24 Ekim 2013

RENKLER HAKKINDA HÜKÜM VEREN KÖRLER


Renkler Hakkında Hüküm Veren Körler (Voltaire)

Körler Hastanesi kurulurken, bütün körler eşitti; ufak tefek işlerini de oya başvurarak hallederlerdi. Elleriyle dokunarak bakır parayı gümüş paradan pekala ayırırlar; Brie şarabını Burgonya şarabıyla karıştırmazlardı. Koku alma duyuları, iki gözü gören komşularından daha iyiydi. Dört duyu üzerine yargıda bulunurlardı; yani bunlar hakkında ne bilmek mümkünse hepsini bilirlerdi; böylece körlerin ne kadar sakin, ne kadar rahat yaşamaları mümkünse onlar da o kadar sakin, o kadar rahat yaşarlardı. Ne yazık ki öğretmenlerden biri, günün birinde tutup körlerin de görme hakkında doğru düşünceleri olduğunu ileri sürdü; sözünü dinletti, merak uyandırdı, çok ateşli taraftarlar kazandı: Sonunda kendisini birliğin şefi seçtiler. Üstün bir eda ile renkler hakkında yargı yürütmeye başlayınca, her şey birden yıkıldı.

Körlerin bu ilk diktatörü önce küçük bir kurultay topladı; böylece bütün sadakaların kendisine verilmesini sağladı. Bu yüzden de kimse ona karşı gelmeye cesaret edemedi. Körlerin bütün elbiselerinin beyaz olduğunu söyledi. Körler buna da inandılar. Bir tanecik olsun beyaz elbiseleri olmadığı halde, işleri güçleri beyaz elbiselerinden bahsetmek oldu. Herkes onlarla, alay etti; onlar da gidip diktatöre şikayet ettiler; diktatör onları çok kötü karşıladı; onlara, gözleri olanların yanlış düşüncelerine kendilerini kaptıran, efendilerinin yanılmazlığından şüphe eden, yenilik taraftarları kalın kafalılar, asiler diye bağırdı. Bu kavga yüzünden körler ikiye ayrıldılar.

Diktatör onları yatıştırmak için bir kararname çıkararak elbiselerinin kırmızı olduğunu ilan etti. Oysa körlerde bir tek kırmızı elbise yoktu. Bu sefer her zamankinden çok alay konusu oldular; cemaat yeniden şikayette bulundu. Diktatör kızdı, öteki körler de bu yüzden uzun uzadıya döğüştüler; ancak körlerin renk hakkında yargıda bulunmalarına engel olunduğu zaman aralarında barış kurulabildi.Bu küçük hikayeyi okuyan bir sağır, körlerin renkler hakkında hüküm vermelerinin doğru olmadığını söylemiş ama musiki hakkında söz söylemenin yalnız sağırlara mahsus bir şey oluğu düşüncesinde de ayak diremiş.

TÜRK EDEBİYATI ESKİ-TÜRK EDEBİYATI YENİ






TÜRK EDEBİYATI ESKİ-TÜRK EDEBİYATI YENİ

TÜRKMENLER TÜRKOLOJİ






TÜRKMENLER TÜRKOLOJİ

TÜRKİYE TÜRKÇESİ






TÜRKİYE TÜRKÇESİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ





TÜRKİYE CUMHURİYETİ

TÜRK TARİHİ TÜRK TİYATROSU






TÜRK TARİHİ TÜRK TİYATROSU

TÜRK TARİH KURUMU TÜRK TARİHİ






TÜRK TARİH KURUMU TÜRK TARİHİ

TÜRK DİL KURUMU



TÜRK DİL KURUMU
  (kısaltması: T.D.K.), Türkçenin özleşmesini, bilimsel metotlara uygun olarak bilim, teknik ve sanat kavramlarını karşılayacak şekilde geliştirilmesini sağlamayı amaçlayan bir dernek.


T.D.K, 12 temmuz 1932'de Atatürk tarafından kurulmuştur. O zamanki adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti idi. Bellibaşlı gelir kaynağı Atatürk'ün vasiyetnamesiyle İş Bankasındaki hissesinden ayrılan kârdır.

Derneğin kurulması için dilekçeyle hükümete başvuranlar şunlardır : Samih Rıfat (Çanakkale milletvekili, başkan), Ruşen Eşref Ünaydın (Afyonkarahisar milletvekili, genel yazman), Celâl Sahir Erozan (Zonguldak milletvekili, üye ve veznedar), Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Manisa milletvekili, üye). Derneğin merkezi Ankara'dadır ve şubesi yoktur.

Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulduktan sonra 26 eylül 1932'de I. Türk Dil Kurultayı toplanmıştır. Halit Fahri (Ozansoy)'nin önerisi ile 26 eylülün "Türk dil bayramı" olarak kutlanması kabul edilmiştir. 1934'te toplanan II. Türk Dil Kurultayında kurumun adı Türk Dili Araştırma Kurumu olarak değiştirilmiş, 1936'da toplanan III. Türk Dil Kurultayında ise T. D. K. biçimini almıştır.

T. D. K.'nun üye sayısı sınırlandırılmamış, bu sayı bugün 540 üyeye ulaşmıştır. Genel kurul (kurultay) iki yılda bir toplanarak 35 kişilik yönetim kurulunu seçer. Yönetim kurulu, kendi içerisinden bir başkan, bir asbaşkan ve yürütme kurulu üyelerini seçer. Yürütme kurulunda genel yazman, kol başkanları ve sayman üye bulunur.
Tüzüğe göre kol başkanlıklarının sayısı, yeni kolların kurulması, birleştirilmesi ve kaldırılması yönetim kurulunun yetkisi içerisindedir. Kurumda şu kollar bulunmaktadır: Derleme ve Tarama, Dilbilim ve Dilbilgisi, Sözlük, Terim, Yayın ve Tanıtma kolları.

Derleme ve Tarama Kolu : Anadolu ağızlarından derlemeler yapar, eski metinlerden Türkçe sözleri tarayarak sözlükler hazırlar. Bu sözlükler, başlangıçta yabancı sözlere Türkçe karşılıklar bulmak amacıyla hazırlanmışsa da, daha çok lehçe bilgisi (dialectologie) ve metin bilgisi (philologie) alanlarında yararlanılan sözlükler ola¬rak kullanılmaktadır. Lehçe bilgisi ile ilgili sözlükler şunlardır :

1. Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları - tarama dergisi I, 1934 Osmanlıcadan Türkçeye söz karşılıkları -tarama dergisi II (Türkçeden Osmanlıcaya indeks), 1934. Bu sözlükte Anadolu ağızlarından, çeşitli Türk lehçelerinden ve Osmanlıca sözlüklerden toplanan veriler bir araya getirilmiştir.

2.Türkiye'de halk ağzından söz derleme dergisi I - VI, 1939 - 1957. İlk üç cilt asıl sözlük, IV. cilt ilk üç cilde girmeyen sözleri içine alan ek (ulama) cildidir. V. cilt dizindir. VI. ciltte ise, folklorla ilgili sözler toplanmıştır. V. cilt Osmanlıcadan Türkçeye dizindir.

3.Derleme sözlüğü I-XII, 1963-1981. Türkiye'de halk ağzından söz derleme dergisi'nm yeni derlemelerle genişletilmesi ve geliştirilmesiyle hazırlanmıştır. Sözlük XI. ciltte tamamlanmıştır. XII. cilde ise, ilk on bir cilde girmeyen sözler alınmıştır.

Metin bilgisi ile ilgili sözlükler de şunlardır :
1.Tanıklarıyla tarama sözlüğü I-IV, 1943-1957. Her cilt belli sayıda eserin taranmasından elde edilen sözleri içine alan bir sözlüktür. Bu ciltlerde, XIII. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar Türkiye Türkçesi metinlerinde geçen ve bugün kullanılmayan Türkçe kelimeler ile ses ve anlam değişikliklerine uğrayarak aslından uzaklaşmış yabancı sözler yer almaktadır.
2.Tarama sözlüğü I - VIII, 1963 - 1977. Bu eser, tanıklarıyla tarama sözlüklerinin birleştirilmesi, yeni metin taramaları ve söz sayısının artırılması yoluyla meydana getirilmiştir. Sözlük ilk altı ciltte tamamlanmaktadır. VII. ciltte bu dönemde kullanılan ekler yer almaktadır. VIII. cilt ise dizindir.

Bu kolun son yıllarda üzerine aldığı görev Türkiye Türkçesinin tarihsel sözlüğü'nürı hazırlanması işidir. XIII. yüzyıldan bugüne kadar yazılı kaynaklarda geçen Türkçe ve yabancı dillerden söz varlığını en küçük anlam farklarına kadar değerlendirecek olan bu sözlüğün hazırlanması daha uzun bir süre alacaktır.

Sözlük Kolu, Türkçe sözlük, imlâ kılavuzu, okul sözlükleri ve başka dillerden Türkçeye çeşitli sözlükler hazırlayan veya hazırlatan bir koldur. İlk baskısı 1945'te yapılan Türkçe sözlük, sürekli olarak geliştirilmektedir. 1972'de çı¬kan 5. baskı tıpkıbasım yoluyla çoğaltılarak yeni baskıları yapılmıştır. Bu kolun yayınladığı sözlükler arasında şunlar da bulunmaktadır: Türk argosu [I. bas. 1941, 3. bas. 1955], Yasa dili sözlüğü [1966], Haber dili sözlüğü [1968], Resmî yazışmalar sözlüğü [1. bas. 1964, 2. bas. 1969], Sade Türkçe kılavuzu [1. bas. 1953, 2. bas. 1963], Kavramlar dizini [1971], Özleştirme kılavuzu [1978], İngilizce - Türkçe sözlük [1971], Fransızca - Türkçe büyük sözlük [1976], Resimli Türkçe sözlük [1977], Resimli ilkokul sözlüğü [1981].
Türk lehçeleriyle ilgili olarak Kırgız sözlüğü [I. c. 1945, II. c. 1948], Yakut dili sözlüğü [1945], Çuvaş sözlüğü [1950] gibi sözlükler de yayınlanmıştır.

Dilbilim ve Dilbilgisi Kolu, Türkçenin ana gramerini hazırlamakla görevlendirilmiştir. Bu kol, uzun süre bu alanda yalnızca kişisel çalışmalar yayınlamış, son yıllarda ise bu koldaki görevlilerin hazırladıkları eserlere ağırlık vermiştir.

Dilbilim ve Dilbilgisi Kolu, imlâ kılavuzunu da hazırla¬maktadır. 1928 yılında Dil Encümenince yayınlanan İmlâ Lügati, kılavuzun ilk baskısı sayılmış, 1941'den bu yana çeşitli baskıları yapılmıştır. Her yeni baskıda birtakım değişikliklere de gidilmiştir.

Terim Kolu, çeşitli alanlarda kullanılan terimleri tes¬pit eden ve Türkçeleştiren, bu çalışmaların sonuçlarını kılavuzlar ve sözlükler biçiminde yayınlayan bir koldur. Şim¬diye kadar çeşitli bilim dallarında ve meslek alanlarında seksenin üzerinde terim sözlüğü ve kılavuzu yayınlanmış¬tır: Eğitim terimleri sözlüğü [1981], Ruhbilim terimleri sözlüğü [2. bas. 1980], Mantık terimleri sözlüğü [1976], Tarih terimleri sözlüğü [2. bas. 1981], Yazın terimleri söz¬lüğü [1974], Zooloji terimleri sözlüğü [1963], Gökbilim terimleri sözlüğü [1969], Güzel sanatlar terimleri sözlüğü [1968], Sinema ve televizyon terimleri sözlüğü [1981], Zanaat terimleri sözlüğü [1976] v.b.

Yayın ve Tanıtma Kolu, Kurumun yayın çalışmalarını yürütmekte ve 1951'den beri çıkmakta olan aylık "Türk Dili" dergisini hazırlamaktadır.

