12 Mart 2012

ALLAH'IN MUCİZELERİ FİRAVUN’UN CESEDİNİN ÇÜRÜMEYİŞİ

FİRAVUN’UN CESEDİNİN ÇÜRÜMEYİŞİ

Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik Deniz hemen yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu Ötekileri de buraya yaklaştırdık Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk Sonra ötekileri suda boğduk Şüphesiz, bunda bir ayet vardır Ama onların çoğu iman etmiş değildirler Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir (Şuara Suresi, 63-68)
Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz)


Gerçekten insanlardan çoğu Bizim ayetlerimizden habersizdirler (Yunus Suresi, 91-92)
Kuran'da 1400 sene evvelden haber verildiği gibi, halen tarihsel bir belge olarak bulunan bu ceset Kahire'deki Mısır Müzesi'nin Kraliyet Mumyaları Odasında sergilenmektedir
 

Su:

Zaruri ihtiyaçlarımızdan biri, hayat için vazgeçilemez bir unsurdur Ya mevcut deniz, nehir, menba suları doğrudan doğruya buharlaşarak bulutları veya yağmuru meydana getirerek sebze, meyve, tahıl, ot, ağaç vs'nin faydalanması sağlanmakta, veya canlıların istifadesine sunulmaktadır Canlıların kullandığı sular da idrar, ter, nefeslenme, dışkı olarak; bitkilerde ise yapraklardan ve benzer şekilde tekrar atmosfere (dünya havasına) iade edilerek kullanılmakta; fakat varlığını koruyabilmesini sağlayan bir devr-i dâime tâbi bulunmaktadır

Ancak bu sayede varlığını koruyabilmektedir Yoksa bu kadar sarf edilmesi dolayısıyla, buhar, yağmur ve kar şeklinde yeniden arza döndürülmemiş olsaydı tükenirdi Hazıra ne dayanır ki? Sonra iade edilişinde tasfiye edilmiş, temizlenerek arıtılmış olmasaydı, kullanılamaz hale gelirdi Zaman geçince çabucak kirlenirdi Esasen tüketilen suların yağmur halinde tekrar iade özelliği olmasa, sular yalnız durgun sulardan ibaret kalır, menba suları olmaz, dolayısıyla akar su da bulunmazdı O zaman da kirlenmenin ne kadar yaygın olacağını kestirebiliriz

Artık bulunsa bile onu kullanabilmek çok büyük çapta arıtmalara bağlı kalırdı Fakat kuraklık hiçbir canlı için yaşama imkânı bırakmazdı O yüzden, yağmurun yağması ve suyun devr-i daim etmesinde de çok güzel tertiplenmiş, yeryüzünün imarı ve yaratıkların rızkı yönünden muazzam bir düzenin varlığı söz konusudur Suyun rahmet olduğu, Allah’ın rahmeti olduğu ve düşünenler, okuyanlar için ayet olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır (5) Yağmurların dizginini elinde tutan, kar'ın dizginini de elinde tutuyor

Bir arabacı, atın dizginlerine sahip olup, arabasını nasıl istediği yere sevk ederse, bulutları rüzgâr atına bindiren, onun dizginini tutan, yükseliş ve alçalış mesafelerini ayarlayan, bir de kar tanelerini hem tane tane yağdırıp hem de bunların birbirine yapışarak çığ gibi başımıza düşmesini önlüyor, hem de düşen kar tanelerinin her birini süslüyor ki, görüp de ibret alalım

Kar

Kar yağdığı sıralarda, önceden hazırladığımız siyah mukavva cinsinden bir cismi, karın altına tutsak, yağan kar tanelerine büyüteçle baksak, altı köşeli, sekiz köşeli kar taneleri göreceğiz Bir genç kızın çehizine işleyeceği nakışların en güzellerinin bu kar tanelerinde bulunduğuna şahit olacağız Kar taneleri, mükemmel geometrik şekilleriyle âdeta gökyüzü çiçeklerine benziyor

 En usta desinatörlerin elinden çıkmış hârika motifler gibi, her birisinin girift yapıları var Bir tanesini bile en dâhî mimar, dakikalarca uğraşmadan çizemeyeceği halde, Cenab-ı Hak, milyarlarcasını her saniyede şekillendirip, eşit ağırlıklarda kesip yeryüzüne gönderiyor Hem de hiç biri, diğerine benzemeyen orijinal nakışlar Evet, bu konuda araştırmacıları ve özel tekniklerle kar kristallerinin fotoğrafını çeken şahısları hayretlere düşüren bir gerçek o ki, hiçbir kar kristali, birbirine benzememektedir

Amerika'lı Vilson Bentley, 1885 yılında kar tanelerindeki akıllara durgunluk verecek muhteşem sanat karşısında âdeta büyülenmiş ve 50 yıl boyunca sürekli kar resimleri çekmeye kendini mecbur hissetmiş, çektiği 6000 fotoğraftan seçmeler yaparak yayınlamıştır Orijinal kar kristallerinin bu gizemli ve ihtişamlı özellik ve güzelliklerinin anlaşılmasından sonra, bunların fotoğraflarını çekmek, âdeta bir sanat haline gelmiştir

