15 Mayıs 2019

FETHULAH GÜLEN'İN ERMENİLİĞİ


Deliüzzaman ve F. Gülen işbirlikçileri

FETHULAH GÜLEN'İN ERMENİLİĞİ

Neden bulunduğu yerlerin içinde Van'dan bahsetmez sakladığı sır ne?????
Van dan kaçtıktan sonra neden bir daha hiç doğuya gitmemiştir???



1976 Temmuz ayı içinde Aydın çevresinde açılması planlanan Nur kamplarında F. Gülen’in fıkıh dersi vereceği öğrenilmiştir.
1976 Ağustos ayı başında İzmir Bornova ilçesi vaizliğine atanmıştır.

Münfesih MSP yanlısı olan Nurculardan Fethullah Gülen, İran’da gerçekleştirilen devrimin Türkiye’de de gerçekleştirilmesini arzulamakta olup, Türkiye’de İslami bir devrim için yurt sathında teşkilatlanmaya önem vermektedir.

Milli Kürt Aşiretinden bu kişi İzmir Bornova Merkez Vaizi olduğu dönemde vaaz bantlarının yurt sathında dağıtılmasını sağlayarak Nurculuk propagandası yapmıştır.
1960'da Said-i Kürdi ölünce yerine Erbakan Almanya'dan Süper Nato'nun emriyle darbeci komutan Muhsin Batur tarafından getirildi.Kyn. Gazeteci S. Önkibar'ın M. Batur röportaja dayanarak yaptığı Eylül 2011 Ulusal kanal açıklaması.Nurculuk "Antiemperyalist İslam" kavramı altında N. Erbakanca sürdürüldü. 
19.04.1980′de İzmir’de gerçekleştirilen bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada; birkaç gün içerisinde “Huruç harekatı” (Atılım harekatı) başlatılacağını, bu harekat için hemen hemen her ilde liderlerin tespit edildiğini, İran’da yapılan İslam harekatının Türkiye’de de böylece başlamış olacağını” belirtmiştir.
1980 yılında İzmir’de bir Nur toplantısında yaptığı konuşmada; “Huruç harekatının başarıya ulaşması için bütün yurtta kendi binalarında ve kiralayacakları müsait yerlerde orta ve yükseköğrenim gören öğrenciler için yurt binalarının açılması, yurtlarda eğitilen öğrencilerin meyvalarını vermesi, kendi fikirleri doğrultusunda çeşitli kitap ve dergilerin basımının gerçekleştirilmesi ile özellikle Türkiye’deki öğretmenlerin büyük bir bölümünün kendi yönlerinde faaliyet göstermeleri gerektiğini” ifade etmiştir.
Fakat Erbakan Emperyalizme pek yaranamadı. Yerine daha bağlı bir köle arandı ve bulundu.
24.06.1980 tarihinde, “Denizli Merkez Akyazılı Köyü Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı” Denizli Şubesi’nin açılışında yaptığı konuşmada; “Milletimiz içinde bulunduğu zelil duruma, şeytanın uşakları muallimler ve onların yetiştirdiği inançsız talebeler nedeniyle düşmüştür. Rusya, Müslümanlığın giderek azalması ve komünizmin yayılması amacıyla, Türkiye’ye her yıl yardım göndermektedir. Ahlaksızlık, zina ve anarşi almış yürümüştür” tarzında ifadeler kullanmıştır.
12 Eylül 1980 darbesinin şefi, Kenan Evren Tunceli Çemişkezek Yezidi olan T.Özal ile birlikte F.Gülen'i dünyaya tanıttılar.
Darbeci Evren Solu ezdi,milliyetçileri sindirdi.
Nurcu-Gülen cemaati ile PKK örgütünü yarattı ve yüceltti. 
En büyük ortağı Çemişkezek Yezidi Turgut Özal'dı. 
Yıllar sonra içlerini rahatça açar oldular. 
Yazıcı Nurcuların lideri olan Fethullah Gülen, Bornova Merkez Camii’nde verdiği vaazlarında, hükumetin icraatlarını eleştirmiştir.
Kökenleri Türk,Kürt ve Müslüman olmayan bir ortak gerekiyordu. O da Erbakan camiasından bulundu. Gürcistan'a yerleşmiş Süryani , Ermenilerle birlikte isyanlara katılan bir aileden gelen RE.T.E idi. 
1980 yılında İzmir’de Nurcuların yayın organı “Sızıntı” adlı dergide zaman zaman “MFD” rumuzu ile yazılar yazmıştır.
12.09.1980 tarihinde Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nca kendisini yakalamaya yönelik operasyonu haber alması sonucu, İzmir’den Erzurum’a kaçmıştır.
16.10.1980 tarihinde müstafi addedilmek için Erzurum’dan 20 günlük, daha sonra Kayseri Tıp Fakültesi’nden 45 günlük rapor alıp Bornova Müftülüğü’ne göndermiştir.
1980 Aralık ayında İzmir Bornova Merkez Vaizliği’nden Çanakkale’ye tayinini yaptırmıştır.
1981 Ocak ayı itibarıyla Isparta ili Uluborlu ilçesinde bulunan Islah Sitesi’ndeki “İmam Hatip Lisesi Öğrencilerini Koruma ve Yetiştirme Derneği” merkezinde gizlenmiştir.
27.02.1981 tarihinde Eyüp İstanbul Hükümet Tabipliği, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nce 20 günlük rapor almıştır.
O da Deli raporu alarak Said-i Kürdi Deliüzzaman gibi Kürt Yezitlerinin tanrısı oldu.
Yezitlikte, delilik ve cahillik tanrılık işaretidir. Fethullah da ilk okul mezunudur.
Böylece "Delidir ne yapsa yeridir" lafını hak etti.
22.03.1981 tarihinde Çanakkale Müftülüğü Merkez Vaizliği’nden istifa etmiştir.
1981 yılında Ankara’da Nurcu liderlerden “Toprak Diş Kliniği” sahibi Hayrettin Toprak‘ın evinde saklanmıştır.
1982 Mayıs ayında Konya’daki Nurcu liderlerle bir toplantı düzenlemiştir.
7.8.1982 tarihinde Keşan’ın bir köyünde gizlenerek “Molla” ve “Dahhak” takma isimlerini kullanmıştır.
Aynı yıl itibariyle Sızıntı grubuna mensup şahıslarca, Mekke’de kiralanan bir dükkanda adı geçenin bantları hac süresince Türk hacılarına satılmıştır.
10.06.1983 tarihinde Menemen Helvacıköy’de Y.İ.E. öğrencisi Yaşar Erdoğdu’nun yanında saklanmıştır.
Ege Ordu ve İzmir Antalya illeri Skyntm. Komutanlığı’nın 7 Şubat 1985 tarihli yazısı ile arananlar listesinde yer almıştır.