T. D. K., 1933'ten başlayarak "Türk Dili Belleten" adlı bir dergi çıkarmıştır. 1950 yılma kadar süren bu dergi 3 ayrı seri olarak yayınlanmıştır. Bilimsel yazılarla Türk di¬liyle haberlerin bir arada yayınlandığı bu dergi 1951'de "Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten" adını almış ve bütünüyle Türk dili ve edebiyatı alanlarında bilimsel ya¬zılara yer veren bir dergi olmuştur.

Ayrıca kurultaylarda sunulan bildiriler, Bilimsel bil¬diriler adıyla ayrı ciltlerde toplanmış, Jean Deny, J. Nemeth ve Ömer Asım Aksoy adlarına da birtakım yazıların bir araya getirildiği armağanlar yayınlanmıştır.

Gök Türk yazıtlarından başlayarak Kutadgu bilig [1942], Divanü lügati't -Türk [1939-1943], Dede Korkut kitabı [1958-1963], Kadı Burhanettin divanı [1943], Neh-cü'l-feradis [1956], Atebetü'l - hakayık [1951], Yusuf ve Zeliha [1946], Mantıku't-tayr [1957], Mecmuatü'n-nezâir [1982] gibi eserler de T. D. K. yayınları arasında yer almıştır.

T. D. K.'nun Türk dili ve edebiyatı, dil bilimi ve Atatürk'le ilgili yerli ve yabancı yayınları toplayan bir uzmanlık kitaplığı vardır. Kitaplıkta 25 000 dolaylarında kitap bulunmaktadır. Bunlar arasında çeşitli sözlükler, ansiklopediler, dergiler, yazmalar yer almaktadır.

T. D. K. kitaplığı, bilim adamlarına, Türk dili ve ede¬biyatı eğitimi gören öğrencilere ve araştırıcılara açıktır.
Türk Ansiklopedisi, M.E.B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, 32.C., Ankara 1983

TÜRK DİL İNKILÂBI


TÜRK DİL İNKILÂBI
Tanzimatla başlayan, Balkan Harbi sonunda milliyetçilik ülküsü içerisinde biçimlenen ve özellikle Cumhuriyet döneminde, Atatürk'ün önderliğinde bir inkılâp niteliğini kazanan bir dil hareketi. Bu hareket dilimizden yabancı söz ve kuralların atılarak Türkçenin çağdaş bir bilim ve kültür dili durumuna gelmesi için, dilin bilimsel yöntemlerle işlenerek gelişmesini amaçlıyordu.
Osmanlı devletinin yükselme döneminde bilime ve ede­biyata büyük önem verildi. O dönemde Araplar, bilim ala­nında ileri idiler. Bu bakımdan bilim alanında baş vurula­cak kaynakların çoğu Arapça idi. X - XIII. yüzyıllar arasın­da İran'da güçlü şairler ortaya çıkmıştı ve Farsça üstün bir edebiyat dili haline gelmişti. Edebiyat alanında da İran şairleri örnek alındı.
Bu durum, medreselerde Arapça ve Farsçanın öğretil­mesi sonucunu doğurdu. Türk şairleri, güçlerini ortaya koy­mak için Türkçe şiirler yanında Arapça ve Farsça şiirler de yazmaya başladılar, hatta bu dillerle divanlar veren şairler bile çıktı.
İslâm dininin etkisiyle daha XI. yüzyıldan başlayarak Türkçeye Arapça ve Farsça kelimeler girmeye başlamıştı. Yükselme döneminde ise Arapça, Farsça ve Türkçenin ka­rışımı olan bir aydınlar dili meydana geldi. Osmanlıca adı verilen bu dilde yabancı kelimeler için herhangi bir sınır­lama söz konusu değildi. Yüzyıllar boyunca medreselerde Arap ve Fars grameri okutulurken Türk grameri bir yana bırakıldı. Türk aydını Arapça kurallarla Arapça köklerden yeni kelimeler üretebiliyordu. Ancak, Türkçenin kuralları­nı bilmediği için, ana diline yönelemiyordu.
Tanzimat dönemiyle roman, tiyatro gibi türlerin Türk edebiyatına girmesi ve gazetenin Türk hayatında yer alması, yazarları geniş halk yığınlarına seslenen bir dil aramaya yöneltti. Bu arayış XX. yüzyılın başlarında sade Türkçe akımını doğurdu. Mehmet Emin (Yurdakul), Ömer Seyfeddin gibi yazarlar, Arapça ve Farsça kurallardan arın­mış, okuma yazma bilmeyen her Türkün anlayabileceği bir dil arama çabasını sürdürürler. Ancak, bu çabalarda başa­rılı olabilmek için Türkçenin bilimsel olarak araştırılması, işlenmesi gerekiyordu.
Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşıp Cumhuriyet kurulun­ca, önce 1928'de Latin harfleri kabul edildi. 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) kurularak Türk­çenin, bilim ve tekniğin bütün gereklerini karşılayacak bir dil durumuna gelmesi için çalışmalar başladı.
Atatürk'ün şu sözleri, bu yoldaki çalışmaların anlamını ve kapsamını açıklayacak niteliktedir :
"Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtar­malıdır."
Atatürk'ün bu direktifi ile Türkçecilik hareketi millî bir nitelik kazandı. Devlet dairelerinde, okullarda, basında bir Türkçecilik seferberliği başladı. Çalışmalar, başlıca şu alanlarda yapılıyordu:
1.   Anadolu ağızlarının söz varlığı derlenerek yabancı sözlere karşılık aranması;
2.  Öteki Türk lehçelerinin söz varlığı incelenerek Türk­çeye yeni sözler aktarılması;
3.   X. yüzyıldan bugüne kadar yazılmış eserlerin ta­ranarak unutulan Türkçe kelimelerin yeniden canlandırıl­ması;
4.  Türkçenin söz yapım yolları tespit edilenerek Türkçe köklerden yeni sözler türetilmesi.
1936'da Üçüncü Türk Dili Kurultayında ortaya atılan Güneş - Dil Teorisi ise yabancı kökenli olan birçok kelimenin aslında Türkçe olduğu ve Türkçeden bu dillere geçtiği temeline dayanıyordu. Genel, imge, simge, terim, komutan gibi karşılıklar bu dönemin bir hâtırası olarak kalmıştır.
T. D. İ. ile ilgili çalışmalar sonunda Türkçe karşılık­ları bulunan birçok yabancı kelime ayıklanmıştır. Sene ye­rine yıl, lisan yerine dil, mah, kamer yerine ay, leyi, seb yerine gece, şems yerine güneş gibi. İkinci önemli sonuç ise Türkçe kök ve kelimelerden türetilen yıllık, korunak, izlemek, yürütme, yönetim gibi kelimelerin dile kazandırıl­masıdır. Bunlardan başka, binlerce yabancı terime karşılık Türkçe terimler üretilerek bunların okul kitaplarına ve öğ­retime geçmesi sağlanmıştır.
Dil inkılâbına karşı birçok eleştiri yöneltilmiştir. Dün­yada hiçbir saf dil olmadığı, her dilde yabancı kelimeler bulunduğu, Türkçeleştirme çabalarının dilimizdeki binlerce yabancı kelimeyi atarken yerine yeni karşılıklarını koyamadığı, bu yüzden de Türkçeyi yoksullaştırdığı, türetilen bir­çok kelimenin yapı bakımından yanlış olduğu, işlek olma­yan eklerin kullanılmasının uygun olmadığı, Anadolu ağız­larından ve başka lehçelerden kelime almanın doğru olma­dığı, bu çabaların Türk dünyasını birbirinden ayırdığı ileri sürülmüştür.
Ancak, bütün bu eleştiriler daha iyi, daha uygun Türk­çe karşılıklar bulunması yolundaki yapıcı, uyarıcı eleştiri­ler dışında, ana dili bilinciyle hareket eden yazarları du-raksatmamıştır.
Okullarda Arap ve Fars grameri yerine Türk grameri okutulması yeniden Osmanlıcaya dönülme yollarını bütü­nüyle tıkamıştır. Gerçi T. D. İ. yıllarında öne sürülen ke­limelerin bir bölümü daha şimdiden kullanılmaz olmuştur. Bir bölümü de ancak belirli alanlarda kullanılmaktadır. Birçok yabancı kelime yine dilimizde kalacaktır. Ancak, Türkçenin gelişmesi, güçlü bir bilim, edebiyat, teknik ve felsefe dili durumuna gelmesi yolundaki çalışmaların sür­dürülmesi gerekir.
T. D. İ. üzerinde yapılan çeşitli tartışmalara yabancı Türkologlar da birtakım gözlemlerle katılmışlardır. Ignâc Kû-nos, A török nyelvûjitûs ["Magyar Nyehö:" LIX, 1930] ve A török nyelv megüjhodâsa [Emlekkönyv Balassa Jözsefnek adlı eserde, 1934] adlı yazılarında bu akım üzerinde dur­muştur. Friedrich Giese Die Reinigung und Erneuerung der türkischen Sprache ["Forschungen und Fortschritte" X, 1934] ve Neııe Aııffassung alter sprachwissenschalftliche Begriffe ["Forschungen und Fortschritte" X, 1934] adlı yazılarında dil inkılâbını tartışmıştır. Ettore Rossi La ri-forma linguistica in Turchia["Oriente Moderno" XV, 1935], Un decennio di riforma linguistica in Turchia ["Ori­ente Moderno" XXII, 1942] ve Venticinque anni di rivo-luzione deli' alfabeto e venti di riforma linguistica in Tur­chia ["Oriente Moderno" XXXIII, 1953] gibi yazılarında Türk dil reformuna değinmiştir. Jean Deny La reforme ac-tuelle de la langue turque ["En Terre d'Islam" 1935] adlı yazısında dil reformu üzerine bilgi vermiştir. Koıırad Nielsen de Die türkische Sprachreform ["Norsk Tidsskrift for
Sprogvidenskop" VIII, 1936] adlı bir yazı yazmıştır. Sir Denison Ross'un Restoring a Language [The New Turkey adlı eserde, 1938] yazısından sonra D. E. Webster'in Re-turkification : History and Language Reform [The Turkey of Atatürk adlı eserinde, 1939] yazısı çıkmıştır. H. W. Dıı-da (Gesundung der türkischen Sprachreform. "Der İslam'' XXVI, 1942) birtakım eleştiriler ileri sürdüğü gibi, H. C. Hony (The New Turkish. "Journal of the Royal Asiatic Society" 1947) de dil çalışmalarım birçok yönden eleştir­miştir. Uriel Heyd (Language Reform in Modern Turkey, 1954) dil reformunu toplu olarak gözden geçirmiştir (bk. Agâh Sırrı Levend, Türk dilinde gelişme ve sadeleşme ev­releri, I. bas. Ankara 1949, III. bas, Ankara 1972).
Türk Ansiklopedisi, M.E.B. Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, 32.C., Ankara 1983

TÜRK DİLİ





TÜRK DİLİ

TÜRK ALFABELERİ-TÜRK BASINI






TÜRK ALFABELERİ-TÜRK BASINI

TURFAN KAZILARI





TURFAN KAZILARI

KURTULUŞ SAVAŞINDA ADANA BASINI


Kurtuluş Savaşı'nda Adana Basını
Yrd. Doç. Dr. Gülseren Akalın
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
Güney bölgemizin en önemli şehirlerinden birisi olan Adana, tarihte pek çok olaya sahne olmuştur. 1909'dan başlayarak 5 Ocak 1922'ye kadar olan dönem, Adana'da çalkantılarla geçmiştir. Ermenilerin çıkardıkları isyanlar, yaptıkları katliamlar, Fransız işgali, Kaç-Kaç olayı Adanalıların acıyla andıkları olaylardır. Ancak, Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Milli Mücadele hareketi bütün yurtta olduğu gibi Adana'da da vücut bulmuş, Adanalılar da Kuva-yı Milliye saflarında yer alarak işgalci Fransızlara ve Ermeni komitacılarına karşı mücadeleye girişmişlerdir.


