31 Ekim 2012

HZ. MUSA'NIN DENİZİ YARMASINDA, ATOM BOMBASI VE TSUNAMİ ETKİSİ



HZ. MUSA'NIN DENİZİ YARMASINDA, 
ATOM BOMBASI VE TSUNAMİ ETKİSİ

Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. (Şuara Suresi, 63)
Firavun olarak bilinen Mısır kralları, eski Mısır'ın çok tanrılı batıl dininde, kendilerini ilah olarak kabul etmekteydiler. Allah, hem Mısır halkının hak dine karşı batıl bir sistemi benimsemiş olduğu, hem de İsrailoğulları'nın köleleştirildiği bir dönemde, Hz. Musa'yı elçisi olarak Mısır kavmine göndermiştir. Ancak eski Mısırlılar -başta Firavun ve çevresi olmak üzere- Hz. Musa'nın hak dine davetine rağmen, putperest inançlarından vazgeçmiyorlardı. Hz. Musa, Firavun'a ve yakın çevresine sakınmaları gereken şeyleri açıklamış ve onları Allah'ın azabına karşı uyarmıştı. Buna karşılık onlar isyan edip Hz. Musa'ya iftiralar atarak delilik, büyücülük ve yalancılıkla suçlamışlardı. Firavun ve kavmine çok sayıda bela verilmesine rağmen, onlar Allah'a teslim olmamışlar; Allah'ı tek İlah olarak kabul etmemişlerdi. Hatta başlarına gelenlerden ötürü Hz. Musa'yı sorumlu tutarak, onu Mısır'dan sürmek istemişlerdi. Bunun üzerine Allah, Hz. Musa ve beraberindeki müminlere bulundukları yeri terk etmelerini bildirmiştir:
Musa'ya: 'Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz' diye vahyettik. Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur. Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler. Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi). Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık. Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık. Böylece (Firavun ve ordusu) Güneş'in doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. (Şuara Suresi, 52-60)
Kuran'da bildirildiği üzere, bu takibin ardından iki topluluk karşı karşıya geldikleri sırada, Allah denizi yararak Hz. Musa'yı ve onunla birlikte iman edenleri kurtarmış, Firavun ve kavmini ise helaka uğratmıştır. Kuran'da Allah'ın iman edenlere bu yardımı şöyle bildirilir:
Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 63-68)
Şuara Suresi'nin 63. ayetinde "vur" olarak çevrilen Arapça "idrib" kelimesi, aynı zamanda "bırakmak, atmak, çarpmak, açmak, ateş etmek, ayırmak, bölmek" anlamlarına da gelmektedir. Bu ifade ve sonrasında gelişen olaylar dikkate alındığında, ayette denize atom bombası atılmasına işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.) Atom bombasının denize çarpması ile oluşan büyük kuvvet, ardından tsunami dalgası meydana getirmiş olabilir. Çünkü büyük miktarda suyun yer değiştirmesine sebep olan müdaheleler tsunamiye sebep olabilmektedir. Günümüzde de deprem dışında, yapılan nükleer silah denemelerinin sonrasında tsunami dalgalarının oluştuğu bilinmektedir. Hz. Musa döneminde de atılan bombanın ardından, tsunami dalgalarının tipik özelliği olarak, dalganın çarpmasından önce sular birkaç yüz metre çekilmiş ve böylece deniz yarılmış olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
  
Ayrıca yukarıdaki ayetlerde suların görünümü dağlara benzetilmektedir. Tsunami dalgasında toplanan sular devasa bir tepe oluşturur 1 ve bu dalgaların asıl kütlesi dipte olduğundan, dağ gibi bir görünüm alır. Dağlardaki gibi tsunami dalgasının da taban kısmı daha güçlü ve geniştir. Tsunami dalgalarında, bir yandan su derinliği azalırken, dalganın kütlesi genişleyerek yüksekliği artar. Dalga yüksekliği 30 metreye ulaşabilmektedir.2 Bu bakımdan suyun aldığı görünümün dağlara benzetilmesi çok manidardır.
Tsunamiler bildiğimiz dalgalardan çok farklıdır ve denizin derinliğinin tamamının hareket etmesidir. Bu derinlik çoğu zaman sadece yüzeyde kalmaz ve birkaç kilometreyi bulur. Bu nedenle çok güçlü bir enerjiye sahip olurlar ve çok yüksek hızlarda hareket ederler. 3 Bilimsel açıklamalarda tsunami dalgaları ile ilgili şunlar bildirilmektedir:
... Aslında tsunami dalgası hareket halinde olan dev bir su kitlesinin yalnız üst ucudur... dalgalar okyanus yüzeyinde yalnız sığ bir tabaka oluştururken, tsunami okyanusun içinde yüzlerce metre derinliğe uzanabilir... Tsunami dalgalarını genellikle karanlık su "duvarları" şeklinde tarif ederler. Hemen gerilerinde duran yoğun su kitlesi nedeniyle dalgalar daha sonra sahil şeridinin üzerine kapanır ve kıyı tümüyle su altında kalır.
... Deniz tabanının sınırları ve sahil şeridi dalgaların yüksekliğini belirleyen etmenlerdir ve bazen beklenmedik sonuçlar verebilir. 1993 yılında Japonya'da Okushiri'de meydana gelen tsunamide, kıyıya çarpan dalgalar yaklaşık 15–20 metre yükseklikteydi. Fakat belirli bir yerde dalgalar denizin içinde V şeklinde bir vadi oluşturdular ve suyu giderek daha dar bir alanda baskı altına aldılar. Sonunda su deniz seviyesinden 32 metre yüksekliğe ulaştı, bu yaklaşık 8 katlı bir bina yüksekliğiydi. 4
Kuran'da geçmişle ilgili bildirilen olayların, günümüzde tarihi kanıtlarla ve bilimsel gelişmelerle aydınlanması kuşkusuz ki Kuran'ın önemli bir mucizesidir. Hz. Musa ile birlikteki topluluğun geçeceği vakit suların çekilip, Firavun ve ordusu geçerken suların tekrar yükselmesi, Allah'ın müminlere yardımının açık bir örneğidir. Nitekim Hz. Musa bu zorlu anda Allah'a dayanıp güvenerek son derece güzel bir ahlak örneği sergilemiştir:
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 61-62)
5
illustration of how a tsunami works

Deniz tabanına uygulanan kuvvet, su kitlesini dikey hareket ettirerek yüksek dalgaların oluşmasına sebep olur.

6 Tsunami Oluşumu:
Aşama 1—Başlangıç:
Tsunaminin deprem gibi bir sebebi varsa, deniz tabanı yukarı veya aşağı yükselir. Bunun sonucunda kitlesel olarak su da yukarı veya aşağı hareket eder.
Image of Tsunami Generation
Aşama 2—Ayrılma:
Birkaç dakika içinde başlangıçta oluşan tsunami ikiye ayrılır, birisi okyanusta derinlemesine hareket ederken diğeri de yakındaki sahil şeridine ulaşır.
Image of Tsunami Wave Split
Aşama 3—Yükselme:
Sahil şeridine ulaşan tsunami dalgası, karaya ulaştığında, dağ gibi bir görünümle devasa bir yüksekliğe erişir.
Aşama 4- Dalganın ulaşması: Önde giden dalganın sivrileşerek daha da yükseldiği görülür. Dalganın sahil şeridine ulaşan ilk kısmı çukur olan yeridir. Bu nedenle dalga öncesinde kıyıdan su çekiliyor gibi bir görüntü oluşur.
1 http://en.wikipedia.org/wiki/Tsunami
2 http://www.eies.itu.edu.tr/sumatra/sumatra.htm
3 http://www.crystalinks.com/tsunami.html

