14 Nisan 2016

Kün Feyekün Duası..




Kün Feyekün Duası..

Euzubillahimimeşşeytanirraciym. bismillahirrahmanirrahiym. ve salallahu ala nebiyyil keriym.Allahumme ya rabbi,Allahumme ya rabbi,Allahumme ya rahiym,el melikül güddü süsselamul mü'minul müheyminul aziyizül cebbarul mütekebbiru sübhanellahi amma yüşrikün**efegayre diynillahi yebgune velehu esleme men fissemavati vel ardı tav'an ve ker'han ve ileyhi yurceun**innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehü kün feyekün fe sübhanellezi biyedihi mele kütü külli şey'in ve ileyhi turceun* gul hüvallahü ehad allahussamed lem yelid ve lem yuled velem yekün lehu küfüfen ehad**innema emruhu iza erade şey'en en yegulü lehu kün feyekün*fe sübhanellezi biyedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun** izacae nasrullahi vel fethu*vera eytennase yedhulüne fi dinillahi efvacen**fesebbih bi hamdi rabbike , vestağfirhu innehu kane tevvaba* innema emruhu iza erade şey'en en yegulü lehu kün feyekün*fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**inna fetahna leke fethan mubina*liyeğfire lekellahu ma , tegaddeme min zenbike ve ma te ahhere ve yutimme niğmetehu aleyke ve yehdiyeke sıraten musteğıyma*** ve yen surekallahu nasran azizaa**inna fetahna leke fethan mubina*liyeğfire lekellahu ma tegaddeme min, zenbike ve ma te ahhere ve yutimme niğmetehu aleyke ve yehdiyeke sıraten müsteğiyma ve yen surekallahu, nasran azizaa**inna fetahna leke fethan mubina*liyeğfire lekellahu ma tegaddeme min zenbikeve ma te ahhere ve yutimme niğmetehu aleyke ve yehdiyeke sıraten müsteğiyma ve yen surekellahu nasran azizaa**innema , emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün*fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun*nasrun minellahi ve fethun gariybun ve beşşiril mü'minin**innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün*fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**efe gayre diynillahi , yebgune velehu esleme men fissemavati vel ardi,tav'an ve ker'han ve ileyhi yurceun** innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün**fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun** galü inna lillahi ve inna ileyhi raciun**innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün**fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**vessemai veddarık* vema edrake meddarık* en necmüssakıb*in küllü nefsin lemma aleyha hafiz*felyenzuril insanu mimma hulik*hulika mim main dafik, yahrucu mim beynissulbi vetteraib innehu ala rec'ihi lekadir*yevme tublesserair*fema lehu min kuvvetinvela nasir**vessemai zatirrec'ivel ardı zatıs sad'i*innehu le gavlun faslün*vema hüve bil hezli*innehum yekiydüne keyda*ve ekiydü keyda*femehhilil kafirine emhilhum ruveyda**innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün**fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'inve ileyhi turceun**te'tiha rizguha reğaden min , külli mekanin*vallahu hayrur razigiyn*innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün **fe, sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**ma indekum yenfedu vema indellahi ba'gk vallahu hayrurrazıgıyn**innema emruhu erade şey'en en yegule lehu kün feyekün **fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**efemen yemşi mükibben ala vechihi ehda emmen yemşi seviyyen ala sıratım müstakıym**innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün ** fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun **li iylafi gureyşin iylafihim rıhleteşşitai vessayf*felya'büdü rabbe hazel beyt**ellezi et'amehümmin cu'in, ve amenehum min havf**innema emruhu iza erada şey'en en yegule lehu kün feyekün**fe sübhanellezi bi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**YA RABBİ,YA RABBİ, YA RABBİ, YA ALLAH,YA ALLAH,YA ALLAH, gulillahumme melikel mülki tu'til mülke men teşaü ve tenziül mülke mimmen teşaü ve tuizzü men teşaü ve tuzillü men teşaü bi yedikel hayru inneke ala kulli şey'in gadiyr* tulicülleyle finnehari ve tulicünnehare filleyli ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayyi ve terzuku men teşaü bi ğayri hisab***innema emruhu iza erade şey'en en yegule lehu kün feyekün**fe sübhanellezibi yedihi melekütü külli şey'in ve ileyhi turceun**eşhedü en la ilahe ilallahü vahdehüla şerikelehü ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasülühü**ALLAHUMME salli ala muhammedin ve ala alimuhammedin ve sellim***eciybu eyyühel melaiketü verruhaniyyunel müvekkelüne bi hazihil ayatil keriymeti li dağveti fi kadai haceti... (burda ne sıkıntıntın varsa dünyevi veya uhrevi kalbinden ne geçiyorsa onu burda 3,5,7 defa söyle ama çok içten söyleki tesiri tez olsun ) BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYMM Bediüssemavati vel ardı ve iza kada emren fe innema yegulü lehü kün fe yekün **galet enne yekünü li ğülamun ve lem yemsesni beşerün**gale kezalikillahü yahlügü ma yeşaü iza gada emren fe innema yegulü lehu kün fe yekün**inne iyse indellahi kemeseli ademe halagahu min turabin sümme gale lehu kün fe yekün*** ve hüvellezi halekas semavati vel arda bil hakkı ve yevme yegulü kün fe yekün **innema gavlüna li şey'in iza erednahu en negule lehu kün fe yekün**ma kane lillahi en yettehize min veledin sübhanehü iza gada emren fe innema yegulü lehü kün fe yekün**hüvellezi yuhyi ve yumiytu fe iza gada emren fe innema yegulü lehü kün fe yekün***Allahumme bi hakkı hazihil ayati ve ma fiha minel esrari ıkdiy haceti fiddareyni inneke ala külli şey'in gadiyr**amin..... not (bu duayı inancı zayıf olana verilmez. bu dua çok tesirli olup kalbten yapılması icabet eder bu duayı ihlas ile okuyan ların kısa zamanda hayırlı muratları hasıl olur.)

Kün Fe Yekün Duasının Tercumesi...



Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla. Allah keremli Nebi'ye salat etsin. Ey Allah! Ey Rabbim! Ey Allah! Ey Rab-bim! Ey Allah! Ey Rabbim! Ey Rahman! Ey Rahim!
"(Her şeyin yönetimi Kendisine ait olan ve tüm varlıklan yegane malik ve sahibi bulunan, istedigini üstün, diledigini alcak kilabilen, kimse tarafından yönetilmeyen ve azledilmesi düşünülemeyen bir) MeIik'dir.
(Noksanlik gerektiren her şeyden son derece arinmis olan, bütün kamil sifatlar Kendisine ait olan, sinirlanamayan ve her-hangi bir sekille düşünülemeyen bir) Kud-düs'dür.
(Tüm afetlerden ve yok oluşlardan uzak olan, tüm selametler Kendisinden umulan ve dostlarını sürekli selamlamakta bulunan bir) SeIam'dır.(Kendi Zât'ına ve peygamberlerine evvela Kendisi inanan, yaratıkları zulüm*den, inananları da azaptan emin kılan bir) Mii'min'dir.
(Her şeyi hakkıyla koruyup gözeten ve her varlık üstünde hakkıyla gözcü olan bir) Müheymin'dir.
(Eşi-benzeri olmayan bir galibiyete sahip olan ve mertebesi asla düşürüleme-yen bir) Azîz'dir.
(Zorla da olsa dilediği yaratığım irâ*desi yönünde mecbur bırakabilen ve yara*tıklarının tüm işlerini tam manasıyla yolu*na koyan bir) Cebbâr'dır.
(Son derece büyüklük ve ululuk sahi*bi olan ve kibir ancak Kendisine yakışan bir) Mütekebbir'dir!
Onların şirk koşmakta oldukları şeylerden (son derece uzaklık, arılık, ten*zih, takdîs ve) tesbîh Allah'a!" (Haşr Sûre*si: 23)
"O (kâfir ola)nlar (İslâm'dan yüz çevirip de,) Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
Oysa göklerde ve yerde bulunan (tüm yaratık)lar(dan kimi,) isteyerek ve (kimi de azabı görme neticesinde) isteme*yerek (de olsa) ancak Kendisi(nin hük-mü)ne teslim olmuştur.
Ve onlar (öldürülüp diriltilerek) sa*dece O'na döndürüleceklerdir!" (Âli İm-
rân Sûresi:83)
"(Allâh-u Te'âlâ'nın diriltme gücü*nü uzak görmenin hiçbir anlamı yoktur. Zira) O bir şeyi(n meydana gelmesini) istediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Diriltmekten acizlik gibi bütün nok*san sıfatlardan anlık, tenzih ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünme-(O, hiçbir yönden ikincisi olma ihti*mali bulunmayan ve hiçbir vasfında hiçbir varlıkla ortaklığı olmayan bir) Ehad'dir!
(Dolayısıyla çokluk, parçalara ihti*yaç, maddî olan-olmayan tüm cevherler*den ve unsurlardan birleşme gibi ikilik belirtisi olan şeyler O'nun Zât-ı İlâhîsi hakkında asla söz konusu olamaz.
Bu itibarla O'nun, ne Zât'ı, ne sıfat*ları, ne de fiilleri hususunda başkalarıyla herhangi bir ortak noktası bulunduğu dü*şünülemez.)
Ancak Allâh(, her şey Kendisine muhtaç olan, Kendisi ise hiç bir şeye ihti*yaç duymayan bir) Samed'dir!
(Bu yüzden yemekten, içmekten ve sonradan yaratılma belirtisi olan noksanlık getirecek her türlü ihtiyaçtan son derece uzaktır. Dolayısıyla O, kimsesiz durur ama kimse O'nsuz duramaz!)
O doğurmamıştır(, zira hemcinsi yoktur ki, onunla birleşme neticesi bir do*ğum söz konusu olabilsin, zaten yardımcı*ya da, yerine kalacak birine de ihtiyacı yoktur) ve doğurulmanuştır.
(Nitekim her doğan sonradandır ve cisimdir. O ise varlığının başlangıcı olma*yan bir Kadîm'dir dolayısıyla varlığı önce*sinde hiçbir yokluğun geçmiş olması söz konusu değildir.)
Hiçbir kimse O'na (hiçbir yönden benzer, eş, eşit ve) denk de olmamıştır!"
(İhlâs Sûresi: 1-4)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
--------------------
'Var ol!' Duyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Diriltmekten acizlik gibi bütün nok*san sıfatlardan arılık, tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünme*yen tüm yönleriyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elindedir, siz de ancak O'na döndürüleceksiniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"(Habîbim!) Allah'ın (düşmanlarına karşı sana) yardımı ve (şirk beldelerini) fetih geldiği zaman.
Bir de sen (Mekke, Tâif ve Yemen ehliyle, Hevâzin vesâir Arap kabilelerine mensup) insanları (evvelce tek tek Müs*lüman oluyorlarken, daha sonra) kalabalık cemaatler halinde Allah'ın dinine giri-yorlarken gördüğünde.
Artık ("Sübhânellâhi ve bihamdihî ve estağfirullâhe ve etûbü ileyh" diyerek) Rabbinin hamdiyle birlikte tesbîhte bu*lun.
Ve (O'nun, şanına yakışmayan tüm noksanlıklardan uzak olduğunu ifade et, bir de nefsini kırmak ve amelini küçüm*semek için) O'ndan bağışlanma talep et!
Muhakkak ki O, dâima (tevbeleri çokça kabul eden bir) Tevvâb olmuştur."
(Feth Sûresi: 1-3)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Diriltmekten acizlik gibi bütün nok*san sıfatlardan arılık, tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünme*yen tüm yönleriyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elindedir, siz de ancak O'na döndürüleceksiniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Gerçekten Biz sana Mekke-i Mü-kerreme'yi ele geçirmenle ilgili) pek açık bir fetihle büyük bir fetih nasip ettik!Neticede Allah senin için geçmiş olan günahını da, gelecek olanı da bağış*layacak, (dînini dünyâya yayıp yücelterek ve dînî-dünyevî daha nice lütuflara mazhar kılarak) nimetini senin üzerine tamam*layacak ve (elçilik vazifeni tebliğ ve İs*lâm'ın hükümlerini tatbik hususunda) seni dosdoğru bir yola hidâyet buyuracaktır.
Bir de Allah sana (eşine az rastla*nan) pek güçlü bir yardımla nusrette bulunacaktır!" (Feth Sûresi: 1-3)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
'Var ol!' buy ur maşıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Diriltmekten acizlik gibi bütün nok*san sıfatlardan anlık, tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünme*yen tüm yönleriyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elindedir.
Siz de ancak O'na döndürüleceksi*niz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Allah'tan büyük bir yardım ve pek yakın bir fetih!
(Yâ Muhammedi) O (anlatılan vasıf*lan takınan) müminleri (iki cihan saâde-tiyle) müjdele!" (Saff Sûresi: 13)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak: 'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"O (kâfir ola)nlar (İslâm'dan yüz çevirip de,) Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?