Eli silah tutan vatanperver her Adanalının katıldığı Milli Mücadele grupları Türk Milletinden büyük destek görüyordu. Savaşamayacak durumda olan yaşlı erkekler, çocuklar ve kadınlar cephe gerisinde hizmet veriyorlar, durumu iyi olanlar da maddi yardımda bulunuyorlardı. Çoğu zaman kadınlar da Milli Kuvvetler safında savaşa katılıyorlardı. Kara Fatma adıyla tanınan Adile Hanım Adana Cephesi'nde gösterdiği kahramanlıklarla Türk kadınının vatanperverliğine iyi bir örnektir.

Bu topyekûn mücadelede basın da yerini almıştı. Kuva-yı Milliye'nin silah gücüne olduğu kadar kalem gücüne de ihtiyacı vardı. Bu amaçla gazete çıkarılmağa başlanmıştı.

Milli Mücadele yıllarında yayımlanan gazetelere geçmeden önce Adana'da yayıncılığın ne zaman başladığı ve Milli Mücadeleye kadar olan dönemde Adana basını hakkında bilgi vermek istiyorum.

Adana'da basın hayatı Tanzimat'ın ilanından sonra başlamış ve bu dönemden sonra Adana'da gazeteler yayımlanır olmuştur. İşgal dönemine kadar Adana'da on iki gazete yayımlanmıştır. Bu gazetelerin büyük bir bölümü birkaç sayı çıkabilmiş daha sonra ise kapanmak zorunda kalmıştır. İçlerinden bazıları ise etkili yayınlar yapmışlardır.

Bu dönem içersinde en uzun süre yayınlanabilen gazete aynı zamanda Adana'nın ilk gazetesi olan Seyhan'dır. Seyhan gazetesi 5 Mart 1873'te haftalık olarak yayımlanmaya başlamıştır. İlk birkaç sayısı dört sayfa olarak yayımlanan gazetenin iki sayfası Ermenice idi. Ancak birkaç sayı sonra Ermenice sayfalar kaldırılmış, gazete tamamıyla Türkçe olarak yayımlanmaya başlanmıştır. II. Meşrutiyetin ilanından sonra bir süre günlük olarak yayımlanmışsa da 1909' da kapanmıştır. Seyhan gazetesi bir bakıma Adana İlinin resmi yayın organı idi. II. Meşrutiyetin ilanına kadar başka gazete yayımlanmadığı için bu dönemin ilk ve tek gazetesi olma özelliğini taşımıştır1.

II. Meşrutiyetin ilanından sonra Adana'da yayımlanan diğer gazeteler şunlardır:
İtidal, haftalık siyasi gazete olarak 1908 yılında yayımlanmıştır. Gazete İttihat ve Terakki Cemiyetinin taraftarlığını ve meşrutiyet yönetiminin savunuculuğunu yapmıştır. 1909 Adana olayları sırasında yaptığı yayın üzerine kapatılmıştır2.
Rehber-i İtidal, İttihat ve Terakki Cemiyeti taraftarlarının yayımladığı İtidal gazetesine karşı yayımlanan bir gazetedir. 1909 yılında yayımlanmaya başlayan gazete aynı yıl kapanmak mecburiyetinde kalmıştır. Bu gazeteyi yayımlayan Fanizade Ali İlmi, daha sonra Fransızların Adana'yı işgal etmesi üzerine Fransızların desteğiyle Ferda gazetesini yayımlamaya başlayacaktır3.

Şimşek, Hürriyet ve İtilaf Fırkası taraftarı bir gazetedir. 1909 da yayımlanmış, 1910 yılında kapanmıştır. Gazeteyi yayımlayan Harputizade Enver Bey'dir4.
Teceddüt, haftalık siyasi gazetedir. İttihat ve Terakki Fırkası taraftarı idi. 1908 yılında yayımlanmaya başlamış 1910'da kapanmıştır. Gazeteyi Kethü-dazade İbrahim Bey yayımlamaktaydı. Teceddüt, Milli Mücadeleden sonra l Mayıs 1923 tarihinde yeniden yayımlanmaya başlamışsa da l Temmuz 1924'te kapanmıştır5.

Yaşasın Ordu, haftalık siyasi gazetedir. Yüzbaşı Lütfı Bey tarafından l Eylül 1908 tarihinde yayımlanmış, birkaç sayı yayımlandıktan sonra aynı yıl kapatılmıştır6.

Anadolu, 1909 yılında yayımlanmaya başlamış, 1914 yılında kapanmıştır. Süleyman Vahit bey tarafından yayımlanan haftalık siyasi gazetedir7.
Çıngırak, 1909 yılında yayımlanmaya başlanmış, 1910 yılında kapanmıştır. Teceddüt gazetesi sahibi Kethüdazade İbrahim Bey tarafından yayımlanan bir karikatürlü mizah gazetesidir8.
Çukurova, 1909 yılında yayımlanmaya başlamış, dört sayı çıktıktan sonra aynı yıl kapanmıştır. Haftalık siyasi gazetedir; çıkaran Kamberzade Mahmut Bey'dir9.
Duman, 1909 yılında yayımlanmaya başlamış. 

Ancak dört sayı yayımlanabilmiş, 1910 yılında kapanmıştır, itidal gazetesi yazarlarından İsmail Safa Bey tarafından yayımlanmıştır10.
İkaz, 1912'de Hafız Mahmut Efendi tarafından çıkarılmıştır. Hafız Mahmut, işgal yıllarında Fransızlarla işbirliği yapmış ve işgal kuvvetleri tarafından Adana Belediye Başkanlığı görevine getirilmiştir. Fransızların Adana'dan çekilmesinden sonra yurtdışına sürülmüştür11.

Hayat, 1914 yılında sadece cumartesi günleri yayımlanan bir haftalık siyasi gazetedir. Mücavirzade Mustafa Emin Bey tarafından yayımlanmıştır (Mücavirzade Mustafa Emin Bey, Adana'da ilk özel basımevi kuran kişidir.) Bu gazete kesintili olsa da 1918 yılına kadar yayın hayatını devam ettirmiştir. Hayat Gazetesi Adana'nın işgale uğraması üzerine kapanmıştır. Fakat işgal yıllarında Hayat Matbaası Adana ve Yeni Adana gazetelerini yayımlamış, ancak bu gazeteleri işgal güçleri tarafından kapatılıp, matbaaya da el konulmuştur. Hayat Gazetesi Adana'nın kurtuluşundan sonra 15 Mart 1922'de yeniden yayınlanmaya başlamıştır12.

Bu dönemi değerlendirdiğimizde 1873-1909 yıllan arasında yayımlanan tek gazete Seyhan gazetesidir. II. Meşrutiyetin ilanından sonra yayımlanan gazeteler pek uzun ömürlü olmamıştır. Bu dönemdeki on iki gazeteden sadece ikisi Anadolu ve Hayat gazetelerinin yayın hayatı diğerlerine göre daha uzun sürelidir.

Bu dönemde yayımlanan gazeteler bir bakıma işgal yıllarında ve daha sonra da Cumhuriyet döneminde yayımlanacak olan gazetelere örnek teşkil etmişlerdir. Kurtuluş Savaşında Adana'da Kuva-yı Mil-liye'nin yanında olan gazeteler yayımlandığı gibi, karşısında olan gazeteler de yayımlanmıştır.

Milli Mücadele karşıtı gazeteler dönemin en son teknikleriyle, kaliteli kâğıtlara basılıyor ve Fransız uçaklarıyla havadan şehre ve cephelere atılıyordu. İşgalcilerin desteklediği bu gazetelere halk rağbet etmiyordu. Ferda, Adana Postası, Rehber-i İtidal gibi işbirlikçi gazeteler, adeta Fransız işgalcilerinin resmi yayın organı gibi görev yapıyorlardı. Fransız Valisinin beyannameleri bu gazetelerde yayımlanıyordu. Yine bu gazetelerde Mustafa Kemal Paşa ve Kuva-yı Milliye aleyhinde akla hayale gelmeyecek iftiralarla dolu yazılar çıkıyordu.

Adana, Adanaya Doğru, Yeni Adana gibi gazeteler ise her türlü imkânsızlığa ve baskıya rağmen Kuva-yı Milliye'nin sözcülüğünü yapmakta idiler. Bu gazeteler şehre gizli gizli sokuluyor, mukaddes bir eser gibi okunuyordu. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin, T.B.M. Meclisi'nin beyannameleri bu gazetelerde yayımlanıyordu. Milli kuvvetlerin elde ettiği zaferler, düşmanın hizmetine ait haberler sevinçle, işgalcilerin ve Ermeni komitacılarının katliamlarını anlatan haberler de gözyaşlarıyla okunuyordu.

Bu gazetelerin yanı sıra Adana'da Ermeniler tarafından Ermenice, Fransız işgal güçleri tarafından Fransızca olarak yayımlanan gazeteler de vardır. Ermeni gazeteleri hayali bir Ermenistan devletinin kurulması için yayın yapıyorlardı. Asırlardır bir arada yaşadıkları Türkleri en büyük düşman olarak gösterip Kilikya adını verdikleri bu bölgedeki Türk varlığının sona ermesi için çalışıyorlardı. Türkler hedef gösteriliyor, katliam çağrıları yapılıyordu.

Cephedeki savaşın yanı sıra gazeteler arasında da kıyasıya bir savaş mevcuttu. Gazetelerde sık sık birbirlerini hedef alan yazılar yayımlıyordu. İşgal yıllarında Millî Mücadele taraftarı olan gazeteler şunlardır:

İşgalci güçlere karşı milli birliği korumak ve bölgenin düşman işgalinden kurtarılmasını desteklemek amacıyla Adana adında bir gazetenin çıkarılması kararlaştırılmıştı. Gazetenin yayımlanması görevini genç öğretmenlerden Ahmet Remzi (daha sonra Yüreğir soyadını almıştır) ile Adana'da ihtiyat subayı olarak görevliyken burada terhis edilen aslen Yozgatlı Ahaveynzade Avni üstlenirler. Resmi başvurunun yapılarak gazete yayımlama imtiyazının alınmasından sonra 25 Birinci Kânun 1918 tarihinde Adana gazetesinin ilk sayısı yayımlanır. Gazete Mücavir-za-de Mustafa Emin Bey'in Hayat Matbaası'nda dizilip basılıyordu. Üç sayı çıkan Adana gazetesi Fransız işgal güçleri tarafından, Milli Mücadele'yi destekleyen yazılarından dolayı kapatılır13.

Adana gazetesinin üç sayı çıktıktan sonra kapatılması üzerine Ahmet Remzi ve Avni Beyler Yeni Adana adında yeni bir gazete çıkarmak isterler. Uzun uğraşıları sonunda valilikten Yeni Adana gazetesi için izin alırlar. Böylece Yeni Adana, Adana gazetesinin kaldığı yerden yayına devam etmeye başlarlar. Gazete yine Mücavir-zade Mustafa Emin Beyin Hayat Matbaası'nda basılmaktadır14.

Yeni Adana gazetesinin sekizinci sayısında Avni Bey "Kanuna Hürmet" başlığı ile bir başyazı yayımlar. Avni Bey bu yazısında kanuna saygı gösterilmesini basma müdahalelerde bulunulmamasını, gazetelerin kapatılmaması gerektiğini yazar. Bunun üzerine işgal güçleri Hayat Matbaasını basarak, gazete koleksiyonlarına belgelere ve matbaa makinelerine el koyarlar. Bu döneme Yeni Adana gazetesinin birinci dönemi demek doğru olur. Çünkü gazeteyi kuran Ahmet Remzi Bey gazete kapatıldıktan sonra bir müddet Adana'yı terk ederek Kayseri'ye gitmiştir. Kayseri'de Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kuran Ahmet Remzi Bey bir yandan da Yeni Adana gazetesinin yayınını devam ettirmenin yollarını arıyordu. Kayseri'de Mazlum Rasim Bey'le birlikte Adana'ya Doğru adıyla bir gazete çıkarmaya başladılar.

