10 Haziran 2018

Ergenlere Rastgele Öğütler


Ergenlere Rastgele Öğütler

Edip Yüksel
www.19.org
2016-11-01-karakarga-edip-ergenlere-kucuk
  1. Köpek, kedi, hamster besle… Bunlara yerin veya ebeveynin izni yoksa balık besle. Bu da olmazsa saksıda çiçek besle. Çiçekleri susuzluktan öldürürsen aynaya bakarak iki kez “ben kendimden başkasını besleyemeyen bir beslemeyim” diyerek Yahya 8:32 gereğince özgürleş. Özgür biri olarak bir yerden güzel bir taş bul ve onu beslemeye çalış. Yontma taş devrinden başlayabilirsin.
  2. Yere tükürme. Yere tüküren birini görünce ciddi ve saygın bir tavırla, “abi geçmiş olsun” de ve ekle, “Acetylcystein, Asist veya Bromek şurubu balgama iyi gelir”
  3. Kızlara laf atmak yerine aruz vezniyle şiir yaz.
  4. Kimseyi taklit etme. Doğal halinle, özgün bir ergen olarak sen çok daha değerlisin.
  5. Bir ayın 28/29, 4 ayın 30, 7 ayın 31 çekmesi, ergenlerin de 32 çekmesi mubahtır.
  6. Büyüklerin ellerini öpme. Küçüklerin ellerinin daha az günahkâr olduğunu söyle.
  7. Kulaklıktan uzun süre müzik dinlersen benim yaşıma gelince ramazan davulcusunu işitmeyeceksin.
  8. On dokuz yaşına kadar dini kitaplar okuma; din adamı dinleme. Dini metinler okursan mutlaka sorgulayarak oku, din adamlarını sorgulayarak dinle…
  9. Barışçı ol ve barış için çözümler ara. Morukların Mushaf veya bayrak sallayarak çıkardığı savaşları destekleme; yaşın ilerleyince onlara gönüllü olma. Savaşa teşvik eden moruklar ve çocukları bizzat cephede savaşmaya başlarsa o zaman durumu değerlendir. Azgınlara karşı bir savunma savaşıysa katıl; yok toprak ve şan kazanmak içinse katılma.
  10. Ne, nasıl, ve niçin/niye kelimelerini sıkça kullan. Özellikle NİYE’ye aşık ol. NİYE, sır hazinelerinin kapılarını açan sihirli bir anahtardır. Ama üst üste birkaç NİYE seni kara deliklere götürür ve oradan çıkamayabilirsin.
  11. Gökkuşağını sev. Sana sataşacak olan renk düşmanlarına aldırma… Gök kuşağı Yaratıcının göğe taktığı rahmet ve umut kurdelesidir.
  12. Ortalıkta “Ben Osmanlı torunuyum” diye dolananları görürsen onlara acı. Bilesin ki onların hiçbiri sultan torunu değil. Saltanatın kaldırılmasından sonra Osmanlı hanedanından hayatta olan 155 kişi topluca İngiltere’ye ihraç edildiler. Çakma Osmanlı torunları, ataları öldürülen veya cizyeye bağlanan devşirmelerin torunları değilseler, padişahların “reaya” (koyun ve sığır sürüsü) diye aşağıladığı halkın çocuklarıdır. Padişahların gözünde atlarının boku kadar değerleri yoktu.
  13. Hiç ama hiç alkollü içecek kullanma. Aptallaşmak insanlık onuruna ihanettir. Nice yetenekli ve potansiyeli büyük gençler alkollü içkilerin kurbanı olmuşlardır. Mutluluğu bardaki bardakta değil, doğadaki ayetleri merakta ara.
  14. Türk isen bir ay boyunca her gün bir cümle Kürtçe öğren. Kürt isen bir ay boyunca her gün bir cümle Türkçe öğren.
  15. Çevreyi korumak için aktivist ol.
  16. Noktalardan ve virgüllerden sonra mutlaka boşluk ver. Önce değil, sonra. Virgüle saygı! Sonbahardan SONRA kış, Cumadan SONRA Cumartesi, on sekizden SONRA on dokuz, sevgiden SONRA hoşluk, ve noktalama işaretlerinden SONRA da boşluk gelir.
  17. “How is it Made” (Nasıl Yapılır) adlı kanala uğra ve her gün en az bir videoyu dikkatle izle…
  18. Youtube ve Internet yoluyla her dili ana diliyle konuşanlardan bedava öğrenebilirsin.
  19. Sosyal medyada fazla vakit geçirme. Internet arama tekniklerini öğren. Her gün mutlaka ciddi bir bilim ve teknoloji sitesinden bir haber oku.
  20. Aşık olma. Aşık olduğun kişiye de hiç yaklaşma. Çünkü aşık olduğun kişi dünyada yoktur; o sadece hayalindedir. Aksi takdirde hayal kırıklığına uğrar, aşkına düşman olursun.
  21. En iyi devlet köpek dişleri çekilmiş, pençeleri törpülenmiş devlettir; en iyi dişler her gün iplenip fırçalanan ve büyük olasılıkla azı dişleri çekilmiş olan dişlerdir.
  22. Paylaş. Sahip olduğun nimetleri mutlaka senden daha şanssız ve yoksul olanlarla paylaş…
  23. Paylaş. Sahip olduğun dertleri mutlaka senden daha deneyimli ve akıllı olanlarla paylaş…
  24. Yüzün sokakta başları döndürecek kadar özgün bir yüz değilse (güzellik fiziksel averajdır) estetik ameliyatı olmayı düşünme. Estetik kurbanı Michael Jackson’u ve daha nice zavallıyı hatırla.
  25. Vücuduna döğme yaptırma. İlla kaşınıyorsan elbise ile örtebileceğin bir yere hamam böceğinden büyük olmayacak kadar yaptır. Arı ve karınca hariç hayvan resmi olmasın. Sevdiğin birisinin ismi hiç olmasın.
  26. Yürü… Okula yürü… Bakkala yürü… Her gün en azından P=7 mükemmel sayısı kadar metre yürü.
  27. Kimyada, fizikte, matematikte formülleri ezberlemek yerine anlamaya çalış. Formülleri kendin elde etmelisin.
  28. Satranç öğren… Mahallende bir satranç kulübü oluştur.
  29. Bir enstrümanı çalmayı öğren… Bir müzik grubu oluştur.
  30. Bir problem tespit et ve o problemi yaratıcı biçimde çözmek için kendi imkânlarınla bir alet geliştir… Mahallende mucitler derneği kur. Amerikan patent ofisinin sitesine sık sık uğrayıp mekanik ve tasarım patentleri incele.
  31. Çaya şeker katma. Şekeri azalt.
  32. Kola gibi karbonlu içecekler yerine su, çay ve ayran iç; kepeksiz ekmek yerine kepekli ye.
  33. Yiyeceğinden fazlasını tabağına koyma. Yedikten sonra temizle. Evde arada bir bulaşıkları yıka; ev temizliğine yardımcı ol.
  34. Fermi sayıları konusunda uzmanlaş… Örneğin, arkadaşının başında kaç kıl var? Fatih camisine kaç portakal sığar? Diyanet İşlerine her yıl harcanan parayla ülkedeki her ergene kaç elektronik kitap okuyucusu alınabilir? Aynı parayla kellerin kafasına kaç kıl ekilebilir?
  35. Khan Academy’nin sitesine her gün uğra ve bir şeyler öğren.
  36. Kendini, yeteneklerini keşfet… Keşfettiğin üstün yeteneklerini geliştirip dünyada en iyisi olmaya çalış.
  37. Herkese, her şeye empati göster… Seni serinlemek için çırpınan pervanenin motoruna, üstüne bastığın bitkiye, korktuğun böceğe, karşı takımın taraftarına ve hatta sınıfı susturmak için bağıran yeteneksiz öğretmene…
  38. Görünmeyen elbiseye övgüler dizen sihirbazlara, kalabalıklara, moruklara aldırmadan “kral çıplak” diye haykıran çocuk ol. Ve büyüyünce o çocuğu öldürme; içinde bir Peter Pan gibi yaşat. İçindeki bu çocuk, senin özgün ve yaratıcı kişiliğini öldürmek isteyen tüm moruklara, müritlere ve reayaya karşı yiğitçe ve muzipçe direnen bir İbrahim’dir. J