--------------------
Oysa göklerde ve yerde bulunan
(tüm yaratık)lar(dan kimi,) isteyerek ve (kimi de azabı görme neticesinde) isteme*yerek (de olsa) ancak Kendisi(nin hük*mü )ne teslim olmuştur.
Ve onlar (öldürülüp diriltilerek) sa*dece O'na döndürüleceklerdir!" (Âli İm-
rân Sûresi:83)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
'Var ol!' buy ur ması dır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzih ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Onlar: 'Şüphesiz biz Allah'a ait
(kul ve köleler)iz ve kesinlikle biz ancak
O'na dönücü kimseleriz!' derler." (Baka*ra Sûresi: 156)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzih ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Andolsun göğe ve Tarık'a! Ta*rık'ın ne olduğunu sana bildirmiş olan şey nedir? (O, ışığıyla karanlığı) delici olan yıldızdır!
Hiçbir nefis yoktur ki, mutlaka onun üzerinde (amellerini kollayıp) ko*ruyan biri vardır! (Nitekim her insamn yanında, onun yaptıklarını yazan ve onu kaderi dışındaki tehlikelerden koruyan farklı melekler vardır.)Öyleyse insan hangi şeyden yara*tılmış olduğuna (bir) baksın;
O, atılgan suyun (barındırdığı mil*yonlarca canlı hücrenin rahme girmeyi başarabilen) bir parçasından yaratılmış*tır ki;
O (su), (babamn) bel kemiği ile (an*nenin) göğüs kemikleri arasından çık(ıp, anne rahminde birbirine kanş)maktadır.
Muhakkak ki O (Allâh-u Te'âlâ her şeye Kadirse de), özellikle onu (yok*tan var etmesinin ardından, öldürüp toprak ettikten sonra tekrar hayata) döndürmeye elbette (gücü yeten bir) Kadir'dir.
O tüm gizlilerin araştırılıp iyiyle kötünün birbirinden aynl)acağı günde (Rabbi onu diriltecektir)!
Artık onun için ne (başına geleni savuşturacak) bir güç, ne de bir yardımcı yoktur!
Yemin olsun; o (her sene aynı mev-simleriyle ve bol yağmurlarıyla menfaatle*ri insanlara) dönüşlü olan göğe!
Bir de andolsun; o (bitkilerle, ağaç*larla ve gözelerle) yarılan yere ki!
Muhakkak o (Kur'ân-ı Kerîm), el*bette (hakla bâtıl arasım) tamamen ayı*ran bir sözdür.
O asla bir sakal. oyun ve eğlence malzemesi) değildir! (Bilakis tümüyle ciddiyettir.)
Şüphesiz ki o (kâfir ola)nlar (Kur*an'm nurunu söndürmek için) tam bir tu*zak kurarak hile yapmaktadırlar.
Ben de bir hile karşılığı olarak».
haklarındaki muradımı bilmedikleri bir yönden kendilerini azar azar helake yak*laştırarak onlara) ceza vermekteyim!
(Habîbim!) O halde sen kâfirlere mühlet verVe onlar(ı cezalandırmaya birazcık
daha geciktir!" (Târik Sûresi: 1-17)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak: 'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"(Etrafında bulunan) her yerden rız(ı)k(lar)ı oraya bolca gelmekteydi."
(Nahl Sûresi: 112)
"Zaten (kullar hiçbir şey yaratma imkânına sahip olamayıp, temin ettikleri imkânlar da sebebiyetten öte geçemediğine göre,) rızık verenlerin en hayırlısı ancak
Allah'tır!" (Cuma Sûresi:! 1)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak: 'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"(Dünyâ nimetlerinden) yanınızda bulunan şeyler (ne kadar çok ve uzun sü*reli olsalar da bir gün mutlaka) tükenecek*tir. Allah nezdinde olan (dünyevî ve uh-revî mükâfat)lar ise devamlı kalıcıdır!" (Nahl Sûresi:96)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak: 'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.Tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Peki o, yüzü üstü tökezlenici bir halde (düşe kalka) yürüyen (Ebû Cehil gibi) kimse mi daha hidâyettedir, yoksa dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen (ve ayağı hiç kaymayan Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) gibi) bir zât mi?" (Mülk Sûresi:22)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak: 'Var ol!' buyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir.
Siz de ancak O'na döndürüleceksi*niz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Kureyş'i(, yolculuklarında esenlik ve güvenliğe) ülfet ettirdiği için;
Onları kış(ın Yemen'e) ve yaz(ın Şam'a doğru yapacakları ticaret) göçüne alıştırdığı için;
İşte (bu nedenle) ibadet etsinler şu Beyt'in Rabbine (ki, Kâ'be-i Muazza*ma'yı fil ordusundan ve bütün tehlikeler*den ancak O korumuştur);
O Zât'a ki; (leş yemeye muhtaç kal*dıkları) büyük bir açlıktan dolayı onları yedirmiştir.
(Cüzzam ve veba gibi salgın hastalık*ların korkusundan ve fil ordusu gibi saldı*rıların meydana getireceği) şiddetli bir korkudan da onları güvenli kılmıştır!"
(Kureyş Sûresi: 1-4)/
--------------------
O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:
'Var ol!' Duyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzih ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
Ey Rabb'im! Ey Rabb'im! Ey Rabb'im! Ey Allah! Ey Allah! Yâ Allah!
"Habîbim! İki cihan saadeti istiyor*san, Bana duâ ederken) de ki:
"Ey mülkün Mâliki olan Allah! (Saltanat ve) mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın!
Dilediğini (dünyâda yahut âhirette veya her ikisinde de yardım ve tevfîkıne mazhar kılarak) aziz (ve değerli) edersin.
Dilediğini de (iki cihanda rezîl-ü rüsvay ederek) zelil (ve alçak) edersin!
Bütün hayırlar (ve serler) ancak Senin (kudret) elindedir (ki, onun mâhi*yeti kullarca malum değildir).
Şüphesiz ki Sen (güçlü veya âciz kılma, yüceltme ya da alçaltma dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr'sin!
(Gecenin saatlerinden bir kısmını ek*siltip gündüze katarak) geceyi gündüze girdirirsin, (gündüzün saatlerini noksan-laştırıp geceye ilâve ederek) gündüzü de geceye girdirirsin.
Ölüden diriyi çıkarırsın; diriden de ölüyü çıkarırsın! Dilediğini de (darlık ve fakirliğe uğratmadan) hesapsız olarak
riZlklandirirsin!" (Âli İmrân Sûresi:26-27)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak:'Var ol!' Duyurmasıdır, böylece o da hemen meydana geliverir.
(Tenzîh ve) tesbîh O Zât'a ki; her şeyin (görünen ve görünmeyen tüm yönle*riyle) gerçek mülkü O'nun (kudret) elin*dedir, siz de ancak O'na döndürülecek*siniz!" (Yâsîn Sûresi:82-83)
"Ben şahitlikte bulunurum ki; Allâh-u Te'âlâ'dan başka hiçbir ilah yoktur.
O tektir, hiçbir ortağı yoktur. Yine şahitlik ederim ki, şüphesiz Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O'nun kulu ve Rasûlüdür.
Ey Allah! Muhammed e ve Mu*hammed'in Ehl-i Beytine salât ve selâm eyle.
Ey bu ism-i şeriflerle ve âyet-i kerî*melerle görevli olan melekler ve ruhanîler! (İsteğimin yerine gelmesi için davetime) icabet edin.
RAHMAN VE RAHÎM OLAN ALLAH'IN ADIYLA.
"(0,) göklerin ve yerin Bedî'idir(; eşsiz ve örneksiz yaratıcısıdır). O bir iş(in meydana gelmesin)e hükmettiği zaman, ona ancak: 'Var ol!' buyurur, o da he*men meydana geliverir." (Bakara Sûre*si: 117)
"O (Meryem (Aleyhesselâm)): 'Benim için bir erkek çocuk nasıl olabilir? Oysa bana (eş olarak) hiçbir insan dokunma-
miştir...' dedi." (Meryem Sûresi:20) "O (Cebrail (Aleyhisselâm) da):
'(Ey Meryem!) İşte sana! Allah di*lediğini böylece (harikulade bir şekilde) yaratmaktadır!
(Artık O'nun sana babasız bir çocuk verebileceğini yadırgama! Zira) O (bir şeyin meydana gelmesine karar verip) bir işe hükmettiği zaman, ona ancak (harf*ten ve sesten münezzeh olarak):Var ol!' buyurur da hemen mey*dana geliverir.
(Dolayısıyla senin Rabbin, yaratmak istediği şeyleri bazen birtakım sebepler ve ana maddelerle yarattığı gibi, dilerse de hiç bir sebebe dayanmaksızın yoktan yaratabi*lir.)' demişti." (Âli İmrân Sûresi:47)
"Allah nezdinde îsâ'mn (babasız olarak yaratılmasının) şaşılacak durumu, gerçekten Adem'in garip hâli gibidir.
O (Allâh-u Te'âlâ) onu(n bedenini, ana ve baba aracılığı olmaksızın, kuru, kara ve kokmuş) bir topraktan yaratmış, sonra kendisine: 'Var ol!' buyurmuştu, o da hemen (canlı ve mükemmel bir insan olarak) meydana gelivermişti!" (Âli İmrân Sûresi:59)
"Ancak O'dur O Zât ki; gökleri ve yeri hak(lı bir neden ve ins-ü cinnin imti*han yeri olması gibi büyük bir hikmet) ile yaratmıştır.
0'nun(, yaratmak istediği bir şeye,) hak (ve hikmete dayalı) olan buyruğu, (harften ve sesten münezzeh olarak) 'Var ol!' buyurduğu vakitte (gerçekleşmek*tedir ki, o da hemen meydana gelmek*tedir.
(Dolayısıyla mükevvenâttaki hiçbir şey, Allâh-u Te'âlâ'nın hikmetli emrinden hariç bir şekilde meydana gelemez.)"
(En 'âm Sûresi: 73)
"(Bizim istediğimizi yapma gücümü*zü uzak görmenin hiçbir mantıklı îzâhı olamaz. Zira) Biz bir şeyi(n meydana gelmesini) istediğimiz zaman ona buy*ruğumuz, (harften ve sesten münezzeh olarak) ancak ona: 'Var ol!' buyurma-mızdır ki, o da hemen meydana gelive*rir." (Nahl Sûresi:40)
"Çocuk edinmek Allah için asla olacak bir şey değildir! (Çocuk edinmek*ten, tenzih, takdis, arılık ve) tesbîh O'na!O, bir şey(i meydana getirmey)e ka*rar verdiği zaman ona ancak (harften ve sesten münezzeh olarak): 'Var ol!' buyu*rur, o da hemen meydana geliverir."
(Meryem Sûresi:35)
"O bir şeyi(n meydana gelmesini) is*tediği zaman O'nun emri, (harften ve sesten münezzeh olarak) ona ancak: 'Var ol!' İmi vur maşıdır, böylece o da hemen meydana geliverir. (Yâsîn SÛresi;82)
"Ancak O'dur O Zât ki; (ölüleri) diriltmektedir ve (dirileri) öldürmekte*dir!
O, bir iş(in meydana gelmesin)e hükmettiği zaman, ona ancak "Var ol!" buyurur, o da hemen meydana gelive*rir." (Mii'min Sûresi:68)
Ey Allah! Bu âyetler hakkı için ve bunlarda bulunan sırlar bahsi için; iki ci*handa da muradımı ver. Şüphesiz ki Sen herşeye hakkıyla gücü yetensin. Amîn.