Adana'ya Doğru gazetesinin amacı dikkatleri Ada-na'daki cinayetlere ve kötülüklere çevirmekti. Gazete de ayrıca Heyet-i Temsiliye kararları da yer almaktaydı. Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin merkezi Kayseri'den Niğde'ye taşınınca Adana'ya Doğru gazetesinin de yayın hayatı son buldu15.

Ahmet Remzi Bey Yeni Adana gazetesini yeniden çıkartmak istiyordu. Pozantı'da Yeni Adana 'nın tekrar çıkarılması kararlaştırılır. 25 Temmuz 1336'da (1920) de Yeni Adana'nm 9. sayısı yayınlanır. Böylece Yeni Adana'nm ikinci yayın dönemi başlamış olur.

Yeni Adana sadece güney cephesine ait haberleri vermekle kalmamış aynı zamanda bütün cephelere ait haberleri de duyurmaya çalışmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa'mn beyanatları, Meclisteki konuşmaları ve telgrafları Yeni Adana sayesinde Çukurova halkına ulaşmıştır.

Yeni Adana gazetesi, Çukurova bölgesinde Milli Mücadele'nin sesi olmuş ve bu görevi layıkıyla yerine getirmiştir. Gazete Pozantı'da yayımlandığı yıllarda her ne kadar "Nüshası 5 kuruştur" yazısıyla çıkmışsa da asla para ile satılmamış, halka bedava dağıtılmış, cephelere gönderilmiştir.

Gazetenin 80. sayısında yer alan duyuru ile Yeni Adana gazetesi artık günlük olarak yayımlanmaya başlanır. Yeni Adana gazetesi Adana'nm kurtuluşu ile 198. sayısından itibaren Adana'da yayımlanmaya başlanmıştır. Gazete halen Adana'da Ahmet Remzi Yüreğir'in oğlu Çetin Remzi Yüreğir yönetiminde yayınına devam etmektedir.

Tan Yeri, Ermeni ve Fransız aleyhtarı haftalık siyasi gazetedir. Fransızların Adana'da yayımlanmaya başlayan Yeni Adana gazetesini kapatması üzerine o sıralarda 19 yaşında bir genç olan İhsan Altay (Orhun) Tan Yeri adında bir gazete çıkarmaya başlamıştır. 1919 yılında yayımlanan gazetenin ancak üç sayısı çıkabilmiştir16.

Milli Mücadele karşıtı gazeteleri 3 grupta toplayabiliriz. Birinci grup Türkler tarafından yayımlananlardır. Bunların başında Ferda gazetesi gelmektedir. Bu gazete Fani-zade Ali İlmi tarafından 1. Aralık 1918'de Adana'da yayımlanmaya başlamıştır. İşgalin başlamasıyla birlikte Ferda gazetesi işgalci yöneticilerin tebliğlerini, çeşitli konulardaki beyanatlarını yazmıştır17.

Ferda gazetesi Ali llmi'nin çıkardığı ilk gazete değildir. 2. Meşrutiyetten sonra Rehber-i İtidal adıyla bir gazete çıkarmış fakat bu gazete uzun ömürlü olmamıştı. Ferda gazetesi Ankara Antlaşmasından sonra Milli Mücadelenin başarıya ulaşacağını anlayınca hemen yayınını değiştirmiş ve Milli Mücadele lehinde yazılar yazmaya başlamıştır. Ancak, o kadar ihanetin birkaç yazıyla bağışlanmayacağı kesindi. Durumu anlayan Ali İlmi her şeyini bırakarak Ada-na'yı terk etmiştir.

Ali İlmi'nin kurduğu Rehber-i İtidal gazetesi işgal sırasında İstanbulluzade Ziya tarafından yeniden yayımlanmıştır. İşgal yıllarında yayımlanan Rehber-i İtidal gazetesinin bir nüshası bile günümüze ulaşmamıştır. Ancak bu gazetenin yayımlandığını Yeni Adana gazetesinin 36. sayısında verdiği bir haberden öğreniyoruz18.

Adana Postası gazetesi Giritli İlhami tarafından Adana'da çıkarılan ve Kuva-yı Milliye'ye karşı yayın yapan bir günlük gazetedir. Fransızlar Adana'yı terk etmeden kısa bir süre önce Adana Postası gazetesi kendiliğinden kapanmış ve sahibi İlhami de Fransızlar tarafından Suriye'de görevlendirilmiştir.

Rehber gazetesi, Selanikli Ata Derviş tarafından yayımlanmış olan haftalık siyasi gazetedir. Fransız işgal yönetiminin parası ve desteği ile yayımlanmıştır19.

İkinci gruptaki gazeteler Ermeniler tarafından yayımlanan gazetelerdir.
Adana'da Türklerin yanı sıra Milli Mücadele aleyhine Ermeniler de gazete çıkarıyordu. İşgal yıllarında Ermeniler tarafından çıkarılan gazeteler şunlardır:

Toros, Kilikya, Hayistan, Azadamard, Adana, Davros, Haygagan Tsayn, Art, Sakank, Ararat, Nor Aşharn, Kilikya Surhantay, Nor Serunt. Bu gazetelerin hepsi 1921 yılında kapanmıştır. Bunlardan sadece Adana adıyla yayımlanan gazete Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yayımlanıyordu. Diğerleri ise Ermenice olarak çıkıyordu20.

Üçüncü gruptaki gazeteler ise Fransızlar tarafından yayımlananlardır:
Fransız işgal güçleri Adana'da bulundukları yıllarda işgali haklı göstermek, elde ettikleri başarıları duyurarak askerleri arasında maneviyatı güçlendirmek amacıyla iki gazete yayınlamışlardır.

Fransızlar bu gazetelerini zorla el koydukları Mü-cavirzade Mustafa Emin Bey'in Hayat Matbaası'nda basmışlardır. Bu matbaada gazetelerin yanı sıra işgal komutanlığının bildirileri ve duyuruları da basılmıştır.

Türk milleti, Kurtuluş Savaşını topyekûn bir mücadele sonucu kazanmıştır. Askerlerin yanı sıra yaşlı, genç, kadın, çocuk herkes vatan savunmasına koşmuştur. Vatansever Türk basını da bu mücadelede yerini almış ve bütün imkânsızlıklara, güçlüklere rağmen görevini yapmıştır. Bu değerli insanları rahmet ve saygıyla anıyoruz.

NOTLAR
1 Yurt Ansiklopedisi, C. l, İstanbul 1982, s. 165.
2 Ahmet Remzi Yüreğir "Hatıralar", 1934, Tefrika 17.
3 İsmail Tevfik (Okday), Adana Vilayeti Matbuatı, Ankara, 1932, s. 24.
4 A.g.e., s. 26.
5 A.g.e., s. 27.
6 A.g.e., s. 29.
7 A.g.e., s. 17.
8 A.g.e., s. 18.
9 A.g.e., s. 19.
10 A.g.e., s. 19.
11 Yurt Ansiklopedisi C. I, s. 165.
12 İsmail Tevfik (Okday), a.g.e., s. 21-22.
13 Yüreğir, "Hatıralar", Tefrika no: 40.
14 A.g.m., Tefrika no: 42.
15 Ömer Sami Coşar, Milli Mücadele Basını, İstanbul, s. 68.
16 İsmail Tevfik (Okday), a.g.e., s. 27.
17 Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961, s. 172.
18 Yeni Adana, l Kânunuevvel 1920, s. 36.
19 Yurt Ansiklopedisi, C. I, s. 165.
20 İsmail Tevfik (Okday), a.g.e., s. 17-29.

KAYNAKÇA
Gülseren Akalın, Milli Mücadele'de Adana Basım, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1990.
İsmail Arar, Kurtuluş Savaşının Ünlü Gazeteleri, Kitap Belleten, Yıl l, No. 2, İstanbul, 1960-1961.
Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961.
İsmail Tevfik (Okday), Adana Vilayeti Matbuatı, Ankara, 1932.
A. Remzi Yüreğir, "İşgal Zulüm Fecaat Esaret Karşısında Türk Çocuklarının Gösterdikleri Fedakârlıklar", Yeni Adana, Adana, 1953.
A. Remzi Yüreğir, "Millî Mücadele Hatıraları", Yeni Adana, (25.12.1942-18.10.1944 tarihleri arasında tefrika edilmiştir. Tefrika sayısı 538'dir.
A. Remzi Yüreğir, "Millî Mücadelede Çukurova", Yeni Adana, (25.12.1952-13.10.1953 tarihleri arasında tefrika edilmiştir. Tefrika sayısı 240'tır).
A. Remzi Yüreğir, "Millî Mücadelede Çukurova II", Yeni Adana, (29.10.1953'te başlayan ve 20 tefrika süren hatıralar).
Remzi Yüreğir, "Millî Mücadelede Çukurova III", Yeni Adana, (5.1.1954'te başlayan ve 127 tefrika süren hatıralar).

TÜRK DİLİ EDEBİYATI






TÜRK DİLİ EDEBİYATI

ADANA'NIN GAZİ'Lİ GÜNLERİ


Adana'nın Gazi'li Günleri
Yard. Doç. Dr. Gülseren Akalın
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
 

Mondros Ateşkes Antlaşmasının yedinci ve onuncu maddelerine dayanılarak işgal edilmeye başlanan Adana ve çevresi birçok tarihi olaylara tanık olmuştur. Hürriyetine düşkün olan Adanalılar bu işgale karşı koymak için örgütlenmeye çalışmışlardır. Kendi çabalarıyla başlayan hareket, Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı'nın bir parçası olarak devam etmiş ve başarı kazanılmıştır. Atatürk Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra bazı şehirlerin düşüncelerinin oluşumuna etkisini bu şehirlere yaptığı gezilerde dile getirmiştir, işte Adana'mız da bu şehirlerden birisidir.

Mustafa Kemal Atatürk 31 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından, ölümüne kadar geçen sürede dokuz kez Adana'ya gelmiştir. Bu ziyaretlerin ikisi Kurtuluş Savaşı içerisinde yer alır. Yedi ziyareti ise zaferin kazanılmasından sonra gerçekleşmiştir. Süre açısından değerlendirirsek bu gelişlerin bazıları uzun sürmüş, bazıları ise günü birlik ziyaretler olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'nda yer alan "Alman ve Avusturya uyruklu subayların Osmanlı Devleti sınırları dışına çıkarılması" maddesi üzerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'na tayin edilmiş ve 31 Ekim 1918 tarihinde Adana'ya gelerek bu görevi Liman Von Sanders'ten teslim almıştır1.

Mustafa Kemal Paşa Adana'da Yıldırım Orduları görevini devraldıktan sonra yurdun düşman askerleri tarafından işgal edildiğini görerek durumu İstanbul Hükümetine bildirmiştir. Bu arada Adanalıların düşman işgaline karşı koyma çalışmalarını görmüş ve bu durum kendisinde vatanın ve milletin kurtuluşu için çalışması, bir şeyler yapması gerektiği fikrini oluşturmuştur.

Kurtuluş Savaşı'nın askeri başarılarından sonra ilk defa Adana'ya geldiğinde bu duygusunu Adanalılar ile paylaşmış ve bağımsızlık hareketi için ilk düşüncenin Adana'da bulunduğu günlerde oluştuğunu şu sözlerle ifade etmiştir: "Acı günlere ait olmakla beraber, bu memlekete ait kıymetli bir hatırayı yâd etmek isterim. Efendiler, bende bu vekayiin ilk hiss-i teşebbüsü, bu memlekette, bu güzel Adana'da vücud bulmuştur. Suriye felaketini müteakip Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığı ile buraya gelmiştim. O zaman memleket ve milletin nasıl bir âtiye sürüklenmekte olduğunu görmüştüm ve buna mümanaat için derhal teşebbüsâtta bulunmuştum. Fakat o zaman için bu teşebbüsümü müsmir kılmak mümkün olamadı"2. Bu konuşması ile Mustafa Kemal Paşa Adana'nm Kurtuluş Savaşı başlangıcında en önemli kararın verildiği zamanla ilgili önemli bir bağı olduğunu anlatmaya çalışmıştır.

