10 Temmuz 2018

CENNET VE CEHENNEM TASVİRLERİ MECAZİDİR (MÜTEŞABİHTİR) \ AHMET BAYDAR



CENNET VE CEHENNEM TASVİRLERİ MECAZİDİR 
(MÜTEŞABİHTİR) \AHMET BAYDAR 

MUHKEM AYETLER VE MÜTEŞABİHLER 
 MUHKEM AYETLER (Kesin hükümlü ayetler) 
 MÜTEŞABİHLER (Benzeşenler-Mecazlar) 
 Al-i İmran suresi, 7-“Sana kitabı indiren O’dur. 
Ondandır muhkem ayetler -ki onlar kitabın anasıdır- ve diğerleri müteşâbihlerdir 
(BENZEŞENLER-MECAZLAR). 

Şu var ki, kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne aramak ve tevilini aramak için ondan müteşabih olanları izlerler. 
Ve bilemez tevilini Allah’tan başkası ve ilimde derinleşenler derler ki; 
“Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır. 
”Ancak akıl sahipleri düşünebilirler.” 

 İkinci Hayat (AHİRET: CENNET-CEHENNEM) Konusunda Benzeşenler

İnsanın bilgi edinmesi için iki alan vardır. 

Birincisi ‘Şehadet’ alanıdır. 
Biz burayı müşahede eder, işitir, görür dokunur ve kavrayabiliriz. 
Böylece muhkem bilgiler elde ederiz. Bu bilgilerden, evrensel yasalara dayanan Fiziksel bilimler doğar. 

Bilgi edinilebilecek
 ikinci alan ise, +metafizik olan ‘Gayb’dır.
 Fakat duyu organlarımız bu alanı kavramakta yetersiz kalır. 
Her iki terim de şu ayette kullanılmıştır; “O, görülen (şehadet)i de görülmeyen (gayb)ı da bilen, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır.”[1] 

Burada önemli bir noktanın altını çizmemiz gerekmektedir. Gayb; sadece “Görülmeyen” demek değildir. Aynı zamanda ‘Şu anda hazırda bulunmayan’ demektir. Bu nedenle, o anda hazırda bulunmayan kimsenin onu üzecek biçimde anılmasına ‘Gıybet’ denmektedir. Kelime bazen, bilinenin mukabili olarak da kullanılır. 

Kur’an’da daha çok insanın kavrayış alanının ötesinde bulunan hakikati nitelemek için kullanılmıştır. Oysa sadece görülmeyen niteliğindeki bir şey, şehadet alanında bulunan, fakat duyularımızdan uzak kalan yahut zihnimizde gelecek biçiminde algılanan eşya, haber ve hadiseler olabilir. Bunlar bilinebilirlik açısından gayba benzer. 

Fakat mutlak bilinmez değildir. 
Meselâ çocuk, annesine misafir geldiğini duymuştur. 
O bir misafirin geldiğini muhkem olarak bilmektedir. 
Ancak tanımadığı için misafirin kimliği ve ne zaman döneceği ona gayb gibidir. 

Fakat bunları her an bilme imkânı olduğundan tam bir gayb da değildir. 
İşte şehadet alanında bulunup da, gayba benzeyen bu tür haber ve olayları gayb dışında bir isimle adlandırmamız gerekmektedir. 

Hiç bilinemeyecek olana Kur’an’da ‘el-Gayb’ denmektedir. 
Biz bundan hareketle; zamanla bilinebilir olana aynı kökten bir kelimeyle ‘Gâib’ diyebiliriz. Böylece mutlak gayb ile şu anda bize gayb gelen şeyi birbirinden ayırmış oluruz. Meselâ Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek bizim için mutlak anlamda bir gaybdır. 

Çünkü onun zamanını sadece Allah bilir; “Saat’in bilgisi ancak Allah’a mahsustur.”[2] “Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem.”[3] “Size söylenen şey yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyacaktır, bilmem. 

Gaybı bilen O’dur.”[4] Fakat yağmurun ne zaman, nereye ve ne kadar yağacağını takdir eden bilgi mutlak gayb olsa da, onun yağacağı yer, zaman ve miktarı bilmek gayb değil gâibdir. 

Çünkü bulutların cinsi, yoğunluğu ve rüzgârın seyri gibi emareler, onun zamanını ve yerini bize haber vermektedir. 

Nitekim yukarıdaki ayet, kıyametin zamanını bilmeyi Allah’a tahsis ettikten sonra şöyle devam eder; “Yağmuru indirir, rahimlerde bulunanı bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. 

Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.” Allah, sadece bunları değil, her şeyi bilir. Ama hiç kimsenin bilemeyeceği, sâdece Allah’ın bileceği başka şeyler de vardır. Bu ayette vurgulanan şudur. Yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilemeyen kimse, kıyametin saatini nasıl bilsin?

 Fakat yağmurun ne zaman yağacağı, ana rahminde ne olduğu, ne zaman şiddetli bir depremin olacağı mutlak gayb ile sınırlanmamıştır. Bunlar sadece bilemeyene gâibdir. İlk ikisinin şu anda bilim adamları için gâib olmaktan çıktığını da biliyoruz. 

İkinci hayata (ahrete) gelince. 
O mutlak anlamda bir gaybdır. 
Doğal olarak oradaki nimet ve azabın mahiyet de insan için gayb kalacaktır. Fakat din koyucusu, kulların iman ve inkârına karşılık onlara vereceği nimet ve azabın niteliklerini anlatacaktır. 

Bu anlatış da elbette muhataplarının diline yani onların nimet ve azap kültürlerine uygun düşmesi gerekir. Aksi takdirde, sözün ruhlara bir etkisi olamaz. Kur’an’ın ilk seslenişi, döneminin büyük bir kentinde, köleleri ve hizmetçileri bulunan zengin bir halka olmuştur. 

Bu halkın yoksulları genelde ona uymuşlar, zenginleri karşı koymuşlardır. Bu nedenle, Kur’an vaat ettiği nimetleri doğal olarak o yoksulların hoşlanacağı, kendisiyle tehdit ettiği azabı da o şımarık zenginlerin kaygılanıp korkacağı niteliklerle anlatmıştır. 

 Onların nankör zenginlerinin en nefret ettiği şey şüphesiz sıcaklıktır. Kur’an da, onların yaptıkları kötülüklere karşılık onların hiç istemediği bir şeyden, ateşten söz eder. Fukaranın hasret kaldığı şey de yeşillikler arasında ferah bir ortamdır. 

Kur’an da, o yoksulların iyiliklerinin karşılığını, onların özlemini duyduğu bahçelerle tasvir eder. Şimdi eğer biz, günlerinin çoğunu kar ve buz üzerinde geçiren zalimleri ateşle tehdit etsek yahut hayatı zaten bağ ve bahçelerde geçen iyilere bahçeler vaat etsek, Kur’an’ın aldığı neticeyi almayabiliriz. 

Yani, üzerinde durulan coğrafya Arabistan, uyarılan toplum Arap, aralarından seçilen elçi Arap, onlara cehennemi ve cenneti tanıtan da Arapça bir Kur’an’dır. Buradan şu noktaya ulaşmamamız zor olmasa gerektir. 

Kur’an’ın kendi dilini Arapça ile sınırlaması, aynı zamanda o günkü Arap kültürüyle de sınırlandırması anlamına gelir. Yani Arapça Kur’an, aynı zamanda gününün Arap kültürüyle konuşan Kur’an demektir. 

 Bu durumda, yukarıdaki üç paragraftan şunlar anlaşılırsa yanlış olmayacaktır. Mutlak gayb alanını anlamak için iki benzetmeye ihtiyaç olacaktır. Birincisi gaybdan haber vermedeki zorluktandır. 

Bu zorluk, haber verilen yerle o haberi alanın saha ayrılığından kaynaklanır. Bu nedenle Kur’an ikinci hayattaki meyveleri bu hayattaki meyvelere benzetir. “İnananlar ve yararlı işler yapanlara, içlerinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Onlara bir ürün rızk olarak verildiğinde, “Bu daha önce de bahşedilenin aynısıymış” derler. 

Bunlar, müteşabih olarak sunulmuştur.”[5] Benzetme gereğinin ikincisi, verilen haberin, zihinlerde algılanış biçimindendir. Bu haberi veren toplumla, alan toplumun kültür farkı bu gereği artırır.

 Ayetlerde cennet; huzur verici gölgeler, tarifsiz güzellikte eşler, üzüm, nar, hurma, kuş eti, girift ağaçlar, zencebîl, kâfûr, misk, ipekler, atlaslar, kanepeler, divanlar, yastıklar, dolaşıp hizmet eden sürekli aynı yaşta, güzel kız ve oğlanların bulunduğu, içinden ırmaklar akan bahçeler şeklinde tasvir edilir. 

 İnananlara; ağzı mühürlü bir testiden, gümüşten sırça kadehlerde, içine kâfur ve zencefil karıştırılmış tertemiz, güzel kokulu bir şarap sunulur. Zencefil, güzel kokusuyla içkiye lezzet katan bir baharattır. 

Kâfûr soğukluk, zencefîl ısı verir. İçildikten sonra ağızda misk kokusu bırakır. İçenleri sarhoş edip salyalarını akıtmaz. Öyle bir iki kadeh içmekle tükenecek gibi de değildir. 

Çünkü Tesnim ve Selsebîl denen bir pınardan beslenir. Tesnim, Allah’a yaklaştırılanların içki pınarıdır. Selsebîl ise içimi gayet lezzetli, tatlı, boğazdan çok rahat geçen bir içkidir. Altın ve gümüş kaplara konulmuş leziz yemekleri ve temiz içkileri dolaştıranlar, ihtiyarlamazlar, tazelikleri bozulmaz. Ölümsüz gençlerdir onlar. 

Etrafa saçılmış inci taneleri gibidirler. İnci taneleri düz yerde dağınık olursa ışığı birbirine vurduğu için güzel bir görünüm verir. O kadar güzeldirler. Onlar süreklidirler.[6] Nankörlüğe karşılık olarak verilecek cehennem için de tasvirler yapar Kur’an. Özellikle ateş bunların başında gelir. 

Düşünün ki şımarık bir zengin; kavurucu bir sıcakta çölde kalmış. Açlık gidermeyen dikenli otlardan başka bir yiyeceği yok. Şiddetli bir susuzluk içinde, fakat kaynamış ve kirlenmiş içeceklerden başka içeceği de yok. Yaşamanın ve ölmenin bulunmadığı bir çaresizlik ortamında. 

 “Cehennem bir gözetleme yeri olmuştur. Azgınlar için bir barınak. Devirlerce kalacaklardır içinde. Ne bir serinlik tadacaklar ne de bir içecek. Sadece; kaynar ve atık bir su”[7] Şimdi cennet ve cehennemle ilgili şu tasvirler bize bir şeyler hatırlatıyor. 

Çünkü bu kavramlara yabancı değiliz. İşte inananlara verilen cennet nimetleri, bu hayatta tanıdığımız nimetlere böyle benzer. Nankörlere verilecek karşılık da bu ilk hayattaki mahrumiyetlere benzer. 

Fakat aynen böyle midir? Buna rahatlıkla hayır diyebiliriz. Gerçekte bunlardan çok farklı olmalıdır zira iki hayatın oluşu birbirinden farklıdır. Orada zaman algısı bildiğimizden farklıdır; “Göklerle yer genişliğindeki cennet”[8] “Sakınanlara vaat olunan cennetin meseli şöyledir: Orada bozulmayan sudan ırmaklar, tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere lezzet sunan bir şaraptan nehirler, süzme bir baldan oluşan nehirler var.”[9] 

 Bu hayatta; tadı bozulmayan su ve lezzeti bozulmayan süt bulunur mu? Süzme baldan bir nehir nasıl olur? Ayrıca, herkes sütü ve balı sevmeyebilir de. 

Şarap, hiç tatmamış kimseye de lezzetli gelir mi? Bu nedenle cennette bunların da ne işi var diyen çıkabilir. Bu son ayetlerden anlıyoruz ki cennet ve cehennem tasvirleri muhkem değildir. 

Çünkü cennet ve cehennem sadece vaad ve vaidden ibaret değildir. 
Zaten ayette bunların bir ‘Mesel’ olduğu söylenmektedir. 
Nitekim bu sayılanları ödül ve ceza olarak algılayışlar da farklıdır. 
Bunlar kalplerinde hastalık olanların hastalığını artırabilir. 
(Ahmet Baydar, Muhkem ve Müteşabih)
 ——————————————— 
 [1] Haşr, 59/22. [2] Lokman, 31/34. [3] Enâm, 6/50. [4] Cin, 72/25-26. [5] Bakara, 2/25. [6] Kur’an’ın sürekli anlamında kullandığı kelime ‘Huld’dur. Uzun zaman kalıcı olmaya da ‘Hulûd’ denilir. Kelime, hem uzun zaman için, hem de sonsuzluk için kullanılır. Yaşlandığı halde saçları ağarmayan, dişleri dökülmeyen kimseye de ‘Muhlid’ denir. [7] Nebe’, 78/21-25. [8] Âl-i İmrân, 3/133. [9] Muhammed, 47/1 5

‘AHMET MURAT SAĞLAM’ KATEGORİSİ İÇİN ARŞİV NEDEN YALNIZ KUR’AN – 1-2-3-4-5-6-7 \ Ahmet Murat SAĞLAM



‘AHMET MURAT SAĞLAM’ KATEGORİSİ İÇİN ARŞİV NEDEN YALNIZ KUR’AN – 1-2-3-4-5-6-7 \ Ahmet Murat SAĞLAM 

Muhammed Peygamber hayatta iken, inkârcılar peygamberimizin elçiliğini reddederek onunla savaştılar. Müslümanlar güçlenip taraftar bulduklarında ise artık inkârcılığın farklı bir yüzü bizzat Müslümanların kendi içlerinde tezahür etmeye başlamıştı. Elçinin getirdiği mesaj kabul edildikten sonra inkârcılık boyut değiştirdi. Şirk ve inkârın tanınması daha da zor olan yeni bir yöntemi oluştu. 

İnkârcılar ve müşrikler artık, elçilerin getirdiği mesajı izlediğini iddia eden insanlar arasından çıkıyor ve bu kişiler mesaja inandıklarını iddia etmelerine rağmen, aslında inanmıyorlar. Hiçbir dini grup aslında kendilerine mesajı getiren elçinin saf mesajını izlemiyor. Her bir mezhep, grup, cemaat kendilerine gelen mesajı tahrif ederek izliyorlar. Kur’an’da bildirilen dine yüzlerce yasak ve kural ekleyerek, dini yaşanmaz bir hale çeviriyorlar ve atalarını körü körüne takip ederek ALLAH’ın din adına yeterli, apaçık, kolaylaştırılmış mesajı Kur’an’a ihanet ediyorlar. 

Allah’ın kitabında anlattığı emir ve yasakları tam ve mükemmel olarak kabul ederek, Muhammed Peygamber gibi SADECE KUR’AN’ı takip etmesi gereken Müslümanlar; hadis/sünnet öğretilerini, mezhep imamlarını ve atalar dinini sorgulamadan takip ediyor ve Peygamberimizin ahiretle ilgili Kur’an’da yer alan biricik şikâyetine muhatap olmuş oluyorlar: Furkan:30 Elçi de, ‘’Rabbim halkım Kur’an’ı terk etti’’ der. 

 Kur’an’ın dinin tek kaynağı olduğunu kabul etmeyerek dinin hükümlerine eklemeler yapanlar, Kur’an dışındaki kitaplarda ‘’din’’ arayanlar Yunus:15’te bahsedilen gruptur: Yunus:15 “Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, 

‘Bundan başka bir Kur’an getir yahut onu değiştir.’ derler. De ki: ‘Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” 
 Yukarıdaki ayet geçmiş inkârcıların Kur’an’ı beğenmedikleri söylüyor. Günümüzde ise beğenmeme durumu farklı şekilde ortaya çıkıyor. Yeni durum indirilen vahyi yetersiz görmek olarak tezahür ediyor. 

Böylece Kur’an’ı yeterli görmeyenler, Kur’an’ı arzularına uygun hale getirmek için Kur’an dışı öğretiler yolu ile dine eklemeler yapıyor. Elinizdeki kitabın ana konusu işte bu konu üzerinde şekillenecektir. Kitap boyunca sade bir dil kullanarak, ayetler eşliğinde bu temel ve büyük önem arz eden meseleyi inceleyeceğiz. 

 Din adamlarına olan güven insanları hep köreltmiş ve yanlış yola sürüklemiştir. Oysa Kur’an’a göre, din adamlarının çoğu güvenilmez kişilerdir: Bakara:79 Kitab’ı elleriyle yazdıktan sonra onu ucuz bir fiyata satmak için onun ALLAH’tan olduğunu söyleyenlerin vay haline. Ellerinin yazdığından dolayı vay haline onların. Kazandıklarından dolayı vay haline onların! Tevbe:31 Din bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih’i ALLAH’tan ayrı rabler edindiler. 

Oysa yalnız tek Tanrı’ya kulluk etmekle emredilmişlerdi. O’ndan başka tanrı yoktur. O, eş koştukları kimselerden de çok Yücedir. Tevbe:34 Ey inananlar, din bilginlerinin ve din adamlarının çoğu halkın parasını hak etmeden yerler ve ALLAH’ın yolundan saptırırlar. Altın ve gümüşü yığıp ALLAH yolunda harcamayanlara acı bir azap müjdele. ALLAH’ın izniyle yeni bir aydınlanma çağı başlıyor. İnsanlar, hızla ilerleyen iletişim teknolojisi ile birlikte her türlü düşünceye kolaylıkla ulaşabiliyor. Artık hakikat de batıl da daha hızlı yayılıyor. ALLAH’a teslim olma amacında olan erdemli insanları kandırmak ve uyutmak da gittikçe zorlaşıyor. 

 Bu kadar farklı din, bu kadar farklı mezhep ve görüş içinde gerçeği arayan erdemli kişiler için ALLAH’ın mesajı Kur’an apaçık, kolaylaştırılmış, tam ve mükemmel şekilde anlaşılmayı bekliyor. Hakikate emek veren kişiler, hakikati öğrenmeyi de talep etmiş olurlar. ALLAH, yol gösterici olarak O’nu yeterli kabul ederek samimiyetle kendisine yönelen ve güvenenlerin bu taleplerini geri çevirmez. Yeter ki biz talebimizde samimi olalım… Şura:13 Allah dileyeni kendine seçer ve kendisine yöneleni doğruya ulaştırır. 

NEDEN YALNIZ KUR’AN – 2 \ Ahmet Murat SAĞLAM 
 DİN ADAMLARININ BAHSETMEDİKLERİ GRUP: MÜŞRİKLER 
 Kur’an’da birtakım gruplardan ve bu gruptakilerin özelliklerinden bahsedilir. Bunlardan en çok bilinenleri müminler (inananlar), kâfirler (gerçeği gizleyenler) ve münafıklardır (ikiyüzlüler). Bunların dışında Kur’an’da yer alan ve din adamlarının hemen hemen hiç bahsetmediği bir grup daha var ki, bu grup konumuz açısından oldukça önemli bir yer tutuyor. Bilinçli olarak gizlenen bu grubun adı ‘’müşrikler’’, diğer adıyla Allah’a ortak koşanlar… Bu bölümde Kur’an’da yoğun olarak bahsedilen müşrikleri ve onların özelliklerini tanımaya çalışacağız. Müşriklerin özelliklerini bilmemiz, kitabın ilerleyen bölümleri için konulara daha farklı açıdan bakabilmemizi sağlayacaktır. Müşrikleri ilginç kılan en önemli sebep, onların da Allah’ın varlığına ve her şeyin yaratıcısı olduğuna, kitaplarına, elçilerine ve ahiretin varlığına inanıyor olmaları… 

 MÜŞRİKLER DE ALLAH’A İNANAN KİMSELERDİR!
 Ankebut 61: Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı? Güneşi ve Ay’ı kim emrinize verdi?” diye sorsan, “ALLAH” diye karşılık verecekler. Öyleyse neden sapıyorlar? Ankebut 62: ALLAH kullarından dilediğine rızkı arttırır ve kısar. ALLAH her şeyi bilendir. Ankebut 63: Onlara, “Gökten suyu kim indirip ölümünden sonra toprağı canlandırıyor?” diye sorsan, “ALLAH” diyecekler. De ki, “Övgü ALLAH’a aittir.” Ancak çokları anlamaz. Ankebut 64: Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. 

Ahiret yurdu ise gerçek hayattır; bir bilselerdi. Ankebut 65: Gemiye bindikleri zaman, dini sadece ALLAH’a ait kılarak O’nu çağırırlar. Ne zaman ki, onları denizden kurtarırız tekrar ortak koşmaya başlarlar. Müşriklerin sorunu, vahyedilen öğretileri saf haliyle kabul etmemeleri, tahrif ederek, eklemeler yapmaları ancak bu şekilde inanmalarıdır. 

Örneğin Allah ‘’Sadece bana dua edin, duanıza aracılar koymayın’’ demesine rağmen, onlar kutsadıkları kişilere de (elçilere veya evliyaya da) dua ederler veya onları dualarında aracı olarak görürler. Zümer 3: Kesinlikle din sadece ALLAH’a aittir. O’nun dışındakileri evliya (dostlar) edinenler, 

“Onlar bizi ALLAH’a daha fazla yaklaştırsınlar diye biz onlara kulluk ediyoruz” (derler). Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında ALLAH karar verecektir. ALLAH kuşkusuz, yalancıları ve nankörleri doğru yola iletmez. Yukarıdaki ayette net şekilde görüyoruz ki, 

Allah’a yaklaşmak için veli edinilen (ortak koşanlara göre) kutsanmış kişiler vardır. Müşrikler dua ederken Allah’a yaklaşmak için evliyayı aracı olarak kullanıyorlar. Günümüzde de aynı mantıkla evliya/gavs vs. diye adlandırılan kişiler, duada aracı yapılarak Allah’a şirk koşulmuş oluyor. Oysa Allah, Kaf suresi 16. Ayette bize ‘’Şah damarımızdan daha yakın’’ olduğunu bildiriyor. Allah ile aramızda bir ara olmadığına göre, aracıya gerek var mı? Müşrikleri tanımaya devam edelim… 

 MÜŞRİKLER YETERİNCE ERDEMLİ DAVRANMAZLAR 
 Müminun 84: De ki, „Biliyorsanız, yer, gökler ve içlerinde bulunanlar kimindir?“ Müminun 85: “ALLAH’ın“, diyecekler. De ki, “Düşünmez misiniz?“ Müminun 86: De ki, “Yedi göğün Rabbi, büyük yönetimin Rabbi kimdir?“ Müminun:87 “ALLAH“, diyecekler. De ki, “Öyleyse neden erdemli davranmıyorsunuz?“ Müminun 88: De ki, “Biliyorsanız, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmayan; her şeyin egemenliğini elinde bulunduran kimdir?“ Müminun 89: “ALLAH“, diyeceklerdir. De ki, “O halde nasıl da aldanıyorsunuz?“ Müminun 90: Kendilerine gerçeği getirmemize rağmen onlar yalanlamaktadırlar. 