AİLE

.

1 - Ahlak
2 - Evlilik ve aile hayati
3 - EĞİTİM
4 - Tesettür



 


home01.gif (8122 Byte)
.

AHLAK


.

AHLAK

.

Black Magic Cure Riaz Ahmed




Ehl-i Sünnet ve On İki İmam



Sorularla_Alevilik_Kitap




Ebu Hanife - Muhammed Ebu Zehra




Sabetay-Sevi.pdf by Bilgi Paylaşımı on Scribd

RUSLARIN GİZEMLİ UYKU DENEYİ VE KORKUNÇ SONUÇLARI


RUSLARIN GİZEMLİ UYKU DENEYİ VE KORKUNÇ SONUÇLARI

Rusların Gizemli Uyku Deneyi ve Korkunç Sonuçları
1940’ların sonlarında Rus araştırmacılar, 5 kişiyi 15 gün boyunca tetikleyici gazlarla uyanık tuttular. Bu korkunç deneyin ayrıntılarını okudukça yaşananlara inanmakta güçlük çekeceksiniz. Peki, Rus uyku deneyi gerçek mi, yoksa bir şehir efsanesi mi?
Denekler, 2. Dünya Savaşı’nda düşman olarak kabul edilmiş siyasi tutsaklardı. Oksijen seviyesinin dikkatlice kontrol edildiği odalarda kalıyorlardı. Kamera sistemleri kapatılmıştı, Yani onları izleyebilmek için sadece mikrofonlar ve 5 inçlik kamara penceresine benzeyen gözlem camları vardı. Oda kitaplarla, yataksız karyolalarla, su ile, ayrıca 5 kişiye 1 ay yetecek kadar yiyecekle doluydu.
İşte gün gün korkunç deneyin ayrıntıları:
Denekler 30 gün boyunca uyumadan teste dayanırlarsa serbest bırakılacakları konusunda anlaşmışlardı.İlk 5 gün her şey iyi gidiyordu.
5. günden sonra, koşullar hakkında şikâyet etmeye ve onları yönetenlerin nerede olduğunu araştırmaya başladılar. Birbirleriyle konuşmayı kestiler ve mikrofonlarla tek taraflı camlara fısıldamaya başladılar. İşin garibi, bu deneyi diğer deneklerin üzerlerinden kazanabileceklerini düşünmeye başladılar. Araştırmacılar başta bunun gazın bir yan etkisi olduğunu düşündüler.
9 . günden sonra ilk denek çığlık atmaya başladı. 3 saat boyunca, odanın içinde koşarak bağırdı. Denek bağırmaya devam ediyordu ama çoğu zaman çıkan ses gürültüden ibaretti. Araştırmacılar, deneğin ses tellerini parçaladığını ileri sürdüler. Daha ilginç olan şeyse diğer deneklerin buna nasıl tepki verdiği idi. İkinci denek de çığlık atmaya başladı, geri kalanı ise mikrofonlara fısıldamaya devam etti. Diğer çığlık atmayan denekler kitapları parçalara ayırdı, sayfaları tek tek yüzlerine sürüp sakince gözlem camlarına yapıştırdıklarında, çığlıklar hemen kesildi.
3 gün daha geçti. İçerideki 5 deneğin sesi kesildiğinde araştırmacılar mikrofonların çalışıp çalışmadığını kontrol etti. Mikrofonlarda sorun yoktu. Odadaki oksijen seviyesi, hepsine yetecek düzeydeydi. 5 denek ağır egzersizler yapınca oksijen seviyesi düşüyordu.
14. günde araştırmacılar deneklerden hiç bir veri alamayınca odaya girmeye karar verdiler. Onların ölmüş olmalarından endişeleniyorlardı. Veya bir tür bitkisel yaşama girdiklerinden…
Anons ettiler: “Mikrofonları kontrol etmek için içeri giriyoruz, kapılardan uzak durun ve yere yatın. Aksi hâlde vurulacaksınız. İtaat edeninizden birisi özgürlüğüne hemen kavuşacak.”
İçeriden sakin bir Ses cevap verince şaşırdılar: “Artık özgür olmak istemiyoruz.” Askeri güçler ve araştırmacılar arasında bir tartışma patlak verdi. Daha fazla tepki alıp kışkırtmamak için 15. günün gece yarısı odanın kapısının açılmasına karar verildi. Oda birden temiz havayla doldu ve uyarıcı gaz dışarı boşaldı. Mikrofonlar anında çalışmaya başladı. 3 farklı ses yalvarmaya başladı; dışarıda onları bekleyen aileleri, sevdikleri olduğunu yakarıyorlardı. Askerler denekleri almak üzere odaya gönderildi. Şimdiye kadarki en yüksek çığlık, içeriye giren askerlerden geldi. 5 denekten 4’ü hâlâ yaşıyordu, tabii buna yaşamak denirse.
Yiyecek erzaklarına çok dokunulmamıştı.Deneklerden birisi ölmüştü. Kalçasına ve göğsüne topak topak et doldurulmuştu. Odanın ortasındaki giderin üstünde duruyordu, suyun geçmesini engellediği için oda 10 cm suyla kaplanmıştı. Su sandıkları sıvının kan olduğu o an fark edilemedi. Sağ kalan 4 deneğin sakalları uzamış, derileri paramparça olmuştu. Tırnaklarındaki parçalar bu yaraları kendilerinin yaptıklarını gösteriyordu. Araştırmacıların düşündüğü gibi dişlerle değil… Yaralar ve oyukların açıları, konumları hepsini kendilerinin yapmadığını gösteriyordu. Birbirlerine de saldırmışlardı.