BU DUANIN FAZİLETİ



Bu duada, Kur'ân-ı Kerîmin bir çok âyet-i kerîmesinde geçen;
kün feyekün..



"(Allâh-u Te'âlâ yaratmak istediği her*hangi bir şeye) 'Var ol!' (buyurur,) o da hemen var olur" mânâsına gelen "Kün feyekûn" kavl-i şeri*fi bulunan tüm âyetler zikredildiği için bu duayı ihlas ile okuyanların kısa bir zaman içinde hayırlı muradları hâsıl olur.



Hadîs-i şerîfte:
Huz minel kur'eni ma şi'te lima şi'te.
"Kur'ândan dilediğin şeyi, dilediğin niyete al." buyrulduğu üzere, bu duayı okuyan kişi, Allâh-u Te'âlâ'nın: "0l" emrinin, kendi muradına yöneldiğine itikat etmesi hâlinde daha çabuk tesir görür.

HAYATTA GÜÇLÜ OLMANIN YOLLARI


HAYATTA GÜÇLÜ OLMANIN YOLLARI


Ord. Prf. Dr. Ali Fuat Başgil’den Gençlere Öğütler 

 1) Çalışmak için müsait vakit ve saat bekleme. Bil ki her gün, her saat çalışmanın en uygun zamanıdır. 
 2) Çalışmak için müsait yer ve köşe arama. Bil ki her yer, her köşe çalışmanın en uygun yeridir. 
 3) Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında düşmanı gözleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil; bütün ruhi, bedeni kuvvetinle kendini işine ver. 
 4) Devamlı ritmik çalış. Her gün aynı saatlerde mutlaka çalışmaya otur. 
 5) Düşünen insan, maden kuyusunda kazma sallayan işçiden daha çok çalışır. Fikri çalışmalar için günde, devamlı olarak aynı vakitte, 2-3 saat yeter. İbn-i Sina ‘Katb-u Şifa’ adlı eserini günde iki saat çalışarak yazmıştır. 
 6) Çalışmayı uzun ara vererek terk etme. Her günün derdi ve işi ayrıdır. 
 7) Bir eseri ne kadar tamamlarsan(bitirirsen), ondan istifade o kadar fazla olur. Bir günde ve bir zamanda yapman gereken işi ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi de, işi de kendine yeter. 
 8. Her gün bir eserden yüksek sesle beş-on sayfa oku. Bu sayede konuşma ve söz söyleme kabiliyetin artar. Bu sayede konuşma ve söz söyleme kabiliyetin artar. Bir hitabı, dersi iyice öğrendikten sonra, kitabı kapayıp neler öğrendiğini gözden geçir. Daha sonra bunları not et. Dikkat et: Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve manalı olsun. 
 9) Rastladığın edebi, güzel yazıları ezberle. Bu sayede hem kelime ve ifade hazinen zenginleşir, hem de hafızan kuvvetlenir. Bir konu ve mesele hakkında bir yazı veya eser yazmaya karar verdiğinde, önce bu konu üzerinde yazılmış diğer bir eser oku. 
 10) Sıradan bir kimse zamanı nasıl harcayacağını düşünür. Akıllı insan ise zamanı nasıl değerlendireceğini düşünür. Zira kaybedilen bir saniyeyi dünyanın bütün hazineleri getiremez. 
 11) Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma. 
 12) Gene bil ki, çalışma sevgisi güçlükleri yenmekten doğar ve kuvvetlenir. Güçlüğü yenmekten hâsıl olan manevi zevk eşsizdir. Emin ol ki, harpte zafer yılmayanındır. Sebat önünde güçlükler erir ve imkânsız görünen mümkün olur. 
 13) İşinde rastladığın güçlüğü evvela parçalara ayır. Her parçayı birer birer sırayla yen. Mesela bir dersi en basit elemanlarına; kısım, fasıl ve bahislere ayır. Sırayla her bahsi iyice noksansız öğrenip anlamadan, diğer fasıla geçme. Yani attığın adımı iyice basmadan, diğerini atma. 
 14) Hasta ve yorgun değilsen tatil aylarında bile yavaş ve az da olsa çalış. Ta ki çalışma ihtiyacın körlenmesin ve tekrar çalışmaya koyulmak için zahmet çekmeyesin. Dinlenme bahanesiyle asla boş durma. Boş oturmanın içi, işlemeyen demir gibi, pas tutar. 
 15) Bir işi yapmaya koyulduğunda telaşlanıp sabırsızlanma. Sakin ve metin ol. Yol al, fakat acele etme. Sindirerek çalış ve öğren. İşinde ve dersinde herhangi bir fikir ve noktayı ihmal edip geçme. Küçük ihmalden bazen büyük zararlar doğduğunu unutma. 
 16) En yeni fikirler, eski fikirlerin elbise giymiş halleridir. Dilbilgisi bir gaye değil araçtır. Asıl amaç olan fikir zenginliğidir. Kişinin kıymeti dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir. Onu öz ve yazı açığa vurur.

HAYATTA GÜÇLÜ OLMANIN YOLLARI

Etrafınızda kendinden emin, güçlü ve dik duran bir kişi olarak bilinmek istiyor, tüm zorluklara kolayca göğüs germek istiyorsanız bu önerilere göz atın.. Hatta gerekirse not alın..
1- İş ve özel yaşamınızda sevilen biri olun. Pozitif davranın. Sevmediğiniz insanlara karşı mesafeli ancak sevecen yaklaşın. Çevrenizin geniş olması, istenilen biri olmanız sizi güçlü kılar.

2- Sırlarınızı herkesle paylaşmayın. Arkadaş seçiminizi yaparken başarınızı sorgulayan, nasıl elde ettiğinizi soran kişilerden uzak durun. Sizi kıskanan kişilerle iletişimi kaparmadan, yüzeksel idare edin.

