek istediğini iyi bilenler
olabilirdi. Ama, bu sözlerin anlamını en derinden duyumsayan
kuşkusuz Boris Yeltsin'in kendisi olmuştur. Yeltsin, biraz diklenseydi;
36 "Yeltsin çarpıldı" Milliyet, 19-11-1999
37 "Sukin sin" Hürriyet, 19 Kasım 1999.
38 D. Ignatius, a.g.y.
39 David Ignatius," Innocence Abroad: The New World of Spyless Coups
(Dışarda masumiyet: Casussuz darbelerin yenidünyası)" The Washington Post,
Sunday, September22, 1991; Page C01Clinton cebinden ikinci bir faks iletisi daha çıkarabilir ve yüksek sesle
okuyabilirdi. NED'in mimarı Ailen Weinstein'a gönderilmiş olan bu
faks iletisinde, serbest ve demokratik seçim yapılmaksızın bir
oldubittiyle iktidara gelen Yeltsin'in, kendisine iktidar yolunu açanlara
teşekkürü yer alıyordu:
"Ailen Weinstein
President, Center jor Democracy
Washington DC, U.S.A
Demokrasi güçlerinin zaferi ve 19 Ağustos 1991 darbesini
başarısızlığıyla bağlantılı olarak göndermiş olduğunuz içten
kutlamanız için size teşekkür ederim. Bu zafere yaptığınız
katkıyı bilmekte ve takdir etmekteyiz.
B. Yeltsin 23 Ağustos 1991, Moskova"[40]
Gorbaçov'a karşı yapıldığı ileri sürülen darbenin ilk gününde
ABD'ye ne yapılması gerektiğini bildiren faks gönderilmiş ve bu iletiyi
alan Prof. Ailen Weinstein, ABD Başkanı'nı harekete geçirmişti. Faks
iletisinin bildik bir kişiye gönderilmesi elbette gereklidir. Weinstein,
yıllar önce Moskova'da 'Helsinki Nihai Senedi' ışığında, "Vatandaşlar
Komiteleri"nin kurulmasına öncülük etmişti. Yeltsin'in ardındaki
örgütlü güç, işte bu komitelerdi. On binlerce insan bir anda, hem de
KGB'ye ve Kızıl Ordu'ya karşın meydanlara dökülüvermiş ve Boris
Yeltsin de tankın üstüne çıkıvermişti.
Clinton'un derin demokrasi yumuşaklığını yansıtan sözlerine,
Boris Yeltsin'in söverek karşılık vermesinin başkaca bir özel nedeni
var mıydı bilemiyoruz ama Yeltsin'in teşekkürlerini alan ve
Moskova'da örümcek ağı kurulmasında büyük emeği geçen Ailen
Weinstein'ı ve onunla ilişkili kişileri biraz daha yakından tanımak
gerekiyor. Sonraki sayfalarda ya da eklerde kimlikleri sergilenecek
bazı örgütlerin kısaltılmış adlarına şimdilik fazlaca takılmadan
okumakta yarar.
Ailen Weinstein, Boston Üniversitesi Smith College ve
Georgetown Üniversitesinde tarih profesörlüğü yaptı. 1981- 1983
arasında CS1S yayın organı "Washington Quarterly"nin direktörü ve
aynı zamanda American Political Foundation (APF) yönetim kurulu
üyesiydi. APF, US-AID'den aldığı 300.000 USD karşılığında NED'in
ve Center for Democracy (CfD / Demokrasi Merkezi, NED'e
bağlıdır)'nin tasarımlarını gerçekleştirdi. Weinstein, 1983-1984
arasında NED'in başkanlığını yaptı.
APF'de Weinstein'ın üç yardımcısı, Charles T. Manatt, William
Brock ve Frank Fahrenkopf da, NED'in yönetim kurulunda
görevlendirildiler. APF yöneticilerinden FTU (Hür Sendikalar)
Başkanı Lane Kirkland ve FTUI (Hür Sendika Enstitüsü) murahhası
40 Sean Gervasi, "Westem Intervention in the U.S.S.R." caib, Number 39 (winter
1991-1992), s.4Eugenie de NED yönetiminde yer aldılar. Hür Sendika Enstitüsü,
NED'in çekirdek finansörleri arasında bulunmaktadır.
Weinstein, yarı özel ama, devletten finanse edilen USIP (U.S.
Institute of Peace / Birleşik devletler Barış Enstitüsü) yönetim kurulu
üyeliğinin yanı sıra daha birçok örgütte yöneticilik üstlenmişti.
Oscar
Arias Foundation of North America'da direktördü.1950'de kurulmuş
olan anti-komünist soğuk savaş grubu CDM (Coalition for a
Democratic Majority / Demokratik Çoğunluk Koalisyonu)'de yönetim
kurulu üyesi; Nikaragua Contra lideri Arturo Cruz'u finanse eden
grupta yer alan NSl (National Strategy Information / Milli Strateji
Enformasyon)'da direktör; CIA ve CSIS (Georgetown Üniversitesi) ile
ilişkili Washington Quarterly dergisinin 1981-1983 dönemi murahhas
yöneticisiydi.