4 deneğin de karın bölgesindeki organlar ve kaburgaları hemen hemen yok gibiydi. Kalp, akciğerler ve diyafram yerine, deri ve kaburgaya bağlı kasların çoğu akciğerlerle beraber göğüs kafesinin dışına sarkmıştı. Kan damarları ve organlar sağlam kalsa da, diğerlerini çıkarıp yere atmışlardı. Fakat denekler hâlâ ”yaşıyorlardı”. Dördünün de sindirim sistemleri çalışıyordu. Günler sonra istifra ettiklerinde, aslında yediklerinin kendi etleri olduğu ortaya çıktı. Çoğu asker Rus özel servisinde çalışmıştı fakat hiçbiri odaya girip denekleri kaldırmaya cesaret edemedi. Askerler odadan çıkarılmaları için yalvarıp bağırırken gaz geri geldi, uykuya daldılar.
Deneklerin odadan çıkarılmamak için verdikleri mücadele herkesi çok şaşırttı. Bir Rus asker boğazına saldırılması sonucu öldü, bir diğeri ise testisleri koparıldığı ve deneklerden biri bacağını dişleriyle kemirdiği için yaralandı.
Yaşayan 4 denekten birinin dalağı patladı ve dışarı doğru kanamaya başladı. Tıbbi araştırmacılar onu sakinleştirmeye çalıştılar ama bu imkansızdı. Bir insanın alabileceği morfinden daha fazla almasına rağmen hâlâ mücadele ediyordu. Bir doktorun kolunu ve kaburgasını kırdı. Deneğin dolaşım sisteminde kandan çok hava vardı. Kalbi durduğunda bile bağırmaya devam etti 3 dakika boyunca kendini dövdü. Herkese saldırıp “Daha fazla!” kelimelerini tekrar ederken gittikçe güçsüzleşti, yavaşladı ve sessizce yere yığılıp hayatını kaybetti.
Sağ kalan 3 denek tam donanımlı bir tıp merkezine taşındı. Sağlam ses telleri olan 2 denek uyanık kalabilmek için daha fazla gaz talep ediyorlardı. Deneklerin organlarını tekrar yerleştirme aşamasında sakinleştirici ilaçlarına karşı bağışıklık kazanmış oldukları keşfedildi. Deneklerden biri bağlanmış olduğu iplere rağmen, öfkeyle etrafa saldırıyordu. Deneği sakinleştirmek için normalin üzerinde anestezi kullanıldı ve gözleri kapandı. Kalbi durmuştu… Otopsi testlerinin sonuçları kanın içindeki oksijen miktarının olması gerekenden 3 kat fazla olduğu gözlemlendi.
Hayatta kalan 2. kişi ise 5 kişinin arasında ilk çığlık atanlardandı. Ses kayıtları yok edilmişti.Yalvaracak durumda değildi, tek yapabildiği kafasını düzensiz bir şekilde haraket ettirmekti. Bunlar anesteziden doğan sonuçlardı. Bir sonraki ameliyatta yeniden anestezi verildi. Organlarını yerleştirirken 6 saat boyunca hiç tepki vermedi. Bir hemşire, birkaç kez, hastanın ameliyat esnasında gülümsediğine şahit oldu. Ameliyat bittikten sonra hasta mırıldanmaya başladı. Doktorlardan biri, hastanın önemli birşey söylüyor olabileceğini var sayarak kalem ve not defterini alıp yanına gitti. Hastanın dudaklarından dökülen kelimeler sonucunda odadakilerin dehşeti katlandı: “Kesmeye devam et.”
Komutan hayatta kalan 2 deneğin tekrar mühürlenmesini emretti. Yanlarında olan 3 araştırmacıya mühürleme emri verildi. Araştırmacılardan birisi silahını çekip komutanı vurdu. Sonra sessiz olan deneğe silahı doğrulttu ve beynini dağıttı. Silahı son kalan deneğe doğrulttu ve sordu: “Nesin sen? Bilmek zorundayım!”
Denek gülümsedi: “Bu kadar kolay mı unutun? Biz siziz. Biz sizin içinizde yatan deliliğiz, her an serbest olmayı bekleyen çılgın hayvanlarız. Biz yatağınızın altında saklananlarız…”
Araştırmacı durdu. Sonra silahı deneğin kalbine doğrultup ateş etti. Denek ölmek üzereyken, “Nerdeyse özgür…” dedi.
Korkunç Rus Deneyi Gerçek Mi?
Bu hikaye, korkutucu hayali hikayeler paylaşan bir siteden yayılmıştır.Hikaye, hiçbir resmi belgeyle veya kaynakla desteklenmemektedir.
Kayıtlara geçen en uzun uykusuzluk hali 266.5 saattir (yaklaşık 11 gün).1965 yılında bir bilim fuarı için bu deneyi uygulayan 17 yaşındaki Fresno Eyalet Koleji öğrencisi Randy Gardner, Guinness Rekorlar Kitabı’nda adı bulunan en uzun uyumama rekoruna sahiptir.
Bilim ve özellikle “uyku bilimi” tarihinde sayısız defa özellikle 8-10 gün boyunca uykusuz bırakılan yüzlerce denek bulunmaktadır. Bu araştırmaların tek bir tanesinde bile kayda değer bir nörolojik, tıbbi, psikolojik veya psikiyatrik anomali tespit edilememiştir.
Bunlar haricinde, hızla mit haline gelen deneyde ciddi anlamda bilimsel hatalar bulunmaktadır. Örneğin test koşulları bilimsel geçerliliğe sahip olmayacak şekilde etik dışıdır, sözde deneyde hiçbir kontrol grubu kullanılmamıştır.