Sırlarınızı herkesle paylaşmadığınız sürece sizi kıskanan kişilere koz vermemiş olursunuz.
3- Düşman kazanmayın. Bazen olaylar karşısında objektif davranmanız zor olabilir, sinirlerinize hakim olmanız güçleşebilir. Sizinle ilgili gelişen durumlarda cevabınızı hemen vermeyin, sakinleştikten sonra tavrınızı ortaya koyun.
4- Başkalarına yardımcı olun. Disiplin güç uygulamak değildir. Maddi-manevi kişinin yanında olmaktır. Sizden yardım isteyenlere, gelecekte çalışabileceğiniz potansiyeli olan kişilere yardım etmelisiniz. Böylece etrafınızdakiler sizen her zaman sevgi ve minnetle bahsedeceklerdir.
5- İş arkadaşlarınızla flört etmeyin. Aynı iş yerinde çalıştığınız birine aşık olmanız sizi güçsüz gösterebilir. İş yerinde beğenilmek ve gelen teklifleri geri çevirmek kendinize olan güveninizi artıracak.
6- Diğerlerinden farklı olun ve erkeksi bir hobi edinin. Rekabetçi sporlar iş yerinde de rekabetçi bir ruha sahip olmanızı sağlar.
7- Teknolojiyle ilgilenin. Bilgisayar gibi günün teknik araçlarını çok iyi kullanın. Bilmediğiniz şeyleri en kısa zamanda öğrenin.
8- Güçlü bir partner, hayat arkaşadı seçin. Sevgiliniz güçsüz görünürse siz de öyle olursunuz. Güçlü insanlar mantıklarını duygularının önüne geçirmeden hareket ederler.
9- Dış görünümünüze mutlaka özen göstermelisiniz. Kıyafet, saç, makyaj, ayakkabı ve çanta tercihleriniz çok önemli. İş hayatındaki kıyafet tercihleriniz çok önemli. Dikkat etmeniz gereken şey ise, çok fazla kendinizle ilgileniyor gibi görünmemeniz.

KİŞİLİK VE KİŞİLİĞİN ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTAKİ YERİ Ali Can GÖZCÜ



KİŞİLİK VE KİŞİLİĞİN ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTAKİ YERİ
Ali Can GÖZCÜ

Atılım Üniversitesi, Siyasi ve Ekonomik Araştırmalar Laboratuvarı
Örgütler, rekabet ortamında varlıklarını sürdürebilmek ve örgütsel hedeflerine, amaçlarına ulaşabilmek için kaynaklara ihtiyaç duyarlar. Bu kaynakların temini ise tek başına yeterli değildir. Temin edilen kaynakların verimli kullanımı örgütsel amaçların gerçekleştirilmesinin önemli şartıdır. Örgütün sahip olduğu kaynaklar arasında insan kaynağı söz konusu verimlilik ve etkililiğin önkoşulları arasında yer alır ve son derece kritik öneme sahiptir.

Kişilik, bir bütünün en küçük parçası olan bireyin sahip olduğu ve ona ait olan özelliklerin tümüdür diyebiliriz. Bütün olarak tanımlayabileceğimiz, çalışma grupları, şirketler, örgütler insan kaynağı açısından ele alındığında, farklı kişilik tipleri özelliklerine sahip bireylerin bir arada olduğu, ortak örgütsel hedeflere ulaşma amacı olan yapılardır. Bu yapılar içerisinde farklı kişilikleri birer renk ve örgütsel yapıyı da bir resim olarak düşünürsek, farklı renkler o resmi zenginleştireceği ve örgüt içerisinde çeşitliliği sağlayacağı gibi, uyumsuz olan renkler (kişilikler) o resmin beklendiği derecede güzel olmamasına (örgüt uyumunun sağlanamamasına) neden olabilir. Bu yazıda, kişilik ve kişilik olgusunun örgütsel hayatta yerine dair genel değerlendirmelere yer verilmektedir.

Erdem (2012,s.153), kişilik kavramını “bir bireyin diğer bireylere tepki göstermek veya onlarla etkileşime girmek için kullandığı yolların tamamı” olarak tanımlamaktadır. Kişilik psikolojisinin evrimsel olarak geçmişten günümüze değerlendirmesini ve ileriye dair araştırmalarda izlenebilecek hususlar göz önünde bulundurulduğunda, psikoanalitik paradigma, özellik paradigması, davranışçı paradigma ve hümanist paradigmalar arasındaki temel farklılıklar üzerinde incelemek olanaklıdır (Funder, 2001). Ancak yine de, yeni paradigmalar arasında yer alabilecek sosyal-bilimsel, biyolojik ve evrimsel paradigmalara dikkati çekmekte gerekmektedir. 

Kelime anlamı ile kişilik ilk olarak “Person - Şahıs - Kişi”, “Personal - Şahsi - Kişisel”, “Personality - Şahsiyet - Kişisellik” olarak bir evrilme sürecini ifade etmektedir. “Aynı zamanda “oyun maskesi” anlamına gelen “persona” sözcüğünden türetilmiştir” (Benson, 2012). Psikoloji kitaplarında yer alan birkaç tanımda ise kişiliğe farklı açılardan yaklaşılsa da, kendimce tanımladığım şekli ile; “bireye özgü ve bireyi oluşturan davranış şekillerinin tamamı” olma itibari ile ortak bir ifade de birleşilmiştir. “Kişilik, bir insanı başkalarından ayıran duyuş, düşünüş ve davranışların bütünüdür. Kişiliğin ahlaktaki anlamı etki almayan şaşmaz ve çevresine etkili olan bir benliktir. Sanat alanında da yalnızca kendine özgü sanat anlayışı olanda kişilikten söz edilebilir”(Gürtürk) Kişilik, aslında bir bakıma hayata(örgüt yapısına) farklı pencerelerden bakan ve kendi bakış açılarıyla anlayıp, anlamlandıran ve yorumlayan dinamik bir yapıdır. 

Aynı pencereden bakılsa bile her kişilik, kendi kişilik yapısı ve özellikleri paralelinde baktığı şeyi farklı algılayabilmekte ve bunun sonucunda farklı davranış şekli geliştirebilmektedir.
Psikologların bir kısmı, genel kişilik “tipleri” üzerinde durmuştur. “Örneğin, C. G. Jung’un İçedönüklük ve Dışadönüklük kavramlarını alan Hans Eysenck, Nevrotik –Kararlı eksen üzerinde kendi geliştirdiği soru formlarını (EPI, EPQ) kullanarak Jung’un kavramlarını geliştirmiştir. Eysenck, kişilik tiplerinin esasen doğuştan geldiğini iddia etmiştir. İyi bilinen bir başka “tip” teorisi ise, Friedman ve Rosenman’a (1959) aittir. Bu teoriye göre, A tipi kişiler rekabetçi, sabırsız, huzursuz, ve kalp hastalıkları, kanser vb. hastalıklara yatkın kişilerken, kişiliği B tipi olanlar değildir. Kişilik özellikleri teorisi konusunda, bazı Psikologlar da, kişinin ayırt edici özelliklerini, yani “kişilik özelliklerini” belirleme yoluna gitmiştir; örneğin Casttell’in 16 Kişilik Etkeni (kendi geliştirdiği “16PF” kişilik envanteriyle ölçtüğü), uysal-baskın, güven duyan- şüpheci, pratik-hayalci vb. özellikler içerir. Bu tür envanterler, kişiliğin niceliksel ölçümüyle uğraşan psikometrinin temelini oluşturur” (Benson, 2012). Kendi hayatımızda çevremizdeki insanlara dair gözlemde bulunduğumuz zamanda yine benzer şeyleri

görmemiz muhtemeldir. Örneğin sabırsız, huzursuz, pimpirikli bir yapıya sahip olan kişi, yani A tipi kişilik özelliklerine sahip olan biri gözlemlediğimizde genel olarak bazı hastalıkları da daha çok taşıyan ve -neden bunlar benim başıma geliyor- diye bunu sorgulayan ve huzursuzluk durumu devam eden kişilerdir. B tipi kişilik olarak tarif edilen bireylerde ise, olayı akışına bırakma, sabır ve rahatlık ile durumları bekleme, bunun paralelinde stresten ve çeşitli sağlık problemlerinden görece daha uzak kişiler olduğunu görmekteyiz. Aslında bu gözlemi çevremizdeki insanlar geneline de yayıp bu tespitleri toplum içerisinde direk olarak gözlemleyebiliriz.
Günümüzde kişilik üzerinde düşünülüp, örgütsel yapılar içerisinde kişilik tipleri üzerinde tanımlama ve sınıflandırma yaparken birçok farklı yöntemin varlığını görürüz. Bu yöntem ve modellerin en baskın olanlarından ikisi, Myers-Briggs Tipi Gösterge ve 

Büyük Beş Kişilik Modeli’dir.
Kişilik Tipi
Özellikleri

Dışa dönük (D) ya da İçedönük (İ)
Dışadönük bireyler sempatik, sosyal ve kendini ifade edebilen kişilerdir. İçedönükler sessiz ve utangaçtırlar.
Algısal (A) ya da Sezgisel (S)
Algısal tipler pratiktirler ve günlük işler ve düzeni tercih ederler. Detaylar üzerinde yoğunlaşırlar. Sezgiseller bilinç dışı süreçlere itimat ederler ve “büyük resim”e bakarlar.
Düşünen (Ü) ya da Hisseden (H)
Düşünen tipler problemlerle ilgilenirken düşünce ve mantığı kullanırlar. Hisseden tipler kişisel değerlerine ve duygularına itimat ederler.
Yargılayan (Y) ya da Kabullenen (K)
Yargılayan tipler kontrol isterler ve dünyalarının düzenli ve yapılandırılmış olmasını tercih ederler. Kabul eden tipler esnek ve içlerinden geldiği gibi davranırlar.
Kaynak; İnci Erdem, (2012), Myers-Briggs Tipi Gösterge (Myres-Briggs Type Indicator-MBTG)

Bir diğer model olan ve beş temel boyutu kapsayan Büyük Beş Kişilik Modeli, literatürde kabulü olan ve doğruluğu çeşitli tezlerle de desteklenen bir başka kişilik değerlendirme modelidir. Büyük Beş Kişilik Modelinde beş etken tanımlanmıştır. Bunlar; Duygusal Kararlılık, Dışadönüklük, Açıklık, Uyumluluk, Sorumluluk olarak sınıflandırılmıştır. 

Örneğin, Sorumluluk özelliğine sahip bir kişilik tipi, örgüt içerisinde; daha fazla çaba ve sebat, daha fazla güdü ve disiplin, daha düzenli ve planlı olma durumunun, daha yüksek performans, geliştirilmiş liderlik, daha uzun ömürlülük (şirkete bağlılık) durumunu etkilediği tespit edilmiştir. Kişiliği belirleyen faktörler değerlendirildiğinde oldukça eski bir tartışma olan kalıtım-çevre tartışmasında kendimizi bulabiliriz. Her iki bakış açısıda önemli kabul edilmekle birlikte araştırmalar kalıtıma daha fazla pay vermektedir (Erdem, 2012). Günümüzde şirketler, çalışanlarını seçerken kişilik tiplerine ve örgüt yapısı ile uyumuna dikkat ederek ve bir öngörüde bulunarak, hatta çeşitli kişilik testleri uygulayarak personellerini seçmektedir. Çünkü kişilik iş yaşamı ilişkisi oldukça önemlidir. Yazının daha sonra yayımlanacak olan ikinci bölümünde kişilik-iş yaşamı ilişkisinde değinilmiştir.

