Avrupa ve Yakındoğu Ekseninde Enerji Dönemeci
Enerji güvenliği konusu son yıllarda tekrar gündeme geldi. Alternatif enerji yatırımlarının artırılması, petrol-doğal gaz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ise tek çözüm. Öte yandan Petrol-gaz ve alternatif enerji kaynakları arasında devam eden yarış, petrol-gaz aleyhine gelişecek gibi gözükmüyor. Ne var ki kömür ile petrol arasındaki yarışı da, kömürün kaybedeceğine kimse inanmıyordu. Asıl mücadele, petrole hâkim İngilizlerle ile kömür yataklarına sahip Almanların birbirlerine meydan okumasıydı.
*** *** ***
Yazan: Burhan Çağlar
Ukrayna krizi ile birlikte doğal gaz arzında yaşanan anlaşmazlık, petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ve kararsızlık trendi enerji piyasasında tansiyonu yükseltti. Ortadoğu’da sonu gelmeyen çatışma ortamına Yakındoğu’da artan gerilimlerin eklemlenmesi, özellikle Batı Avrupa’da enerji güvenliği açısından acil ihtiyaçları yeniden gündeme getirdi. Şuan için ise, alternatif enerji yatırımlarına yönelimin arttırılması, petrol ve doğal gaz arzı kaynaklarının ve güzergâhlarının çeşitlendirilmesi tek çözüm olarak görülüyor.
Öte yandan yenilenebilir enerji yatırımlarına son yıllarda hız verilmesi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra katlanarak artmaya devam eden enerji ihtiyacına kısa vadede cevap verecek gibi durmuyor. Bu ise petrol ve gazın tahtını korumaya devam edeceği anlamına geliyor. Bu durumun ancak, petrol ve gaza verimlilik/maliyet yönünden görece alternatif olabilecek farklı tür kaynakların kullanıma girmesi ile kırılabileceği anlaşılıyor. Fakat şuan için yakın gelecekte bu pek mümkün gözükmüyor. Özetle tüm göstergeler, zaman zaman düşme eğilimine girmesine rağmen, petrol fiyatlarının geçtiğimiz 100 yılda olduğu gibi inişli çıkışlı artış trendini muhafaza edeceğine işaret ediyor.
Bununla birlikte etkisi henüz pek hissedilmese de, yenilenebilir enerji için devasa yatırımlar yapılıyor, teşvikler veriliyor. Belki uzak bir gelecekte, petrol ve gazın kömürün saltanatını yıkması gibi, yenilenebilir enerji kaynaklarının da fosil yakıtları bertaraf etmesine şahit olabiliriz.
Petrol ve Kömürün Savaşı
Petrol-gaz ve yenilenebilir alternatif enerji kaynakları arasındaki bu yarış şimdilik petrol ve gaz aleyhine gelişecek gibi gözükmüyor. Ne var ki (kıyaslamak her ne kadar tam doğru olmasa da) kömür ile petrol arasındaki yarışı da, başlangıçta kömürün kaybedeceğine neredeyse kimse ihtimal vermiyordu. Esasında asıl mücadele, uzak denizlere ve petrol rezervlerine hâkim İngilizler ile kıta Avrupası’na sıkışmış, zengin kömür yataklarına sahip Almanların bu iki maden üzerinden birbirlerine meydan okumasıydı.
Petrol tarihindeki en önemli sıçrama İngiliz donanmasının kömürden petrole geçişi ile oldu. Dretnot sınıfı petrol yakan savaş gemilerini denize indirilmesi, adeta yarışın ilk raunduydu. Donanma yarışıyla başlayan petrole dönüş başka alanlarda da kendini göstererek devam etti. Petrolün piyasaya girmesi, yavaş yavaş teknolojinin mefhumunu değiştirdi.
Diğer taraftan kömürün tarafını tutan Almanlar, petrol alanındaki gelişmelere de tamamen kayıtsız değillerdi. Özellikle stabil karasal bağlantının olduğu Osmanlı coğrafyasına doğru açılım göstererek, zengin rezervlerin bulunduğu bölgelerde imtiyaz elde etmeyi hedefliyorlardı.
