26 Şubat 2019

Hazreti Musa ve Firavun

Hazreti Musa ve Firavun



ibret

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. 
Peygamberler
Hazret-i Yusuf’tan sonra, Mısır’da, İsrailoğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yakub ve hazret-i Yusuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrailoğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Benî İsrail, Kıbtî kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken’ân diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır’dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı.
Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrailoğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrailoğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin başında bir idârecisi bulunan İsrailoğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrailoğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı.

Bu hâdise karşısında İsrailoğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Musa aleyhisselamın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur’an-ı kerîm’de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir:
“Musa’nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Musa’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine)bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas sûresi: 7)
Musa aleyhisselamın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip; “Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz…” dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti. Musa aleyhisselam hiç birinin memesini almadı.
Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Musa’nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Musa aleyhisselamın annesini getirttiler. Musa aleyhisselam onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun’un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü…

Musa aleyhisselam Firavun’un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve büyük kardeşi Harun’un yanına gitti. Bir gün gördü ki; İsrailoğullarından biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Musa aralarına girip ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i Musa elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip, Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselamla buluşup, on sene Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselamın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Medyen’den ayrıldı.

Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Harun aleyhisselama peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mucizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mucizeleri verildi. Sonra da Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir
“Bu iki mucize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delîlidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi: 32-33)
Hazret-i Musa Mısır’a varıp, kardeşi Harun aleyhisselam ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun’a gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrailoğullarını serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine Musa aleyhisselam elindeki asâsını yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü. Bu mucize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Musa; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mucizesidir.” diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Musa’nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mucizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; “Ey Musa! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı.

Musa aleyhisselam Allahü teâlâya dua ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Musa aleyhisselam elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mucize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mucizedir.” dediler ve hazret-i Musa’ya îmân ettiler. Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Musa aleyhisselama inananları şehit ettirdi. Hazret-i Musa’ya îmân etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti.
Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onlara çeşitli belâlar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Musa’ya gidip belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek îmân etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde bildirilmektedir.

Firavun ve kavmi, Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında İsrailoğullarının Mısır’dan gitmelerine izin verdi. Musa aleyhisselam bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün İsrailoğullarını toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören İsrailoğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Musa aleyhisselama meâlen;
“Asân ile denize vur.” (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Musa bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan İsrailoğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu.
Firavun boğulmak üzere iken “inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle buyrulmaktadır:
“İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrailoğullarının îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.” dedi.”(Yunus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Firavun’un îmânını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselam vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu:
“Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yunus sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mucizelerimizden) gâfildirler.”(Yunus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir etmiştir:
“… Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız… 
Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”

Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında kumlar arasında bulunarak İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra’daki meşhur British Museum’da sergilenmektedir.
Kaynak: http://dinimizislam.com/musa-aleyhisselam/ Biz kısım araştırmacı ise bu cesedin sıradan bir cesed olduğunu ayrıca Kitapta cesedin ibret için hiç bozulmayacağını yazdığını ve bu cesedin çok bozuk olduğunu söylemektedir. İngilizler Bu cesedi bulduklarında bununla birlikte aynı koşulda 15 kadar cesed daha aynı bölgeden aldıklarını söylemiştir. Bu cesedin firavunun cesedi olduğu tartışmaları sürmektedir. 

Anadolu'yu Kana Bulayan Baycu Noyan Kimdir


Anadolu'yu Kana Bulayan Baycu Noyan Kimdir
noyan

Moğolların 1230 yılında geniş bir imparatorluk alanına ulaştıktan sonra, yüzünü Anadolu'ya dönmesiyle batı ucundaki komutanlık görevini sürdüren Baycu Noyan Moğollar adına oldukça büyük başarılar sağlayan tarihimizi ve Anadolu'yu yakından ilgilendiren komutandır. 
Noyan Moğol İmparatorluğu için çok önemli bir komutan olsa da ne yazık ki Anadolu'da pek çok masum Türk'ün kanını dökmüş ve şehirleri yakıp yıkmıştır.