Kaynaklar
1. Cüceloğlu. D., (2012). İnsan ve Davranışı Psikolojinin Temel Kavramları.
2. Kowalski. R., (2010). Drew Westen, Psychology.
3. Littaver. F., (1995). Kişiliğinizi Tanıyın.
4. Benson. N. C. , (2012). Psikoloji.
5. Topsever. Y., (1996). VII. Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmaları.
6. Güntürk. S. Psikoloji Özeti.
7. Köknel. Ö. Kaygıdan Mutluluğa Kişilik.
8. Dökmen. Ü., (2008). İletişim Çatışmaları ve Empati.
9. Carnegie. D., (2010). İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları.
10. Freud. (2000). Psikanaliz Üzerine.
11. Karakaç. S., (1988). Bilimsel Psikoloji Temel İlkeler.
12. Yelboğa. A., (2006). Kişilik Özellikleri ve İş Performansı Arasındaki İlişkinin İncelenmesi.
13. Özsoy. E. ve Yıldız. G. , (2013). Kişilik Kavramının Örgütler Açısından Önemi; Bir Literatür Taraması.
14. Erdem. İ., (2012). Örgütsel Davranış.
15. Göbekçin. T. Psikolojinin Temel Dinamikleri.
16. Tunç. M. Ş., (1928). Psikoloji.
17. Türk Psikologlar Derneği., (1996). IX. Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmalar

Kur’an Ve Hadisler Işığında Kalp Abdullah TURAN


Kur’an Ve Hadisler Işığında Kalp

Abdullah TURAN

"Kalp" kelimesi, Kur'ân-ı Kerim ve hadislerde sıkça vurgulanan ve İslamî literatürde çok özel bir yer kazanan terimlerden biridir. Peki Kur'an ve hadislerde özellikle üzerinde durularak kalp terimiyle ifade edilen şeyden ne kastedilmektedir? Acaba vücudun sol tarafında yer alan ve devamlı atışıyla kanı insan vücudundaki organlara pompalayarak hayvanî hayatın devamlılığını sağlayan bildiğimiz bu bir yumruk büyüklüğündeki kaslardan oluşan et parçasından mı söz edilmektedir? İslami literatürden azıcık haberdar olan bir kimse, Kur'an ve hadislerde sözü edilen kalpten bu et parçacığının kastedilmediğini açıkça bilmektedir. Çünkü bilinen et parçasının görev ve fonksiyonu fiziki bir eylem iken, Kur'ân-ı Kerim ve hadislerin, söz konusu ettikleri kalbe tamamıyla manevi bir misyon ve fonksiyon yüklediklerini görmekteyiz.
Bu hususta Kur’an-ı Kerim’den birkaç örnek vermek istersek, şu mevzulara işaret edebiliriz:

1- Akıl erdirme ve zihnen kavrama: "Hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki; onların kendisiyle akledecekleri kalpleri olsun..." [1]

2- Akıl erdirememe ve kavrayamama: "Kalpleri vardır, onunla kavrayıp anlayamazlar; gözleri vardır, onunla göremezler, kulakları vardır onunla işitemezler." [2] Ayrıca: "…Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlayamazlar." [3]

3- İman: "…Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları katından bir ruh ile desteklemiştir..." [4]

4- Kâfirlik ve imansızlık: "Ahirete inanmayanlar var ya, onların kalpleri inkârcıdır ve kendileri de böbürlenen kimselerdir." [5] Başka bir ayette: "Onlar (kâfirler), Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar da onların ta kendileridir.” [6]

5- Nifak: "Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin aleyhlerine inmesinden çekiniyorlar." [7]

6- Hidayete kavuşmak: "Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah her şeyi bilir." [8] Başka bir ayette: "Hiç şüphesiz bunda (geçmişleri helak etmekte) kalbi olan veya bir şahid olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." [9]

7- Gaflet: "…Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz ve istek ve duygularına (hevasına) uymuş olana itaat etme." [10]

8- Emniyet ve Huzur: "Bilesiniz ki; kalpler yalnız Allah'ı anmakla huzur bulur." [11] Bir başka ayette: "Müminlerin kalplerine; imanlarına iman katıp arttırsınlar diye, güven duygusu ve huzur indiren O'dur." [12]

9- Izdırap ve kuşku: "Senden, yalnızca Allah'a ve Ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp da kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister." [13]

10- Şefkat ve merhamet: "Ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık..." [14] "O, seni yardımıyla ve müminlerle destekledi ve onların kalplerini uzlaştırdı." [15]

11- Kabalık ve katı yüreklilik: "Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderlerdi." [16]

Bu zikrettiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere, kalp Kur'ân'da çok seçkin bir yere oturtulmuş ve nefsanî işlerin birçoğu ona nispet edilmiştir. Mesela; iman, küfür, nifak, akıletme, kavrama, kavrayamama, takva, hakkı kabul etme, hakkı kabul etmeme, hidayet, dalalet, hata, kasıtlı olma, taharet ve temizlik, pislik ve kirlilik, yumuşaklık, kabalık, ülfet, zikir, gaflet, korku, öfke, tereddüt, kuşku, şüphe, merhamet, katı kalplilik, hasret, huzur, kibir, kıskançlık, isyan ve sarsılma gibi manevi boyutu olan eylem ve özellikler, kalbin eylem ve özellikleri olarak sıralanmıştır.
Biyolojide söz konusu edilen "kalp", elbetteki bu eserlerin kaynağı değildir ve olamaz da; bu eserler, nefsin ve ruhun ortaya koyduğu eserlerdir.
Buna dayanarak, kalp insanın insanlığın bağlı olduğu melekûtî yani metafizik bir cevherdir denebilir.
Kalbin makamı Kur'ân'da öyle yücedir ki, "vahiy", yani insanın Allah ile bağlantı ve irtibatı söz konusu olduğu zaman kalp, bu bağlantının merkezi olarak tanıtılmaktadır. Allah Teâla, Hz. Resul-i Ekrem'e (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Onu, Ruh'ul Emin senin kalbine indirdi ki, uyarıcılardan olasın." [17]
Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: "De ki, kim Cibril'e düşman ise, (bilsin ki,) gerçekten Kitab’ı Allah'ın izniyle senin kalbine, kendinden öncekileri (önce indirilen kitapları) doğrulayıcı, bir hidayet rehberi ve müjdeci olarak indiren O'dur." [18]
Kalbin makamı öyle yücedir ki, insan o makamda vahiy meleğini görebilir, sözlerini işitebilir.
Allah Teala şöyle buyuryor: "Böylece, O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti, gördüğünü gönül yalanlamadı." [19]