Bu durum; sesleri, simâları veya parmak uçlarını ayrı ayrı mühürleyen İlâhî kudretin, kar tanelerindeki tecellisidir ve hiçbir hâdisede en ufak bir tesadüf olmadığının, kar taneleri sayısında isbatıdır Evet, her bir kar kristali, gökyüzünden inen muhteşem bir tablo kadar sanatlıdır ve su zerrelerinden meydana gelen bu tablolar,yine bir su zerresinden yaratılan insanoğluna yaratıcısını göstermeye yeterlidir

İngiliz bilim adamı, 24.000 kar tanesi üzerinde yaptığı araştırmada hiç birisinin birbirine benzemediğini ve hepsinin hârikulâde motiflerle süslendiğini görüyor ve sonunda şu kanıya varıyor:

Dünyanın yaratılışından bu yana yağan kar tanelerinin hiçbirisi birbirine benzemiyor (6) Yağmakta olan kar tanelerini alıp incelediğimizde yeni yeni şekiller görmek mümkün Sanatkârı takdir etmemek ise mümkün değil!

Her yarattığını, özellikle insanı, benzeyen özellikler içinde benzemeyen nice farklarla yaratan evrenin muhteşem sanatkârı için, milyarlarca kar kristalini ayrı ayrı güzellikte ve desende yaratmanın hiç de zor olmadığını, bilim bile görmek isteyen her göze fotoğraflayıp göstermektedir Kar yağıyor tane tane Nakış nakış işlenmiş; biçim biçim süslenmiş

Yüzlerce, binlerce metreden gelir, hem de salına salına Kim işler bu taneleri? Kim süsler bu yeri? Acaba ne diyor bu şekiller? Kim açacak bu perdeleri? Yağmur ve kar fırtınalı havalarda dahi yağarken, birbirleriyle çarpışmaz

Eğer çarpışsa yeryüzüne gelinceye kadar dev kütleler oluşturup bizlere zarar vereceklerdi Bu da kütlelerinin en hassas terazilerin ölçemeyeceği hassasiyette birbirine eşit olduğunu gösteriyor

Zira birbirinden ağır maddeler düşerken ağır olanı daha hızlı yol alarak önünde bulunana çarpabilir Ve kar tanelerinde de birleşme özelliği olduğundan zararlı kütleler oluşturabilirlerdi 

Yağmur

Yağmur
 " O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı Gökten su indirerek onunla, size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı Artık bunu bile bile Allah'a şirk koşmayın" (2/Bakara, 22)

 "Gökten belli ölçü ve miktarda su indirdik de onu yerde durdurduk"
(23/Mü'minun, 18)

"Rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığına ve birliğine) deliller vardır" (2/Bakara, 164)

Rüzgârın dindiği ve yağmur damlalarının toplu halde, o nâzik ve nâzenin çiçekleri, binlerce küçük hayvancıkları incitmeden yavaşça yere indiği bahar yağmurları ne kadar huzur vericidir

Fakat herhalde karşımızdaki bu nefes kesici manzarayı seyrederken yağmurun tatlı nağmelerini dinlerken, damlaların hangi halde bize bu tabloyu sunduklarını düşünmüş olsak bile, bizim bu konuda fazla bilgimiz yoktur
Yaratıcı'nın koyduğu kanunların zincirleme işlemesiyle atmosfere gelen güneş ışınlarının, ancak canlıların ihtiyacı kadar olan üçte biri yeryüzüne ulaşır
Bu da rahmetin/yağmurun devamlılığını temin eden buharlaşmayı sağlar

Denizlerden ve toprak üzerinden kaldırılan su aynı oranda buharlaşır, tekrar yere iner ve hayatın devamında görev alır

Sonsuz kudret sahibi Allah, bir yılda 450 katrilyon litre suyu buharlaştırmaktadır Keza, dakikada yeryüzüne yaklaşık bir milyar ton, saniyede 16 milyon ton su, yağmur olarak indirilmektedir Yağışlar, yeryüzünün değişik bölgelerinde farklı miktarlarda olmasına rağmen, evrende israfa yer verilmeyerek bu rakam korunur ve bir yıl içerisinde dünyaya düşen toplam yağmur miktarı, diğer yıllarda da hep aynı kalır ve bütün zaman boyu böylece devam eder

Atılmış pamuk gibi bulutlarda, birbirine yakın su molekülleri arasındaki elektriksel câzibeyle oluşan yüzey gerilimi, damlaları bir küre haline getirir O tertemiz ve masmavi semada kısa zamanda meydana gelen bulutlardaki bu damlalar, eğer küçüklerse hava onların şeklini fazla bozamaz

Fakat büyüklerse alt taraflarını yassılaştıracak bir basınçla karşılaşırlar Allah'ın dilediği zaman, dilediği coğrafyaya onca yükseklikten aşağıya düşerlerken, önceden bilindiğinin aksine, değişime uğrama şekilleri sadece büyüklükleriyle ilgil değildir Bu zaman zarfında saniyede yaklaşık 300 defa şekil değiştirirler

Şekilden şekle geçerek bir plân dahilinde yere ulaşan damlalar, toplu halde çok güzel bir manzara sunarlar insanlara Yağmur damlaları, dengelenmemiş bir yerçekimi kuvvetinin etkisinde kalsalardı; yere düşene kadar hızları devamlı artarak çok büyük değerlere ulaşırdı Bu da, dolayısıyla muazzam hareket enerjisi kazanmış damlaların yeryüzüne taş gibi düşen felâketi olurdu