Peygamber Efendimiz (sav)'in Namaz ile İlgili Hadisleri



Peygamber Efendimiz (sav)'in Namaz ile İlgili Hadisleri

Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i: "Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağırılacaktır. Yüzünün nûrunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın" buyururken işittim.
(Buhârî, Vudû' 3; Müslim, Tahâret 35)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Ben dostum sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim: "Mü'minin nuru ve beyazlığı, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır."
(Müslim, Tahâret 40. Ayrıca bk. Nesâî, Tahâret 109)
Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Beş vakit namazın benzeri, sizden birinizin kapısı önünden akıp giden ve her gün içinde beş defa yıkandığı bol sulu bir ırmak gibidir."
(Müslim, Mesâcid 284)
Osman İbni Affân radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim güzelce abdest alırsa, o kimsenin günahları tırnaklarının altına varıncaya kadar bütün vücudundan çıkar."
(Müslim, Tahâret 33. Ayrıca benzer rivayetler için bk. Nesâî, Tahâret 84; İbni Mâce, Tahâret 6)
Osman İbni Affân radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i benim şu abdestime benzer şekilde abdest alırken gördüm. Sonra da şöyle buyurdu: "Bir kimse bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları bağışlanır. Onun namazı ve mescide kadar yürümesi de fazladan kazanç sayılır."
(Müslim, Tahâret 8. Benzerleri içi bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 50; Nesâî, Tahâret 84; İbni Mâce, Tahâret 6)
Ebû Züheyr Umâre İbni Ruveybe radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittiğini söyledi: "Güneş doğmadan ve batmadan önce namaz kılan bir kimse cehenneme girmeyecektir." Resûl-i Ekrem bu sözüyle sabah ve ikindi namazlarını kastetmişti.
(Müslim, Mesâcid 213-214. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 9)
Cündüb İbni Süfyân radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sabah namazını kılan kimse Allah'ın himayesindedir. Dikkat et, ey Ademoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin."
(Müslim, Mesâcid 261-262. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 51, Fiten 6; İbni Mâce, Fiten 6)
Cerîr İbni Abdullah el-Becelî radıyallahu anh şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında idik. Dolunay halindeki aya bakarak şöyle buyurdu: "Siz şu Ay'ı güçlük çekmeden gördüğünüz gibi, Rabbinizi de açıkça göreceksiniz. Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazları kaçırmamak elinizden geliyorsa, kesinlikle kaçırmayıp kılınız."
Buhârî'nin bir rivayetinde: "Resûl-i Ekrem, Ay'ın on dördüncü gecesi Ay'a bakmıştı" denilmektedir.
(Buhârî, Mevâkît 16, Tefsîru sûre (50) 2, Tevhîd 24; Müslim, Mesâcid 211. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 19; Tirmizî, Cennet 16; İbni Mâce, Mukaddime 13)
İbni Mes'ud radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: Hangi ameller daha faziletlidir? diye sordum.  "Vaktinde kılınan namaz" buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim.  "Ana babaya iyilik etmek" cevabını verdi.
(Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51)
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem öğle namazının farzından önceki dört rekat ile sabah namazının farzından önceki iki rekatı hiç terk etmezdi.
(Buhârî, Teheccüd 34. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü'l-leyl 56)
 İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir."
(Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid 249. Ayrıca bk. Nesâî, İmâmet 42; İbni Mâce, Mesâcid 16)
İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah'ın evi Kâbe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak."
(Buhârî, Îmân 1, 2, Tefsîru sûre(2) 30; Müslim, Îmân 19-22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, Îmân 13)
 Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittiğini söyledi: "Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?" Sahâbîler: O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem: "Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder" buyurdular.
(Buhârî, Mevâkît 6; Müslim, Mesâcid 283. Ayrıca bk. Tirmizî, Emsâl 5; Nesâî, Salât 7; İbni Mâce, İkâmet 193)
Câbir radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i: "Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı terketmek vardır" buyururken işittim.
(Müslim, Îmân 134. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 9; İbni Mâce, İkâmet 17)

PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V.'İN YALANDAN KAÇINMAK İLE İLGİLİ SÖZLERİ



Peygamber Efendimiz (sav)'in 
Yalandan Kaçınmak ile İlgili Sözleri

"Eğer siz, Allah ve Resulü'nün sizi sevmesini istiyorsanız, size verilen emaneti yerine veriniz. Söylediğiniz vakit doğru söyleyiniz, komşularınız ile güzel komşuluk yapınız." 
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.278; Taberani'den)

"Kıyamet günü Allah Katında mahlukların en sevimsizleri yalancılar, kibirliler ve kardeşlerine karşı sinelerinde amansız kin besleyenler olacak ..."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.355)

"Kıyamet günü Allah kullarının en sefillerinin şunlara bu sözle, bunlara da şu sözle gelen ikiyüzlü kişilerin olduğunu  göreceksiniz."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din,         3. Cilt, s.355; Buhari ve Müslim'den)

"Arkadaşına söylediğin bir sözde o seni tasdik ederken senin ona yalan söylemen büyük bir hıyanettir."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.299)
"Kul yalan söyleye söyleye ve yalanı araya araya Allah Katında pek yalancı yazılır."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.299)

"Yalan rızkı eksiltir."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.300)

"Allah adına and içen kişi yeminine sivri sinek kanadı kadar (ufak bir) yalan katarsa bu yalan kıyamet gününe değin kalbinde bir leke olarak kalır."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din,         3. Cilt, s.300; Tirmizi ve Hakim'den)

"Sana Allah korkusunu, doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, ahde vefayı, yemek yedirmeyi ve mütevazi davranmayı, bol bol selam vermeyi tavsiye ederim."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.304; Ebu Nuaym, el-Hılye'de tahriç etmiştir)

"Allah'ım gönlümü nifaktan, fercimi zinadan, dilimi de yalandan temizle."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din,         3. Cilt, s.301; el-Hatib, et-Tarih'te tahriç etmiştir)

"Yalan olduğunu bile bile bana bir söz isnadında bulunan yalancılardan biridir." 9
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.303; Müslim'den)

"Siz doğruluğa devam ediniz, çünkü doğruluk muhakkak sahibini hayırlara eriştirir. İyilikler de cennete hidayet eder, götürür. Doğruluğa devam ettikçe ve doğruyu aradıkça Allah Teala'nın indinde sıddik olarak yazılır. Yalandan sakınınız, muhakkak yalan insanı fücura götürür, fücur ise ateşe yani cehenneme götürür, kul yalana devam ettikçe ve yalanı aradıkça indi İlahi'de yalancı yazılır."
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.279; Buhari ve Müslim'den)

"Bir adam Resulullah (sav)'a "Cennet ameli nedir?" dedi. Cenab-ı Peygamber de "sıdkdır, doğruluktur, doğru söz söylemektir. Zira kul doğru söz söyleyince iyilik yapar, lütuf ve ihsanda bulunur, böyle lütuf ve ihsanda bulununca Allah Teala da iman nasip edip Allah'ı tasdik eder ve O'ndan korkup- iyi ameller ve ibadetler yapıp,            günahlardan da kaçar, böylece iman sahibi olunca da cennete girer." Yine o zat: "Cehennem ameli nedir?" diye sordu, Cenab-ı Peygamber de: "yalandır, yalan söylemektir. Kul yalan söyleyince fasık olur, facir olur, haram ve maasi  (günah) işler. Facir (günahkar), fasık olunca nimet-i İlahiyeyi (Allah'ın nimetini) göremez, tuğyan (bozgunculuk) eder, küfran-i nimet (nimeti inkar) eder. Küfran-i nimet edince de cehenneme girer."
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, Seha Neşriyat, İstanbul 1984, s.281)

"Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu vakit yalan söyler; vadettiğinde hulf eder (sözünden döner), emanet edilen şeye hıyanet eder."
(Mehmed Zahid Kotku, Hadislerle Nasihatlar, Cilt 1, s.14)

"Yalanda hayır yoktur."
(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, 14. cilt, s.554)

"Müslümanda… hainlik ve yalan bulunamaz."
(İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din,         3. Cilt, s.303; İbn Ebi Şeybe, el-Musannaf'ta tahriç edilmiştir.)

BİRLİK VE BERABERLİK HAKKINDA


BİRLİK VE BERABERLİK HAKKINDA

Peygamber Efendimiz (sav)'in Birlik, Beraberlik, 
Tesanüdle İlgili Sözleri

Atâ el-Horasân anlatıyor:
 “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
 “Musâfaha edin ki (el sıkışın ki), kalplerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.”
(Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 16, (2, 908))

“Allah Katında en sevimliniz dostluk kuran ve kendisiyle dostluk kurulanlarınızdır. 
Allah nezdinde en sevimsiziniz de arkadaşların arasını açanlardır.”

(İhya’u Ulum’id-Din Huccetü’l-İslam, İmam Gazali, cilt. 2, s.365)

“Birbirinize sırt çevirmeyiniz. 
Birbirinize kin tutmayınız.
 Birbirinizi kıskanmayınız.
 Birbirinizle dostluğunuzu kesmeyiniz. 
Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”
(Müslim İhya’u Ulum’id-Din Huccetü’l-İslam, İmam Gazali, cilt. 2, s.407)


Peygamber Efendimiz (sav)'in İhlas ile
İlgili Sözleri
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. O’na zulmetmez onu yalnız bırakmaz, bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da ona yardım eder. Bir kimse bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.”
(Tecri’di Sarih:7/360; Riyazüs-Salihin:1/284)
“Birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın.”
(Müslim, Birr ve Sıla, 30) diye buyurmaktadır.

“Her kim bir müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah’u Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği birşeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir. ”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Tirmizî, Birr ve Sıla, 85)

Kim bir müslümanın ayıbını dilerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter. ”
(Ebû Dâvud, Edeb, 39)

“Kim bir ayıp görür de örterse sanki kabrine diri gömülmüş bir yavruya can vermiş gibi olur. ”
(Ebû Dâvud, Edeb, 38)

“Kendi ayıbı, insanların ayıbını görmekten alıkoyan kimseye müjdeler olsun. ”
(Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, II, 46) 




Peygamber Efendimiz (sav)in Cennetle İlgili Hadisleri


Peygamber Efendimiz (sav)in Cennetle İlgili Hadisleri
... Kadının boynundaki incilerin bir tanesi garble(Batı) şark(Doğu) arasını aydınlatır... Başında bulunan taçların en küçük incisi de yine şarkla garb arasını aydınlatır. 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 99/8]

Bir kerpici gümüş, bir kerpici altın, harcı keskin kokulu misk, döşemesi inci ve yakut, toprağı ise za'feran olup, oraya giren mutlu olur, umutsuz olmaz, ebedi olur, ölmez... 

[Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10088]

... Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferan (safran)dır ... 

[(Tirmizi); Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]

Gurfeler (cennet köşkleri) kırmızı yakut, yeşil zebercet (zümrüt) ve beyaz incidendir. Onlarda hiçbir kusur ve ayıp yoktur. Cennet ehli bunlara, sizin gökte, doğu ve batıdaki parlak yıldızlara baktığınız gibi bakarlar... 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 225/6]

Cennette öyle köşkler vardır ki, içindeki dışındakini, dışındaki içindekini görür... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/9]
Cennette gurfeler vardır. Dışları içlerinden, içleri dışlarından görünür. 

[Kütüb-i Sitte-14, s. 447/2]

Cennette bir köşk vardır. Etrafı burçlar (hisar, kule), otluk, sulak yerlerle çevrilidir. Beş bin de kapısı vardır... 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/5]

Bir gün Resulullah, "Cennette öyle köşkler vardır ki, ne kendisini yukarıya bağlayacak çengelleri ve ne de altında direkleri vardır" buyurdu. Bunu dinleyen Ashab, "Ey Allah'ın Resulü, o köşklerin ehli oraya nasıl girecek?" diye sordu. Resulullah (a.s.m.), "Onlar kuşlar misali uçarak girecekler" buyurdu.
Cennette "Reyyan" denilen bir nehir vardır. Üzerinde mercandan bir şehir kurulmuştur. Onun altın ve gümüşten yetmiş bin kapısı bulunur. İşte bu, hamil'i Kur'an'a mahsustur. 

[Ramuz el-Ehadis-2, s. 326/4]

Cennet binalarının bir tuğlası altın, bir tuğlası gümüş, harcı misk, çakılı inci ve yakut ve toprağı da safrandır... 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/6]

Cennette altından bir direk ve üzerinde zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) şehirler vardır ki, onlar cennete yıldızlar gibi ışık verirler... [Ramuz el-Ehadis-1, s. 125/6]
Cennetin içinde inciden bir saray vardır. O sarayın içinde kırmızı yakuttan yetmiş konak vardır. Her konağın içinde yeşil zebercedden (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) yetmiş ev vardır. Her evin içinde yetmiş taht, her taht üzerinde de her renkten yetmiş yatak vardır. Her evin içinde yetmiş sofra, her sofranın üzerinde de yetmiş çeşit yemek vardır. Keza her evin içinde yetmiş adet hizmetçi vardır... 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 323/554]

Muhakkak ki cennet saraylarından bir sarayın içinde yetmiş menzil (yer, dünya, ev) bulunur. Her menzilde, içerisine girilmek üzere yetmiş kapı, her kapının da diğerinden girmekte olan kokudan başka cennet kokularından koku girer... [Tezkireti'l Kurtubi, s. 323-324/555]
Muhakkak ki cennette (mümin için) içi boşaltılmış bir tek inciden bir çadır vardır. Bu çadırın eni altmış mil (yaklaşık 100 km) mesafe genişliğindedir. Bunun her köşesinde (mümine mahsus) birtakım ev halkı vardır ki onlar başkalarını (yani birbirlerini) göremezler. (Ancak) Mümin onları dolaşıp ziyaret eder. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 325/560]

Cennette mü'minin yüksekliği altmış mil (yaklaşık 100 km) olan bir inci çadırı vardır. 

[Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10091]

Genişliği de öyle (yani altmış mildir). Orada mü'minin aileleri bulunacak. Mü'min onları bir bir dolaşacak... 

[(Buhari, Müslim ve Tirmizi); Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 408/10092]

Cennet ehlinden derecesi en düşük olanın seksen bin hizmetçisi vardır. Onun için inciden, zebercedden (zümrüt benzeri kıymetli bir taş) ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Câbiye'den San'a'ya kadar uzanan bir büyüklüktedir. [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı- 5, s. 412/10114]
Muhakkak cennette bir çarşı vardır ki melekler orayı ziyaret ederler. Orada gözlerin mislini görmediği, kulakların duymadığı ve kalplere gelmeyen nimetler vardır. Canımızın istediği herşey bize getirilir. Fakat orada satılan ve satın alınan hiçbir şey yoktur. O çarşıda cennet halkının bazısı diğer bazısı ile karşılaşır. Yüksek menzil ve mevki sahibi döner de mevki bakımından kendinden aşağı derece olan kimse ile karşılaşır. Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerine gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür. Şu muhakkak ki cennette hiçbir kimsenin üzülmesi, kederlenmesi yoktur. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]
Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564]

Muhakkak cennette öyle çarşılar var ki orada alışveriş yoktur. Fakat cennet ahalisi oraya vardığı zaman taze ve parlak inci ve misk toprak üzerine yaslanarak otururlar. Dünyada oldukları gibi o cennetlerde tanışırlar. Dünyada nasıl olduklarını ve Rablerine ibadetlerinin nasıl olduğunu, geceleri nasıl ihya ettiklerini, gündüzleri nasıl oruç tuttuklarını, dünyanın zenginliği ile fakirliğinin nasıl olduğunu, ölümün nasıl olduğunu ve ... nasıl cennet ahalisinden olduklarını konuşup müzakere (ve sohbet) ederler. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/565]

Sidretü'l-Münteha ağacının meyvesinden her bir meyve yarılınca içinden yetmiş iki renk ve çeşit yemek çıkar ki orada öbürüne benzeyen hiçbir renk ve çeşit yoktur. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 312/517]

... Cennetin meyvesindan koparınca, yerine yenisi biter. 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 98/9]

Bir köylü Arap, "Ey Allah'ın Resulü cennetin içinde meyve var mıdır?" diye sordu. Resulullah:

"Evet Tuba denilen bir ağaç vardır" buyurdu. O zat: 
"Ya Resulullah bizim arazimizdeki hangi ağaç ona benzer?" dedi.
Resulullah: 
"Senin arazindeki ağaçlardan hiçbir şey ona benzemez. Fakat sen hiç Şam'a geldin mi? Çünkü orada ceviz denilen bir ağaç var ki bir gövde üzerine biterek yukarısı -yani dalları- yayılır. İşte bu ağaç Tuba ağacına benzer" buyurdu. O zat:
"Ya Resulullah, o ağacın dip gövdesinin kalınlığı ne kadardır?" dedi. Allah'ın Resulü: 
"Senin ev halkının develerinden beş yaşına basan genç bir deve yola çıksa dibini dolaşıp kuşatamaz da nihayet ihtiyarlığından boynu kırılır" buyurdu. Köylü Arap:
"Cennette üzüm var mı?" diye tekrar sordu. Resulullah: 
"Evet vardır" buyurdu. O zat: 
"O üzümün salkımının büyüklüğü ne kadardır?" dedi. Resul-i Ekrem: 
"Alaca karganın hiç durmadan bir aylık uçup gideceği mesafe kadar" buyurdu. O zat: 
"O üzümün taneleri(nin büyüklüğü) ne kadardır?" dedi. Allah'ın Resulü: 
"Büyük kova gibidir" buyurdu. O zat: 
"Ey Allah'ın Resulu, o üzüm tanesi beni ve ev halkımı muhakkak doyurur" dedi. Resulullah: 
"Evet seni ve ev halkını ve akrabanın ekserisini doyurur… Cennetin hurması ağacın dibinden dallarına doğru intizamlı bir şekilde yığılıp istif edilmiştir. Meyveleri büyük testiler misalidir. Ne zaman bir meyve koparılsa yerine başkası gelir. Cennetin suyu çukur olmayan yerlerden akar. Cennet üzümünün her bir salkımı on iki arşındır."
[Tezkireti'l Kurtubi, s. 312-313/518]

Bir kişi, "Ya Resulullah cennetin içinde hurma var mıdır? Çünkü ben hurmayı seviyorum" diye sordu. Resulullah: 

"Evet vardır. ... cennet hurmalarının altından dalları vardır. Budaklarının başları altındandır. Altından budakları vardır. Alemlerden herhangi bir kimsenin görmekte olduğu elbiselerin en güzeli gibi yaprakları vardır. Altından hurma salkımları vardır. Hurma salkımlarının çöpü de altındandır. Altından hurma tanesinin dibinde yapışık pul gibi şeyler vardır. Büyük küpler gibi meyveler var ki (onlar) köpükten yumuşak, baldan tatlıdır." 
[Tezkireti'l Kurtubi, s. 315/522]

Cennetteki hurma ağacının dalları kırmızı altındır. Sapları yeşil zümrüttür. Yaprakları ipek gibidir. Meyvesi kule gibi iri taneli, kaymaktan yumuşak ve çekirdeksizdir. 