ESKİ MISIR’IN EN GENÇ FİRAVUNU TUTANKAMON




ESKİ MISIR’IN EN GENÇ FİRAVUNU TUTANKAMON Eski Mısır’ın En Genç Firavunu Tutankamon’un Dört Gizemi
2017 Temmuz ayının başlarında bir arkeolog ekibi Mısır’ın Krallar Vadisi’nde daha önce bilinmeyen bir mezar keşfetti. Bu mezar Kral Tutankamon’un karısı Ankhesenamun’a ait olabilir. Ancak konuyla ilgili cevaplanması gereken hala pek çok soru bulunuyor.
Bu mezar odası, Ankhesenamun’un ilk kocası Tutankamon’un ani ölümünden sonra evlendiği Firavun Ay’ın mezarının yakınında bulunuyor. Kraliçe, bu ikinci evlilikten kısa bir süre sonra tarihi kayıtlardan siliniyor ve eğer bu onun mezarıysa, bu durum gizemleri aydınlatabilir.
Tutankamon’un karısının kaderi, belki de Antik Mısır tarihindeki en ünlü kral olan Tutankamon’u çevreleyen tek gizem değil.
Mezarının, İngiliz arkeolog Howard Carter tarafından keşfedilmesinden yaklaşık bir yüzyıl sonra bile hala Tutankamon’un hükümdarlığı, soyu ve nasıl öldüğü hakkında cevapsız pek çok soru bulunuyor.
1- Esrarlı Ölüm
Kral Tut (Tutankamon) öldüğünde sadece 19 yaşındaydı. Bu vakitsiz ölümünün sebebi üzerine çok sayıda araştırma bulunuyor ve tahminler yürütülüyor. Hipotezler arasında, en yakın danışmanları tarafından suikaste uğramasından, bir savaş arabası kazasına ya da sıtma gibi bir hastalıktan, genetik kemik problemlerine (muhtemelen anne babasının yakın akraba olması nedeniyle) kadar geniş bir yelpazede çeşitlilik bulunuyor.
Hatta, kralın, öldüğünde birkaç kırık kaburgaya sahip olması ve kalbinin mumyalanmamış olmasını bazı bilim insanları, muhtemelen bir av sırasında bir suaygırı saldırısı sonucu göğsüne almış olabileceği ezici darbeler olarak yorumluyor.
Mumyanın kötü durumu ve iyi korunamamış olması nedeniyle, bilim insanlarının Kral’ın ölümüne neden olan olay hakkında % 100 emin olması mümkün değil.
2- Kral Tut’un Anne ve Babası
Tutankamon’un, Firavun Akhenaten ve kraliyet ikincil eşlerinden biri olan Kraliçe Kiya’nın oğlu olduğuna inanılmakla birlikte belirsizlikler devam ediyor. 2010 yılında yayınlanan ve Kral Tut’un mumyasından alınan bir DNA örneği analizine dayanan bir araştırmada, ebeveynlerinin kardeş oldukları ortaya çıktı.
Bununla birlikte, bazı arkeologlar bu fikre katılmıyor ve genellikle üvey annesi olarak anılan Kraliçe Nefertiti’nin aslında onun annesi olabileceğini düşünüyorlar. Nefertiti ise Akhenaten’in kızkardeşi değil, kuzeni.
3- Nefertiti ile aynı mezarı paylaşmak
Geçtiğimiz birkaç yıldan beri, arkeologlar arasında Kral Tut’un mezarının gizli odaları içerip içermediği konusunda yoğun tartışmalar yaşanıyor.
Mezarın içinde yapılan radar taramaları ve analizler, aslında yapının kuzey ve batı duvarlarının arkasında boşluklar olduğunu önermiş ancak bazı bilim insanları, bunun gizli bölümlerin varlığını doğrulamak için yeterli bir kanıt olmadığını düşünüyorlar.
Bununla birlikte, yapılan açıklamalar oldukça ilgi görüyor, zira gizli odalar gerçekten orada bulunuyorsa, bunlardan biri Tutankamon’un üvey annesi Kraliçe Nefertiti’nin mezar odası olabilir. Nefertiti’nin kalıntıları henüz keşfedilmedi ve bu hala Antik Mısır’ın en büyük gizemlerinden birisi.
4- Meteor Taşından yapılmış gizemli hançer
Tutankamon’un mezarında, birçok değerli eşya bulundu. Ancak, bu değerli eşyalar arasında bilim insanlarını şaşkına çeviren en önemli buluntu meteorit demirinden yapılmış değerli bir hançer, zira Antik Mısırlılar’ın, dünyada bol miktarda demir varken, hançerin metali için neden o kadar alışılmadık bir kaynak kullanmış oldukları büyük bir merak konusu.
Antik Mısırlıların Tanrıların mekânı olan gökyüzünden gelen taşlar içerisinde demir bulunabileceğini bilmeleri mümkün olabilir. Özellikle bu göktaşları çok seyrek olduğu için Antik Mısırlılar için sembolik bir önemi olabilir. Sonuç olarak, demiri ilahi bir materyal olarak görmüş olabilirler ve bu sebeple onu gündelik işlerde kullanmak yerine sadece firavun gibi yüksek statüdeki insanlar için ayırmış olabilirler.

TOPRAK ASKERLER YA DA TERRAKOTTA ORDUSU'NUN SIRRI



TOPRAK ASKERLER YA DA TERRAKOTTA ORDUSU'NUN SIRRI

Toprak Askerler ya da Terrakotta Ordusu'nun Sırrı
M.Ö. 221’de Çin Hanedanlığını kuran İmparator Qin Shi Huang’ın Terra Kotta ordusu, 29 Mart 1974 tarihinde Lintong bölgesinde kuyu açmaya çalışan çiftçiler tarafından tesadüfen bulundu. Dört kuyuda toplam 8 bin asker, 130 savaş arabası, 520 at ve 150 de süvari atı heykeli ortaya çıkarıldı. Askerler, doğudan gelecek akınlara karşı dönemin savaş nizamına ve stratejisine uygun biçimde imparatorun mozolesinin 1,6 kilometre doğusuna yerleştirilmiş.
İmparatorun mezarı 56 kilometre karelik alanıyla dünyanın en büyük mezarı kabul ediliyor. Bitirilmesi 37 yıl süren mezarın yapımında yaklaşık 700 bin işçinin çalıştığı tahmin ediliyor. Çin’deki tüm beylikleri yenip Savaşan Devletler dönemine son veren Qin Shi Huang, Qin Hanedanı’nı kurarak kendini imparator ilan etmiştir.
Tarihe “İlklerin İmparatoru” olarak geçen Qin Shi Huang, bölgedeki etnik Çin uluslarını birleştirip tek devlet çatısı altında toplamış, herkes için geçerli yasalar, tek bir yazı dili, ortak para birimi ve ölçü birimleri uygulamasını başlatmıştı. Ülkeyi yollar ve kanallarla donatan İmparator Qin, dünyanın en uzun duvarı olarak da bilinen Çin Seddi’nin de temelini atmıştı.
İmparator Qin Shi Huang, ölümden duyduğu büyük korku ve sonsuza dek yaşama isteği sebebiyle efsanelerde geçen “Abı Hayat”ı bulmak için verdiği çabayla da tanınıyor. Ölümsüzlük iksirini arayan Qin Shi Huang bunu elde etmek için ülke dışına elçiler gönderir. Eski kralların ve alimlerin 10 bin yıl yaşadığı ve bunu sinabar (civa sülfür) içerek yaptıkları inancıyla kendisi de içtiği şaraplara cıva katardı. İmparator, simyacıların kendisine sonsuz hayatı bahşedeceğini söyledikleri cıva haplarından fazla miktarda aldığı için 50 yaşında ülkenin doğusuna çıktığı bir seferde öldü. M.Ö. 2. yüzyılda yaşayan tarihçi Sima Çian’a göre Qin Shi Huang’ın mezarının çevresi derelerle çevrili ve bu derelerden cıva akıyordu. Mezar civarında cıva oranın yüksek çıkması bu bilgiyi doğruluyor. Yine Çian’a göre mezar girişine mekanik oklar yerleştirilmiş.
8 bin Terracotta askeri heykelinin gizemi 3 boyut teknolojisi sayesinde ortaya çıktı. Heykeller hayali değil imparatorun askerlerinin bire bir kopyası! Boyları 183-195 santimetre arasında değişen bu heykel askerlerin her birinin yüz ifadesi farklıdır. Heykellerin yüzündeki farklı mimikler ve yüz biçimleri askerlerin orijinallere sadık kalınarak tasarlandığını akıllara getirse de 8 bin modelin kullanılması imkansız gibi görünüyordu. 3 boyut teknolojisi ve yeni bir algoritma yazılımı kullanan uzmanlar 8 bin heykelin kulak yapılarının birbirinden tamamen farklı olduğunu tesbit etti. Heykellerin farklı etnik kimliğe sahip kişileri yansıttığını belirleyen bilim adamlarına göre askerler imparotorun ordusunun kopyası.
Bu gizemli ordu rastgele bir şekilde dizilip, gömülmemiş. Farklı rütbelerde ve sınıflarda olan askerler dönemin en ileri savaş nizamına ve stratejisine uygun şekilde, savaş meydanında savaşa hazır konumda duruyor. Ordu, okçu birlikleri ile öncü, orta ve arka birliklerin yanı sıra destek birimlerinden oluşuyor. Çukurların birinde de imparatorun merasim taburu kendi düzeni içinde bulunuyor.
Bu dev mezarı ve yer altı ordusunu yaptıran imparatorun, o dönem çalışan tüm işçileri ya yaktırarak ya da kendisiyle beraber gömülmek üzere öldürttüğü belirtiliyor. İmparator Qin’in bunu yapmasının en büyük sebebi olarak da mezarının ve içindeki sırların bilinmesini istememesi, aynı zamanda öldürülen işçilerin de mezarında kendisine eşlik etmesi arzusu olduğu ifade ediliyor. Dev mezar için Şian’a iki saat mesafedeki bu bölgenin seçilme nedeni olarak da imparatorun Li Şan adlı dağı Uzakdoğu Feng Shui felsefesine göre kendisine en uygun yer olarak gördüğü şeklinde açıklanıyor. İmparatorun mezarı yerin 36 metre altında bulunuyor ve bu ordunun öldükten sonra kendisini koruyacağına inandığı kaydediliyor.
İÇERİK RESİMLERİ
İÇERİK RESİMLERİ
İÇERİK RESİMLERİ
İÇERİK RESİMLERİ
İÇERİK RESİMLERİ
İÇERİK RESİMLERİ
İÇERİK RESİMLERİ