Bunun hiç de böyle olmadığını, ilmi sonsuz bir Yaratıcı'nın tecellisiyle başlangıçta hareketsiz olan her bir damlanın, yerçekiminin ters yönünde artan bir hava direncinin etkisinde hareket ettiğini görüyoruz

 Bu şekilde damlaların hızları, yukarı yönlü hızla artan hava direnci ile, aşağı yönlü yerçekimi kuvvetinin birbirine eşit olmasına kadar artarak sonunda sabit kalmaktadır

O aktif, berrak ve tatlı su, hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmet'ten gönderildiği hem cahillerce hem bilginlerce kabul edilir ki, sanki rahmet, tüm canlıların ihtiyaçlarına cevap vermek için tebessüm ederek damlalar suretinde ilahî hazine çeşmesinden akmaktadır Yağmurda görülen bu ilahî yardım tecellisinden dolayı ona rahmet adı verilmiştir (3)

Denizler dolusu su, gökler dolusu su Bir senede yağan yağmurları bir araya toplamak mümkün olsaydı, belki Akdeniz'i doldururdu Demek ki, bir senede Akdeniz'i gökyüzüne çıkarıp yere indiren, onları toprağın altına geçirip, yer altı kanallarında dolaştırıp, tekrar yeryüzüne ulaştırıp, insanların hizmetine sokan var Nil, Fırat ve Amazon nehirlerinin çıkışı, insanı hayretler içinde bırakmaktadır

Bulutlar için, tencereden çıkan buharı örnek verirler Burada unutulan hususlar şunlardır: Nasıl ki bir tencere, tencerenin içinde su var ve bu su, sobanın üzerine konmuş, soba da yakılmışsa Yeryüzü sularını, su yatakları denen kaba koyan, güneş ısısı ile bunu buharlaştıran bulunmalı ve bilinmelidir Yani suyun teşekkülünden tutunuz, buharlaşmasına kadar bütün süreç, bir tertip ve nizam içinde yürümektedir

Bu nizamı koyan kimdir? Sular, en fazla yazın buharlaşır Fakat en kurak mevsim de yaz aylarıdır Buharlaşma, deniz ve okyanuslarda daha fazla olmasına rağmen, buralara daha fazla yağmur yağmıyor; suya ihtiyacı olan ormanlık alanlarda yağış fazla oluyor

Bu örneklerden anlıyoruz ki, bir yerde buharlaşan sular, gökyüzüne yükselip, rüzgâr arabasına bindirilip, bir plân dahilinde sevk ediliyor, yaprakları buruşan, hal dili ile su isteyen bitkilerin imdadına yetiştiriliyor Bitkilerin bulunmadığı yerlere yağmurun az yağması gösteriyor ki, ormanlar yağmur çekme bakımından da bir hazinedir Yükselen buharlar başıboş bırakılmıyor

Onlar belirli yerlerde toplanıp, belirli yerlere sevk edilince, o bölgenin rasathanesi "bugün falan yere yağmur yağacak" diye bildiriyor Artık yağmur o beldenin sınırına gelmiştir Nasıl ki radarlar, yaklaşan uçağı yakalayıp haber veriyorsa, meteoroloji istasyonlarındaki âletler de, yaklaşan, hatta içeri giren buharı, yani rutubeti haber veriyor Böylece yağmurun yağacağı anlaşılmış oluyor

Meteoroloji bilginlerini takdir ederiz Öte yanda gemiciler ve bazı hayvanlar yağışlardan haber verdikleri gibi, fırtınalardan da haber vermektedirler Mesela derler ki "martılar sahile vurdumu kar yağar veya fırtına kopar" Ve genellikle de böyle olur Fakat, hayvanların bir şeyler bilmesi ve haber vermesi ile insanların bilmesi daha başkadır Hayvan yağışın olacağını haber verdi, diyelim Hayvanın bundan başka yapacağı bir şey yoktur; hayvanın yapacağı bu kadardır Fakat biz insanlar, yağan yağmura bakarken düşünürüz:

 "Hiç yağmur yağmasaydı ne olurdu?"

"Yağan yağmurlar, hiç durmasaydı ne olurdu?"

"Yağmurlar tane tane değil de oluktan boşanırcasına yağsaydı,
kaya gibi başımıza düşseydi ne olurdu?"

 Bu üç sorunun cevapları aynı olacaktı: Tek kelimeyle "felâket!" Öyleyse yağmurun yağışında üç felâket gizlenmiş Bizi bu üç felâketten koruyan var Şükretmeyelim mi? "Yağmur, doğanın sevinçten ağlamasıdır" Bir yağmur damlasının buharlaşıp gök yüzüne çıkması ve yoğunlaşıp yağmur halinde yeryüzüne inmesi esnasında; şiddetle inmeden, rahmet olarak başımızı okşaması, canlıların imdadına yetişmesi, şefkatle üzerine düştüğü en nazenin yaprak ve çiçeklere dahi zarar vermemesi, bütün bu olayların, üstün bir ilim ve kudret çerçevesinde gerçekleştiğini göstermez mi?