KALBİN SAĞLIK VE HASTALIĞI

Hayatımız, ruha; başka bir tabirle de kalbe bağlıdır; vücudu idare eden odur; bütün uzuvlar ve organlar onun emri altındadır, bütün davranışlarımız, fiil ve aksülamellerimiz ondan kaynaklanır. Bu açıdan, insanın saadet ve bedbahtlığı insanın kendi ruhuna, kalbine bağlıdır denebilir.
Sonra nasıl ki, insanın fizyolojik bedeni bazen sıhhatli, bazen de hasta olursa; Kur'ân-ı Kerim ve hadisler; kalbin yani ruhun da bazen sağlıklı, bazen de hasta olduğunu vurguluyorlar. Allah Teala şöyle buyuruyor: "O gün, ne mal fayda verir ne de evlat; ancak Allah'a selim (sağlıklı) bir kalple gelenler başka." [20]
Ve yine şöyle buyuruyor: "Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." [21]
Başka bir yerde de buyuruyor ki: "Cennet çekinenlere yaklaştırılmış, onlardan uzakta değildir. İşte; "size, mâbûduna tövbe eden, emri iyiden-iyiye koruyan, görmediği halde Rahman’dan korkan ve O’na yönelmiş bir yürekle gelen kimselere vaad edilen budur" denir." [22]
Gördüğünüz gibi bu ayetlerde sağlık, kalbe de nispet verilmiş ve insanın uhrevi saadetinin, selim ve Allah'tan korkan bir kalple O'na dönmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır. Diğer taraftan, Kur'an-ı Kerim'in bazı kalpleri de hasta olarak tanıttığına şahit oluyoruz; örneğin:
"Kalplerinde hastalık vardır; Allah da hastalıklarını artırmıştır” [23] diyor.
Ve yine şöyle buyuruyor: "Kalplerinde hastalık olanlara gelince iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip, arttırır ve artık onlar kafir olarak ölürler.” [24]
Diğer bir yerde ise buyuruyor ki: "Hani; münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: Allah ve Resulü bize aldanıştan başka bir şey vaad etmedi, diyorlardı." [25]
Ve yine şöyle buyuruyor: "Kalplerinde hastalık bulunanların; "başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün…." [26]
Bu ayetlerde küfür, nifak ve kâfirlerle dost ve arkadaş olmak kalbin hastalığı olarak tanıtılmıştır. İnsanın fiziksel bedeni gibi, kalp ve ruhunun da sağlık ve hastalığının olduğunu bildiren bu gibi ayetler ve Resulullah'tan (s.a.a) ve Masum İmamlar’dan (a.s) nakledilen yüzlerce hadisi, 'bunlardan mecazi anlam kastedilmiştir' şeklinde nitelendirmek doğru değildir. Zaten bu ayet ve hadisler bu ihtimale mahal da bırakmıyor. Velhasıl kalplerin ve nefislerin yaratıcısı olan Allah Teala, insanı ve kalbini doğru tanıyan kutlu Peygamberimiz (s.a.a) ve Masum İmamlarımız (a.s) bazı kalplerin hasta olduğunu haber vermekteler. O halde kalbin hasta ve sağlıklı oluşu niçin bir hakikat olmasın?! İnsanı gerçek anlamda tanıyanlar; nifak, hakkı kabul etmemek, kibir, kin beslemek, öfke, ayıp aramak, başkalarını çekiştirmek, ihanet, bencillik, korku, başkalarının kötülüğünü istemek, iftira, ağzı bozukluk, gıybet, kabalık, zulmetmek, ara bozuculuk, cimrilik, hırs, kusur arama, yalan konuşma, makamperestlik, gösteriş, iki yüzlülük, hile, suizan, katı kalplilik gibi çirkin sıfatları, kalp ve ruhun hastalıkları olarak zikretmişlerdir. Böyle bir kalbe sahip olarak ölenler, Allah Teala'nın katına sağlıklı bir kalple gitmediklerinden; " O gün, ne mal fayda verir ne de evlat; ancak Allah'a selim (sağlıklı) bir kalple gelenler başka." [27] ayetinin kapsamı dışında kalırlar.
Kalp ve nefsin hastalıkları küçük ve ehemmiyetsiz sayılamaz; çünkü bu hastalıklar vücut ve cismin hastalıklarından kat kat daha tehlikelidir; tedavisi daha da zordur. Cismi hastalıklarda; vücudun dengesi bozulur, ağrı, rahatsızlık duyulur ve en fazlası cismi bir organ bozularak kendi görevini yapamaz hale gelir; yada zararlı bir konum arz eder. Ancak her halükarda bu hastalıklar, sınırlı olup sadece ölünceye dek devam edebilir. Ama kalp ve nefis hastalıkları, uhrevi bedbahtlık, işkence ve azaplara sebep olur, bu azap ve acılar ise kalbin derinliklerine inerek ruhu yakar, kül eder. Bu dünyada Allah'tan gafil olan, ilahi ayet ve nişaneleri göremeyen, bir ömür dalalet, küfür ve günah içinde çırpınıp duran bir kalp, gerçekte kör ve karanlıktır. Kıyamette de bu kör ve ışıksız haliyle mahşere çıkarılır; sonunda da acı ve zor bir hayat dışında bir şey göremez. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Der ki: Yâ Rabbi! Beni neden kör haşrettin, halbuki ben görüyordum.” Allah da der ki: “Sana delillerim geldi de unutuverdin onları, işte sen de tıpkı öyle bir unutulmadasın bugün." [28]
 Ve yine şöyle buyuruyor: "Onunla akledecekleri bir akıl, işitecekleri bir kulak elde etmek için hiç mi yeryüzünde gezip dolaşmazlar? Gerçekten de gözler kör olmaz, ama gönüllerdeki can gözleri körleşir." [29]
Başka bir yerde de buyuruyor ki: "Biz gece ve gündüzü, birer delil olarak yarattık. Rabbinizin lütfünü aramanız, yılların sayısını bilmeniz, hesâbını anlamanız için, gecenin karanlığını silip yerine başka bir delil olan ve her şeyi gösterip belirten gündüzü getirdik. İştebiz, her şeyi apaçık anlatmadayız." [30]
Ve yine şöyle buyuruyor: "Allah, kimi doğru yola sevkederse, odur doğru yolu bulan; kimi de saptırırsa, artık onlara O'ndan başka bir yardımcı bulamazsın ve biz onları, kıyamet günü, yüzükoyun olarak kör ve dilsiz haşrederiz, yurtları da cehennemdir; orasının ateşi yavaşladıkça alevini fazlalaştırır, yakar-yandırırız." [31]
Bazıları bu ayete şaşırarak şöyle diyebilirler: "Ne demek yani; kıyamette insanın batını gözü nasıl kör olacak? Bizim bu zahiri göz ve kulaktan başka da bir göz ve kulağımız mı var?!” Bu soruların cevabı; "Evet"tir. İnsanların yaratıcısı ve insanı tanıyan ilahi kimseler (peygamberler ve imamlar) insanın kalbinin ve ruhunun da göz, kulak ve dili olduğunu bildirmişlerdir. Ancak onun gözü, kulağı ve dili kendi türündendir. İnsanın nefsi, sırlarla dolu bir varlık olup kendi zatının batınında (içinde) özel bir hayatı vardır. Nefsin, kendisinin özel bir âlemi vardır. O âlemde hem nur vardır, hem de zulmet; hem sefa ve aydınlık vardır, hem de kırgınlık ve bulanıklık; hem görme ve işitme vardır, hem körlük ve sağırlık. Ancak, o âlemin nur ve zulmeti dünya alemindeki nur ve zulmet türünden değildir. Allah'a, kıyamet gününe, nübüvvete ve Kur'ân’a iman, nefis âleminin nurudur. Bunları inkar ise, nefisin zulmetidir. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"…Ona (Hz. Muhammed'e) inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır." [32]
Yine şöyle buyuruyor: "…Gerçekten size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir." [33]
Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: "Allah kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden olan bir nur üzerinde değil midir? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşanların vay hallerine. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler." [34]
Allah Teala, bize İslam'ın, Kur'an'ın, imanın, İslam ahkâmı ve kanunlarının baştan başa nur olduğunu ve onları izlemenin kalbi aydınlatacağını bildirmektedir. Gerçekten de insan bunlarla bu dünyada kalbi aydınlatırsa, ahiret yurdunda da bunun sonucunu (mükâfatını) görür. Yine Allah Teala bize, küfrün, nifakın, günahın, hakka isyan etmenin zulmet ve karanlık olduğunu, bunların kalbi siyahlaştırıp bulandırdığını ve bu hatalara bulaşan insanın, bunların acı sonuç ve cezasını ahiret yurdunda göreceğini bildirmiştir. Aslında Peygamberler, halkı küfrün zulmetlerinden çıkarıp iman nuru ortamına sokmak için gönderilmişlerdir. Nitekim Allah Teâla buyuruyor ki:
"Bu, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarmak için sana indirdiğimiz bir kitaptır." [35]
Müminler bu dünyada iman, nefsi temizleme ve tezkiye etme, ahlakî değerler, Allah'ın zikri ve iyi amellerin nuruyla kalp ve nefislerini nurlandırırlar. Batınî göz ve kulaklarıyla hakikatleri görür, işitir ve kemal derecelerinde Allah'a yakınlığa doğru hareket ederler. Böyle nefisler, bu dünyadan göçtükleri zaman nur, mutluluk, neşe ve güzellik alıverirler ve ahiret âleminde de bu dünyada hazırladıkları nurdan faydalanırlar. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"O gün, mümin erkeklerle mümin kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında aydınlatıp giderken görürsün. (Onlara): "Bugün müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan cennetlerdir. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur."(denir). [36]
Evet, ahiret yurdunun nuru, bu âlemde hazırlanmalıdır; bu yüzden kâfirler ve münafıklar ahiret âleminde nursuz kalırlar; Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"O gün, münafık erkeklerle münafık kadınlar, müminlere derler ki: "(Ne olur) Bir göz atın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara "arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp bulmaya çalışın", denilir…" [37]