Baycu Noyan Kimdir

Moğolların en iyi savaşçılarının çıktığı Besud kabilesinden doğan Baycu Noyan (1201-1260), Cengiz Han'ın büyük komutanlarından olan Jebe'nin yeğenidir. 
İlk etapta Cormagon Noyan'nın himayesi altında, onun saflarında Kafkasya bölgesinde askeri faaliyetlerde bulunmuştur.

Büyük başarılar sergileyen Baycu Noyan 1241 yılında Cormagon Noyan' ın hastalanıp ölmesinin ardından Mugan'daki Mogol birliklerinin başına getirilmiştir.

Daha sonra Anadolu'da etkin halde bulunan Anadolu Selçuklularında başlayan isyanlar nedeniyle zayıflamasını fırsat bilen Baycu Noyan, 1242 yılında Ermeni ve Gürcülerin de bulunduğu ordusuyla Erzurum'a girmiş, şehirde katliamlar yapmıştır. 
Erzurum bölgesini tamamen tahrip edip, yakıp yıkan Baycu Noyan komutasındaki Moğollar şehri terk ederek Mugan'a dönmüşlerdir.

Baycu Noyan, daha sonra Selçuklu hükümdarı II.Gıyaseddin Keyhüsrev komutasındaki Selçuklu ordusuyla, 1243 yılında yapılan Kösedağ savaşında Selçukluları yenilgiye uğratmıştır. 

Galibiyetinin ardından kendisine teslim olan Sivas'a girmiş ve şehri tamamen yıkmıştır. Sivas'tan ayrıldıktan sonra Azerbaycan'a döneceği esnada, Kayseri ve Erzincan gibi şehirleri alıp Azerbaycan'a dönmüştür. Kösedağ Savaşı ve aldığı şehirlerin ardından Anadolu Selçukluları, Moğollara bağlı bir devlet olmuştur.

Baycu Noyan'nın yaptığı başarılarıyla birlikte, Moğol Devletinin Orta Asya'dan, Çin'e ve Anadolu'ya kadar uzanan büyük bir hakimiyet alanına kavuşmalarıyla birlikte, kendi içinde yönetim ve ulaşım sorunu çeken bir devlet haline gelmiştir. 
Bunun üzerine Moğol hükümdarları, valileri ve komutanları, Karakum da toplanarak bir istişareye varmış ve Çin bölgesi Kubilay'a bırakılmış, İran ve İslam toprakları ise yeni Şehzade Hülagü'ye devredilmiştir. 

Hülagü, daha sonradan İlhanlılar adıyla anılacak olan İran'a doğru ordusunu toplayarak ilerlemiş, hedefi Tüm İslam toprakları ve Orta Doğu olmuştur.

Bu sırada Baycu Noyan bir müddet görevden alınmış, görevden alınmasına sebep olan komutan öldürülünce tekrar İran birliklerinin komutanlığına getirilmiştir. 

Hülagü'nün İran ve batı bölgelerine ilerlemesiyle, orduya hakimiyet alanı sağlamak, kışın ve yazın kullanılacak olan konaklama yeri ayarlamak için Baycu Noyan tekrar Anadolu'ya hareket etmiştir.

1245 yılında ilk etapta Diyarbakır ve Ahlat gibi bölgelerin alınmasının ardından, Aksaray ele geçirilmiş, son olarak gözünü Anadolu Selçukluların başkenti ve kalbi olan Konya'ya dikmiş ve ordusunu Konya'ya ilerletmiştir.

1256 yılında, acımasız Moğol ordusu Konya'yı kuşattığı sırada, halk tedirgin bir bekleyiş içinde beklemekteydi, şehirde kalan tek Selçuklu komutanı olan Nizamettin Ali verdiği bir Cuma hutbesinde kurtulmalarına dair tek yolun, halkın bütün mallarından vazgeçmesi olduğunu söyler. 

