21 Ocak 2014

Gizemli Kültler, Örgütler ve Cemiyetler



Gizem Kültleri 
Bölüm 2
Bu değerli yazı Thamos'un bir süre önce kapanan son derece bilgilendirici sitesi Ezoterika'da bulunmaktaydı. Onu arşivleyen bir okurumuz tarafından sitemize gönderilmiştir, resimleri hermetics.org'un katkısıdır.     

Gizem Kültlerinde İnançlar ve Törenler..Hazırlayan: Thamos (Geometri)


Hıristiyanlığın ilk üç yüz yıllık gelişme dönemi süresince, Roma İmparatorluğu toprakları üzerinde çeşitli Gizem Kültleri yan yana varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tüm bu kültler, ulusal ve yerel inançlardan kaynaklanarak gelişmişler ve sonradan kozmopolit ve uluslararası niteliklere kavuşmayı başarmışlardır. Ne var ki, tüm Akdeniz dünyasının Romalılar tarafından birleştirilmesinin yarattığı yeni toplumsal koşullar oluşmamış olsaydı, Gizem Dinleri asla ulaştıkları gelişim ve yayılma düzeyini sağlayamazlardı. Büyük kentlerde ve limanlarda, İmparatorluğun en uzak yörelerinden gelen halklar toplanıyordu; bir çok insan alışmış oldukları çevreden uzaklaşmak zorunda kalarak yalnızlık içine itilmişti. Bu kişiler, tanıdık bir çevre içinde özümsenme gereksinimi duyarak, yalnızca bir topluluğa ait olabilmenin sağlayacağı güvenliği aramaktaydılar. Roma İmparatorluğunun getirdiği ekonomik ve politik koşullar da, Gizemlerin gelişimini hızlandırmıştı. Bir Gizem topluluğu üyeleri birbirine destek oluyordu. Bir zanaatkar, bir tüccar ya da bir hukukçu için Gizem topluluğuna üye olmak başarının yolunu açabiliyordu. Üstelik, monarşi tarafından yönetilen bir toplumda, kişisel girişimlerin başarı şansı oldukça azdı. İmparatorluk yapısının üstünlüğü karşısında girişimleri hüsrana uğrayan kişi, daha iyi bir gelecek için umut bağlayabileceği bir topluluğa yönelmekteydi. Gizem dernekleri, böylelikle hem bireyselliğin zevkini, hem de kardeşlik ortamının yararlarını bir arada sağlamaktaydı. En azından, ilke olarak Gizem topluluklarında herkes eşit kabul ediliyor, toplumsal statü ve ulusal kökenine bakılmaksızın herkes kardeş olarak görülüyordu.

Aslında, Gizem topluluklarına katılmak bir kişisel seçim konusu olduğundan, propaganda ve misyonerlik kaçınılmazdı. İsis ve Mithra kültlerinde, misyonerlerin gayretleri aşikardı; bu Gizemlerin izleyicileri Roma'yı kendi kültlerinin merkezi olarak kabul etmekteydiler. İ.S. II. yüz yılda yaşamış olan yazar Apuleius'a göre, Roma'ya "Sacrosanta Civitas" (Kutsal Kent) adını vermekteydiler.

Örgütlenme

Genel olarak Gizem Kültlerinin örgütlenmesi oldukça gevşekti. Dionysos Gizemlerinde rahipler, Yunanistan'da her zaman olduğu gibi, varlıklı kişilerdi. Roma'da Magna Mater Kültünde "Galli" olarak adlandırılan çok sayıda rahip görev alır; başlarında "Archigallus" denilen bir baş rahip bulunurdu. Ayrıca, saçlarını uzatan, kadın giysileri giyen ve kokulu yağlar sürünen bir hadımlar grubu da bulunurdu. Bu kişiler, Magna Mater kutlamaları sırasında, vahşi bir müzik eşliğinde çılgınca dans ederler, çoşku ve heyecanın doruklarına ulaşınca kendi kendilerini kamçılar ve yaralarlar, sonunda bitkin düşerlerdi. Rahiplerin dışında, rahibeler ve çok sayıda sıradan görevliler de bulunurdu. Kültün tüm üyeleri, ritüelik geçit töreni sırasındaki işlevlerine göre örgütlenmişlerdi: "Dendrophori" (Ağaç Taşıyanlar) ve "Cannophori" (Kamış Taşıyanlar) gibi.
İsis Gizemlerinde yüksek dereceler, mutlaka Mısır'ın rahipler sınıfına mensup ya da bu soydan gelen kişilere aitti. Aslında, soy olarak rahipler sınıfına mensup olmak, daima yetenek ve ustalıktan önce gelmekteydi. Bu durum, rahiplerin sayısını sınırlı tutmakta, buna karşılık diğer dinler ile rekabette ciddi bir engel oluşturmaktaydı. Ancak, Yunan ya da Roma kökenliler için dinsel topluluğun içinde yükselmenin ikinci bir yolu daha vardı: Mısır'da adına "Pastophori" (Kutsal Sandık Taşıyanlar) denilen bir grup din adamı mevcuttu ve bunlar rahipler sınıfının en alt düzeyini oluşturmaktaydılar. Halbuki, Yunanistan ve Roma'da Pastaphori Mısır soyundan rahipler sınıfının yerini almışlar ve tüm dinsel toplulukların önderi durumuna ulaşmışlardı.

 

Ritler ve Şenlikler

Gizem kültlerine giriş törenlerinin öncesinde bir hazırlık dönemi geçirilirdi. Örneğin, İsis kültünde giriş töreni öncesinde et, şarap ve cinsel birleşmeden kaçınılması gereken on bir günlük bir süre geçirilirdi. Kült merkezinde bulunan kutsal bölümde "Hagneuontes" (Erdemli Yaşayanlar) diye adlandırılan adaylar herkesten uzak tutulurlardı.
Tüm Gizem Dinlerine girişte adaylar mutlaka bir gizlilik andı içmek zorundaydılar. İsis Gizemlerinin andının kayıtlı olduğu papirüs günümüze kalmıştır. İnisiyasyon öncesinde adayların günahlarını itiraf etmeleri istenirdi. Adaylar çoğu zaman, törenin bir bölümünü oluşturan "Vaftiz" işlemine kadar geçmiş olan tüm yaşamlarını, işledikleri günahlarla birlikte anlatmak durumunda kalırlardı. Adayların itirafları tüm topluluk üyelerince dikkatle dinlenirdi. Vaftiz uygulamasının adayların geçmişteki tüm günahlarını sileceği ve o andan başlayarak adayların kurtarıcı tanrının hizmetinde daha iyi bir yaşama başlayacaklarına inanılırdı.

Mithra Gizemlerinde yedi derece vardı: "Corax" (Kuzgun), "Nymphus" (Damat), "Miles" (Asker), "Leo" (Aslan), "Perses" (Pers), "Heliodromus" (Güneşin Habercisi) ve "Pater" (Baba). En alt derecedeki üyeler, ritüelin en önemli törenlerinden bir olan kutsal ekmek ve su töreninde tüm topluluğa hizmet etmekle yükümlüydüler.
İnisiyasyon törenleri her zaman ölüm ve yeniden yaşama dönüşün bir taklidiydi. Bu törenler olası en çarpıcı biçimde canlandırılırdı. Kimi uygulamalarda adaylar toprağa gömülürler ya da büyük küplerin içine sokulurlar; hatta kimi zaman simgesel olarak iç organlarının çıkarılması (tören için bir hayvanın iç organları önceden hazırlanırdı) ve mumyalanmaları bile taklit edilirdi. Başka bazı uygulamalarda ise, adayların kafalarının kesilmesi ya da suda boğulmaları temsil edilirdi. Orpheus kültünde, Dionysos Zagreus mitinin temsilinde, bir çocuk kalbi simgesel olarak pişirilir ve katılanların yemesi için dağıtılırdı.
Çoğunlukla ilginç etkinliklere sahne olan Vaftiz uygulaması, suyla olduğu gibi ateşle de olabilirdi. Vaftiz töreni sırasında kükürtlü meşaleler yakılır; yanan meşaleler suya daldırılır ve izleyenleri hayrete düşürerek, sudan çıkartılan meşaleler yanmaya devam ederdi. Bir başka şaşırtıcı uygulama, karanlık bir odada önceden hazırlanmış bir yazının aniden duvarda parlayarak görünmesiydi. Töreni yöneten rahibin başının çevresinde nasıl hale oluşturulacağını (bu işlem "Nimbus" etkisi olarak bilinir) anlatan talimatnameler bu güne dek kalabilmiştir. Rahibin başı traş edilir ve koruyucu bir yağ ile sıvanır, daha sonra başın arka kısmına içi az miktarda alkolle dolu bir metal kap bağlanırmış; karanlık bir odada alkol yakılınca, kısa süre için istenen "Nimbus" etkisi sağlanabilirmiş. Dionysos ve İsis Gizemlerinde, inisiyasyon töreni çoğunlukla bir "Kutsal Evlilik" yani kutsal çiftleşme riti ile noktalanırdı.
İnisiyasyon törenleri genellikle müzik ve dans eşliğinde uygulanırdı. Bu törenlerde çok sayıda aktör rol alırdı. Dionysos topluluklarında, mimik gösterileri için özellikle ayrıntılı çalışmalar yapılırdı. Kutsal rollerin isimleri yöreden yöreye farklı olurdu. En çok rastlanan roller Dionysos, Ariadne (Dionysos'un eşi, bitki tanrıçası), Palaemon (bir deniz tanrısı), Aphodite (aşk ve güzellik tanrıçası), Proteurythmos (müzikte ritmi bulan tanrı), Kore, Demeter, Asclepius (tıp tanrısı), Pan (çobanlar tanrısı), Curetes (uzun saçlı gençler), Nymphe'ler (doğa tanrıçaları), çobanlar, Silen'ler, Satir'ler (yarı insan yarı hayvan vahşi yaratıklar), Maenad'lar (Dionysos kültünde gece eğlentilerine katılan kadınlar), Kentaur'lar (yarı insan yarı at yaratıklar) ve "Mağaranın Bekçisi" rolleriydi.
Törenlerde her zaman İmparator'un sağlığı ve esenliği için bir dua yer alırdı; tüm Roma İmparatorluğu için de ayrıca bir hayır duası yapılırdı. Aslında, siyaset ve din öylesine iç içe geçmişti ki, zaman zaman kullanılan "Emperyal Gizemler" ifadesi hiç de şaşırtıcı değildi. Bu bakımdan, özellikle Dionysos kültü için, törenlerin uygulamaları üyelerin sosyal statülerine göre farklar göstermekteydi. Varlıklılar için ve üst orta sınıf için, şenlikler sosyal etkinlikler olarak görülürdü. Bu toplulukların üyeleri, İmparator'un kendilerine sağladığı barış, güvenlik ve iyi yaşam fırsatı için müteşekkirdiler; Roma İmparatorluğuna sadakatle bağlıydılar ve bu duygularını törenlerde belirtmekteydiler.
Dionysos, aynı zamanda aktörlerin de koruyucu tanrısıydı. Uluslararası aktörler topluluğu kendi toplantılarını Dionysos Gizemlerine uygun biçimde kutlamaktaydı. Roma İmparatoru seyahate çıktığı zaman, çeşitli kentlerde İmparator onuruna düzenlenecek olan şenlikleri hazırlamak sorumluluğu bu aktörler birliğine aitti. İmparatorun gezi programı önceden belirlendiği için, yolculuk Gizem törenlerine yakından benzeyen bir cafcaflı festivaller dizisine dönüşürdü.