18 Mayıs 1985 tarihi itibariyle, kendisini maddi yönden destekleyen zenginlere hitaben İstanbul/Altunizade’de bir konuşma yapmış ve özel okullara maddi yardımda bulunmaları için etkileyici öğütlerde bulunmuştur.
23 Eylül 1985 tarihi itibariyle Çanakkale ili Biga ilçesinde mukim Fethullah Gülen grubuna mensup Nurculardan Sabri Kadıoğlu, Abdülkadim Zellüm adlı yazarın “Hilafet Nasıl Yakıldı” isimli eserini, Nurcular ile Milli Görüş mensuplarına ücretsiz olarak dağıtmıştır.

1 Ekim 1985 tarihi itibariyle; Hizb üt Tahrir mensubu Muhammed Kürdi, parti merkezinden aldığı emir üzerine, İzmir’de tahsilini yaparken, Fethullah Gülen ile bir görüşme yapmış, ancak bu görüşmede müspet bir netice alınamamıştır.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından çıkarılan 15 Nisan 1985 gün ve 7130 97/85/Synt. İstihbarat Hrk. Ş. Ks. sayılı aranan şahıslar kitabının 2. kategori, 15. sayfa ve 588 sırasında arananlar arasında yer almıştır.
1987 yılında, İstanbul’daki evinde, imamlarına eğitim vermeye başlamıştır.
Ağustos 1987 ayında ders verdiği öğrencilerine yaptığı konuşmada; “Alparslan Türkeş ile görüştüğünü, Türkeş’ten cemaatini şeriat doğrultusunda yetiştirmesini istediğini, onun da kabul ettiğini” ifade etmiştir.
6 Eylül 1987 günü yapılan seçim yasaklarıyla ilgili referandumda, Turgut Özal’ı desteklemek maksadı ile Nurcuların hayır oyu kullanmalarını sağlamıştır.
Şubat 1990 tarihinde Korkut Özal’ın dünürünün İstanbul’daki evinde, “ANAP’ın geleceği ile ilgili” toplantıya katılmıştır.
Mart 1990 ayı içerisinde Türkiye’deki İslami faaliyetleri tek bir merkezden koordine etmek amacıyla oluşturulan İslam Şurası içerisinde yer almıştır.
1990 yılı içerisinde rahatsızlığı sebebiyle birkaç kez yurt dışına çıkmıştır.
20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler arifesinde münfesih MÇP’ye 3.5 milyar yardımda bulunmuş ve seçimlerde MÇP ile ittifak yapan RP’yi desteklemiştir.
Said-i Kürdi'yi ona "deli" diyen Siirtli hocası Fethullah'ın adını alarak geçen, F.Gülen Mason CFR sermayesinin yeni dünya düzeninde İslam dünyasına biçtiği Masonik İslam'ın dini önderi oldu.
Ülkemizden çıkan "Kürt Yezid tanrı-çası" olan bir delinin yükselişi böyle oldu. 
Nisan 1992 ayı içerisinde, Azerbaycan‘a giderek anılan ülkede TV kurma çalışmalarını başlatmıştır.
Aynı tarihte ABD’deki Risale i Nur Enstitüsü’nün çalışmalarını yönlendirmek maksadıyla gizli olarak anılan ülkeye gitmiş, ardından Avustralya’ya geçerek Türk öğrencilerin akademik eğitim gördüğü okul ve kaldıkları yurtları ziyaret etmiştir.
Ayrıca kuracağı üniversitelerde ders verdirmek amacıyla söz konusu ülkelerdeki çeşitli profesörlerle de görüşmüştür.
1992 yılı içerisinde MÇP’den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarına giren Muhsin Yazıcıoğlu’na maddi ve manevi destek vermektedir.
19 Ocak 1994′te Ankara’da kurulan “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’‘nın kurucuları arasında yer almaktadır.
1995 yılı içerisinde ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya’nın Türkiye’deki büyük elçileri tarafından ayrı ayrı ziyaret edilmiştir.