[Ramuz el-Ehadis-2, s. 451/4]

Cennette hurma ağaçlarının dalları yeşil zümrüttür. Budakları kırmızı altındır. Yaprakları cennet ahalisi için giyecek kıyafetleridir. Onun bir kısmı kısa (iç) elbiseleri, bir kısmı da içi astarlı dış elbiseleridir. Cennet hurmasının meyvesi büyük testiler ve kovalar gibidir. Sütten daha beyaz, baldan tatlı, köpükten yumuşaktır. İçinde de çekirdek yoktur. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 314]

Peygamber Efendimiz (sav) bir tabak incir hediye edilip ondan yedi ve sahabelerine: "Bundan yeyiniz. Eğer ben bir meyvenin cennetten indiğini söylersem işte cennetten inen meyve bu incirdir." buyurdu. 

(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 313)

Karpuzdan faydalanınız ve ona ta'zim (saygı) ediniz. Çünkü onun suyu cennetten, tadı da cennet tadındandır... karpuz cennet (meyvelerin)dendir. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 313)
Dünyada cennet meyvesine benzeyen şey ancak muzdur. Çünkü Allah Teala (cennetin yemişi hakkında), "Onun yemişleri devamlıdır", buyurmuştur. Sen ise muzu, yaz ve kış senenin her mevsiminde bulabilmektesin. 

(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 312-313)

Cennet halkının ekmek katığının en faziletlisi, en nefisi ettir. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 363/654]

Cennette senin canın kuş isteyecek. Hemen kızartılmış olarak önüne getirilip konacaktır. 

[Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 414/10123]

Cennetteki huriler yakut ve mercan gibidirler. Adam onlardan birinin yüzüne bakar da, kendini onun yanağında, aynada gördüğünden daha berrak görür. Onların incilerinin en ednası (en küçük, en önemsiz) şark ile garbi ışıklandırır. [Ramuz el-Ehadis-2, s. 337/7]
Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz (tükenmez), elbiseleri eskimez. 

[(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]

Cennet ehli cennete, otuz ya da otuz üç yaşında sakalsız, kılsız ve gözleri sürmeli olarak girecekler. 

[Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 411/10109]

... Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz. 

[(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6]

"Ya Resulullah! Allah Teala'nın: 'İri gözlü hurilerdir' (Vakıa Suresi, 22) sözünü bana anlat" dedim. 

"Onlar beyaz tenli, iri gözlü, kara kuşun kanatları gibi sürmelidir" dedi.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'sanki o kadınlar birer yakut ve mercandır' (Rahman Suresi, 58) ayetini anlat" dedim.
"Onlar el değmemiş sedefteki inci gibi güzeldirler" dedi.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'O cennetlerde iyi ahlaklı güzel kadınlar vardır' (Rahman Suresi, 70) ayetini anlat" dedim.
"Onlar çok güzel huylu ve güzel yüzlüdürler" buyurdu.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'Onlar, toz konmamış yumurta gibidirler' (Saffat Suresi, 49) ayetini anlat" dedim. 
"Onlar yumurtanın zarı gibi beyaz ve naziktirler" dedi.
"Ya Resulullah! Allah'ın: 'Kocalarına sevimli ve birbirlerinin akranıdırlar' (Vakıa Suresi, 37) ayetini söyle" dedim.
"Onlar dünyada ihtiyar, gözleri çapaklı, saçları ağarmış ve zayıf olarak ölmüşken, Allah onları cennette bakire, kocalarına sevimli, aşık ve bağlı, birbirlerinin akranı kılacak" buyurdu.
"Ya Resulullah! Dünya kadınları mı üstündür, yoksa iri gözlü huriler mi?" dedim.
"Elbisenin yüzü astarından kıymetli olduğu gibi, dünya kadınları da hurilerden üstündürler" dedi. 
"Neden ya Resulullah?" dedim, şöyle açıkladı:
"Namazları, oruçları ve Allah'a ibadetleri sebebiyle Allah onların yüzlerini nurlandırır, kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyaz, elbiseleri yeşil, ziynetleri sarı, buhurdanlıkları (tütsülükleri) inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle söylerler:
"Biz burada ebedi kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Asla üzülüp sıkılmayız. Başka aleme göçmeden hep burada kalacağız. Biz bu halimizden memnunuz ve herşeye razıyız. Hiç kimseye kızmaz ve öfkelenmeyiz. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere." 
[Gençlik ve Ölüm, s. 422-423]

... Hurilerden her kadının üzerinde yetmiş kat elbise vardır ki birinin rengi diğerinde yoktur. Keza kendisine diğerinde bulunmayan yetmiş çeşit renkli koku verilir. Hurilerden her kadın için, inci ile süslenmiş kırmızı yakuttan yetmiş taht, her taht üstünde yetmiş döşek, her döşek üzerinde koltuk vardır. Hurilerden her kadın için ihtiyacı ve hizmeti için yetmiş bin hizmetçi kız ve yetmiş bin hizmetçi erkek vardır. Her hizmetçinin beraberinde, içinde çeşitli yemek bulunan altından tepsiler vardır ki müminlerden biri öbüründe önceki kapta bulamadığı tadı, lezzeti bulur... 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 333/591]

Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her Cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgarı eser, elbiselerini ve yüzünü okşar. Bunun tesiriyle hüsün (güzellik) ve cemalleri (yüz güzelliği) artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları: "Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de: 

"Sizler de Allah'a kasem (yemin) olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz." derler. 
[(Müslim), Kütüb-i Sitte-14, s. 433/16]

... Eğer cennet ehli kadınlarından bir kadın yer ehline görünseydi, dünyayı ve içindekileri aydınlığa boğar ve ikisinin arasını da güzel koku ile doldururdu... [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409/10095]
... Orada muazzam köşkler, geniş nehirler, bol ve olgun meyveler, güzel ve dilber zevceler (kadın, eş), ebedi pek çok ve renkli güzel elbiseler vardır. Orası yüksek, güzel ve selim yurtlardan parlak hayat sürülen bir yerdir... 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 170/1]

... Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerinde gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür... 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]

... Cennetin giyecekleri dokunmaz. Cennetin meyveleri yarılır da ondan elbise çıkar... [Tezkire-i Kurtubi-1, s. 21]
Cennette hurma ağaçlarının dalları yeşil zümrüttür. Budakları kırmızı altındır. Yaprakları cennet ahalisi için giyecek kıyafetleridir. Onun bir kısmı kısa (iç) elbiseleri, bir kısmı da içi astarlı dış elbiseleridir... 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 314]

... Üzerinde yetmiş kat elbisesi olur. En aşağısı Tuba ağacından yapılmış, gelincik çiçeği gibi... 

[Ramuz el-Ehadis-1, s. 99/8]

Cennette öyle bir ağaç var ki bir süvari gölgesinde yetmiş yahut da yüz sene gider (de bitiremez). O huld -ebedilik- ağacıdır... Cennette bir ağaç var ki, bir kimse dört yaşına girmiş bir dişi deve yavrusuna yahut da beş yaşına girmiş olan bir dişi deveye binmiş olsa da sonra ağacın dip tarafındaki gövdesini dönmeye başlasa hareket ettiği yere ulaşmadan deve ihtiyarlayarak düşer... Onun taze dalları cennet surlarının ötesindekilere ulaşmaktadır. Cennetteki her ırmak muhakkak o ağacın dibinden çıkmaktadır... 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 311/513]

Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüzyıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz şu ayeti okuyun: "Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar." 

[(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 427/9]

... Tuba cennette bir ağaçtır. Büyüklüğü yüz yıllık yer tutar. Ve cennet elbiseleri de onun tomurcuklarından yapılır. 

[Ramuz el-Ehadis-2, s. 313/7]

... Cennet ağaçlarının dip gövdesi inci ve altın, yukarısı da meyvedir. 

[Tezkireti'l Kurtubi, s. 315/523]

Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın. 

[(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 427/10]

Bu ağaçların dalları kurumaz, yaprakları dökülmez, suyu kaybolmaz, meyvesi tükenmez. 