Bunun üzerine Konya halkı, bütün varlıklarını Moğollara teslim etmesi için Nizamettin'e verirler. Toplanan altın ve hazinelerle Baycu Noyan'a şehri serbest bırakması karşılığında toplanan hazine verilir. 

Ancak Baycu Noyan Hülagü Han'a Konya' yı yıkacağını dair söz verdiğini söylemesi üzerine, Nizamettin Ali  sadece Konya'nın surlarını yıkmasını ve böylece vermiş olduğu sözü yerine getirmiş olacağını söylemesi üzerine, Baycu Noyan sadece Konya'nın dış surlarını yıkar ve şehre dokunmadan geri döner.

Nizamettin Ali ile Baycu Noyan arasında bazı ilginç diyaloglar yaşanır. Rivayete göre Nizamettin Ali hazineyi teslim etmeye geldiğinde, Baycu Noyan'nın hanımı ona şarap ikram eder. 

Nizamettin Ali haram olduğundan içmez, bunun üzerine Baycu Noyan'nın  hanımı biz içiyoruz ya der, O da siz kafirsiniz içersiniz deyince bunun üzerine kadın "Biz kafir olduğumuz halde sizi yeniyoruz, sizden üstünlüğümüz nedendir" diye sorar, Nizamettin Ali de biz Allah'ın emirlerinden uzaklaşmaya başladık, bunun üzerine Allah sizi güçlendirdi der.

Baycu Noyan, tüm ordusuyla Konya'yı kuşattığı sırada ilginç bir hadise meydana gelmiştir. Moğollardan korkan ve can tehlikesi yaşayan halk, can havliyle Hazreti Mevlana Celaleddin Rumi'nin kapısını çalmış, kuşluk vakti evinden çıkan Hz. Mevlana tüm Konya halkını arkasına alarak, Moğolların kuşattığı şehrin surlarına çıkmış ve yüksek bir alanda namaza durmuştur. 

İlk etapta bu maneviyatı yüksek veliyi gören Moğol askerleri korkmuş ve panik içinde ok atmaya çalışmışlar, ancak bırakın ok atmayı okun yaylarını bile gerip atamamış ve oldukları gibi kalmışlar. 
Bunun üzerine Baycu Noyan'a haber gönderilerek askerlerin öylece kala kaldıkları söylenmiştir. 

Baycu Noyan aldığı haber üzerine sinirlenerek okunu istemiş, okunu Hazreti Mevlana'ya doğrultarak atmış, ancak attığı oklar her seferinde geri dönmüş, attığı üçüncü okun sonunda ayakları kitlenmiş ve ok atmaktan vazgeçmiştir. 

Daha sonradan askerlerine dönüp "Bu şehri  kuşatmaktan iyi ki vazgeçmişim, her şehirde böyle bir adam olsa hiçbir şehri alamazdık, bu adamın gazabından korkalım" dediği rivayet edilir. Bu olayı  Hz. Mevlana'nın  kaynaklarından olan Eflaki'den bilmekteyiz.

Konya'daki kuşatmanın ardından, Baycu Noyan tekrar geri döner ve Hülagü'nün ilerde işini kolaylaştırmak için Elbistan'ı alır. Ardından Baycu Noyan'nın İran ve Bağdat seferlerine yardımcı olduğu bazı tarihi kaynaklarda geçmektedir. 

Ancak Baycu Noyan'nın nasıl öldüğü konusunda net bir bilgi yoktur. İddia odur ki Halife Mustasım Billah ile gizlice yazışması sonucu ihanet ettiği düşünülerek, Hülagü Han tarafından öldürtülmüştür.

Moğollar geniş bir hakimiyet alanı içerisinde kurdukları imparatorlukları için gittikleri bölgeleri yakıp yıkmaktan başka bir şey getirmemişlerdir. 