Gizem topluluklarının toplantıları, birlikte yenilen yemeklere göre adlandırılırdı. Dionysos Gizemlerinde toplantıların adı "Stibas" (Saman) idi; zira üyeler yemeklerini saman demetlerinin üzerinde oturarak yerlerdi. Attis Gizemlerinde yemekli toplantının adı "Kline" (Sedir) idi; zira yemekler sedirlerde uzanılarak yenirdi.
İnisiyasyon - Maria Aquilar

Mevsimsel Şenlikler

Dionysos, Demeter, İsis ve Magna Mater kültlerinde bir tür dinsel takvim düzeni bulunmaktaydı. Bu takvim düzenine göre gerçekleştirilen mevsimsel festivaller, bağbozumu ve tahıl ekim-hasat zamanı ile yakından bağlantılı olan eski kabile törenlerinden miras kalmıştı. Şenliklerin zamanlaması, Gizemlerin kaynaklandığı ülkelerin mevsim ritlerine verdiği öneme ve coğrafi koşullara göre değişmekteydi. Dionysos şenlikleri dört mevsimde de kutlanırdı; ama en önemlisi bağbozumu şenlikleriydi. Dionysos kültünde, Demeter inançları ile yakından ilişkili olduğu için, tahıl ekimi ve hasat zamanı şenlikleri de kutlanırdı. Magna Mater kültünde ise, yaşamın yenilenmesini temsil eden bir bahar şenliği kutlanmaktaydı.
İsis şenlikleri, Nil nehrinin döngüsü ile bağlantılı olan üç mevsime (taşkın, ekim ve hasat) göre ayarlanmıştı. Her yıl yaklaşık olarak 19 Temmuz'da, tüm ülke sıcaktan kavrulmuş durumdayken, tıpkı bir mucize gibi, Nil'in suları yükselir ve taşkın başlar. İşte Mısırlılar için kutsal yılbaşı olan o gün, güneş doğmadan önce, İsis'in yıldızı olan Sirius ufuktan yükselerek, taşkın mevsiminin ilk habercisi olur. Nil taşkını şenlikleri eski Mısır'ın en büyük şenlikleriydi. Ayrıca, ek,m ve hasat şenlikleri de vardı. Ancak Mısır takvimi, artık yıl hesabı gözetilmeden düzenlenmiş, 365 günlük bir güneş takvimi olduğu için, belirli bir tarihe bağlanan şenlikler her dört yılda bir gün geri gider ve böylece ciddi bir karışıklık ortaya çıkardı. Romalılar, artık yıl uygulamasını getirerek, Mısır takvimini yeniden düzenlediler. Roma İmparatorluğunda, İsis şenlikleri 25 Aralık, 6 Ocak ve 5 Mart tarihlerinde kutlanıyordu.

Gizemli Kültler, Örgütler ve Cemiyetler


Gizemli Kültler, Örgütler ve Cemiyetler

Gizem Kültleri 
Bölüm 1
Bu değerli yazı Thamos'un bir süre önce kapanan son derece bilgilendirici sitesi Ezoterika'da bulunmaktaydı. Onu arşivleyen bir okurumuz tarafından sitemize gönderilmiştir, resimleri hermetics.org'un katkısıdır.     

Hazırlayan: Thamos



Gizem Dinleri, Greko-Romen kültür dünyasında kamuya açık resmi dinler tarafından sağlanamayan bireysel dini deneyimler sunan çeşitli gizli kültlere verilen addır. Bu dinlerin kökeninin, ilkel insanlar tarafından dünyanın çeşitli yörelerinde uygulanan kabile törenlerinde bulunduğu ileri sürülmüştür. İlkel kabile topluluklarında hemen herkes inisiye olurken, Grek dünyasında Gizem Dinlerine inisiyasyon kişisel seçim konusudur. Gizem Dinleri, İsa'dan sonra gelen ilk üç yüz yıl süresince en yaygın oldukları dönemi yaşamışlardır; ama kökenleri Grek tarihinin en eski dönemlerine kadar geri gider.
Etimolojik olarak, "Mysterion" (Gizem) sözcüğü Grekçe'de "gözleri ve dudakları kapatmak" anlamını taşıyan "myein" (muein) fiilinden türemiştir. Gizem Dinleri, daima adayların "inisiye" (içeri alınma) olarak girebildikleri gizli kültlerdir. İnisiye olan kişiye "mystes", adayı öneren kişiye "mystagogos" (mystes'in önderi) adı verilir. Kültün önderinin adı ise "hierophantes" (kutsalı açıklayan) ya da "dadouchos" (meşale taşıyan) olmuştur. Bir gizem topluluğunun temel uygulamaları toplu yemekler, dans ve inisiyasyon törenleridir. Ortak yaşanan bu deneyimler kült içi bağlılıkları güçlendirir.
"Gizem Dinleri" (Mystery Religions) genelde yalnızca belirli bir toplumsal birimin üyesi olarak kabul edilen kişilere açık törenlerden oluşmuştur. Yaşama ve yaşamın sürdürülmesine sıkıca bağlı olan bu gizemlerin başkalarına açıklanmaması temel koşuldur. Gizem dinleri, gizemlere ulaşan kişilere toplumsal anlamda değişmez nitelikler ve özel bir statü verir.
Gizemler iki ana nitelikte ele alınabilir:
  • birincisini, bir bireyi toplumsal yapı içinde, erişkinlerin yaşamına ya da gizli bir derneğe alan gizli törenler oluşturur ve bu törenler daima gizemci bir yeniden doğum düşüncesini içerirler;
  • ikincisi ise, belirli mevsim değişimlerinde mitosların canlandırılmasından, her uygulamada bir "arketip" (ilk örnek) ile gerçeklik ve nitelik bakımından eşdeğer olduğu öngörülen kutsal temsillerden oluşur.
    Ekim - Vedder
Gizem Dinlerinin uygulamalarına benzer dramatik ritüeller oldukça yaygındır. Bu törenlerin nitelikleri, yaşamın sürdürülmesi için gerekli koşullar, doğal çevre ve topluluğun inanç yapısına bağlıdır. İlk çağlarda Mezopotamya'da, yaz sıcağının bitkileri yok etmesi,Tammuz'un ölümü ve dirilmesini canlandıran mitos ve kült dramalarında karşılığını bulur; güneşin kış mevsimi tarafından yenilgiye uğratılması ve baharda geri dönüşü ise, Marduk'un yeraltı dünyasına hapsedilmesini ve kurtarılmasını anlatan törenlerle kutlanır. Suriye ve Fenike'de Adonis, Batı Anadolu'da Attis ve Mısır'da Osirisde, bu tür dramatik ritüellerin başrol oyuncuları olarak görülmelidir. Bu ritüellerin hemen tümü, toprağın verimliliği ve canlıların doğurganlığı ile ilgili "Gizem" (Mystery) törenlerini oluşturur. Atina'da ünlü Eleusis törenleri ve yalnızca kadınlara özgü "Thesmaphoria" bu dinlerden sayılır.
Bir "Gizem" (Mysterion), gizeme ulaşarak inisiye olanlar dışında herkesten gizli tutulan (muein = kapalı) bir ritüeldir. Adaylar, bir hierofan (ierofantis) yani "kutsalı açıklayan" önderliğinde gizemlerin kendilerine açıklanması için hazırlanırlar. İzmir'li Theon'a göre Eleusis törenlerinde bu hazırlık dört aşamada gerçekleşir: ön arınma aşaması, bilgilendirme ve yönlendirme aşaması, gizemin açıklanması aşaması ve son olarak artık ayrıcalıklı bir kişi olan kişinin başına taç ya da boynuna çelenk takılması. Üçüncü aşama olan gizemin bildirilmesinin, yalnızca konuşularak yapılan bir uygulama olmayıp, dramatik bir gösteri biçiminde olduğu da bugün bilinmektedir. Ayrıca, tüm gizem törenlerinde dansın da önemli bir yer tuttuğu açıklanmıştır.
Eleusis törenlerinde gizliliğin nedenleri olarak, bazı düşünürlerce, egemen Grekler tarafından yerel halkın dinsel baskı altında tutulması sonucunda kültlerin gizliliğe sığınması biçiminde açıklanması ağırlık kazanmıştır. Gerçekten, Girit'te Grek gizem törenlerinin benzeri tümüyle açık olarak uygulanmakta olup, hiçbir gizemli yönü bulunmuyordu. Ayrıca, Eleusis'teki "Telesterion" (gizem töreninin gerçekleştiği tapınak) Minos-Miken mimari tarzında olup Eleusis adının bile büyük olasılıkla Grek öncesi bir kökeni olduğu ileri sürülmüştür. Gerek Eleusis ve gerekse diğer Gizem Dinleri törenlerinde Grek öncesi bir çok unsurun yaşamaya devam ettiği kesinlikle saptanmıştır.

Bu düşünceye karşılık, Gizem Dinlerinin tanrıları arasında kesin olarak Grek olduğu bilinenlerin (Demeter, Koregibi..) bulunması, ritüellerin yerel dinlerin kalıntısı olmadığını düşündürmektedir. Bu törenlerin, çoğu zaman soylu ve önde gelen aileler tarafından düzenlenmesi ve törenlerdeki büyü uygulamalarının varlığı gizliliğin nedeni olarak ileri sürülebilir.
Gizem Dinleri tanrılarının tümü, birer toprak ya da yeraltı tanrısı (chtonian) niteliğinde olup, her ne kadar koruyucu ve iyiliksever olsalar da, doğaları gereği yanlarına yaklaşılması tehlikeli olan varlıklardır. Bu bakımdan, herhangi kritik bir anda doğabilecek bir soruna yer vermemek için, törenlerin bir gizlilik örtüsü altında yürütülmesi ve böylece "arınmamış" kişilerin uzak tutulması yoluna gidilmiş olmalıdır.
Attis-Kybele, Isis ve Dionysos Sabazius'a bağlı ve sonradan Yunanistan ile Roma Imparatorluğu'nu istila eden Doğu Gizemleri, Eleusis törenleri ile bir çok ortak özellikler taşımaktadırlar. Ancak, Doğu Gizemlerinde katılanların kendinden geçişleri (vecd) çok daha şiddetli, üstelik tanrılarla bütünleşme arzusunun yarattığı psikolojik gerilim çok daha tehlikeliydi. Örneğin, baş rahibin tanrının adını taşıdığı Attis tapımında inisiyeler kendilerini hadım ederlerdi. Tanrı ile bütünleşme, ya boğa kurbanı (Taurobolium) sırasında kana bulanma, ya da sunak üzerinde kendi kollarının bıçakla kesilmesi ile sağlanırdı. Ayrıca bir kutsal evlenme töreni düzenlenir ve inisiye büyük tanrıça ile cinsel ilişki kurardı. Frigya gizemlerinde, dramatik olarak ifade edilen, Attis'in ölümü ve dirilmesi çok belirgindi. Bu törenlerin gerçekleştirildiği "Hilaria" (sevinç ve neşe) bayramı ilkbahara rastlardı.
Eleusis gizem törenleri de, "Boedromion" ayının son yarısında, yani yaz sonunda gerçekleştirilirdi. Bu yörede hasat zamanı, kuzey iklimlerine göre daha önce gelir, gizem törenleri uygulandığı günlerde harmandan elde edilen taneler çoktan toprak altına gömülmüş olurdu. Törenlerin başlangıcında Kore (Persephone = tahıl bakiresi) kesin olarak yeraltına göç etmiştir. Mevsimin en yağışsız ayı olması nedeniyle, tarlalar boş ve kuru görünümdedir. Ancak, güz yağmurları başlayıp tarlaların sürülmesi ve ekim zamanı gelince Kore geri dönecektir, yani hasat olacaktır. Törende, Kore'nin yeraltına kaçırılışı temsil edildikten s

onra, ritüelin yarattığı heyecan doruğa vardığı anda, biçilmiş bir buğday başağı katılanlara gösterilirdi.