 Müşrikler kısmen erdemli olsalar da bu yeterli değildir. Ayetlere dikkat edersek, sorulan sorulara ‘’Allah’’ cevabını vermelerine rağmen gereken erdemi sergilemedikleri için eleştirildiklerini görürüz. Kur’an’ın erdem tanımı oldukça uzun bir listeden oluşur. Müminler bu listenin tamamına uymaya çalışan kişilerdir. Fakat müşrikler, listeye uymak yerine, listenin içinden işlerine geldiği kadarına uymayı seçerler. Cimri, zalim, acımasız, hain, nankör veya kindar olabilirler. 

Yardımsever bir zalimin/hainin/nankörün/büyüklük taslayan kişilerin Allah katında ne kadar değeri olabilir? Birçok iyi vasfımızın yanında, yukarıda sayılan kötü nitelikleri veya benzerlerini kendimizde barındıramayız. Allah’a teslim olan kişiler, erdemli davranmayı karakter haline getirenlerdir. Allah’ın her an yanımızda olduğunu, yaptıklarımızı kaydettiğini ve bizi hesaba çekeceğini bilmeli ve hayat boyu bu bilinçle yaşayan kişiler olmalıyız. 

AFFEDİLMEYECEK TEK GÜNAH: ŞİRK! 
 Kur’an’da günahlardan sadece birinin Allah tarafından affedilmeyeceği açıklanır: ŞİRK! Dolayısı ile Kur’an’da anlatılan en önemli konunun ‘’şirk’’ olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların çoğu birtakım yanlış inançlarından dolayı şirke bulaşırlar fakat bunun farkında olmazlar. Allah’a ortak koşmanın affı olmadığı için, şirk, Kur’an’da bahsi geçen en önemli günah olarak da tanımlanabilir. Müşrik olarak ölen kişi, affı/telafisi olmayan bir günahla ölmüş olur. 

MÜŞRİKLER İÇİN AF YOK! 
 Nisa 48: ALLAH kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Kim ALLAH’a ortak koşarsa çok büyük bir günah işlemiş olur. Nisa 116: ALLAH kendisine ortak koşulmasını (ölünceye kadar sürdüğü takdirde) affetmez; bunun aşağısındaki günahları ise dilediği kişi için affeder. Kim ALLAH’a ortak koşarsa tamamen sapıtmış olur. Yukarıdaki ayetlerde şirkin affedilmeyeceğini gördük. Şirkin haricinde hangi günah olursa olsun, hesap gününde Allah uygun görürse bağışlayabilir. Şirkin affedilmemesinin başlıca nedeni, her türlü kötülüğün temelinde payının olmasıdır. Kişinin ölmeden önce şirkten vazgeçmesi gerekir. 

 ŞİRK KOŞANLAR BU DURUMUN FARKINDA DEĞİLLER! 
 En’am 22: Hepsini topladığımız gün, ortak koşanlara, “Nerede iddia etmekte olduğunuz ortaklarınız?” (denir). En’am 23: Onların tek savunması şu olacak: “Rabbimiz ALLAH’a andolsun ki, biz ortak koşmadık.” Yukarıdaki ayetler net olarak gösteriyor ki, şirk koşanlar bunu farkında olmadan yapıyorlar. Ancak farkında olmamaları ve hesap gününde şirk koştuklarını reddetmeleri kayıplarından bir şey eksiltmeyecektir. 

 ORTAK KOŞANLARIN AMELLERİ BOŞA GİDER! 
 Zümer 65: Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedilmiştir: Ortak koşarsan, tüm yaptıkların boşa gider ve kaybedenlerden olursun. En’am 88: ALLAH’ın hidayeti böyledir. Kullarından dilediğini ve/veya dileyeni ona ulaştırır. Ortak koşsalardı yaptıkları boşa çıkardı. Ortak koşanların yaptığı amelleri boşa gidecektir. 

Yukarıdaki ilk ayette direkt olarak peygamberimize seslenilmiştir. Allah, elçiler de dâhil olmak üzere kim ortak koşarsa koşsun, o kişiyi bağışlamayacağını beyan ediyor. Bu, Allah’ın kararlaştırdığı bir hükümdür ve değişmeyecektir. Allah’a teslim olup O’nun hükümlerine uymak, dünyada bulunuş amacımızın, imtihanımızın en önemli konusudur. 

İNSAN KENDİSİNİ / HEVASINI İLAH EDİNEBİLİR! 
 Furkan 43: Egosunu/hevasını ilah edinen kişiyi gördün mü? Sen mi ona avukatlık edeceksin? Casiye 23: Egosunu ilah edinen kimseye dikkat ettin mi? Nitekim ALLAH, onu bilerek saptırmış, işitme duyusunu ve beynini mühürlemiş ve görüşüne perde koymuştur. ALLAH’tan başka kim onu doğruya iletebilir? Öğüt almaz mısınız? Yukarıdaki ayetler kişinin kendisini bile ilah edinebileceğini bildiriyor. Şirk koşmak için her zaman put lazım değildir. Kişi, kendini ve daha birçok somut ve soyut şeyleri ilah edinebilir. Bu şirktir!

HİRİSTİYANLAR İSA PEYGAMBER’İ ALLAH’A ORTAK KOŞUYORLAR! 
 Maide 72: “ALLAH, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler elbette inkârcıdırlar. Oysa Mesih, “İsrail oğulları! Benim de sizin de Rabbiniz olan ALLAH’a kul olun”, demişti. Kim ALLAH’a ortak koşarsa ALLAH ona cenneti yasaklar, onun yeri de ateş olur. Zalimler için yardımcı da bulunmaz. Maide 116: ALLAH şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi halka, ‘Allah’tan başka beni ve annemi de ilah edinin’ dedin?” (İsa) şöyle cevap verecek: “Sen yücesin, hakkım olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz.

 Zaten böyle bir şey söylemiş olsaydım sen bilirdin. Sen benim düşüncemi bilirsin; ancak ben senin düşünceni bilmem. Sen tüm gizemleri biliyorsun.” Maide 117: “Ben onlara ‘Rabbim ve Rabbiniz olan ALLAH’a kulluk edin’ diye bana emrettiğinden başkasını demedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım. Canımı aldıktan sonra ise sen onların üzerine gözetleyici oldun. Sen her şeye tanıksın.” İsa Peygamber’in gerçekte söylemediği fakat söylediği zannedilen sözler Hıristiyanların başına bela olmuştur. Din adamları, o öldükten sonra dinlerini bozmuşlar ve İsa Peygamber’i Allah’ın yanında bir şefaatçi ve dualarında medet umdukları bir konuma yükselterek şirk koşmuşlardır. Müşrikleri tanımaya devam edelim… 

 MÜŞRİKLER ‘’SADECE ALLAH’’ DENİLMESİNİ KABUL ETMEZLER! 
 Mümin 12: Çünkü YALNIZ ALLAH çağrıldığı zaman inkâr ederdiniz. Ancak kendisine ortak koşulduğunda inanırdınız. Hüküm, üstün ve büyük olan ALLAH’a aittir. Müşrikler, dinde değişiklik yapma hakkına sahip olduğunu sandıkları kişileri Allah’ın yanına koyarak, O’na ortak yaparak Allah’a inanırlar. Dinin tek hâkiminin Allah olduğunu kabul etmezler. Allah’ın birtakım vasıflarını, uygun gördükleri kişilere yakıştırırlar. 

Bu kişiler, elçiler, evliya veya kutsal kabul ettikleri bazı din adamları olabilir. Tüm elçilerin getirdiği ortak mesaj, insanların SADECE ALLAH’A kulluk etmeleriydi. Allah’tan geldiği şekliyle vahye inanmak, dindeki en temel buyruktur. Ama din adamları, elçilerin mücadele ettiği şeye bizzat elçilerin isimlerini kullanarak destek oluyorlar, Allah’ın yanına birtakım isimlerin öğretilerini koyarak kendi toplumlarını saptırıyorlar. İsa Peygamber’in durumu tüm Müslümanlarca bilinir. 

Teslis inancını (üçleme) İsa Peygamber bildirmemiştir. O öldükten sonra din adamları sanki İsa Peygamber onların teslise inanmalarını söylemiş gibi halklarına kendi uydurdukları dini anlatmışlardır. Maalesef Müslümanlar da benzer bir şekilde dinlerini bozmuşlardır. Muhammed Peygamber’in getirdiği mesaj, mezhepler tarafından tahrif edilmiş ve Muhammed Peygamber, Allah’ın yanında dinde bir yasa koyucu, bir şefaatçi ve dualarda aracı konumuna getirilmiştir. Allah’a güvenemedikleri için sapan bu kişiler, sadece Allah’a dua edeceklerini, sadece O’ndan medet umacaklarını ve dini yasaları sadece O’nun vahyinden öğreneceklerini unutmuşlar, ihmal etmişler ve Allah’ın buyruklarından bir şekilde uzaklaşmışlardır. 

 ELÇİLERİ VE EVLİYAYI ŞEFAATÇİ EDİNMEK ŞİRKTİR! 
 En’am 94: “Sizi ilk defa yarattığımız gibi bize tek olarak geldiniz. Size hayal gibi gösterdiğimiz şeyleri ardınızda bıraktınız. Hakkınızda (verilecek kararda Allah ile) ortak davranacaklarını ileri sürdüğünüz şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bağlar kesilmiştir. İleri sürdükleriniz sizi terk etmiştir.” Tevbe 113: Akraba bile olsalar, ne peygamber ne de inananlar cehennem halkı oldukları kendilerine belli olduktan sonra ortak koşanlar için bağışlanma dileyemezler. 

 Allah, ortak koşanları bağışlamaz ve onları yargılarken de kendi kararlarında hata yapmaz. Eğer O, birini cezalandırmaya karar verdiyse, bunu değiştirebilecek olan kimdir? Tevbe suresi 113. Ayette görüldüğü gibi, Müslümanların şirk koşan birisinin bağışlanması için dua etmeleri de yasaktır. Şefaatçi oldukları iddia edilen kullar, hesap günü geldiğinde bunu yalanlayacak ve o kişileri terk edeceklerdir. Ne elçiler, ne de diğer kullar şefaat etme hakkına sahip değillerdir. 

 HARAMLAR UYDURMAK ŞİRK SUÇUDUR! 
 En’am 148: Ortak koşanlar, “ALLAH dilemeseydi, ne biz, ne de atalarımız ortak koşmaz ve hiç bir şeyi de haram etmezdik” diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar aynı şekilde yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize göstereceğiniz herhangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna (şüpheli ve çelişkili rivayetlere) uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.” En’am 149: De ki: “En güçlü delil ALLAH’ındır. Dileseydi, elbette hepinizi doğruya ulaştırırdı.” En’am 150: De ki: “ALLAH’ın şunu haram ettiğine tanıklık edecek tanıklarınızı getirin.” Tanıklık ederlerse onlarla beraber tanıklık etme.

 Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların keyfine uyma. Onlar, Rablerine başkalarını eş koşmaktadırlar. Nahl 35: Ortak koşanlar, “ALLAH dilemeseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmaz ve O’nun haram ettiğinden başkasını da haram kılmazdık” (derler). Kendilerinden öncekiler de böyle davranmıştı. 

Elçinin açıkça bildirmekten başka bir görevi mi var? 
 Yukarıdaki ayetler, müşriklerin Allah adına haramlar ürettiklerini gösteriyor. Günümüzdeki müşrik algısı da aynı mantıkla işliyor ve sürekli yeni yasaklar üretiyor. Şirkin tespit edilebileceği en kolay konu budur. Ayetlerde de açıklandığı üzere, Allah onların uydurdukları haramları onaylamıyor. 

 MEZHEPLERİN UYDURDUKLARI HARAMLARA ÖRNEKLER! 
Eti Yenmeyen Kara Hayvanlarından Örnekler: Fil, köpek, kedi, kunduz, porsuk, vaşak, tilki, gelincik gibi avını köpek dişiyle yakalayan yırtıcı hayvanlar yenmez. [Şafii mezhebinde tilki, sırtlan, samur, sincap ve gelincik yenir.] Eti Yenmeyen Kuşlar: Avını pençesiyle yakalayan ve leş yiyen, çaylak, kartal, kerkenez, kuzgun, akbaba, leş kargası, yarasa, atmaca, şahin, martı, leylek, flamingo, kelaynak gibi kuşlar YENMEZ.  Deniz Hayvanları: Hanefi mezhebinde balık suretinde olmayan HİÇBİR DENİZ ÜRÜNÜ YENMEZ. Mesela ahtapot, kalamar, mürekkep balığı, denizatı, denizaygırı, denizanası, denizayısı gibi hayvanlar ve yengeç, midye, istiridye, ıstakoz, kerevit, karides, deniz salyangozu gibi deniz haşaratı 

YENMEZ. YUKARIDAKİ HAYVANLARIN HİÇBİRİ HARAM DEĞİLDİR! 
Yukarıda listesini verdiğimiz nimetler Allah tarafından değil mezhepler tarafından haram olduğu söylenmiştir. Kur’an’da açık bir şekilde yenmeyecek hayvanlar listelenip bize bildirilmiştir. Kesinlikle bu listeye ilave yapılamaz. Allah’tan başka bir yasa koyucu yoktur ve Allah’ın yasaları, Allah’ın kitabında tam olarak bildirilmiştir: En’am 114: ALLAH’tan başka yasa koyucu mu arayayım? O ki, size kitabı detaylı olarak indirmiştir. Kendilerine kitap vermiş olduklarımız onun Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. O halde kuşkulananlardan olma. 

HARAMLARIN LİSTESİ 
 Nahl 115: Size yalnızca leş, kan, domuz eti ve ALLAH’tan başkası için adananları haram kılmıştır. Kim (bunları yemek) zorunda kalırsa, istekli olmamak ve sınırı aşmamak koşuluyla ALLAH bağışlayandır, Rahim’dir. Nahl 116: Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü “Bu helaldir, bu haramdır” demeyin. 

Böylece ALLAH’a yalan yakıştırmış olursunuz. ALLAH’a yalan yakıştıranlar başarıya ulaşamazlar. Ayetlerde gayet kolay anlaşılan bu listeyi, yüzlerce hayvanı daha ekleyerek çoğaltan geçmiş din adamları, kendilerini izleyen kişileri Kur’an’ın getirdiği mesajdan saptırarak, onların şirke girmelerine sebep olmuşlardır. 

 Birtakım günahları nedeniyle kirlenen kişiler, Allah’tan gelen mesajı anlayamıyorlar. Bu zihniyet, geçmişte elçileri kendilerine apaçık mesajı ulaştırmalarına rağmen, onlara karşı mücadele etmiş ve onları yalancı çıkarmaya çalışmıştır. Yaratıldığımızda bizden alınan, erdemli bir hayat sürmeye dair verdiğimiz söze sadık kalmalı ve ancak bu yolla şirkten kurtulacağımızı anlamalıyız. 

Müşriklerin özelliklerini özetleyecek olursak: Gerçekte güçsüz ve yetkisiz kişileri ALLAH’a ortak koşarlar. (Âl-i İmran:151, A’raf:33) Kutsadıkları kişilere yalvarır ve onlardan medet umarlar. (En’am:41, Nahl:54, Ankebut:65) Haramlar uydurup dinlerini tahrif ederler. (En’am: 148-150, Nahl:35) Kendilerine yarar ve zarar veremeyecek kişileri şefaatçi edinirler. (Yunus:18-49) Dini doğru tutmaz ve sürekli ayrılığa düşerler. (Şura:13) Cin 20: De ki, “Ben sadece Rabbime çağırırım ve O’na hiç kimseyi ortak koşmam.” 

NEDEN YALNIZ KUR’AN – 3 \ Ahmet Murat SAĞLAM 
KUR’AN’IN AÇIKLAYICISI KİMDİR? 
 İddia: Peygamberimizin görevlerinden birisi de Kur’an-ı Kerim’i sözlü ve uygulamalı olarak açıkça ortaya koymaktır. O, müminler tarafından anlaşılamayan ayetlere, kavramlara ve konulara açıklık getirmiştir. Uygulamalarıyla da bizlere örnek olmuştur. Kur’an’ın açıklayıcısı Muhammed Peygamber’dir. Kur’an, hadisler tarafından açıklanmıştır. Çünkü her şeyin sadece Kur’an’da açıklanması imkânsızdır. 

Kur’an teori, hadis ise pratiktir. Peygamberimizin görevini Kur’an’a yükleyerek ilahi projenin hem teorik hem de pratik kaynağı olmasını beklemek olmayacak bir şeydir. Delil hadislerden biri: Bana Kur’an’ın misli kadar daha hüküm verildi [Ahmed b. Hanbel] Delil olarak sunulan ayetlerden biri de Nahl Suresi 44. Ayettir. Nahl 44: Belgeler ve kitaplarla… Sana bu mesajı indirdik ki, kendilerine indirileni halka açıklayasın (bildiresin) ve onlar da düşünsünler. 

 İddiaya Cevap: Allah’ın herhangi bir kulu Kur’an’ın açıklayıcısı ve tefsircisi olamaz. Allah bize konuşmayı ve düşünmeyi öğretendir. Allah’ın kelimelerle anlattığı kitabı kapalı ve açıklamaya muhtaç olarak niteleyip, insanların kelimelerle anlattıklarının daha açıklayıcı ve daha detaylı olduğu iddia edilemez. Bilgilerimiz bazı ayetleri okuduğumuzda anlamak için yetersiz olabilir. Hatta bazı ayetleri anlamak için bilimin ilerlemesi bile gerekebilir. (örnek Alak: 1 ve Zariyat 47. Ayetler) 

Bu Kur’an’daki ayetlerin kapalı olduğu anlamına gelmez, ayetleri anlamak için zamanının gelmesi gerektiğini gösterir. Bizlerin yaptığı açıklamalar ise; zaten yapılmış açıklamalar arasında bağ kurma çabası olarak değerlendirilebilir. Herhangi birimizin yaptığı açıklamalar tartışmasız ve mutlak doğru olarak kabul edilemez. Her birimiz hatalı düşüncelere sahip olabiliriz. Müslümanlara düşen, kendilerine gelen verileri Kur’an ışığında değerlendirmektir. 

 Kur’an ‘’Allah Tarafından’’ Detaylandırıldı! 
 Hud 1: Elif Lam Ra. (Bu) öyle bir kitaptır ki, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar (Allah) TARAFINDAN ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra da DETAYLANMIŞTIR. 
 Kur’an’daki birçok ayet direkt veya dolaylı yönden bu konuyu işlemektedir. Oldukça detaylı işlenen ‘’ayrıntı’’ konusundaki ayetler çok nettir. 
 Örneğin şu ayetlere bakılabilir: 22:99 6:38 6:114 6:119 6:126 6:154 7:32 10:15 10:37 12:1 12:111 13:2 15:1 17:12 19:73 19:97 22:16 22:72 22:72 24:1 24:34 24:46 27:1 28:2 29:49 30:28 36:69 43:2 44:5-8 46:7 54:17 54:22 54:40. 57:9 58:5 65:11 16:89 6:145 17:39 43:36 

 Din adamları, Kur’an’ın dinimiz için gerekli detayları içerdiğini ve açıklayıcısının ALLAH olduğunu bildiren birçok ayete rağmen; Kur’an’ın açık olmadığını, bazı ayetlerin mücmel/kapalı olduğunu ve bu kapalı ayetlerin ancak hadisler yoluyla anlaşılabileceğini iddia etmişlerdir. Kur’an’ı Allah açıklayıp detaylandırmıştır. Bize düşen Allah’ın açıklamaları üzerinde düşünmek, yani ayetler arasındaki ilişkiyi kurmaktır. Bu ilişkiler ve detaylandırmalar bazen bir ayetten, bazen de Kur’an’ın geneline yayılan bir kompozisyon biçimindeki ayetlerden oluşabilir. 

 Bu ilişkilere dair birkaç örnek verelim: Fatiha 2: Övgü, evrenlerin Rabbi Allah’adır. Evrenlerin Rabbi ne demektir? Şuara 23: Firavun, “Evrenlerin Rabbi de ne demek?” dedi. Şuara 24: Dedi ki, “Kesinlikle inanacaksanız O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir.” Naziyat 27: Siz mi, yoksa gök mü yaratılış açısından daha zorludur? Onu O yaptı. Göklerle Alakalı Bilgi: Mümin 57: Göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışından daha büyük bir şeydir. Ne var ki halkın çoğu bilmez. Fatiha 6: Bizi doğru yola ilet. 

 Doğru yol ne demektir? Meryem 36: “Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; O’na kulluk ediniz. Doğru yol budur.” Teğabun 17: Allah’a güzel bir borç sunarsanız, O da onu sizin için katlar ve sizi bağışlar. Allah değer verir, şefkatlidir. Allah’a sunulan borç nedir? Hadid 18: Sadaka veren erkekler ve kadınlar, Allah’a güzel bir borç vermişlerdir. 