Roma İmparatorluk Kültü/Dini

Roma İmparatorluk Kültü/Dini

Jül Sezar MÖ 100-44
Roma devlet dini geleneğinin yaygın olan bir tarikatı da İmparatorluk Dini olarak bilinir. Bu külte göre imparatorlar ve aileleri tanrı olarak sayılıyorlardı.
Jülius Sezar ölümünden sonra Roma devleti tarafından resmen “Divius” yani tanrı olarak tanınmıştır.
Sezar’ın evlatlığı ve ilk Roma İmparatoru olan Augustus, Anadolu’daki küçük Grek şehirlerinde kendi adına tapınaklar yaptırılmasına ve ibadetine izin verdi. Bu Roma İmparatoruna ibadet hakkındaki ilk belirtiydi.
İmparatorluğun başka yerlerinde de “yaşayan imparatora ibadet” kültürel olarak kabul edilebilir bir hal iken Roma ve İtalya’da ise yoktu.
Bir imparator sadece ölümünde “divius” tanrı ilan edilir ve özellikle tahta çıkma ve ölüm yıl dönümlerinde öteki tanrılar gibi ibadet edilirdi.
Roma dünyasında imparatora ibadet birleştirici bir etkendi ve sadece ordu içinde değil, kasabalardaki bireylerden, Lyon (Galler), Bergama, Colchester (İngiltere) gibi yerde dahi uygulanırdı.
İmparatorluk kültü taşralıların imparatora ve imparatorluğa bağlılıklarını göstermekte çok etkili oluyordu ve bu nedenle de Galya gibi bölgelerde kurulduğuna dair kanıtlar vardı.
Bu resimde gösterilen Antonius Pius (M.S.161) adına yapılmış bir sütunun kabartmasında Antoninus  Pius ve karısı Faustina’nın tanrı katına yükselişleri temsil edilmiştir.

Roma İmparatoru Antoninus Pius (MS 161) ile eşi Faustina'nın
kartallar eşliğinde ruhlarının tanrı katına yükselişleri ve tanrılaşmaları
temalı kabartma
Portrenin çerçevesinin üstünde kartallar tarafından çevrelenmiş büstler, imparatorluk gücü ve Jüpiter ile birleştirilmiş ölünün ruhu yükselmesi için emperyal cenaze töreni esnasında serbest bırakılmıştır.
İmparator ve eşi Faustine kanatlı çıplak bir kahraman figür tarafından cennete taşınıyor. Sadaki zırhlı kadın figürü Roma’nın ilahi bir tanrıçasını ve Roma’nın kişileştirilmesini, sola yaslanan figürdeki sütun ise imparatorluk cenaze törenlerinin yapıldığı Mars alanını temsil etmektedir.

Türkçeye Çeviren
Alaeddin Yavuz


Tanrı Krallar konusunu yukarıdaki makaleyi yeterli bulmayanlar için geçmişteki "Tanrı Kallar Dinleri ve Yasaları yazımdan alıntılarla zenginleştirelim ki araştırmacılar zihnen biraz tatmin olsunlar.

TANRI KRALLAR ÇAĞININ GÜNÜMÜZE ETKİLERİ


Sosyolojide Tanrı Krallık düzenine FEODALİTE denilir. Feodal kelimesi Latince “Feud=Kan/Ban bağı” ve Aramice’den Latinceye geçmiş “Al=Tanrı” kelimelerinin birleşmesinden oluşur.
Fedu+Al=Tanrı ile kan bağı olan, tanrı soyundan gelen veya Tanrı/Allah’ın Oğlu şeklinde anlaşılmalıdır.

Sümer Baş tanrısı Aan veya Anu
En eski din olarak kabul edilen Sümer dininden örnekle başlarsam daha yararlı olacaktır. Sümerlerde krallar, tanrılar ile insanların cinsel ilişkilerinden doğmuş yarı tanrı melezlerden seçilirdi. Her kral tacını ve çobanlık alameti asasını baş tanrıları Anu/Aan’dan alır, rüyasında gördüğü görümler ve vahiylerden oluşan emirlerle halkını yönetirlerdi. Buna Anutuluk da denilirdi.
Sümer’de şehir krallıkları da vardı, her şehrin bir kralı ve onun soyunun geldiği bir Sümer tanrısı, tanrıçası vardı.
Bu inanış, Hint İran, Mısır Arap ve Grek dinlerine geçmiş, onlardan doğan Sabilik, Yahudilik, Grek, Roma Mitra dinlerine geçmiştir.
Zerdüşt kitabı Avesta, İran şahlarının soylarının güneş tanrıları Ahura Mazda (Armazd)’ın soyundan olduğunu, kıyamette Armazd’ın Pers/Fars olarak görüneceğini, diğer kavimlerin de Angra Mainyu (Aynraman/Arman/Ehriman) soyundan geldiklerini yazmaktadır.
Sabiler, Arabistan Arapları ve Yahudileri Adem oğlu Şit soyundan geldiklerini, Adem’i İkinci Yaratılış tanrılarının yarattığını, gökte ve yeryüzünde yaratılan Ademlerden bahsetmektedir. M.Ö.2300’lere ait Petra krallığı Ugarit, Ebla metinlerinde dişi şeytan Er Ruha, babası Ay tanrısı Sin’e “Allah’ım…” diyerek yakarmaktadır.

E.H.Yazır’ın Kuran tefsirinde eski Arap tefsir yazarlarının tespitlerinde, Arapların Mekke ve Taif’te bulunan Allah ve üç kızı ile ilişkisinden oluşan 360 tanrı olduğunu ve Arap kabilelerinin her birinin bu tanrılardan birinin soyundan geldiklerini, krallarına Amir/Emir, ruhbanlarına Şeyh denilmesinin bu akrabalıklara dayandırıldığı, İslam ile bu cahiliye devrinin son bulduğu anlatılır.

Bu yarı tanrı krallar zamanla yerini olağan insanlardan seçilen haberci peygamberlere bırakmışsa da, mutlaka geçmişe dayalı soy kütüğünü gösteren seçkin bir kabile üyesi olmasına da dikkat edilirdi.