[İlahi Dinlerde Cennet İnancı, s. 54]

Cennet ırmakları, misk dağlarının yahut da misk tepelerinin altından çıkar. [Tezkireti'l Kurtubi, s. 307/501]

EN MUTLU ÇİFT KİMDİR


EN MUTLU ÇİFT KİMDİR


CEVAP: ÂDEM İLE HAVVA’DIR

ÇÜNKÜ
1- ÂDEM’İN DE HAVVA’NIN DA KAYNANASI OLMADI.
2- ÂDEM DE HAVVA DA ALDATILMAKTAN KORKMADI.
3- ÂDEM: ‘ARKADAŞLARIMLA MAÇ YAPMAYA GİDİYORUM’ DİYEMEDİ.
4- HAVVA KIZ ARKADAŞLARINI EVE TOPLAYIP AKSAMA KADAR DEDİKODU YAPAMADI.
5- ÂDEM HİÇBİR ZAMAN POKER PARTİSİNE GİDİYORUM DEYİP, GECENİN BİR KÖRÜNDE EVE SARHOŞ GELEMEDİ.
6- ÂDEM HİÇ UZUN İS GÖRÜŞMELERİ İÇİN YURTDIŞINA GİDEMEDİ. GİTSE BİLE GİTTİĞİ YERDE OTEL ODASINDA KALAMADI.
7- SEVGİLİLER GÜNÜ’NÜ UNUTMAKTAN DOĞAN KAVGALAR ÇIKMADI.
8- RANDEVULARA GECİKİNCE TRAFİĞİ BAHANE EDEMEDİLER.
9- YÜKSEK GELEN FATURALAR NEDENİYLE TARTIŞMADILAR.
10- ÖZEL GÜNLERİNDE BİRBİRLERİNİN SEVMEDİKLERİ ARKADAŞLARINI DAVET ETME GİBİ BİR İHTİMALLERİ OLMADI.
11- ÂDEM HİÇBİR ZAMAN HAVVA’YA ‘SEN BU DÜNYADA GÖRDÜĞÜM EN GÜZEL KADINSIN’ DERKEN YALAN SÖYLEMEDİ.
12- HİÇBİR ZAMAN RÖNTGENLEYEN VAR MI? DİYE TEDİRGİNİLİĞE DÜŞMEDİLER.
13- ONLAR ENFLASYON CANAVARIYLA HİÇ TANIŞMADILAR. BİRİKİMLERİNİ BATIRIP, ALACAK BANKACILARLA DA HİÇ KARSILAŞMADILAR.
14- ONLAR MUTLUYDULAR. ÇÜNKÜ NE SAYIMA GEREK VARDI, NE DE SAYILMAYA.
15- HİÇBİR ZAMAN BİRBİRLERİNİN YÜZÜNE TELEFONU KAPATAMADILAR. TELEFONDA KAVGA DA ETMEDİLER.
16- HİÇBİR ZAMAN SİYASET-POLİTİKA KONUSUNDA DİL, DİN, İRK TARTIŞMASINA GİRMEDİLER…
17- HAVVA HİÇBİR ZAMAN KIYAFETİ İLE ÂDEM’İ ÇİLEDEN ÇIKARTMADI.
18- HİÇBİR ZAMAN HAVVA, ‘BENİ EN SON NE ZAMAN SİNEMAYA GÖTÜRDÜN, EN SON NE ZAMAN DIŞARIDA YEMEK YEDİK’ DEMEDİ.
19- ‘SENDEN BAŞKA GÜL KOKLARSAM NAMERDİM’ LAFI DA GERÇEKTİ VE HAVVA DA BUNUN DOĞRU OLDUĞUNA EMİNDİ