Weinstein, Orta ve Güney Amerika ülkelerinde, Filipinler'de
demokrasi operasyonuna yönetici olarak katılmıştı. Ne ki, adını en
çok duyurduğu operasyon, daha 1980'lerde Helsinki İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin uygulanma aşamasında, Sovyet muhaliflerinin yer
aldığı Helsinki Vatandaşlar Komitesi (Helsinki Accords on Human
Rights)'ni örgütlemesiydi. Weinstein, Sovyet karşıtlarıyla ilişki
kurabilecek konferanslar düzenledi, karşıtların ABD'ye gelmelerini
kolaylaştırırken, muhalefette yer almayanların girişlerinin
engellenmesini sağladı.
1980'lerin ortalarında işe 10.000-110.000 dolar arasında
değişen hibelerle işe başladılar. Amerikalılara göre küçük, Sovyet
yurttaşlarına göre olağanüstü büyük paralarla basılan yayınlar,
videobantları, içerden ve dışardan Rusya'ya yönelik eylemler
gerçekleştirildi. O günlerde örgütlenen kadrolar, daha sonraları Doğu
Avrupa'da 1989 protesto eylemlerini örgütleyip yönettiler.
1990'a gelindiğinde kapılar ardına dek açılmış ve FTUI
bağımsız sendikalar örgütlemeye başlamıştı. Liderler yetiştirildi, yeni
kurulan sendikalara bilgisayarlar, faks makinaları bağışlandı. ABD'li
uzmanlarca örgütlenen Bağımsız Maden ve Metal İşçileri
Sendikası'nın üye sayısı 2,2 milyonu buldu. Bu işçiler greve giderek
radikal reformlar istemeye başladı. Freedom Channel (Özgürlük
Kanalı) televizyonu ve radyosu yayına geçti. Yeni yeni kurulacak
olan medyayı yönetecek elemanlar yetiştirildi. Globe Independent
Press Syndicat (Küre Bağımsız Basın Sendikası) tüm Rusya haber
kaynaklarını dünyaya bağlayacak olan "Özgürlük Bağlantısı
Bilgisayar Şebekesi”ni kurdu. Sovyetler Birliğinde kişiler, kurumlar ve
örgütler veri bankalarına kaydedildi.
Bu arada NDI ve IRI de boş durmadı. Anglo-Amerikan
liberalizminin ideolojisini yayacak örgütlenmeler oluşturmaya
başladılar. Anglo-Amerikan liberalizmine tapan, ülkesinin tüm
kaynaklarını ABD'ye ve A.B'ne açacak olan "sivil" örgütler yaratıldı.
İş o kerteye vardırıldı ki, 1993 seçimlerinde NED'e bağlı elemanlar
ve onların yetiştirdiği Rus işbirlikçileri, liberallerin kazanması için seçim çalışmalarını doğrudan ve birlikte yönettiler. NED, bu işler için
devletin resmi propaganda aygıtı USIA kaynaklarından 1990-94
arasında 8,8 milyon dolar harcadı.
İnsan Hakları örgütçülerine, "sivil" eğitim işlerine, medya
projelerine 64 ayrı paket olarak 10-100 bin dolar ödendi. Amerikan İş
adamları örgütü CIPE, devlet ve "sivil" kuruluşlara 572.000 dolar
verdi.[41] 1990-1994 arasında resmi GAO raporlarına yansıyan
bilgiye göre; Demokratik Çoğulculuk Girişimi, Eurasia Foundation,
Karşılıklı Eğitim adlı örgütler 57,214 milyon dolar, ABD Savunma
Bakanlığı IMET (International Military Education and Training /
Uluslararası Askeri Eğitim ve Yetiştirme) örgütü 1,095 milyon dolar
kullandı. USIA / NED kaynaklarından, NDI kanalıyla 535 bin dolar,
IRI kanalıyla 537 bin dolar, FTUI kanalıyla 5,298 milyon dolar, tekil
ödemeler için 2,465 milyon dolar ve toplam 67,224 milyon dolar
harcandı.
[42]
Bu arada dünya metal borsasını ellerinde tutan kirli tüccarlar
ve para piyasaları vur-kaç operatörü George Soros da Rusya'ya
dalmıştı. Her şey serbest olmuş ve asıl kazanması gerekenler, çok
büyük sermayeyle içeri dalmışlardı.
[43]
Weinstein'ın başlattığı operasyon büyük başarı elde etmişti.
Yeltsin, Ağustos 1991'de tankların üstünde direniş çağrısı yapmadan
hemen önce, muhaliflerden faks mesajı alan kişi de on parmağında
on marifet dedirtecek olan Weinstein idi. Ailen Weinstein'ın eşi Diana
Weinstein o sıralar, Başkan yardımcılarından Dan Quayle'in hukuk
danışmanlığını yapmaktaydı.