(4) Bütün yaratıklara rızkını veren Rabbımız, mahlukatını rızıklandırmak için öyle mükemmel, öyle hoş ve güzel, aynı zamanda akla durgunluk veren öyle muhteşem bir sistem kurmuş ki, hayran kalmamaya imkân yoktur İncelediğimizde, bu sistemin ne kadar ince bir hesabın eseri olduğunu ve ne kadar ustalıkla uygulanmakta bulunduğunu görür ve hayranlıkla yaratıcının büyüklüğünü kavrarız

 "De ki; gökten yağmur gönderip bitkileri çıkarıp size rızık (olarak) veren kimdir?" (10/Yûnus, 31) Bilindiği gibi, yiyeceklerimizden çoğunu Allah'ın büyük lütuflarından olan yağmur sayesinde sağlarız

 Eğer yağmur olmasa, akar sularımız da olmaz Akar su ile sulamamız da imkânsız olur Kurak geçen senelerde çekilen su sıkıntısını hepimiz biliriz Kuraklığın devamlı olduğunu düşünün, halimiz ne olurdu? Arz üzerinde bitki namına bir şey kalmaz ve bulunmazdı Yağmuru yağdıran, topraktan bitkilerin ve gıdamızı teşkil eden hububat, sebze ve meyvelerin yetişmesini sağlayan Cenab-ı Hak'tır Çeşitli gıdalarımızın her biri yaratılma ürünü olduğu gibi, toprak tarafından tekrar tekrar verilmesinin nasıl meydana geldiğini düşünelim Eğer bu çeşitli gıdalar yaratılmamış olsaydı, ya da toprak bunları yetiştirecek imkâna sahip kılınmamış olsaydı, bunları nereden, nasıl elde edebilirdik? Eğer gökleri yaratıp oradan yağmuru indirmese, toprağı yaratıp bunları yetiştirecek özelliklere sahip kılmasaydı hiç birini elde edemezdik Onun için ne kadar şükretsek yeridir

Dolu

Kar'dan bahsedince doluyu unutmak mümkün mü? Şimdiye kadar başımıza fındık kadar dolu yağdı ama, hiçbir zaman on kiloluk dolular yağmadı Fındık, ceviz büyüklüğündeki dolular bizi ikaz etti, hal lisanı ile dolular der ki: "Ey insan, yolun harabelere, viranelere, Efes, Bergama, Truva gibi yerlere düşerse buraları iyi gez Gezerken düşün ve araştır Neden buralar virane olmuş, neden buralardaki halk helâk olmuş? İşte o zaman heykellere dikkat et Sonra başını etrafa çevir, heykeller gibi gezen, his bakımından taşlaşan, kendini arzularının ipine bağlayan, arzularına kul-köle olanlara bak; beldelerin viran olacağını hatırına getir Sonra git tarihe sor Neden bazı milletler yok olmuş, neden bazı beldeler yıkılmış?

Sodom Gomore, Lut kavmi, Âd kavmi, Semud, Firavun kavmine ne olmuş? Haramların sıralandığı rafları, vitrinleri düşün

 Haram imal eden, haram satan insanların vurdum duymazlığını, nice haramları mecbur edip farzları yasaklayan rejimlerin sonunun neye lâyık olduğunu hatırla ve de ki: "Başımıza taş yağmıyorsa, taş gibi kaya gibi dolular yağmıyorsa bu, Allah'ın bir lütfudur, insanların akıllarını başlarına almaları için bir fırsat ve mühlet vermedir!" Yağmur, kar, dolu

 Bunların hepsi su Denizler dolusu, gökler dolusu ve yerin altı su! Şu hale bakınca sanki dünyamız, su denen plazma içinde bir hücre gibi

 İşte küçüğün büyüğe ve büyüğün küçüğe benzemesindeki sır gösteriyor ki, hücreyi, yağmuru yapamayan sanatkâr, yer gezegenini yapamaz Yağmurun dizginini elinde tutamayan, rüzgâra hükmedemez

Yeraltı Suları

Yeraltı Suları Su, yaşamamız için lüzumlu maddelerin en önemli olanlarından birisidir

Halen dünyamızda binlerce insanın yeterli temiz su kaynağı bulamadığı için hastalıklar ve ölümle pençeleştiğini düşünürsek, suyun ehemmiyetini daha iyi idrak edebiliriz

Yaklaşık 1.400.000.000.000 metreküp gibi son derece büyük miktarda mevcut olmasına rağmen, dünyanın birçok yerinde susuzluk vardır

 Bu miktarı dünyada yaşayan insanlara dağıtırsak, kişi başına 200 milyar litreden fazla su düşmektedir

Şu halde mesele suyun azlığı değildir
 Su kaynaklarının dağılımındaki farklılıkar ve mevcut kaynakları kirletmemiz en mühim problemi meydana getirmektedir
 Yeryüzündeki suların çoğunluğu okyanuslarda ve denizlerdedir
 Mağaralar ve su geçirebilen kayalar içinde bulunan yer altı suları, okyanuslardan sonra ikinci büyük su kaynağıdır
 Yaklaşık 50 milyon kilometreküp olan yeraltı sularının, 4 milyon kilometrekübü içilebilir özelliktedir

 Yer altı sularının kaynağı, yağmur sularıdır Yer altı suları, yeryüzü seviyesine ulaştığı zaman buralardan dışarı çıkar Yer üstüne çıktığı yerler, genellikle nehir yatakları gibi yeryüzünün aşağı kısımlarıdır