Görülüyor ki, Kurtuluş Savaşı'nın fikrî evresi Ada-na'da başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa Adana'ya gelişlerinin bir çoğunda bu mukaddes günü daima yad etmiştir. O günlerin heyecanını tekrar tekrar yaşamıştır.

Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı içerisinde 5 Ağustos 1920 tarihinde Pozantı'ya gelerek Pozantı Kongresi'nin yapılmasını sağlamıştır.

5 Ağustos 1920'de Mustafa Kemal Paşa'nın Pozantı'ya gelişini Yeni Adana şu haberle okuyucularına duyurmaktadır:

Atatürk 16 Mart 1923 günü Adana Lisesi önünde liseli gençlerin Cumhuriyete bağlılık andını ayakta dinliyor. Sağında "Milli Şair" Mehmet Emin Yurdakul (H.A.).
"Muvasalat ve Avdet "Refakatlerinde mebuslardan mürekkeb bir heyetle vilâyetimize teşrif buyuran Büyük Millet Meclisi Reis-i Muhteremi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri bugün badezzevâl avdet buyurmuşlardır. Resm-i teşrifte Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kilikya Heyet-i Merke-ziyesi ile vilâyetimiz eşraf ve mütehayyizânı ve büyük bir kalabalık hazır bulunmuşlardır."3

Kurtuluş Savaşının askeri zaferleri siyasi başarılar getirdiği dönemde Mustafa Kemal Paşa 15 Mart 1923 günü, düşmandan temizlenmiş, bağımsızlığına kavuşmuş Adanalılar ile birlikte olmuştur. Adanalılar Mustafa Kemal Paşa'yı büyük bir sevgiyle, coşkuyla karşılamışlardı. Bu sevgi selinden etkilenen Mustafa Kemal Paşa kendisini karşılamaya gelenler arasında ellerinde Antakya ve İskenderun yazan iki genç kızın Hatay konusunu gündeme getiren konuşmalarından etkilenerek "Türk'ün asırlarca yaşadığı bir öz yurt yabancıların elinde kalamaz" diyerek Hatay'ın bir gün mutlaka Misak-ı Milli sınırları içerisinde olacağına olan inancını yine Adana'da ilk kez dile getirmiştir4. Bu gezinin bir başka yönü de kısa zaman önce Latife Hanımla evlenmiş olan Mustafa Kemal Paşa'nın eşiyle yaptığı ilk gezilerden biri olmasıdır.

Atatürk'ün 1923 ve 1925 yıllarındaki Adana seyahatleri sırasında kaldığı ev daha sonra Atatürk Müzesi haline dönüştürülmüştür.

15 Mart 1923'teki bu seyahati sırasında Mustafa Kemal Paşa Adana Türk Ocağını da ziyaret etmiştir. Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanım Adana Türk Ocağı Hatıra Defterine o günkü duygularını yazmışlardır5.

Mustafa Kemal Paşa Türk Ocağı'nda Adanalı gençlere gerçek zafere ulaşmak için daha çok çalışmaları gerektiğini belirtmiş ve hedeflerini şu sözlerle göstermiştir: "Hakiki zafer, muharebe meydanlarında muvaffak olmak değil, asıl zafer muvaffakiyetlerin me-nâibini kuvvetlendirmek, milleti yükseltmektir. Memleketimiz baştan nihayete kadar hazinelerle doludur. Biz o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın menâibini bulmak vazifesi ile mükellefiz. Bu vezâifm suhuletle ifa edileceğini kabul etmek doğru değildir. Eminim ki gençler yalnız nazariyatla meşgul değillerdir. Sanatın, ziraatin ticaretin ne olduğunu anlayan ve bunları fiilen tatbik eden gençlerdir."6

Adana Belediyesi'nin verdiği akşam yemeğinde yaptığı konuşmasında ise, Türk toplumunun kazandığı zaferlerin bitmediğini, düşmanlarımızı ancak çağdaşlaşarak yenebileceğimizi anlatan şu sözleri kullanmıştır: "Düşmanlarımızın asırlardan beri milletimiz hakkındaki düşünce ve amaçlarını son zaferimizle silip atabildiğimizi sanmamalıyız. Biz milletimiz hakkındaki onların duygularını yalnız askeri zaferlerle değil çağdaş ilerlemeyi benimsemek suretiyle ve bugünkü uygarlığın gerektirdiği bütün girişimleri yaparak, onların bilim seviyelerine ulaşarak sağlayacağız."7 Mustafa Kemal Adana'da bulunduğu iki gün süresince Tümen Komutanlığı'nı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni, Hastahane'yi, Ulucami'i, Sanayi Mekte-bi'ni ziyaret etmiş, Öğretmenler Derneği'nin düzenlediği gösterileri izlemiş ve daha sonra da Adana çiftçileri ile sohbette bulunmuştur8.

Atatürk, Adana çiftçileri ile yaptığı konuşmada "Diyebilirim ki hayatımda yaşadığım en yüce, en sade, en mesut ve samimi gece bu gecedir. Çünkü bu gece çok derin hizmetlerle, sevgilerle bağlı bulunduğumuz milletimizin büyük çoğunluğunu oluşturan çiftçilerimizle bir sofrada bulunuyorum. Bu sofrada onların emekleriyle meydana gelmiş ekmeği onlarla beraber yiyoruz"9 sözleri ile çiftçilerimize verdiği değeri ortaya koymuştur. Ayrıca bugün bu topraklarda ve dünyada var oluşumuzu çiftçi olmamıza bağlayan şu sözleri ilgi çekicidir: "Milletimiz çok büyük acılar, mağlubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık."10 Mustafa Kemal Paşa buradaki konuşmasını çok anlamlı bir cümle ile bitirmiştir: "Muhterem çiftçiler, sizler hepimizin b ab asısınız, hepimizin efendi-mizsiniz."11

Mustafa Kemal Paşa, Esnaf Cemiyetleri Birliğinin Adana Türk Ocağı'nda verdiği çay ziyafetinde yaptığı konuşmada ise sanatın millet hayatındaki rolünü şu sözlerle dile getirmiştir: "Bir milleti yaşatmak için bir takım temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet, sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet, bir ayağı topal bir kolu çolak, sakat ve hastalıklı kimse gibidir. Hatta kastettiği manâyı bu sözle ifadeye kâfi değildir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur."12 Mustafa Kemal Paşa 17 Mart 1923 sabahı Adana'dan Mersin'e hareket etmiştir.

Adana Belediyesi 5 Ocak 1925, Adana'nın Kurtuluş Bayramı törenine Mustafa Kemal Paşa'yı davet eder. Bu tören sırasında Mustafa Kemal Paşa'ya hemşehrilik belgesi verilmesi düşünülmüş ve hemşehrilik mazbatası hazırlanmıştır. Mustafa Kemal Paşa işlerinin yoğunluğundan Adana'ya ancak 13 Ocak 1925 günü gelebilmiştir. Bu seyahatinde Mustafa Kemal Paşa'nın yanında yine eşi Latife Hanım da bulunmuştur. Bu ziyaret günübirlik bir ziyaret olmuş ve Mustafa Kemal Adana'dan Dörtyol'a gitmiştir. Ancak 17 Ocak 1925 günü Dörtyol'dan dönüşte tekrar Adana'ya uğramış ve bu kez üç gün Adana'da kalmıştır. Bugünlerde yaptığı incelemeler eğitim ve tarım konularını kapsamaktadır13. Ziraat Mektebi'nde söylediği şu sözler geçen süre içinde Adana'daki gelişmelerden memnun olduğunu göstermektedir: "Bana değerli ve yararlı saatler geçirttiğiniz için teşekkür ederim. Bölgenizin iyi bir tarım memleketi olduğu herkesçe malumdur. Tarımda ekonomik ve modern usullerin uygulandığını yakından gördüğüm için sevinçliyim. Benim size önereceklerim şunlardır: Çalışmalarmızı mükâfatlandırmak istiyorsanız zamanlarınızı boş geçirmeyiniz. İyi bir çiftçi, çağdaş ilerlemeyi bilen bir ziraatçi olmalısınız. Bu alanda sağlam adımlarla ilerlemelisiniz"14.

Mustafa Kemal Paşa daha sonra Erkek Lisesi'ni, Kız ve Erkek Öğretmen Okullarını ve Cumhuriyet Halk Partisi Merkezini ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerin kendisinde olumlu izler bıraktığını ayrılırken şu sözlerle ifade etmiştir: "Adana'yı çok iyi buldum. Burada artık irticaın, kara kuvvetin yeri yoktur. Adananın temiz ve lekesiz halkı iyi ile kötüyü seçmekten aciz değillerdir."15 Mustafa Kemal Paşa 20 Ocak 1925 sabahı Adana'dan Tarsus'a hareket etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya günü birlik ziyaretlerinden biri de 16 Mayıs 1926 günü gerçekleşmiştir. Bu bir günlük ziyarette Vilayeti, Belediyeyi, Halk Partisini ve Türk Ocağını ziyaret ederek akşam geç saatte Dörtyol'a hareket etmiştir. Bir gün sonra dönüşte Adana İstasyonu'nda çok kısa bir süre kalıp Ankara'ya dönmüştür16.

Mustafa Kemal Paşa 15 Şubat 1931 tarihinde Adana'ya gelmiş ve 18 Şubat 1931 günü Adana'dan ayrılmıştır. Bu ziyareti sırasında bölgenin ekonomik durumu demokraside fert hürriyeti ve sınırlan, milletin ne anlama geldiği ve milliyet için dilin önemini anlatan uzun bir konuşma yapmıştır. Milliyetçilik ve dil konusunda söylediği şu sözleri hiçbir zaman unutmamak gerekir: "Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz"17.
Mustafa Kemal Paşa özellikle bu konuşmasında Türkçe'nin kullanımı konusunda üzerine düşeni yapmadığı için Adana Türk Ocağı'nı eleştirmiştir. Ayrıca hürriyet kelimesinin ne anlama geldiğini anlatan şu sözleri anlamlıdır: "Vatandaşlar bilmelidir ki; vicdan ve fikir hürriyeti vardır. Fakat nihayet bunlar sınırsız değildir. Ferdi hürriyet karşısında fertlerin vücuda getirdiği toplumun kurduğu dayandığı bir devlet devletin de yönetimi ve hakimiyeti vardır. Fertlerin hürriyetini korumakla görevli olan insanların, öte yandan devletin de irade ve hakimiyetinin felce uğramamasına çok dikkat etmesi gerekir. Fertlerin hürriyeti devletin hakimiyeti ve iradesinin kuvvetli olmasına bağlıdır. Devlet iradesi felce uğrarsa, fertlerin hürriyetini muhafaza edecek hiçbir kuvvet ve vasıta kalmaz. Bu itibarla hürriyeti, yalnız tek taraflı değil her iki taraflı düşünmek gerekir.

Ferdi hürriyetler kutsaldır. Bunun korunması için, daima çalışılır. Fakat bu çabada devletin gücü, otoritesi hiçe sayılırsa buna sebep olanların başka devletin otoritesi altına girmek zilletine düşeceklerini, yabancı bir devlet otoritesinin esaret zincirlerini kendi elleriyle, boyunlarına takmaya mecbur kalacaklarını hatırdan çıkarmamak lazımdır,"18

Mustafa Kemal Paşa bu ziyaretinde Adana'ya ilk gelişinde Hatay konusunu gündeme getiren iki genç kızı hatırlamış ve Hatay'ın bir gün mutlaka ait olduğu Türkiye Cumhuriyetine dahil olacağına olan inancını bir kez daha yinelemiştir.