YENİ BİR İNSANIN OLUŞUMU


YENİ BİR İNSANIN OLUŞUMU

Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi? (Fussilet Suresi, 53)
Buluğ çağı ile birlikte erkek bedeninde yaşanan gelişmelerin bir benzeri de kadınlarda yaşanır. Dişi üreme hücresi olan yumurta ile birlikte kadın üreme sistemi de erkek üreme sistemine uygun, onu tamamlayıcı olacak şekilde hazırlanır.
Kadınlarda da -tıpkı erkeklerde olduğu gibi- buluğ çağına gelindiğinde hipotalamus zamanın geldiğini adeta anlar ve hipofiz bezine yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlayacak hormonlar üretmesi için emirler gönderir. Hipofiz bezi kendisine ulaşan bu emirlere hemen itaat ederek gereken hormonları üretmeye başlar.
Üreme hücrelerinin üretimi kadınlarda, erkeklerde olduğu gibi sürekli değildir. Bu üretim belli dönemlerde gerçekleşir. Bu dönemleri tesbit etme görevi de hipofiz bezine aittir. Hipofiz bezi, belirli dönemlerde yumurtalıktaki ana yumurta hücrelerinin olgunlaşmasını sağlayacak bir hormon salgılar. Bu hormon etki edeceği yeri çok iyi bilir ve doğruca yumurtalığa giderek yumurta olgunlaştırma vaktinin geldiğini haber verir. Bunun üzerine yumurtalık hücreleri bu emri hemen anlar ve yumurtanın olgunlaşması için yumurtalığın içinde yoğun bir faaliyet başlatırlar.
Şimdi bu bilgileri biraz daha derinlemesine inceleyelim. Hipotalamus dediğimiz küçücük salgı bezi zamanı nasıl tesbit etmektedir? Üstelik bugüne kadar yaşamış olan ve halen yaşamakta olan milyarlarca kadında tam gereken zamanda, hiç şaşırmadan bu süreyi nasıl hesaplamaktadır? Hipotalamus beynin orta bölgesinde yer alan, zamanı tespit edebilecek bir mekanizması olmayan, üstelik dış dünyayla hiçbir şekilde muhatap olmayan, hücrelerden oluşmuş bir et parçasıdır. Bu et parçasının zaman ayarı yapması elbette insanın sıradan bir olay gibi üzerinden geçip gidebileceği bir konu değildir. Ancak bu küçücük ayrıntı, insan vücudunda durmaksızın meydana gelen mucizevi olaylardan sadece bir tanesidir. Bu tür insanı hayrete düşüren olaylar insan bedeninin her milimetrekaresinde, her an, hiç durmaksızın devam etmektedir. Örneğin hipotalamusun yolladığı emri okuyup anlayabilen, bu anladığı emre göre karar alıp, bu karar doğrultusunda üretim yapabilen ve ürettiği maddeleri kendisinden çok uzakta, hiç görmediği bir yere hatasız olarak ulaştırabilen hipofiz bezinde de hayranlık uyandıran bir mucize gerçekleşmektedir. Hipofiz bezi de yine bir hücre topluluğudur. Bu hücrelerin biraraya gelip, şuurlu bir şekilde kendilerine ulaşan emirleri "anlamaları" ve bu anladıkları emre uymaları başlı başına olağanüstü bir durumdur. Bu hücreler topluluğunun "anlama", "kavrama", "sonuç çıkarma", "karara varma", "kararı uygulama" gibi özellikleri hangi şuurla mümkün olmaktadır?
İnsan vücudu ışığın girmediği, karanlık, pek çok sıvının damarlar içinde büyük bir hızla hareket ettiği, son derece yoğun bir trafiğin olduğu karmaşık bir ortamdır. Bu ortamda kendi boyutuna kıyasla devasa maddelerle karşılaşan bir molekül yığınının istediği yere zarar görmeden ve kaybolmadan ulaşması, hatta bazı aracılarla gerekli yerlere birtakım maddeler yollaması hiçbir evrimci izahla açıklanamaz. Çünkü evrimcilerin bu tip mucizevi yaratış delilleri karşısında tek sığınakları olan tesadüflere -diğer hiçbir canlıda olmadığı gibi- insan vücudunun kompleks yapısı içinde de yer yoktur.
Bir kez daha hatırlatmalıyız ki, tüm bu olaylar esnasında karşımıza çıkan akıl ve şuur bu hücrelerin hiçbirine ait değildir. Hücre dediğimiz varlıkların birbirlerini görecek gözleri, konuşup anlaşabilecek dilleri, duyabilecek kulakları yoktur. Bu varlıklar yalnızca kendilerini yaratmış olan Allah'ın emirlerini uygulamakta, her an O'nun ilhamı ile kendilerinden asla beklenmeyecek mucizevi olayların gerçekleşmesine vesile olmaktadırlar.
Yumurta Hücreleri Gelişmeye Başlıyor...

Üstte rahmin iç yapısı görülüyor. Yumurtanın üretilmesi ve yolculuğunu tamamlaması için kadın bedeninde her türlü önlem alınmış ve özel bir sistem yaratılmıştır. Örneğin fallop tüpünün içinde bulunan milyarlarca hücre yumurtayı rahme ulaştırmakla görevlendirilmişlerdir. Yanda olgunlaşan yumurtanın içine atıldığı fallop tüpünün resmi görülüyor.
Yumurta, yumurtalık adı verilen ve her detayıyla bu iş için özel tasarlanmış bir organda üretilir. Her kadında sağda ve solda birer tane olan yumurtalıkların içinde sinirlerin, kan ve lenf damarlarının girip çıkacağı kadar bir boşluk vardır. Boşluğun içinde kan bakımından oldukça zengin lif dokuları da bulunur. Yumurta hücrelerinin güvenli bir şekilde oluşmaları, beslenmeleri ve korunmaları bu dokular sayesinde sağlanır. Bu korunaklı yapının içinde çeşitli boylarda ve çok sayıda kesecikler (foliküller) vardır. Her kesecikte bir tane yumurta ana hücresi bulunur. Her ay bu keseciklerden bir tanesindeki yumurta hücresi olgunlaşarak döllenmenin gerçekleşebilmesi için yumurtalığın dışına bırakılır.