CIA emeklisi Ralph McGehee'nin Rusya Federal Karşı
İstihbarat Servisi raporlarından aktardığı şu bölüm, NED
operasyonlarında CIA desteğinin yanı sıra, üniversitelerin de, ne
denli büyük bir öneme sahip olduğunu da gösteriyor:
".. ABD, özel servisler (CIA) ve bilim merkezleri, (ve
NGO'lar) aracılığıyla, Rusya'da stratejik konumları ele
geçirerek ve politik ve ekonomik süreçlerdeki gelişmeyi
yönlendirerek ülke yaşamının tüm alanlarının derinliklerine
iniyor."
Derinliklerin ölçüsü de, boyutları da şaşırtıcıdır. ABD'nin
öncelikle NATO üyesi ülke ordularının subaylarını Amerika'ya
götürüp eğitmesi bilinen ve kanıksanan bir şeydir. Ne var ki, Kızıl
ordu subaylarını da IMET kapsamında ABD'de, hem de "demokrasi"
başlığı altında eğitmesi operasyonun en tipik uygulamasıdır. GAO
raporunda bu uygulama, ''program aynı zamanda ordu üstünde sivil
denetimin geliştirilmesi" olarak açıklanmaktadır. Bu işler için 1992'de
41 GAO / NSIAD-96-40 Promoting Democracy Progress Report on U.S.
Democratic Developement Assistance to Russia
42 GAO/NSIAD-96-40, Appendix I, p.19.
43 Soros'tın operasyonları için bk. Blm. İstanbul'da İki Kere iki Gün. 153; 1994'de 471 bin dolar harcanmış ve Rus ordusundan 18 orta ve
üst düzey subay ve Dışişleri Bakanlığı'ndan 19 memur ABD'ne
götürülmüş ve eğitilmiştir. ABD elçiliği bu işlerin 10 ile 20 yıl içinde
amacına ulaşacağını ve eğitilen subayların gelecek vaat edenler
arasından seçildiğini vurgulamaktadır.[44]
44 GAO / NSIAD-96-40, p.52-3. Bu tipik uygulama Türkiye'de de 50-60 yıldır
gerçekleştirilmekle birlikte "demokrasi" ve "sivil" toplum örgütü ilerine uygun
eğitimler de hemen hemen aynı dönemlerde başlatılmıştır. ABD'deki "sivil"
görünümlü kuruluşlara eğitim amacıyla subaylar, güvenlik görevlileri
gönderilmiştir.
DARBENİN "KÜRESEL" YÜZÜ
Toplumla devlet arasına giren yeni örgütlenmelerden
beklenen, devlet egemenliğine paralel bir egemenlik kurulmasıdır.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir devlet bunu kabul edemez. Çünkü,
paralel egemenlik demek, o ülkede yeni bir güç odağı oluşturarak,
yeni ve etkili bir ortak yaratmak, erki anayasal sorumluluk
taşımayanlara devretmek anlamını taşır.
Yurttaşlar bu iki başlılık arasında sıkışıp kalır. Hukuksal
eşitliğin yerini paraleldeki örgütün sunacağı ayrıcalıklar alır. Yeni
egemenlik merkezinin güdümüne girenler, devletin egemenlik
alanından ayrılırlar. Bu ayrılış, ilk bakışta ""özgürlük" gibi algılanırsa
da, ülkedeki yurttaşların arasındaki geleneksel ve yasal ilişkileri
parçalar. Giderek bir tür cemaat, dernek, vakıf derebeylikleri oluşur.
'Derebeylik' deyince bunun ille de, şatolarda oturan, köylüleri
köleleştiren eski zaman beyleri akla gelmemeli. Bu paralel devleti bir
dinsel öbeğin şeyhi, dedesi, babası da kurabilir. Büyük boyutlu bir
şirkete sahip bir aile, kendi içinde cemaatleşmiş, adı "sivil" bir örgüt
ya da bir mafya ailesinden birkaç kişi de kurabilir. Zaten
demokrasinin ve Cumhuriyetin erdemi de bu tür olasılıkları ortadan
kaldırmasında, yurttaşları kökenine, toplumsal konumuna
bakmaksızın eşit kılmasındadır. Demokrasi ve cumhuriyetin
yaşatılması da bu temel ilkenin titizlikle korunmasına bağlıdır.
Bir ülkede, devlete paralel egemenlik odağı kurulması
sakıncalı olduğuna göre, herhangi bir devletin, bir başka devletin
egemen topraklarında paralel bir egemenlik ağı kurumasının kabul
edilmesi o devletin kendisini yadsıması anlamını taşır. "Buna izin
verilmeli midir?" sorusunun ilk yanıtı elbette "Kesinlikle hayır!"
olacaktır.
Çünkü uluslararası alanda egemenlik, hem devletlerarası
hukuk ve hem de Birleşmiş Milletler gibi uluslararası uzlaşıya dayalı
kurumların hukukuna yaslanır. Bunun dışındaki her girişim, devletleri
yıkmaya ya da uzaktan yönetmeye yöneliktir. Kağıt üstünde bugüne
dek böyle de yürümüştür bu kural.