Onlara kat kat ödenir ve onlar cömert bir ödül hak etmişlerdir. Fatiha 4: Din gününün sahibi. Din günü ne demektir? İnfitar 18: Evet, din gününün ne olduğunu bilir misin? İnfitar 19: O gün kimsenin kimseye yardımı dokunmaz. O gün tüm kararlar yalnız Allah’a aittir. 

 Yukarıda verdiğimiz birkaç örnekte olduğu gibi, Kur’an’ın kendi içerisinde apaçık ve detaylı olduğunu gösteren yüzlerce örnek sunulabilir. Kur’an’ın yapısından anlıyoruz ki; Rabbimiz araştırmamızı, düşünmemizi ve bilgileri ayrıştırıp, sorunu oluşturan öğeleri de göz önüne alarak sonuca varmamızı istiyor. Kur’an, düşünen beyinlere hitap etmekte ve bizi diğer canlılardan üstün tutan aklımızı kullanmamızı istemektedir. Önemli soru şu: Allah’ın açıklayıp detaylandırmasını yetersiz görmek mümkün olabilir mi? 

 ALLAH’IN İLMİYLE DETAYLANDIRDIĞI KİTAP 
 Araf 52: İlimle detaylandırdığımız inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitabı onlara getirdik. Yine ayetten anlıyoruz ki Kur’an, Allah’ın ilmi üzere detaylandırılmıştır. Yol göstermek için Allah’ın ilave detaya ve birilerinin ilmine ihtiyacı olduğu iddia edilemez. Allah eksik detaylandırma da yapmaz. 

 KUR’AN’IN ÖĞRETMENİ KİMDİR?  
Rahman 1-2: Rahman, Kur’an’ı öğretti. Rahman suresinin ilk iki ayetinde gördüğümüz gibi Kur’an’ı öğretecek olan; peygamber, falanca âlim veya farklı bir kişi değil; Yüce ALLAH’tır. Bize düşen ALLAH’tan başka yol göstericimiz olmadığını ve doğruyla/yanlışı ayırt edecek anlayışı sadece ALLAH’ın verdiğini bilerek ALLAH’a güvenmek, O’nu yeterli kabul etmek ve O’ndan samimiyetle yardım istemek olacaktır… 

 Kur’an, ayetler arasında bağ kurdurarak bize kendini açıklar. Yani bir ayeti anlamakta güçlük çekersek, diğer ayetin yardımını alırız. Kur’an’ın kimin tarafından açıklandığını anlatan bu konudaki en önemli ve vurgusu güçlü ayetlerin başında Nahl 89. Ayet gelir. 

 HER ŞEYİ AÇIKLAYAN KİTAP 
 Nahl 89: Her topluluk içinden, kendilerine karşı bir tanık gönderdiğimiz, şunlara karşı da seni tanık olarak getirdiğimiz gün… Biz sana bu kitabı, HER ŞEYİ AÇIKLAYAN, bir YOL GÖSTERİCİ, bir rahmet ve Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. Yukarıdaki ayet, Kur’an’ın yol gösterme noktasında her şeyin detaylı açıklayıcısı olduğunu söylüyor. 

Peygamberimizin adı kullanılarak yüzlerce yıl sonra oluşturulan rivayetler yoluyla Kur’an’ın açıklandığını iddia etmek, Kur’an’ın birçok ayetiyle çelişen bir iddiadır. Allah Kur’an’da her şeyi detaylarıyla açıkladığını söylemesine rağmen, din adamları Kur’an’da verilen örneklerin yetersiz olduğunu kanıtlamak için ellerinden geleni yapıyorlar! Kur’an’da her türlü örneğin olduğuna iman etmek, yukardaki ayete iman etmenin bir ŞARTIDIR. 

Burada iki seçenek ortaya çıkıyor; ya din adamlarının iddialarına iman edeceksiniz ya da gözlerinizle görerek aklınızla tanık olduğunuz Allah’ın ayetlerine… Din adamları ayetlerde açıklananın tersini söyleyebilir, kalabalıklar da buna inanabilir. Burada bize düşen görev aklımıza ihanet etmemek ve kalabalıklara rağmen atalarımızdan devraldığımız dini öğretileri sorgulayabilme cesaretini gösterebilmektir. 

 KUR’AN’IN TEFSİRCİSİ KİMDİR? 
 Furkan 33: Onların sana yönelttikleri her teze karşı, biz sana gerçeği ve en güzel AÇIKLAMAYI (ahsene tefsira) getiririz. Gördüğünüz gibi ayet, Kur’an’ın en güzel şekilde SADECE ALLAH tarafından tefsir edildiğini net şekilde ortaya koyuyor. Rivayetlerin Kur’an’ı tefsir ettiği veya açıkladığı iddiası, yukarıdaki (Nahl 89 ve Furkan 33) ve Kur’an’daki diğer birçok ayetle çelişiyor. Allah Muhammed Peygamber’e, ‘’Sana getirilen her örneğe karşı BİZ EN GÜZEL TEFSİRİ YAPARIZ’’ diyor. 

Yani Allah, Kur’an’ın tefsirini bizzat yapmıştır. Bize düşen ayetler arasında bağ kurmaya çalışmaktır. Din adamlarının, ‘’Kur’an’ı falanca âlimin, filanca hocanın TEFSİRİ olmadan anlayamazsınız!‘’ iddiasına karşı; Kur’an’ın kendisinin EN GÜZEL TEFSİR (AHSENE TEFSİRA) olduğunu söylemesi ve bunu söylerken ‘’TEFSİR’’ kelimesini kullanarak da onların bu iddiasını çürütmesi gerçekten de harikadır! 

 DİLİNİ OYNATMA VE ACELE ETME, KUR’AN’I ALLAH AÇIKLAR 
 Kıyamet 16: Onu aceleye getirip dilini oynatma. Kıyamet 17: Onu toplamak da okutmak da bize düşer. Kıyamet 18: Biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşunu izle. 
 Yukarıdaki ‘’beyan’’ kelimesi ile Nahl 44’deki ‘’beyan’’ kelimesi aynıdır. Kur’an, açıklamanın/beyanın Allah’a ait olduğunu bildirir. 
Yukarıdaki ayetler bize birer uyarı niteliğindedir. 
 Buna rağmen açıklama/beyan görevini din adamları kendilerinde görmüşler ve bu yolla rivayetleri de kullanarak, farkında olarak veya olmayarak dini tahrif etmişlerdir. 

 Kur’an’ın rivayetler yoluyla açıklandığını iddia etmek yukarıdaki ayetle çelişir. Allah, bizim yapacağımız izahlara muhtaç değildir. Herhangi bir insanın Kur’an hakkındaki açıklamalarını mutlak doğrular olarak kabul etmek ve o kişinin izahlarını Kur’an’ın anlaşılması için bir ön şart olarak ileri sürmek Kur’an’la çelişen bir durumdur. 

 DİLEDİĞİNİZ DİNİ ANLAYIŞI RİVAYETLERE Mİ SÖYLETİYORSUNUZ?
Kalem 36: Neyiniz var, ne biçim hüküm veriyorsunuz? Kalem 37: Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz? Kalem 38: Ve içinde her dilediğinizi bulabiliyorsunuz? Kur’an’ın rivayetler yoluyla açıklandığını iddia eden binlerce din adamı, bu yolla binlerce dini hükmü İslam dinine ilave etmeyi başarmışlardır. Aslında yaptıkları şey hoşlarına giden, kendi kafa yapılarına ve zekâ düzeylerine uygun olan inanışları rivayetler yoluyla dinin içine ilave etmektir. 

 Yukardaki ayetler çok açık gösteriyor ki, birtakım din adamları veya dindarlar DİLEDİKLERİ hükümleri diledikleri kitaplardan bulmak istiyorlar.  
Örnek verelim: Zina edenleri taşla öldürmek, kadına peçe takmak, dinden döneni öldürmek, dayak zoruyla ibadet yaptırmak, köle ve cariyecilik ve daha nice hükümleri uygulamak isteyen din adamları bunu Kur’an yoluyla yapamadıkları için rivayetlere sarılmışlardır. 

Rivayetlere giderseniz, tuvalete hangi ayakla gireceğinize varana kadar bolca gereksiz detayla karşılaşır ve dini kendiniz için yaşanmaz bir hale getirebilirsiniz. Kalem suresi 36, 37, 38. ayetlerinde sorulan soruları lütfen kendinize sorunuz. 

 İslam dini için, Allah’ın kitabını yeterli kabul edebiliyor musunuz? Yoksa hadis, fıkıh, ilmihal kitapları gibi içinde dilediğiniz hükmü bulduğunuz kitapları mı okuyup izliyorsunuz? 

 ALLAH KELİME SIKINTISI ÇEKMEZ 
 İsra 89: Biz bu Kur’an’da HER TÜRLÜ ÖRNEĞİ VERDİK, ne var ki halkın çoğunluğu inkârda direniyor. İsra 41: Biz, ÖĞÜT ALMALARI için KUR’AN’DA AÇIKLADIK. Ne var ki, bu, sadece onların NEFRETİNİ ARTTIRIR. Allah’ın İslam dinine ait her türden örneği Kur’an’da verdiğini kabul etmeliyiz. Her türlü örneğin Kur’an’da olmadığını iddia etmek, ayetlerin verdiği mesajla çelişecektir (Kur’an’da her türlü örneğin bulunduğunu söylediğimizde, ayetin gaybi bir tecellisi olarak nefretle karşılandığımızı ve bize büyük tepkiler gösterildiğini de ekleyelim). 

 KUR’AN UYDURMA BİR HADİS DEĞİLDİR 
 Yusuf 111: Onların tarihinde, bilinç sahipleri için bir ders vardır. 
Bu, UYDURMA BİR HADİS DEĞİL fakat kendisinden öncekilerin doğrulayıcısı, HER ŞEYİN DETAYLI AÇIKLAMASI ve inananlar için bir hidayet ve rahmettir. 
 Kur’an’da ‘hadis’ kelimesinin kullanımları müthiş detaylar içeriyor. Siz de Arapça metinde ‘hadis’ kelimesinin kullanıldığına lütfen kendi gözlerinizle tanık olunuz. 
Yukardaki ayette her şeyin DETAYLI olduğunun bildirilmesi ile birlikte, ayetlerin uydurma bir hadis olmadığının da belirtilmesi tesadüf değildir! Kur’an’ın açıklaması olduğu iddia edilen RİVAYETLERİN çoğunluğunda uydurmalar olduğu, bu yolla dini anlayışa ciddi zararlar verdiği hadis kitaplarını okuyanlar tarafından kolayca teşhis edilebilecek bir gerçektir. 
Allah Müslümanların hangi yolla sapacaklarını bildiği içindir ki, oluşacak sapmalara uyarı niteliğinde olacak kelimeler kullanarak bu ayetleri tasarlamıştır. Binlerce din adamı neden apaçık gerçeği kavrayamıyor? 
Yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada din adamları gerçeğin bir kısmını gizliyorlar. Hakikat o kadar sert ki, bunu açıklamaya korkuyorlar. Gerçeği gizlemelerinin ve kavrayamamalarının en önemli nedeni, bu işi bir meslek olarak yapmaları ve din üzerinden geçimlerini sağlamalarıdır. Şuara 109, 127, 145, 164, 180: Buna karşılık sizden herhangi bir ücret de istemiyorum. Benim ücretim, ancak evrenlerin Rabbine aittir. 
 Oysa tüm peygamberler dini anlatmıştır fakat hiçbiri bu görevi meslek edinerek din üzerinden gelir elde etmemiştir. Bu durum sadece Şuara suresinde, beş ayrı elçinin ağzından tam beş kez tekrarlanır. Bu sure içinde tam beş kez tekrarlanarak önemi vurgulanan bu konuşmayı yapan elçiler, Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb peygamberlerdir. 

 Fakat açıklanmaya muhtaç olmayan kitabı, din adamları Kur’an’ı açıklama bahanesiyle, rivayetleri de kullanarak, elçilerin görev olarak yaptıkları işi gelir kaynağı haline getirmeyi başarmışlardır. İlim sahipleri, özellikle din âlimleri, onu kazanç sağlamadan paylaşmak zorundadırlar. 
Bu hem ilmin zekâtını ödemek, hem de iyiliği iş edinerek kötülükten sakındırma görevinin bir gereğidir. Enam 115: Rabbinin kelimeleri doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. Kur’an’ın doğrulukla ve adaletle tamamlanmış olduğuna iman etmek bir seçim değil, ZORUNLULUKTUR! Allah, insan sözleriyle tamamlanacak bir kitap göndermemiştir. 
Bu, bizzat Allah’ın zati sıfatlarıyla da çelişir. Kur’an’ın ‘’hadislerle’’ tamamlandığı söylemek, yukarıdaki ayetlerin verdiği mesajı görmezlikten gelmek olacaktır. 

 ZALİMLER İÇİN KUR’AN’I ANLAMAK YASAKTIR 

 İsra 82: Kur’an’ı inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik.
Zalimlerin ise ancak zararını arttırır. İsra 84: De ki: “Herkes inancına göre davranır. Kimin daha doğru yolda olduğunu ise Rabbim daha iyi bilir.” İslam dini, Kur’an yoluyla açıklanmış olan ve tüm detayları belli olan bir dindir. Bu ayetlerdeki mesaja inanan biri, din ile alakalı her şeyin açıklamasını da Kur’an’ın içinde aramalıdır! Kur’an’ı anlamak için rivayetlere değil, akla ve selim bir kalbe ihtiyacımız vardır. 

 Kur’an inananlar için anlaması kolay bir kitaptır, eksiği de yoktur. Kamer 17: Kur’an’ı öğüt almanız için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur? Gerçek inananlar, Kur’an’ı anlamakta zorluk çekmeyecektir. Kur’an ayetlerinin zamanla daha iyi anlaşıldığı bir hakikattir. 

Yapmamız gereken, ayetler arasındaki bağı kurmak ve sabretmektir (Taha: 114). Yukarıdaki ayetin bir gereği olarak her Müslüman bilmelidir ki, Kur’an’ı anlamak kolaydır. Ama sorulması gereken soru, “Kur’an’ı anlama kimin için kolaylaşacaktır?” sorusudur. 

 KUR’AN’I BAZILARIMIZ ANLAYAMAYACAK! 
 İsra 45: Kur’an okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına görülmez bir engel yerleştiririz. İsra 46: Ve onu anlamalarını engellemek için kalplerine kabuklar, kulaklarına da ağırlık koyarız. Rabbini yalnızca Kur’an’da andığın zaman nefretle geriye dönerler. Kur’an’da eksik olduğunu iddia eden günümüz inkârcıları, elbette bunu ispatlamak için uğraşacaklardır. ALLAH’ın kitabıyla inkârcılar arasındaki problem, artık yeni yüzüyle ortaya çıkacaktır. İnkârcılık, Muhammed Peygamber döneminde kitabın Allah’tan gelmediği, peygamberimizin kitabı kendi yazdığı yönündeydi. Fakat günümüzde vahyi inkâr farklı bir şekilde tezahür edecektir. İnkârcılık bu defa, aslında kitaba inanmayan ama 
İNANDIĞINI İDDİA EDEN İNSANLARDAN GELECEKTİR. 
Müslüman olduğunu iddia edenler, Kur’an’daki yüzlerce ayete rağmen, ayetlerle uyumlu hareket etmeleri gerekirken, açık ifadeleri görmezden geliyor ve atalarından devraldıkları dini uygulamaları Allah’ın ayetlerine tercih ediyorlar. 

 SORULARA CEVABI ALLAH VERİYOR 
 Bakara 219: Sana sarhoş edicilerden ve kumardan sorarlar: “O ikisinde büyük bir günah ve insanlar için yararlar var; ancak günahları yararlarından daha büyüktür”, de. Ayrıca, sadaka olarak neyi vereceklerini senden sorarlar: “Artanı”, de. ALLAH ayetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz… Bakara 220: Bu dünya ve ahiret hakkında… Sana bir de yetimler hakkında sorarlar: De ki, “Onları erdemli kişiler olarak yetiştirmeniz en büyük iyiliktir. Mallarını mallarınıza katarsanız aile bireyiniz olurlar.” ALLAH bozanı düzeltenden ayırt etmesini bilir. 

ALLAH dileseydi sizi zora sokardı. ALLAH güçlüdür, bilgedir. Bakara 222: Sana aybaşı halini sorarlar, De ki: “O bir rahatsızlıktır. Aybaşı halinde olan kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyin ve ondan kurtuluncaya kadar onlara yaklaşmayın. Kurtuldukları zaman ALLAH’ın size uygun gördüğü yerden onlarla cinsel ilişkide bulunun. ALLAH yönelenleri sever, arınanları sever.” Yukardaki ayetler çok net bir şekilde soruların cevaplarını Allah’ın verdiğini gösteriyor. Yani bir soru sorulduğunda bu cevap elçiden değil, Allah’tan geliyor. Böylece Muhammed Peygamber sorulan sorunun AÇIKLAYICISI DEĞİL, cevabın İLETİCİSİ olmuş oluyor. Mezhepler, Kur’an’daki her bir dini hükme onlarcasını da ilave yapmışlardır. En kolay anlaşılacak konuyu örnek vererek özetleyelim. 

 Abdest Kur’an’a göre dört basamaktan oluşur. 
 Maide 6: İnananlar! Namaza kalktığınız zaman: 
(1) Yüzünüzü yıkayın, 
(2) ellerinizi dirseklere kadar yıkayın, 
(3) başınızı sıvazlayın, 
(4) ve ayaklarınızı da topuklara kadar sıvazlayın/yıkayın.
 Mezheplere göre abdestin farzı kaçtır? 
 Hanefi: 4 
 Şafii: 6 
 Maliki: 7 
 Hanbeli: 7 
 Din adamları Kur’an’daki çok kolay anlaşılacak apaçık bir konuda bile ihtilaf etmeyi başarmışlardır. Dinimizi Kur’an’a göre şekillendirmek yerine, hâlâ atalarımızdan devraldığımız mezhepleri mi izleyeceğiz? Allah’ın dinini, Allah’tan daha güzel kim açıklayabilir? Sorunun cevabı Zuhruf 44. ve Bakara 170. Ayetlerde. 

 SADECE KUR’AN’DAN SORUMLUYUZ 
 Zuhruf 44: Bu, sana ve halkına bir mesajdır; ondan sorulacaksınız. Sonuç: Yüce Allah, Kur’an’ın hem tefsircisi hem de açıklayıcısıdır. Bize düşen ayetler arasında bağ kurmaya çalışmaktır.
 BÖLÜM ÖZETİ:
 Kur’an’ın açıklayıcısı Yüce Allah’tır. Kur’an’ın tefsircisi Yüce Allah’tır. Yüce Allah, Kur’an’ı ilmiyle detaylandırmıştır. Sorulan sorulara Peygamberimiz değil, Kur’an cevap vermiştir. Kur’an, anlamamız için Allah tarafından KOLAYLAŞTIRILMIŞTIR. Kur’an, zalim inkârcılar için kapalı ve anlaşılmaz bir kitaptır. Kur’an, zalimlerin zararını arttıran bir kitaptır. Kur’an, uydurma bir hadis değildir. Kur’an, her şeyin detaylı açıklamasıdır. Allah’ın dinini DİLEDİĞİMİZ KİTAPLARDAN değil, Allah’ın kitabından öğrenmeliyiz. 

NEDEN YALNIZ KUR’AN – 4 \ Ahmet Murat SAĞLAM 
 ELÇİLERİN GÖREVİ NEDİR?
 İddia: Elçinin tebliğden başka sorumlulukları da vardır. Elçinin tebyin/açıklama ve tefsir gibi yükümlülükleri de vardır. Kur’an’ın uygulayıcısı Muhammed Peygamber’dir ve hadisler olmadan bu uygulamayı göremeyiz, dolayısı ile Kur’an’ı anlayamayız. 
 Kur’an teoridir, hadis ise pratiktir. İslam’ı teorik kaynağı olan Kur’an’a indirgeyerek pratik kaynağından mahrum bırakmak, aslında İslam’ın hayat damarlarını koparmakla eş anlamlıdır. 
 İddiaya Cevap: Kur’an’da elçilerin görevinin tebliğle sınırlı olduğunun altı defalarca kalın çizgilerle çizilir. Ayetlerde elçinin görev tanımı yapılırken, sınırlama edatlarıyla birlikte kullanılır. 

Her mümin için olduğu gibi, elçiler için de tebliğ yaparken uyarıcı, müjdeci, açıklayıcı/bildirici gibi bazı formlar da kullanılmıştır. Bu kullanımlar ancak tebliğin bir alt formu olarak değerlendirilebilir. Elçiler veya kişiler tebliği sunarken, zaten sunulan METNİN KENDİSİ uyarıcı, korkutucu, müjdeleyici veya açıklayıcı bir konumdadır. Mesajı ileten kişinin kendisi bu konumda değildir. Zaten vahyin amacı, dini anlatmanın yanında uyarmak, korkutmak, müjdelemek ve ihtilaf edilen konular hakkında açıklamalarda bulunmaktır. Resullerin görev tanımının yapılıp sınırlandığı ayet sayısı on birdir. Bu ayetlerin tamamı sınırlama edatlarıyla (‘inne mâ’ ve ‘illâ’) birlikte gelmiştir. ‘’İnne mâ’’ Edatının Geçtiği Ayetlerden Örnekler: Maide 92: ALLAH’a uyun, elçiye uyun, dikkatli olun. 

Yüz çevirirseniz bilesiniz ki elçimize düşen görev, açıkça bildirmektir. Teğabun 12: ALLAH’a uyunuz, elçisine uyunuz. Yüz çevirirseniz, elçimizin görevi açıkça bildirmekten ibarettir. Ra’d 40: Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak da, sana düşen görev bildirmektir. Hesap ise bize düşer. Yukardaki ayetlerde, elçiye itaatin mesajı izlemekten farklı bir şey olmadığına dair önemli bir mesaj var. Elçiye itaatin nasıl olması gerektiğini diğer bölümümüzde inceledik. Elçiye itaat etmek isteyen kişilerin vahyi izlemesi yeterli olacaktır. Elçilerin getirdiği vahiy, dinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili TAM VE EKSİKSİZ bir metindir. 