Mustafa Kemal Paşa iki yıl sonra 25 Ocak 1933 günü Adana'ya gelmiş ancak şehre inmeden Gazian-tep'e geçmiş, dönüşte 28 Ocak 1933 günü Adana'yı ziyaret etmiştir. Bu ziyareti sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Merkezinde yaptığı konuşmada Türk dilinin zenginliği ve yayılmasının önemi, Çukurova'da sanayinin geliştirilmesi özellikle tekstil fabrikalarının kurulması, Çukurova'nın sulanması konularına değinmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi Merkezinde yaptığı konuşmada Türk dilinin Adana'da yayılması direktifini bir kez daha tekrarlamıştır19.

Mustafa Kemal Paşa 19 Kasım 1937 tarihinde Adana'ya dönemin başbakanı Celal Bayar, bakanlar ve milletvekillerinden oluşan bir heyetle birlikte gelmiştir.

Bu gezisinde ilk uğradığı yer Atatürk Parkı olmuştur. Parktaki heykelinin arkasında yer alan "Bende bu vakayiin ilk hiss-i teşebbüsü, bu memlekette, bu güzel Adana'da vücut bulmuştur." cümlesi onu hatıralarına götürmüştür. Ve Mustafa Kemal Paşa, heykelinin önünde fotoğrafçılara poz vermiştir. Mustafa Kemal Paşa 'nm bu ziyareti iki saat sürmüş ve aynı gün Mersin'e hareket etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa son kez 24 Mayıs 1938 tarihinde Adana'ya gelmiştir. Bu tarih onun hastalığının ortaya çıktığı döneme rastlamaktadır. Bu gezisinde Atatürk Parkı'ndaki heykelini otomobilin içinden seyretmiş ve Adana'yı gündüz gözüyle bir kere daha görmek istediğini belirtmiştir. Bu ziyaret ile Mustafa Kemal Atatürk, Hatay'ın Türkiye'ye katılımı konusundaki kararının netliğini tekrar dile getirmiştir. Bu toprakların Türkiye için önemini vurgulamıştır. Hataylılara her zaman şartlar ne olursa olsun yanlarında olduğunu hissettirmiştir.20

Mustafa Kemal Atatürk'ün Adana ziyaretleri incelendiğinde bu gezilerin Türk Milleti ile bir bütünleşme, geçmişte yaşanan anıları paylaşma ve Türk inkılabının gerçekleşmesini sağlamada ortak hareket etme, onay alma durumu olduğu ortaya çıkmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk özellikle Adana'ya Mondros'tan sonra geldiği ve on bir gün kaldığı günlerin önemini hiçbir zaman unutmamıştır. Kurtuluş Sava-şı'm yapma, yeni bir devlet ve milletin doğuşunu hazırlama enerjisini bu şehirde bulunduğu sırada hissettiğini daha sonraki yıllarda Adanalılara anlatmıştır. Ziyaretleri sırasında özellikle 1923-1927 yıllarında tarımla ilgili çok önemli değişikliklerin yapıldığı, desteğin verildiği bu dönemde Çukurova çiftçisinin yanında yer aldığını ve onlardan gurur duyduğunu söylemiştir. Sanatkârların, esnafın millet için önemini yine bu şehre yaptığı gezilerde dile getirmiştir.

1929 yılında dünyada yaşanan kuraklık, doğal olarak Türkiye'yi de etkilemiştir. Çukurova'nın ekonomik durumunu bizzat vatandaşlardan dinlemeyi tercih etmiş, 1931 yılında bu şehre ziyarette bulunmuş ve Çukurova'nın sulanması fikrini de yine bu şehirde dile getirmiştir.

Millet olma unsurları arasında saydığı, önem verdiği dil ve tarih birliğinin önemini Adana'ya yaptığı gezilerde dile getirmiştir.

Çukurova bölgesinin sanayileşmesi konusunda yine ilk fikirleri Adana'ya yaptığı ziyaretlerde dile getiren Mustafa Kemal Atatürk demokraside kişi hürriyetinin ne olduğunu yine Adana'da yaptığı konuşmalarda net bir biçimde ortaya koymuştur.

Adana'ya her gelişinde Hatay meselesini Lozan'da halledememenin burukluğunu yaşamış ama hiçbir zaman ümidini yitirmediğini de belirtmiş "Kırk asırlık bir yurt köşesi, düşman elinde esir kalamaz" sözleri ile sonucu açıklamıştır.

NOTLAR
1 Şükrü Tezer, Atatürk'ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s. 171-173.
2 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, Ankara, 1989, s. 117.
3 Yeni Adana, 5 Ağustos 1336 (1920), Sayı 10; Gülseren Akalın, Milli Mücadele Döneminde Adana Basını, Adana, 1998, s. 66. Mustafa Kemal Paşa'nm bu kongre sonunda yayınlanmasını istediği beyanname için bakınız. Kasım Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, Ankara, 1970, s. 200.
4 Taha Toros, Atatürk'ün Adana Seyahatleri, Adana, 1981, s. 7-8.
5 Toros, a.g.e., s. 19.
6 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s. 118.
7 A.g.e., s. 120; Toros, a.g.e., s. 22; Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara, 1999, s. 328.
8 Toros, a.g.e., s. 22-28.
9 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s. 120; Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s. 316.
10 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s. 121, Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 316.
11 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s. 129.
12 A.g.e., s. 129; Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 302.
13 Toros, a.g.e., s. 49.
14 A.g.e., s. 51.
15 A.g.e., s. 52.
16 A.g.e., s. 55.
17 A.g.e., s. 61.
18 Toros, a.g.e., s. 59; Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 248-249.
19 Toros, a.g.e., s. 63-64.
20 A.g.e., s. 70.

ADANA'NIN SÖZ VARLIĞI

Adana'nın Söz Varlığı
Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

Çocukluğumda Adana sokaklarında saklambaç oynarken kullandığımız iki sözcük hep dikkatimi çekerdi. Saklambaç oyununda ebe, duvara yüzünü dönerek gözlerini kapatır ve saymaya başlardı. Çoğunlukla elliye kadar sayılırdı. Ebe sayma işlemini "... kırk yedi, kırk sekiz, kırk dokuz, elli..." diye tamamladıktan sonra "Önüm arkam, sağım solum sobe!" der ve "Önde turna!" diyerek gözlerini açardı. Önde turna... Çocukluğumda bir türlü bu sözlere bir anlam veremezdim. Saklambaç oyununda turnanın ne işi vardı, önde turna ne demekti? Bu sözcüklerin anlamını yıllar sonra çözdüm. Fransızca un deux trois 'bir, iki, üç' sözcükleri Adana çocuk ağzında önde turna haline gelmişti.

Dedem yazıya gider, kölgede dinlenir, suda çimer, hamamda hapbap ile dolaşır, kurnadan yunar, yunduktan sonra da tülü ile kurulanırdı. Bir gün ninem pencerenin aralığından kedi yavrusu içeri girdiğinde "Takanın gındırığından manıh dikildi!" diye bağırmıştı. Yaramazlık yapanlara tevge der, çok kızdığına da soykası çıhasıca diye ilenirdi. Suyumuzu bodiç-ten içer, evimizin haftalık yiyeceğini siptilliden alır, yazın damda cibindirikte yatardık. Evimizde rendenin adı iliştir, elbisenin adı ise giyesi idi. Örtündüğümüz yorganın dikilmesi işine sırımak, sınnmış yorgana da sırıkh yorgan denirdi. Kolu kırılan, kolu çıkan sınıkçıya götürülürdü. Babamın çiftçilik yaptığı yıllarda yaz tatilimi köyümüzde geçirirdim. Burada da sözcükleriyle farklı bir dünya karşıma çıkardı: Çiftliğin alışverişini yapan ve çalışanlara yemek pişirene babam evdeci derdi. Evdecinin yemek yaptığı yerin adı ise babamın dilinde aşkana idi. Tarlada kazma dövenlere, pamuk toplayanlara ırgat, ır-gatlarm başına elci, tarlanın sınırlarını belirleyen hendeklere him denirdi.Ve tabiî sokaklarda, mahalle aralarında, maçlarda duyduğum yakası bağrı açılmadık, gün yüzü görmedik Adana küfürleri... Adana kabadayılarının feriş-tahlı, ciğerimli, bitirim ağzı konuşmaları... Sıcakların hüküm sürdüğü, rüzgârsızlıktan yaprakların bile kımıldamadığı yaz gecelerinde uzaktan yankılanan kabadayı naraları ve çoğu zaman ardından gelen tabanca takırtıları...

Öte yanda yazın Toros Dağlarında yaylaya çıktığımızda dağlarda yaşayan Yörüklerin konuşmaları, kullandıkları sözcükler. Şehirde ise Adanalı soylu ai lelerin Adana ağızlarından damıtılmış, ölçünlü (standart) Türkçeye yaklaştırılmış söz varlığı...

Soğuk kış gecelerinde anneannemin ağzından dinlediğim Şahmeran, Lokman Hekim, Köroğlu hikâyelerinin, Adana efsanelerinin, Adana masallarının beni içine çekiveren konuları ve büyülü söz varlığı... Dedemden, babamdan ve köyümüzdeki, ma-hallemdeki yaşlılardan dinlediğim menkıbelerin Adana ağızlarından sözcüklerin de yer aldığı söz varlığı...

Adana mutfağından yemek adlarının söz varlığı da dikkat çekici... İçli köftenin eklenmesiyle yapılan analı kızlı, kuşbaşı için kullanılan tike kebabı, mercimek çorbaları mahluta ve mırmırik, tutmaç, dul ar-vat çorbası, setikli ekmeği veya yuka (<yufka), sini köftesi, çintme ~ çütme, silkme... Ve yaz günlerinin değişmez tatlısı bici bici ve garsambaç...

Sözcüklerdeki ses değişmelerinin yanı sıra bu zengin söz varlığı çocukluğumda dikkatimi çekiyordu (elbette bu sözcüklerin bir bölümü Adana'dan başka bölgelerin ağızlarında da kullanılmaktadır). Bu sözcükleri genel Türkçenin söz varlığı içerisinde bulamıyordum. Radyoda dinlediğim programlarda bu sözcükleri duymuyor, okuduğum kitaplarda gazetelerde bu sözcükleri görmüyordum. Adana Türkçesinin söz varlığı ve genel anlamda Türkçe, dil bilgisi beni kendisine doğru çekiyordu. Bu ilgi ve merak beni yüksek öğrenim hayatımda da dil çalışmalarına yöneltecekti.

Türk dili üzerine çalışmaya başlayınca bana çocukken yabancı gelen bu sözcüklerin bir bölümünün Türkçenin tarihî dönemlerinin söz varlığında bulunan sözcükler olduğunu, bir bölümünün Adana ağzında değişikliğe uğrayan alıntı sözcükler olduğunu öğrenecektim. Ölçünlü dildeki sözcüklerle birlikte bu ilgi çekici sözcükler Adana ağızlarının söz varlığını oluşturuyordu.

Peki nedir söz varlığı? Söz varlığı, en kısa tanımıyla kültürün aynasıdır. Bir toplumun yaşayışına, yaşayış şekline, hayata bakış tarzına, maddî ve manevî değerlerine, inançlarına kısacası kültürüne ilişkin ilk bilgileri söz varlığından elde edebiliriz. Söz varlığı toplumun konuştuğu dilin sözcüklerini, deyimlerini, hazır söz kalıplarını, atasözlerini kapsar. Bir dilin söz varlığı, aynı zamanda o dili konuşan toplumun kavramlar dünyası, dünya görüşünün bir kesitidir (Aksan 1996: 7). .

Bir toplumun yaşama tarzının yanı sıra, hangi uluslarla ne ölçüde ilişkiler kurmuş olduğu, nelere değer ve önem verdiği, nükteye olan eğilimi söz varlığının incelenmesiyle ortaya konulabilir. Her dili konuşan toplum, çevresini, çevresindeki olayları, gerçekleri kendisine göre algılamakta ve anlamakta, ana dilinde oluşmuş kavramlarla anlatmaktadır. Kısacası söz varlığı, dünyayı kendi dil penceresinden görmek, anlamak, yorumlamak, ve anlatmaktır (Aksan 1996:8).