Ne ki, son elli yıldır, ülkelerin içişlerine, ittifak anlaşmalarıyla
yön veren egemen devlet yönetimi, kendisine rakip gördüğü sosyalist
düzenler yıkılmaya yüz tutunca, artık kimliği ve yapısı ne olursa
olsun devletlerin egemenlik alanı içinde, açıktan paralel egemenlikler
yaratmakta bir sakınca görmemektedir.
Bu tutum, halkın şu ya da bu demokratik ve bağımsız
örgütlenmesiyle ya da demokratik örgütlere verilen uluslararası
destekle, karıştırılmamalı. Yabancı devletin, bir ülkenin içinde
örgütler kurmasının, eski örgütleri, sendikaları, odaları
yönlendirmesinin, onlardan raporlar almasının, bu raporlara göre o
ülkeye yön vermesinin bir tek anlamı olabilir. O da, ülkede varolan
devlete paralel, merkezi dışarda bir yönetim oluşturmak. Bunun tek
sonucu da operasyon nesnesi olan devletin egemenliğinin örtülü olarak yokedilmesidir.
Paralel yönetimin oluşturulma süreci, uygulamada ülkeden
ülkeye küçük değişiklikler gösterse de, ana program değişmiyor.
İçine sızılan devletin bürokratlarının da yardımıyla, yaygın bir
'medyatik' ve 'entelektüel' yedek güç operasyonuyla, Amerikalıların
"manufacturing public perception" dedikleri "kamuoyunun algılama
dizgesini üretme" sürecinde, aşamalar bir bir geçiliyor. 'Algılama
dizgesi üretimi' sonucunda, o ülke insanları, aslında kendilerine
benimsetilmiş olan düşünceleri ya da eylem planlarını, bizzat kendi
kurumlarının, kendi beyinlerinin ürünüymüş gibi algılayıp, eyleme
geçiyorlar.
18 ADIMDA DEMOKRASİ!
Beyin temizleme, beyne yeni algılama düzeneği yerleştirme,
örgütleme, kimlik oluşturma ve eyleme geçirme süreci 18 adımda
gerçekleştiriliyor:
-Kamuoyu oluşturucuları -bizdeki adlandırmayla, aydınlara,
yazarlara, bilim adamlarına- yönelik içerde ve dışarda, masrafları
karşılayarak, konferanslara çekmek. Katımcılarla doğrudan ilişki
içinde, ilgili ülke hakkında bilgi almak ve "düşünce" ve "örgütlenme"
özgürlüğü başlığı altında yeniden yapılanma düşüncesini
benimsetmektir.
-Alt örgütler yoksa, hemen Helsinki Nihai Senedi kapsamında
Helsinki Yurttaşlar ve Ortak Zemin Merkezleri örgütlemek ve koşullar
olgunlaştıkça, uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişkiler ağı altında
insan hakları dernekleri ve benzeri örgütlenmelerin kurulması,
-Yeni propaganda aygıtlarının (radyo, gazete, dergi,
televizyon, video yayını) devreye sokulması. Bilimsel ve magazinsel
içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne sürdürülen yayınların
yoğunlaştırılması. İnsan hakları ihlallerinin yaratılmasıyla sürecin
hızlandırılması,
-Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde
etmek için yaygın bir yayıncı eğitim programının gerçekleştirilmesi,
-Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması. Yerel vakıf
ve "think tank" derneklerinin kurulması,
-İşadamları derneklerinin, sendikaların kurulması, varolanların
içine bilim danışmanlarıyla sızılması. Siyasi partilere eğitim
programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadroların
yönlendirilmesi, gençliğin "düşünce özgürlüğü" ve "siyasi katılımcılık"
propagandasıyla örgütlenmesi,
-Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması, buna
karşılık medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat
toplanması, olanaklıysa Amerikan televizyonlarının yerli şubeleriyle
yayma geçilmesi, eksik-yanlış bilgilendirmeyle kitlelerin
yönlendirilmesi, eğitim-konferans-gezi düzenleyerek yerel medya ile kalıcı bağlar oluşturulması,
-Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma
programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslararası
toplantılara adam taşınması, ulusal-bölgesel tarihin bütünleştirici
özelliklerinin azımsanılarak, yerel tarih, yerel kültür araştırması adı
altında en eskiye özlem yaratılması,
-Yanlış ve eksik bilgilendirme: Kitlelerin akıl denetimlerini
ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle
tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen
geleneksel kurumların yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak
için tarihsel ve toplumsal gelişim gerçeklerini tahrif ederek, yeni
kimlikli topluluklar yaratılması.
-Yolsuzluk kampanyaları: "Yerinden yönetim" taleplerini
yükselterek, devletin egemenliğinin zayıflatılması, yolsuzluk
olaylarını abartarak topluma aşağılık duygusunun yerleştirilmesi,
halkın çaresizliğe itilmesi.
-İktisadi ortamı denetleme: Borç ekonomisinde
dalgalanmalar yaratmak üzere, para piyasalarının dışardan gelen
uluslararası vur-kaç tefecilerine sonuna dek açılması.