Hakim oldukları bölgelerin ele geçirilerek ilerlemelerinde sadece Cengiz Han etkili olmamış, Baycu Noyan gibi yetenekli komutanlar sayesinde Moğollar bir devre damgasını vurmuştur. 

Baycu Noyan bizim açımızdan, Anadolu'da yakıp yıktığı şehirlerin tarihini silmesi ile kanla anılan komutanlardan biri olmuştur.
Çoğu tarihçiye göre Baycu Noyan İlhanlılar devletinin kurulmasını sağlayan komutan olmuştur.

Moğol Ordusunun Yenilmez Olmasını Sağlayan Faktörler



Moğol Ordusunun Yenilmez Olmasını Sağlayan Faktörler

Ayrıca Moğol askerleri at üstünde hem yemek hemde içme ihtiyacını giderirdi. Peki bir Moğol askeri bunu nasıl yapardı ?
Yukarıda belirttiğimiz gibi asker, atın şah damarını sapladığı bir pipet yardımıyla atın kanını içerek su ihtiyacını giderirken, atın üzerine eğer olarak attığı deri parçası ile üstüne oturduğu atın arasına koyduğu bir parça kurumuş et ile yeme ihtiyacını at üzerinde dinlenmeden giderirdi. Yani bildiğimiz pastırma kültürü bu şekilde ortaya çıkmıştı. Moğol Ordusu ve atları normal zamanlarda sadece uyumak için dururlardı. Savaşlarda ise kesintisiz günlerce uyumadan savaştıkları görülmüştür. Moğol askeri kendisiyle birlikte toplamda 9 at ile hareket etmekte, yani yanlarında yedek atlarda mevcuttur.

Moğollar her ne şartta olursa olsun atlarına çok iyi bakmışlar, hiçbir şekilde atlarını göz ardı etmemişlerdir. Çoğu tarihçiye göre dünya üzerinde atlarına en çok ilgi gösteren ve onlara en iyi bakan ordu Moğol ordusu olmuştur.
Moğollar haberleşme ve sinyalizasyon işini oldukça etkili kullanmışlardır. Uzak mesafelerde gündüz vakti bayraklarla haberleşen Moğol askerleri, geceleri ise sinyal göndermek için meşaleleri tercih etmişlerdir.

Kaliteli Komutanlar;
Moğol ordusunda yer alan komutanların inanılmaz birer komutan olmasının yanında, onları Ortaçağda en önemli ve en tehlikeli ordu olmasını sağlayan bir başka faktör ise eğitim olmuştur. Askerler sıkı birer eğitim den geçmiş olup disiplinleri üst seviyede birliklerden oluşmaktaydı.
Bununla birlikte Moğol ordusunda oldukça etkili komutanlar yer almış, askeri teknik açıdan dünya harp tarihinde en etkili komutanlar Moğol ordusundan (Cebe, Baycu Noyan gibi) çıkmıştır.
İlk biyolojik saldırının kullanılmasından Alamut fethi ve Nişabur kuşatması, Harzemşahların tarihten silinmesi gibi savaşlar incelendiğinde Moğolların askeri açıdan taktik anlamında ne kadar üstün olduğu görülebilecektir.
Moğolların kullandığı askeri taktikler ve Ordu sistemi, özellikle savaş taktikleri kendilerinden sonra Timur tarafından da gelenek olarak devam ettirilmiştir. Timur'un yenilmez bir komutan olmasına fayda sağlayan etmenler arasında Moğollar dan gelen savaş gelenekleri etkili olmuştur.
Cengizhan'ın Mühendisleri de çok sıkı bir şekilde çalışmış, Hülagü Han'ın Alamut fethinde ne kadar etkili olduğu ayrıca görülmektedir. Moğol ordusu, mühendisleri ayrıca topları da kullanmıştır. Ancak Moğol ordusunun elinde bulunan toplar ufak ve hafif toplardandır.
Moğollardan yazılı belge var mı? bu kadar bilgiler nereden öğrenilmiş derseniz Cengiz Han'ın ölümünden sonra yazılan belgeler daha çok Çinli ve Müslüman kaynaklardan öğrenilmiştir Cengiz Han'ın sağlığında yazılı belgeler bulunmamaktadır.