Bu kültlerin çoğunda inisiyeler, acı çekmişler ve sonunda zafer kazanarak tanrıyla bütünleşmişlerdir; bu dünyada tanrının sevgisini kazanmakla kalmayıp öbür dünyada da mutluluklarının garanti altına alındığı inancını taşımaktadırlar. İnisiye olanlar, tanrı ile birleşirler, onun yaşamını ve ölümünü kendilerinde gerçekleştirirler. Ölen ve yeniden yaşama dönen tanrı gibi, gerçek ölümden sonra da sonsuz yaşama kavuşacaklarına inanırlar. Gizem Dinlerinin inisiyeleri, eski yerel-ulusal dinlerin sınırlarını aşıp, artık daha kişisel ve daha derin bir kurtuluş dinine girmişlerdir.
Şimdi Yunan ve Roma uygarlıklarında etkili olan Gizem Dinlerini birer birer inceleyelim:

Dionysus

Dionysos

Tüm Grek kentlerinde Dionysos'a (Bacchus) tapan erkek, kadın ya da karma özellikte çeşitli kardeşlik örgütleri vardı. Dionysos, genelde bir bereket ve bitki tanrısı olmakla birlikte, özünde şarap tanrısıydı. Dionysos adına düzenlenen ve adına "Dionysiac" ya da "Bacchanalia" denen şenlikler, topluluk üyelerinin gündelik yaşamın döngüsünün dışına çıkmaları için bir fırsat oluştururdu. Bu şenlikler, yalnızca şarap içmeyi ve cinsel eylemleri içermekle kalmaz, aynı zamanda korolar ve pandomim gösterileri gibi Grek uygarlığının değerli kültür etkinliklerini de kapsardı. Çoğu kez, yalnızca inisiye olanların bu törenlere katılmasına izin verilirdi. Ancak, zaman içinde topluluktaki hemen tüm bireylerin inisiye olması sağlandığı için, Dionysos kültüne giriş, ilkel kabilelerin inisiyasyon törenleri ile paralellik gösterir. Öyle görünüyor ki, bireyin cinsel yaşamının başlangıcı ile Dionysos kültüne girişi aynı anda gerçekleştirilirdi. Ne var ki cinsel üreme eylemi, asla ölüm düşüncesinden tümüyle ayrı tutulamadığı için, Dionysos'a tapanlar ölmüş ataları, yaşayan nesil ve topluluğun gelecekteki üyeleri arasındaki gizemci birlikteliğin bilincindeydiler.

Eleusis

Hades
Tahıl tanrısı Demeter (Ceres) ile kızı Kore (Persephone) adına kurulmuş en önemli tapınak Attika'da, Atina ve Megara arasında yer alan Eleusis kentindeydi. Adına "Büyük ve Küçük Eleusis Gizemleri" denilen ve tahılın ekim, filizlenme ve biçim dönemlerinin kutlandığı ünlü dinsel tarım şenlikleri Eleusis kentinde yapılırdı. Kore mitosunda dile getirilen tahılın yaşam döngüsü ile insanın yaşam döngüsünün paralel olduğuna inanılırdı. Homeros'un yazdığı "Demeter'e Ağıt"ta yer alan bu mitos, kendine bir eş arayan yeraltı tanrısı Hades'in (Pluton) Kore'yi toprağın derinliklerine kaçırışını anlatmaktadır. Günler boyu kızını arayan anne Demeter, Eleusis'e varır ve tahılların büyümesini durdurur. Sonunda Hades, Kore'yi dünyaya geri göndemeye razı olur. Kore, tahıl bakiresi olarak aydınlığa döner ve oğlu Plutus'u doğurur (Kore, "bakire", Pluton, "zengin olan", Plutus, "bolluk" anlamına gelmektedir). Oysa Kore, doğum ve ölümü simgeleyen narlardan yemiştir ve bu yüzden karanlıklardan tümüyle kurtulamaz; bir orta yol bulunur, yılın üçte birini kocası ile yeraltında geçirecek, kalan sürede annesi ile birlikte olacaktır. Bu çözüme sevinen Demeter, tahılların yeniden büyümesine izin verir ve Eleusis halkına kendi ritlerini öğretir. Eleusis şenliklerinde, Demeter ve Kore'nin tüm öyküsü titizlikle yeniden canlandırılır. Tıpkı mitosta Kore'nin yeraltına kaçırılması, Hades ile evlenmesi ve Plutus'u doğurmasında olduğu gibi; aynı biçimde, tahıl da yeni bir yaşam vermek üzere toprağa ekilir. Tıpkı topraktan fışkıran, biçilen ve hem insanoğlunun ekmeği biçimine dönüşen, hem de tohum olarak yeniden kullanılan tahıl gibi, Kore'de annesinden kopartılır ve yeni bir yaşam doğurması için bakireliği yok edilir. Ölen insanlar da, yaşamın yenilenmesi döngüsüne mistik anlamda katkıda bulunmak için toprağa gömülürler. Eleusis'in mesajı budur: her mezardan yeni bir yaşam fışkırır. Bu nedenle inisiyeler, ölümden sonra ulaşılacak ölümsüzlük için umut beslemelidirler. 
Demeter - Eve Reid
Tüm Grek kentlerinde Eleusis şenliklerinin yapılmasına karşın, gerçek Eleusis Gizemleri yalnızca Eleusis kentinde kutlanmaktaydı. Başlangıçta Demeter kültü yerel bir inançtı ve bu külte inisiyasyon, kişisel değil, topluluk ya da kabile düzeyindeydi. Eleusis Gizemlerine katılan birey, bağlı olduğu topluluğun tam bir üyesi oluyordu. Bu düzen, I.Ö. 600 yıllarında Eleusis'in Atina topraklarına katılmasına kadar sürdü. Bu tarihten sonra, toplumsal statü sağlama yöntemi olarak önemi azalan inisiyasyon, giderek tümüyle dinsel bir tören biçimine dönüştü. Tüm Atinalılar Eleusis Gizemlerine katıldılar ve kısa süre içinde gizemler tüm Grek dünyasına yayıldı; böylece Eleusis şenlikleri "uluslararası" bir niteliğe kavuştular. Ancak, inisiye olmak isteyenler yine de Eleusis'e gitmek zorundaydılar. Eleusis gizem riti artık bir kabile töreni olmaktan çıkmıştı. Her birey, katılıp katılmama konusunda kendi kararını kendisi veriyordu. Bu gelişim ancak, büyük bir kent olan Atina'nın, din de dahil olmak üzere, kişilere kendi yaşam biçimilerini seçme hakkını tanıyan farklı bir kültür yapısına sahip olmasıyla sağlanmıştı.
Hem Dionysos, hem de Eleusis Gizemleri geniş bir anlam içeriğine sahiptiler. Bu gizemlerin özü, hiç bir yazılı kaynakta yer almaz; yalnızca topluluğun kutsal günleri olan şenlik dönemlerinde yaşanarak öğrenilirdi. Yine de katılanların büyük çoğunluğu, törenlerin sadece yüzeysel yönlerini tanıyabilirler ve hoşça zaman geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirilerdi. Ancak, törenlerin daha derin anlamları da bulunmaktaydı; ama bu gizler, herhangi bir teoloji ya da inanç dizgesi ile açıklanmaz, doğrudan dinsel eylemin yaşanması ile aktarılırdı. Bu bakımdan, inisiye olmamış kişilere gizemleri sözlerle açıklamak olanaksızdı. Öte yandan, gizli dansları yabancılara anlatmak bile dinsel ihanet sayılırdı.
  Din Dışı Gizem Toplulukları
Inisiyelerden oluşan bir topluluk, zamanla tüm dinsel bağlantılardan arınarak, tümüyle sosyal bir dernek biçimine dönüşebilirdi. Yine de kardeşlik, gizlilik ve birlikte yenilen yemekler sürdüğü için, Grekler ve Romalılar bu tür dernekleri de gizem toplulukları olarak görürler, dinsel gizem topluluklarından farklı olarak değerlendirmezlerdi. Bu tür dernekler arasında aristokratik nitelikte olanların Atina politikası üzerinde önemli etkileri olmuştu. I.Ö. 415 yılında ünlü "Gizem Skandalı" meydana geldi. Bir kaç aristokratik dernek, Atina demokrasisini devirmek için komplo düzenlemişti. Tüm üyeleri taahhüt altında tutabilmek amacıyla, her üyenin katılmak zorunda olduğu toplu bir suç işlenmesi yoluna gidildi. Bir gece, bütün üyeler birlikte, Atina sokaklarında bulunan sayısız Hermes heykellerinin erkeklik organlarını çekiçle kırdılar. Böylece ilerde ortak siyasal amaçtan sapma gösterecek olan kişi, kendi dostları tarafından dine karşı suç işlemek ithamıyla ihbar edilecek ve üstelik bu suçlamayı doğrulamak için bir çok tanık kolayca bulunacaktı. Atina halkı gelişmekte olan komployu kısa sürede fark etti. Bir dizi yargılama sonrası, komplocular cezalandırıldı ve sürgüne gönderildi. Komploculardan biri olan ünlü hatip Andocides'in savunma konuşması olan "On the Mysteries" (Gizemler Hakkında) bir edebiyet eseri olarak günümüze kalmıştır.
Din dışı gizem toplulukları Grek ve Roma tarihi boyunca varlıklarını sürdürdüler. Özellikle Romalılar gizli topluluklara karşı güvensizlik beslemekteydiler. Bu kuşku, I.Ö. 63 yılında yönetimi devirmeye kalkışan ve bunun için gizem topluluklarını kullanan Catiline tarafından doğrulanmıştı. Örneğin, I.S. 98 - 117 yılları arasında Imparator olan Trajan, bir itfaiye ekibi oluşturmak üzere bir dernek kurmak isteyen Nicomedia (Izmit) halkına izin vermemiş; iyilik işleri için bir dernek kurmak isteyen Amisus (Samsun) halkına ise pek gönülsüz bir onay vermiştir.


Orpheus - Delville

Orpheus

Topluluk inisiyasyonlarının yanı sıra, daha derin dinsel deneyimler yaşamak isteyen bireyler için de törenler mevcuttu. Bu törenler "Orpheus Gizemleri" adını taşımaktaydılar. Orpheus, insanüstü müzik yeteneğine sahip olan ve gizemli yazılar kaleme aldığı öne sürülen bir mitos kahramanıydı. "Orphic Rapsodiler" adıyla bilinen bu yazılar, ölüm sonrası ve ruhsal arınma gibi konuları işlemekteydiler. Bağımsız bir Orpheus kültünün asla varolmamasına ve Orpheus'çu küçük toplulukların öğretilerinin birbirinden oldukça farklı olmasına karşın, söz konusu bireysel inisiyasyon uygulamalarının ortak bir yapısı olduğu görülmektedir.
"Orphic" diye adlandırılan Orheus Gizemlerine bağlı kişilerin günah ve suç kavramlarına ilişkin güçlü duyguları olduğu sanılmaktadır. Insan ruhunun tanrısal özellikleri olduğuna, ruhun bedene esir düştüğüne ve insanın asıl görevinin ruhunu kurtarmak olduğuna inanırlardı. Kurtuluş, ancak "Orphic" bir yaşam sürmekle sağlanabilirdi: yani et, şarap ve cinsel ilişkiden kesinlikle uzak durmak gerekliydi. Ölüm sonrasında, ruh yargılanacaktır. Eğer kişi doğru bir yaşam sürdüyse, ruhu Elysium'un çayırlarına gitmeye hak kazanacak; ancak kişinin yaşamı kötülüklerle doluysa, ruhu çeşitli cezalara uğrayacak, hatta belki de cehenneme gidecektir. Ödüllendirme ya da cezalandırma döneminin sonunda, ruh yeni bir bedende yaşama dönecektir. Bu döngüden, yalnızca üç kez üstüste dindar bir yaşam sürdüren ruhlar kurtulabilecektir.