-Merkez devlete güvensizlik yaratma: Kritik dönemlerde
iktisadi bunalım yaratılmasıyla umutsuzluğa düşürülen yerel
sanayicilerle ve üreticilerle konferans, sempozyum adı altında
doğrudan ilişkiye geçilerek, devlet merkezine karşı güvensizlik
aşılanması.
-İşadamlarını örgütleme: Yerel işadamı örgütlerinin ve ilişki
bürolarının kurulması; başına buyruk, devlet denetiminden giderek
uzaklaşan 'serbest ekonomi' ve 'serbest pazar' düzeninin kabul
ettirilmesi,
-Ulusal sanayinin yıkımı: Ulusal iktisadın çökertilmesi için,
ulusal sanayileşmenin ve enerji kaynaklarının yıkıma uğratılması için
toplum ile devlet arasında çatışmayı da içerecek biçimde çevreci
akımların, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal
yakıt üretim kaynakları işletmeciliğinin ulusal egemenlik alanının
dışına çıkartılması,
-Orduları ulusal savunma kimliğinden koparma:
Güvenlik
güçlerinin ulusal yapıların korunmasına yönelik müdahalelerini
önlenmek için, profesyonelleştirmek. Devlet egemenliğine sahip
çıkmaya çalışan orduları geriletmek için, kışkırtmalara başvurularak,
ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi, ordu içinde politik
tartışma, ordu ile halk arasında cepheleşme yaratılması.
-İnanmış örgüt liderlerinin yetiştirilmesi: Liderlik
programlarıyla, güdümlü yenidünya düzenine tapınan ultra-liberal
önderlerin üretilmesi ve yeni partiler kurulması, varolanlara yeni
liderler yerleştirilmesi; parti programlarının rejimle hesaplaşmaya
yönelik, birer kışkırtma programına dönüştürülmesi,-Ulusal bunalımlar yaratılması:
Ülkede sık sık iktisadi
dalgalanma yaratılarak bunalım aralarının azaltılması. Ulusal devlet
merkezinin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının,
bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirket
egemenliğine geçirilmesi,
-Ulusal üretim birimlerinin ele geçirilmesi: Yaratılan iktisadi
bunalımlar sonucunda, ağır sanayi işletmelerinin, enerji ve iletişim
kurumlarının 'özelleştirme' adı altında yabancı şirketlere yok
pahasına devredilmesi; iktisadi bağımsızlığı pekiştirecek büyük
projelerin önlenmesi.
-Silahlı gücün zayıflatılması: İktisadi bunalımı bahane
ederek, toprak bütünlüğünü koruma aracı ulusal ordunun, silah
donanımlarında, komuta kontrol ve iletişim sistemlerinde yenilenme
alımlarının kısıtlanarak, zayıflatılması ve ulusal sınırların
gevşetilmesi,
-Devlet yönetiminin kargaşayla ele geçirilmesi: Seçim
darbesiyle egemen devletin ele geçirilmesi. Merkezi direniş olursa,
yaygın ve sürekli kitle gösterileri düzenlenmesi.
Bu sürecin
hızlandırılması için halkı ikna edici etnik çatışmaların düzenlenmesi,
ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik ya da mezhepsel kimliklerin
kemikleştirilmesi.
-Belediye hizmetlerinin yabancı şirketlere devredilmesi:
Yerel yönetimi güçlendirme adı altında, toplumsal hizmetlerin
'kârlılık' esasına oturan şirketlere devredilmesi, su-elektrik gibi
kentsel işletmelerin yabancı şirketlere devredilmesi için gerekli
düşünsel alt yapının oluşturulması.
-Kültürel kaynaşmanın yıkımı: "Çok kültürlülük"
propagandasıyla toplumsal ortak kültürün temellerinin yıkılması. Din
kültürünün parçalanması, geleneksel akışın kesilmesi ve ulusal
dayanışmayı pekiştirici etkisinin yok edilmesi için, "medeniyetler
arası diyalog" programıyla, Batı'nın dinsel kurumlarının güdümünde
eritilmesi. Böylece azınlık din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin
karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması.
KİMLİKLEME VE AYRIŞTIRMA
Ülke yasalarının ve anayasalarının çok etnikli, federatif bir
yapı oluşturacak biçimde yeniden düzenlenmesi, operasyonun temel
aşamaları arasında, küçük ya da büyük, kanlı ya da kansız olaylarla
testler yapılarak, oluşumun düzeyi ölçülerek hız ayarlanması ve
küçük program değişikliklerinin gerçekleştirilmesi asıldır. Zaten
testler, eski tür, örtülü "direy Word /pis işler"de olduğu gibi uygulanır.
Aşamalar birer birer geçilirken, ülke dışında da paralel süreç
yürütülür. Çok kültürlülük propagandasıyla etnik ayrıştırma ve
çatıştırma sürecinin güçlendirilmesi için, insan hakları raporları
giderek etnik azınlık hakları raporlarına dönüştürülür. Avrupa ve Amerika'da etnik ve dinsel ayrılıkçı "diaspora"ya parasal ve siyasal
destek verilir.[45] Küllenmiş tarihsel çatışmalar, acılar yeniden
ateşlenir.