Cengiz Han ve İstihbarat - Posta Ağı;

Moğol ordusunu önemli Kılan ve uzun geniş bir coğrafyada başarılı olmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri hızlı bir ordunun olmasının yanısıra Cengiz Han'ın çok önem verdiği istihbarat ve posta Ağı olmuştur.

Cengiz Han her gün Çinlilere çizdirdiği Asya haritasını açar ve üzerine Avrupa'dan Rusya' nın çorak topraklarına, oradan Hindistan' a kadar hakimiyeti altında bulunan tüm noktalardan gelen istihbarat ve haberleri haritayı işletirdi. Bu da Cengiz Han' ın istihbarata ne kadar önem verdiğini gösterir.
Moğol posta Tatarları muazzam bir posta ağıyla hareket etmekteydi. Yolda at değiştirme istasyonları kullanmakta olup, posta Tatarlarının eğer bir haberi götürürken yolda başına bir şey geldiğinde, birisinden at istediğinde ve o kişi atını vermeyi reddederse, posta Tatarının atı vermeyi reddeden kişiyi, Cengiz Han' ın oğlu dahi olsa öldürme yetkisi bulunmaktaydı. Cengiz Han istihbarata bu derece önem veren biriydi.
Otrar olayının ardından Cengiz Han, Harzemşahları tarihten silmek üzere Savaş içerisindeyken kilometrelerce uzakta Çin seferinde bulunan komutanı, Cengiz Han'a ölmek üzere olduğu ve yerine bir komutan ataması gerektiğinin haberini gönderir.
Cengiz Han kurmuş olduğu posta ve istihbarat ağı sayesinde Harzemşahlar ile savaş halinde iken kilometrelerce uzakta bulunan Çin' deki Ordusunun başına yeni komutan atar ve savaşlar hiç sekteye uğramadan bu şekilde devam eder.
Yani Cengizhan kendisi Semerkant' ta savaşırken inanılmaz posta ağı sayesinde, 4 bir yanda ki ordusuna hızlı bir şekilde, emir bekleyen komutanlarına emir verebilmekteydi.
Cengiz Han, ayrıca çok yetenekli komutanlara sahip olması sebebiyle Moğol ordusunun etkili olmasının da oldukça önemli bir faktör olmuştur. Cengiz Han gerektiğinde komutayı rahatlıkla devredebilmiş ve farklı coğrafyalarda inanılmaz başarılara ulaşmıştır.
Aslında Moğol ordularının sayısı sanıldığının aksine o kadar kalabalık görülmemektedir. En kalabalık Moğol ordusu batı ya saldıran kolu olup sayıları 100.000 ' i geçmemiştir.
Moğol ordusu ayrıca Türklerden özellikle Mete Han' dan gelen onluk sistem askeri düzeni başarıyla uygulayan bir ordu olmuş, bu da o dönem Dünya üzerinde hiçbir Orduda olmayan disiplin ve başarıyı getirilmiştir.

Moğolların En Büyük Silahı Moğol Atı;