Kral Davut
Bütün Yahudi peygamberlerinin çoğunun Harun peygambere dayanması ilkesine rağmen, Davut, halktan İşay’ın, sakalı terlememiş, saraya iç oğlanı alınmış oğlu, Süleyman da Davut’un Hititli askerinin karısı ile yaptığı zina sonucu doğan çocuğudur. İkisinin de Yahudi olmama olasılıkları yüksektir. (Tevrat Saul kitabı)
İsmail soyu Yahudilerinden olan peygamber Muhammet de Kâbe’nin koruyucuları olan Kureyş soyundan gelen Ezd kabilesinden bir İsmaili Yahudidir. Gene de özünde mitolojik değerlere uzanan bir soyağacı gerçeğinden son peygamber ile de kurtulmuş sayılmayız. (İ.İshak -Siretül Resülullah veya herhangi bir , “peygamberin hayatı(Siyer)” kitabından Muhammet soyuna ulaşabilirsiniz.)
Arapların Eşari İslam anlayışlarını, İranlıların 12 İmam Şia geleneklerini sürdürmelerindeki ısrarları da bu “soy gütme gelenekleridir.”
Peygamberlerden mucizeler bekleme geleneği de bu mitsel inanışların kalıntılarıdır ve elan da dinlerde yaşamaktadır.
Eski Yunan’da Hercules, Oidipus ve Theseus ölümlüydüler ama sonradan tanrı sıfatını elde etmiş ve tanrılar katına, göğe, Olimpos dağının üstündeki bulutlar ülkesine kabul edilmişlerdir.

Büyük İskender(MÖ 356-323)
kendisini, tapınılacak
Tek Tanrı ilan etmiştir.Adına
ibadet edilmiştir.
Tevrat Danyal peygamber kitabında, Büyük İskender’in (M.Ö.IV.yy) İran’ın fethinden sonra kendisini “Tanrı” ilan etmesi ve Mısır’a girdiğinde babası olarak Mısır Güneş tanrısı Ammon’u babası kabul etmesiyle başlayan “Tanrı Kral” geleneği, İskender’in ölümünden sonra imparatorluğun dörde bölünmesiyle Mısır’da kurulan Ptolome Grek imparatorluğunun son varisi Kleopatra da Roma imparatorunun karısı sıfatıyla “İmparatoriçe-Tanrıça” olarak kabul görüyordu.

Başlangıçta Yunanistan’ın işgaline kadar Roma İmparatorlarının arabalarına binmeden önce yanlarında kendilerine " Hominem te esse memento! Memento mori!, that is Remember you are a man, and remember that you are mortal!” “Bir insan ve ölümlü olduğunu hatırla” diyen bir köle bulundurma geleneklerine sahiptiler.

Jül Sezar MÖ (100-44)
Kutsal Defne yaprağından
tacıyla Tanrı Kral şeklinde
temsil edilmiş.
Yunan Ptolome hanedanı geleneği olan “Tanrı Kral/İlahi Monarşi” geleneğine Roma’nın geçişi aşamalı şekilde olmuştur.
İlk olarak, Jül Sezar’ın evlatlığı da olan imparator Agustus, Grek tarzı idareci kültünü eyaletlerde, vilayetlerde uygulamaya başlamışlar ancak Roma’da ve Latin dili konuşulan ülkelerde bunu zorlamamışlardır.

Yaşadığı dönemde çok sevilen biri olan Agustus, ölümünden sonra resmen “Divus” yani “İlahi olan(tanrı değil)”  ilan edildi. Başka kaynaklar da bunu, Sezar’ın (M.Ö.44) ölümünden sonra ilah olduğuna inanıldığından bahisle, “divi filius” (İng-Son of the Deified=İlahileştirilmiş’in Oğlu) sıfatını aldığını yazarak bunu doğrulamışlardır.
Bu geleneği imparatorun yerine geçenler aynı şekilde onurlandırılarak takip ettiler.

İmparator Vespasian’ın sön sözü “-Sevgili kendim, tanrılaştığımı düşünüyorum” olmuştur.
Neron’un şansölyesi Seneca, imparatorun yerine geçen Claudius için “Apocolocyntosis” adıyla alaycı bir eleştiri yazısı kaleme aldı. Yazıda Claudius’un Olimpos dağında tanrılığı kabulünü bir kelime değişikliği “APOtheosis” yaparak alaya almıştı.

Sağlığında ilahilik sıfatını alan ilk imparator, öldürmekten, cinayetten hoşlanan bir paranoyak olan Domitian’dı. Üçüncü yüzyıla kadar yerine geçenler onun kadar şaşaalı olmasalar da, çok sayıda yıkıcı iç isyanlarla boğuştular. İmparator olmak için yerine geçmeye çalışanlar (bir yüzyılda 50’den fazlaydılar), iktidarlarını, “ilahi/tanrısal” sıfatlarını kullanarak yasallaştırmayı denediler.

Bu çağlarda Yahudi ve öteki dinlerdeki muhalifler yüzünden Hristiyanlara yapılan baskılar asla tesadüfi değillerdi.


Hristiyanlığı resmi din ilan eden ancak diğer dinleri yasaklamayıp, kendisini de "görünemeyen ve yenilemeyen, Savaş tanrısı Mars'ın kılıcı",tebasının dinlerindeki en büyük tanrılarının kendisi olduğunu, yeryüzünde tapınılacak en büyük tanrı olduğunu ilan eden Constantin de kendisini ilahlaştıranlardandır. Ölüm döşeğinde İzmit'te bilincini kaybedinceye kadar vaftiz edilmesine izin vermediği, bilincini yitirince rahiplerin ölmeden vaftiz ettikleri yazılır.