Yukarıda temsili resmi görülen ve büyüklüğü bir tuz taneciğinden küçük olan yumurta hücresi bir insanın oluşumundaki en önemli parçalardan biridir. Bu tek hücrenin oluşması için gerekli olan sistem dünya üzerinde şu anda yaşayan ve şimdiye kadar yaşamış olan bütün kadınlarda mevcuttur. Bu, Allah'ın kusursuz yaratışıdır.
Ancak bu üretim tek aşamalı bir üretim değildir; bir yumurta hücresinin olgunlaşması birçok aşamanın ard arda gerçekleşmesi ile mümkün olur. Yumurta ana hücresinin olgunlaşması ve bir üreme hücresi haline gelebilmesi için öncelikle bir mitoz ve iki mayoz olmak üzere bölünmeler gerçekleşir. Ancak belli bir sıralamada olan bu bölünmelerde hiçbir şaşma olmaması gerekmektedir. Çünkü bölünmeler sonucunda hücredeki kromozom sayılarında değişiklikler meydana gelir ve farklı hücre tipleri oluşur. Tıpkı erkek üreme hücresinde olduğu gibi kadınlarda da ana yumurta hücrelerinde 46 olan kromozom sayısı, bu bölünmeler sonucunda 23'e iner.
Yumurta hücresinde meydana gelen mitoz ve mayoz bölünmeler sonucunda üç adet küçük hücre ve bir adet büyük hücre (ootid) meydana gelir. Küçük olan hücreler besin yetersizliğinden ölürken, büyük olan hücre bazı değişiklikler geçirerek yumurtayı meydana getirir. Eğer oluşan hücrelerin hepsi aynı büyüklüğe sahip olsalardı, döllenme sonucu oluşan zigotun gelişmesi için gerekli olan besin yetersiz kalırdı. Ancak hücrelerden birinin daha fazla besine sahip olması ve diğerlerinin küçük olmasıyla böyle bir sorunun meydana gelmesi daha en baştan engellenmiştir.

Yukarıda temsili resmi görülen ve büyüklüğü bir tuz taneciğinden küçük olan yumurta hücresi bir insanın oluşumundaki en önemli parçalardan biridir. Bu tek hücrenin oluşması için gerekli olan sistem dünya üzerinde şu anda yaşayan ve şimdiye kadar yaşamış olan bütün kadınlarda mevcuttur. Bu, Allah'ın kusursuz yaratışıdır.
Yumurtanın olgunlaşması kendi kendine gerçekleşen bir olay değildir. Başta da belirttiğimiz gibi bu gelişimi şekillendiren, erkek üreme sisteminde olduğu gibi, beynin altına yerleştirilmiş olan hipofiz bezinin salgıladığı hormonlardır. Yumurtanın oluşum aşamalarını ve bu aşamalarda etkili olan hormonları şöyle özetlemek mümkündür:

1-Foliküler evre: Yumurta hücresinin oluşmaya başladığı dönemdir. Yumurta ana hücresi, biraz önce de belirttiğimiz gibi "folikül" adı verilen keseciklerin içinde bulunur. Folikül oluşumu yaklaşık olarak 14 gün devam eder. Bir hipofiz hormonu olan FSH (folikül uyarıcı hormon) kan yoluyla yumurtalıklara gelir. Bu hormonun yumurtalıklarda folikülün oluşumu, gelişimi ve folikül içindeki ana hücreden yumurtanın meydana gelmesini sağlamak gibi görevleri vardır. Bu hormon aynı zamanda olgun folikülden östrojen hormonunun salgılanmasına da neden olur.
Östrojen özellikle rahmin yapısını etkileyen bir hormondur. Rahimdeki hücrelerin mitoz bölünmesini hızlandırarak bu bölgenin kalınlaşmasını dolayısıyla döllenme işleminden bir süre sonra buraya bağlanacak olan embriyonun yumuşak bir zemine tutunmasını sağlar. Ayrıca döl yatağına fazla miktarda kan ve doku sıvısı gelmesini sağlar. Her ay bu hazırlıklar gerçekleştirilir. Eğer yumurta döllenirse özel hazırlanmış bu dokuya yerleşerek beslenecek ve gelişmesini sürdürecektir.
İnsanın yaratılışının her aşamasında olduğu gibi burada da mucizevi bir olay gerçekleşmektedir. Kadının üreme sistemindeki hücreler, ileride misafir edecekleri embriyonun ihtiyaçlarını önceden tespit etmekte, bu ihtiyaçlara yönelik hazırlıklar yapmakta, gelişecek olan cenin için gereken en uygun ortamı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bir hücreler topluluğu böylesine şuur ve akıl gerektiren işlemleri nasıl gerçekleştirebilir? Elbette hücrelerin böyle bir akıl ve şuura sahip olduklarını söylemek imkansızdır. Ama kadının üreme sistemindeki (hatta hipofiz bezindekiler) hücreler imkansız olarak nitelendirdiğimiz bu olayı gerçekleştirmekte, hiç tanımadıkları embriyonun ihtiyaçlarına en uygun ortamı önceden hazırlamaktadırlar.
Kuşkusuz bunları hücrelerin kendi akılları ve iradeleriyle yaptığını iddia etmek akıl ve mantık sahibi hiçbir insan için mümkün değildir. Kendi şuuru ve iradesiyle başarması mümkün olmayan bir şeyi, şuursuz atomlardan oluşan hücrelerin başardığını iddia eden insan elbette büyük bir mantık bozukluğu içinde demektir. O halde karşımıza çıkan gerçek apaçıktır: Bir insanın yaratılışında rol oynayan tüm hücreler, kendilerine Yaratıcılarının ilham ettiği görevleri yerine getirmekte, böylece yeryüzünde her dünyaya gelen insanla birlikte bir mucizenin gerçekleşmesine vesile olmaktadırlar.

Rahim ve yumurtalıktaki hormonal etkilerin özeti. Yumurtanın olgunlaşması kendi kendine gerçekleşen bir olay değildir. Yumurtanın gelişim evreleri beynin altındaki hipofiz bezinin salgıladığı hormonlarla yönlendirilir. Karmaşık ve birbirine bağlı işlemler sonucunda döllenmeye hazır, canlıyla ilgili bütün bilgileri taşıyan yumurta hücresi oluşur.
2-Luteal evre (Yumurtlama evresi): Bu evrede yumurtayı taşıyan kesecik (folikül) çatlar ve yumurta serbest hale geçer. Ancak yumurtalıklardan boşluğa bırakılan yumurta hücresini yakalayacak bir yardımcıya ihtiyaç vardır. Aksi takdirde yumurta hücresi spermle buluşacağı yere doğru ilerleyemeyecek ve hiçbir şekilde spermle karşılaşamayacaktır. İşte bu noktada yumurtalık ve rahim arasındaki tüp şeklinde yapılar olan "fallop tüpleri" devreye girer. Yumurtalıklardan boşluğa bırakılan yumurta hücresi, bir ahtapot gibi dev kollara sahip olan fallop tüpü tarafından yakalanır. Döllenme işleminin gerçekleştiği yer olan fallop tüpünde sperm olup olmamasına göre daha sonraki aşamalar şekillenir.