Çıkan bu sular, yağmur sularıyla birleşerek dere ve nehirleri meydana getirirler Yer altı sularının yeryüzüne çıktığı yer onun yer altına girdiği yerden çok uzak olabilir Böylece nemli bir bölgeden beslenmiş olan su, kurak bir bölgeye, yer altından taşınmış olur Hatta bazen nemli bir yerden çöle bile su taşınmış olur Kaynağı ne olursa olsun, yer altı suyu, yer altında çok uzun süre kalır

Bu süre, suyun bulunduğu yerdeki mineralleri çözerek, tadının tatlı veya acı olması için yeterlidir Bu sebeple pek çok insan, yer altı sularını nehir ve göl sularından daha leziz ve hoş bulur

 Günümüzde kaynak suyu olarak şişelenip satılan sular, buna örnektir Mineral yönünden zengin olan bu sular, şişelenir, kaynak suyu veya maden suyu olarak alıcılara sunulur Yer altı sularının bir başka özelliği de, güvenli olmalarıdır

Yeraltında uzun müddet kalan bu sulara, yer yüzünden karışan hastalık yapıcı mikroplar, bir başkasına hastalık taşıyabilecek kadar uzun zaman yaşayamazlar Bu sebeple yer altı suyu kaynakları nadiren dezenfekte edilmeye gerek duyulur  

Denizler

Denizler Sıcak denizlerde, güneşin sıcaklığı en fazla 300 ilâ 400 metre derinlere işler; 400 metreden daha derin yerlerde sıcaklık +4 derecede sabit kalır Bu hal, buz denizleri için de aynıdır Buzların, buz dağlarının onda biri su yüzünde; gerisi su içindedir dolayısıyla gemiciler tarafından görülür, büyük kazalar böylece önlenmiş olur

 Kuzey buz denizinde bile, buz yatakları denizlerin dibine ulaşmamakta, yüzeyde kalmaktadır Böylece suyun derinliklerinde hayat bulunmakta, denizler bir plazma hüviyetini korumaktadır

 Bir yanda biberi yaratan Allah, öte yanda hurmayı da yaratmış Denizlerde de bu kanun aynı şekilde geçerlidir

Bir yanda buz dağları, öte yanda sıcak su akıntıları Bir balık mesela 600 metre derinlikte yüzerek sıcak denizlerden Kuzey Buz Denizine geçse, herhangi bir değişiklik hissetmez Çünkü gittiği her yerde sıcaklık +4 derecedir

 Böylece yaz ve kış mevsimlerinde deniz canlıları için güzel imkânlar hazırlanmıştır Güneş ışıkları, sularda 200 metre derinliğe kadar inebilir, böylece su yosunları güneş ışığından faydalanarak glikoz yapar

 Yosunların bulunduğu bu bölge, denizdeki canlılar için bir ziyafet sofrasıdır Akla şöyle bir soru gelebilir: Denizin her yerinde canlı bulunduğuna göre 200 metrenin altındakiler ne yapacak? Kâinata nizam koyan, her yarattığına rızık veren Allah, tabii ki, onların yiyeceğini de hazırlamıştır

 Mesela, koparak dökülen yosun parçaları ve balık ölüleri, derinlerdeki canlıların ihtiyacını karşılar Zaten derin yerlerde yaşayan canlıların hemen hemen hepsi et ile beslenir

 Yenenler ve yiyenler yıllar yılı varlıklarını devam ettiriyor
 Demek ki hepsi büyük bir hesap, ölçü ve nizam içinde
 Hepsi evren makinesinin birer parçası Her paçanın birbiriyle yakın ilgisi vardır Milyonlarca senedir bu makine çalıştırılmaktadır

 Fizik, kimya, astronomi gibi bilimler, bu makinenin işleyiş kurallarını, kanunlarını anlatmaktadır Bu makineye tabiat da denir Elbette bu kâinat makinesini yapan, kuran, ayarlayan ve sistemli bir şekilde çalıştıran Allah'tır Su hayvanlarının bir kısmı, karada da yaşayabilir
Amipler böyledir Sudan çıkınca nemli yerlerde hayatlarını sürdürürler
Bütün canlılar, hayatlarını ve nesillerini korumaya çalışır Onlara böyle bir özellik verilmiştir
 Mesela amip, sudan veya nemli yerlerden hoşlanır
 Bu hoşlanma duygusu, onun hayatının devamını sağlar Böyle bir duygu verilmemiş olsaydı amip, güneş altında can verecek, haberi bile olmayacak ve nesli tükenecekti Mesela, aynı şekilde hıyarlara su verdikçe bol çiçek açar, fakat tohum vermez