Pisagor

Pisagorcular

I.Ö. VI. yüz yılın başlarında Güney Italya'da ortaya çıkan Pisagor kardeşlik örgütünün temelinde Orphic inançlar yatmaktaydı. Pisagorcular, kimi zaman politik eğilimlere de sahip olan aristokratik nitelikli bir kardeşlik örgütlenmesiydi. Yine de temel başarıları müzik, geometri ve astronomi alanlarında gerçekleşmişti. Bu alanlarda yer alan çeşitli olguların, sayılar ya da orantılar sayesinde anlaşılabileceğini ortaya çıkarmışlardı. Kendi buluşları ile Orphic eskatoloji (ölüm ve ölümden sonrasının dinsel anlamda incelenmesi) arasında bir bütünlük sağlamışlar; müzik, geometri ve astronomiye dinsel değerler yüklemişlerdi. Öğretilerine göre, insan ruhunun özgün yuvası yıldızlardaydı. Ruh, yıldızlardan yeryüzüne düşmüş ve bedenle birleşmişti. Bu bakımdan, insan aslında yeryüzüne yabancıydı ve bedenin bağlarından kurtularak göklerdeki yuvasına geri dönmek için çırpınmaktaydı.

 Platoncular
Platon'un (I.Ö. 428 - 348) felsefesi, gizem kültleri ile bağlantıların doğrudan bir sonucudur. Platon, eski Grek dininden, özellikle Pisagor kardeşlik örgütünden ve Eleusis topluluklarından bir çok düşünceyi ödünç almıştır. Kendisi de, felsefesinin gizem dinlerinden türediğini belirtmiştir. Örneğin, Eleusis Gizemlerinde pek önem verilen "arama ve bulma" kavramları Platon felsefesinde de baş köşeyi tutmaktadır: filozof, gerçeği arayışına asla ara vermemelidir. Buna karşın Platon'dan sonraki Gizem Dinleri, diyalogların zengin düşgücünden yararlanarak, Platon'un düşüncelerini ödünç almışlar ve böylece Platonculuk ile derinden kaynaşmışlardır.
Atina Okulu - Raphael (Ortada Platon ve Aristo) 
Evren kuramını sergilediği Timaeus adlı eserinde Platon, ayrıca bir de ruh kuramı geliştirmiştir. Yeryüzü, yedi gezegenin oluşturduğu küreler tarafından çevrelenmiştir; sekizinci küre sabit yıldızların bulunduğu küredir. Sekizinci kürenin ötesinde tanrısal ülke yer almaktadır. Tanrısal güçle devinen sabit yıldızlar küresi değişmez bir hızla sağa doğru dönmektedir. Bu saat yönünde devinim, saat yönünün tersine devinen diğer küreleri etkilemektedir. Ölümlülerin küreleri gezegenler düzeyinde başlamaktadır. Her ruhun özgün mekanı sabit yıldızlardan biridir. Kürelerin devinimi nedeniyle ruhlar kürelerden ayrılıp, bedenlerle bütünleşecekleri yeryüzüne doğru düşmektedirler. Bu düşüş sırasında ruhlar çeşitli gezegenlere özgü nitelikler kazanmaktadırlar: Saturn'den miskinlik, Mars'tan kavgacılık, Venüs'ten cinsellik, Jupiter'den şehvet ve Merkür'den açgözlülük. Sonuçta, her ruh bağlı olduğu bedenden ayrılarak, ait olduğu yıldıza geri dönmeye çabalamaktadır. Ölümden sonra ruh, kendi yıldızına geri döner, tıpkı inisiye olan adaylar gibi edindiği tüm niteliklerden sıyrılır, gündelik değerlerden arınarak kutsal mekana girmeye hazırlanır.
Platon; kürelerin müziği, ruh göçü, ruhun kendi göksel kökenini anımsaması, doğrunun ödüllenmesi ve kötünün cezalanması gibi bir çok başka geleneksel inançları da yinelemektedir. Daha sonra gelişen Gizem kültleri ise bu açıklamalardan derinden etkilenerek, Platon'un pek güzel ifade ettiği bu kavramları benimsemişlerdir.


Helenistik Dönem

Büyük İskender'in Asya krallıklarını İndüs nehrine kadar ele geçirmesi ile Grek dünyasının sınırları büyük ölçüde genişlemiş oldu. Ne var ki, Yunanistan'ın ve İskender Imparatorluğunun Batı bölümlerinin dinsel düşüncelerinde değişim çok yavaştı, zira zaten dünyanın hakimi olan Greklerin herhangi bir değişimi gereksiz görmeleri pek doğaldı.
Bu dönemde de Gizem kültlerinin etkinlikleri sürmekteydi. Örneğin, Messenia bölgesinde bulunan Andania kentinde Demeter ve Persephone onuruna gizem şenlikleri kutlanmaktaydı. I.Ö. 92 yılından kalma uzun bir anlatı, Andania ritlerinin uygulamasını oldukça kapsamlı biçimde anlatmakta, ancak doğal olarak inisiyasyon töreni sırasında olan biten hakkında hiç bir ayrıntı vermemektedir.
Bir diğer örnek; Samothrace adasında uygulanan gizem ritleridir. "Cabeiri" (çeşitli bereket tanrıları) onuruna düzenlenen bu şenlikler, o dönemde büyük dikkat çekmektediler. Cabeiri, denizcilerin yardımcısı olduklarına inanılan tanrılardı ve bu gizemlere inisiyasyon, genelde her türlü felakete, ama özel olarak deniz kazalarına karşı koruyucu olarak kabul edilirdi.
Isis - Osiris
Dionysos Gizemleri, şenlik ve cümbüşleri ile, tüm Grek tarihi boyunca sürüp gitti. Grek uygarlığının bir çok özelliği ile birlikte, bu kült de Italya'ya taşındı. Dionysos Gizemleri daha çok alt-orta tabakadan kentlilerce kutlanıyordu ve gizliliğin altında kaba seks partileri ve şiddet içeriyordu. İ.Ö. 186 yılında, "Bacchanalia" (Dionysos şenliklerinin Latince adı) ile bağlantılı bir rezalet Romalıları öylesine olumsuz etkiledi ki, Senato çıkardığı bir karar ile bu kültü tüm İtalya'da yasakladı.
Helenistik dönemde, Gizem kültleri ile ilgili en önemli gelişmeler Yunan kültürü ile Doğu dinlerinin karşı karşıya geldiği Doğu ülkelerinde meydana geldi. Grek uygarlığı ile temas, okur-yazarlığın yalnızca bir kaç rahip ve katibin ayrıcalığında bulunan Doğu'daki yaşamı tümüyle değiştirmişti. Iskender'in fetihlerinden sonra toplum yapısı önce dağıldı ve daha sonra yeni çizgilerde gelişim gösterdi. Dinsel düşüncede de değişim kaçınılmazdı. Bunu Doğu geleneklerinin Grekleri etki altına alması izledi. Gerçi, değişim süreci oldukça yavaştı ve ancak bir kaç yüz yıl sonrasında kendini açıkça belli etti.
Halbuki, Krallık kurumu açısından Doğu-Batı kaynaşması pek hızlı gerçekleşmişti. Eski Yakın Doğu'da krallık kutsaldı. Suriye ve Mısır'da yeni ortaya çıkan Grek krallıklarının halkı, Makedon krallarına yarı tanrı gözüyle bakıyorlardı. Yunanlıların kendileri de, kısa süre içinde bu politik ve dinsel karışıma uyum sağladılar. Kutsal-kral bireşimi, toplumsal yapının "devlet" ya da "ulus" biçiminde soyutlanmasını kavrayamayan ve ancak politik yapının birliğini kralın kişiliğinde bulabilen Suriyeliler ve Mısırlılar için pek doğaldı. Kral, güvenliğin bir simgesiydi ve bireylerin düzenli bir toplumda yaşamasına yardım etmekteydi. Böyle bir ortamda gelişen ve adına "Kraliyet Gizemleri" (Royal Mysteries) denen ritüeller özellikle Mısır'da çok etkiliydi. Geleneksel Mısır dinine göre, egemenlik süren firavun güneş-tanrı Horus'un yeniden yaşama dönmüş biçimiydi. Firavunun karısı gökler kraliçesi İsis'i, bir önceki ölmüş firavun da bereket tanrısıOsiris'i simgelemekteydi. Helenistik dönemde Osiris'in adı, Zeus ve Apis isimlerinin bir sentezi olan Serapis olarak değişti. Tüm Mısır tanrıları Grek tanrıları ile eşdeğer biçime geldiler: İsis, Demeter ile Aphrodite'in, Horus, Apollon ile Helios'un, Serapis de hem Dionysos, hem Hades ve hem de Zeus'un yerini tutuyordu. Grek ve Mısır mitosları tüm bu tanrılara uyarlandı.
Mısır'ın Büyük İskender tarafından kurulan yeni başkenti İskenderiye'nin mahallelerinden biri Eleusis adını taşımaktaydı ve burada Eleusis Gizemlerinin Mısır'a uyarlanmış bir biçimi uygulanmaktaydı. Dionysos Gizemleri ise, Mısır'da çok daha geniş bir uygulama alanı bulmuştu. Firavunun yeniden yaşama kavuşmuş Dionysos'u simgelediği "Bacchus" şenlikleri o denli sık düzenlenmekteydi ki, saray halkı bile kargaşa içine girmişti. Pisagorcu ruh göçü kavramı da aktarılarak, Horus'un hüküm süren firavun olarak yeniden doğuşu ile ilgili geleneksel Mısır inancı ile harmanlanmıştı.
Ne var ki politika ve dinin içi içe geçmesi, Gizemlerin Akdeniz dünyasına yayılması için bir engel oluşturuyordu. Mısır ve Suriye'de yaşamakta olan Grekler bile, tanrı ile insan ayrımına dayanan geleneksel kavramı korumaya çalıştılar ve ancak Gizem kültlerinin politik yönleri silindikten sonra, dinsel unsurlar kendilerine ait bir bağımsızlığa kavuşabildiler. Delos adasında bulunan yazıtlar bu durumu pek iyi açıklamaktadır. Delos adasına Serapis tapımı, adanın Grek kökenli firavunlar tarafından bir deniz üssü olarak kullanıldığı dönemlerde girmişti. Ada üzerindeki Mısır etkisi hafifledikçe, Sarapis kültü gelişti ve yeni doruklara ulaştı. Delos adası, daha sonraları Romalılarca Doğu Akdeniz ticareti için serbest bir liman olarak kullanıldı ve bu sayede Sarapis ve İsis tapımı, tüm Grek limanlarına, Napoli körfezine ve Roma'ya kadar yayıldı.
Kral tapımı ile Gizem kültleri unsurlarının karışımı, Doğu Anadolu topraklarında bulunan Kommagene krallığında da açıkça göze çarpar. Kommagene kralları, büyük paralar harcayarak tüm ülkeyi devasa tapınaklarla doldurmuşlardı. Bu tapınaklarda her yıl, kralların tahta çıkış günleri tanrılar onuruna düzenlenen şenliklerle kutlanmaktaydı. Tapınak kalıntılarında bulunan yazıtlar, Gizem kültlerinde kullanılan mitas ve dualarla çarpıcı benzerlikler göstermektedir.