Yumurta hücreleri yumurtalıktaki folikül denilen yapıların içinde gelişir. Bu şemada tek bir yumurta hücresinin gelişim aşamaları ve folikülden çıkışı görülmektedir. Bu evrelerin tümü belli bir dönem boyunca, bütün kadınlarda sürekli tekrarlanır. Her ay yeni yumurta hücreleri oluşur, aynı hormonlar aynı dönemlerde tekrar tekrar salgılanır, kadın vücudu sanki döllenme olacakmış gibi hazırlanır. Ancak son aşamada spermin olmasına ya da olmamasına göre vücuttaki hazırlıkların yönü değişir. Bu, açık bir yaratılış mucizesidir.
Bütün bu işlemlerin denetimini sağlayan ise hipofiz bezinden salgılanan luteinleştirici hormon (LH)'dur. Bu hormonla ilgili önemli bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır. Olgunlaşmış yumurta hücresinin içinde bulunduğu keseciğin (folikül) çatlaması ve böylece yumurtanın spermle buluşacağı yere ilerlemesinde LH hormonu mutlaka gereklidir. Bu hormonun olmaması demek -diğer hormonlar eksiksiz salgılansa da- folikülün yumurtlama evresine kadar gelişememesi demektir. Ancak böyle bir aksaklık olmaz ve yumurtlama döneminden yaklaşık 2 gün önce bilim adamlarının açıklayamadığı, henüz tam bilinmeyen nedenlerle, ön hipofiz bezinin LH hormonu salgılamasında artış görülür. Aynı dönemde FSH isimli hormonda da artış belirir ve iki hormonun etkisiyle her ay düzenli olarak yumurtlama işlemi gerçekleşir. Yani hipofiz bezi burada da şaşmaz bir vakit hesabı yapmakta, tam gereken vakitte gereken hormonları, gerektiği miktarda salgılamaya başlamaktadır.
Elbette bu şuurlu davranışı hipofiz bezinin kendinden, bu bezi oluşturan hücrelerden beklemek mümkün değildir. Eğer ortada açıkça görülen yüksek bir akıl ve irade varsa, bu aklın ve iradenin de bir sahibi vardır. İnsanın yaratılış aşamalarındaki tüm bu mucizevi olaylarda tecelli eden akıl ve irade sonsuz kudret sahibi olan Allah'a aittir.
3-Korpus luteum (sarı cisim) evresi: Yumurtanın çıkmasından sonra boş kalan keseciğin (folikül) içi kanla dolar. Bu keseciklerin bulunduğu boşluğu çevreleyen "granüloza" ve "teka" isimli özel hücreler çoğalarak kesecik içindeki pıhtılaşmış kanın yerini alırlar. Bu hücreler lipidce zengin, sarı renkli hücrelerdir. Böylece yumurtanın ayrıldığı folikül, içine dolan sıvılarla genişleyerek "korpus luteum" (sarı cisim) adı verilen aktif bir yapı meydana getirmiş olur.
Korpus luteum denen bu yapı rahmin (uterus) embriyo için hazırlanması ve gebeliğin sağlıklı şekilde sürdürülmesi üzerinde çok önemli bir rol oynar. Bu yapının en önemli özelliği LH (luteinleştirici hormonun)'un da etkisiyle progesteron adlı hormonu salgılamasıdır. Son derece önemli fonksiyonları olan progesteron hormonu rahim duvarını uyarır. Rahimdeki en önemli değişim mukoza tabakasında oluşur. Östrojen ve progesteron hormonlarının etkisiyle mukoza kalınlaşmaya başlar. Bezler ve kılcal damarlar yüzeye kadar ulaşır, rahim duvarı kıvrımlı bir yapı alır. Bezlerin salgı faaliyetleri artar. Bu değişimlerdeki amaç, döllenmeden sonra embriyonun yerleşmesi için uygun bir ortam hazırlamaktır. Ayrıca rahim kaslarını dinlenmeye zorlayarak gebeliğin devamını sağlar. Bundan başka progesteron süt bezlerinin gelişmesine de etki eder.

Yumurtanın folikülden çıkmasıyla birlikte oluşan korpus luteum, progestoren ve östrojen hormonlarını salgılamaya başlar. Progesteron hormonu rahim duvarını uyarır. Bu hormonların etkisiyle rahim duvarında değişimler başlar. Bu değişimlerdeki amaç, döllenmeden sonra embriyonun yerleşmesi için uygun bir ortam hazırlamaktır. Bu işlemlerin tümü bütün kadınlarda aynı sırayla aynı mükemmellikte gerçekleşir. Bu işlemler de çok açık bir plan ve tasarımın ürünüdürler.
Bir hormonun diğerinin üzerinde etki oluşturması, üstelik bunu tam gereken zamanlarda yapabilecek bir sezgiye sahip olması tesadüflerle açıklanması mümkün olmayan bir durumdur. Bu durumda akla sorular gelmektedir. Şuursuz atomların birleşimiyle oluşan bir molekül nasıl olup ta böylesine hassas bir sezgi gücüne sahip olmakta ve insiyatif kullanarak insanın en rahat edeceği şekilde vücuttaki işlemleri düzenlemektedir? Hormonları oluşturan moleküllerin akla ve şuura sahip olamayacağı açıktır. Bu durum, sistemin çok üstün bir güç tarafından birbirini tamamlayıcı özelliklerle birlikte var edildiğini bize gösterir. Hormonları oluşturan moleküllere, bu molekülleri oluşturan atomlara şuurlu davranışlarda bulunmalarını ilham eden, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.
Korpus luteum devresi 12-14 gün sürer. Bu sürenin sonunda eğer döllenme meydana gelmezse korpus luteum bozulur ve aynı evreler tekrarlanır. Korpus luteum'un bozulmasıyla birlikte östrojen, progesteron ve diğer hormonlar da artık salgılanmaz, yani görev yine hipofiz bezindedir. Hipofiz bezinde tekrar FSH ve LH hormonları salgılanmaya başlanır. Bu da yeni foliküllerin büyümesini başlatır. Ancak bu foliküller yeterince gelişme gösteremezler, çünkü östrojen ve progesteron yokluğu rahimde yeni bir dönemin (menstrüasyon) başlamasına neden olur.
4-Menstrüasyon evresi: Döllenmemiş yumurtanın vücuttan atıldığı devredir. Döllenme gerçekleşmediği için, daha önce hazırlanmış olan rahim duvarı gerilir, kılcal damarların kopması ile birlikte yumurta dışarı atılır. Bu dönemden sonra vücut bütün bu işlemleri tekrar yapmak için hazırlıklara başlayacaktır.
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (En'am Suresi, 73)
Bu evrelerin tümü belli bir dönem boyunca, bütün kadınlarda sürekli tekrarlanır. Her ay yeni yumurta hücreleri oluşur, aynı hormonlar aynı dönemlerde tekrar tekrar salgılanır, kadın vücudu sanki döllenme olacakmış gibi hazırlanır. Ancak son aşamada spermin olmasına ya da olmamasına göre vücuttaki hazırlıkların yönü değişir.