Kur’an, elçiye itaat edilmesini söylediği gibi, itaatin nasıl olması gerektiğini de kullara bırakmadan izah etmiştir. ‘’İllâ’’ Edatının Geçtiği Ayetlerden Örnekler: Ankebut 18: Yalanlarsanız, sizden önceki toplumlar da yalanlamışlardı. Elçinin görevi ancak açıkça bildirmektir. Nur 54: De ki, “ALLAH’a ve elçiye uyunuz. Reddederseniz, o kendi görevinden sorumludur, siz de kendi görevinizden sorumlusunuz. Ona uyarsanız, doğruyu bulursunuz. Elçinin tek görevi, mesajı açıkça bildirmekten ibarettir. Nahl 35: Ortak koşanlar, ALLAH dilemeseydi ne biz ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmaz ve O’nun haram ettiğinden başkasını da haram kılmazdık. Kendilerinden öncekiler de böyle davranmıştı. 

Elçinin açıkça bildirmekten başka bir görevi mi var? Şura 48: Yüz çevirirlerse, biz seni onlara bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece bildirmektir. Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinir ama kendi yaptıklarının bir sonucu olarak başına bir kötülük gelse, o zaman insan nankörleşir. Yukarıdaki ayetlerin mesajlarını özetleyelim: Elçiye itaatin manası vahyi izlemektir. Elçinin görevi ise, yine mesajı olduğu gibi iletmektir. Anlaşılması gayet kolay bir konu… 

Kur’an’da bu türden mesajı ileten ayetlerin Arapçası da çok sade, kolay ve anlaşılır bir dile sahiptir. Elçilerin görevine ilave yapmak, dine ekleme ve tahrif yapmak anlamına gelir. Kur’an, elçinin görevi ile alakalı yukarıdaki sınırlamaları boşuna yapmıyor. Elçilerin görevine ekleme yapmak, din adamlarının kendileri için alan açmalarını sağlıyor. Din adamları bu yöntemle, elçilerin isimlerini kullanarak dine eklemeler yapabiliyorlar. Muhammed Peygamber’e sorulan sorulara (Bakara 219-220, 222 ayetler ve birçok ayet daha) kendisi tarafından cevap verdirilmeyip, cevapların vahiy tarafından verilmesi konuyu anlamak açısından oldukça önemlidir. Maide 101: İnananlar! Açıklandığı vakit hoşunuza gitmeyecek şeyler hakkında sorular sormayın. Kur’an’ın ışığında sorarsanız size açık olurlar. 

ALLAH özellikle onlardan söz etmedi. ALLAH Bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. Maide suresi 101. Ayette bazı sorulara özellikle cevap verilmediği belirtilmiştir. Dinimizle alakalı sorulara cevap verildiğini ve bunların Kur’an’ın içinde olduğunu da yine ilgili ayetten anlıyoruz. Kur’an ışığında, din ile alakalı sorulacak soruların cevaplarının zaten verildiğini sadece yukarıdaki ayetten bile kolayca anlayabiliriz. TEMEL İDDİA Kur’an teori, hadis ise pratiktir. İslam’ı, teorik kaynağı olan Kur’an’a indirgeyerek pratik kaynağından mahrum bırakmak aslında İslam’ın hayat damarlarını koparmakla eş anlamlıdır. Kur’an’ın uygulayıcısı Muhammed Peygamber’dir, hadisler olmadan bu uygulamayı göremeyiz ve Kur’an’ı anlayamayız. 

 İDDİAYA SORULARIMIZ
 Kur’an teori ise, hadisleri pratik yapan nedir? Her ikisi de yazı yoluyla bize ulaşan kaynaklar değil mi? Hadis kitapları video veya o döneme ait resimli anlatımlar olmadığına göre; hadis kitaplarının pratik konusunda Kur’an’a göre nasıl bir izah üstünlüğü ve ayrıcalığı olabilir? Allah yazı yoluyla neyi eksik bıraktı ki, hadisler bunu tamamlayabiliyor? Bu tamamlayıcı hadislerin net bir listesi var mı? Yandaki iddiayı yapmak, peygamberi Allah’tan daha iyi cümleler kurgulayan biri konumuna yükseltmez mi? Kur’an’da neden elçinin/elçilerin şahsi sözlerinin izlenmesi veya hadislerin kayıt altına alınması ile alakalı emirler yok? 

İDDİAYA CEVAP: 
 Hadislerin pratik olduğu iddiasına rağmen Kur’an’da hangi konuların teori olup, hadislerin ise hangi konularda pratik olduğu ile alakalı NET BİR TANIM yoktur. Böyle bir tanım günümüze kadar yapılamamış ve listesi yine günümüze kadar verilememiştir. 
 Hadislerin hikmet içerdiği veya pratik sunduğu belirtilse de, hadislerdeki hikmet LİSTESİ HER DİN ADAMINA GÖRE DEĞİŞİR (23:53 bkz). 
 Yazılı metin olan Kur’an teori ise, yine yazılı metin olan hadisler de TEORİ OLMAKTAN KURTULAMAZ. 

Allah’ın kelimeleri kullanarak yaptığı izahlar teori oluyorsa, nasıl olur da hadislerin yine benzer kelimeleri kullanarak pratik sunduğu iddia edilebilir? Sadece Kur’an’la amel etmek İslam’ın hayat damarlarını kesmekse, Peygamberimizin neye uyduğunu sormak gerekiyor! Peygamberimizin sadece vahye uyduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Peki, onun İslam’ın hayat damarlarını kestiğini söyleyebilir miyiz? Aynı şekilde Peygamberimiz gibi Kur’an’la amel eden biri, İslam’ın hayat damarlarını nasıl kesmiş oluyor? Kur’an’ın Allah tarafından anlaşılır biçimde açıklandığını diğer bölümümüzde izah etmiştik. Kur’an’ı ancak zalimler anlamayacaktır (17:82 bkz). Allah’a iftiralar atarak dini kaynaklar uyduranlar da zalimdirler. 

ELÇİLER SADECE VAHYE UYARLAR! 
 Ahkaf 9: De ki, “Ben peygamberlerin ilki değilim.” Bana ve size ne olacağını da bilmem. Ben, sadece bana vahyedilene uyuyorum. Ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.” Maide 67: Elçi! Rabbinden sana indirileni duyur. Bunu yapmazsan O’nun elçiliğini duyurmamış olursun. ALLAH seni halktan koruyacak. ALLAH inkârcıları doğru yola iletmez. Elçileri izlemek isteyen kişiler, vahyi izlemelidir. Elçi vahye uyduğuna göre, vahyi izlemenin elçiyi izlemekle aynı olmadığını söylemek mantıklı da değildir. Peki, ben vahye uyarsam elçinin yaptığı şeyi yapmış olmaz mıyım? Elbette olurum. Mantığın getirdiği kaçınılmaz sonuç budur. Aslında kişiler dini pratiği Kur’an’ın dışında aramakla, elçilerin arasında ayrım yapmış da olurlar. Allah bize elçilerin hayatlarından örnekler verir. Elçilerin hepsi güzel örnektirler. İçlerinden sadece birini örnek alıp, diğerlerinin ayrıştırılması söz konusu olamaz. Elçilerin hepsi kendilerine buyurulan hükümleri izlediler ve dine ilave hükümler de eklemediler. 

ELÇİLER ARASINDA AYRIM YAPMAYIN! 
 Bakara 285: Elçi, Rabbinden kendisine indirilene inandı, inananlar da… Hepsi, ALLAH’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanırlar: “Elçilerin hiçbirisi arasında ayırım yapmayız.” Derler ki: “İşittik ve uyduk. Rabbimiz bizi bağışla; dönüş sanadır.” Nisa 150: ALLAH’a ve elçisine karşı çıkanlar, ALLAH ile elçilerinin arasını ayırmak isteyenler, “Bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ederiz”, diyenler ve bu ikisi arasında bir yol edinmek isteyenler… Nisa 151: İşte bunlar gerçek inkârcılardır. İnkârcılar için acıklı bir azap hazırlıyoruz. Nisa 152: ALLAH’a ve elçilerine inanan ve onların hiçbiri arasında ayırım yapmayanların da ödüllerini ileride verecek; ALLAH bağışlayandır, Rahim’dir. Kur’an, yukarıdaki ayetlerde elçiler arasında ayrım yapılmaması gerektiğini vurguluyor. 

Bu konunun günümüzde oldukça fazla ihlal edildiğini gözlemlemek hiç de zor değil. Örneğin kiliselerde sadece İsa’dan bahsedilip, diğer elçilerden bahsedilmemesi ayrım değil midir? Peki, camilerde İsa, Musa veya diğer elçilerin isimleri yazılmazken, dört halifenin ismini büyük levhalara asmak bir ayırım değil midir? Muhammed Peygamber’in doğum haftasını kutlayanlar, İsa Peygamber’in doğum gününü neden kutlamıyorlar? Böyle bir tavır, ‘’elçiler arası yapılmış ayrımın’’ en net örneklerden biri değil midir? Peki, ezan veya şehadette başka bir elçinin adının anıldığını duydunuz mu? Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ayetler bize boşuna “ayrım yapmayın” demiyor! Düşünmemiz gereken, ayrımları nerede yaptığımızdır. Elçilerin arasında ayrım yapmak inkâr suçudur! Tüm elçileri sevmeli ve hepsinin anılarına benzer bir saygıyı göstermeliyiz. Bizim elçimiz veya sizin elçiniz yoktur; hepsi Allah’ın elçisidir ve hepsi güzel örnektir. Din adamları elçilerin arasında ayrım yapmanın ne manaya geldiği hakkında pek konuşmazlar. Binlerce konuyu enine boyuna anlatan din adamları, böylesine önemli bir konu hakkında neden sessiz kalıyorlar? 

ELÇİLER BİZİM GİBİ İNSANLARDIR 
 İbrahim 11: Elçileri ise kendilerine şöyle dediler: “Biz, elbette sizin gibi birer insanız. Ancak, ALLAH, kullarından dilediğini seçerek ona lütufta bulunur. ALLAH’ın izni olmadan size bir yetki belgesi getirmemiz olanaksızdır. İnananlar ALLAH’a güvenmelidir. Âl-i İmran 144: Muhammed sadece bir elçidir ve ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. Ölür yahut öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Dönekler ALLAH’a hiç bir zarar veremez. ALLAH şükredenleri ödüllendirecektir. Elçiler bizim gibi insanlardır. Onlar hayatları boyunca Allah’ı anıp yücelttiler ve putlaştırılan kişilere karşı örnek bir tavır göstererek mücadele ettiler. Fakat elçiler, ölümlerinden hemen sonra düşmanları tarafından, onların bizzat mücadele ettikleri hurafelere alet edildiler (En’am: 112-116 Bkz). Yani kutsanan kişiler yer değiştiriyor. Lat, Menat, Uzza gidiyor ve yerine elçilerin kendisi veya evliya diye tanımlanan kişiler tapınılan birer nesneye dönüştürülüyor. İsa Peygamber ve Pavlus bunun en bariz örneğidir. 

 Peki, Muhammed Peygamber’e tapınma günümüzde nasıl oluyor? Günümüzde Mevlid Kandilinde Peygamberimizin kıl-ı şerifi diye sunulan, aslında kimin olduğu bile belli olmayan bir kıl parçasını öpmek için kuyruğa giriliyor. İnsanlar onu öptükten sonra, o kadar saygılılar ki(!) sırtlarını bile dönmeden geri geri çıkıyorlar. Aslında o kıla ibadet etmiş, yani tapınmış oluyorlar. Namaz kıldıktan sonra sırtlarını dönüp Allah’ın huzurundan ayrılan o kişiler, bunu bir kıl parçasına neden yap(a)mıyorlar? O kıl parçası zihinlerde neye dönüşmüş ve bu nasıl bir sevgidir? Peygamberimiz bir kıla böyle hürmet gösterilmesini onaylar mıydı? Tarikat şeyhlerine de benzer bir şekilde bel büken insanlar var. Şeyhlerinin huzurunda onların yüzlerine bakamayan, rabıta ile şeyhini saatlerce anıp yücelten kişiler olduğunu biliyoruz. Tüm bunların İslam adına yapıldığı iddia ediliyor. Tüm bunlar Kur’an öğretisinden ne kadar uzaklaşılmış olduğunun kanıtıdır. Hayatlarına Kur’an ayetleri girmeyen kişilerin algıları, hurafe ve bidatler tarafından istila edilmiştir. 

 ELÇİLERE İNANAN KİMSELER ÇOK AZDI! 
 Hicr 11: Onlara her ne zaman bir elçi geldiyse onu alaya aldılar. İsra 94: Kendilerine hidayet geldiğinde, halk: “ALLAH bir insanı mı elçi olarak gönderdi”, diyerek inanmadı. Zariyat 52: İşte böyle, onlardan öncekilere her ne zaman bir elçi geldiyse, “Bu, bir büyücüdür” yahut “Bu bir delidir”, derlerdi. Enbiya 41: Senden önceki elçilerle de alay edildi. Ancak onlarla alay edenleri, eğlenceye aldıkları şey kuşatıverdi. Müminun 44: Sonra biz, elçilerimizi ardı ardına gönderdik. Her ne zaman bir elçi toplumuna gittiyse onu yalanladılar. Biz de onları birbiri peşinden sürüp tarihe gömdük. İnanmayan bir topluluk yok olmayı hak etmiştir. Musa Peygamber’i, İsa Peygamber’i, Muhammed Peygamber’i vahiy dışında izleyenler, aslında onları izlemiyorlar. 

İZLEDİKLERİ KİŞİLER
 onlar adına, onlar öldükten sonra din uyduranlardır. Mevcut Yahudiliğin Musa Peygamber’le alakası olmadığı gibi, Hristiyanlığın da İsa Peygamber’le bir alakası yoktur. Peki, Müslümanlar Muhammed Peygamber’in getirdiği mesaja sadık kaldılar mı? Elbette kalmadılar. Zaten kitap boyunca, Müslümanların Kur’an’la çelişen bir inanca sahip olduklarını göstermeye çalışıyoruz. Şirk Koşanlar Bunun Farkında Olmazlar! Enam 22: Hepsini topladığımız gün ortak koşanlara, “Nerede iddia etmekte olduğunuz ortaklarınız?”(deriz). Enam 23: Onların tek savunması şu olacak: “Rabbimiz ALLAH’a andolsun ki biz ortak koşmadık.” Enam 24: Kendilerine karşı nasıl yalan söylediklerine dikkat et. Uydurdukları şeyler kendilerini nasıl da terk etti. Aşağıdaki liste bir elçiye nasıl tapınılmış olabileceğinin kısa örneklerini içerir. 

Eğer herhangi birisi, elçi için, “O, Allah katında bizim şefaatçimizdir” diyorsa bunun adı, o kişinin şefaatçi edindiği elçiyi ilahı yerine koymasıdır. Elçinin dualarda aracı konumuna yerleştirilmesi de sonuç olarak yine şirktir. Elçiler, haram da koyamazlar. Ehl-i Sünnet’in dört mezhebinde, Kur’an’da ismi geçen yasaklarla birlikte, dinimize on binlerce ilave yasak daha konulmuştur. Allah birkaç gıda maddesini haram kılmışken (16:115-116), dört mezhepte bu maddeler Allah’la yarışırcasına binlere çıkarılmıştır. 

Ehl-i Sünnet’in inanıp izlediği dini hükümlerin ÇOĞUNUN KUR’AN’LA İLİŞKİSİ YOKTUR. Delilsiz bir şekilde atalarına uyarak dinde olmayan ilave hükümleri izleyenler, o hükümleri uyduran kişileri ilah edinmiş olurlar. Her an aklımızda tutmamız gereken bir ayet… Enam 116: Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH’ın yolundan saptırırlar. 
Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar. 

 ELÇİLERİN GÖREVİNE EKLEME YAPMAMALIYIZ 
 Kur’an’a göre elçilerin görevi sadece TEBLİĞDİR. Son olarak elçilerin Kur’an’daki tanımlarını ve görevlerini sıralayacak olursak; Elçiler şefaat edemezler. 2:48, 2:123, 2:255 Elçiler dualara cevap veremezler. 46:5 Elçiler diri değildirler. 30:40 Elçiler yarar ve zarar veremezler. 10:18, 10:49 Elçiler sadece tebliğ ederler. 5:99, 5:92 Elçiler müjdeleyici ve uyarıcıdırlar. 18:56 Elçinin bildirdiği MESAJA uymak zorunludur. 24:54 Elçiler haram koyamazlar. 16:35, 42:21, 12:40, 5:92 Elçiler bize ne olacağını bilemezler. 46:9 Elçiler bizler gibi insanlardır. 18:110, 14:11, 17:94 Elçiler inkârcılara karşı vahiyle mücadele ederler. 25:52 Elçiler hidayet veremezler. 28:56 Elçiler hesaba çekemezler. 13:40 

NEDEN YALNIZ KUR’AN – 5 \ Ahmet Murat SAĞLAM 
‘’ALLAH’A VE ELÇİSİNE İTAAT’’ NASIL OLMALIDIR? 
 İddia: Kur’an, Allah’a ve elçisine itaat etmemizi emretmektedir. Bundan dolayı Allah’a itaat etmek için Kur’an’a, elçiye itaat etmek için ise hadis kaynaklarına başvurmalıyız. İddiaya Cevap: Kur’an’ı incelediğimizde, Allah ve elçisine itaatin nasıl olması gerektiğinin detaylı bir şekilde izah edildiğini görüyor ve bu izahın yukarıdaki iddia ile uyuşmadığına tanık oluyoruz. Kur’an’daki birçok ayet itaatin nasıl olması gerektiğini açıklarken; gelenekteki iddia sahiplerinin, örneklerini vereceğimiz üzere ayetleri nasıl görmezden geldiklerine inşallah siz de tanık olacaksınız. Bu önemli konuya başlamadan önce, ‘resul/elçi’ kelimesinin anlamını verelim. ‘Resul/elçi’ kelimesi, ‘kendisine ait olmayan bir şeyi başkasına ileten kişi’ anlamına gelir. Elçiler taşıdıkları mesajda ilave veya eksiltme yapmaksızın, mesajı tam olarak iletirler.

 ALLAH’IN ELÇİSİ MESAJI TAŞIYAN KİŞİDİR VE ELÇİYE İTAAT ŞARTTIR 
 Âl-i İmran 32: “ALLAH’a VE elçiye itaat edin,” de. Yüz çevirirlerse, elbette ALLAH inkârcıları sevmez. Yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere elçiden yüz çevirmek/itaatsizlik, inkârcılık olarak nitelenmiştir. Burada sorulması gereken soru, Allah’ın elçilerine itaatin nasıl olması gerektiğidir. Elçiler Allah’ın ‘’emirlerini’’ titizlikle uygulayan ve ileten (Enbiya:27 bkz) kullar olduğu için onlara itaatsizliğin manası, iletmekle yükümlü oldukları Allah’ın emirlerine karşı gelmek anlamını taşır. Yani elçiye itaat, ona indirilen mesaja itaat anlamına gelir. Problemli anlayışı oluşturan temel yanılgının nedeni ‘’ve’’ bağlacı ile ilişkilidir. Bu yanılgı Kur’an’da geçen ‘’Allah ve elçisi’’ tamlamasının iki ayrı görev tanımı gibi anlaşılmasından kaynaklanıyor. Oysa Arapça da ‘’ve” (و) bağlacı kendi dilimizde de olduğu gibi sadece iki ayrı şeyi tanımlayan bir bağlaç olarak kullanılmaz. Kur’an’da bunun birçok örneği vardır. Bununla ilgili birkaç örnek verelim. Nur ve Kitap Ayrı Şeyler mi? Maide 15: Kitap halkı, kitabın gizlediğiniz birçok bölümünü açığa çıkaran ve birçoğunu da yüzünüze vurmayan elçimiz geldi size. ALLAH’tan bir nur ve apaçık bir kitap da geldi size. Kitap ve Furkan Ayrı Şeyler mi? Bakara 53: Yola gelmeniz için de Musa’ya kitabı ve furkanı verdik. 

 Yukarıdaki ayetler bize, Kur’an’daki ‘’ve’’ bağlacının her geçtiği yerde iki ayrı şeyi tanımlamak için kullanılmadığını gösteriyor. Maide suresi 15’de geçen ‘nur’ ve ‘kitap’ ifadelerinin, Kur’an’da ayrı ayrı kavramlar olarak değil; Kur’an’ın bir özelliği olarak kullanıldığını anlıyoruz. Yine Bakara 53’te Musa Peygamber’in iki ayrı kitap (kitap ve furkan) almış olduğunu değil, vahiy aldığı kitabın bir özelliğini belirtmek için ‘’ve furkan’’ ifadesinin kullanıldığını görüyoruz. Yukarıdaki ayetlerde ‘’nur ve kitap’’, ‘’kitap ve furkan’’ ifadeleri ayrı ayrı şeyleri ifade etmediği gibi, ‘’Allah’a ve elçisine itaat’’ kavramı da farklı kaynaklara itaat anlamı taşımaz. Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa; yani Allah tarafından elçisine indirilen mesaja itaattir.

 Ayetin Sonu Tekil Zamirle Bitiyor! Enfal 20: Ey inananlar, ALLAH’a VE elçisine uyunuz. İşittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyiniz. Yukarıdaki ayette yine Allah ve elçisi birlikte anılarak itaat etmemiz isteniyor. Fakat ayet, ‘’ondan yüz çevirmeyin” şeklinde bitiyor. Buradaki ifadede çoğul zamir olan “onlardan” kelimesinin değil, tekil zamir olan “ondan” kelimesinin kullanılması konumuz açısından oldukça önemlidir. Çünkü Allah ve elçisi iki ayrı öğreti öner(e)mezler. Allah’ın elçisinin yegâne görevi, efendisinden aldığı mesajı muhatap olduğu insanlara ekleme ve çıkarma yapmadan iletmektir. Ne bir eksik, ne bir fazla… Elçiye Açılan Savaş, Allah’a Açılmış Bir Savaş Olarak Kabul Ediliyor! Enfal 13: Çünkü onlar, ALLAH’a VE elçisine karşı aktif olarak savaştılar. 