Tanrıdan vahiy alan Tanrı kralın  Hristiyanlığı yüceltmesi gerektiğinden ona yakıştırılan efsaneler şöyledir.
Hristiyanlığı resmi din ilan etmeden önce tanık olduğu mucizesi şöyle açıklanır;

Konstantin'in gökte gördüğü
iddia edilen
"Hoc vince=Bununla Fethet"
işareti
“Konstantin, kendisinin tanrının en sadık duacısı olduğunu söyleyerek ona seslendiğini ve karşılaşacağı zorluklarda kendisine tanrının sağ elini uzatarak açıklamalarda bulunacağını ve ona büyük içtenlikle yalvarırken göklerden muhteşem bir işaretin ona güneşin ışığının üzerinde göründüğünü, gözleriyle cennette Haç’ın ışığının/nurunu (Hoc Vince) gördüğünü ve kendisine “-bununla feth et” denildiğini söylediği yazılır.

Bu görümle, kendisini hayretler içinde kalmış, bütün ordusu ona tanık olmuş, seferlerinde onu takip etmiş, mucizeye tanık olmuşlardır.

Ve bu olayın nedenlerini düşünmeye başladığında birden gece olmuş, sonra uyumuş ve rüyasında İsa kendisine, göklerde gördüğü aynı işaret ile görünmüş, onun benzerliğinde bir nesne yapmasını emretmiş ve düşmanlarının işlerinden ancak onu kullanmasını söylemiştir.”
Bu şekilde, İran dini temelli Roma Janus şeytan ibadeti dinini kaldırmak için Konstantin, üniformalarının, kalkanlarının, sancaklarının üzerlerine parlak HAÇ sembolü işlenmiş, Tanrı İsa imanıyla yürekleri dolu ordusuyla 28 Ekim 312’de Roma’ya saldırdı. Muhalifi olan Maksentius’un ordusunu Milvian köprüsü üzerinde katletmesinin ertesi günü kendisine açılan şehir kapısına doğru yürüdü.

Roma Senatosu Konstantin’i “Batının İmparatoru” ve sürekli kazandığı zaferleri nedeniyle de Roma’nın tek hâkimi imparatoru olarak ilan etti.

I.Konstantin (272-337) Başında HALE
ile Tanrı olduğu vurgulanıyor.
Ayasofya'yı Jüstinyen'e sunuyor.
Ayasofya Hristiyanlık öncesi
Yunan Mitra dinine bağlı bir tapınaktı.
532 DE Jüstinyen zamanında İsevilik
Tek Devlet dini ilan edilince bu günkü
halini aldı.
Yüzyıllarca Hristiyan katliamı, sürgünü yapan Roma imparatoru, kendisinden önce İran’a sefer açmaya kalkan Roma imparatorlarının, “İran, tanrının seçilmiş kavmidir, felaketleri üstümüze mi çekmek istiyorsun” suçlamasıyla öldürülmesini ve asırlardır İran’a karşı başarı sağlayamadıklarının verdiği ezikliği, Hristiyanlığı kullanarak İran dini etkisinden halkını kurtarıp, onları savaşa razı edebileceği gerçeğini görmüş olmasıyla böyle bir masalı uydurduğunu bütün din tarihçileri yazmaktadır.

Nasılsa, zaten tanrı veya yarı tanrı sıfatı taşıyan imparator Konstantin, İsa’nın gelinleri olan “12” havarisi/öğrencisi/peygamberinden öne geçmiş ve İsa/Allah ile doğrudan görüşmüş, Roma’yı da askeri darbe ile ele geçirerek, Roma Hristiyanlığının temelini atmıştır.
Bunun ikinci adımı da Hristiyanlığı yazan Nasıra’lı Ferisi Yahudilerini de diğer Yahudileri de “İsa/Allah’ı öldürtmekten mahkûm etmek” ve onların dinini benimserken devletten uzak tutmak, soykırımlarını sürdürme siyasetini de eksik etmemiştir.

İsa, Nasranilere göre insan doğmuş ve sonradan tanrı sıfatına ermiş bir yarı tanrıdır. Aslında Nasranilerin İsa’yı peygamber saydıkları, Roma Katolik baskısıyla bu yoruma zorlandıkları inancındayım. Çünkü, İsa’yı dişi şeytan Er Ruha’nın erkek şeklinde göründüğüne inanan Süryanileri Roma’nın soykırıma uğratmaları gerçeği önümüzde durmaktadır.

Constantin zaten, ölünce tanrılığa erişecek bir yarı tanrı, Roma dini dışındaki kavimlerin tanrılarının en büyüğü olan yaşayan tanrı iken, İsa’nın peygamber olması, tanrı kralın, kulluğa terfisi kesinlikle yakışık almayacak bir durumdu.
Roma Tanrısı Janus Teke Şeytanı
Böylece, İran ile ne zaman savaşa tutuşsalar, devleti zayıflatmak için sürekli isyan çıkartan Yahudiler ve Yahudi Hristiyanlar Roma’nın aşağılık, asi tebalarıydılar. Bu köle Yahudilerin çıkardığı bir dinin kabul edilmesi Roma için zaten yeterince aşağılayıcıydı ve Yahudi köle İsa (Urisa)’nın peygamberliğinin, Hristio’dan Christ/Krist adıyla peygamberlikten tanrılığa yolculuğu da bu gerekçeyle açıklanmış olmaktadır.