EFSANEVİ KRALİÇE KLEOPATRA'NIN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ VE KÖKENİ



EFSANEVİ KRALİÇE KLEOPATRA'NIN 

FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ  VE KÖKENİ

Efsanevi Kraliçe Kleopatra'nın Fiziksel Özellikleri ve Kökeni

Antik Mısır’ın efsanevi Kraliçesi Kleopatra’nın sanılanın aksine Yunan değil, Afrika kökenli olduğu öne sürüldü. 
Avusturya Bilimler Akademisi görevlisi Hilke Thuer, Efes’teki çalışmaları sırasında Kleopatra’nın kardeşi Prenses Arsinoe’nin mezarını bulduklarını belirtti. 
Mezardan çıkan kemiklerin, Arsinoe’nin Afrikalılara özgü bir iskelet yapısının olduğunu gösterdiğini ifade eden Thuer, “Ptolemais hanedanının bir üyesinin mezarını ve iskeletini bulmak bir arkeolog için eşşiz bir şey. 
Arsinoe’nin annesinin Afrikalı olduğunun ortaya çıkması gerçek bir şok. 
Bu bulgular, Kleopatra’nın ailesi ve kardeşiyle ilişkisine dair önemli ipuçları veriyor” dedi.
Dr. Thuer, mezara girdiğinde başı olmayan bir kadın iskeleti bulur. 
Kemiklerin yapısı genç bir kadına ait iskelet olduğunu gösterir. 
Dr. Thuer, Arsinoe’yi Efes’te buluşunu şöyle anlatıyor:
“Şehrin en güzel yerinde tam ortada sekizgen görünümlü bir mezar vardı. 
Bu alışılmadık bir şeydi. Çünkü, asıl mezarlık şehrin dışındaydı. 
Kentin ortasına gömüldüğüne göre özel bir insan olmalı diye düşündüm. 
Mezarın, İskenderiye’deki Faros Feneri’ni anımsatarak sekizgen şeklinde olması aklıma Kleopatra’nın, Efes’e sürgüne gönderilen kız kardeşi Arsinoe’yi getirdi.” 
Kızkardeşinin Afrikalı çıkması o güne kadar Kleopatra’nın Yunan ve Makedonyalı olduğu bilgilerini alt üst etmiş. 
Ancak Dr. Thuer, iki kardeşin babalarının ayrı, 
Kleopatra’nın melez olabileceğini söylüyor.
Arkeolog Neil Oliver, Kleopatra, Julius Sezar ve Marcus Antonius’ün tarihin efsanevi figürleri olduğunu belirtti. Oliver, “Ama onları gerçek insanlar olarak karşısınızda görmek, sarsıcı bir şey. 
Laboratuvarda Kleopatra’nın öz kardeşinin kemiklerine dokundum. 
Onun Kleopatra’ya, belki Sezar ve Antonius’a dokunmuş olabileceğini düşününce tüylerim diken diken oldu. 
Tarihin bu dev figürleri bir anda ete kemiğe büründü” diye konuştu.
Kleopatra, Büyük İskender’in kurduğu şehir olan İskenderiye’de doğdu. 
Mısır’a 300 yıl boyunca egemen olan Ptolemaios Hanedanı’nın hükümdarları arasında Mısır diliyle konuşan tek kişi Kleopatra’ydı. 
Diğerleri, sarayda Yunanca konuşmayı tercih ederlerdi. 
Antik Mısır’ın 9 dil bilen kraliçesi VII. Kleopatra, kendinden önce gelen tüm Kleopatra’ları unutturdu ve bilinen tek Kleopatra olarak adını tarihe yazdırdı. 
Kleopatra’nın kendisini bir kobraya sokturarak intihar ettiği rivayet edilir. 
Öldüğünde ise 39 yaşındaydı. Kleopatra zayıflamış Mısır Krallığı’nın, 
Roma ittifakı olmadan kendi başına varlığını koruyamayacağını düşünüyordu. 
Amacı, Roma ile birlikte eski Mısır’ın, eski gücünü yeniden kazanmasını sağlamaktı. 
Babasının sürekli “asla Roma’ya karşı gelme” şeklindeki uyarılarını hiç unutmayan Kleopatra, iktidarın Roma olmadan elde edilemeyeceğini de kavramıştı.
Kleopatra’nın fiziksel özellikleri nasıldı?
Kısa boyluydu. Vücudunun çok güzel olduğu söylenemezdi, ancak hatları düzgündü. Gözleri ve teni açık renkteydi. 
Kleopatra’nın gerçek yüz yapısıyla ilgili en önemli belge ise, Berlin Müzesi’nde olan ve üzerinde Kleopatra’nın resmi bulunan madeni para. 
Üçgen bir yüz hattına, iri ve uzun bir burna, dar bir alna sahip. En tipik özelliği ise kalın ve etli alt dudağı. 
Etkileyici bir güzelliğe sahip olmadığı ancak kendisiyle konuşulduğu zaman karşısındaki insanı konuşmasıyla, ses tınısıyla ve zekasıyla hemen etkisi altına aldığını biliniyor. 
Kleopatra, Romalı ünlü tarihçi Plutarkhos’un belirttiği gibi “güzel olmaktan çok, zeki ve kültürlüydü. 
Sesi, istediği her titreşimi çıkarıp, istediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibiydi”
Kız kardeş Arsinoe ise hem bir kadının dişiliğine hem de bir erkeğin cesaretine ve coşkusuna sahipti. 
Ablası Kleopatra’yı hiçbir zaman sevmeyen Arsinoe, zeki ve hassas bir kadındı. Tarihçiler onun vahşi bir kişiliğe sahip olduğunu yazıyor. 
Ablasına karşı giriştiği iç savaşta, silah kuşanıp askerlerinin önünde çatışmalara katılmaktan çekinmemişti. 
Arsinoe’nin amacı, Eski Mısır medeniyetini yeniden canlandırmak ve büyük bir imparatorluk kurmaktı. 
Arsinoe’ye bu düşünceyi aşılayan, lalası Ganimede’ydi. 
Eski bir Yukarı Mısırlı köle olan Ganimede, doğup büyüdüğü topraklar üzerinde Roma askerlerini görmeye dayanamıyordu. 
Arsinoe, ablasıyla ile giriştiği iktidar mücadelesini, Sezar’ın Kleopatra destek vermesi sebebiyle kaybetti. 
Bir esir gibi teşhir edildi ve Efes’teki Artemis Tapınağı’na sürgüne yollandı. 
Ancak burada da bir muhalefet cephesi oluşturmaya çalışması nedeniyle Antonius’un emriyle Artemis Tapınağı’nın basamaklarında öldürüldü.
İÇERİK RESİMLERİ

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...