Nitekim Alman uzmanlar, 1871 yılında Musul ve Kerkük dolaylarında incelemeler yürütmüş, burada bol miktarda petrol bulunduğunu tespit etmişti. Fakat işleme ve nakliyat güçlüğü kömürü Almanlar açısından hala daha cazip kılmaya devam ediyordu. Onlar için petrol, coğrafi koşulların da etkisi ile henüz kömür ile rekabet edebilir düzeyde değildi. Yine de Almanlar petrole hiçbir zaman tamamen kayıtsız kalmadılar.
Osmanlı ülkesindeki petrol yataklarının İngilizlerin ilgi alanında çok daha önce girdiği biliniyor. Osmanlı-İran sınır tespit komisyonunda yer alan W. Loftus, bölgenin petrol sızan noktalarında araştırmalar yapmıştı. Sonraki yıllarda R. Maunsell Musul, Kerkük ve civar bölgelerin ayrıntılı bir haritasını çıkararak petrol sahalarını tüm teferruatıyla gösterdi.
Musul bölgesinde petrolün varlığı önceden beri biliniyor, yer yer topraktaki bazı çatlaklardan kendiliğinden sızarak adeta dereler ve gölcükleri oluşturuyordu.
Isınma, aydınlanma, inşaat, gemi tamiratı, eczacılık vs. alanlarda yararlanılan petrol, Osmanlı devletinde maden statüsünde değerlendiriliyor, “iltizam usulü” denilen bir tür ihale yöntemi ile belli bir bedel karşılığı işletmeye veriliyordu.
Ancak petrol madenlerinin işletme hakkını alan yerli işletmeciler, yüzeye çıkan petrolün toplama ve damıtma işlemini ilkel metotlarla yapıyor ve oldukça düşük kalite ürün elde ediyorlardı. Bundan dolayı ancak tenekesi yarım mecidiyeye gibi düşük bir fiyata alıcı buluyordu.
|
Avrupa’da petrolün stratejik önemini en geç kavrayanlar Fransızlar oldu. Kömür ve petrol müsabakasına adeta en umarsız bakan taraftı. Fransızlar uzun süre petroldeki gelişmelere yönelmeye pek tenezzül etmediler. Fransa Başbakanı Clemenceau’nun “Eğer ki petrole ihtiyacım olursa bakkalıma gider alırım.” sözü bu anlayışı gayet iyi yansıtıyordu.
I. Dünya Savaşına girerken Alman kara kartalı, sahip olduğu zengin kömür yataklarına ve kömüre dayalı sanayisine, ulaşım ağına güvenmekteydi. Almanların kömüre inanç ve imanı hala gayet kuvvetli sayılırdı. Bu açıdan savaş aslında petrol ile kömürün, kamyon ile lokomotifin mücadelesi olarak okunabilir.
Fakat savaş petrolün, zafere giden yolun temel bileşeni, üstünlük stratejisinin adeta ayrılmaz parçası olduğunu kanıtladı.Petrol kömüre, kamyon lokomotife galip geldi.
Takip eden yıllarda Avrupa’da her alanda petrole yönelim arttı. Bununla birlikte 18. ve 19. yüzyıllarda kömüre dayanan ekonomik faaliyetlerin, 20. yüzyıl başlarından itibaren yerini peyderpey petrole terk etmesi askeri, siyasi ve ekonomik güç dengelerinde de önemli değişimleri beraberinde getirdi.
En başta petrole dayalı olarak gelişen ve sanayileşen ülkelerin, enerji ihtiyacını ucuz ve güvenli yollardan karşılama isteği, endüstrileşmiş ülkeleri petrol sahaları üzerinde denetim sağlama mücadelesine sevk etti.
Petrolün öneminin giderek artması üzerine Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı topraklarındaki petrol yataklarının dökümünün yapılması için girişimlerde bulundu. Gerek yerli mühendisler gerekse yurt dışından getirilen uzmanlardan “tetkik heyetler” oluşturuldu. Bunlar, Musul, Kerkük, El-cezire, Basra vs. bölgelerinde incelemelerde bulunarak bölgenin petrol haritaları çıkardılar. “Petrol madenlerinin” nitelikleri, verimlilik miktarları hakkında bilgiler içeren ayrıntılı raporlar hazırlayarak padişaha sunuldular.