Mosaic of Justinianus I (482-565)- 
Basilica San Vitale (Ravenna)
Atilla'dan sonra iki Roma devletini 
birleştiren, askere uygun adam yetiştirmek
için "erkek eşcinselleri kurban yakma 
fırınlarında yakan, "7" göbek akraba 
evliliğini yasaklayan Jüstinyen 
Anayasasını "İsa'dan aldığı vahiylerle" 
yazdırdığı yazılı olan Tanrı kral 
İtalya Ravenna'daki Aziz Vitale bazilikasında
başında Hale ile Tanrı/Allah şeklinde bir
mozaiği yapılmıştır.

Sadece III. yüzyılda, Hint, İran ve Sabilerden ithal edilen ilahilik sembolü olan başları ve taçları üzerinde, “Işık/Nur Saçan Hale” ile imparatorların resmedilme gelenekleri başladı. Hale’nin bir diğer temsil şekli de başlara giyilen sarık (türban)tı. Haç da Zerdüşt İran Mitra dininden Grek ve Roma Mitra dinine geçmiş zaten mevcut olan bir semboldü. Bu yüzden Roma, Vatikan’ı inşa ettiğinde, taştan doğan Mitra kişiliğindeki iki yüzlü şeytanları Janus heykelini kaldırıp yerine İsa’nın değil, Roma’da Hristiyanlığı yayan havari Petrus(Taş/kaya)’un heykelini dikmesi de manidardır.

Ben, sadece verilere bakarak tanrı sıfatlarının eskiye uygun şekilde yeniden düzenlenerek sembolik değişiklik yapıldığı inancındayım. Hristiyanlığın, gerçek anlamda kabulü ve yaygınlaşması ancak, Hristiyanlık dışındaki tüm dinleri yasaklayan Jüstinyen(M.S.540’lar) döneminde gerçekleştiğine tanık oluyoruz.

Hristiyanlığın kabulü ile başlarının üstünde nur/ışık halesi ile resmedilme geleneği terk edildiyse de önemli kısımları kaldı. Altıncı yüzyılda imparatorların vergi toplama memurlarının, “comes sacrarum largitionum (Kutsal/Ulu Bağış’ın Hesapçısı)”  ifadesiyle belirlenmiş rütbelerinde bu izlere rastlamak mümkündür. Hristiyan imparatorlar artık tanrı olarak sayılmıyorlar, azizler gibi resimleri yapılmıyordu ama 540’larda Jüstinyen’in başında hale ile resmedilmesi hariç elbette.

Bu gelenek sadece Roma’da kalmamış, günümüze de intikal etmiştir. Müslüman ülkelerde de, peygamber Muhammet ölünce yerine seçilen HALİFE’ler, de yeryüzünde tanrının işlerini yapmak, dinini koruma görevleri nedeniyle şefaat umulan insanlar olarak görülmüşlerdir. 12.yy.da Mısır’da kurulan Dürzi Fatımi kralı El Hakim tartışmasız “Allah” olarak ilan edilmiştir.

İran Sünniliği olarak da bilinen Yezidilik aslında bir şeytan ibadetidir ve bir mezhebi de Dürziliktir. Osmanlı padişahlarının da adlarına baktığımızda “Bayezid” adı “Ba=Ruh/Cin,Tanrı ve Yezd/Ezd, Ezd adlı  tanrının birleşik adı olan “Yezid’in Ruhu” günümüzdeki Humeyni dinindeki haliyle “Ruhullah” adının karşılığıdır. Başka açıklaması da eski Hint, Moğol, Tatar, dillerinde BAY-TANRI; EZD=İran tanrısı Yezd’in adıdır. Birleştiğinde “Tanrı/Bay Ezd” adına ulaşırız. Bunlara Yıldırım Bayezit, II.Bayezit adlarını örnek verebilirim.

Osmanlı padişahlarına uzun yıllar mekan olmuş Topkapı Sarayı Bab-ı Selam (Selam kapısı) girişinin üzerinde “BESMELE” yazılıdır. Bu yüzden atla giriş yapan tüm yerli ve yabancı elçiler buradan atından inerek geçmek zorundaydılar ve sadece padişah bundan muaftı. Çünkü, o yeryüzünde Allah’ın, dininin temsilcisi ve koruyucusuydu. 
Neyse bu zor görevi 03 Mart 1924’de bir şekilde son buldu. Demek ki hiçbir kutsiyeti olmayan uydurma bir görevmiş. Yoksa Allah onu niye görevinden alsın ki?


Padişahların kutsanması bununla da bitmiyor. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Bitlis Hanı Abdal Han’ın isyanı bastırmakla görevli Melek Ahmet paşanın ALLAH YERİNE PADİŞAHTAN YARDIM DİLEDİĞİNE TANIK OLUYORUZ. Okuyalım;

““-İlahi! Kuvvet ve kudret, yardım ve fesat senindir. Verme, koruma ve doğruluk, iyilik ve büyüklük yine senindir. Dini Mübin gayretine bir fırka Muhammed ümmetini başıma topladım. Elimi yüzüme alıp, kapına dilenmeye geldim. Onu hiç boş döndürmedin. Yine eşsiz padişahımdan dilerim ki, Ahmed’in bu ricasını da kabul edip bu kadar insanı acındırma. BU YEZİDİ HAŞERATINI SEVİNDİRME!”