Ülkede özgüveni sarsılmış halkın, gün geçtikçe, yabancı
kültürüne, yabancı düzenine özenme eğilimleri kışkırttılar.
Yaygın bir barış atağı görüntüsü altında, tarihsel gerçekler
unutturulup, ilgili ülkeyi var eden tarih tersine döndürülür. Bölgesel
çatışmalar da kullanılarak, ırk ayrımcılığı geliştirilirken, tehdit
değerlendirmelerini şaşırtmak üzere; komşu ülkeler arasındaki
ayrılıkları derinleştirecek özel operasyonlar düzenlenir.
Yıllardır barış içinde yaşayan toplumlar inanılmaz bir hızla
önce ayrışır, sonra da çatışır. Sonuç, ekonomisi yabancıların eline
geçmiş, zayıflamış merkezi egemenliğiyle dış politikada bağımsız
karar verebilme yetkinliğini yitirmiş, yabancıların dayattığı kararlara
mahkûm olmuş bir devlet ve tarihsel-kültürel kimliğini yitirmiş Batı'nın
alt dereceli bir hizmetkarına dönüşmüş bir halk topluluğu...
Geçiş döneminde yükselen kanlı çatışmalarla gelecekte barış
ve dayanışma içinde yaşama istekleri köreltilmiş, yabancı devletin
güdümündeki sözde "sivil" örgütlerin, seçkin derebeylerin
yönetiminde bir ülkeden "coğrafya"ya devrilmek! Ve geride kalan,
Batı kartellerinin eline geçmiş, enerji kaynakları, her türden iç
korunması kaldırılarak açık pazarlaştırılmış ve güvenliği Batı'nın
ordularına terk edilmiş yeni tür bir kolonidir.
"
THİNK TANK" DENİLEN "GİZLİ VE GÜVENLİ
ODA"
Her ülkede olduğu gibi. Şirketler için esas olan devlet
politikalarına ve kararlarına yön vermektir. Yön verilecek olan devlet
yönetimi ve yasama organları olunca, yönlendirici elemanların niteliği
de önem kazanıyor. Bu nedenle elemanların büyük çoğunluğu, devlet
deneyimine sahip eski ve yeni görevlilerden seçiliyor. İkinci eleman
kaynağıysa, yine devlet organlarıyla içli dışlı olmuş akademisyenleri
barındıran üniversitelerdir.
ABD, bu türden kaynaklar bakımından oldukça zengindir.
Daha çok dış ülkelerde izlenecek ABD çıkarlarına uygun ayarlama
işlerine denk düşen araştırma, inceleme, değerlendirme çalışmalarını
gerçekleştirecek olan dernek, vakıf, enstitü adı altında kurulan, eski
memurları, akademisyenleri, şirketlerin seçkin yöneticilerini bir araya
getiren örgütlenmeler "think tank" adı altında toplanıyorlar:
Türkiye'ye "düşünce topluluğu" çevirisiyle ithal edilen, ya da
daha öykünmeci sivillerce, yabancıya tapınma gösterisiyle ABD'deki
gibi aynen kullandıkları "think tank" II. Dünya savaşından kalma
45 Diaspora: Sürgünden sonra Yahudilerin dünyanın her tarafına yayılması;
İncil'de Kudüs'ün dışında bulunan Yahudi Hıristiyanlar. Redhouse, İngilizceTürkçe
Sözlüğü, 27. Baskı, SEV A.Ş. 1998.S.260 askeri bir oluşumdur. ABD ordusunda, planların ve stratejilerin
değerlendirildiği güvenliği sağlanmış, gizli ve özel odaya "think tank"
denilmiştir. "Think tank" adı, ordu dışında ilk kez, 1950'lerde, yine
orduyla bağlantılı olarak kurulmuş olan, özel şirket görünümlü
"RAND Corporation" adlı örgüte verilmiştir.[46]
ABD'de akademik görünüşlü "Institute" ile ideolojik görünüşlü
"Heritage Foundation" gibi tutucuların örgütlediği vakıflar ile CFR[47],
Carnegie Endoulment, Woodrow Wilson Centre gibi, dış siyaseti
tepeden yönlendirici seçkinler kulüplerinin yanı sıra, devlet
tarafından kurulmuş CSIS gibi raporcu şirketler, IRFC gibi doğrudan
Dışişleri Bakanlığı'na bağlı bürolar[48], Middle East Forum,
Washington Institute, Freedom House, CMCU[49], USIP[50] gibi yarı
resmi merkezler de "think tank" olarak niteleniyorlar.
Hatta bunlara, Unifıcation Church, Professors WorId Peace
Academy ve Religious Youth Service gibi Sun Myung Moon'un tarikat
örgütleriyle, ISNA (Islamic Society of North America), CAIR (Council
on American Islamic Relations), Minaret gibi, İslam dünyasını
yönlendirerek ABD'nin iktisadi egemenliğine uygun politikaları
destekleyecek ve toplum üstünde baskı kuracak olan cemaat
örgütleri de katılıyor.