Yapılan hesaplamalara göre Osmanlı petrollerinin modern usullerle göre işlenmesi için sondaj, işleme ve personel maliyeti dâhil 14 bin Osmanlı altını gerekiyordu. Ancak bu yatırımlar yapılırsa işlenen petrolden kaliteli ürün elde edilebilecek ve pazarda rekabet şansı yakalanacaktı.
Maliyenin böyle yüksek bir meblağı karşılaması mümkün değildi. Tespit edilen petrol yataklarının yabancı imtiyazına geçmemesi için bu sahalar padişah tekeline alındı. Hazine-i Hassa’ya devredilerek padişah mülkü ilan edildi. Böylece buraların işletme ayrıcalığı sadece padişaha geçti.
|
Eski Haritalar Üzerinde Petrol ile Çizilen Yeni Sınırlar
I. Dünya Savaşı’nın arifesinde, savaşın müstakbel galipleri, petrole dayalı yeni düzeni planlamakla meşgullerdi. Londra Paktı, Sykes-Picot anlaşması ile eski haritalar üzerinde yeni sınırlar çizildi. 1917’de İngilizler Kudüs’e girmiş, ileride Irak’ı oluşturacak toprakların büyük kısmını işgal etmişti. Ortadoğu’da askeri üstünlük İngilizlerin eline geçmişti. Yenik düşen Osmanlı Devleti topraklarında yeni devletler kuruldu.
Savaş bittiğinde aslan payını İngiliz İmparatorluğu aldı. Ortadoğu’nun patronu oldu. İngilizlerin parmakları doğuda Nil havzasından batıda Fırat vadisini çevreleyen geniş düzlüklere dek âdete bölgenin her köşesine uzanıyordu.
Osmanlı maliyesinin içinde bulunduğu dar boğaz petrolün modern usullere göre çıkarılması ve işlenmesi için gerekli bütçenin ayrılmasını engellemekteydi. Dolayısı ile devlet mevcut üretimi devam ettirmek, petrol bölgelerini denetim altında tutmak ve bazı siyasi tedbirler almakla yetindi.
Tespit edilen petrol yataklarının yabancı imtiyazına verilmesinin önünü almak için bu sahalar padişah tekeline alındı. Hazine-i Hassa’ya devredilerek padişah mülkü ilan edildi. Böylece buraların işletme ayrıcalığı sadece padişaha geçmiş oldu.
Bununla birlikte, petrol bölgelerinde merkezin otoritesini güçlendirmek, askeri-stratejik avantaj sağlamak ve yabancıların nüfuz kurmasını engellemek adına bir demiryolu hattı projelendirilirdi. Hat, İstanbul’dan Bağdat’a oradan Basra körfezine kadar uzanacaktı. Sutan II. Abdülhamid’in diplomatik manevraları ile hattın yapım ihalesini İngilizlere karşı Almanlar aldı.
|
Askeri işgal ulus inşası sürecini de yanında getirdi. İngilizlerin kontrolünde petrol bölgeleri pay edildi. Sözde bağımsız yeni devletler kuruldu, yeni tahtlara İngiliz yanlısı hanedanlar oturtuldu.
1930’ların başlarında bölgede yeni rezervler bulundu, giderek önemi artan petrol ile üretimi hızla katlandı. Karayip petrolünden yavaş yavaş Ortadoğu petrolüne geçildi. Bu durum Ortadoğu’yu stratejik açıdan daha da değerli bir konuma yükseltti. İngilizlerin Araplar ile olan ilişkisini yeniden şekillendirdi.
Artık İngiliz İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki mevcudiyetinin temelini, bölgedeki ekonomik, siyasi ve ticari çıkarların yanında emperyal değerlendirmeler oluşturuyordu. Doğu Akdeniz, İmparatorluğun savunmasında hayati düzeyde önem arz etmekteydi.