Yazı dilinin söz varlığının yanı sıra bölge ağızlarının söz varlığı da üzerinde durulması gerekir. Bölge ağızlarının söz varlığı içerisinde genel yazı dilinde bulunmayan sözcükler yaşayabilir. Dilin tarihî gelişmesi sırasında kullanıştan düşen sözcüklerin çoğu kez bölge ağızlarında yaşadığı görülür. Ölçünlü dilde yaşanan ses değişmeleri bölge ağızlarına yansımayabilir. Bu durumda ağızlarda kimi kez sözcükler ses yapısı bakımından eski biçimlerini koruyarak da varlığını sürdürebilir.

Günümüzde ölçünlü Türkiye Türkçesinde bulunmayan binlerce kavram, Türkiye'nin değişik yörelerinde konuşulan ağızlarda karşımıza çıkar. Bunların çoğu Anadolu halkının yaşamında önemli bir yer tutan tarımcılık, hayvancılıkla ilgili, değişik yörelerde yaşayan gelenek ve görenekleri, doğa ve iklim olaylarını, yörelere özgü araç ve gereçleri yansıtan sözcüklerdir (Aksan 1996: 9).
Her bölge ağzının olduğu gibi Adana ağızlarının da ilgi çekici bir söz varlığı vardır.

Hiç şüphesiz bu söz varlığının ana katmanını Türkçe kökenli sözcükler oluşturur. Her dilde, her ağızda olduğu gibi Adana ağızlarında da alıntı sözcükler bulunur. Alıntı sözcüklerin kaynağı genellikle Arapça, Farsçadır. Daha az olmakla birlikte Fransızca, Rumca, Ermenice, Rusça, İngilizce gibi çeşitli dillerden de alıntı sözcükler söz varlığında bulunmaktadır. Bu sözcüklerin büyük bir bölümü ölçünlü dilde de bulunmaktadır. Ancak ölçünlü dilde bulunmayan alıntı sözcüklerin varlığı da söz konusudur.

Bu sözcükler içerisinde bugün ölçünlü dilde kullanılmayan ancak Türkçenin tarihî dönemlerinde kullanılmış arkaik sözcükler dikkati çekmektedir. Dışarıdan bir kimsenin kolayca anlayamayacağı bu sözcüklerin kaynağını Eski Türkçe (VII.-XIII. yüzyıllar), Eski Anadolu Türkçesi (XIII.-XV. yüzyıllar) gibi Türk yazı dilinin çeşitli tarihî dönemlerinde bulmaktayız.

Baycıktan gomşunun gizim gördüm 'Az önce komşunun kızını gördüm' cümlesinde 'deminki, az önceki' anlamlarında kullanılan bayaktan ~ bayahtan 'az önce, biraz önce', 'az önceki' anlamında kullanılan bay,ki, sözcüklerinin kökünü Türk yazı dilinin tarihî dönemlerinde bulmaktayız:
Eayakı beş ujak Az önceki beş harf (Eski Uygur Türkçesi - TT, V/8)
Baya keldim Az önce geldim' (Karahanlı Türkçesi - DLT, I, s. 37)

Adana ağızlarında böbü ~ böğü şeklinde kullanılan sözcük, 'zehirli ve büyük örümcek' anlamındadır. Bu sözcüğü Kâşgarlı Mahmud'un ünlü eseri Divânu Lu-gat-it-Türk'te boğ olarak görüyoruz. Kâşgarlı bu sözcüğün anlamını 'bir çeşit örümcek' olarak vermektedir (DLT, III, s. 131).

XIV. yüzyıl metinlerinden Yadigâr-ı îbn Şerifte sözcük boy şeklinde geçmektedir: Yılan sokdugına ve akreb sokdugına ve boy sokdugına faide ide. (YİŞ, 114-2)

XVII. yüzyıl metinlerinden Camiü'l-Faris'te ise sözcük bö olarak yer almaktadır: Bö didükleri agulu böcek ki Arabca rüteylâ ve rüteyded dirler. (CF, 51-2)

Bu sözcüğün kökünün böcek sözcüğünün kökü ile birleştiğini sanıyoruz.
Adana ağızlarında 'yüzmek' anlamında kullanılan çimmek sözü eski Uygur Türkçesi metinlerinde çöm-mek şeklinde ve 'yüzmek, suya dalmak, suda batmak' anlamlarındadır. Divânu Lugat-it-Türk'te çömmek şeklinde ve 'yüzmek' anlamında geçen şekil muhtemelen çimmek fiilinin eski şeklidir: Suıvka çömgen er. 'Suda yüzen adam' (DLT, I, s. 401)

Evliya Çelebi'nin ünlü Seyahatnamesi'nde ise sözcük çimmek şeklindedir: Bunda dahi cümle dilberan mah-ı temmuzda deryada çimerler. (ECS, s.477)

Kırık ve çıkık tedavisi yapan halk hekimleri Anadolu'da başka yöre ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da sınıkçı olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökü olan sımak sözcüğünü biz ilk yazılı kaynaklarımız olan Orhon Yazıtlarında (VIII. yüzyıl) buluruz:
Menin sabimin sımadı. 'Benim sözümü kırmadı' (OA, s. 6-7)
Ol tegdükde Bayırkunun ak adgıng udlukın sıyu urtı. 'O hücum ettiğinde Bayırku'nun ak aygırını, uyluğunu kırarak vurdular.' (OA, s. 22-23)
XIV yüzyıl Anadolu Türkçesi metinlerinden Tebare-ke Te/sin'nde sımak sözü yine kırmak anlamındadır:
Urdılar, ayağın sıdılar. 'Vurdular, ayağını kırdılar.' (TT, 12/2)
Sınıkçı sözcüğünün yapısı <sı-n-ı-k+çı şeklindedir. Bu sözcüğün gövdesi olan sınık sözcüğünü Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde smuk ~ sınuh şeklinde görmekteyiz:
Elindeki sünüsi smuk oğlan... 'Elindeki mızrağı kırık oğlan...' (DK, 247)
Sözcüğün Adana ağızlarında bir deyimde de saklandığını görürüz. Girip sırmak şeklindeki deyim (sarmak sözcüğünden ses değişmesi yoluyla oluşma-mışsa) elde avuçta olanı satıp savarak bir işi gerçekleştirmek anlamındadır: Girip sınp oğlanı everdik. 'Elde olanı satıp oğlanı evlendirdik.'
Kâşgarlı'nın eserinde 'sık dikişle dikmek' anlamında geçen sırımak sözcüğü (DLT, III, s. 262) Eski Anadolu Türkçesinde 'sağlamca dikmek' anlamını da kazanmıştır. Bugün Adana ağızlarında sırımak sözcüğü sadece yorgan dikmek anlamında kullanılmaktadır.

Adana ağızlarında 'ova; tarla' anlamlarında kullanılmakta olan yazı sözcüğünü de ilk yazılı kaynaklarımız olan Orhon Yazıtlarında buluruz. Orhon Yazıtlarında yazı 'ova' anlamındadır:
İlgerü Şantun yazıka tegi süledim. 'Doğuda Şan-tung ovasına kadar ordu sevk ettim.' (OA, 2-3)
Anadolu sahasında da bu sözcüğün pek çok eserde geçtiğine tanık oluruz. XIII. yüzyılda Yunus Emre bir şiirinde şöyle diyor:
Dağ u yazı kamu gulgule doldı
Kime cennet kime arasat oldı.
'Dağ ve ova gürültüyle doldu, kimisi cennete, kimisi arasata gitti.' (YED, 14)
Adana ağızlarında yumuş 'hizmet', yumuş uşağı 'hizmetçi' anlamlarında kullanılan sözcüklerdir. Bu sözcüğe de Türkçenin tarihî dönemlerinde aynı anlamda rastlamaktayız. Kâşgarlı'nın ünlü sözlüğünde 'elçi' anlamı da verilmiştir: Ol yumuşka birtem bardı. 'O -sanki hiç dönmeyecek gibi- uzun bir müddet elçiliğe gitti.' (DLT, c. I, s.484). Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde de yumuş 'iş, hizmet, ödev, vazife' anlamlarında kullanılmıştır:

Olar Mm alalar can yamasında... 'Onlar ki can hizmetinde olurlar...' (YED, 41)
Adana ağızlarında kullanılmakta olan çiğit 'pamuk çekirdeği' sözcüğünü Divânu Lûgât-it-Türk'te de bulmaktayız. Kâşgarlı Mahmud, bu sözcüğü Ar-gu Türklerinin kullandığını belirtmiştir (DLT, I, s. 356).
Pek çok bölge ağzında olduğu gibi Adana ağızlarında da 'geçen yıl' anlamında kullanılan bildir ~ bıldır da Eski Anadolu Türkçesinde bıldır ~ bıldur şekillerinde ve aynı anlamda kullanılmıştır (TTS, I, s.538).

İnsanları düğüne davet etmek için gönderilen armağan Adana ağızlarında okuntu olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökenini de Türk yazı dilinin derinliklerinde buluruz. Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde okımak şeklindeki bu sözcük 'çağırmak, yüksek sesle çağırmak' anlamındadır. Davetiye işlevindeki bu armağan, insanları düğüne çağırmak işlevini görmektedir.
'Bez' anlamındaki çapıt ~ çaput sözcüğü ise eski Türkçe metinlerinde çap-gut şeklinde karşımıza çıkar. Eski Türk-çedeki çap- fiilinden türediği sanılan (EDPT, s. 396) çapgut sözü için Kâşgar-lı Mahmut bez, şilte anlamını verir (DLT. I, s. 451).
Taş dibek Adana ağızlarında soku olarak adlandırılır. Bu sözcük 'dövmek' anlamındaki eski bir sözcük olan sok-'tan gelişmiştir. Çağdaş Türk lehçelerinde bu kökün 'dövmek' anlamında saklandığını biliyoruz (Eren 1999: 373).

Adana Türkçesinde tabu sözcükler de dikkati çeker. Ürkütücü varlıkların, vahşi veya tiksindirici hayvanların adlarının anılmasıyla onların çağrılmış olacağı şeklindeki çok bir eski inanış halâ halk arasında yaşamaktadır. Belâ sözcüğünün anılmasıyla yedi mahalleye belâ geleceğine inanılır. Bu yüzden bdâ sözünü anmak, bdâ okumak hoş karşılanmaz. Yine Kozan ağzında domuz için dağda gezen sözü kullanılır (Tam-doğan-Yiğenoğlu, 90).

Ağızların söz varlığı üzerine yapılacak çalışmalarda dilimizin söz varlığına Türkçe kökenli yeni sözcükler kazandırmak mümkün olabilir. Bu yönden ağızların söz varlığı önem taşımaktadır. Söz gelimi ölçünlü Türkiye Türkçesinde plaj sözcüğünün yerini Adana ağızlarında kullanılan ve bu yazıda değinilen çimmek fiilinden türetilmiş çimek sözcüğü alabilir. Nitekim bu sözcük Kozan ağzında kullanılmaktadır (Tamdoğan-Yiğenoğlu, 87).