 Ne zaman ki suyu kesilirse, neslinin tehlikeye düştüğünü anlar, hemen tohum saçmaya, hıyar vermeye başlar
 Hayatın devamı için gerekli şartlar, Yaratıcı ve Rızık Verici tarafından en ince teferruatına kadar ayarlanmıştır
Mesela, karada yaşayan kurbağaların akciğeri olduğu halde, ağızlarından ziyade derileri yoluyla solunum yaptıklarından, derileri kuruyunca nefes almaları güçleşir; onlar da hemen sulu ve nemli yerlere koşar, rahatça nefes almaya başlar (11)
Denizler, bir bakıma kazana benziyor İçi su dolu
Deniz isimli kazanda çeşitli yemekler bir anda ve bir kapta pişiriliyor
 Hamsinin yemeği denizlerde hazırlandığı gibi; balinanın ve kaplumbağanın yemeği de orada pişirilir
 Eli iğne tutanlar, eli makas tutanlar, denizlere bir başka gözle bakmalıdır
Denizler aynı zamanda bir terzi dükkânıdır
 Yengecin elbisesi orada dikilir, kılıç balığının ve deniz anasının elbisesi de orada dikilmektedir Denizler aynı zamanda bir beşiktir
 Deniz hayvanlarının yavruları orada hayata gözlerini açar, orada doğar ve deniz beşiğinde sallanır, dalgaların ninnisiyle büyür
 Denizler aynı zamanda bir eğitim meydanı; deniz hayvanları da bir askerdir
 Hepsinin farklı farklı silahları ve kendilerini korumak için değişik gereçleri ve yöntemleri var
 Denizler aynı zamanda kocaman bir mezardır Ölen bütün deniz hayvanları bu mezara gömülür
 İngiltere, Türkiye'den çok daha kuzeydedir Biliyoruz ki kuzeye çıktıkça havalar soğumakta, kışlar uzun ve yazlar kısa olmaktadır
 Fakat İngiltere hiç de öyle değil Hemen hemen Türkiye iklimine yakın bir durum var Bunun sebebini araştıran coğrafyacılar, Atlas Okyanusu'nda golfstrim ismini verdikleri bir sıcak su akıntısı tespit ettiler
 Sanki Atlas Okyanusu'nun içine çapı elli metre kadar olan çelik borular döşenmiş, ta ekvator bölgesinden alınan sıcak sular, getirilip İngiltere yakınından geçirilerek, bu büyük adanın ısınması temin edilmiş
 İngiltere'de bulunanlar, bu sıcak suyun önemini ve bu nimetleri ihsan edeni anlamasalar bile, biz anlayıp denizlerde sıcak suyu dolaştıran Allah'a hamdetmekteyiz (12)
 Denizin derinliklerinde petrol ve doğalgaz gibi kolay kolay vazgeçilmez enerji kaynaklarını da Allah insan için depolamıştır İçinde insanların ve gemilerin yüzmesine uygun yaratılması da denizin ayrı bir özelliğidir

"İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O'dur
 Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun (Bütün bunlar)
 O'nun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir" (16/Nahl, 14) 

İŞTE İKİ DENİZİN BİRBİRİNE KARIŞMADIĞI YER VİDEO İZLEYİN



“İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar” Evet, ayetin ifadesi akıllara durgunluk verecek bir tarzdadır Zira onca fırtına ve dev dalgalara rağmen bırakın denizleri, bir çay bardağında bile iki farklı sıvıyı karıştırmadan tutmak imkânsızdır

Fakat bilim Kur’an’ın ayetlerini her zaman olduğu gibi tasdik etmekte ve onun Allah’ın kelamı olduğunu kör gözlere dahi sokacak bir tarzda beyan etmektedir

Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız bilim adamı Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:

"Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz'in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor Sonra Atlas Okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve

Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük Hâlbuki Cebeli Tarık Boğazı'nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık

Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz'in birleştiği Mendep Boğazı'nda da bulunmuştu Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik" Kaptan Cousteau'yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması,

Kur’an'da on dört asır önceden söylenmiştir Evet, iki denizin birbirine karışmaması Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu gösterdiği gibi, bu hadisenin 1400 sene önce Kur’an da ifade edilmesi de Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun en parlak delillerindendi

Zira bu bilgiyi o asırda bir insanın keşfine dayandırmak mümkün olmadığı gibi, o asırda yaşayan tüm insanların keşfine dayandırmakta mümkün değildir O halde Kur’an asla ve kat’a bir insan sözü olamaz
O Allah’ın ezeli kelamıdır 0



İşte İki Denizin Birbirine Karışmadığı Yer

Rahman Suresi 19 ve 20 ayetlerde şöyle buyrulmuş

KUTSAL GİZEMLER,DÜNYA SARSILACAK


KUTSAL GİZEMLER
ASRIN EN BÜYÜK İLAHİ MUCİZELERİ
DÜNYA SARSILACAK

Please click on CC button for watching with English or Dutch subtitle version. ( bottom- right of the video )

Hollandaca Çeviri ;
Sinan Karki ( Kendisinden Allah razı olsun )

KUTSAL GİZEMLER ( MİVAFİLM VE REKLAM SUNAR ), Uluslararası üne sahip araştırmacı yazar ve yönetmenin eşsiz eseri. Bilimadamlarının oayı ve sunumuyla dünyayı sarsmaya hazırlanıyor. Bu filmin herkes tarafından izlenmesi için elimizden gelen herşeyi yapmalıyız. Yakında ingilizce , almanca ve fransızca versiyonu geliyor.
TANITIM GİRİŞİ