Moğol ordusunu başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri de Moğol atıdır. Moğolları bu kadar hızlı ve etkili kılan adeta günümüz modern tankları kadar etkili olan Moğol atları, inanılmaz ve bir güç ve hız sağlayarak Moğolları - Yenilmez Armada haline dönüştüren silah olmuştur. Öyle ki Moğol atları çoğunlukla çöl olan bölgelerde günlük 50 kilometre Yolu yüklü olduğu halde aşabilmiş ve Moğolların süratli bir şekilde sefere çıkmasına, Asya' yı fethetmeye önemli bir katkı sağlamıştır.
Normal arazilerde saatte 60 kilometre hızla gidebilmeyi sağlayan at faktörü, Moğolları Orta Çağda dünyanın en hızlı ordusu yapmaya yetmiştir. Çünkü o tarihte Orta çağda saatte 60 kilometre hıza ulaşabilecek herhangi bir benzer ordu olmamıştır.
Moğollar atı inanılmaz etkili bir şekilde kullanmış, Bu da Orta Asya ve Avrupa' da başarılı fetihler yapmalarını sağlamıştır. Moğollar savaşta Ata binerler, atın sütünü içerler (atın sütünü içtikleri için genelde dişi atları kullanmayı tercih ederlerdi), gerektiğinde atı kesip yerler, arabalarını çektirirler ve eşyaları taşıtırlardı.
Bu yüzden çoğu tarihçi Moğolların en büyük silahının atları olduğu konusunda hemfikirdir. Batılı bir tarihçi, Hülagü Han'ın Bağdat seferi sırasında gördüğüm manzara karşısında Moğol ordusunun Yenilmez olduğuna karar kıldığını yazmıştır. Bu tarihçiye göre Moğol ordusu askerleri atlarının boyun damarını kesip, akan kanı bir koyunun bağırsağına doldurup, kanı içtiklerini ve bu sayede bir hafta boyunca yemek yemeden kesintisiz savaştıklarını belirtmiştir.

Gönüllüler Taburu;


Gönüllüler Ordusu
Cengiz Han'ın savaş stratejilerinin başında meşhur gönüllüler taburu gelmektedir. 
Gönüllüler taburunun savaşta önemli bir etkisi bulunmaktadır. Savaşın öncesinde çift Kılıç ile düşmanın üzerine direk hücuma çıkan Gönüller ordusunun amacı, düşman Ordusunun düzenini bozmak ve daha sonrasında bozulan düzenin, arkadan gelen süvariler tarafından düşmanın komple yok edilmesinin sağlanmasıdır. Gönüllüler ordusu, düşman ordusunun tamamen yok edilmesinin sağlanmasında, anahtar görevi gören önemli bir birlik olmuştur.
Peki gönüllüler ordusu ne yapardı ?
Gönüllüler Taburu düşmanın üzerine hızlıca ilerleyerek onları şaşırtır, çift Kılıç kullanarak hızlı atlarıyla önce düşmanını içine dalar, sistemini bozar ve bu ufak bir taburun kendilerine saldırmasıyla sinirlenen düşman, ordusunu peşlerine takar ve en son peşlerinden gelen düşman ordusunu, gönüllüler taburu ve Moğol Okçular tarafından imha edilirlerdi. Yani gönüllüler ordusunun tüm üyeleri, savaşın daha ilk anlarında düşmanın düzenini bozmak için kendilerini yem edilip ölürlerdi. Yani bir nevi Kamikaze olayı gibi.
Gönüller ordusu savaşta ilk olarak çıkar ve tamamı öleceğini bilirlerdi. Peki gönüllüler ordusu kimlerden oluşurdu, yoksa orduda cezalandırılan askerler mi bulunurdu. Bilakis Gönüllüler safında yer almak istememeyi bırakın, tüm Ordu Gönüller taburunda yer almak için istekli davranırdı. Bu yüzden Cengizhan sırf bu tabur için öne çıkan askerler arasından adam seçmek zorunda kalınırdı.
Cengiz Han'ın Fetih stratejileri arasında en önemli nokta, orduları yenmek olmuştur. Cengiz Han'ın ordusuna söylediği en önemli sözü "önce orduları yenin şehirleri sonra alın" olmuştur. Cengiz Han Kale ve şehirleri kuşatarak vakit kaybetmek yerine düşman ordularını yenmeyi tercih etmiştir. Bu sayede orduyu yendikten sonra şehirler savunmasız kalmış ve uzun süren kuşatma zahmetinden, ordunun enerjisinin gereksiz yere düşmesinden kurtulmuştur.
Ayrıca Cengiz Han ordusunun yiyecek stokunda bulgura önem vermiştir. Askerlere bulgur tükettirmiştir. Bugün bilim adamları bulgurun folik asit yönünden oldukça zengin olduğunu açıklamışlardır ve buda ne kadar doğru bir yiyecek tespiti olduğunu göstermektedir.
Moğolların ve Cengiz Han'ın Sürekli Casus Ağı;
Son olarak Cengiz Han Tarihte ilk defa sürekli casus teşkilatını kullanan hükümdar olmuştur. Bu sayede Orta çağ döneminde Avrupa'da hangi devletler var, hangi devlet hangi devletle düşman, Lordların akrabalık durumu ve arazi koşullarını ezbere bilmekte ve bu casus teşkilat sayesinde o devletlere karşı yapacağı seferlere göre hazırlık yapabilmekteydi