KEREM İLE ASLI


Söyleyeni belli olmayan anonim Türk aşk hikayesidir.
KEREM İLE ASLI
Kerem ile Aslı hikayesinin ilk olarak kim tarafından, ne zaman ve hangi coğrafyada ortaya çıktığı bilinmemektedir. Ancak bili­nen bir gerçek vardır ki o da aslı ile kerem hikayesinin eski aşıklar tara­fından en çok anlatılan bir aşk hikayesi olduğudur. Kerem ile Aslı Türkiye’de ve Oğuz grubu Türk boylarında olduğu gibi bazı başka milletlerde de (Ermeni, Gürcü, Lezgi, vb.) bilinen ve sevilen bir halk hikayelerinden biridir. Bunun sonucu olarak hikaye geniş bir coğrafyaya yayılmış ve farklılıklar oluşmuştur.
İsfahan, Hoy, Şuşi köyü, Kelb şehri, Kars, Gence, Revan, Çıldır, Ahıshay, Şerki, Orhan, Oltu, Narman, Bayat, Ürgüp, Tiflis, Ahlat, Muş, Malazgirt, Pasin Ovası, Uzun Ahmet, Ha-sankale, Erzurum, Eşenkale, Varbik, Tercan, Çincibeli, Eşkat, Ibrit, Ayaş, Zile, Sivas, ırmak Ovası, Kayseri, Antakya ve Halep.
Ahmet Mirza (Kerem), Kara Sultan (Aslı), Kerem’İn Ba­bası (Padişah), Kerem’İn Annesi (Hanım Sultan), Ash’nın Ba­bası (Keşiş), Ash’nın Annesi (Keşişin Karısı), Nur Yüzlü İhti­yar, Sofi (Kerem’İn yanından Ayrılmayan Arkadaşı), Külhan­beyi (Halepli bir kabadayı), Hancı, Kahvehaneci, vb.
Bir zamanlar İran’ın güzel bir beldesi olan İsfahan şehrin­de çok adaletli, merhametli, güçlü, kuvvetli bir padişah var­mış. Hazineleri altınlarla dolu olan bu padişahın çocuğu ol­muyormuş. Gece gündüz evlat hasretiyle yanıp tutuşan bu padişah, derdini kederini biraz olsun unutabilmek için İsfa­han’ın en güzel yerine eşi benzeri olmayan bir saray yaptır­maya karar vermiş.
Hazinedarı olan Keşiş’i bir gün huzura çağırtmış. Bu Keşiş’in de hiç çocuğu yokmuş. Padişahla Keşiş aynı dertle ya­nıp tutuşurlarmış. Huzura gelen Keşiş’le birlikte sarayın pla­nını yapmışlar. Daha sonra zamanın bütün mimarlarını, usta­larını ve bahçıvanlarını saraya toplamış ve nasıl bir saray is­tediğini onlara da anlatmış.
İsfahan beldesinin en güzel yerine harikulade bir saray yapılmış. Sarayın bahçesi cennet bahçesi gibi olmuş. Bahçe­nin ortasına pembe mermerlerden bir havuz, havuzun o bil­lur sularında kumrular oynaşıp duruyormuş. Bülbüller gülle­rin etrafında şarkılar söylüyor, tavus kuşları ise dört bir yanı süslüyormuş. Yine bu bahçenin içine beyaz mermerlerden bir saray kurulmuş. Eşi benzeri olmayan bu sarayda padişah eğ­lenceler düzenleyerek kederini unutmaya çalışıyormuş.
Günlerden bir gün yine o güzel sarayda eğlence düzen­lenmiş. Padişahın karısı Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı da eğlenceye katılmak üzere yola koyulmuşlar. Tam saraya var­mak üzereyken karşılarına ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çık­mış. Hanım sultana bir elma fidanı, Keşiş’in karısına da bir armut fidanı vermiş ve bunları sarayın en nadide köşesine dikmelerini söylemiş.
Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı hemen fidanları dikmiş­ler. Kendi elleriyle suluyor ve özenle bakıyorlarmış. Hanım sultan; dünyada bir evladım olmadı, bari dikili bir fidanım olsun, diye düşünüyormuş. Aylar geçmiş fidanlar ağaç olmuş. Yemyeşil yaprakları, güçlü dallan olmuş ancak hiç meyve vermiyoriarmış. Hanım sultan ağlamaya ve üzülmeye baş­lamış: Diktiğim fidan bile meyve vermiyor, ben ne talihsiz bir kadınım, diyormuş.
Bir gün yine böyle düşünerek ağlayan Hanım Sultan, sa­rayın salonunda uyuyakalmış. Rüyasında kendisine ve keşi­şin karısına fidan veren nur yüzlü ihtiyarı görmüş.
Gözyaşları içinde ihtiyarın ellerine sarılan Hanım Sultan:
- Ey mübarek insan! Ne olursa senin duanla olur. Yıllar­ca evlat hasretiyle yanıp tutuştum. Şimdi de bir fidan diktim, o bile meyve vermedi. Ne olacak benim bu hâlim, diye ağla­maya başlamış. Nur yüzlü ihtiyar:
- Sen hiç merak etme. Senin dualarının kabulü için ben de dua ettim. İnşallah duaların kabul olacak ve sen de mu­radına ereceksin. Senin ağacın meyve verdi. Eğer onu yersen dileğin kabul olur, demiş.
İhtiyarın bu sözlerinden sonra, korku ve heyecanla uya­nan Hanım Sultan, Keşiş’in karısını da yanına alarak bahçe­ye koşmuş. Gerçekten de kendisinin diktiği elma ağacının ü-zerinde bir tane ama çok güzel görünen bir elma varmış. Ke­şiş’in karısının diktiği armut ağacında ise hiç meyve yokmuş. Hanım sultan, Keşiş’in karısı üzülmesin diye elmayı ikiye böl­müş ve ona dönerek:
Bu elmanın yarısını sana veriyorum ama bir şartla. Eğer kızın olursa benim oğluma vereceksin. Yok eğer oğlun olursa benim kızımı alacaksın demiş. Keşiş’in karısı bu teklifi hemen kabul etmiş ve elmaları yemişler.
Bir süre sonra Keşiş’in karısı da Hanım Sultan da hami­le kalmışlar. Zamanları dolunca da Keşiş’in karısının bir kızı, Hanım Sultan’m ise bir oğlu olmuş. Oğlanın adını, “Ahmet
Mirza”, kızın adını ise “Kara Sultan” koymuşlar.
Aylar yıllar geçtikçe yavrular da büyüyorlarmış. Keşişin kızı bir ay parçası kadar güzelmiş. Kızını padişaha vermek is­temiyormuş. Çünkü padişahla aynı dinden değillermiş. Padi­şaha verdikleri sözden nasıl döneceklerini düşünmeye başla­mışlar. Keşiş:
- Eğer şehri terk etmezsek padişahtan bize rahat yok, de­miş. Fakat karısının aklına daha iyi bir fikir gelmiş. Keşişe dö­nerek:
- Bir süre sonra kızımızın öldüğünü söyleriz ve buralar­dan bu nedenle uzaklaşmak isteriz, demiş.
Aradan bir yıl gibi bir zaman geçince Keşiş hemen padi­şahın huzuruna varmış ve kızının öldüğünü, bu üzüntüyle ar­tık buralarda yaşayamayacağını anlatmış.
Bunun üzerine padişah keşişe biraz altın vererek azat etmiş.
Arzularına muvaffak olan Keşiş’le, karısı derhâl vakit ge­çirmeden İsfahan’a üç günlük uzaklıkta olan bir köye gitmiş­ler. Güzel bir köşk yaparak orada yaşamaya başlamışlar.
Diğer taraftan padişahın oğlu Mirza Bey 13-14 yaşlarına gelmiş. Babası onu en iyi hocalarda okutuyormuş. Mirza Bey’in çok kurnaz ve zeki bir arkadaşı varmış. Adı Sofi olan bu arkadaşı bir gün Mirza Bey’e:
- Bak Mirza Bey! Bu kadar okuduğumuz yeterli. Bu gençlik bir daha elimize geçmez. Biraz da eğlenelim, avlan­maya gidelim, seyahatlere çıkıp dünyayı dolaşalım, demiş.
Sofi’nİn bu söylediklerini haklı bulan Mirza Bey öncelik­le av hazırlıklarını başlatmış. Bu arada Mirza Bey bir gece rü­yasında “Kara Sultan”ı görmüş ve âşık olmuş. Uyandığında yüreğinin cehennem ateşi gibi yandığını hissediyormuş. Ye­rinde duramaz bir hâl almış. Ancak aşk şerbetini kimin elinden içtiğini bilmiyormuş. Hayalinde tek kalan ay kadar güzel bir simaymış. Kalbi aşk ateşiyle yanan Mirza Bey, babasından izin alarak arkadaşı Sofi ile birlikte avlanmaya çıkmış.
Gide gide Keşiş’in yaşadığı köye varmışlar. Padişahın oğ­lu Mirza Bey av sırasında çok güzel bir şahine rastlamış. Şa­hini yakalamaya karar vermiş. Atını arkadaşı Sofi’ye bırakmış ve şahinin peşinden gitmiş. Şahin çok güzel bir bahçeye gir­miş. Mirza Bey de peşinden girmiş. O güzel bahçede şahini ararken karşısına çok güzel bir köşk çıkmış. Mirza Bey gülle­rin, sümbüllerin ve yaseminlerin arasında kurulmuş olan bu muhteşem köşkün pencerelerine bakarken olduğu yerde do­nup kalmış. Aklını kaybetmek üzereymiş. Çünkü tam karşı­sındaki pencerede ay parçası gibi bîr kız oturmuş, gergef dokuyormuş. Padişahın oğlu yalnız bir kez bakabilmiş bu güzel kıza. O anda aklı başından gitmiş. Rüyasında ona aşk şerbe­ti içiren dilberin o olduğunu fark etmiş. Ona doğru ilerlemiş ve ona hitaben:
Başı yastık göre mi? Gözü dilber görenin Gözüne uyku gire mi? Zülfüne berdar olanın
demiş ve kollarından yakalayarak kendine doğru çekmiş. Sonra da :
- Ey güzel, sen hangi bahçenin sümbülüsün, deyince,
- Babam İsfahan şahının eski hazinedarı Keşiş’tir. Kerem eyle… Görmesin… Beni salıver gideyim, diye yalvarmış.
Delikanlı:
- Aslı nedir, salıvereyim? Kız:
- Kerem eyle, diyerek yalvarmış.
Delikanlı aslı nedir? Derken birden bire aklına gelmiş ve kıza şunları söylemiş:
- Seni bırakırım ama bir şartım var. Benim adım Kerem, senin adın da Aslı olacak ve bundan sonra birbirimizi böyle çağıracağız, demiş.
Bunun üzerine güzel kız, Kerem’in ateş ve aşk dolu gözle­rine bakarak:
- Peki, kabul ediyorum. Bundan sonra benim adım “Aslı” senin adın ise “Kerem” olsun. Böylece kendi kendileri­ne isimlerini koymuşlar. Bu zaman içinde genç kızın kalbi de alev alev yanmaya başlamış.
Aslı’nın böyle yalvarmalarına dayanamayan Kerem onu bırakmış. Kerem’in kollarından kurtulan genç kız köşkün için­de kaybolmuş. Kerem de Aslı’nın işlediği gergefin üzerindeki çevreyi alıp koynuna koymuş ve koşarak arkadaşının yanına gitmiş. Arkadaşı Sofi ile birlikte İsfahan’a dönmüşler. Ama Kerem artık eski Kerem değilmiş. Hiç konuşmuyor ve hiç ye-miyormuş. Oğlunun bu hâlini gören padişah bir gün Kerem’i karşısına alarak:
- Oğlum ben senin babanım. Niçin derdini anlatmıyorsun, diye sorunca Kerem:
- Baba benim derdim bu şekilde anlatılmaz. Bana bir saz getirin size derdimi anlatayım, demiş.
Bu söz üzerine padişah hemen bir saz getirmelerini em­retmiş. Kerem ise sazının tellerine dokunarak derdini dökme­ye başlamış.
Kerem bunları söyledikten sonra susmuş. Babası:
- Oğlum bu türkü bana bir şeyler anlattıysa da tam ola­rak ne demek istediğini anlayamadım, demiş. Bunun üzerine Kerem yerinden kalkmış ve bir tek kelime bile söylemeden odadan çıkmış. Onun bu hâli padişahı fena hâlde düşünceye salmış. Günler geçiyormuş ama Kerem hiç konuşmadan sa­rayın penceresinden etrafı seyrediyormuş. Padişah Kerem’in derdini anlayanı ödüllendireceğini bildirmiş. Nihayet bir gün uyanık bir kadın kurnazlıkla Kerem’in Aslı’yı sevdiğini öğre­nerek padişaha haber vermiş
Bunun üzerine padişah derhâl Keşiş’i çağırtmış ve ona kızının öldüğüne dair yalan söyleyerek hainlik yaptığını, an­cak ne olursa olsun kızını alacağını söylemiş. Padişahın, kızı zorla alacağını anlayan Keşiş bir kurnazlık daha düşünmüş ve beş ay süre istemiş. Bunun üzerine padişah beş ay bekleye­bileceğini ancak ilk önce onları nişanlayacağını söylemiş.
Keşiş padişahın elinden kurtulmak için kızının namına Kerem’e bir nişan yüzüğü bırakmış. Kızının takması için de padişahtan bir nişan yüzüğü almış ve sarayı terketmiş. Bu müjdeli haberi duyan Kerem bir deli gibi yerinden fırlamış. Duvarda asılı olan. sazını eline almış coşkulu bir sesle türkü söylemeye başlamış. Kerem’in günleri artık zevk ve sefa içinde geçiyormuş. Ancak bu beş aylık süre Kerem’e çok uzun gelmiş sazını eline alarak babasını huzuruna çıkmış ve bir türkü söylemiş.
Kerem’in böyle üzüldüğünü gören babası:
- Oğlum ben Keşiş’e beş ay süre verdim, bu süre de dol­du. Artık düğün hazırlıklarına başlayabiliriz, demiş.
Diğer taraftan Keşiş, padişahın yanından ayrıldıktan son­ra kendi köşküne dönmüş ve padişahtan kurtulma planları yapmaya başlamış. Bir gece yarısı kıymetli eşyalarını toplayıp köyünü terk etmiş, tabi bu olanlardan padişahın haberi yok­muş. O, düğün hazırlıklarını tamamlayıp büyük bir kafileyle yola çıkmış. Kafilenin en önünde olan Kerem köye yaklaşın­ca görmüş ki her kez köyü terk ediyor. Oradan geçen yaşlı bi­rine neden köyü terk ettiklerini sormuş. Yaşlı adam da köyde bulunan bilgili bir keşişin köyü terk ettiğini bundan korkarak onların da köyü terk etmeye karar verdiklerini söylemiş. Yaşlı adam sözlerini bitirince Kerem, Keşiş’in kızını alarak kaçtığını anlamış. Gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülmeye başla­mış eline sazını alarak bir türkü söylemiş.
Kerem gözyaşları içinde bunları söyledikten sonra doğru­ca Aslı Han ile buluştukları bahçeye girmiş. Ancak orada kı­zın işlediği gergeften başka bir şey kalmadığını görmüş. Yüre­ğinden aşkın alevleri yükseliyormuş. Gözyaşlarını Ash’nın el­lerinin değdiği gergefe dökerek bir türkü söylemiş.
Bunları ah vah içinde söyleyen Kerem şehrin içinde ge­zerken birisini Aslı Han’a benzetmiş ve eyvah sevgilim beni unutmuş, burada eğlenmekte, diyerek yine almış eline sazı ve bir türkü söylemiş.
Bu türküyü işiten kız:
Bak beyim, ben Aslı Han değilim sen beni ona benzet­miş olacaksın. Senin aradığın kız Hoy şehrine gitti demiş. Kerem arkadaşı Sofi’yi de yanına alarak Ash’nın peşine düşmüş. Gide gide Hoy şehrine varmışlar. Orada bulunan bi­rilerine bu taraftan bir keşişle ailesi geçti mi, diye sormuş, On­lar da:
- Geçti ama onlar Şuşi köyüne gitti demişler. Kerem ile Sofi ertesi gün Şuşi köyüne doğru yol almışlar. Yolda bip yaylada bulunan yolcuları görmüşler ve onlara Aslı’yi görüp görmediklerini sormuşlar. Onlar da, Aslı’yı gördüklerini an­cak bir türkü söylemesi karşılığında yerini bildireceklerini söy­lemişler. Kerem almış sazı eline ve bir türkü söylemiş.
Türküyü çok beğenen yolcular:
- Senin aradığın keşiş buradan geceli otuz gün oluyor. Onlar Kelb’e gitti, demişler.
Bundan sonra Kerem ile Sofi Kelb’e doğru yol almaya başlamış. Kelb’e vardıklarında bu defa da Kars’a gittiklerini öğrenmişler. Oradan tekrar Hoy’a gitmişler. Kerem Ash’nın peşinde perişan bir vaziyette iken padişaha haber gitmiş. Bu­nun üzerine padişah:
- Eyvah! Biricik oğlum mahvolacak, diyerek hemen Kerem’i aramaya koyulmuş. Nihayet onu Ash’nın bahçesinde ahvahlar içinde bulmuş. Koşarak Kerem’in yanına gelmiş ve ona:
-Ey oğul… Bu ne hâl? Hele sabret, bir çaresini bulacağız, diye teselli etmeye başlamış. Ancak aşk ateşiyle yanan Kerem eline sazını alarak derdini dökmeye başlamış.
Oğlunun üzüntüden öleceğini düşünen padişah onu Aslı’dan vazgeçirmeye çalışmış ama bağrı yanan Kerem bu sözleri dinlememiş. Anasıyla ve babasıyla helalleşerek tekrar So­fi ile birlikte Aslı’yı aramaya koyulmuş. İlk önce Gence’ye o-radan, Revan’a, Çıldır’a, Ahıshay’a, Şerki’ye, Orhan’a, Ol­tu’ya, Narman’a, Bayat’a, Ürgüp’e, Tiflis’e, Ahlat’a, Muş’a, Malazgirt’e, Pasin Ovası’na, Uzun Ahmet’e, Hasan Kalesi’ne, Erzurum’a, Eşen Kalesi’ne, Varbik’e, Tercan’a, Cinci Beli’ne, Eşkat’a, İbrit’e, Ayaş, Zile, Sivas, Parmak Ovası, Kayseri ve Antakya’ya gitmişler.
Bu arada Keşiş Halep’e gelip bir Ermeni evine misafir ol­muş. Ev sahibi onun yabancı olduğunu anlayınca nereden geldiğini sormuş. O zaman Keşiş bir ah çekip:
- Hâlimi hiç sorma! Ne kadar kaçtıysam Kerem peşimi bırakmadı. Kaça kaça nihayet buralara geldim. Neredeyse burayı da bulur. Bir türlü elinden kurtulamıyorum, demiş, Ev sahibi:
- O gelmeden kızı buradan birine verelim, bakar ki kızı başkaları almış, o zaman vazgeçer, sen de kurtulursun, de­miş. Keşiş de hemen alelacele kızı nişanlayıp düğün hazırlık­larına başlamış.
Gelelim Aslı Han’a: Ah edip, gece gündüz:
“İlahî, babamın iki gözlerini kör eyle!” diyerek ağlayıp dururmuş. Kerem ile Sofi Halep’e varmışlar. Oradaki bir kah­veye oturmuşlar. Halep Paşası’nın külhanbeyi kol gezerken Kerem’i görmüş o da kahveye girmiş, bakalım Kerem külhan­beyine ne söylemiş:
Ela gözlüm sana meftun olalı, Benim çektiğimi bir Mevla bilir. Yay niçin açılmaz gülün dehan Gönül ne yaz bilir, ne şita bilir
Mecnun olur gezerim dağlar yolunu Deremedim şu cananın gülünü Aşık olan anlar aşkın hâlini Yalandır, doğrudur pek ala bilir
 Külhanbeyi:
- Ey âşık, hangi bağın gülü, hangi bahçenin sümbülü­sün? Nereden gelir nereye gidersin, demiş.
Kerem:
- Buralardan bir Keşiş geçti mi? Kendisi Isfahanlıdır, diye sormuş.
Külhanbeyi:
- Onlar buradadır, deyince, Kerem öyle bir ah etmiş ki ağzından alevler yükselmiş. Bu alevler neredeyse külhanbe-yini yakacakmış. Kerem’in derdini anlayan külhanbeyi:
- Sen merak etme, ben seni kıza kavuştururum; ama kız da seni istiyor mu, deyince Kerem “evet” demiş.
Bu arada Aslı Han’ın düğünü olmaktaymış. Külhanbeyi hemen bir kadın bularak Aslı Han’ın yanma göndermiş. Ka­dın Aslı Han’ı bulmuş ve Kerem’in geldiğini söylemiş. Gizlice birlikte Kerem’in yanma gelmişler. Uzun ayrılıktan sonra ka­vuşan âşıklar bir süre hasret gidermişler. Kerem’in geldiğini haber alan Keşiş:
- Bizi burada da buldu bundan kurtulmanın çaresi yok­tur. İyisi mi kızı vereyim; ama bir oyun edeceğim ki kıyame­te kadar söylensin, demiş. Kızı Kerem’e vermiş ancak kızının elbisesini kendisi yapmak istemiş. Elbiseyi yapmış, boydan boya sihirli düğmeler koymuş, kızına da:
- Bak kızım muradına ereceksin ama bir şartım var, eğer bu şartımı yerine getirmezsen hakkımı sana helal etmem, düğün gecesi bu elbisenin düğmelerini Kerem’e açtıracaksın demiş.
Bir mübarek gecede Aslı ile Kerem’i gerdek odasına koy­muşlar. Kerem:
- Ey sevdiğim Hakk Teala’ya şükür bizi yine kavuşturdu, deyince Aslı:
- Ey sevdiğim, sana bir şey söyleyeceğim ama sakın gü­cenme. Babam yemin verdirdi, elbisemin düğmelerini sen çözeceksin, yeminimin yerine gelmesini isterim. Kerem düğ­meleri çözmeye başlamış; ama son iki tanesine gelince bak­mış ki düğmeler yeniden iliklenmiş. Yine çözmeye başlamış, yine son iki tanesine gelince hepsi iliklenmiş. Böylece devam etmiş. Nihayet sabah namazı olmuş. Muradına eremeyen Ke­rem bunun bir oyun olduğunu anlamış, öyle bir “ah” etmiş ki ağzından çıkan alevler tepesinden başlayarak onu yakmaya başlamış. Aslı Han bir de bakmış ki Kerem’i ateş bürümüş, yaptığına pişman olup:
-Vay baba, ocağım söndü, diyerek başlamış Kerem’in üstüne su dökmeye. Bu sırada Kerem yine sazına sarılıp alev­ler arasında bakalım ne demiş:

ALLAH'IM GÖZYAŞI DÖKENLERDEN EYLE BİZİ




Allahım gözyaşı dökenlerden eyle bizi… 


ALLAHım… dara düştüğünde seni hatırlayanlardan değil
geniş vakitlerde sana iltica eden kullarından eyle bizi…
ALLAHım… dua ettiğinde duaya icabetin istenenin istendiği zaman olması gibi anlayıp dua ettim neden olmadı diyenlerden değil
duasına anında cevap geldiğinde bile ürperip acaba böyle isteyerek ahirete bir şey bırakmadım mı diye korkarak gözyaşı dökenlerden eyle bizi…
ALLAHım kısıtlı zamanlarda kısıtlı mekanlarda hayatın aralıklarında seni ananlardan değil
her nefeste her idrakte ubudiyet hisleriyle senin kulun olduğunu bilip ruhta incelip inleyenlerden eyle bizi….
ALLAHım yaşamak için öylece yaşayıp şuursuzca günü tüketenlerden değil
ancak senin ismini senin dinini ruhlara ulaştırıp hissettirebildiği zamanlarda yaşadığını hisseden hasbi ruhlardan eyle bizi…
ALLAHım hep her kusurunda hoşgörülüp affedilmeyi bekleyenlerden değil
nefsi söz konusu olduğun mümince bir tavır adına hoşgörü ve tolerans kapısını ardına kadar açık tutanlardan eyle bizi…
ALLAHım şunun bunun değilresulün efendimiz sas min peygamberlein sahabelerin tabeinin etbei tabeinin ve ALLAH dostlarının hal ve hareketlerini taklit etmeyi ve
onlara benzemeyi bize nasip et…


…kırık bir gönül ve yaşlı gözlerle haykırırken huzuruna varmayı nasip et ALLAHım…
Amin..