Asrın En büyük İlahi Gizemleri...
Bilimsel Kanıtlarıyla
Dünyayı Sarsan Yeni Keşifler
Bilim Adamlarının Sunumu ve Tüm Kanıtlarıyla
Kuran'da, Mekke'de, Kâbe'de, Hz. Muhammed'in Hayatında ve Tüm Evren'de Altın Oran...
Kaderin Mührü,
Güneş ve Cehennemin akılları durduran 109 kodlu mesajı.
Kuran'daki İnsanüstü Simetrik Tasarım,
Yeryüzüne kazınmış Kutsal Ruh, Altın Siluet,
Hac'daki Allah Nişanı,
Kıyamet, Yaratılış ve Evren Hakkındaki Çarpıcı Gizemler
Dünya değişmeden önce...
Kutsal Gizemler Başlıyor!
Giriş
Herkes bir şeylere inanır. Aslına bakılırsa insanın kesin bir bilgi ile bir şeyi bilebilmesi çok güçtür. Gördüğümüz upuzun bir rüya mı? Ya da Halisunasyon veya hologram mı?
Kim bilir, belki de yüksek bir teknoloji ürünü deney canlılarıyız?
Kesin olarak bildiğimiz tek şey; Bir şekilde bilincimizin var olduğu ve bunu kendi kendimize yapacak güce sahip olmadığımızdır. Yani tek gerçek bilgimiz aslında birileri ya da bir güç tarafından var edildiğimiz, var oldurulduğumuz...
Aramızda kendi kendini var edebilecek güce sahip olan hiç kimse var mı?
Yapabileceğimiz tek şey ihtimaller içinden en doğru ve en güzel görüneni seçmek, biricik yaşam şansımızı yürekten inanarak en muhteşem şekilde değerlendirmeye çalışmaktır.
Fakat ya gerçekte inandığımızı sandığımız şeye inanmıyorsak...Ya gerçekte HİÇ İNANMAMIŞSAK Tüm insanlık gibi, sadece KENDİMİZİ KANDIRMIŞAK!
Tam okumadığımız bir bilgiye inanmış olmamız mümkün değildir.
DÜNYANIN EN DEĞERLİ BİLGİSİ
Kuran, insanoğluna sonsuz ve mutlu bir yaşamın gerçek olduğu farklı bir boyutu ve ona ulaşma yolunu tarif etmektedir. Bu konuda yol gösterici tüm işaretler ve deliller insanlık için sonsuzluk yolunda hayati değere sahiptir. Ölüm ve yokluk, mutsuzluk ve sıkıntı çıkmazını aşmanın yegâne yolunda ilerlememizi sağlayan her iz ve işaret eşsiz bir öneme sahip olacaktır.
Sonsuzluğun ve cennetin gerçekliğini ispatlayan en küçük bilgi dahi kâinatın en değerli bilgisidir.

ALTIN ORAN
Altın oran, 1,618... Matematikteki en gizemli sayı. Leonardo da Vinci, bu sayıya ünlü Matematikçi Luca Pacioli ile "İlahi oran" ismini vermiş ve bu gizemli sayıyla ilgili çalışmalar gerçekleştirmişti. Bu sayıya saplantılı şekilde bağlanan Da Vinci dünyanın ilk altın oran ölçebilen pergelini icat etmişti ve hemen her tablosunda kusursuzluğu ve dengeyi yakalamak için bu gizemli oranı kullanıyordu.
Gezegen yörüngelerinin eliptik yapısını keşfeden ünlü astronom Kepler, Altın oran sayısı için "büyük bir hazine" ifadesini kullanıyordu. Güneş sisteminin yapısını, altın oranı kullanarak açıklama yoluna gitmişti.
Bulunduğu sistem içinde seçkinlik ve güzellik vasfı olan tüm canlı ve cansız objeler simetri ve altın oran temel tasarım alınarak çeşitliliği sağlayacak bir esneklik payı içinde yaratılıyordu.

En güzel canlıların yüzlerinde ve bedenlerinde, ışığın yarısaydam tabakaları arasındaki yansıma sayılarının artış sisteminde, bitkilerin filotaksi denen yaprak dizilim kuralında ve evrende sayısız yerde, altın orana göre dizayn edilmiş bir tasarım bulunmaktadır.

1989'da Adelaide Üniversitesinden Prof. Paul Davies dönen kara deliklerin termodinamiğinin altın oranla ilişkili olduğunu keşfetti. Altın oranın sanatta ve bilimdeki varlığı ile ilgili akademisyenlerin kaleme aldığı binlerce kitap ve saygın bilim dergilerinde yayınlanmış makaleler bulabilmek mümkündür. Günümüzde 16:9 olarak tasarlanan LCD televizyonlar, kredi kartları gibi pek çok mimari ve endüstriyel obje, insan gözüne en estetik görünümü verdiği için altın orana göre tasarlanmaktadır.