Bir Saatte 1.7 milyon Kişinin Öldürüldüğü Nişabur Kuşatması



Bir Saatte 1.7 milyon Kişinin Öldürüldüğü 
Nişabur Kuşatması
f

Nişabur, bugün İran sınırlarında yer alan bir kent olup, adı tarihe kanla geçmiştir. Bir saatte 1.7 milyon kişinin öldürüldüğü rivayet edilen Nişabur Kuşatması , tarihe katliamlar ile adını yazdıran Moğol hükümdarı Cengiz Han tarafından gerçekleştirilmiştir.

1221 yılında yaşanan olay hakkında çeşitli rivayetler söylense de 1.7 milyon kişinin bir saatte öldürüldüğü yer almaktadır. Bu sayıya tespiti ise Nişabur kuşatmasından kısa bir süre önce kentte nüfus sayımının yapıldığı ve Moğol istilasından önce Nişabur'un ortalama 1.7 milyon kişinin yapılan nüfus sayımında tespit edilmiştir.
Peki Nişabur, neden katliama uğradı derseniz altında yatan sebep büyük bir intikamdır.
Öncelikle Nişabur katliamı gelinen sürece bir göz atacak olursak, Cengiz Han hakimiyetini genişletip Çin'i istila ettikten sonra ticaret yollarına önem vermeye karar vermiş, bu sebepten Harzemşahlarla anlaşmaya varmıştır. Bu süreçte Harzemşahlar hükümdarı Alaattin Muhammed, Cengiz Han'ın Çin hakimiyeti üzerine korkuya kapılır ve tarihe Otrar faciası olarak geçen süreç başlamış olur.

Cengiz Han'ın Batıya açılmasına sebep olan olaylardan biri olan Otrar faciası ile ilgili geniş bilgiyi Otrar olayıbaşlıklı yazımızda bulabilirsiniz ancak kısaca değinmek gerekirse; ticaret için devasa bir Kervan Harzemşahların topraklarından geçer ve Otrar Valisi İnalcık, Kervana el koyarak kervandakileri casusluk bahanesiyle öldürtür. Bunun üzerine Cengizhan , bu valinin kendisine teslim edilmesi ve kervanın mallarının iadesini Harzemşahlar'dan ister. 

Bunun için yolladığı Elçiler, Harzemşahlar hükümdarı Alaattin Muhammed tarafından öldürülür. Ardından büyük bir intikam operasyonuna çıkan Cengizhan ve beraberindeki devasa Moğol savaş ordusu Otrar Vadisi'nde Harzemşahları tarumar eder. Daha sonra Semerkand işgal edilir. Bu sırada Alaattin Muhammed ülkeden kaçarak Batıya doğru ilerler. Cengiz Han 2 yetenekli ve güvenliği komutanı Cebe ve Subutay'ı Alaattin Muhammed'ı yakalayıp kendisine getirmesi için gönderir. Cebe ve Subutay Alaaddin Muhammed'in peşine takılır ve geçtikleri şehirlerin kuşatarak yağmalarlar. Sonunda Alaaddin Muhammed yakalanamaz ancak Moğollar pek çok şehri istila ederek yağmalamışlardır. Alaattin Muhammed'in Hazar denizinde bir adada yalnız başına öldüğü rivayet edilmektedir.