TÜM NİMETLERİN EN ÜSTÜNÜ ALLAH'IN RIZASI



Tüm nimetlerin en üstünü:ALLAH’ın rızası


Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi72)
Önceki sayfalarda cennette var olan nimetlerin göz kamaştırıcılığını anlattık. Ortaya çıkan tablo cennetin insanın beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve lezzetleri tattırdığını göstermektedir. 
Ancak cennetin tüm bunlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti Allah’ın rızasıdır. Müminin Allah’ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur. Dahası Allah’ın verdiği herşey için O’ndan razı olmanın O’na daimi bir şükür içinde bulunmanın verdiği asil mutluluktur. Kuran’dacennet ehlinin bu vasfına şu şekilde dikkat çekilir: 
“… Allah onlardan razı oldu onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Maide Suresi 119)
Müminlerin Allah’ın rızasını kazandıklarını hissetmelerinin en çarpıcı ifadesi ise Allah’ın onlara görünecek şekilde tecelli etmesidir. Dünyada bu durum olanaksızdır çünkü ayette belirtildiği gibi”gözler O’nu idrak edemez…” (Enam Suresi 103). Ancak Kuran’da bildirildiğine göre Allah ahirette mümin kullarına belirli bir şekilde tecelli ederek gözükecektir. Bunun nasıl olacağı ise Allah Katındadır. Ancak ayetlerde geçen ifadelere göremahşer günü Allah sekiz meleğin taşıdığı arşında müminlerin karşısına gelecektir. (Hakka Suresi 17) 
Ayetlerde haber verildiği üzere o an müminlerin “yüzleri ışıl ışıl parlar Rablerine bakıp-durur”. (Kıyamet Suresi 22-23) Dahası “çok esirgeyen Rabbdan onlara bir de sözlü ‘Selam’ (vardır)”. (Yasin Suresi 58) İçinde bulundukları doğruluk makamı Allah’ın onurlu-üstün makamıdır ve müminler burada “çok kudretli mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar”. (Kamer Suresi 55)
Tüm bunlar müminlerin Allah’ın rahmetini ve rızasını üzerlerinde en yoğun biçimde hissetmeleri anlamına gelir ki olabilecek en büyük nimet budur. Allah’ın rızasını kazanmış olmak hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluk verir insana. 
Aslında cennetin diğer nimetlerini değerli kılan şey de yine Allah’ın rızasıdır. Çünkü aynı nimetler dünyada da kısmen var olabilirler ama Allah’ın rızası dahilinde olmadıktan sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
Bu nokta son derece önemlidir ve iman edenlerin bunun üzerinde dikkatle düşünmeleri gerekmektedir. Çünkü nimeti asıl değerli kılan şeyonun kendi içinde taşıdığı lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir. Asıl değer o nimeti Allah’ın “ikram” etmiş olmasıdır. O nimeti kullanan ve bunun için Allah’a şükreden mümin Allah’ın ikramıyla muhatap olduğunu Rabbimiz’in kendisini sevdiğinikoruyup-gözettiğini ve kendisine rahmetinden tattırdığını hisseder ki asıl hazzı bundan alır. Nimet bir amaç değil araçtır. İnsanın Allah’a daha çok şükretmesini sağlamak için vardır. Dolayısıyla cennetin tüm nimetleri de yine birer araçtır; içindeki müminler ebediyen Allah’a şükretsinler diye yaratılmışlardır. Onları değerli kılan en önemli şeylerden biri de budur. Kısacası cennetteki nimetler insanın Allah’a yakınlaşması O’nun ebedi dostluğunu sevgi ve hoşnutluğunu kazanmanın tarifsiz zevkine ulaşması için bir vesiledir. İşte bu nedenle Allah’ın rızası cennetin en büyük nimetidir. Ve diğer maddi zevklerin hepsinin çok ötesindedir.
Cennetteki en çarpıcı nimetlerden biri olan ve Kuran’ın da sık sık vurguladığı güzel kadınları (hurileri) ele alalım. Bu kadınlar estetik kavramının doruğunu temsil ederler ve son derece çekicidirler. Bunlarla birlikte olmak başlı başına büyük bir nimettir. Nitekim Kuran’da bu teşvik edilir onların yüzlerinin ciltlerinin ve hatta göğüslerinin güzelliğine dikkat çekilir. Allah’ın yarattığı en büyük maddi nimetlerden biri olan cinsellik bu muhteşem kadınlarla sonsuza dek en mükemmel biçimde yaşanır. 
Ancak bu kadınları bu denli değerli kılan şey kendi güzelliklerinin ötesinde onların Allah’tan gelen birer “ikram” olduğunun bilinmesidir. Sonuçta varılan en büyük zevk ikram edenin sevgi yakınlık lütuf ve iltifatına kavuşmanın verdiği zevktir. Yapılan ikramverilen hediye ne kadar değerli olursa olsunbunlardan daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah’ın ikramına layık görülmenin Allah’tan hediye almanın verdiği zevktir.
Nitekim eğer “Allah’ın ikramı” olmasa bir mümin için tüm nimetler anlamlarını yitirirler. En güzel kadın dahi mümine eğer Allah’ın rızasına aykırı biçimde -yani helal dairesinin dışında- yaklaşırsaanlamını yitirir. Böyle bir yaklaşım Allah’ın rızasına muhalif bir ruhu barındırdığı için müminin kalbini asla cezbedemez. 
Hz. Yusuf’un gösterdiği büyük asalet mümin ahlakının bu yönünü en güzel şekilde ortaya koyar. Kuran’da Mısır vezirinin karısının Hz. Yusuf’tan murad almak istediği hatta bunun için Hz. Yusuf’u zorladığı bildirilmektedir. Ayetlerde Hz. Yusuf’un da söz konusu kadını çekici bulduğu bildirilmektedir. Ancak Hz. Yusuf Allah’ın haram kıldığı bu ilişkiden Allah’ın işaretiyle sakınmıştır. Kadın onu tekrar zorladığında ise zina etmektense hapse girmeyi yeğleyerek şöyle demiştir: “Rabbim zindanbunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir…” (Yusuf Suresi 33) 
Hz. Yusuf’un son derece kötü şartlardaki bir hapishaneyi vezirin karısının kendisini çağırdığı fiilden daha “sevimli” bulması Allah’ın rızasının mümin için olan önemini gösterir. Allah’ın rızasına uygun hareket etmek O’nun hoşnutluğunu kazandığını bilmek müminin kalbi için herşeyden daha önemlidir. Maddi nimetler eğer Allah’ın rızasına aykırı biçimde müminin önüne gelirsenimet olmaktan çıkarlar ve değerlerini yitirirler. 
Cennette ise tüm maddi nimetler Allah’ın rızasına uygun bir biçimde vardırlar. Hurileri Allah özel olarak yaratmış ve kullarına ikram etmiştir. Evleryiyecekler tabiat güzellikleri ve diğer herşey Allah tarafından sunulmaktadır. Onları değerli kılan şey de budur. 
İşte bu nedenle insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O’nun ikramından zevk alır. Dünyada ise cenneti andıran ortamlarda yani nimetlerin O’nun rızasına uygun ve O’na şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir hayalini kurdukları “yeryüzünde cennet” ideali işte bu nedenle mümkün değildir. Cennette var olan maddi güzelliklerin dünyadaki benzerlerini alıp bir yere toplasanız bile Allah’ın rızası olmadıktan sonrahiçbir anlam ifade etmezler. Hem Allah o maddi güzelliklerden alınan zevki de hemen yok eder.
Kısacası cennet Allah’ın bir ikramıdır ve bu nedenle değerlidir. Cennet ehli “ikrama layık görülmüş kullar”dan (Enbiya Suresi 26) oldukları için ebedi mutluluk ve sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz ise “Celal ve ikram sahibi olan” Allah’ın adını övüp yüceltmektir. (Rahman Suresi78)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...