TOHUMUN İÇİNDEKİ ORMAN


“Işıklar söndü, film başladı…

Perdede yalnızca iki el vardı.
Minik bir el büyük bir eli tutmaya çalışıyordu.
Sonra renkler zayıflamaya, görüntü silikleşmeye başladı.
Bulanık bir hayal haline gelen bu film karesinin ardından peş peşe başka film kareleri geliyordu.
İlk karede tabancalı bir el, yaşlı bir kadının şakağına uzanmıştı.
İkinci karede bir el, damardan eroin enjekte ediyordu.
Üçüncü karede bir el, saatli bombanın vaktini ayarlıyordu.
Dördüncü karede bir el, başka bir elden zarf içinde yüklüce parayı alıyordu.
Beşinci karede bir el, kasanın şifresini kurcalıyordu.
Altıncı karede bir el, kendine uzanan başka bir eli itiyordu.
Yedinci karede bir el….
Renkler tekrar canlandı, görüntü netleşti.
Perdede yalnızca iki el kaldı.
Minik bir el, büyük bir eli tutmaya çalışıyordu…
Bütün olumsuzluklar ve acılar, uzanan bu elin tutulmamasından kaynaklandı.
O eli zamanında tutmayanlar, tutacak bir el aradıklarında elleri boşlukta kalanlardı….”
* * * * * * *
Eller boşlukta kalmamalı…!
Cinayet işleyen eller, bir zamanlar küçük küçücük değil miydi?
Tiner kokan eller, bir zamanlar dünyanın en tatlı kokusu olan bebek kokusuyla, bir annenin omzunda uyumuyor muydu?
O kanlı eller bir zamanlar süt kokmuyor muydu?
O küfür eden ağızlar bir zamanlar acıkınca “mama” susayınca “su”, zoraki anne baba demiyor muydu?
O ellere ne oldu bugün?
Kim verdi o ellere silahları?
Kim verdi o ellere tineri?
Kim verdi o ellere bıçağı?
Kim öğretti o ağızlara küfür etmeyi?
Kim sahipsiz bıraktı o elleri?
Dikenin tohumu olmaz! Diken, boş bırakılan bahçede kendiliğinden yetişir. Ev denilen o bahçede, okul denilen o bahçede, sınıf denilen o bahçede çiçek yetiştirmek için ter dökmeyenler, dikenlerin arasında yürümek zorunda kalıyor.
 “Ayaklarımıza batan dikenler ya bizim ektiklerimizdendir, ya da biçmediklerimizden” sözü yalan mı?
* * * * * *
Anne babalar öğretmenleri, öğretmenler anne babaları suçlamaktan vazgeçmeli. Herkes kendisine en yakın ellere uzanmalı.
Eller boşlukta kalmamalı! Boşlukta kalan ellerin toplumu ne hale getiriyor görüyoruz.
Anne baba evlatlarının, öğretmenler Öğrencilerinin gözlerinin içine bakarken bu ülkenin geleceğine bakıyormuş gibi bakmalı.
Öğrencilerimizin gözlerinin içine bakarken bu ülkenin geleceğine bakıyormuş gibi bakmalıyız.
Bir âdem bir alem değil mi?
Bir insanla ilgilenirken, insanlıkla ilgileniyormuş gibi ilgilenmek zorunda değil miyiz?
Bir öğrencinin elinden tutarken, dünyanın elinden tutar gibi tutmak zorunda değil miyiz?
Bir öğrencinin derdiyle ilgilenirken, dünyanın derdiyle ilgileniyormuş gibi ilgilenmek zorunda değil miyiz?
Bir sınıfta ders anlatırken, dünya bizi dinliyormuş gibi ders anlatmak zorunda değil miyiz?
Yanan ormanlara bakarken, diken dolu bahçelerde dolaşırken, ben mi küçük bir tohumu abartıyorum?
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın
Hedefe varmayan mızrak utansın
Koşmana bak sen, hey gidi küheylan
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın”
Sözlerini yazan
 Necip Fazıl Kısakürek, küçük bir tohumu çok mu abartıyordu acaba?
Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum, görülmez bir elma bahçesidir.
Öğretmen tohumun içindeki ormanı görebilen insandır
.

Sait ÇAMLICA

Gün gelir ıslanırsınÜmit yağmurlarında
Nazlı bir gül açar
Eser yaz meltemleri
Şen şakrak öter bülbül
İçinde sevgiler canlanır
Neşeli bir şarkı dudaklarında
Gülersin hayata çektiğin acılara
Ömrün bahar olur
Zalim kaderini yenersin
Üzüntülerin son bulur 

BU VATAN KİMİN ŞİİRİ VE HİKAYESİ

Bu Vatan Kimin
4
--------------------------
 
-------------------------
3
   
-------------------------
2
   
-------------------------
1

Bu vatan, toprağın kara bağrında 
Sıradağlar gibi duranlarındır; 
Bir tarih boyunca, onun uğrunda 
Kendini tarihe verenlerindir...


Tutuşup: kül olan ocaklarından, 

Şahlanıp: köpüren ırmaklarından, 

Hudutlarda gaza bayraklarından, 

Alnına ışıklar vuranlarındır...



Ardına bakmadan yollara düşen, 

Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan, 

Huduttan hududa yol bulup koşan, 

Cepheden cepheyi soranlarındır...



İleri atılıp sellercesine, 

Göğsünden vurulup tam ercesine, 

Bir gül bahçesine girercesine, 

Şu kara toprağa girenlerindir...



Tarihin dilinden düşmez bu destan: 

Nehirler gazidir, dağlar kahraman, 

Her taşı bir yakut olan bu vatan, 

Can verme sırrına erenlerindir...



Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil, 

Bu sevgi bir kuru ifade değil, 

Sencileyin hasmı rüyada değil, 

Topun namlısında görenlerindir...


Orhan Şaik GÖKYAY

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...