Kim ki, ALLAH VE elçisiyle savaşırsa elbette ALLAH’ın cezası çetindir. Yukarıdaki ayette görüleceği üzere elçiye açılmış bir savaş, ‘’Allah’a ve elçisine’’ açılmış olarak tanımlanıyor. Oysa müşrikler Allah’a savaş açmadılar. ‘’Allah’a ve elçisine itaatin’’ Kur’an’daki mesaja itaat olduğunu kabul etmeyenler, bu ifadelerden müşriklerin Allah ve elçisiyle ayrı ayrı savaştıklarını mı anlıyorlar? Kur’an’ın da belirttiği gibi elçiye olan düşmanlık, Allah’a yapılmış düşmanlık şeklinde takdim edilmiştir. Yani ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah ve elçisini bir bütün olarak değerlendirmek zorundayız. Mesajı taşıyan kişiye karşı alınan her tavır, mesajı gönderene yapılmış sayılır. Elçiler mesajı taşırlarken onlara itaat bu yüzden çok önemlidir. ‘’Ve’’ bağlacı aynı şekilde Tevbe suresi 1’de, iki ayrı şeyi birleştirici olarak değil, ifadeleri bağlama aracı olarak kullanılmıştır. 

 Ayetteki Uyarıyı Allah ve Elçisi Birlikte Tasarlamadılar! Tevbe 1: Bu, ALLAH VE elçisinden, kendileriyle anlaşma yapmış bulunduğunuz ortak koşanlara bir uyarıdır. Konumuz açısından Tevbe suresi 1. ayet oldukça önemlidir. Ayetteki uyarıyı, Allah ve elçisi ayrı ayrı bildirmediler. Ayette TEK uyarı var. Yine Kur’an’ın tanıklığıyla, ‘Allah ve Resulü’ tamlamasının nasıl anlaşılması gerektiğiyle alakalı önemli bir kanaat elde ediyoruz. Ayette ‘ve’ bağlacı olmasına rağmen, Allah’ın elçisine yaptırdığı uyarı nasıl ki elçisinin uyarısı değil kendi uyarısı olarak görülüyorsa; ‘’Allah ve elçisi’’ tamlamasında da aynı durum söz konusudur. Yine Hicr suresinde de ‘’ve’’ bağlacının benzer bir kullanımını görüyoruz. Hicr 87: Biz sana yedi çifti VE büyük Kur’an’ı verdik. Yukarıdaki ayette ‘’Biz sana yedi çifti ve büyük Kur’an’ı verdik’’ derken, yedi çift ifadesi âlimler tarafından Kur’an’ın içindeki bir şey olarak nitelendirilmiştir. ‘’Yedi çiftten kasıt, Fatiha suresidir’’ diyenler olduğu gibi; ‘’Kur’an’ın içindeki emir-yasaklar, cennet-cehennem, muhkem-müteşabih’’ gibi yedi çift bileşim olduğunu iddia edenler de olmuştur. 

Netice olarak TANIMLAR YİNE KUR’AN’IN İÇİNDEN GELMİŞTİR. 
 Fakat aynı kişiler ne hikmetse, ‘’Allah ve elçisine itaat’’ kavramını ‘’Kur’an ve hadis kitapları’’ olarak iki ayrı kaynak kabul etmişlerdir. Böylece insanları vahyin/Kur’an’ın dışına çıkararak diledikleri öğretileri dinin içine sokmuşlardır. Bir de dilimizden örnek verelim: ‘’Sizi ve ailenizi çok seviyorum’’ dediğimde ‘VE’ bağlacını ‘’siz’’ ifadesini aileden ayrı olarak gördüğüm için değil, dilin yapısı gereği VURGU (size) yapmak için kullanmış olurum. Elçiyi, Allah Gibi Yasalar Koyan Biri Olarak Kabul Edebilir miyiz? Tövbe 29: Kendilerine kitap verilenler arasından, ALLAH’a ve ahiret gününe inanmayan, ALLAH’ın ve ELÇİSİNİN HARAM SAYDIĞINI HARAM SAYMAYAN ve gerçek dine uymayan kimselerle boyunlarını eğip elleriyle vergi verinceye kadar savaşın. Allah, Kur’an’da açık bir şekilde TEK YASA KOYUCU olarak tanımlanmıştır. Tevhidin en önemli ilkesi, Allah’ın yasamada ortağı olmadığının kabul edilmesidir. Ayetteki ‘’ve’’ bağlacını aynen gelenekçi kesimin okuduğu gibi okumakta ısrar edenlerin, elçinin de HARAMLAR KOYABİLECEĞİNE İNANMASI GEREKİR ki, mezheplerde öyle de olmuştur. 

Böylece, Allah’ın kıldığı haramların Kur’an’da, elçinin kıldığı haramların ise hadislerde olduğunun kabulü gerekli olur. Oysa Kur’an’ın birçok ayetinde, altı çizili bir şekilde Allah’tan ayrı yasa koyucu edinmenin şirk olduğu ifade edilir. 5:48-50, 16:35, 42:21, 12:40, 6:112-114 ayetlerine bakılabilir. Üstelik 66:1’de elçinin şahsına bile haram koyamadığını görüyoruz. Dolayısı ile yukardaki ayette geçen ‘ve’ bağlacını da yine Allah’tan ayrı elçinin de yasa koyucu olduğu şeklinde anlamak Kur’an’a ters düşer ve birçok ayet ile de çelişir. Son olarak Âl-i İmran 48’e bakalım. Ayette görüleceği üzere dört adet ‘ve’ bağlacı var. Nasıl ki bu ayette ‘ve’ bağlacından sonra gelen kavramları farklı şeyler olarak anlamayıp, sonra gelen ifadeleri kitabın tanımı olarak görüyorsak; yine ‘’Allah ve Resulü’’ tamlamasında da aynısı anlaşılmalıdır. Âl-i İmran 48: Ona hikmetli kitabı, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek. 

 SEÇME HAKKIMIZIN OLMADIĞI HÜKÜM HANGİSİDİR? 
 Aşağıdaki ayete göre, elçi, tüm görüşleri göz önünde bulundurup, herhangi bir durum hakkında son kararı verdikten sonra o karara karşı çıkmak söz konusu olamaz. Ahzab 36: Allah ve elçisi bir işte hüküm verdiği zaman, hiçbir inanan erkek ve kadın o işte seçim hakkına sahip değildir. Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse açık bir biçimde sapmış olur. Yukarıdaki ayette bahsedilen elçinin hüküm vermesinin ne anlama geldiğini Kur’an’a soralım: Maide 49: Sen de aralarında ALLAH’IN İNDİRDİĞİYLE HÜKMET. Onların keyfine uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından sakın seni şaşırtmasınlar. Yüz çevirirlerse, demek ki, Allah bazı günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. 

Gerçekten insanların çoğu yoldan çıkmıştır. Maide 50: Yoksa cahillik dönemindeki yasaları mı arıyorlar? Bilgiye dayanan kesin inanç sahipleri için ALLAH’TAN DAHA GÜZEL HÜKÜM VEREN KİM VARDIR? Enbiya 45: De ki: ‘’Ben sizi ANCAK VAHİY İLE uyarıyorum. Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki! Yukarıdaki verilen örneklerden sonra gerçek itaatin nasıl olması gerektiğini sorduğumuzda, geleneksel din izleyicilerinin aslında elçiye uymadıklarına da tanık oluyoruz. Gördüğünüz gibi, Maide 49’da, Allah’ın indirdiğiyle hüküm verilmesi emrediliyor. Hemen sonraki ayette, ‘’Allah’tan daha güzel hüküm veren kimdir?’’ diye sorulması da oldukça anlamlıdır. Demek ki, Peygamberimiz SADECE KUR’AN ile hükmetmiştir. Öyleyse hadis kitapları da dâhil olmak üzere, Kur’an dışında hiçbir kitaptan dini hüküm çıkarılamaz. Elçinin hükmü de herhangi bir kitapta değil, SADECE KUR’AN’da aranmalıdır. 

 MUHAMMED PEYGAMBER’İN KİŞİSEL KARARLARINDA HATA YAPABİLECEĞİNE DAİR KANIT! 
 Tevbe 43: Allah seni affetti. Doğrular ve yalancılar sana belli olmadan önce neden onlara izin verdin? Yine ayetlerden anlıyoruz ki, elçinin kişisel görüşleri tartışılmaz değildir. İnananlar fikir beyan edebiliyor ve hatta elçinin fikirlerine karşı da çıkabiliyorlar. Bundan anlıyoruz ki, elçinin her sözü vahiy değildir ve tartışılmaz olan elçinin ilettiği kitaptır/vahiydir. Yukarıdaki ayette, Peygamberimizin savaşta yanında bulunan inananlara izin vermesi eleştiriliyor. Sadece bu ayetten bile, elçinin günlük hayatta hataları olabileceğini ve elçinin her sözünün vahiy olmadığını rahatlıkla anlıyoruz. 

Zaten Kur’an kavram olarak ‘’Muhammed’e itaat’’ ifadesini değil, görevinden dolayı ‘’Elçiye itaat’’ ifadesini kullanıyor. Toparlayacak olursak, seçme hakkımızın olmadığı hükmün Peygamberimizin kendi kişisel sözleri olmadığı açıktır. Böyle bir iddia Kur’an’la çelişir. Her insan gibi Muhammed Peygamber de kişisel kararlarında hata yapabilir. Âl-i İmran 159: …yapılacak işler hakkında ONLARA DANIŞ. Karar verince de Allah’a güven, Allah güvenenleri sever. Âl-i İmran suresi 159. ayetin sonunda ise, Peygamberimize günlük kararlarında insanlara danışmasının emredilmesi oldukça önemlidir. Elçinin her (şahsi) sözü vahiy olsaydı veya her (şahsi) sözüne itaat zorunlu olsaydı, böyle bir emir olmazdı. 

 ELÇİLER SADECE VAHYE UYARLAR! 
 Kur’an’da birçok ayette Peygamberimiz kendi ağzıyla ‘’Ben SADECE VAHYEDİLENE UYARIM’’ diyor. Şu soruları sormalıyız: Yığınla dini kaynağımız var mı? Peygamberimizin yaptığı gibi SADECE KUR’AN ile hükmediyor muyuz? Peygamberimize yeten kitap, bize yetiyor mu? Yine birçok ayette ‘’Ben SADECE uyarıcıyım’’ demesine rağmen, elçinin görev tanımında olmayan (yasa koyucu-Kur’an’ın tefsircisi vs.) sorumlulukları ona yüklüyor muyuz? Ahkaf 9: De ki: “Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne olacağını da bilmem. Ben, SADECE BANA VAHYEDİLENE UYUYORUM. Ben apaçık bir UYARICIDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLİM.” Maide 92: ALLAH’a uyun, elçiye uyun, dikkatli olun. 

Yüz çevirirseniz bilesiniz ki elçimize DÜŞEN GÖREV, AÇIKÇA BİLDİRMEKTİR. Nur 54: De ki: “ALLAH’a ve elçiye uyunuz. Reddederseniz, o kendi görevinden sorumludur, siz de kendi görevinizden sorumlusunuz. Ona uyarsanız, doğruyu bulursunuz. 

Elçinin TEK GÖREVİ, MESAJI AÇIKÇA BİLDİRMEKTEN İBARETTİR. Yukarıdaki üç ayette (ve benzeri birçok ayette) ‘’elçiye uyun’’ denildikten sonra görev tanımı tebliğle sınırlanıyor, sizce bu bir tesadüf müdür? Elbette değildir. Arapçadaki 2 adet olumsuzlama edatıyla birlikte gelen bu ayetler (toplamda 11 adet), sürekli “Elçiye UYUN” diye emrettikten sonra, görev tanımını sadece mesajı TEBLİĞLE SINIRLIYOR. 

 Günümüz ‘’dindarları’’ elçinin görevini yeterli bulmuyor olabilirler ama önemli olan onların yeterli bulup bulmadıkları değil, YÜCE ALLAH’IN ELÇİSİNE VERDİĞİ GÖREVİN TANIMIDIR! Kur’an’da mükemmel bir şekilde tarif edilen İslam dini tamamlanmıştır (5:3, 6:115) ve eksiği de yoktur ki, elçi bu eksiği tamamlasın (6:38). 

Ayetleri kapalı değildir ki, bu ayetleri kendisi de ayrıca açıklasın (16:89). Detaysız değildir ki ayrıca detaylandırmaya ihtiyaç duysun (11:1). Ayetlerin anlaşılması inananlar için zor değildir ki (54:17) anlamayı kolaylaştırsın. Elçinin Duyurmakla Yükümlü Olduğu Tek Şey Kur’an’dı: Maide 67: Elçi, Rabbinden sana indirileni duyur. Bunu yapmazsan O’nun elçiliğini duyurmamış olursun. ALLAH seni halktan koruyacak. ALLAH inkârcıları doğru yola iletmez. Yukarıdaki ayette de kolayca görebileceğimiz gibi, vahyi duyurmamak elçilik vazifesini yerine getirmemek anlamına geliyor. Elçiler kendilerine indirilene uymak ve kendilerine indirileni iletmekle yükümlüdürler. Mesajı duyurduklarında ise görevlerini yerine getirmiş olurlar. Aslında her mümin de mesajı iletmekle yükümlüdür. Elçilerin bir farkı bu iletme görevini korkmadan (5:67’de kendisinin korunacağı garanti ediliyor) yerine getirmek ve her durumda mesajı iletmek zorunda olmalarıdır. Bunun örnekleri Kur’an’da çoktur. 

 ELÇİLER MESAJA İLAVELER KATAMAZLAR 
 İsra suresi 73-75. Ayetlerinden, elçinin mesajdan ufak bir sapma bile gösteremeyeceğini anlıyoruz. Mesajdan ufak bir tavizin muhatabın dostça davranmasına yol açacağı elçiye söylenmesine rağmen, bu, 
SERT BİR DİLLE YASAKLANMIŞTIR. İsra 73: Başka bir şeyi uydurup bize yakıştırman için neredeyse seni sana vahyettiğimizden ayırıp saptıracaklardı. İşte o zaman seni dost edineceklerdi. İsra 74: Seni sağlamlaştırmasaydık, onlara neredeyse bir parça meyledecektin. İsra 75: O zaman da hayatın ve ölümün azabını katlayarak sana tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın. 

 KUR’AN’IN YETERSİZ GÖRÜLMESİ YENİ DEĞİL 
 Yunus 15: Onlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur’an getir yahut onu değiştir!”, derler. De ki: “Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” Muhammed 9: Çünkü onlar, ALLAH’ın indirdiğini beğenmediler. O da onların işlerini geçersiz kılmıştır. Yunus suresi 15. ve Muhammed suresi 9. Ayetler önemli bir gerçeğe işaret ediyor. Ayetlerden anlaşılacağı gibi, Kur’an’ı beğenmeme ve yetersiz görme düşüncesi vahyin ilk muhatapları olan ortak koşan kişilerde de vardı. Kur’an kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, vahiy tek başına bu inkârcılar arasında olumlu karşılık bulmamıştır. Günümüzün geleneksel din izleyicisi kişilerinin durumu da bundan farklı değildir. Kur’an’ın eksiksiz, detaylı oluşu ve din için her türlü örneğin Allah tarafından açıklanmış olduğu gerçeği birçok ayette tekrarlanmasına rağmen, günümüzün sözde Müslümanları atalarından öğrendikleri bazı gerekçelerle 

KUR’AN’I YETERSİZ GÖSTERMEK İÇİN ELLERİNDEN GELENİ YAPMAKTADIRLAR. 
ENAM 116. AYET ÖNEMLİ BİR GERÇEĞE ATIF YAPIYOR Enam 116: YERYÜZÜNDEKİLERİN ÇOĞUNA UYARSAN seni ALLAH’ın YOLUNDAN SAPTIRIRLAR. 
Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar. Günümüzde inkârcılık boyut değiştirmiştir. İnkârcılık artık Kur’an’ı reddetmek yerine, Kur’an’a inandığını söyleyen insanlar arasında farklı bir boyutuyla hayat bulmaktadır. Mezhepleriyle birbirine düşman olan günümüz ‘’Müslümanları’’ aslında Kur’an’ı izlememektedirler. Buna inşallah diğer bölümleri okuduğunuzda sizde tanık olacaksınız. 

 NEDEN YALNIZ KUR’AN – 6 \ Ahmet Murat SAĞLAM 
ŞİRKİN TEMEL SAPMASI: HARAMLAR UYDURMAK! 
 ‘’Dindeki en önemli konu nedir?’’ diye sorulduğunda, ‘’yasa koymak’’ olarak cevaplamak yerinde olacaktır. Kur’an’daki en önemli cümle, Kelime-i Tevhid’dir ve o cümlenin mesajı konumuzla alakalıdır. Eğer dinde iki yasa koyucu merci olursa, bu dinin adı tevhid/birleme değil, tesniye/ikileme olur. İddia: Muhammed Peygamber de din hakkında ya-salar/haramlar koymuştur ve bunun delili Tevbe 29, Ahzap 36 ve Araf 157. Ayetlerdir. Yukarıdaki ayetlere göre Allah Resulü de haram etme yetkisine sahiptir. Nitekim o, bazı konularda önce vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtihadına göre veya Kur’an dışında aldığı bir vahiy ile hüküm vermiştir. 

 Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.” (Tirmizi İlm 2660) 
 İddiaya Cevap: KUL OLANLAR, DİN ADINA HÜ-KÜM KOYAMAZ Kehf 26: (…) “O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez.” Yusuf 40: (…) “Hüküm, SADECE ALLAH’ındır. 
Yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. 
Dosdoğru din işte bu-dur. Ne var ki, halkın çoğu bunu bilmiyor. 
 Muhammed Peygamber Kur’an ile Hüküm Verdi! Nisa 105: Halkın arasında ALLAH’ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin diye biz sana gerçeği içeren kitabı indirdik. Hainlerden yana olma. Nisa suresinin yukarıdaki ayetinde de kolayca görüleceği gibi, Muhammed (as) dâhil olmak üzere tüm inananlar, hükmetmenin nasıl olacağını Kur’an’dan öğrenmelidir. 

 Başka Hüküm Kaynağı Arayanlar Hevesine Uyanlardır! Maide 48: Kendinden önceki kitapları doğrulayan, onların yerine geçen bu kitabı, gerçekleri kapsayıcı olarak sana indirdik. ALLAH’ın sana indirdiğiyle aralarında hüküm ver. Sana gelen gerçekleri bırakıp onların hevesine uyma.(… Yukarıda verilen ayetlere göre, elçi sadece kendisine indirilen ile hüküm verir/bildirir. 

Kendisi de ayrıca hüküm koy(a)maz. Muhammed Peygamber, İslam dininde ayrı bir yasa koyucu değil, indirilen yasaların bildiricisi konumundadır. İlerleyen sayfalarda konu oldukça detaylı olarak işlenecektir. Kur’an Haramları Detaylı Olarak Açıklamıştır! 

 Hanefi Mezhebinde Dine Eklenmiş Haramların Küçük Bir Kısmı: Eti Yenmeyen Kara Hayvanlarından Örnekler: Fil, köpek, kedi, kunduz, porsuk, vaşak, tilki, gelincik gibi avını köpek dişiyle yakala-yan yırtıcı hayvanlar yenmez. [Şafii mezhebinde tilki, sırtlan, samur, sincap ve gelincik yenir.] Eti Yenmeyen Kuşlar: Avını pençesiyle yakalayan ve leş yiyen, çaylak, kartal, kerkenez, kuzgun, akbaba, leş kargası, yarasa, atmaca, şahin, martı, leylek, flamingo, kelaynak gibi kuşlar YENMEZ. 

Deniz Hayvanları: Hanefi mezhebinde balık suretinde olmayan HİÇBİR DENİZ ÜRÜNÜ YENMEZ. Mesela, ahtapot, kalamar, mürekkep balığı, denizatı, denizaygırı, denizanası, denizayısı gibi hayvanlar ve yengeç, midye, istiridye, ıstakoz, kerevit, karides, deniz salyangozu gibi deniz haşaratı YENMEZ. Önemli not: Hanefi mezhebi dışındaki diğer üç sünni mezhepte, deniz ürünlerinin HEPSİ yenir. Teferruat olan konularda değil, dinin en temel özelliği olan yasama konusundadır. Oysa Kur’an’a göre haramlar/yasama konusunda ihtilaf EDİLEMEZ. İddiaya Cevap: Deniz ürünleri üç mezhepte helal ve temiz olurken, Hanefilerde (yandaki liste) nasıl haram olabiliyor? 

Bu mezheplerin dini kaynağı ayrı mı ki, farklı türden haramlara inanıyorlar? Şafii mezhebinde tilki helalken, neden Hanefilerde haram? Mezhepler, birçok fıkıh hükmünde aralarında uyuşmazlık göstermişlerdir. İhtilaf teferruat olan konularda değil, dinin en temel özelliği olan yasama konusundadır. Oysa Kur’an’a göre haramlar/yasama konusunda ihtilaf EDİLEMEZ. Yukarıda özetlemeye çalıştığım haramlaştırılmış (Kur’an’a göre helal) yiyecekler bizim kültürümüze ters gelebilir, yiyemeyebiliriz, hatta midemiz de kaldırmayabilir. 

Ama bunları kendi kültüründe hoş ve lezzetli olarak gören ve yemek isteyen kimseler için, yukarıda saydığımız yiyecekleri haram kılmak Kur’an’a göre Allah’a ortak koşmaktır. Hüküm SADECE Yüce Allah’ındır ve O’nun hükmünde ortağı bulun(a)maz. Aşağıdaki ayetler Kur’an’da 4 defa tekrarlanır ve sürekli aynı yiyeceklerin haram olduğunu açıklar. Mezheplere göre değişkenlik arz eden haramların listesi dinin ne kadar tahrif edildiğini anlamak için kilit rol oynayacaktır. Her bir mezhep kendi listesini oluşturmuştur. Böyle önemli bir konuda Kur’an ihtilafı onaylamıyor ve ihtilafa düşmememiz için konu ayetlerde 

NET BİR ŞEKİLDE VURGULU BİR ANLA-TIMLA AÇIKLANIYOR. 
 HARAMLARIN (YİYECEK) NE OLDUĞU 
4 MADDEDE AÇIKLANIYOR! 