Adana ağızlarındaki Türkçe kökenli sözcüklerin bir başka dikkat çekici boyutu Anadolu ağızlarının Türk lehçeleri ile ilgisini, bağlantısını ortaya koymasıdır. Sadece bu yazıda söz konusu edilen sözcükler ele alındığında bile ölçünlü Türkiye Türkçesinde kullanılmayan Türkçe kökenli sözcüklerin çağdaş Türk lehçelerinde kullanıldığı görülür: Yukarıda değinilen sözcüklerden bıldır, cibin, çiğit, sın-, sınık, tike, yazı, yu-, yumuş sözcükleri bugün Kafkasya'da, Türkistan'da hatta Sibirya'da yaşayan Türk halklarının söz varlığında, küçük ses değişiklikleriyle de olsa, canlı bir şekilde yaşamaktadır. Bu durum, Türk lehçeleri arasındaki karşılaştırmalı çalışmalarda Anadolu ağızlarının ses bilgisi, şekil bilgisi, söz dizimi, anlam bilgisi ve söz varlığının da dikkate alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Söz varlığı içerisinde hiç şüphesiz alıntı sözcükler de vardır. Coğrafî yakınlık sebebiyle Arapça sözcükler Adana ağızlarında alıntı sözcükler arasında dikkati çeker. Bu gün ölçünlü dilde kullanılmayan 'deve veya katırın sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükteki sepet' anlamındaki Arapça mihaffe ~ mahaffe sözcüğü, Adana'da bir semt adında (Mahfesığmaz) yaşamaktadır. Adana ağzında çoğu kez Maffassığmaz olarak söylenen bu semtin adı, eskiden burasının ormanlık ve çalılık olmasından kaynaklanmaktadır. Sık çalıların arasından deve, katır geçebilirmiş ama üstlerindeki mahfe geçemez-miş. Bu yüzden bu semtin adı Mahfesığmaz olarak kalmıştır.

Güney Adana'daki Kanara semti de adını buradaki mezbahadan almıştır. Arapça kınnâre 'kesim evi, mezbaha' sözcüğü pek çok bölge ağzında olduğu gibi Adana ağızlarında da kanara halini almıştır.

Çeyrek, dörtte bir anlamındaki urup sözcüğü bir Arapça alıntıdır. Arapça rub' 'dörtte bir, çeyrek' anlamındaki sözcüğün ön sesinde türeme ünlü türemesi olmuştur. Türk-çede ön seste /r/ bulunmadığı için bu şekildeki ünlü türemesi olayı (irezil, Iramazan vb...) diğer bölge ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da yaygındır.

essah, esahtan ~ essahtan ~ esat-tan şekillerinde kullanılan 'gerçek mi, gerçekten mi, doğru mu' anlamlarındaki sözcük, Arapça 'en doğru, daha doğru' anlamında kullanılan esahh'tır.
Adana ağızlarının söz varlığındaki deppe sözcüğü 'bakırdan yapılmış, kulplu, ağzı kapaklı güğüm' anlamındadır. Bu sözcük de Arapça dabba sözcüğünden gelmektedir (Eren 1999: 106).

Düğünlerde davulcunun çeşitli oyunlar oynadıktan sonra düğüne katılanlardan para toplaması Adana ağızlarında saba ~ şabe olarak adlandırılır. Bu sözcük ise Farsçadaki şâbâş sözcüğünden gelmektedir. Farsçada 'aferin' anlamında kullanılan sözcük, para verenlerin davulcuyu takdir etmeleri sonucu söylediği bir ünlem iken zamanla davulcuya verilen para anlamını almıştır.

Dulda, diğer bölge ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da 'kuytu yer, sığınılacak gizli yer' anlamındadır. Bu sözcük ise Moğolca alıntıdır. Sözcük Moğolcada dalda şeklindedir ve 'örtülü, gizli, saklı' anlamlarındadır.

Adana ağızlarında 'taranmış, temizlenmiş ve eğrilmeğe hazır hale getirilmiş yün veya pamuk yumağı' bedirik ~ bedrik olarak adlandırılır. Eski kaynaklarda bedrük ~ bedrik şekillerinde geçen sözcük Ermenice-den bir alıntıdır (Eren 1999: 46). Ermenice patruyk sözcüğü ağızlarımıza bedirik ~ bedrik şekillerinde geçmiştir.

'Dert, keder, hastalık' anlamındaki çor sözcüğü de Adana ağızlarındaki Ermenice alıntılardan bir başka-sıdır. Sözcük Ermenicede c'of şeklinde ve 'üşütme; hayvan veya bitki hastalığı' anlamlarındadır (Eren 1999: 98).

Ergenlik sivilceleriyle yüzünde yumrular oluşmuş kişilere Adana ağızlarında yüzü fiskıl fıskıl (fiskilfis-kil) olmuş denir. Bu sözde geçen fıskıl ffîskil) sözcüğü ise Rumca cpovoKa 'sivilce, kabarcık, yanık kabarcığı; içi su dolu kabarcık' anlamındaki sözcükten gelmektedir (Eren 1999: 145-146). 'Taranmış keten veya kendir' anlamındaki üskül ~ üsgül sözcüğü de Adana ağızlarındaki Rumca bir kalıntıdır. Rumca OKovhi 'kendir' sözcüğü ön seste /ü/ türemesi ile ağızlarımıza geçmiştir (Eren 1999: 428). Bu sözcüğün Adana'da özel ad olarak kullanımına da tanık oluruz.

Söz varlığı içerisinde deyimler de üzerinde durulması gereken öğelerdendir. Deyimler, dili konuşan toplumun anlatımdaki gücünü ve başarısını, benzetmeye, nükteye olan eğilimini ortaya koyar. Deyimler kimi zaman yüzyıllar boyunca değişmeden, kimi zaman sözcüklerinde değişmeler yaşayarak günümüze gelir (Aksan 1996: 31).

Adana Türkçesindeki deyimlere birkaç örnek vermek istiyoruz:
Zamanın kısalığı karşısında yapılması gereken işlerin çokluğunu ifade etmek için akşam yakın yol ırak (BAAD 1996: 223) deyimine başvurulur.

Yaptığı kötü işlerden sonra iyi görünmeğe kalkanlar için armudu taşladın, elmayı taşladın da lâilahe ülallaha mı başladın? (BAAD 1996: 235) denir.

Bakmaz kıçının samsağına, çıkar dağın yükseğine (BAAD 1996: 247) sözü ise durumuna bakmadan boyundan büyük işlere kalkışanlara söylenir.

Uğursuz, kademsiz sayılan kişiler için ise basmadığı yerde kaldı bereket (BAAD 1996: 248) veya maşallah dediği yedi gün yaşıyor deyimleri kullanılır.

Atasözleri ise Adanalının yaşam deneyimi ile yüklüdür. Her söz büyük bir anlam içerir.

Ağacın çürüğü özünden olur (BAAD 1996: 30) bir insandaki kötülüğün soydan geldiğini anlatır. 

Yine şapı kaynatırsan olur mu şeker cinsini s..tiğim cinsine çeker sözü de aynı anlamdadır. Al gördüğün kızını tuttur dolam dolam; al görmediğin kızını tuttur dolam dolam (BAAD 1996: 39) şeklindeki söz de yakın anlamdadır.

Tarımın, hayvancılığın, avcılığın yaygın olduğu Adana'da bu yaşam biçiminden kaynaklanan ve gündelik hayata çeşitli örnekler getiren çok sayıda atasözü vardır:

Alma ah, satma kın, yağızın binde biri, ille doru, ille doru (BAAD 1996: 40)

Arap at kıl çulun içinde de belli olur (BAAD 1996: 44) sözü de soylu olanın her yerde kendisini belli edeceğini vurgular. Kör ineğin kör buzağısı olmaz ya, deli ineğin deli buzağısı olur (BAAD 1996: 166) sözü de huyun, deliliğin kalıtsal olabileceğini anlatır.

Atımına gelmez domuz olmaz (BAAD 1996: 49) sözü, ne kadar güçlü ve dikkatli olursa olsun herkesin tuzağa düşebileceği, ele geçebileceği belirtilir.

Yoluna koyulmuş bir işe karışılmaması gerektiği çatılı öküzün arasına girme (BAAD 1996: 78) sözüyle anlatılır.

El oğlu oğul olmaz, çam ağacı ağıl olmaz (BAAD 1996: 107) sözüyle çam ağacından ağıl yapılamayacağı gibi, başkasının oğlu da gerçek oğul gibi olamayacağı düşüncesi verilir.

Dağda atı olan evde yorulmaz (BAAD 1996: 84) sözüyle gündelik yaşamda atın gerekliliği vurgulanır.

Mertliğe, delikanlılığa önem veren Adanalının bu konuda söylenmiş pek çok sözü vardır:

Dostun belâsı düşmanınkinden üstün (BAAD 1996: 92) sözü ile dostun vereceği zarar anlatılmıştır.
Dost sekiz, düşman dokuz (BAAD 1996: 97) sözü insanın ne kadar dostu varsa ondan fazla düşmanı olabileceğini hatırlatır.

Doğa olaylarıyla gündelik yaşama örnek oluşturan atasözleri de dikkati çeker:
Dumanlı havanın gümenli güneşi olur (BAAD 1996: 99)

Yaz yağmuru bahtı barındırır. (YA, I, s. 145)
Adana ağızlarında ünlemler, hazır söz kalıpları, alkışlar da dikkat çekicidir.

Dede Korkut Kitabında hayret, şaşma ifade eden boy şeklindeki ünlem bugün Adana ağızlarında iki ünlemin birleşmesiyle abov (<a boy !) şeklinde kullanılır. Dede Korkut Kitabında iki yerde bu ünlemin geçtiğine tanık oluruz:

Kısırca Yinge boy bu zaval gelecek delü beni gör-miş gibi söyler didi, vardı yirinde oturdı. (DKK I, 146)

Boğazca Fatma aydur: Boy delü boğma çıkaracak olanca aybumuzı kakdı... (DKK I, 147)
Bu cümlelerde boy ünlemi 'boooy!, eyvah!' anlamındadır. (DKK II, 56)

Adana ağızlarında hayret ifade eden bir başka ünlem ise abari ~ abaru şeklindedir. Yüksekten bir yere, suya atlarken çıkarılan ünlem ise dello'dur. Seslenmelerde cinsiyete, yaşa göre gardaş, ciğerim, yeğenim, emmoğlu, kele bacım, bre babam gibi sözcükler kullanılır. Alkışlardan en sık kullanılanları gadasını aldığım, ocağı yanasıca'dır. Kargışlar ise adı batasıca, soykası çıkasıca, Allah canını alsın, bulutsuz günde başına yıldırımlar düşsün şekillerin-dedir.

Hiç şüphesiz Adana ağzının söz varlığı burada değinilenden çok fazla sayıda sözcük, deyim, atasözü içermektedir. Bu ayrı bir araştırma ve incelemeyi gerektirmektedir. Bu yazımızda, Adana ağzının söz varlığı konusunda genel bir düşünce verilmeğe çalışılmıştır.

KISALTMALAR VE KAYNAKÇA
AKSAN Aksan, Doğan (1996), Türkçenin Sözvarhğt, Engin Yayınevi, Ankara
BAAD Türk Dil Kurumu (1996), Bölge Ağızlarında Atasözleri ı>e Deyimler, Ankara
CF Camiü'l-Faris [Örnekler TDK (1963), Tarama Sözlüğü'nden
alınmıştır]
DKK I Ergin Muharrem (1994), Dede Korkut Kitabı I, TDK yayını, Ankara
DKK II Ergin Muharrem (1997), Dede Korkut Kitabı II, TDK yayını, Ankara
DLT Atalay Besim (çev.) (1985), Divanü Lugat-it-Türk Tercümesi,
TDK Yayını, Ankara
ECS Evliya Çelebi Seyahatnamesi [Örnekler TDK (1963), Tarama
Sözlüğünden alınmıştır]
EDPT Clauson, Sir Gerard (1972), An Etymological Dictionary ofPre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford
EREN Eren, Hasan (1999), Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, Ankara
TAMDOĞAN-YİĞENOĞLU, Tamdoğan, Pekşen-Çetin Yiğenoğlu,
Kozanca-Kozan Ağzı Üzerine Bir İnceleme, Yeksav Yayınları
TT Bang, W. Gabain, A. von (1931), Analytischer Indejc zu den
Fünf Ersten Stücken der Türkischen Turfan-Terte, Berlin
YA Anadolu Yayıncılık (1981), Yurt Ansiklopedisi, C. I, İstanbul
YlŞ Yadigâr-ı Ibn Şerif [Örnekler TDK (1963), Tarama Sözlüğü'n-
den alınmıştır]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...