Ortadoğu’nun Yeni Patronu
Bu bakımdan, İngilizlerin II. Savaşı’nda, Kuzey Afrika çöllerinde Alman birliklerine karşı zaferi, İmparatorluğun kaderi açısından bir dönüm noktasıydı. Fakat İngilizler II. Dünya Savaşı’ndan yorgun, tükenmiş bir halde çıktılar. Filistin’deki hâkimiyetleri 1947’de sona erdi.
5 yıl sonra Mısır’da genç bir subay Abdülnasır, Londra yanlısı Kral Faruk’u devirdi. 1956’da Süveyş kanalını işleten, İngiliz kontrolündeki şirketi millileştirdi. Bu kanal, İngiltere’nin emperyal çıkarları bakımından hayati önem taşıyordu. İngilizler, Fransa ile ortak bölgeye asker çıkardı fakat Süveyş operasyonu bir fiyaskoyla sonuçlandı. Kısa bir süre sonra İngiltere’nin Irak’taki uydu hanedanı, Hâşimî ailesi darbeyle iktidardan düşürüldü. Darbeyi teşvik eden Amerikan istihbaratıydı.
Aslında Ortadoğu’daki İngiliz hâkimiyetini tasfiye eden milliyetçi Arap liderler değil, onları perde arkasından destekleyen Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Böylece bölgenin patronu olma sırası ABD’ne geçiyordu. Özetle, Ortadoğu’da petrolünün akış yönü artık Amerikan nüfuzu altında şekillenmeye başlamıştı.
Petrol, tarihte ilk kez Ekim 1973’te başlayan Arap-İsrail Savaşı’nda sırasından doğrudan doğruya yaptırım gücü yüksek bir silah olarak kullanıldı. Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e askeri malzeme desteği sağlamasına tepki gösteren 10 Arap ülkesi petrol ambargosu ilan etti.
Ambargo uygulanan ülkeler listesine Amerika, Kanada, İngiltere, Hollanda ve Japonya dâhil edilmişti. Böylece 1973 başında 3$ olan petrolün varil fiyatı 1974’e girildiğinde 13$’a fırladı. Yıl sonuna doğru kriz aşıldı ve fiyatlar 13-15$ bandına sabitlendi.
Fakat bu durum fazla uzun sürmedi. 1979’daki İran devrimi ve ardından patlayan Irak-İran savaşı ikinci bir kriz dalgasını beraberinde getirdi. İran petrolünün pazardan çekilmesiyle fiyatlar 39$ kadar yükseldi. Buna çözüm olarak Nijerya ve Kuzey Deniz petrol sahalarında yeni kuyular devreye sokuldu. Suudi Arabistan’ın üretimi kotasını yükseltmesi sağlandı. Petrol arzının artması fiyatları 10$ seviyelerine kadar çekti.
Petrolün varil fiyatı 1990’daki I. Körfez savaşında 34$’ı görmesi dışında. 1985-1995 arasında 10 yıllık periyotta, 17-20$ arasında seyretti.
Kaynaklar: Daniel Yergin, Petrol, Para Güç ve Çatışmanın Epik Öyküsü, Çev., Kamuran Tuncay, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2009; Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri, Çev. Birtane Karanakçı. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2010; Volkan Ş Ediger, Osmanlı’da Neft ve Petrol, Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2005; Necmettin Acar, “Petrolün Stratejik Önemi ve Mezopotamya Petrol Kaynaklarının Paylaşımında Calouste Sarkis Gülbenkyan’ın Rolü (1890-1928)”,International Journal of Social Science 6-4, (2013): 1-32; Arzu Terzi, Abdülhamid’in Mirası Petrol ve Arazi, İstanbul: Timas Yayinlari, 2013; Yılmaz Karadeniz, ve Hidayet Kara, “Bağdat, Basra, Bahreyn ve Necid Bölgelerinde Osmanlı-İngiliz Nüfuz Mücadelesine Dair Layiha”, History Studies Ortadoğu Özel Sayısı (2010): 166-181.