Roma İmparatorluğu Dönemi

Gizem Dinlerinin en şanlı dönemi, Romalıların tüm Akdenize kendi barışlarını kabul ettirmeleri ile başlamaktadır. Dionysos dernekleri İmparatorluğun her yanında, Yunanistan'da, Ege Adaları'nda, Küçük Asya'da, Tuna boylarında ve özellikle İtalya ve Roma'da yeşerdiler.
Roma'da "Porta Maggiore" (Büyük Kapı) yakınlarındaki yeraltı bazilikasında olduğu gibi, kimi topluluklarda Orheus ve Dionysos kültleri birleşmişti. Ünlü "Orpheus Ağıtları" da bu tür bir karma kültün ürünüdür. Genellikle Anadolu'da görülen bu karma kültlerin üyeleri geceleri toplanır ve meşaleler altında tapınırlardı. Ritüelde kansız bir kurban töreni uygulaması da vardı; dualar, ağıtlar söylenir; tütsüler yakılırdı.

Eskiden beri bilinen Gizem kültlerinin yanı sıra, Doğu halklarının ulusal dinlerinin Grekleşmiş uyarlamaları da yayılmaya başlamıştı. Bu dinleri saran hafif ekzotik atmosfer, Romalılar ve grekler için pek çekici gelmekteydi. Doğu Gizemleri içinde en yaygını İsis kültüydü. Hıristiyanlığın doğuş yıllarında, Augustus zamanında İsis kültü Roma'da modaydı. Gerçek Roma dinsel geleneklerini yeniden geçerli kılmak isteyen Augustus, Doğu etkilerinden nefret ediyordu. Ancak, çevresindeki güçlü ve saygıdeğer kişiler İsis Gizemleri için pek güçlü bir eğilim beslemekteydiler. Aşk tanrıçası İsis, kibar saraylı hanımların da gözdesiydi. İsis kültü, İtalya'da İ.S. I. ve II. yüz yıllarda iyice yaygınlaştı. Bir bakıma, Roma İmparatorluğu topraklarında Hıristiyanlığın yayılması, Mısır kültlerinin ayyılmasıyla aynı döneme düşmektedir.
Diğer bir önemli etki de Anadolu kökenli kültlerden kaynaklanmaktaydı. İ.Ö. 200 yıllarında Büyük Ana Kybele (Magna Mater) ve sevgilisi Attis, Roma pantheonuna girmişlerdi ve artık birer Roma tanrısı olarak kabul ediliyorlardı. Kybele-Attis kültü özellikle İmparator Claudius döneminde pek yaygın biçime ulaştı. "Magna Mater" evrensel ana niteliği ile öne çıkıyor ve özellikle yabanıl doğa üzerindeki egemenliği simgeliyordu. Gizem törenleri, sevgilisi Attis ile olan ilişkisi arasılığıyla, Toprak Ana'nın çocukları ile olan bağlantısını vurguluyor; inisiyeler üzerinde, özel bir yöntem sonucunda, Kybele ile bütünleştikleri hakkında öznel bir inanç durumu yaratmaya yarıyordu. Bu kült de, ölümden sonraki yaşam hakkında güçlü bir umut unsuru belirgindi.
Perslerin Işık tanrısı Mithra daha geç bir dönemde, büyük olasılıkla İ.Ö. II. yüz yılda yaygınlaşmaya başladı. Mithra kültü, yaşamın başlangıcını Mithra tarafından yakalanan ve kurban edilen kutsal boğaya bağlamaktaydı. Pers kaynaklarına göre, kutsal boğa ölümü ile göklerin, gezegenlerin, yeryüzünün, bitki ve hayvanların doğumunu sağlamıştı; böylelikle Mithra yaşamın yaratıcısı durumuna yükseliyordu.
Suriye'den de çeşitli kültler Batı'ya doğru yayıldılar; Jupiter Heliopolitanus (Heliopolis'in -modern Baalbek- kentinin tanrısı) ve Jupiter Dolichenus(Doliche'nin -modern Dülük- kentinin tanrısı) en önde gelenleriydi. Byblos kentinin bitki tanrısı Adonis, uzun süreden beri Greklere aşinaydı ve genellikle ritleri ve mitleri pek benzer olan Osiris ile bağlantılı kabul ediliyordu. Adonis'in dişi eşdeğeri Greklerin Aphrodite ile aynı kabul ettikleriAtargatis idi.
İmparator Marcus Aurelius'un egemenlik sürdüğü yıllarda, İ.S. II. yüz yılın sonlarına doğru, Paflagonya'lı İskender adlı bir sahte-peygamber, "Glycon" adlı kutsal bir yılana tapmak üzere yeni bir Gizem kültü geliştirmiş ve çok etkili olmayı başarmıştı.
Suriye etkisinin doruğa vardığı dönem, İ.S. III. yüz yılda, Sol Invictus adlı Suriye güneş tanrısının neredeyse Roma İmparatorluğunun baş tanrısı durumuna yükseldiği yıllardır. Bu kült İ.S.220 yılında, kişisel olarak İmparator Elagabalus tarafından Roma'ya tanıtılmış ve İ.S. 240 yılından başlayarak Sol onuruna düzenlenen "Pythia" şenlikleri başlamıştır. İmparator Aurelianus (270-275), Sol'u en yüce tanrı düzeyine çıkarmış ve İmparatorluğun dört bir yanında Sol tapınakları inşa edilmiştir. İmparator Büyük Constantine bile, uzun süre Sol ile İsa arasında tereddüt geçirmiş, her iki dinin birlikte hüküm sürmesine izin vermiştir. Sonunda, Constantine'in girişimi ile Hıristiyanlık Roma'nın resmi dini olmuştur.
Farklı Gizem Dinleri zaman içinde birbirinden esinlenmişlerdir, ancak her bir Gizem Dini farklı bir sosyolojik gruba yönelik olmuştur. Grek ve Roma kentlerinin orta sınıf halkı Dionysos topluluklarını seçerken, İsis liman kentlerindeki orta tabakayı çekmiştir. Magna Mater'in izleyicileri çoğunlukla zanaat ve meslek örgütleri olmuş, Mithra askerleri ve memurları etkilemiştir. Köleler için ayrı inanç toplulukları oluşmamış, isteyen köle istediği külte toplumsal statüsünü korumak koşulu ile bağlanabilmiştir. Yalnızca şenlikler sırasında köleler, özgür yurttaşlar ile eşit kabul edilmişlerdir.

Eski Mısır İnançlarında Osiris Kültürü


Eski Mısır İnançlarında Osiris Kültürü

Yazan  Erhan Altunay
Mısır, tarihinin ilk dönemlerinde farklı kabilelerden, daha sonra da farklı nomoslardan oluştuğu için, Mısır panteonu çok sayıda tanrı ile doludur.
Aşağı ve Yukarı Mısır’ın birleşmesinden önce yerel bir çok kült vardı ve her kabile farklı bir tanrıya tapardı. Bu kültler en sonunda, Aşağı Mısır ve Yukarı Mısır krallıklarının dinini oluşturmuştur. Bu sistem her kabilenin inançlarından izler taşıyordu. Ayrıca, bir savaş sonrasında, yenen kabile, yenilen kabilenin tanrısını da kendi panteonuna dahil ediyordu.
Birleşme olduğu zaman ise hanedan soyunun en büyük tanrısı Horus, en büyük tanrı olarak kabul edilmiştir. Horus hakkında çok fazla bilgimiz yoktur. Fakat Horus’un bir Gök-tanrı olduğu sanılmaktadır. Ayrıca firavunun da yaşayan Horus olarak görülmesi de bu kült ile ilintilidir.
Horus kültünün yanında Seth kültü de halk kitleleri arasında varlığını korumuştur. Yukarı Mısır’da yaygınlığını koruyan Seth kültü hanedanlar zamanında da devam etmiş, özellikle de İkinci Hanedan zamanında Seth bir süre Horus’un yerine en büyük tanrı olarak tanınmıştır.
Horus ile Seth arasındaki bu çekişme sonraki dönem mitolojisine de yansımıştır. Seth kültü Mısır’da uzun süre varlığını sürdürmüş ve daha sonra göreceğimiz gibi, Seth kötü güçlerin temsilcisi olmuştur.
Mısır’ın arkaik dönemine baktığımızda farklı yerlerde farklı tanrıların önem kazanmış oldukları görülmektedir. Heliopolis’de Ra , Memfis’de Ptah , Busiris’de Osiris önemli tanrılar arasındadır.
Heliopolis yaradılış efsanelerine göre , Atum/Ra tek bir erkek tanrı olduğu için , ancak masturbasyon yolu ile başka varlıkları meydana getirmiştir. Piramit metinlerine göre , Atum/Ra “ erkeklik organını elleri arasına alıp , fışkırtarak ikizleri meydana getirdi : Şu ve Tefnut .”
Adını “kaldırmak” anlamına gelen bir sözcükten alan Şu, Yunan mitolojisindeki Atlas gibi gökyüzünü taşır. Aslında Şu havayı sembolize etmektedir.
Tefnet ise Şu’nun ikiz kardeşi olduğu gibi aynı zamanda karısıdır. Kökeni daha eskiye hatta Güneş kültüne dayandığı zannedilen Tefnet daha çok havadaki nemi ve yağmuru sembolize eder. Bazı metinlerde kardeşi Şu ile beraber , Güneş’in doğuşundan itibaren gökyüzünü taşır.
Şu Tefrut çiftinden iki önemli tanrısal varlık doğar. Bunlar Geb ve Nut’tur. Erkek olan Geb Mısır toprağını, daha genel olarak da yeryüzünü temsil eder. Dişi olan Nut ise gökyüzüdür. Burada Mısır mitolojisinin Hint-Avrupa mitolojilerinden farkını görürüz. Hint-Avrupa mitolojilerinde genelde yeryüzü dişidir. Efsaneye göre Geb ve Nut önceden birbirlerine yapışık iken daha sonra Şu tarafından birbirlerinden ayrılmışlardır.
Geb ve Nut’tan ise dört tanrı doğar : Osiris, Isis, Seth ve Nephthys .
Bu konuda Plutarkhos’un “De Iside et Osiride “ adlı eserinde ilginç bir mitos vardır. Plutarkhos asıl söylenceye sadık kalmasa da , efsane doğa olaylarını açıklaması açısından da önemlidir. Efsaneye göre Ra’nın karısı Nut, Geb’i kendisine aşık eder. Bunun üzerine Ra Nut’a bir ceza verir ve ona yılın hiç bir ayında ya da gününde çocuk sahibi olamayacağını söyler. Ra’nın emirleri hiç bir zaman reddedilemeyeceği için Nu çareyi Thot’tan yardım istemekte bulur. Thot uzun uzun düşündükten sonra aklına iyi bir fikir gelir. Ay tanrıçası Selene’ye gider ve onu tavla oynamaya davet eder. Tanrıça bu oyunu kaybederse aydınlık bölümlerinden yedide birini Thot’a verecektir. Oyunu Thoth kazanır. Selene aynen söz verdiği gibi ışığının yedide birini Thot’a verir. Thoth tanrıçadan aldığı ışıktan beş gün yaratır ve bu günleri yıla ekler. Böylece Nut,hiç bir yıla ve aya ait olmayan bu beş günde doğum yapabilecektir. Nut’un Osiris, Horus, Set, İsis ve Nephtys adlarında beş çocuğu olur. Osiris birinci günde , Horus ikinci günde, Seth üçüncü günde , İsis dördüncü günde ve Nephtys beşinci günde doğarlar.