HADİSLERDE KALP

Gerçek anlamda insanı tanıyanlar (peygamberler ve imamlar) insanların kalpleri hakkında çok ilginç, çok derin nüktelere işaret etmişlerdir. Burada onlardan bir kısmını belirtmeyi yararlı görüyoruz.
Bazı hadislerde kalpler üç kısma ayrılmıştır. Örneğin İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:
"Kalp üç kısma ayrılır. Birinci kısım hayırlı hiçbir şeyi idrak etmeyen ters kalptir; bu kalp kâfir kimsenin kalbidir. İkinci kısım kendisinde siyah bir nokta olan kalptir; böyle bir kalpte hayır ve şer sürekli savaş ve çekişme halindedir. Onlardan hangisi daha güçlü olursa kalbe o galip gelir. Üçüncü kısım açık kalptir; bu kalpte hiçbir zaman sönmeyecek bir ışık ve nur vardır. Bu ise mümin kimsenin kalbidir.” [38]
İmam Sadık (a.s) ise babalarından şöyle nakletmişlerdir: "Kalp için hiçbir şey günahtan daha kötü değildir. Kalp günahla karşılaşır ve onunla savaşır, nihayet günah kalbe üstün gelir ve onu terse çevirir.” [39]
İmam Seccad (Zeyn-ul Abidin) (a.s) ise bir hadiste şöyle buyuruyor: "İnsanın dört gözü vardır. İki (zahirî) gözüyle din ve dünyasıyla ilgili şeyleri görür ve iki (batınî) gözüyle de ahiretle ilgili şeyleri görür. Allah Teala kulunun hayrını istediği zaman gayb âlemini ve ahiretle ilgili olan şeyleri görmesi için kalbinin iki gözünü açar ve eğer kulunun hayrını istemezse onun kalbini kendi haline bırakır." [40]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyorlar: "Kalbin iki kulağı vardır; iman ruhu, fısıldayarak onu iyi işlere davet eder; şeytan ise fısıldayarak onu kötü işlere çağırır. Onlardan hangisi diğerine galip gelirse kalbe o egemen olur." [41]
İmam Sadık (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle naklediyor: "Körlüklerin en kötüsü kalbin kör olmasıdır." [42]
İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurmuşlardır: "İnsanın kalbinde beyaz ve açık bir nokta vardır. Eğer günah işlerse onda siyah bir nokta oluşur; daha sonra tövbe ederse, siyah nokta giderilir; ancak hala günah işlemeye devam edecek olursa siyah noktalar tedricen fazlalaşır ve nihayet beyaz noktaların tamamını örter. Bu durumda böyle bir kalbin sahibi asla iyiliğe dönmez ve: "Hayır onların kazandıkları, kalplerini paslatmıştır."[43] ayetin kapsamına girer." [44]
Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor: "Kimin takvası az olur da haramdan iyice kaçınmazsa kalbi ölüverir; kalbi ölen kimse ise cehenneme girer."[45]
Hz. Ali (a.s) oğluna şöyle vasiyet etmiştir: "Oğulcağızım! Fakirlik belalardan biridir. Ondan daha kötüsü, vücudun hasta olmasıdır; kalbin hasta olması ise vücudun hasta olmasından daha kötüdür. Rızkın ve malın bolluğu, Allah'ın nimetlerinden biridir. Ondan daha üstünü, vücudun sağlıklı oluşudur ve ondan da üstünü kalbin takvalı olmasıdır.” [46]
Hz. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle naklediliyor: "Hz. Davud (a.s) Allah Teala'ya: “Allah'ım, bütün padişahların hazinesi vardır, öyleyse senin hazinen nerededir?” diye arz edince, Allah Teala Hz. Davud'a cevaben şöyle buyurdu: Benim Arş’tan daha büyük, Kürsü’den daha geniş, Cennet’ten daha güzel kokulu ve meleklerden daha güzel görüntülü bir hazinem vardır. O hazinenin arzı (yeri) marifettir, seması imandır, güneşi şevktir, ayı muhabbettir, yıldızları ilhamlar ve Allah'ın teveccühleridir; bulutları akıl, yağmuru rahmet, meyve ve tomurcukları itaat, meyvesi ise hikmettir. Benim hazinemin dört kapısı vardır: Birincisi ilim, ikincisi akıl, üçüncüsü sabır, dördüncüsü razılıktır. Bilin ki, benim hazinem (mümin kullarımın) kalbidir." [47]
İlâhi kalp tanıyıcıları (peygamberler ve imamlar) bu hadislerde kalp hakkında çok güzel noktalara değinmişlerdir Biz burada onların bazısına işaret etmekle yetineceğiz. Yukarıda da gördüğümüz üzere bazı hadisler, kalpleri üç kısma ayırmışlardır:
1- Kâfirin Kalbi: Kâfirin kalbini şöyle tanımlarken buyurmuşlardır ki; o terstir, onda hayırdan hiçbir şey kalmamıştır; böyle bir kalp, kendinin asıl fıtratından sapmış olduğundan yukarı âleme asla bakmaz, sadece dünyaya teveccüh eder. Dolayısıyla da Allah'ı ve ahiret âlemini kavrayamaz, anlayamaz. Tamamıyla hayırdan boşaldığı için onun hakkında hayır, iyilik ve salah düşünülemez. Sonra, bir eylem ancak Allah'a doğru ve O'nun rızasını kazanmak amacıyla yapılırsa, kemal derecelerinde yer alır. Kâfir ise, Allah'ı kavramamak için kalbini tersine çevirmiştir; dünyadan başka bir hedefi de yoktur. O, Allah'a yakınlaşmayı değil, dünyaya kavuşmayı ister. Böyle bir kalbin aslında hakkı görebilecek gözü vardıysa da, artık bu gözünü kör etmiş ve hakikatlerin en barizini, yani âlemin yaratıcısını göremez, anlayamaz duruma gelmiştir. Dolayısıyla bu dünyada kör ve imansız olduğu gibi, ahiret yurdunda da kör olarak haşredilecektir. Dünya yaşamında sırf dünya işlerine gönül verdiği için de ahiret âleminde de sadece bu tutkusu olacaktır. Ancak, ahirette artık dünyayı bulamayacak ve aradığını elde edememenin ateşinde yanacaktır. Böyle bir kalpte iman nuru parlamaz; tam aksine bu kalp tamamıyla kararmış olur ve Kur'an'ı Kerim'in tabiriyle zulmet üzere zulmetten başka bir şey bulamaz. Allah Teala buyuruyor ki; "Yahut (kafirlerin duygu, düşünce ve eylemleri) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir ki, dalga üzerine dalga kaplar; üstünde de kara bulutlar bulunur; karanlık üstüne karanlık; elini çıkarıp uzatsa neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur." [48]
2- Müminin Kalbi: Kâfirin kalbi karşısında müminin kalbi kâmildir; salihtir; kapısı yüce âleme ve gayb âlemine doğru açıktır. Onda iman meşalesi yanmakta olup asla sönmez. Kalbinin her iki gözü de görür; gayb âlemini ve ahiretle ilgili şeyleri işte o iki gözüyle görür. Böyle bir kalp sürekli kemale, cemale, mutlak hayra, yani Allah Teala'ya teveccüh eder ve ona yakınlaşmayı diler. O, sadece Allah'ı ister. Ahlakî değerler ve iyi amelle O'na doğru hareket eder, O'nu arar. Böyle bir kalp Arş’tan ve Kürsü’den daha geniştir, Cennet’ten daha güzeldir; Allah'ın sır hazinesidir; ilahi nurların parlayış yeridir. Böyle bir kalbin yeri, Allah'ı tanımaktır; seması, imandır; güneşi, likaullah şevkidir; ayı, Allah sevgisidir; meyveleri ise ibadet ve itaattir. Onda akıl hakimiyet kurmuştur; dolayısıyla Allah'ın rahmet yağmuru kalbe yağmaktadır. Böyle bir kalpte Allah'tan ve Allah'ın yakın meleklerinden başka hiç kimsenin ve hiç bir şeyin yeri yoktur. O; nur, neşe, şevk, mutluluk ve sefa ile doludur ve ahiret âleminde de mahşere bu haliyle çıkarılacaktır.
3- Daima Değil, Kimi Zaman Günah İşleyen Müminin Kalbi: Böyle birinin kalbi kararmadığı gibi, mühürlenmiş de değildir. Aksine kendi ölçüsünde iman nuru vesilesiyle aydınlanmış olup kemali ve ilahi feyzi almak için açılmıştır. Ancak günah sebebiyle de onda siyah bir nokta oluşmuştur. Dolayısıyla bu vesileyle şeytan onda yer etmiştir. Batınî gözü kör olmamıştır, ancak günah neticesinde hasta olmuş ve körlük tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Böyle bir kalbin kapısı hem meleklerin yüzüne açıktır, hem de şeytanların... Melek iman geçidinden girer ve onu hayra davet eder. Şeytan ise siyah geçitten nüfuz eder ve onu kötülüğe sevk eder. Böyle bir kalpte melek ve şeytan sürekli savaş ve kavga halindedirler. Melek, iyi amelle kalbin bütününü kendisi hakim olup şeytanı dışarı çıkarmak ister. Şeytan da günah işleyerek kalbi siyah ve daha siyah etmek, meleği ondan dışarı kovmak ve kalbin bütününe musallat olarak iman geçidini tamamen kapamaya çalışır. Bu ikisinden biri büyük bir üstünlükle diğerine galip gelinceye kadar devamlı savaşır ve çekişirler. İnsanın batınî ve uhrevî hayatı buna bağlıdır. Bundan dolayıdır ki, nefisle cihat, gereklilik kazanmaktadır. İleride bu konudan bahsedeceğiz İnşaallah.

KALBİN KATILAŞMASI

İnsanın kalbi ilk başta sefa, nuraniyet, şefkat ve has rahmete sahiptir. Kendi türünden olan diğer insanların ve hatta hayvanların dahi ıstırap duymasından, acı çekmesinden rahatsız olur. Kendi türünden olan diğer insanların da mutlu ve rahat yaşamalarını ister; diğerlerine bağışta bulunmaktan zevk alır. Kendi pâk fıtratıyla Allah'a teveccüh eder; ibadet ve duadan, Allah'a dert döküp içini açmaktan ve hayır işler yapmaktan hoşlanır; günah işlemekten ise çabucak müteessir ve pişman olur.
Eğer fıtratın davetini kabul eder de ona uygun bir şekilde davranmaya devam ederse, günden güne daha sefalı, daha nurlu, daha şefkatli ve daha merhametli olur. İbadet ve dua vasıtasıyla günden güne ibatete, duaya ve Allah ile ünsiyet kurmaya daha fazla alaka duyar. Ancak eğer kendinin içten gelen duygularını görmezlikten gelir ve onların aksine hareket ederse, bu duygular tedricen eksilmeye başlar; yavaş yavaş da tamamen sönüp mahvolabilir. Eğer diğerlerinin karşılaştığı acı manzaraları ve onların başlarına gelen vakıaları görür de bir tepki göstermezse, tedricen bu hadiselere alışıverir ve onları görmekten zerrece etkilenmez; aksine diğerlerinin fakirliğinden, açlığından, zaafa uğratılmasından ve hatta onların hapsedilip işkence görmesinden ve öldürülmesinden zevk alıp sevinecek kadar alçalabilir.
İnsan, ilk başta günah işlemekten rahatsız olur; pişmanlık duyar. Ancak eğer bir kere günah işleyecek olursa ikinci defası için daha hazırlıklı olur ve ikinci günahtan sonra da üçüncü günah için... Günah işlemeye devam edecek olursa, günah işlemekten pişmanlık duymak bir yana dursun, bilakis onu bir zafer bilip sevinecek bir hadde ulaşır. Böyle kimselerin kalbi siyahlaşmış, değişmiş ve Kur'an-ı Kerim ve hadislerin deyimiyle katılaşmıştır. Şeytan onu işgal etmiş, Allah'ın yakın meleklerini de dışarı atmıştır. Böyle bir kimsenin yüzüne artık kurtuluş kapıları kapanmış, tövbe edip dönmesine de bir ümit kalmamıştır.
Allah Teâla şöyle buyuruyor: "Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama kalpleri iyice katılaştı ve şeytan da onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi." [49]
Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: "…Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay hallerine! İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler." [50]
İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: "Her müminin kalbinde beyaz bir nokta vardır. Eğer günah işler ve o günahı ikinci kez tekrarlayacak olursa, onda siyah bir nokta oluşur. Günah işlemeye öylece devam edecek olursa, o siyah nokta tedricen büyür ve kalbin beyazlığını tamamen örter. Bu durumda böyle bir kalbin sahibi asla Allah'a doğru yönelmez. Allah-u Teala'nın: "Asla, hayır! Onların kazandıkları kalplerini paslatmıştır" buyruğundan maksadı da budur." [51]
Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor: "İnsanın gözünün yaşının kurumasının tek sebebi kalbinin katılaşmasıdır. Ve kalbinin katılaşmasının tek sebebi ise fazla günah işlemesidir." [52]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: "Dört şey insanın bedbahtlığının nişanelerindendir: Göz yaşının kuruması, kalbinin katılaşması, rızkını kazanmak için fazla hırslı olması ve günah işlemeye ısrar ve devam etmesi." [53]
Dolayısıyla Masum İmamlar (a.s), dualarında kalbin katılaşmasından Allah'a sığınıyorlar:
İmam Seccad (Zeyn-ul Abidin) şöyle yakarıyor: "Allahım! Katılaşmış kalbi sana şikâyet ediyorum; vesveseler vasıtasıyla devamlı değişmekte olan, günah ve çirkin huy giyinen kalpten ve senin korkundan kuruyan (ağlamayan) ve kendisini sevindiren şeye tamah eden gözü sana şikayet ediyorum." [54]
Binaenaleyh, kalbinin sağlığına, kendi saadetine ilgi duyan bir kimse, küçük bile olsa günah işlemekten ciddi bir şekilde kaçınmalı ve kendini tedricen iyi işlere alıştırmalıdır; yine içindeki nur ve sefanın öylece devam edip mükemmelleşmesi, kalbinin Allah'ın meleklerinin yeri olması için, kendi nefsini, devamlı ibadet, dua, Allah’la münacat etme, şefkatli ve merhametli olma, diğerlerine ihsan ve yardım etme, mahrumları ve mazlumları savunma, iyilik severlik, hayır işlerde yardımlaşma, adalet severlik ve adaleti yayma gibi iyi işlere zorlamalıdır.