 Nahl 115: Size YALNIZCA 
(1) leş, 
(2) kan, 
(3) domuz eti ve ALLAH’tan
(4) başkası için adananları haram kılmıştır. 
Kim (bunları yemek) zorunda kalırsa, istekli olmamak ve sınırı aşmamak koşuluyla ALLAH, bağışlayandır, Rahim’dir. Nahl 116: Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü “Bu helaldir, bu haramdır,” DEMEYİN. 

Böylece ALLAH’a yalan yakıştırmış olursunuz. ALLAH’a yalan yakıştıranlar kurtuluşa ulaşamazlar. Yukarıdaki ayet (Nahl:116) çok net bir şekilde ‘’bu helal, şu haram demeyin’’ diyerek ÖNEMLİ BİR SINIR çekiyor. Haramların belli olmadığı bir din, din ol(a)maz. Allah hangi yasaları izleyeceğimizi net olarak bildirmediyse ve bu haramlar mezheplere göre değişecekse, bizi nasıl bu yasalardan hesaba çekebilir? Oysa tüm yasaları belli bir din olan İslam, bu yasaları ayrıntılı olarak Kur’an’da açıklamıştır. 

 Tek bir uydurulmuş harama inanmak, bizi Allah’a iftira atmaya ve şirk koşmaya götürür. Din adına tek hüküm koyucu Yüce Allah’tır. Bundan dolayı, din adına uydurulacak her yasa Allah’a atılmış bir iftira manasına gelir. Kur’an Bırakılıp Başka Hüküm Kaynağı Aranır mı? Maide 48: Kendinden önceki kitapları doğrulayan, onların yerine geçen bu kitabı, gerçekleri kapsayıcı olarak sana indirdik. 

ALLAH’ın sana indirdiğiyle aralarında hüküm ver. Sana gelen gerçekleri bırakıp onların hevesine uyma.(…) Maide suresi 48. Ayet çok önemli bir hatırlatmada bulunuyor: Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve vahyi bırakıp cahillerin taleplerine UYMA! Elçinin ve inananların indirilen vahiyden saptırılmak istenmesi, o dönemde olduğu gibi günümüzde de var olan bir durum. Yani müşrik algısı hiç değişmiyor. Yukarıdaki ayete göre hareket etmeliyiz! Allah’ın indirdiği hükümlerle hareket etmesi gereken Müslümanlar, Kur’an’daki hükümleri yetersiz bulan mezhepleri izliyorlar. Mezhepler, Yahudi ve Hristiyanlarda da bir bölünme ve dinlerini tahrif sebebiydi. Yani mezhepleşme bir rahmet değil, Kur’an’ın tarifiyle azaba müstahak olma durumuydu. Dinlerine ilave hükümler ekleyerek mezhepler üreten Hristiyanlar ve Yahudiler de benzer yöntemle sapmış ve saptırmışlardı. 

 DİN OLGUNLAŞMIŞ, TAMAMLANMIŞ VE HARAM LİSTESİ HÂLÂ AYNI!
 Maide 3: Leş (1), kan (2), domuzun eti (3) ve ALLAH’tan başkasına adananlar (4), size haram kılındı. Canları çıkmadan kesmeniz hariç, boğulmuş, vurulmuş, düşmüş, boynuzlanmış ve canavar tarafından yenmiş hayvanlar, kutsallaştırılmış taşlar üzerinde boğazlanarak fal oklarıyla dağıtılanlar, evet bunlar kötüdür. BUGÜN size dininizi OLGUNLAŞTIRDIM, size nimetimi TAMAMLADIM ve size din olarak İslam’ı beğendim. Kim açlıktan dolayı zorda kalırsa, günaha istekle yönelmeden yerse ona günah yoktur. Çünkü ALLAH bağışlayandır, Rahim’dir. Yukarıdaki ayet yine gösteriyor ki, ismi anılan gıdalar haricinde haram kılınmış başka bir yiyecek YOK. Ayette dinin tamamlandığı belirtilerek, son nokta konuluyor. Haram listesinde yine bir değişme olmuyor. 

 PEYGAMBERİMİZ İSMİ GEÇENLERİN DIŞINDA HARAM YİYECEK BULAMIYOR! Enam 145: De ki: “BANA VAHYEDİLENDE, yiyen birisi için şunların dışında haram edilmiş bir madde BULAMIYORUM: (1) Leş, (2) akıtılmış kan, (3) domuzun eti -ki pistir-, (4) ALLAH’tan başkasına sapıkça adanmış yiyecekler.” Zorda kalan bir kimse, istekli olmaz ve sınırı aşmazsa kuşkusuz senin Rabbin bağışlayandır, Rahim’dir. 

 Yukarıdaki ayet konumuz açısından KRİTİK ÖNEME SAHİPTİR. Ayeti önemli kılan özellik ise, ismi geçen dört madde dışında Peygamberimize KENDİ DİLİYLE ‘’Bana VAHYEDİLENDE haram kılınmış başka bir madde BULAMIYORUM’’ diye söyletilmesidir. Yani Peygamberimiz, başka bir haram maddeyi Kur’an’da bulamamıştır. Ve hayatı boyunca bu ayetleri kendi toplumuna iletmiştir. Yukarıda sayılanların dışında haram kılınmış maddeler bulunması, bizzat ayetin mesajıyla çelişir. 

 Bu ayetler, konumuza başlarken mezheplerin uydurmalarına örnekler verdiğimiz konuların KUR’AN’DA BİR TEMELİ BULUNMADIĞINININ açık kanıtlarıdır. En’am 145, Peygamberimizin bulamadığı haramları, mezheplerin nasıl olur da bulduğu konusunda bizi düşündürmeli ve çelişkiyi fark etmemizi sağlamalıdır. 

 PEYGAMBERİMİZ KENDİSİ İÇİN BİLE HARAM KOYAMIYOR! Tahrim 1: Ey peygamber, sırf eşlerini memnun etmek amacıyla, ALLAH’ın sana helal (yasal) kıldığını kendine haramlaştırıyorsun. ALLAH bağışlayandır, Rahim’dir. Tahrim 2: ALLAH, yeminlerinizi helalleştirmenin yolunu bildirmiştir. Mevlanız (efendiniz) ALLAH’tır. O Bilendir, Bilgedir. Yukarıdaki ayet, birilerini memnun etmek için Peygamberimizin kendine bile yasak koyamayacağını vurguluyor. 

Kendisi için bile yasaklar koyamayan Peygamberimiz, nasıl olur da binlerce haram koymuş olabilir? Elbette koyamaz, koymadı da. Peygamberimiz öldükten sonra onun adına uydurulmuş binlerce yasağı elbette Peygamberimiz söylemedi. Mezhepler, Peygamberimizin adını kullanarak yığınla yalanı dine sokmayı başardılar. Algı bu şekilde, hadislerin oluşturduğu mezhepçi çizgiye geldi.

BİLDİRİLENLERİN DIŞINDAKİ HAYVANLAR HELAL 
 Hacc 30: İşte böyle. Kim ALLAH’ın yasaklarına saygı gösterirse Rabbinin yanında kendisi için daha iyidir. Size özellikle bildirilenlerin haricindeki tüm hayvanlar helal (yasal) kılınmıştır. O halde putperestliğin felaketinden kaçının, yalan sözden sakının. Enam 119: Size ne oluyor ki, üzerinde ALLAH’ın ismi anılanlardan yemiyorsunuz? Hâlbuki zorunlu haller haricinde size yasaklananları DETAYIYLA size AÇIKLAMIŞ bulunuyor. Birçokları, bilgiye dayanmayan kişisel görüşleriyle halkı saptırıyor. Rabbin sınırı aşanları en iyi bilendir. Yukarıdaki ayetler, haram kılınmış yiyeceklerin Kur’an’da net bir şekilde 

AÇIKLANMIŞ OLMASI gerektiğini yine kanıtlıyor. Tüm Kur’an’ı taradığımızda çıkan sonuç, ismi verilen maddeler dışında bir haram bulunmadığıdır. Ayetin son kısmının ‘’yalandan kaçının’’ olarak bitmesi de oldukça anlamlı ve düşündürücüdür. Geçmişte birçok din adamı dinlerini birtakım sözlerle/yalanlarla bozmuşlardır. Yine yapılmış olan bundan farklı değildir. Peygamberimizin ağzından uydurulmuş nice yalanlarla ona iftiralar atılmış ve din yine bu şekilde bozulmuştur. Bu defa ‘’dinde bozulma süreci’’ kitabı bozmak olarak değil, KİTABIN MESAJINI BOZMAK YÖNÜNDE OLMUŞTUR. 
 Kitaba ekleme yapamayan din adamları, uydurma rivayetleri de kullanarak mezhepler yoluyla dindeki hükümleri bozmuşlardır. 

PEYGAMBERİMİZ ALLAH’TAN BAŞKA HÜKÜM KOYUCU ARAMADI 
 En’am 112: Böylece, her peygambere insanlardan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözleri vahyederler. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Onlara ve ettikleri iftiralara aldırma. En’am 113: Ahirete inanmayanların kalbi ona kansın, ondan hoşlansın ve gerçekten yapmak istediklerini yapabilsinler diye… En’am 114: ALLAH’tan başka hüküm koyucu mu arayayım? O ki, size kitabı detaylı olarak indirmiştir. Kendilerine kitap vermiş olduklarımız onun Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. O halde kuşkulananlardan olma. En’am 115: Rabbinin kelimeleri doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. 

O, işitendir, bilendir. En’am 116: Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar. Yukarıdaki beş ayet konumuzun temelini özetliyor. Peygamberlerin her zaman düşmanları olmuştur. Peygamberimizin ölümünün ardından bu düşmanlar faaliyete geçerek Kur’an’ın verdiği mesajı, uydurma rivayetleri kullanmak yoluyla tahrif etmeyi başarmışlardır. 

 Yukarıdaki ayetlerde sekiz maddede özetlemeye çalıştığımız çok önemli mesajlar var: 1) Peygamberlerin düşmanları vardır. (En’am:112) 2) Birbirlerine yaldızlı sözleri vahyeder ve dini bu yolla bozarlar. (En’am:112) 3) Allah gerçek inanan ile sahtesini ayırmak için buna müsaade ediyor. (En’am:113) 4) Gerçek inananlar, Allah’tan başka hüküm koyucu ara(ya)maz. (En’am:114) 5) Gerçek inananlar, Kur’an’ın son derece detaylı olduğunu bilirler. (En’am:114) 6) Kur’an adaletle ve kesin doğrulukla TAMDIR, eksik hüküm yoktur. (En’am:115) 7) Yeryüzündeki insanların çoğu yukarıda anılan gerçeklere karşı kördür. (En’am:116) 8) Zanni kaynaklara uymayın, yoksa saparsınız. (En’am:116) Hadislerin mütevatir olanları bile zanni ifadelerdir. Hadis kaynaklarında Allah’a, elçilerine ve sahabelere yığınla iftira atıldığına tanık oluyoruz. 

Hadisleri izleyenler, attıkları iftiralar yoluyla dini algıyı tersine çevirmişlerdir. Dini bozmak ancak bu yolla (hadislerle) daha meşru hale getirilebilirdi ve öyle de oldu. Din adına neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu öğrenebileceğimiz üzerinde uzlaşılmış bir kaynak olmadığı sürece, hakikat arayışı netlik kazanamaz. Bu kaynağın Kur’an olması gerektiği de açıktır. Allah, kitabıyla hidayet bulmamız ve dinimizi mükemmel bir şekilde öğrenmemiz için Kur’an’ı hak ile indirmiştir. Kur’an’ın eksiği yoktur. Elbette Allah eksik iş yapmaz. Hiç kimse, bir konuyu Allah’tan daha iyi veya daha detaylı bir şekilde açıkladığını da iddia edemez. Buna rağmen ‘’Müslümanlar’’, Kur’an’ı terk edip, başka kaynaklara yönelmektedirler. Bu yanlış algı, Müslümanların Kur’an’ı kendi incelemelerinin bir sonucu da değildir. Bu durum, atalarından gelen dini yapıyı kendilerinin ve din adamlarının yeterince sorgulamamasına dayanıyor. 

 DİLEDİĞİNİZ ŞEKİLDE HÜKÜMLER BULDUĞUNUZ KİTAPLARINIZ MI VAR? 
 Kalem 36: Neyiniz var, ne biçim hüküm veriyorsunuz? Kalem 37: Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz? Kalem 38: Ve içinde her dilediğinizi bulabiliyorsunuz? Kalem 39: Yoksa dilediğiniz hükmü verebileceğinize dair diriliş gününe kadar sürecek bir güvence mi aldınız bizden? Yukarıdaki ayetlerde sorulan dört soru konumuz açısından önem arz etmektedir. ‘’Yoksa bir kitabınız mı var?’’ şeklinde sorulan bu soruya ‘’Buhari, Müslim, Tirmizi, vs. kitaplar da dinimizin kaynağıdır’’ diyerek cevap veremeyiz, vermemeliyiz. 

 Yine Peygamberimizin ismi kullanılarak uydurulmuş sözleri içeren hadis kitaplarını, dilediğimiz hükmü bulmak için kullanamayız, kullanmamalıyız. Hadisler yoluyla dilediğimiz hükmü kullanarak dine eklemelerde bulunamayız. Oysa geçmişte bunların tersi yapılmıştır. Günümüzdeki bazı din adamlarının da bu gerçeği fark edemediklerine ya da kısmen gizlediklerine tanık oluyoruz. 

 HARAM UYDURMAK VE UYDURMA HARAMLARA İNANMAK ŞİRKTİR
 En’am 148: Ortak koşanlar, “ALLAH dilemeseydi, ne biz, ne atalarımız ortak koşmaz ve hiçbir şeyi de haram etmezdik” diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar aynı şekilde yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize göstereceğiniz herhangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna (şüpheli ve çelişkili rivayetlere) uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.” En’am 149: De ki: “En güçlü delil ALLAH’ındır. Dileseydi, elbette hepinizi doğruya ulaştırırdı.” En’am 150: De ki: “ALLAH’ın şunu haram ettiğine tanıklık edecek tanıklarınızı getirin.” Tanıklık ederlerse onlarla beraber tanıklık etme. Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların keyfine uyma. Onlar, Rablerine başkalarını eş koşmaktadırlar. 

 Yukarıdaki ayetleri özetleyelim: 
 1) Müşrikler, delili olmayan birtakım haramlara inanırlar. 
 2) Allah tarafından yasaklanmamış ilave haramlara inanmak şirk suçudur. 
3) Atalarından devraldıkları dini sorgulamadan izlemişlerdir. 
 4) Allah katında gösterebilecekleri delilleri olmadan zanni bilgileri izlemişlerdir. 
 5) Yukarıda saydığımız tutum ve davranışları sergileyenler, ayetleri yalanlamış ve Rablerine eş koşmuş olurlar. 
 Peygamberimizin ölümünden sonra şirk farklı bir boyutta, yeni yüzüyle tezahür ediyor. Kur’an’a inandığını söyleyen ‘’Müslüman’’ çoğunluk, hayatı boyunca bir defa bile Kur’an’ı anlayarak kendi dilinde okumayanlardan oluşuyor. Mezhepsel öğretiler din zannediliyor. Mezhepler arasındaki farkları küçümseyip, aslında önemsemedikleri dini de kıyısından yaşıyorlar. Oysa her Müslüman SADECE ALLAH’a teslim olmakla emrolunmuştu! Hangi haramın neden haram olduğunu bilen kaç ‘’Müslüman’’ çıkar? 

 YAHUDİLER DE BENZER ŞEKİLDE DİNLERİNİ BOZDULAR! 
 Nahl 118: Yahudilere daha önce sana anlattığımız şeyleri haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. Âl-i İmran 50: “Benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve size haram edilen bazı şeyleri helal etmek için gönderildim. Size Rabbinizden bir kanıt getirdim. ALLAH’ı dinleyin ve beni izleyin.” Âl-i İmran 93: Tevrat indirilmeden önce İsrail KENDİSİNE haram kılıncaya kadar İsrailoğullarına tüm yiyecekler HELAL idi. “Doğru sözlülerseniz Tevrat’ı getirip okuyun”, de. Yukarıda andığımız ayetler ışığında düşündüğümüzde, Yahudilerin de benzer şekilde kendilerine zulmederek bazı yiyecekleri HARAMLAŞTIRMIŞ olduklarını görüyoruz. Ayet, haramların Tevrat’la sınırlı olduğunu belirtiyor. Oysa Yahudiler de yığınla haramı dinlerine eklemişlerdir.

 Bu ekledikleri haramlar Tevrat’ta değil, Gamara adını verdikleri kendi fıkıh kitaplarındadır. Nahl 118. Ayet ışığında Yahudilere anlatılan haramlar düşünüldüğünde, Kur’an’ın açıkladığı haramların Tevrat’ta da olduğunu görüyoruz. ALLAH, DİNİ YASALAR KOYAN ORTAKLARA İZİN VERMİYOR! Şura 21: Yoksa ALLAH’ın izni olmadığı halde onlar için dini kurallar ve yasalar ortaya koyan ortakları mı var? Daha önce belirlenmiş bir karar olmasaydı onların arasında yargı verilirdi. 

Zalimlere acı bir azap vardır. Yunus 59: De ki, “ALLAH’ın size indirdiği rızıkların bir kısmını helal, bir kısmını da haram ettiğinizi görmez misiniz?” De ki, “ALLAH mı size izin verdi, yoksa ALLAH’a İFTİRA MI EDİYORSUNUZ?” A’raf 32: De ki: “ALLAH’ın kendi kulları için yarattığı süsleri ve güzel rızıkları KİM HARAM edebilir?” De ki: “Onlar dünya hayatında inananlar içindir, ahirette ise sadece onlar içindir.” Bilen bir toplum için ayetlerimizi böyle DETAYLI AÇIKLARIZ. 

 Yukarıdaki ayetlerin mesajını birkaç maddede özetlemeye çalışalım:
 1) Allah, kendi gibi dinde yasa koyan ortaklara izin vermiyor. (Şura:21)  
2) Kur’an’a rağmen, Din adına yasalar koyanlar zalimdir. (Şura:21) 
3) Allah’ın yasalarını (Kur’an’da) görebilirsiniz. (Yunus:59) 
 4) Kur’an’a rağmen dini yasalar koyanlar, Allah’a iftira atmış olurlar. (Yunus:59) 
 5) Güzel ve temiz rızıklar bilgisizce haramlaştırılamaz. (A’raf:32) 

 ALLAH’IN HELAL KILDIĞI ŞEYLERİ HARAMLAŞTIRMAYIN MÜMİNLERE CİDDİ UYARI! 
 Maide 87: İnananlar! ALLAH’ın SİZE HELAL KILDIĞI şeyleri HARAM ETMEYİN. Sınırı aşmayın. ALLAH sınırı aşanları sevmez. Maide 88: ALLAH’ın size rızık olarak verdiklerini helal ve temiz olarak yiyin. İnandığınız ALLAH’ı dinleyin. Yukarıdaki ayet (Maide:87) tüm inananlara ciddi bir uyarı niteliğindedir. Ayet, ‘’haramlar uydurmayın’’ mesajıyla bizleri uyarıyor. Yukarıda verdiğimiz ayetler ve tüm Kur’an gösteriyor ki, Allah tek yasa koyucudur. Bu konuda ortağı da yoktur. Haramlar üretmek dinde sınırı aşmaktır. Allah, uyacağımız yasaları kitabında açıkça belirtmiştir. Dini yasaları bize bildirecek tek merci, hesap vereceğimiz Yüce Efendimiz olan Allah’tır ve bu yasaları öğreneceğimiz tek kaynak da elbette Kur’an’dır. O’nu dinlemeliyiz. Yukarıdaki ayetler göstermektedir ki, Allah’ın berisinde hiç kimse din adına hüküm koyamaz. Allah’ın elçisi bile olsa, insanların kişisel görüşleri dini hüküm olarak kabul edilemez. Elçinin bizzat kendisi de hayatı boyunca Kur’an’daki hükümlere uymuştur ve insanlara gelen vahyi izlemeleri gerektiğini tebliğ etmiştir. 

Aşağıdaki ayet bu gerçeği bildiriyor. 
 ELÇİLER, ‘’KİTABIN GEREKTİRDİĞİ GİBİ KUL OLUN’’ 
DERLER KİTABA GÖRE KUL OLUN! 
 Âl-i İmran 79: ALLAH’ın kendisine kitap, bilgelik ve peygamberlik verdiği hiçbir insan, “ALLAH’tan sonra bana da kulluk ediniz” diye halkı kendisine çağırmaz. 
Aksine, “ÖĞRENİP ÖĞRETTİĞİNİZ KİTAP gereğince kendisini Rabbine adayan kullar olun”, der. Kitap gereğince kul olun! Kur’an’ın dışına çıkarak aslında helal olan sayısız gıdayı haramlaştıran mezhep takipçileri, hesap gününde bu ayetler karşısında hesap verebilecekler mi? Kur’an tüm insanlığa gelmiş olan bir kitaptır. Bizim kültürümüzde yenmesi hoş karşılanmayan bir gıda, başka bir ülkede lezzetli olarak görülebilir. Allah’ın yasaklamadığı yiyecekleri hiç kimse yasaklama hakkına sahip değildir. Din adına yeme içme konusunda haramlar uyduranlar, Müslümanların yaşamlarını bu yolla zorlaştırmışlar ve onları lezzetli birçok üründen faydalanamaz hale getirmişlerdir. 
ALLAH’IN İNDİRDİĞİYLE HÜKÜM VER, ŞAŞIRMA VE SAPMA 
 Maide 49: Aralarında ALLAH’ın indirdiği ile hüküm vermelisin. Onların keyfine uyma. ALLAH’ın sana indirdiklerinin bir kısmından sakın seni şaşırtmasınlar. Yüz çevirirlerse, demek ki, ALLAH bazı günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Gerçekten insanların çoğu yoldan çıkmıştır. Maide 50: Yoksa cahillik dönemindeki yasaları mı arıyorlar? Bilgiye dayanan kesin inanç sahipleri için ALLAH’tan daha güzel yasa koyucu olabilir mi? En’am suresini okuyanlar açık bir şekilde müşriklerin sürekli haramlar uydurduğuna tanık olacaklardır. 