Osiris

Osiris doğanlar içinde en büyükleridir ve bu nedenle, Geb gökyüzüne çıktıktan sonra, Mısır toprakları üzerinde hüküm sürme hakkı ona aittir. Osiris’in üstünlüğü daha doğumunda belli olmuştur. Osiris doğduğu zaman gizemli bir ses “Evrenin Efendisi” nin geldiğini söylemiştir.
Osiris adı aslında Mısır dilinde Usir olan tanrının adının Yunanca’ya uydurulmuş şeklidir. Osiris Yunanlılar tarafından Dionysos ve Hades ile bir tutulmuştur. Osiris , güzel yüzlü , koyu tenli ve insanlardan daha uzun resmedilmiştir.
Osiris’in tahta geçme miti aynı zamanda meşru firavunun da tahta geçme miti ile ilintilidir. Güneş-tanrı’nın hükümdarlığını Osiris’e vermesi gibi , firavun da gücünü Güneş-tanrı’dan almaktadır. Ayrıca bu mit firavunun hükümdarlığına ait bazı usulleri de meşrulaştımaktadır.
Osiris’in tahta geçtikten sonra ilk yaptığı işlerden biri , ilkel bir hayat süren Mısır’lıları uygarlaştırmak olmuştur. Osiris onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi , buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi , ekmek , şarap ve bira yapmayı öğretmiştir. Ayrıca ilkel Mısır’lılara ilk defa tapınak inşa etmeyi ve tanrılara tapmayı öğreten ve dini törenleri düzenleyen de Osiris’tir. Hatta ikili flütü de ilk Osiris yapmıştır.
Osiris , şu an Louvre Müzesi’nde bulunan Amenmos Steli’ne göre , bolluk , bereket getiren bir doğa tanrısı özellikleri de taşımaktadır. Osiris , doğal kaynaklara hükmetmekte , onunla birlikte rüzgarlar esmekte , ekinler yeşermekte ve hayvanlar yetişmektedir.
Osiris Mısır’ın uygarlaştırılmasını tamamladıktan sonra , bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir. Tahtı kardeşi ve aynı zamanda da karısı olan İsis’e bırakır ve yanında veziri Thot , Anubis ve Ofois ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır.
Burada Anubis için de bir parantez açmak gerekmektedir . Eski Mısır’da Anpu diye adlandırılan Anubis, mitolojiye göre, ölülere Öteki Dünya’nın yolunu gösteren çakal başlı varlıktır. Piramit metinlerinde , Anubis Ra’nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Osiris ya da Seth ile ilişkilendirilir. Osiris ile ilgili efsanelerde , adı çok sık geçmese de, Anubis’in önemli bir yeri vardır. İlk olarak Anubis daha önce de gördüğümüz gibi dünyanın fethine Osiris ile birlikte çıkmıştır. Ancak bu fetih savaşla yapılan istila anlamına değil, insanların uygarlaştırılması anlamına gelmektedir. Aslında bu efsaneden yola çıkarak , Anubis , tanrıların insanları eğitmesinde önemli rol oynayan varlıklardan bir olarak karşımıza çıkar. İkinci olarak da Anubis Osiris’in ölümünden sonra onun “vücudunun” korunması işini üstlenir. İlk olarak bu görevi olan Anubis zamanla Osiris’in cenazesi ile olan ilgisinden dolayı ölü kültleri ile ilgili bir özellik kazanmış ve mumyalama ve ölünün yargılanması ile ilgili yol gösterme görevleri gibi görevler üstlenmiştir.
Osiris döndüğünde ülkesini , İsis’in başarılı yönetimi sayesinde , çok iyi durumda bulur.

Seth büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağırır. Osiris hiç bir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemek sonunda Seth , sandık kimin ölçülerine uyarsa , sandığın sahibinin o olduğunu söyler. Denemek için herkes sırayla sandığın içine yatar. Sıra Osiris’e gelmiştir. Osiris yatar yatmaz Seth sandığı çiviler , eritilmiş kurşunla lehimler ve Nil nehrine atar. Böylece Seth planını uygulamıştır. Bu olay “ Osiris’in krallığının yirmi sekizinci yılında , Athyr ayının on yedisinde olmuştur.
Ancak bu dönem uzun sürmez. Tahta geçmeyi arzulayan , fakat Osiris’in yokluğunda dahi hüküm süremeyen Seth , Osiris’i yok etmek için bir plan hazırlamıştır. Bu plana göre Seth , Osiris’in ölçülerine göre bir sandık hazırlatır ve sandığı en değerli taşlarla süsletir . Seth , bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur .
İsis bunu duyunca , üzüntüsünden saçlarını keser , elbiselerini parçalar ve Osiris’in kapatıldığı sandığı aramaya çıkar.
Osiris’in kapatıldığı sandık , Fenike’ye , Byblos kentine kadar sürüklenmiş ve burada karaya vurmuştur. Karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır.
Byblos Kralı Malkandros bu ağacı gördüğünde hayran kalır ve ağacı kestirerek sarayına sütun olarak diktirmeye karar verir. Ağaç kesildiğinde çok güzel bir koku çıkarmıştır.
Bu olay Isis’in kulağına kadar gelmiştir. İsis durumu anlar ve Malkandros’un sarayına gider. Burada önce Astarte’nin çocuğunun dadısı olur.
İsis bir gün çocuğu ölümsüz yapmak ister ve bu amaçla çocuğu ölümsüzlük ateşine batırır. Bunu gören kraliçe çığlıklar atarak İsis’i engeller. İsis artık kendini tanıtmak zorunda kalır. Daha sonra Kral Malkandros’dan izin alarak ağacın gövdesini açar ve içinden sandığı alır.
İsis sandığı vatanına geri getirdikten sonra , Buto şehrine , oğlu Horus’un ziyaretine giderken sandığı , güvenli zannettiği bir yere saklayarak bırakır. Gece dolunayda avlanan Seth sandığı bulur ve Osiris’in bedenini tanır. Bunun üzerine , Seth Osiris’in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır.
Bunu duyan İsis papirüs ağacından yapılma bir tekneye biner ve bütün Mısır’ı dolaşarak Osiris’in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Mısır’ın bir çok yerinde , içinde Osiris’in cesedinin bulunduğu söylenen bir çok tapınak vardır.
Efsanenin sonunda ise Osiris’in oğlu Horus Seth’i yener . Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris’e getirecektir.
Efsanenin klasik yorumuna göre Osiris aslında diğer bahar ve toprak kültleri ile ilgili efsanelerde olduğu gibi doğanın ölümünü ve ilkbaharda yeniden canlanmasını temsil etmektedir. Başka yorumlara göre Osiris’in yazın kuruyan Nil Nehri’ni temsil ettiği ya da günlerin uzayıp kısalmasını belirttiği söylenebilir.
Daha önce de edebiyat tarihinde örnekleri görüldüğü gibi Plutarkhos , diğer Yunan yazarları gibi, efsaneyi biraz tahrif etmiş olsa da varolan bir efsaneyi anlattığı kesindir. Zaten piramit metinlerinde ve Ölüler Kitabı’nda buna benzer motiflerin yer alması bunu kanıtlamaktadır.
Ancak her efsanede olduğu gibi bu efsanede de daha derin anlamlar olduğu kesindir.
Bu efsaneyi dikkatle incelersek başka bir yerden gelen bir kişinin yanında diğerleri ile birlikte insanları eğittiğini ve daha sonra da kardeşi ( ya da onunla birlikte gelen diyelim) tarafından öldürüldüğünü fakat vücudunun (belki de kurduklarının) bir başkası (Anubis) tarafından korunduğunu görüyoruz. Bir bilim-kurgu romanı gibi gözükse de bu efsanenin geçmişte olan ve gelecekte de olması olası bir olaya atıfta bulunduğu görülmektedir. Dışarıdan gelen eğiticilerin , Erich Von Daniken’e rağmen, uzaylılar olması da gerekmemektir. Daha ileri bir uygarlıktan gelip Mısır halkını eğitmiş başka toplulukların olması da olası bir durum olarak gözükmektedir.
Bu efsanede bir ilginç nokta da bir tanrının , Osiris’in o sandığa sahip olma isteği ve sandığın tam olarak ona tıpatıp uyduğunu düşündüğü an onun içinde hapis olmasıdır. Bu bizim de sık sık içine düşebileceğimiz bir durumdur. Her zaman karşımıza biz cazip gelebilecek “sandıklar” çıkabilir. Hatta biz bunların tam bize uygun olduklarını düşünebiliriz. İşte o andan itibaren de onun esiri olabiliriz. Sonunda bu sahte cennet bizim sonumuz olabilir.
Sonuçta bu efsane için bir çok yorum olabilmektedir. Belki sizin yorumunuz da farklı olabilecektir. Ancak şunu her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Efsaneler her zaman geçmişte olan ya da olduğu varsayılan olayları anlatmazlar. Bazen de gelecek hakkında fikir veriler.

 

KAYNAKÇA

BAUVAL Robert , GILBERT Adrian , Tanrıların Evi Orion’da ( çev. Belkıs Çorakçı ) , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1996
BUDGE E.A.Wallis , Egyptian Magic , Dover Publications , New York , 1971
BUDGE E.A.Wallis , The Egyptian Book of the Dead , Dover Publications , New York , 1967
BUDGE E.A.Wallis , The Gods of the Egyptians ( 2 volumes ) , Dover Publications , New York , 1969
BUDGE E.A.Wallis , First Steps in Egyptian , Kegan Paul , Trench , Trübner & Co Ltd. , London , 1895
CHALABY Abbas , Toute L’Egypte , Bonechi , Florence , 1993
CLARK R.T. Rundle , Myth and Symbol in Ancient Egypt , Thames and Hudson , New York , 1995
COTTRELL Leonard , The Anvil of Civilization , Mentor Books , New York , 1957
DIOP Cheikh Anta , The African Origin of Civilization , Lawrence Hill & Company , Westport , 1974
DOBLHOFER Ernst , Le Déchiffrement des Ecritures , Arthaud , Ain , 1959
EMERY W.B. , Archaic Egypt , Penguin Books , London , 1991
FRAZER James G. , Altın Dal , Dinin ve Folklorun Kökleri (çev. Mahmet H. Doğan) I.Cilt , Payel Yayınevi , İstanbul , 1991
GROF Stanislav , Books of the Dead , Manuals for Living and Dying , Thames and Hudson, London , 1994
GUIRAND Félix , Mythologie Générale , Librairie Larousse , Paris , 1935
HART George , Egyptian Myths , British Museum Press , London , 1995
HERODOTOS , Herodot Tarihi ( çev. Müntekim Ökmen ) , Remzi Kitabevi Yayınları , İstanbul , 1973
HOOKE S.H. , Middle Eastern Mythology , Penguin Books , Middlesex , 1963
İNAN Afet , Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti , Türk Tarih Kurumu Yayınları , Ankara , 1987
LEADBEATER C.W. , Ancient Mystic Rites , Quest Books , Illinois , 1995
LEFEBVRE Gustave , Grammaire de l’Egyptien Classique , Imprimerie de l’Institut Français d’Archéologie Orientale , Le Caire , 1955
MIQUEL Pierre , La Vie Privée des Hommes Au Temps des Anciens Egyptiens , Hachette , Paris , 1979
MONTET Pierre , La Vie Quotidienne en Egypte Au Temps des Ramsès , Hachette , Paris , 1983
MUTLU Belkıs , Efsanelerin İzinde , Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yayınları , İstanbul , 1965
NEWBERRY Percy , GARSTANG John , A Short History of Ancient Egypt , Archibald Constable & Co Ltd., London , 1907
ÖZER Yusuf Ziya , Mısır Tarihi , Türk Tarih Kurumu Yayınları , Ankara , 1987
ROSSI Pierre , La Cité D’Isis , Histoire Vraie des Arabes , Enag Editions , Alger , 1991
SALEH Mohammed , SOUROUZIAN Hourig , Musée Egyptien de Caire, Catalogue Officiel, Verlag Philipp von Zabern, Mainz,1987
SMITH Joseph Lindon , Tombs , Temples & Ancient Art , University of Oklahoma Press , Oklahoma , 1956
SPENCE Lewis , Myths of Ancient Egypt , Senate , London , 1994

VERCOUTTER Jean , L’Egypte Ancienne , Presses Universitaires de France, Paris , 1968

Hermesçiliğin Etkisi



Hermesçiliğin Etkisi
Bu değerli yazı Thamos'un bir süre önce kapanan son derece bilgilendirici sitesi Ezoterika'da bulunmaktaydı. Onu arşivleyen bir okurumuz tarafından sitemize gönderilmiştir, resimleri hermetics.org'un katkısıdır.  