ABD'de bu tanıma uyan, binden fazla "think tank" örgütü
bulunuyor. Bu örgütler, emekli dışişleri ve istihbarat elemanları,
Amerika'ya yerleşmiş üçüncü dünya elemanları, operasyonlarda
dünya deneyimli CIA eski istasyon şefleri ve akademisyenler için
önemli bir ekmek kapısıdır. "Think tank" örgütlerinin en önemli yararı,
ABD yönetiminin sorumluluktan kurtarmalarıdır. ABD resmi
organlarının başka ülkelerde araştırma ve incelemeler yapması, o
ülkelerce, şimdilerde pek kullanılmayan eski deyimle "casusluk"
etkinliği olarak değerlendirilebilir ve devletlerarası anlaşmazlıklara
neden olabilir. Teslim edilen raporlar, ABD resmi belgeleri olarak ele
alınıp, casusluk suçlamalarına yol açabilir.
Oysa, "think tank" denilerek, "özel" ve çoğu zamanda insanlık
yararına çalışır görünen vakıfların, derneklerin hazırladıkları
'entelektüel' ürün görünümlü "project" raporları, ABD ya da Avrupa
devletlerinin yönetimlerini bağlamayacaktır.
Üstelik "think tank"
örgütlerinin masrafları da, ilgili şirket ve vakıflarca karşılanırsa,
devlet bütçelerine fasıllar eklemek, ABD Kongresi'nden onay almak
gibi güçlükler de kolayca aşılmış olacaktır. Daha da önemlisi, dış
ülkelerin akademisyenlerine, eski diplomatlarına hazırlatılacak
46 James A.Smith, The Idea Brokers.Think Tanks and The Rise of The New
Policy Elite, s. xiii-xiv
47 CFR: Bakınız Ek 6.
48 IRFC: Internationa/ Religious Freedom Committee
49 CMCU: Center Müslim Christian Understanding Georgetown University.
50 USIP:United States Institute for Peace. raporlara kaynak aktarılırken akademik bir görünüm verilmekle
kalınmayıp, "işbirlikçi" ya da "kökü dışarda" gibi rahatsız edici ulusal
suçlamalara, karalamalara karşı bir korunma örtüsü de sağlanmış
olacaktır.
Bunların dışında, belki de en önemli yarar şudur: Bir yabancı
devletin kurumuyla ilişki kurmaktan çekinen kişiler "think tank"
denilen kuruluşlara rahatça girip çıkabilecek, "think tank" denilen
kuruluş da çok sayıda kişiyle rahatça bağlantı oluşturabilecek ve
hatta halk kitlelerine ulaşabilecektir.
YABANCI PARTİLERLE BAĞLANTILI ÖRGÜTLER
Siyasal partilerin yabancı ülkelerin siyasal partileriyle görüş
alışverişinde bulunmaları, konferanslar düzenlemeleri olağan
karşılanabilir. Ne ki, yabancı bir siyasal partinin bir ülkeye gelip, bir
yerel partiyi desteklemek üzere etkinliklerde bulunması, dış
yönlendirme olarak değerlendirilebilir. Oysa, işin içine "enstitü" ve
"stiftung" ya da "foundation" kılıklı örgütler girerse, yakınlaşmalar
"think tank" ile siyasal parti arasında kurulan bir tür derin-düşünce
ilişkisine dönüşeceğinden, artık "fikir alışverişi" ya da "bilimsel
yardım" ya da "teknik destek" ve her ne olarak nitelenirse nitelensin,
kitabına uygun olacaktır.
Ne ki, bu örgütlerin kendi anavatanlarında (ABD-Batı Avrupa)
siyasal çalışma yapmaları yasaktır. Bu öylesine bir yasaktır ki,
örneğin Türkiye'de demokrasiye büyük katkı koymak üzere söz
konusu örgütlerce, dışardan parayla ya da eleman masrafları
karşılanarak, desteklenmiş bir "sivil" örgütün kalkıp, örneğin
Amerika'ya gitmesi ve orada Amerikan demokrasisine katkıda
bulunması kesinlikle yasaktır.
Örneğin, Türkiye'deki İnsan Haklan Derneği, Helsinki
Vatandaşlık Cemiyeti, 11 Eylül 2001'deki ikiz kule saldırısından
sonra "milli güvenlik" gerekçesiyle, basına konulan yasakların
"demokrasi ve insan haklarına aykırılığı"nı anlatmak üzere ABD'de
bırakın bir yayın yapmayı, az katılımlı bir bilimsel konferans dahi
düzenleyemez. Bu yasak, yalnızca bu tür "think tank" denilenler için
değil, tüm yabancı ülke yurttaşları için geçerlidir. NED
kaynaklarından destek alanlar ise tümüyle yasaklıdır. Bu durum,
NED'den parasal destek alacak olanların uyması gereken
sözleşmelerde, şu satırlarda açıkça belirtilmiştir:
"NED yardımlarında izin verilmeyen durumlar: Birleşik
Devletler kitlelerini, herhangi bir parti politikası ya da (politika)
uygulanması, ya da (senatör-temsilci) adayı hakkında eğitim,
yetiştirme ya da bilgilendirmeyle ilgili masraflar."[51]
Amerikalılar ve Batı Avrupalılar, üçüncü ülkelerde iç siyaseti
51 www.ned.org/grants/proposal_guidelines.html 19.10.2001 ve örgütlenmeyi, doğrudan ya da dolaylı olarak yönlendiren bu
örgütlerin, parti bağları bulunmadığını sıkça belirtmektedirler.