Müşrikler, Kur’an öncesi dönemde haramlar uydurmuşlardı. Günümüzde de bunlardan farklı haramlar uyduruyorlar. Mantıkları ve yöntemleri ise hiç değişmiyor. Yukarıdaki ayetler, Allah’ın indirdiği ile hüküm verilmesi gerektiğini, kesinlikle bundan taviz verilemeyeceğini bildiriyor. Bu durumdan bir grup insanın hoşlanmadığını da söylüyor. Cahiliye dönemi yasalarını arayanlar, Peygamberimizin ölümünden hemen sonra dini bozmayı başarmışlardır. 

Dini, UYDURMA hadisleri kullanmak suretiyle tahrif etmişler, elçinin yaşamı boyunca savaştığı şeyleri onun dilinden, ona iftiralar atarak İslam dinine eklemeyi başarmışlardır. Peygamberimize atılan iftiralara birkaç örnek verelim: Ölünün arkasından ağlanmasından dolayı, ölü azaba uğratılır. (Buhari /K. Cenaiz, 32,33,34) Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. (Buhari 9/1391) Altın ve ipek ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine ise haramdır. (Müslim 2/16) Allah ve Resulü Ayrı Ayrı Haram Kılar mı? Tevbe 29: Kendilerine kitap verilenler arasından, ALLAH’a ve ahiret gününe inanmayan, 

ALLAH’ın ve ELÇİSİNİN HARAM SAYDIĞINI HARAM SAYMAYAN 
ve gerçek dine uymayan kimselerle onlar boyunlarını eğip elleriyle vergi verinceye kadar savaşın. Ahzab 36: ALLAH ve elçisi bir işte hüküm verdiği zaman, hiçbir inanan erkek ve kadın o işte seçim hakkına sahip değildir. Kim ALLAH’a ve elçisine isyan ederse açık bir biçimde sapmış olur. Konu boyunca iddialara birçok ayetle cevap verildi. Allah, şüphe yok ki, tek yasama mercidir. Kitabın ‘’Resule itaat’’ bölümünde ise ‘’Allah ve Resul’’ tamlamasının ayrı ayrı merciler olarak değerlendirilemeyeceği izah edildi. Resuller aldıkları mesajı ekleme yapmadan ileten kullardır. 

Kur’an bütünlüğünde değerlendirdiğimizde yukarıdaki ilgili ayetleri ancak şu şekilde anlayabiliriz: 
 1) Allah’ın haram saydığını elçi iletir. 
 2) Allah’ın haram saydıkları ilahi mesajın içindedir. 
 3) Elçiye uymayan, yani ilahi mesajı görmezden gelen, sapmış olur. Yukarıda verilen ayetlerdeki ‘’ve’’ bağlacını istedikleri gibi yorumlamak isteyen din adamları, adı geçen ayetleri de kullanarak halkı yanıltmışlardır. ‘’Ve’’ bağlacını, ayet sanki iki farklı kümeyi tanımlıyor gibi anlamak istemişlerdir. Uydurma rivayetlerin yoğunluğu neticesinde ayetlerdeki mesajı tercih edeceklerine, rivayetlerdeki yalanları izlemeyi tercih etmişlerdir. Dünya üzerindeki tüm dindarlar şu veya bu yolla dini inançlarını yozlaştırmayı başarmışlardır. 

Bu yozlaştırma, Muhammed Peygamber’den sonra hadisler yoluyla ve maalesef Kur’an’a rağmen olmuştur. ORTAK KOŞANLARIN ORTAK SAVUNMASI Nahl 35: Ortak koşanlar, “ALLAH dilemeseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka bir şeye tapmaz ve O’nun haram ettiğinden başkasını da haram kılmazdık”, derler. Kendilerinden öncekiler de böyle davranmıştı. 

Elçinin açıkça bildirmekten başka bir görevi mi var? Allah’a dindeki otoritesi noktasında sürekli ortak koşanların/bulanların bakış açısı değişmemiştir. O’nun otoritesini paylaştıranların hâlâ aynı şeyi yaptıklarına tanık oluyoruz. İlahi vahye uymak yerine kalabalıklara uymayı tercih edenler, yukarıdaki ayetlere rağmen atalarına uymayı tercih edebilirler. Yine bu uyma, ilahi vahyin de (Bakara:170) öngördüğü bir sonuç olacaktır. Geçmişteki müşrikler aptal oldukları için değil, akıllarını kullanmadıkları için şirk koştular. Ataperest kişiler de aynı şekilde kutsadıkları atalarının söylemlerini düşünmez ve sorgulamazlar. 

İnsanlar genellikle kendi inançlarına uygun delilleri görme eğilimindedir. Bu sebeple, objektif olarak delilleri izlemek çok önemlidir. Din sadece Allah’ın tasarrufunda olan, hükümleri sadece O’na ait olan emir ve yasaklar silsilesidir. Bu emirleri tahrif etmek dinin bozulmasına yol açacaktır. Tek bir tahrif, dine yapılan tek bir ekleme bile insanı müşrik yapmaya yeter. 

KONUNUN ÖZETİ NİTELİĞİNDE BİR AYET 
 Yusuf 40: “O’ndan başka taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu isimlerden ibarettir. ALLAH onlara herhangi bir güç vermemiştir. Hüküm, SADECE ALLAH’ındır. Yalnızca kendisine kulluk etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Ne var ki, halkın çoğu bunu bilmiyor.” Halkın çoğunun bunu bilmediğinin söylenmesi oldukça önemlidir. Dünya üzerindeki insanların çoğu hâlâ aklını kullanmak yerine kalabalıkları izliyor. Din adamlarının anlattıkları şeyleri hakikat sanıyorlar. Oysa her din adamı, kendi bölgesine uyumlu bir din anlatır ve diğer bölgedeki dini inançla aradaki farklar aslında çok büyüktür. İzleyiciler bu farkları küçümser, önemsemez ve bundan dolayı da araştırma gereği duymazlar. 

 Özetleyecek olursak: Din adamlarının söyledikleri, maalesef Kur’an MESAJININ önüne geçirilmiştir. Din denildiğinde akla SADECE birtakım ibadetler gelmektedir. Kur’an’daki üstün anlayış, yerini birtakım âdetlere törelere bırakmıştır ve uydurmalar Kur’an’da anlatılan dinin yerini almıştır. Kur’an, Arapça anlaşılmadan okunan, içindekilerin anlaşılamayacağı düşünülen, din adamları tarafından izah edilmeden anlaşılamayacağı sanılan, Ramazan ayında hatırlanan bir kitap haline gelmiştir. 

ELÇİLERİN ORTAK TAVRI 
 Enbiya 27: Onlar, O’ndan önce söz söylemezler; O’nun emirlerini ise titizlikle uygularlar. Kur’an’ın önemli bir prensibi olan çelişmezlik prensibini hatırlatmakta fayda olacaktır. Kur’an’daki ayetleri okurken, birini diğeriyle çeliştirecek bir anlayış oluşturmamalıyız. Örneğin, ‘’Allah hükmüne kimseyi ortak kılmaz’’ (18:26) dendiğinde, eğer biz herhangi birini Allah’ın hükmüne ortak eder ve bunun dışına çıkarırsak, 18:26 ve birçok ayetle çelişmiş oluruz. Kur’an’da Çelişki Olmaz Nisa 82: Kur’an’ı incelemiyorlar mı? ALLAH’tan başkasının olsaydı onda birçok çelişki bulacaklardı. 

 NEDEN YALNIZ KUR’AN – 7 \ Ahmet Murat SAĞLAM 
 DİNİMİZ İÇİN KUR’AN’DAKİ ‘’HİKMETLER’’ YETMEZ Mİ? 
 Bu bölümde okuyucunun anlamasını kolaylaştırmak için yine tablo yöntemini kullanacağız. İddia ve cevabın yan yana görülmesi suretiyle, meselenin anlaşılması kolaylaşacaktır. Hikmet konusu tüm gelenekçi iddiaların temelini oluşturduğundan, söz konusu kavramı kapsamlı bir biçimde analiz etmemiz gerekmektedir. ‘’Hikmet’’ kelime anlamı olarak “sözde ve davranışta tam ve doğru isabet, lafzı az, manası engin söz, Kur’an’da Allah’ın peygamberlerine ve mümin kullarına nasip ettiği derin anlayış kabiliyeti” gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılabilen geniş kapsamlı bir kavramdır.

 KUR’AN DIŞI VAHİY OLDUĞU İDDİASI 
 İddia: 1 Hikmet, Kur’an’dan ayrı bir şeydir. Hikmet aynen Kur’an gibi Peygamberimi-ze vahyedilmiştir. Peygamberimize Kur’an’dan ayrı, Kur’an’ın içinde olmayan vahiyler de inmiştir. Bunun adı vahy-i gayri metluv’dur. HADİS Bana Kur’an’ın MİSLİ kadar daha hüküm veril-di. (Ahmed b. Hanbel) 

İddiaya Cevap: 1 KURAN’IN BENZERİ SÖZLER OLABİLİR Mİ? Tur 34: Eğer iddialarında samimi iseler Kur’an’ın MİSLİ bir söz meydana getirsinler. Ayet YAN TARAFTAKİ hadisi çürütüyor. Ayette Kur’an ile aynı görevi icra edecek sözlere açık bir meydan okuma var. Eğer benzer görevi icra edecek sözler varsa, Kur’an’ın yukarıdaki iddiası boşa çıkar. 

Allah, inkârcılara Kur’an’ın benzeri olmadığını söylerken, bazı din adamlarının çıkıp Kur’an’ın mislinin benzeri hadisler de olduğunu, rivayetlerin Kur’an’ın misli hükümler içerdiğini iddia etmesi, alıntıladığımız ayetleri inkâr manasına gelir. 

KUR’AN’IN MİSLİ YOKTUR! 
 İsra 88: De ki: “Tüm insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini oluşturmak amacıyla toplansalar ve bu konuda birbirlerine destek olsalar bile onun bir benzerini oluşturamazlar.” Kur’an, kendisinin Allah tarafından açıklandığını birçok ayette belirtiyor. Rivayetler Kur’an’ın benzeri bir mesaj içeriyorsa, Kur’an’da zaten benzer sözler olduğu için rivayetlere gerek kalmıyor. Daha iyisi Kur’an’da varken hadise neden ihtiyaç olsun? Ayrıca Peygamberimizin şahsi sözlerinin yazılmasına veya kaydedilmesine dair emir içeren bir tek ayet bile yoktur. Kendi aramızdaki borçların bile yazılmasını söyleyen ALLAH (2:282), Peygamberimizin kişisel sözleri yazılması gerekseydi hiç söylemez miydi? Kur’an’ın böylesine önemli bir detayın atlanması mümkün müdür?  
HADİSLERDEN HİKMET ALINMASININ GEREKLİ OLDUĞU İDDİASI 
İddia: 2 Hikmet, Kur’an’dan çıkarılmış doğru hükümlerdir, yine Kur’an’ın içindendir. Ama Kur’an’dan ayrı bir şeydir. Bu HÜKÜM çıkarma işlemini de sadece Peygamberimiz yapabilir. İddiaya Cevap: 2 KUR’AN HİKMETİN TA KENDİSİDİR Âl-i İmran 58: Sana bu okuduklarımız, ayetlerden ve HİKMETLİ mesajdandır. Kamer 5: Bu, üstün bir hikmettir; ancak uyarılar yarar sağlamıyor. 
 KUR’AN ALLAH TARAFINDAN DETAYLANDIRILMIŞTIR Kİ, BAŞKASINA MUHTAÇ OLMAYALIM! 
 Hud 1: Elif, Lam, Ra. (Bu) öyle bir kitaptır ki, Bilge ve her şeyden haberdar olan tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra da açıklanıp detaylandırılmıştır. Hud 2: Ki ALLAH’tan başkasına tapmayasınız. Kuşkusuz ben, O’ndan size bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Yukarıdaki iki ayet konumuz açısından oldukça önemlidir. Kur’an’ın hikmetli olduğunu ve Allah tarafından detaylandırıldığını ve bu detaylandırmanın nedeninin ise başka kişilere kulluk yapmamamız için olduğu belirtilir. 

 Ayetin devamında ise Muhammed Peygamber’in sadece bir uyarıcı ve müjdeci olduğu belirtilmiştir ki, ayetin mesajına uygun olmayan bir görev yüklemesi elçiye yapılmasın. Fakat günümüzdeki uygulama bunun tersi yönündedir. Ayrıca “Peygamberimiz Kur’an’dan bu hükümleri çıkarabiliyorsa, biz neden çıkması gereken hükümleri çıkaramıyoruz?” diye bir soru da sorulabilir! Elçiler insanüstü özelliklere sahip değilse (ki değil) benzer bir sonuca bizler de ulaşabilmeliyiz. “Kur’an’ı sadece şu veya bu kişi anlar ve bize anlatır” demek, Kur’an’ın temel mesajı ile çelişir. 

 TESADÜF DEĞİL! 
 Kehf 109: De ki, “Rabbimin sözleri için okyanus mürekkep olsa ve hatta bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden okyanus tükenir.” Kehf 110: De ki, “Ben sizin gibi bir insandan başka bir şey değilim. Tanrı’nızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyedildi. Rabbiyle karşılaşmayı uman herkes erdemli işler yapsın ve Rabbine olan kulluğa hiç kimseyi ortak koşmasın.” Yukarıdaki iki ayetin yan yana gelmesi tesadüf değildir. Biri Allah’ın sözlerinin tükenmezliğinden bahsederken, diğer ayetin “ben de sizin gibi bir beşerim” şeklinde devam etmesi arasında bağ kurmalıyız. “Allah’ın elçisinin hadisleri Kur’an’ı daha iyi açıklar” demek, elçiyi, konuları Allah’tan daha iyi açıklayan ve izah eden bir konuma getirir. Allah, ayetleri her müminin kolayca anlayacağı ve hüküm çıkarabileceği şekilde gönderdiğine her Müslümanın iman etmesi bir şarttır. 

 HADİSLERİN DE HÜKÜM KAYNAĞI OLDUĞU İDDİASI 
 İddia: 3 Hadis-i Şerifler, ayetleri açıklar. Ayetlerde kısa ve öz olarak beyan edilen ilâhî maksatları izah ederler. Kur’an’da yer almayan bir konuda hadisler hüküm ortaya koyarlar. Kur’an, İslam dininin en önemli bilgi kaynağı olmakla birlikte, tek bilgi kaynağı değildir. İddiaya Cevap: 3 ALLAH’IN YASAMADA ORTAĞI YOKTUR Kehf 26: (…) O, hükmüne hiç kimseyi ortak etmez. DİN ADINA KAÇ KİTABI DAHA İZLİYORSUNUZ? Müminun 53: Fakat onlar, işlerini çeşitli kitaplara ayırdılar. Her grup kendi yanında bulunandan hoşnut… 

 İÇİNDE DİLEDİĞİNİZİ BULDUĞUNUZ KİTAPLARINIZ MI VAR? Kalem 37: Yoksa bir kitabınız var da onu mu okuyup duruyorsunuz? Kalem 38: Ve içinde her dilediğinizi bulabiliyorsunuz? Yukarıdaki ayetler, günümüzde İslam ülkelerindeki inançların neden çeşitli olduklarının bir özetidir. Her bir ülke ayrı dini kaynak ve hükümlere sahip ve her biri de bu dini hükümlerden memnunlar. Ve dini, mezheplere bölüp parçalanmış haldeler. Kur’an’la Birlikte Kaç Hadisiniz Daha Var? Casiye 6: Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz ALLAH’ın ayetleridir. ALLAH’tan ve ayetlerinden başka hangi hadise iman edeceksiniz? Gayet net bir soru! Allah’ın ayetlerinden sonra hangi hadise iman edeceksiniz? Hangi hadisleri hüküm kaynağı olarak alacaksınız? Ahirette, bu ayetteki soru sorulduğunda nasıl hesap vereceksiniz? 

 KUR’AN TEK BİLGİ KAYNAĞIDIR 
 Nisa 113: ALLAH’ın sana lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir grup seni nerdeyse saptıracaktı. Onlar, yalnız kendilerini saptırır; sana hiçbir zarar veremezler. ALLAH sana kitap ve bilgeliği indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. ALLAH’ın sana olan lütfu büyüktür. Bilmediğimiz şeyleri öğreten Allah’tır/Kur’an’dır. Muhammed Peygamber de dâhil olmak üzere hepimiz dini Kur’an’dan öğreniyoruz. Allah dinimizi öğretmede yeterlidir. Kur’an’dan sapmak ve ayrı dini kaynaklar edinmek, birçok ayette keskin bir dille yasaklanmıştır. 

 AYETLERİN YANINDA KAYNAK EDİNENLERİN HALİ 
 Zuhruf 36: Kim Rahman’ın mesajına aldırış etmezse, ona bir şeytanı sardırırız da onun arkadaşı olur. Zuhruf 37: Nitekim onları yoldan çıkarırlar. Buna rağmen onlar doğru yolda olduklarını sanırlar. Kasas 87: Sana indirildikten sonra seni ALLAH‘ın AYETLERİNDEN SAPTIRMASINLAR. RABBİNE ÇAĞIR; ortak koşanlardan olma. Kur’an’dan başka hüküm kaynakları edinmek veya din adına yığınla bilgi kaynağı edinmek, yukarıdaki ayetlerin kapsamına girmek anlamına gelir. İndirilen bu ayetler, vahiyden sapmanın neden ciddi bir uyarı konusu yapıldığını bize düşündürmelidir! 

 KUR’AN’DA YETERİNCE DETAY OLMADIĞI İDDİASI 
 İddia: 4 Pek çok konuda Kur’an’ı Kerimde temel ilkeler verilmiştir, lakin birçoğunda tafsilata girilmemiştir. Böyle bir durum söz konusu iken, ‘’Kur’an, kendi dışında hiçbir kaynağa gerek kalmaksızın yeterlidir’’ demek, her şeyden önce hakikatlere ters düşer. 
 İddiaya Cevap: 4 HÜKÜM KAYNAĞI ARAMAYAN PEYGAMBER! Enam 112: Böylece, her peygambere insanlardan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözleri vahyederler. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Onlara ve ettikleri iftiralara aldırma. Enam 113: Ahirete inanmayanların kalbi ona kansın, ondan hoşlansın ve gerçekten yapmak istediklerini yapabilsinler diye… Enam 114: ALLAH’tan başka yasa koyucu mu arayayım? O ki, size kitabı detaylı olarak indirmiştir. Kendilerine kitap vermiş olduklarımız onun Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. O halde kuşkulananlardan olma. Enam 115: Rabbinin kelimeleri doğruluk ve adaletle tamamlanmıştır. 

O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. Enam 116: Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece tahminde bulunup saçmalıyorlar. Yukarıdaki ayetlerin mesajını özetleyelim: Peygamberlerin düşmanları vardır. Bu düşmanlar yaldızlı sözlerle saptırırlar. Aldatıcılar, gerçekte inanmayanları bu sözlerle saptırır. Allah’tan başka yasa koyucu arayanlar sapmıştır. Kur’an, Allah tarafından detaylandırılıp tamamlanmıştır. 

Yeryüzündekilerin çoğu ZANNA UYARLAR. Yukarıdaki 5 ayetin Kur’an’ın en önemli mesajlarını içerdiğini söyleyebiliriz. “Hüküm kaynağı nedir?” sorusunun cevabını veren ayetin hemen sonrasında, DETAYLI OLDUĞUNU DA BELİRTMESİ TESADÜF DEĞİLDİR. Zanni kaynaklarda detay olduğunu ve bu kaynakların gerekli olduğunu iddia edenler, Kur’an’daki detayların yetersiz olduğunu söylemek zorunda kalıyorlar. 

 KUR’AN’I BEĞENMEYENLER OLMUŞTUR VE OLACAKTIR 
 Yunus 15: Onlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur’an getir yahut onu değiştir!”, derler. 
De ki: “Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” 
 Şura 13: Daha önce Nuh’a buyurduğu dini size yasa olarak belirledik. 

Sana vahyettiğimiz gibi İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da öğütledik: “
Bu dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” 

Fakat kendilerini çağırdığın şey, ortak koşanlara ağır gelmektedir. 
ALLAH dileyeni kendine seçer ve kendisine yöneleni doğruya ulaştırır. Günümüzde Kur’an’ı tek dini kaynak olarak görmeyen kişiler, aslında geçmişteki müşriklerin modern tezahürleridir. 

‘’Sadece vahye’’ uymak, Kur’an’ın tanımıyla müşriklere ağır gelir. Ayrı dini kaynaklar uydurup oluştururlar. Dinde ayrılığa düşmek ve dini kaynaklar üretmek vahye ters yönde hareket etmek anlamını taşır. 

ÖNEMLİ BİR SORU! 
 Maide 101: İnananlar! Açıklandığı vakit hoşunuza gitmeyecek şeyler hakkında sorular sormayın. Kur’an’ın ışığında sorarsanız size açık olurlar. ALLAH özellikle onlardan söz etmedi. ALLAH bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. Maide 102: Sizden önce bir topluluk o tip soruları sordu da, o sorularından dolayı inkârcı oldular. 