Başımız AB-Dnin tayin ettiği son
Tanrı kral
Bu osmanlı’da da kalmamış günümüz siyasilerinden R.T.Erdoğan’a da Düzce milletvekili Fevai Aslan tarafından “Allah’ın sıfatlarının çoğuna haiz” denilmesi, yandaş yazar Bahri Şenkal'ın "liderimiz Allahtan büyüktür" ifadesiyle yücelerin yücesi yapması, diğerlerinin “-Erdoğan’ı gördüğümüzde Sallallahüvessellem” deriz gibi sayısız  “ilah tanrı”  geleneklerinin yaşatılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Bunları sayısız şekilde çoğaltmak mümkündür.

Müslümanlarca “Allah’a Şirk koşmak” olarak tanımlanan bu davranışların hem İslami literatürde hem de evveli Hristiyan, Ortodoks Hristiyan ve Yahudi literatürlerinde ve mitolojide hala kullanılması aslında insanlığın hiç ilerlemediğinin de kanıtıdır.
Bu şartlarda Müslüman olan İranlıların ve diğer İslam toplumlarının Allah ve Cebrail’i, meleklerini “çekik gözlü tanrılar” olarak minyatürlerde tasvir etmeleri de tuhaf karşılanmamalıdır.
İslam’ın çıkışını “Hak geldi batıl zail oldu” diye avunanlar, peygamberin, sahabelerinin, ensarın adlarının başlarına R.A;SAV ve benzeri sıfatlar ekleyerek, bir takım mucizeleri atfederek putlaştırmaları aslında İslam’a göre kafirliğin ve müşrikliğin, bilerek-bilmeyerek temsilciliğini yapmaktadırlar. Çünkü, en eski İslam kaynaklarında bunların hiç biri yoktur.
İslam ile dahi, Nasranilerin, Roma’nın “yarı tanrı kral, peygamber” kültünden, mucizeleri olmayan, doğruyu adaleti tavsiye eden “İnsan peygamber kültüne” geçmeyi bu Arapların ve diğer ensest kavimlerin soy düşkünlükleri yüzünden insanlık başaramamıştır.
Bunun iki yolu vardır. 
Ya sosyal adaleti üstün tutan  İslam’ın başında çıkmış Mürcie anlayışının devamı sayılabilecek Sosyalist İslamcılara kulak vermek, bu tarz bir din yapmak veya dinleri tümden yeryüzünden kaldırmak insanlığın ilerlemesi için büyük fayda sağlayacaktır.
Bu olması gerekendir, ama olacak olan ise bunun tersidir ve 20.yy. da tüm kazanılmış demokratik hakların ve özgürlüklerin elden çıkarılıp, halkların cehalete ve köleliğe teslim edileceği “dinci siyasal rejimler” çağı sadece Türkiye’yi değil, Amerika başta Avrupa ülkelerini de tehdit etmektedir.
Binlerce yıllık, din savaşları ile yeryüzü insanlık ailesinin birbirlerini yok etmeleri son bulmalıdır, bulmazsa, gezegen yaşamının son bulacağı kesindir.
Tanrı Krallar açılış kısmında yaptığım yorumda olduğu gibi, “Köle Teba” olan Yahudilerin tanrısı Yahve/Adonay, Hicaz Araplarının tanrısı Hubel/Allah’da Konstantin zamanından beri var olan yasaya göre zaten Roma İmparatoru’ydu. 
Haliyle de M.Ö.539’dan sonra sona eren Babil Sürgünündeki kölelikten Krus’un azadıyla kurtulmuş Yahudilerin Tevrat’ını yeniden yazan rahip Ezra (Üzeyir peygamber)nın yazdığı Tevrat, 200 yıl sonra M.Ö.300’lerde Büyük İskender tarafından değiştirildi, bazı ibadetleri kaldırıldı. Yazan Tevrat Danyal kitabıdır. M.S. 50’lere kadar Grek Ptolome idaresinde yaşadılar, teke şeytanlara tapındılar, Tevrat ve bölgedeki tüm kavimlerin dinleri ona göre değişti. 
Sonra gene İran Sasaniler olarak geldi gene din değişti. 
M.Ö.40’larda Jül Sezar büyük Roma imparatorluğunu kurdu, Tevrat gene değişti. 

325’de Tanrı Kral Konstantin ile Hristiyanlığı kabul eden Roma da onu tekrar kendine göre değiştirdi.
Herakles (610-641); 721 yıllık
Roma-İran savaşlarına ebediyyen son vermiş 
Roma imparatoru. Tanrı kralların en 
şöhretlisi oldu ve İslam onun eseridir. 
İslam tanrısı Allah'ın Herakles olduğundan
eminim..

527-565 yılları arasında Roma İmparatoru olan bölünmüş iki Roma'yı birleştiren, Ayasofya'yı yeniden inşa ettirip, Hristiyanlığı tek din yapan ama Tanrı kral olarak, tanrıdan aldığı vahiylerle yazdırdığı başına yazılan Jüstinyen Anayasası (Latin: Novellæ constitutiones, Ancient Greek: Νεαραί διατάξεις), or Justinian's Novels) ile Tevrat ve İncil'e eşcinsellik, "7" göbek akraba evliliği yasakları ile köle azadının kolaylaştırılması için reşitlik yaşını "17" ye indirmesi olayları Tevrat'a, İncil'e ve kendisinden 100 yıl sonra çıkacak olan Kur'an'a geçmiştir.
Kur’an da, Hristiyanlığı çıkartan Nasıra’lı Ferisi Yahudileri olan, Nasrani Hristiyanların sürgün yeri Libya’dan gelerek askeri darbe ile imparator olan namaz kılan, Herakles’in koruması, şefaati, emirleri ile korunarak yazılmış ve yayılmıştır. Hatta Hz. Muhammet’in Herakles’e verdiği büyülü bir teşekkür mektubu, onların elinde bulundukça Hristiyanların kıyamete dek yeryüzünde egemen olmasını peygamber bu mektubunda Allah’tan istemiştir. Bu mektubu “İslam Roma Tezgahı mı” yazımda yayınlamıştım.
Yeryüzünde 5,5 milyar insanı Hristiyan dünyasına köle eden dört kitaptan doğan üç din de Roma icadıdır, tartışma götürmeyecek kadar açıktır.