İşte bu süreçte Moğolların önüne çıkan hedef Nişabur kenti olmuştur. Nişabur Kuşatması sırasında ise Nişabur halkının idam fermanının imzalandığı önemli bir olay yaşanır. 
Cengiz Han'ın en sevdiği damadı ya da en sevdiği kızının kocası (ikisi de aynı Yola çıkıyor) Toguçar, bir Nişaburlu okçunun attığı ok ile yaralanır ve ölür. Kızı da büyük bir üzüntüye kapılarak babasından bütün şehrin öldürülmesini ister.

Cengiz Han da talebi uygun görür ve Nişabur alındıktan sonra şehirde ki tüm canlıları (kedi ve köpekler dahil) öldürtür. 
Cengiz Han'ın en küçük oğlu Tuluy, Nişabur şehrinde ki insanların öldürülmesi işini büyük bir zevkle üstlenmiştir. 
Hatta Cengiz Han'ın kızı yaralıların daha sonradan iyileşmesini ve hayatta kalmasını önlemek için tüm yaralıların kafasını kestirdiği ve kazıklara geçirdiği rivayet edilmektedir. 
Bir farklı görüşe göre ise kesilen kafalardan piramitler oluşturulmuş ve bu piramitler yapılması 10 gün sürmüştür. 
Nişabur şehrinde devasa insan cesetleri tepelerinin olduğu ve bütün şehir canlı kalmayacak şekilde istila edip katliamlar yapıldığı kayıtlara geçmiştir.

Bu katliamın bir saat içerisinde yapıldığı ve yaklaşık 1.7 milyon kişinin Moğollar tarafından öldürüldüğü söylenmektedir. Bu da dakikada 29000 insanın öldürüldüğü  bir sayıya denk gelmektedir. Bu korkunç rakam Moğolların intikam ve vahşetini gözler önüne sermektedir.

Nişabur katliamı Moğol vahşetinin sadece ufak bir örneğidir. Toplamda Moğolların 40 milyon insanı öldürdüğü düşünülürse Nişabur, vahşetin küçük bir bölümü olarak görülebilir.

Aslında Nişabur katliamı Cengiz Han ile anılsa da, Cengiz Han'ın bu kuşatma sırasında ve katliam sonrasında kentte olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır. Sadece kızının isteğine onay verdiği bilinmektedir.

Cengiz Han'ın kendi koyduğu yasalara göre halk isteği ile işgali kabul ederse canı bağışlanıyordu. Ancak bu durum Nişabur da intikam söz konusu olduğu için geçerli olmamış ki ve tüm şehir canlı kalmayacak şekilde katliama uğramıştır.

Nişabur kuşatmasına bakıldığında askeri açıdan oldukça başarılı bir istila olmuş ve yetenekli komutanların yer aldığı görülmektedir. Cengiz Han'ın güvendiği ve Moğolların en önemli iki komutanının biri olan Cebe ile ilgili ilginç bir bilgiye yer vermek gerekirse, Cebe ilk etapta Cengiz Han'ın düşmanı bir komutanı olmuştur. Cengiz Han bir savaş esnasında altındaki atı ok tarafından vurularak öldürülünce kendide düşerek ölüm tehlikesi atlatır. Savaşı kazandıktan sonra altını kimin öldürdüğünü sorar ve Cebe İsimli asker, büyük bir cesaretle "Ben öldürdüm" der. Cebe'nin cesaretinden etkilenen Cengiz Han, ona yanına alarak komutanı yapar. Cebe daha sonra öldürdüğü ata karşılık Cengiz Han'a yüz at hediye ettiği bilinmektedir.

Cengiz Han'ın o dönem ki dünya popülasyonunun yüzde 11 ini öldürdüğü tahmin edilmektedir. Bu sayının Yaklaşık 40 milyon insan olduğu söylenmektedir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...