 Hadislerin arasından çıkardığınız herhangi bir hükmün, ALLAH’ın bağışladığı bir hüküm olup olmadığını nasıl bilebilirsiniz? Allah’ın özellikle hangi sorulardan bahsetmediğini bilmemizin imkânı yok. Dolayısı ile rivayetlere gidip hüküm devşirdiğinizde, Maide 102’deki ciddi uyarıdan nasıl kurtulacaksınız? Neden Allah’ın söz etmediği soruları dine ekleme ihtiyacı hissederek sorular soruluyor? Soruların 

KUR’AN IŞIĞINDA SORULMASI GEREKMEZ Mİ? 
 Kur’an Gerekli Tüm Sorularımızın Cevabını İçermiyor mu? 
 TÜM ELÇİLERE HİKMET VERİLDİ Enam 89: İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer şu halk, bunları inkâr ederse, biz onların yerine inkâr etmeyecek bir toplumu geçiririz. Yukardaki ayet, 18 elçinin ismini andıktan hemen sonra hepsine hikmet verildiğini belirtiyor. Hikmetin hadislerde olduğunu iddia edenler, neden diğer elçilerin de hikmetlerini/hadislerini aramıyorlar? Neden hadis kitaplarından çok daha düzgün ifadeler taşıyan Tevrat ve İncil’de hikmet aramıyorlar? Kur’an açık bir şekilde elçiler arasında ayırım yapılmaması gerektiğini defalarca belirtir. Sadece bir elçinin rivayetlerinde hikmet aramak, diğer elçilerin rivayetlerinde hikmet olup olmadığına bakmamak, elçilerin arasında ayrım yapıldığını göstermez mi? 

 ELÇİLER ARASINDAN AYRIM YAPIYOR MUSUNUZ? 
 Nisa 152: ALLAH’a ve elçilerine inanan ve onların hiçbiri arasında ayrım yapmayanların da ödüllerini ileride verecek. ALLAH bağışlayandır, Rahim’dir. Aslında birçok şekilde elçilerin arasında ayrım yapılmıştır. Ezana sadece Muhammed Peygamber’in ismini eklemek, kelime-i şehadete de sadece onun ismini eklemek, camilerimizde Allah’ın isminin yanına Muhammed Peygamber’in ve sahabilerin isimlerinin konulması, sadece bir elçinin kutlu doğum haftasının kutlanması gibi örnekleri çoğaltabiliriz. 

 BENZERİ HÜKÜMLER ZATEN GETİRİLMİŞ!
 Bakara 106: Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? Yukarıdaki ayet, bir hüküm kaldırıldığında onun yerine başka bir hükmün ikame edileceğini açık bir şekilde söylüyor. Hal böyle olunca, rivayetler Kur’an’dan ayrı bir hüküm kaynağı nasıl olabiliyor? Allah’ın Kur’an’da buyurduğu hükümlerin eksik ve yetersiz olduğunu iddia etmek, yine örnek verdiğimiz ayetle çelişir. 

 HİKMET KUR’AN’DAN AYRI BİR ŞEY Mİ? Âl-i İmran 164: ALLAH, inananların içinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve bilgelik öğreten bir elçiyi göndermekle iyilikte bulundu. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler! Kur’an’ın ifadesiyle, Muhammed Peygamber’in imanı vahiyle öğrendiğini görüyoruz (Şura:52 bkz). Kur’an’ın öğretmeni de yine Yüce Allah’tır (Rahman:2 bkz). Eğer hikmetin Kur’an’dan ayrı öğrenilen ve indirilen bir şey olduğu düşünülür ve iddia edilirse, bu durum Zuhruf 44. ayetle ve Kur’an’ın birçok ayetiyle çelişen bir durum ortaya çıkaracaktır. 

RİVAYETLERDEN SORUMLU MUYUZ? 
 Zuhruf 43: Sana vahyedilene sarıl; çünkü sen doğru yoldasın. Zuhruf 44: Bu, sana ve halkına bir mesajdır; ondan sorulacaksınız. Kur’an, birçok ayetinde sadece vahye uymamız gerektiğinin altını çizerken, hesaba çekileceğimiz biricik kaynağın da kendisi olduğunu söylüyor. Rivayetlerden veya birtakım din adamlarının şahsi çıkarımlarından sorumlu olsaydık, bunun işaretlerini de Kur’an’da görmemiz gerekirdi. Oysa Kur’an’da bunun tam aksi BİR MESAJIN altı defalarca çizilir. Peygamberimizin dilinden “Ben sadece vahye uyuyorum” denilerek, biz müminlere de aynen Muhammed Peygamber’in yaptığı gibi vahye uymamız öğütlenir. 

 YÜCE ALLAH KELİME SIKINTISI ÇEKMEZ 
 Kehf 109: De ki, “Rabbimin sözleri için okyanus mürekkep olsa ve hatta bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden okyanus tükenir.” Kur’an, sınırları belli bir kitaptır. Eksik olduğu iddia edilen ve delil olarak getirilen bazı örnekleri, Allah Kur’an’da vermekten aciz değildir. Hangi soruyu sorarsanız sorun, ya Kur’an’da açıklanmıştır ya da öyle bir soruya cevap vermeye gerek yoktur. Allah, Kur’an’da tekrarlanan anlatımlar yerine dileseydi eksik diye iddia edilen cümleleri kurabilirdi. Kur’an’ın yetersiz olduğunu ve hadislerin Kur’an’ın pratiği olduğunu iddia etmek, Allah’ın kelimelerle (hadislerde olduğu iddia edilen) pratik bir din gönderemeyeceğini iddia etmek demektir. Elbette böyle bir durum düşünülemez. 

 KUR’AN, MÜŞRİKLER ANLAMASA DA ÜSTÜN BİR KİTAPTIR
 Haşr 21: Bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik, ALLAH’a olan saygıdan ötürü onun titreyip paramparça olduğunu görecektin. Belki düşünürler diye biz insanlara böyle örnekler vermekteyiz. 

 ALLAH KULLARINDAN DİLEDİĞİNE HİKMET VEREBİLİR Bakara 269: HİKMETİ dilediğine verir. Kime HİKMET verilmişse ona çok büyük iyilik yapılmıştır. Düşünce sahiplerinden başkası öğüt almaz. 

 RABBİMİZİN YOLUNA HİKMETLE ÇAĞIRMALIYIZ 
 Nahl 125: Rabbinin yoluna HİKMETLE ve güzel bir aydınlatma ile çağır. Onlarla en güzel biçimde tartış. Rabbin, yolundan sapanları ve doğru yolda olanları en iyi bilendir. Allah, layık gördüğü kullarına dün hikmet verdiği gibi, bugün de verebilir. Kur’an’ın üstün bir kitap olduğuna iman eden biri için, Kur’an’ın anlamını kavramak kolaylaşacaktır. 

Daha baştan Kur’an’ı yetersiz ve hadisleri de Kur’an’ın açıklaması olarak gören birine kitap kendini kapatacaktır (İsra:45-46, Vakıa:79 bkz). Hadislerde olmayan hikmetleri/hükümleri ne yapacağız? Futbol ve diğer sporlar haram mı? Kanguru yemek helal mi? Domates yemek helal mi? Yukarıdakilere benzer yığınla soru sorulabilir. 

Hadis izleyicileri, Kur’an’ı yetersiz çıkarmak için bu türden sorular sorarak, cevaplarının Kur’an’da olmadığı söyleyip, Kur’an’ın yetersiz olduğuna hükmederler. Peki, yukarıdaki gibi hadislerde de olmayan hükümleri gördüğünüzde, neden aynı şekilde hadislerin de yetersiz olduğuna hükmedip, tutarlı davranmıyorsunuz? 

 Kur’an’daki HİKMET TANIMLARI ve listesi aşağıda sadece tek bir sureden alınmıştır. Daha geniş bir tanım için komple Kur’an araştırılmalıdır. (Hikmetleri parantez içinde numaralandırdık)

 İsra 11: İnsan, iyi bir şey için dua ettiğini sanırken aslında kötü bir şey için dua eder (1). İnsan çok acelecidir (2). 


 İsra 12: Geceyi ve gündüzü iki ayet (delil) kıldık. Rabbinizin nimetlerini arayasınız ve (3) yılların hesabını bilesiniz diye gecenin ayetini sildik, gündüzün ayetini aydınlık kıldık. Biz her şeyi AYRINTISIYLA AÇIKLARIZ. 


 İsra 13: Her insanın kaderini (4) kendi kişisel seçimine bağlamışızdır. Diriliş gününde kendisi için bir kayıt çıkarıp yayımlarız. 


 İsra 14: Kaydını oku. Bugün hesap görücü (5) olarak sen kendine yetersin. 


 İsra 15: Kim doğru yola gelirse kendisi için yola gelmiş bulunur. Kim saparsa kendi aleyhine sapar. Hiç kimse başkasının (6) yükünü çekmez. Biz bir elçi (7) göndermeden hiç kimseyi cezalandırmayız. 


 İsra 16: Biz bir toplumu yok etmek istediğimiz zaman onun ileri gelen varlıklılarının orada kötülük yapmasına (8) izin veririz. Böylece o topluma verilmiş söz gerçekleşir ve onu yerle bir ederiz. 


 İsra 17: Nuh’tan sonra nice toplumları (9) yok ettik. Kullarının günahlarını haber alıcı ve görücü olarak Rabbin yeter. 


 İsra 18: Kim bu geçici dünyayı isterse, orada istediğimize (10) dilediğimiz kadar veririz. Ancak daha sonra onu, kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme mahkûm ederiz. 


 İsra 19: Kim ahireti seçer ve mümin olarak gereken çabayı (11) gösterirse, işte onların çabası takdir edilir. 


 İsra 20: Hepsine, onlara da bunlara da, Rabbinin nimetlerinden (12) ulaştırırız. Rabbinin nimetleri (13) sınırlanmamıştır. 


 İsra 21: İnsanları birbirlerinden nasıl üstün kıldığımıza (14) dikkat et. Ahiretin dereceleri ve üstünlükleri (15) daha büyüktür. 


 İsra 22: ALLAH ile birlikte (16) başka tanrı edinme, yoksa kınanmış (17) ve yalnız bırakılmış olarak oturup kalırsın. 


 İsra 23: Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi ve anaya babaya karşı iyi davranmanızı (18) emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara “Öf” bile deme (19) ve onları azarlama. Onlarla güzel bir biçimde konuş. 


 İsra 24: Onlara merhamet ederek alçak gönüllük kanadını ger ve de ki, “Rabbim, beni küçükken yetiştirdikleri gibi (20) sen de onlara acı.”


 İsra 25: Rabbiniz İÇİNİZDEKİLERİ (21) çok iyi bilir. Erdemli davranırsanız, elbette O, tevbe edenleri bağışlayandır. 


 İsra 26: Akrabaya haklarını ver. İhtiyaç sahiplerine ve yolcuya da (22)… Ancak SAÇIP (23) SAVURMA. 


 İsra 27: Kuşkusuz, saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır ve şeytan, Rabbine karşı (24) nankördür. 


 İsra 28: Rabbinden umduğun bir rahmeti elde etmek için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan (25) onlara yumuşak söz söyle. 


 İsra 29: Elini boynuna bağlama (26) ve tümüyle de açma, yoksa pişman olur, üzülürsün. 


 İsra 30: Rabbin, dilediğine rızkını bol verir, (26) veya kısar. Kuşkusuz O, kullarından haberdardır, onları görendir. İsra 31: Fakirlik korkusuyla (27) çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırıyoruz. Onları öldürmek, büyük bir suçtur. 


 İsra 32: Zinaya YAKLAŞMAYIN (28); çünkü o büyük bir günah (29) ve kötü bir davranıştır. 


 İsra 33: ALLAH’ın kutsal kıldığı canı haksız (30) yere öldürmeyin. Kim haksızlığa uğrayarak öldürülürse onun mirasçılarına (31) yetki vermişizdir. İntikam duygusuyla öldürmede sınırı aşmasın (32); zira kendisine yardım edilmiştir. 


 İsra 34: Yetimlerin malına, onlar ergenlik çağına ulaşıncaya kadar dokunmayın (33), yararlarına olursa başka. 


 İsra 35: Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın (34) ve doğru teraziyle tartın. Elbette bu daha iyidir ve sonucu daha güzeldir. 


 İsra 36: Bilmediğin bir şeye inanıp ardına düşme (35), çünkü işitme, görme duyusu ve beyin, hepsi ondan sorumludur. 


 İsra 37: Yeryüzünde kibirli kibirli dolaşma (36), sen ne yeri delebilirsin ne de dağlar kadar boylu olabilirsin. 


 İsra 38: Tüm bunlar, Rabbin tarafından (37) hoş görülmeyen kötü davranışlardır.


 İsra 39: BUNLAR, Rabbinin sana VAHYETTİĞİ HİKMETLERDENDİR. ALLAH ile birlikte başka tanrı edinme; aksi halde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. Yukarıdaki ayetlerden hikmetin neler olduğunu öğrendik. Kur’an, baştan sona hikmetlerden örnekler verir. Her cümlesinde ayrı detay ve hikmetler vardır. Yıllarca aynı ayeti okuyup sanki ilk kez okuyormuş gibi düşündüğümüz çok olmuştur. Allah ne yaparsa, mükemmel şekilde yapandır. Kitabı da kusursuz ve apaçıktır. Sorun kitapta değil, kitaba akl-ı selim yaklaşmayan ve ATALARININ ANLAYIŞLARINI YAMA YAPARAK KUR’AN’I ANLAMAYA ÇALIŞAN MOLLALARDA ve onlara güvenip öğrendiklerini sorgulamayan kişilerdedir. 


 “SADECE KUR’AN” DENİLDİĞİNDE BUNU 

SÖYLEYENLERDEN NEFRET EDİYOR MUSUNUZ? 

 İsra 41: Biz, öğüt almaları için Kur’an’da açıkladık. Ne var ki bu, sadece onların nefretini arttırır. 


 İsra 46: Ve onu anlamalarını engellemek için kalplerine kabuklar, kulaklarına da ağırlık koyarız. Rabbini yalnızca Kur’an’da andığın zaman nefretle geriye dönerler. 

 Yukarıdaki ayetlerde bir inkârcı tanımı yapılmıştır. Bu tanıma uyan kişi, Rabbimizi ‘’Sadece Kur’an’dan’’ öğrenmeye karşı oldukça tepkilidir. 

 Bunu test etmek oldukça kolaydır. Bir din adamına “Kur’an yeterlidir ve hadislere gerek yoktur” diyerek onun tepkisini ölçün, gözlemleyin ve bu ayetin gaybi tecellisine siz de tanık olun. “İslam dini Kur’an ile sınırlıdır” dediğimizde büyük bir nefretle karşılaşıyoruz. Yukarıdaki ayetlerin gaybi bir tecellisini yaşıyoruz. Allah bize inkârcıların vasıflarını açıklıyor. Yukarıdaki ayette izah edildiği gibi Rabbimizin emirlerini ‘’Sadece Kur’an’da’’ andığımızda nefretle karşılanıyoruz. Bu bir tesadüf mü? 

 ÖNEMLİ BİR UYARI! 
 Allah’a, elçilerine ve sahabeye hadisler yoluyla iftiralar atıldığına tanık oluyorum. Yukarıda ismini andığım kimselerden herhangi birine iftiralar atarak dine eklemeler yapmanın ve bu yolla dini bozmanın cezası cehennemdir. Allah’a, elçilerine ve sahabelere, recm (taşlayarak öldürme cezası), mürtedin öldürülmesi, kadınlara peçe takılması ve aşağılanması, 

Peygamberimizin hayatına dair başından geçen olayların sanki o an oradaymış gibi yalan yanlış nakledilmesi gibi konularda yığınla iftira atılmıştır. Rivayetlerin hangisinin kesin olarak Peygamberimiz tarafından söylendiği asla bilinemez. Peygamberimizin vefatından yaklaşık iki üç asır sonra, rivayetlerin sağlıklı nakledildiğini söyleyen kişilerin akıl sağlığında problem vardır (10:100, 67:10). 

Kur’an’la Birlikte Kaç Hadisiniz Daha Var? Casiye 6: Bunlar, sana gerçek olarak okuduğumuz ALLAH’ın ayetleridir. ALLAH’tan ve ayetlerinden başka hangi hadise iman edeceksiniz? Bu ayetin orijinalinde ‘’hadis’’ kelimesinin geçtiğine lütfen siz de gözlerinizle tanık olunuz. Birçok Kur’an çevirisinde ‘’hadis’’ kelimesinin bu mükemmel kullanımı, ‘’söz’’ olarak çevrilerek ayetin anlamı gizleniyor. 

Hadis kelimesi Türkçeye de geçmiş ve halk tarafından biliniyor. Birçok Arapça kelimeyi, Türkçeye çevirmeden metindeki gibi Arapça olarak bırakan çevirmenler, neden ‘’hadis’’ kelimesine gelince söz birliği yaparak, zaten bilinen ‘’hadis’’ kelimesini ‘’söz’’ olarak çevirmeyi tercih ediyorlar? Ayeti, “ALLAH’tan ve ayetlerinden başka hangi söze iman edeceksiniz?” olarak çevirseler dahi ayetteki anlam kaybolmuyor. Böyle bir soruyu, ‘’Buhari’nin, Müslim’in, falanca âlimin sözlerine de iman ediyorum(!)’’ olarak cevaplayabilecek olan var mı? 

 NEDEN KENDİ KAYNAKLARINIZA UYMUYORSUNUZ? 
 Aşağıdaki rivayetler, hadis izleyicilerinin işine gelmiyor! Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber, “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” (El-Hatib, Takyid, 33) Benden bir şey yazmayın, benden Kur’an dışında bir şey yazan onu yok etsin. (Sahih-i Müslim c.4, sayfa 97; Sünen-i Darimi c.1, sayfa 119; Sünen-i Ahmed b. Hanbel c.3, sayfa 182) ‘’Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi.’’ (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm, sayfa 11) Din konusundaki ihtilaflarda size Kur’an yeterlidir. (5324 Buhari-Müslim-Nesai), (4727 Muvatta-Müslim), (5406 Buhari Müslim) Yukarıdaki hadisleri alıntıladığım için beni eleştirenler olacaktır. Hadisleri nakletme nedenim, aslında hadis izleyicilerinin kendi kaynaklarında seçme yaptıklarını göstermeye çalışmaktır. Yoksa hadis izleyicilerinin yaptığı gibi dini kaynak olarak sunmak değil. 

Arada ciddi fark var. Ayrıca bir ateist nasıl Kur’an’dan örnekler vererek bize eleştiriler yöneltiyor ve bunu inanmadığı bir kaynaktan yapıyorsa, benimki de benzer bir yöntemle muhatabımın kendi çelişkilerini, yine kendi inandığı kaynaklardan gösterme durumudur. Yukarıdaki hadislerde, Peygamberimizin kendi kişisel sözlerini (hadislerini) yazdırmayıp sadece Kur’an’ı yazdırdığı, hadis yazanların yoldan çıktığı, din konusundaki ihtilaflarda Kur’an’ın yeterli olduğu söyleniyor. Bu hadislerden sadece birine bile inanan birinin, hadis kitaplarını bırakması gerekmez mi? Hadis kitaplarında yer alan buna benzer hadisleri neden görmüyorlar veya görmek istemiyorlar? Yoksa işlerine mi gelmiyor? 

 İNCİL VE TEVRAT’A GÜVENMEYENLER, 
HADİS KİTAPLARINA NASIL GÜVENİYOR?
 İddia: Hadislerin içinde hiç mi hikmet yok? Peygamberimiz hiç mi konuşmadı? Hadisleri toptan reddetmek, doğruları da süpürüp atmaktır. Kur’an’a uygun çok güzel hadisler var, bunları uydurma hadislerden ayıklamamız gerekir. Kur’an’ın dinin tek kaynağı olarak kabul edilmesi gerektiğini söylediğimizde, muhataplarımız tarafından bize yöneltilen en önemli eleştirilerden biri de “Hadislerin içinde hiç mi hikmet yok? 

Peygamberimiz hiç konuşmadı mı?” gibi sorular sorarak, hadislerin içinde hikmetler olduğunu söylemeleridir. Şurası çok iyi anlaşılmalıdır ki, hadisler peygamberimizin kesin olarak söylemiş olduğu sözler değil, onun söylemiş olduğu iddia edilen birtakım rivayetlerdir. Bu hadislerin arasında elbette hikmetli sözler vardır. Hatta birçok kitabın içinde hikmetli sözler var. Fakat kitapları hikmetli sözlerinden dolayı dinimizin kaynağı olarak göremeyiz! Aynı şey hadisler için de geçerlidir. 

 Dinin tek kaynağının niçin SADECE KUR’AN olması gerektiği ile alakalı aşağıda önemli bir delil sunup, mühim bir tutarsızlığı gözler önüne sereceğiz. Din için hikmetli sözler aranacak en son yer hadis kitaplarıdır! Hadis kaynaklarında Allah’a, elçilerine ve müminlere ciddi iftira ve hakaretler var. Bu hakaret ve iftiraları içeren kaynaklarda hikmet aranması, bu ümmetin geri kalma nedenlerinin BAŞINDA GELİR. Birkaç hikmetli söz alabilmek için, uydurma bir hadise inanmak suretiyle Allah’a veya elçisine iftira atma riski alınabilir mi? 

 BU AYETİ AKLIMIZDA TUTALIM! 
 Enam 112: Böylece, her peygambere insanlardan ve cinlerden olan şeytanları düşman kıldık. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözleri fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Onlara ve ettikleri iftiralara aldırma. Neden Hadislerde Hikmet Aranıyor? Aslında hadislerde hikmet aramanın nedeni, Kur’an’da indirilen dini öğretileri YETERSİZ KABUL ETMEKTEN KAYNAKLANIYOR. 

Birçok din adamına göre, hadisler olmadığı takdirde Kur’an ANLAŞILMASI MÜMKÜN OLMAYAN bir kitaptır. Yani onlara göre Kur’an, hadisler olmadan bir işe yaramaz. Kur’an’ı ancak rivayetlerle birlikte anlayabilirmişiz! Oysa Kur’an, Allah tarafından açıklandığını ve apaçık olduğunu bize bildiriyor. Açık ayetlere rağmen yukarıdaki iddiaları ortaya atanların, Kur’an’daki birçok ayete kör ve sağır davranmalarını anlamak mümkün değildir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...