Oysa,
NED öncülüğünde oluşturulan ve Amerika-Avrupa ağını işleten
örgütleri yan yana getiren WMD (World Movement for Democacy I
Demokrasi için Dünya Hareketi) örgütünün "Demokrasiye Yardımcı
Vakıflar Şebekesi" adlı tanıtım sayfalarında, bu 'sivil' örgütlerin,
siyasal parti bağları, açıkça belirtilmektedir.[52] Bu sayfalarda sayılan
örgütlerden birkaçına bakmak yeterlidir:
'IRI, Cumhuriyetçi Parti'ye bağlıdır ve Birleşik Devletler
Hükümeti'nden (NED ve AID kanalıyla) katkılar alır. NDI,
Uluslararası İşler için Ulusal Demokrasi Enstitüsü),
Demokratik Parti'ye bağlı bağımsız bir örgüttür. Friedrich
Ebert Stiftung: Alman Sosyal demokrat Partisi'ne bağlı bir
politik parti vakfıdır.
Heinrich Böll Foundation: Alman Yeşiller Partisi ile
birlikte-Hans Seidel Stiftung: (Alman) Hıristiyan Demokratik
Birlik Partisi'ne bağlı bir politik parti vakfıdır.
Konrad Adenauer Stiftung: (Alman) Hıristiyan Demokrat
hareketiyle ilişkilidir.
Olaf Palme Uluslararası Merkezi: İsveç Sosyal demokrat
Parti Sendikalar Konfederasyonu ve Kooperatifler Birliği
tarafından kurulmuştur.
Fondation Jean Jaures: Fransız Sosyalist Parti'ye
bağlıdır.. Alfred Mozer Foundation: 1990'ların başında,
Hollanda İşçi Partisi (PvdA), Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde
'kontaklar sağlamak ve kurmak' amacıyla bir vakıf
kurmuştur."[53]
Yukarıdaki alıntıda görülen "Bağlı" ama, "bağımsız bir
örgüttür" gibi, Amerikan türü yazı sürçmelerini bir yana bırakırsak,
siyasal partilere bağlı olduğu açıklanan bu örgütlerin ve onlarla,
kendi yayınlarındaki anlatımla "işbirlik" yapanların, siyasal partilerin
organı olmadıklarını ileri sürmelerinin, karşılarındakileri 'saf yerine
koymalarından başkaca bir anlamı yoktur.
Bu 'saflığa' kendilerini kaptırmış çevreler ve kişiler, bu
örgütlerin salt siyasal parti bağlarının da ötesinde, dışişleri ve
istihbarat deneyimine sahip memur ve operatörlerce yönetildiklerini,
etkinlik raporlarının tümünün dışişleri bakanlıklarına, ABD
kongresine sunulduğunu görebilirlerde, "bağımsız" ve "bilimsel"
ortaklıklarının değerini daha da iyi anlayabilirler. Öte yandan, bu
işleri derinliğine bilerek "işbirlik" içinde bulunanlar, "sivil" savunmaları
52 NED tarafından kurulan bir tür project democracy enternasyonali olan WMD
yıllık konferanslar adı altında ülkelerdeki bağlantılarını bir araya getirmektedir.
Bu tür toplantılar ABD Dışişleri tarafından, şirketler ve onların uzantısı örgütlerce
desteklenmektedir.
53 wmd.org/asstfound /asst_profiles.html, 22.10.2001için yeterli gerekçeye sahip olmalılar.
Örneğin 2003 Sao Paola (Brezilya) toplantısı destekçileri
arasında German Marshall Fund of the US, Guardian Industries
Corp.(US), Gulbenkian Fdn. (Portekiz), Inter-American Development
Bank, USAID - Mozaqmbik (US), westminster Fdn. (İngiltere)
bulunmaktadır. Sao Paola toplantısına Türkiye'den Murat Belge
(Helsinki Vatandaşlık Cemiyeti Başkanı), Özdem Samberk (TESEV
Genel Direktörü), Doğu Ergil (TOSAM Başkanı) katılmıştır,
(wmd.org/second_ assembly/support.html)
'Sivil' görünümlü yabancı örgütlere raporlar sunanlar, Türkiye
Cumhuriyeti devletiyle eşgüdüm içinde, ulusal çıkarları gözeterek
çalışmaları bir yana, sonraki bölümlerde ayrıntılarıyla görüleceği gibi,
toplantılarını özellikle yurtdışında yaptıklarını, büyük bir özenle
belirtmektedirler.
------------------------------