Hermesçiliğin Dinlere, Felsefeye, Gizemciliğe ve Masonluğa Etkileri.

Hazırlayan: Thamos

Başlangıç

İ.S. IV. yüz yılın sonlarında Ortodoks Kilisesi, Gnostizmin kökünü büyük ölçüde kazımıştı. Neo-Platonculuk bir süre daha sürmüş, Mısır'ın 630 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesinden önce, o da ortadan kalkmıştı. Bu iki akımın silinip gitmesine karşın, bilginin simgesi olarak Hermes Trimegistos, hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık içinde yaşamaya devam etti.
Hıristiyan Kilisesi, bir taraftan eski pagan tanrıların yeni inanç döneminde de yaşamasına izin veriyor, diğer taraftan bunların önemini azaltabilmek ve evcilleştirebilmek için, eski tanrıları birer bilgeye dönüştürüyordu. Örneğin, tanrıça "Neit-Athena" AzizeCatherine, "Horus-Perseus" Aziz George ve "Anubis" Aziz Christopher olarak Hıristiyanlığa katılıyorlardı. Ne var ki Thot-Hermes'in, Mısır bilgeliğinin simgesi Hermes Trimegistos olarak Kilise dışı kalmış olması oldukça ilginçtir.
İslam'da Hermes Trimegistos, İdris peygamber olarak insanlaştırılmıştır. İdris, Kur'an'da dürüst bir peygamber olarak yer almaktadır. İslam geleneklerinde de, Hermes Trimegistos "filozofların babası" ve "kendisine üç kere hikmet verilmiş kişi" olarak geçmektedir. Bir diğer İslam geleneğinde, üç ayrı bilge kişi olarak yer almaktadır; bunlardan biri Tufan öncesi Mısır'da, diğerleri Tufan sonrasında Babil ve Mısır'da yaşamış olarak kabul edilirler. İslam'da da Hermes bir kültür kahramanı olarak ele alınmış ve tüm sanat ve bilimleri icat ettiğine inanılmıştır.
Yahudilik, çok öncelerden beri, hem ezoterik kültlere, hem de "Gizli Tanrı" ve "Demiurgos" kavramlarını çağrıştıran iki katlı bir felsefeye sahipti. Örneğin, Esseneler kendilerinin, sıradan insanlara ve hatta Kudüs'te yaşayan rahiplere bile verilmeyen bazı bilgilerin sahibi olduklarını savunuyorlardı. Esseneler ile Hıristiyanlık arasındaki kuşku götürmez ilişkiler epeyde tartışılmıştır. Essenelerin cinsel oruç ve ortak topluluk yaşamı konusundaki yaklaşımları ile Hıristiyanlığın ilk dönemlerindeki manastır keşişliği arasındaki benzeşimler dikkat çekicidir. Hem Esseneler, hem de ilk dönem Hıristiyanlar popülizm, Mesihçilik ve şiddet eğilimi konularında birleşmektedirler.
Mısır'da yaşayan ve giderek Helenleşen Yahudiler arasında ise, Eski Ahit bilgeliğini ezoterik ve gizemci yorumlar sayesinde, Platoncu Mısır düşüncesi ile bütünleştirme yolunda bir eğilim vardı. Bu eğilim İ.S. I. ve II. yüz yıllarda "Yahudi Gnostizmi" diye adlandırılabilecek bir gizemci ve ezoterik akıma yol açtı. Bu akım Hermesçiliğin anahtar unsurlarının çoğuna yer vererek "Tanrı'nın Tahtı", "Gök Arabası" ve Tevrat metinlerinin içerdiği gizemli ve numerolojik gizler gibi, tümüyle Yahudilere özgü ilgi alanlarının yani Kabala'nın gelişmesini sağladı.
Kabala, Rönesans döneminde Hermesçilik ile içiçedir. Güney Fransa ve İspanya'da XII. ve XIII. yüz yıllarda görülen Yahudi gizemciliğindeki gelişmenin büyük ölçüde Hermesçilik ve uzantılarının Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam'da yaşamayı sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir.
Güney Fransa yani Languedoc yöresi, Hıristiyanlık ile İslam arasındaki sınırda bulunmaktadır. Bu bölge aynı zamanda İslam yönetimi altında yaşayan Sefarad Yahudileri ile Hıristiyan yönetimi altında yaşayan Aşkenaz Yahudileri için de bir kavşak noktasıdır. Avrupa Hıristiyanlığının karşısına çıkan en radikal sapkınlık olan Katharizmin bu bölgede ortaya çıkması bir rastlantı değildir.
Katharizm, içersinde iki ayrı sınıf bulunduruyordu; bir yandan "Credentes" adı verilen sıradan inananlar, diğer yandan "Perfecti", yani yetkinliğe ermiş olanlar vardı. Perferti, düşünsel evrene ulaşabilmek amacıyla kendilerini maddi evrenden soyutlamaya çabalıyorlardı. Katharizm, açıkça iki ayrı inananlar sınıfını içeren bir inanç dizgesi idiyse de, temelde bazı Hermetik gelenekleri de bünyesine alıyordu. Ancak, esas olarak İran'a özgü Zerdüşt ve Mani inançlarından türemiş keskin bir düalizme sahipti. Bu düalist yaklaşım Tanrı-Şeytan, iyilik-kötülük, ruh-beden gibi kozmik güçlerin sürekli çekişmesi ve birbirini dengelemesi üzerine oturtulmuş bir felsefeydi.

Katharizmin ve Kabalanın hemen aynı dönemlerde, birbirine çok yakın bölgelerde gelişmiş olmaları çarpıcıdır ve bu bölgenin toplumsal ve kültürel niteliklerinde olağanüstü yönler olduğunu ortaya koymaktadır. Doğal olarak Katharizm ile Kabalanın birbirlerini etkilemiş olduklarını düşünmek gerekir. İki akım arasındaki benzerlik toplumsal yapı açısından da ilginçtir. Perfecti sınıfının Credentes tarafından desteklenip, sadakatle korunması gibi, Kabalacı hahamlar da sağladıkları manevi yararlar sayesinde Yahudi cemaati içinde korunuyorlardı. Katharların kökünün Katolikler tarafından kurutulmuş olmasına karşın, Kabalacılar böylesi bir tehlike ile karşılaşmadılar. Kabalacı akım, 1492 yılında tüm Yahudilerin İspanya'dan kovulmasına kadar, Yahudiliğin ezoterik bir unsuru olarak gelişmesini sürdürdü.
Kabala ezoterik bir sistemdir, zira belirli sınırların aşılması ve Eski Ahit metinlerinin "derin" okunuşu söz konusudur. Bu da, kaçınılmaz olarak, metinlerin yüzeysel okunuşundaki tarihselliği ve ortodoks Yahudiliğin akılcılığını reddetmeyi gerektirir. Kabala, yoğun sezgi ve inceleme ile ulaşılabilen bir gizemin araştırılmasıdır. Kabala aynı zamanda Hermesçilikte görülen tüm kilit düşünce ve kavramları da içerir. "Üçlübirlik", "Gizli Tanrı", harekete geçiren "Logos", "Sekiz Gök Küresi" ve iyi eğitilmiş gizemcinin bu kürelerin ötesine geçebilmesi gibi Kabalacı kavramların tümü Hermetizmde de vardır.

 

Giorduno Bruno

Rönesans

Rönesans'ın en belirgin özellikleri, insanın potansiyellerinin sonsuz olduğu inancı ve insanın her şeyin ölçüsü olduğu görüşüdür. İlginç olan Rönesans'ın bu düşünceleri Hermetik geleneklerden almış olmasıdır. XV. Yüz yıl başlarında, İtalyan sanat ve bilim adamları, canlandırmaya çalıştıkları eski bilgelikte Hermetik Metinlerin ne denli ağırlıklı bir yeri olduğunu artık öğrenmişlerdi. Asklepius çoktandır biliniyor ve okunuyordu; Hermetik Metinler Arapçadan Latinceye çevriliyordu.
Rönesans'ta Mısır için beslenen tutku, öncelikle Mısır'ın gizemler ve kutsal inisiyasyon törenlerinin kaynağı olduğu inancına bağlıydı. Mısır tüm bilimlerin ve sanatların kaynağı olarak görülüyordu. Rönesans insanları geçmişe ilgi duyuyorlar ve bu nedenle kaynakların ardına düşüyorlardı. Hıristiyanlığın ardında pagan Roma'yı, Roma'nın ardında Helen düşüncesini arıyorlardı. Giordano Bruno'nun belirttiği gibi Helen'in ardında ise Mısır vardı.
1460 Yılında Cosimo de Medicis ünlü filozof, bilim adamı ve çevirmen Marsilio Ficino'dan Yunan filozoflarının ünlü yapıtlarından önce CorpusHermeticum'un çevrilmesini talep etti. Zira Mısır Yunanistan'dan eski, Hermes Trimegistos Platon'dan önceydi. Ficino'nun Floransa yakınlarındaki villasında oluşturduğu yeni Akademi'de bu yeni çeviriler inceleniyordu. Aynı çalışmalar İtalya'nın önemli kentlerinde ve daha sonra Avrupa'nın her yanında ortaya çıkan Akademilerde de yapılıyordu. Bu Akademiler, Platon'un modeline göre oluşturulmuşlardı ama Akademi üyeleri tıpkı Mısır tapınaklarındaki kutsal rahipler gibi örgütlenmişlerdi. Akademilere giriş, Mısır'a dayanan gizemlere ulaşma ve ölümsüzlük kazanma amaçlı inisiyasyon törenleri ile gerçekleştiriliyordu. Rönesans Akademileri örgütlenme biçimi olarak Neo-Platonculara benzemekle birlikte, Platon ve Pythagoras felsefelerine, bilim, sanat ve büyüye hep Mısır açısından bakıyorlardı.
XV. Yüz yılın sonlarında ünlü düşünür ve gizemci Pico della Mirandola, Neo-Platoncu düşünce ve Hermetik gelenekler ile Kabala'yı birleştirdi. Önceden beri ilişkili olan Yahudi gelenekleriyle Mısır geleneklerinin yeniden birleştirilmesi çabasını XVI. yüz yıldaCampanella da sürdürdü. Hıristiyanlığın katı kurallarla dolu evrenini aşmakta yaratıcı Rönesans düşünürleri için Mısır ve Hermetizm'den başka bir alternatif yoktu.
Yalnızca 1471 ile 1641 yılları arasında Ficino'nun Hermetica çevirileri yirmi beş, Patritius'un çevirileri altı basım yaptı. Asklepius tam kırk kez yayınlandı. Stapulensis'in Asklepius yorumları on bir basıma ulaştı. 1400 ile 1700 yılları arasında Batılı gezginler tarafından Mısır'ı anlatan iki yüz elli kitap yayınlandı.
Pico della Mirandola
Bilginin kaynaklarına ulaşmak için Mısır'a seyahat etmiş olmak, dogmalara saldırmayı bir ölçüde meşru kılıyordu. Örneğin Paracelsus, büyük olasılıkla uydurma olmasına karşın, Mısır'a gittiğini ileri sürüyor, kendi yapıtlarını Hermesçi olarak nitelendiriyordu. Ne var ki Paracelsus, Newton'a kadar sürecek olan bir geleneğin ilk adımıydı. Bu gelenek, Yunan ve Roma tarafından korunması başarılamayan eski Mısır bilgeliğini yeniden elde etmek için deneylere yönelmeyi savunuyordu.
XVI. Yüz yılda Hermesçiliğe ve Mısır'a beslenen ilgi kuşkusuz Rönesans kültürünün en saygı duyulması gereken yönüydü. Hermesçiliğin o dönemde verdiği en büyük ürün, bilimin ve araştırma özgürlüğünün öncüsü Giordano Bruno kişiliğinde ortaya çıktı. Bruno, kendisinden öncekilerden ve çağdaşlarının tümünden daha ileri gitmiş olması bakımından olağanüstüdür. Tüm çabalarına karşın Bruno'dan önceki Hermesçiler, Hıristiyanlık tarafından çizilen sınırlar içinde kalarak, Mısır düşüncesini İncil'de yer alan bilgilerden daha yukarı taşıyamamışlardır. Oysa Bruno, Mısır bilgeliğine ulaşabilmek uğruna, yalnızca Hıristiyanlığın değil, Yahudiliğin bile ötesine geçmeye cesaret etmiş, üstelik bu çabanın hem entellektüel, hem de siyasal açıdan gerekliliğini vurgulamıştır. Bruno, Hermesçiliği katıksız Mısırlılığa döndürmeye çabalamıştır; onun için Hermesçi Mısır inançları aslında gerçek dinin ta kendisidir. Hıristiyanlığın sınırlarını aşan Bruno, inançları yüzünden Engizisyon tarafından yakılarak öldürülmüştür.
Sonuçta, Rönesans düşünürlerinin büyük çoğunluğu özgün ve yaratıcı kaynağın Mısır olduğuna ve Yunanistan'ın Mısır bilgeliğini aktarmada yalnızca aracılık ettiğine ikna olmuşlardı.