KALP DOKTORLARI

Daha önce kalplerin de fiziki beden gibi sağlık ve hastalığı olduğunu ve insanın uhrevi saadetinin sağlıklı bir kalple ölmesine bağlı olduğunu gördük. Şimdi bilmemiz gereken şey ise, kalbin sağlık ve hastalığından haberdar olmak, onun hasta olduğunu anlayabilmek için hastalık belirtilerini tanıyarak, hastalığın önünü almak; ayrıca nefsanî sağlığa sahip olmak için çaba harcamak amacıyla bu hastalıkların sebeplerini tanımak ve “acaba bu konuda bağımsız olabilir miyiz, yoksa peygamberlere mi ihtiyacımız var?" sorusunun cevabını verebilmektir.
Nefsin özel yaratılışı ve bu melekûtî varlıkta var olan esrar ve rumuzlar hakkında yeteri kadar bilgimiz olmadığından hiç şüphe yoktur. Esasen kendimizin nefsanî ve batınî hayatımız hususunda pek bilgi sahibi değiliz. Nefsin hastalanmasına sebep olan etkenleri iyice tanımıyor, hastalığın belirtilerini de iyi teşhis edemiyoruz. Nefis hastalıklarının çeşitleri ve muhtelif türleri, onları tedavi etme yolları hakkında da yeteri kadar bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla bize bu yolda kılavuzluk ve önderlik etmeleri için peygamberlerin olması gerekmektedir. Peygamberler, ilahi feyz ve teyitlerle nefislerin dert ve dermanını iyi bilen, ruhların gerçek doktorları ve uzmanlarıdırlar. Vahiy mektebinde, "insanı ve ruhu tanımış", bu melekûtî varlığın esrar ve sırlarından tamamen haberdar olmuşlardır. Onlar tekamülün ve Allah’a doğru seyredip yükselmenin doğru yolunu iyi tanımakla birlikte, sapmanın illet ve sebeplerinden de iyice haberdardırlar. Dolayısıyla onlar, insanlara bu zorlu yolu katetmekte yardımcı olabilir; sapıp helak olmalarını önleyebilirler.
Evet, peygamberler, tarih boyunca insanlara, tıp doktorlarının hizmetlerinden çok daha fazla ve değerli yardımlarda bulunan ilahi tabiplerdir. Ruhun melekûtî cevherini keşfederek insanlara tanıtan ve onların insanî şahsiyetlerini ihya eden, peygamberlerdir. İnsanları, maarif, maneviyat ve ahlakî değerlerle tanıştıran, seyr, sülûk ve Allah'a yaklaşmanın yolunu insanlara gösteren onlardır. İnsanları Allah ve gayb âlemi ile tanıştıran, nefisleri tekamüle erdirmek, tezkiye ve ıslah etmek yolunda önderlik eden onlardır. İnsanların arasında maneviyat, şefkat, muhabbet, değer ve güzel özellikler bulunuyorsa, bütün bunlar ilahi tabiplerin ve bilhassa peygamberlerin sonuncusu olan Resulullah'ın (s.a.a) sürekli olan çaba ve gayretlerinin sonucudur. Eğer peygamberler olmasaydı, insanların durumu kesinlikle böyle olmazdı.
Evet, peygamberler beşeriyetin gerçekçi ve değerli tabipleridirler; dolayısıyla hadislerde tabip olarak tanıtılmışlardır.
Hz. Ali (a.s) Resul-i Ekrem (s.a.a) hakkında şöyle buyuruyor: "Muhammed (s.a.a) nefisleri tedavi etmek için sürekli çaba harcayan seyyar bir tabipti. (Yaraları, çıbanları tedavi etmek ve hastalıkları gidermek için) merhemleri ve ameliyat gereçlerini hazırlayıp uygun yerlerde kullanıyordu. Kör kalplere, sağır kulaklara ve lal dillere şifa veriyordu. O; ilaçlarını, insanların gaflet edip şaşırdıkları yerlerde ve hikmet nurundan yararlanmamış, hakikat ve maarifi elde etmemiş olan, bu yüzden otlayan hayvanlar gibi yaşayan, sert taşlar gibi katılaşan kimseler hakkında kullanıyordu." [55]
"İmam, bir hekimdir ki ilacıyla hastalarını dolaşır durur; yaralarına merhem sürer; gereken yaraları dağlayıp yakar; bereleri onarır; hastalara ilaç sunar; kör gönülleri, sağır kulakları, lal dilleri iyileştirir, sağlığa kavuşturur. Hikmet ışıklarıyla ışıklanmayan, karanlıkları aydınlatan bilgi aleviyle tutuşup aydınlanmayan, otlayan dört ayaklı hayvanlara benzeyen, katı taşları, kayaları andıran, gaflete düşmüş, hayrete uğramış, cahilleri ilacıyla iyileştirmek için arar, bulur." [56]
Kur'an-ı Kerim şifa verici bir ilaç olarak tanıtılmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa geldi." [57]
Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: "Kur'ân'dan müminler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz." [58]
Hz. Ali de (a.s) Kur'an-ı Kerim hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Kur'an'ı öğrenin. O, sözlerin en güzelidir; hükümlerini belleyin; çünkü bu belleyiş gönüllerin baharıdır. Işığıyla şifa bulun; çünkü o, gönüllere şifadır.” [59]
Başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Bilin ki şu Kur'ân, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur'ân'la oturup kalkan, doğruluğu fazlalaşmadan; körlüğü de eksilmeden kalkmaz. Bilin ki hiç kimseye; Kur'an'dan yoksun olduğu taktirde ondan öte bir yoksulluk gelip çatmaz; hiç kimseye de ona uyduğu taktirde ondan öte bir zenginlik ulaşamaz. Dertlerinize, O'ndan şifâ dileyin; zorluklarınıza, O'ndan yardım isteyin; çünkü O en büyük derde bile devâdır ki, bu da kafirliktir, nifâktır, azgınlıktır, sapıklıktır. Allah'tan, Kur'an'la dilediğinizi dileyin; O'nunla Allah'a yönelin; O'nu vesile ederek bir şey isteyin; çünkü kullar, Allah'a; O'na benzer, O'na denk değerli başka bir şeyle yönelemezler.” [60]
Evet, Resul-i Ekrem (s.a.a) nefislerin en üstün tabibidir. Bizim derdimizi iyi tanımış, içimizdeki dertlerimize en iyi şifa olan Kur'an'ı getirmiş, onu bize teslim etmiştir. Ayrıca her türlü nefsanî hastalıklar, o hastalıkları önleme ve tedavi etmenin yolları, Resul-i Ekrem'den (s.a.a) ve mâsum imamlarımızdan gelen hadislerde beyan edilmiştir. Dolayısıyla, eğer biz kendi nefsimizin sağlık ve saadetine ilgi duyuyorsak Kur'an'dan ve hadislerden yararlanmalı ruh ve nefsimizin sağlığı için çaba harcamalıyız. Kur'ân-ı Kerim'den, Resulullah (s.a.a) ve Mâsum İmamlar’ın (a.s) rehberliklerinden yararlanarak nefsanî hastalıklarımızı tanımalı ve onları tedavi edip gidermek için ciddi bir şekilde çaba harcamalıyız. Eğer bu hayatî konuda ihmalkâr davranacak olursak, büyük bir ziyan etmiş oluruz ve ahiret aleminde onun acı sonucuyla karşılaşırız.

[1] - Hac/46
[2] - Araf/179.
[3] - Tevbe/87.
[4] - Mücadele/22.
[5] - Nahl/22.
[6] - Nahl/108.
[7] - Tevbe/64.
[8] - Teğabun/11.
[9] - Kaf/37.
[10] - Kehf/28
[11] - Re'd/28.
[12] - Feth/4.
[13] - Tevbe/45.
[14] - Hadid/27.
[15] - Enfal/62-63.
[16] - Âl-i İmran/1559.
[17] - Şuera/193,194.
[18] - Bakara/97.
[19] - Necm/11.
[20] - Şuera/88-89.
[21] - Kaf/38.
[22] - Kaf/31-33.
[23] - Bakara/10.
[24] - Tevbe/125.
[25] - Ahzab/12
[26] - Maide/52.
[27] - Şuera/88-89
[28] - Taha/125,126.
[29] - Hac/46.
[30] - İsrâ/12.
[31] - İsrâ/97.
[32] - A'raf/157.
[33] - Maide/15.
[34] - Zumer/22.
[35] - İbrahim/1.
[36] - Hadid/12.
[37] - Hadid/13.
[38] - Bihar-ul Envar, c.70, s.51.
[39] - Bihar-ul Envar, c.70, s.54.
[40] - Bihar-ul Envar, c.70, s.53.
[41] - Bihar-ul Envar, c.70, s.53.
[42] - Bihar-ul Envar, c.70, s.51.
[43] - Muteffifin/14.
[44] - Usul-u Kafi, c....., s.273.
[45] - Nehc-ül Belaga
[46] - Bihar-ül Envar, c.70, s.51.
[47] - Bihar-ül Envar, c.70, s.59.
[48] - Nur/40.
[49] - Enam/43.
[50] - Zumer/22.
[51] - Bihar-ul Envar, c.73, s.361.
[52] - Bihar-ul Envar, c.73, s.354.
[53] - Bihar-ul Envar, c.73, s.349.
[54] - Mefatih-ul Cenan, Münacat-us Saniye.
[55] - Nehc-ul Belaga, Hutbei 108.
[56] - Nehc-ül Belağa, 261.
[57] - Yunus/557.
[58] - İsrâ / 82.
[59] - Nehc-ül Belaga, Hutbe: 110.
[60] - Nehc-ül Belağa, Hutbe: 176.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...