Anlaşılmadık bir konu kalmamıştır umarım.
Hepimiz bu gezegende yaşıyoruz, insanlığın geleceği hakkında takdir insanlarındır.

Alaeddin Yavuz

Boşanmada mal paylaşımı yarı yarıya değildir


Boşanmada mal paylaşımı yarı yarıya değildir
30.11.2010 - 13:24 | Güncelleme: 30.11.2010 - 13:24
En son Acun Ilıcalı ile ilgili haberlerde de konu dile getirildi ama yasanın tam anlaşılamamış olduğu görülüyor. Boşanmada mal paylaşımı yüzde 50, yüzde 50 değildir. Boşanma sonrasında diğer tarafın adına kayıtlı mallarda kendisinin de alım esnasında payı olduğunu iddia eden tarafa edinimdeki payı oranında mal verilir.
Herkesin özel hayatı kendisine ait ve ben dahil kimseyi ilgilendirmez ama Acun Ilıcalı ile ilgili haberlerde dayanak yapılan hukukçular, Ilıcalı’nın var olan 50 milyon değerindeki mal varlığının yarısının boşanan eşe verileceğini iddia ediyorlar. Bunu da boşanmada mal paylaşımı kuralına dayandırıyorlar. Bu, hatalı ve yanlış bir değerlendirmedir. Bilindiği üzere, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti sırasında Adalet Bakanı olan Hikmet Sami Türk zamanında TBMM’den geçirilen Medeni Kanun sonrasında, ayrı bir sözleşme yapılmamış ise mal birliği ilkesi geçerlidir. Daha önceki yıllarda ise mal kimin üzerine kayıtlıysa ona ait oluyordu. 

KİMLER REJİME TABİ 
Taraflar, evlenirken veya evlendikten sonra kanunda yazılı mal rejimlerinden birini seçip sözleşme yapmamışlarsa ilk sıradaki yasal mal rejimine, yani edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olurlar. Eşler, Medeni Kanun’un, dolayısıyla bu mal rejimlerinin kabul edildiği tarih olan 1 Ocak 2002’ye kadar geçen süre için eski rejime, ondan sonra edindikleri mallar için yeni rejime tabi olacaklardır. Yani bu mal rejimi, mevcut evlilikler içinde 1 Ocak 2002’ye kadar edinilmiş malları kapsamamaktadır. Sonrasında edinilmiş mallar konusunda ise davayla katkı veya katılım bedeli istenebilir. Ancak, taraflar 1 Ocak 2003 tarihine kadar notere başvurup yeni mal rejiminin, evliliklerinin başlangıcından itibaren uygulanmasını kabul ettiklerini belirtebilirler. Fakat sözleşme yapmamış iseler, 1 Ocak 2002’ye kadar eski rejime, 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren de yeni rejime tabi olurlar. 
a) Tarafların evlenmelerinden başlayarak emekleri karşılığında edindikleri mallar (yani yaptıkları iş ve meslek dolayısıyla elde ettikleri kazançlardan edindikleri mallar). 
b) Sosyal güvenlik ve sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacıyla kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler (emekli ikramiyesi gibi). 
c) Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar. 
d) Kişisel malların gelirleri. 
e) Edinilmiş malların yerine geçen değerler. 
Mal rejimi yani malların paylaşımı, boşanma, evliliğin iptali, ölüm veya sözleşme yapılarak başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer.
Edinilmiş mallar nasıl paylaştırılır? 
Eşlerden biri, diğer eşin bir mal edinmesine, sahip olduğu malın iyileştirilmesine veya korunmasına “hiç veya bir karşılık almaksızın” katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için “katkısı oranında” alacak hakkına sahip olur. 
Bu alacak, o malın tasfiye sırasındaki değerine göre hesaplanır. 
Bir değer kaybı söz konusu olmuşsa katkının başlangıçtaki değeri esas alınır. (Md.227) 

MALLAR YARI YARIYA BÖLÜNMEZ 
Boşanma davalarında aile hâkimi önce boşanmaya karar verir, genelde de boşanmadan sonra taraflardan biri dava etmişse edinilmiş mallara katkı davasına devam eder. 
İkinci dava olan edinilmiş mallara katkı davasında, mesela bütün gayrimenkuller Acun Ilıcalı adına tapuda kayıtlı ise boşanan eş bu malların alımında veya elde edilmesinde katkısı olduğunu iddia eder. 
Dava sırasında katkısını kanıtlayabilirse, mesela bu mallar edinilirken benim şu şu gelirlerim de kullanıldı derse katkısı oranında mallar paylaştırılır. 
Ilıcalı Ailesi’nden hangisinin daha çok kazandığını buradan tam bilemiyorum ama göründüğü kadarıyla, Acun Ilıcalı’nın son yıllarda yaptığı yüksek reytingli programlardan elde ettiği gelirlerin çok olduğu herkesin malumudur. 
Şayet, Bayan Ilıcalı’nın bu programları gerçekleştiren şirkete ortaklığı yoksa fazla bir alacağı da olmaz. 
Ancak, boşanmada kusuru tespit edilen tarafın karşı tarafa belli bir tazminat ödeme mükellefiyetinin konumuzla alakası olmadığını da belirtmek gerekir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...