 

Athanasius Kircher

XVII.  Yüz Yıl

Hermesçilik ve Mısır tutkusu tüm XVII. yüz yıl süresince gelişmeye devam etti. Giordano Bruno 1600 yılında Roma'da diri diri yakıldı. Onun kurban edilmesinin ardındaki amaç, Kilise'nin doğrudan meydan okumalardan korunmasıydı. Zira XVII. yüz yıl Roma'sında eski Mısır, en etkin entellektüeller arasında saplantı haline gelmişti.
Bu kişilerden biri de Athanasius Kircher idi. Kirsher astroloji, Kabala ve Pythagoras felsefesi ile ilgilenen bir Hermesçiydi ve Hermes Trimegistos'un çok eskilerde yaşadığına kuşku duymuyordu. Mısır'ı "ilk bilgelik" ya da "felsefe" için anayurt olarak kabul ediyordu. Kirscher yaşamını hiyeroglifleri çözmeye adadı; zira bu yazıları yalnızca bir bilgi hazinesi olarak değil, ideal bir simgesel alfabe olarak görüyordu.
Mısır tutkusu yalnızca Katolik ülkeler ile sınırlı değildi. Protestanlar da Mısır ve Hermesçilik ile ilgilendiler. XVII. Yüz yılda Almanya, Fransa ve İngiltere'de ortaya çıkan "Gülhaççılar" bir tür "Gerçek Din" kavramını geliştirirken Hermesçiliği temel aldılar. Gülhaççılar, toplumun gerçek bilgeliğe ulaşmış seçkin bir aydınlar grubu tarafından yönetilmesi gerekliliğini savunuyorlardı. Böylece Mısır rahiplerinden Pythagorasçı kardeşlik topluluklarına, oradan da Platon Akademisine uzanan ezoterik zinciri izlemiş oluyorlardı.
Isaac Newton
Cromwell dönemi İngiltere'sinde Hermesçiliğe yönelik ilgide çarpıcı bir canlanma görüldü. 1650'lerde, bir önceki yüz yılın tümünde yayınlanandan fazla gizemci ve Paracelsus'çu yapıt yayınlandı. Hermesçilik, siyasal ve dinsel alandaki radikal yenilikçilik ile bir ittifak kurmuştu.1660-1680 Yılları arasında gelişen "Cambridge Platoncuları" da Hermesçi ve Platoncu çevreden geliyordu ve onlar için de Helen uygarlığının en büyük işlevi eski Mısır bilgeliğini kısmen de olsa aktarabilmiş olmasıydı. Cambridge Platoncularının en önemli öğrencisi Isaac Newton'du. Newton'un ne ölçüde Hermesçi sayılabilceği tartışılabilir ama, onun Mısır kaynaklı bir "ilk bilgelik" kavramına inandığı kesindir. Newton "Principia Mathematica" adlı yapıtında, eski Mısırlılardan büyük bilimciler ve filozoflar olarak hayranlıkla söz etmiştir.
Newton çağının ekseni olabilmiş bir kişidir; astroloji, simya ve büyünün egemen olduğu bir dünyada doğan Newton, bu dünyaya veda ederken tüm bunlar saygınlıklarını yitirmişti. Bu değişim, XVII. yüz yıl sonlarında oluşan toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşümlerin bir sonucudur. Yeni koşullar arasında Hermesçiliğe pek yer yoktu ama Mısır hala ilgi odağı olmayı sürdürüyordu ve XVIII. yüz yılın ortaları Mısır tutkusunun doruğu oldu.

 

Elias Ashmole

XVIII. Yüz Yıl

Aydınlanma akımının önemli kişilerini bünyesinde barındıran Masonların ilgi odağı da Mısır oldu. Masonluğun tarihi, özellikle XVIII. yüz yılda yeniden örgütlenme öncesi dönem oldukça karanlıktadır. Zira Masonluk tarihi, mitolojik bir köken yaratma amacıyla kaleme alınmış yazılardan elde edilen küçük parçalar biçimindedir. Yine de bu parçalardan hareketle bir görüş birliğine varılabilir: Masonluk başlangıçta, Ortaçağ Avrupa'sında katedraller ve diğer önemli yapılarda çalışan duvarcıların oluşturduğu kapalı örgütlerdi; Reform ve Din Savaşlarından sonra dağıldılar; İngiliz Adalarında yaşamayı sürdüren örgüt, "gentleman" (soylu ve burjuva) üyelerin girişiyle farklı bir niteliğe kavuştu ve "Spekülatif Masonluk" oluştu.
Ne var ki, Masonlar XVIII. yüz yıl öncesindeki bu yeni örgütlenmeden önce de Mısır'a ilgi duyuyorlardı. Örneğin; Ortaçağdan kalma bir çok el yazmasında Masonluğu Euclide'in Mısır'da kurduğu kayıtlıdır. Masonlar için, mimarlıkla eşdeğer olarak görülen ve büyük önem taşıyan geometri bilimi, Nil'in taşmasıyla sınır işaretleri kaybolduktan sonra tarlaları ölçmek için Mısırlılar tarafından icad edilmişti.
Rönesans dönemi Hermesçileri ile Gülhaççılar arasında nasıl bir bağlantı varsa, benzer bir bağlantı Gülhaççılar ile Masonlar arasında da bulunuyordu. Bunun kanıtı olarak, bir Gülhaççı olan Elias Ashmole'un aynı zamanda bir mason olduğunun bilinmesidir. Ayrıca, Gülhaççılar ile Masonlar arasında bazı hermetik ilke ve düşünce benzerlikleri de vardı: Her iki örgüt de, evreni simgelemek için Süleyman Tapınağı ve Piramitler gibi yapıların ölçü ve oranlarını kullanarak daha iyi, daha barışçı ve daha hoşgörülü bir dünya yaratacak olan bir Aydınlanmışlar Grubu oluşturma arzusundaydılar.
XVII. Yüz yılın sonlarında Masonluğun İngiltere'deki gelişmesi, dönemin elverişli toplumsal, ekonomik ve siyasal koşullarına bağlanabilir. Gelişen kentleşme ve burjuva sınıfı, soylu sınıfında oluşan değişimler, Restorasyon ve giderek saray dışına kayan politik etkinlikler Masonluk için oldukça uygun koşulları hazırlamıştı. Katolik II. James'in hükümdarlığı döneminde gerçekleşen "Radikal Aydınlanma" sonucunda, önceki dönemin püritenizmi yerini deizm, panteizm ve ateizm gibi daha çağdaş yaklaşımlara bırakmıştı.
çlBöylece Masonluk, İngiltere'de Hermesçi ve Gülhaççı geleneklerden yeni, ama en az onlar kadar radikal bir entellektüel güç olarak ortaya çıktı. Bu yeni akım da "iki katlı" bir felsefeyi savunuyor, seçkinlerin kitlelere özgü dinsel gürültünün ötesine geçmesini arzuluyordu. Siyasal ve entellektüel güç, güvenli bir biçimde Aydınlanmış bir azınlığın elinde tutulmalıydı.
Ne var ki, Masonluğa John Toland gibi aşırı radikaller de dahil olmuştu. Toland, yalnızca Gülhaç ve mason geleneklerini özümsemekle kalmamış, Giordano Bruno'yu da okumuştu. Bruno'nun kozmoloji ile ilgili Hermesçi ve Mısır kökenli düşüncelerini benimsemişti. Bu fikirler ise giderek panteizme hatta ateizme varıyordu. Toland'a göre, teolojik olarak evrenin hiçbir Yaratıcı'ya ya da "Ulu Mimar"a gereksinimi yoktu. Politik olarak da İngiltere'nin bir krala gereksinimi olamazdı. Toland'ın düşünceleri cumhuriyetçi imalarla doluydu.  Masonluk içinde, Toland'a karşıt akımı Newton'cular oluşturuyordu. Newton'culuk yalnızca bilimsel olmakla kalmıyor, bilimselliğe uygun olabilecek politik ve teolojik öğretileri de içeriyordu.
C. G. Jung
Toland, spekülatif Masonluğun kurulmasında, öykü ve ritüellerin oluşturulmasında çok emeği geçen bir kişi oldu. Ancak, 1717 sonrasında bu öykü ve ritlerin standartlaşması sırasında, Masonluğun önderliği Toland'ın fikirlerinden nefret eden Newton'culara geçmişti. Öylesine ki, Masonluğun reforme edilmesinde Toland'ın oynadığı önemli rolün, o dönemde ve sonraları masonlarda uyandırdığı rahatsızlık, Masonluğun standart tarihlerinde Toland'dan hiç söz edilmemesine yol açmıştır.
Newton'cuların tüm çabalarına karşın, Radikal Aydınlanmanın "iki katlı" felsefesi ile Neo-Platoncu bazı yönleri Masonluk içinde yaşamaya devam etti. Tıpkı Hermetizmde olduğu gibi, Masonlukta da üyeler belirli bir standart inancı izliyor, ancak daha yüksek derecelere çıkabilenler Hıristiyanlığı aşıyordu.
Hermesçilik, XVII. yüz yıldan beri Gülhaççılığı, XVIII. yüz yıldan beri de Masonluğun simgesel ritüellerini etkilemeye devam etmektedir. XIX. Yüz yıl sonunda ortaya çıkan Martinizm, Teozofi (Theosophy), Gizlici Canlanma (the Occult Revival), Altın Şafak Hermetik Tarikatı (the Hermetic Order of Golden Dawn) gibi etkin ezoterik akımların arkasındaki itici güç yine Hermesçiliktir. Bu sayılan akımlar da XX. yüz yılda bir tür "Pagan Rönesansı"nın doğmasına yol açmışlardır. Ünlü psikolog C. G. Jung'un insan ruhunun derinliklerini inceleyen yapıtlarının da, içerdikleri Simya simgeleri ve arketiplerle Hermetik özellikler taşıdıkları kabul edilmektedir.

Kaynaklar:

Martin Bernal, Black Athena-The Afroasiatic Roots of Classical Civilisation, Vol. I.
Michael Baigent & Richard Leigh, The Elixir and the Stone
Encyclopedia Britannica

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...