20 Mart 2013

"AH, KEŞKE..."LER



“Ah, keşke....”ler için bir özür denemesi

Dediklerine göre ay’ın hep tek yüzünü görürmüşüz. Arka yüzü bir türlü dünyaya çevrilmezmiş. Kaderi de ay gibi görüyor olmalıyız. Olanıyla biliyoruz kaderi. Olduğu kadarıyla görüyoruz. “Olmasaydı...”lar ay’ın arka yüzü gibi gözümüzden uzağa düşüyor. “Ya o kurşun bir santim sağdan geçseydi....” diye başladığımızda düşünmeye, hayalimizin eli ayağı zifiri karanlıkta birbirine dolaşıyor. “Olan olmuştur bir kere...” Kurşunun kalbine değdiği sevdiğimiz, bir kaç santimlik farkla, bir kaç saniyelik tevafukla bu dünyadan göçmüştür. Olan olmuştur ve nasibimize düşen de olmuş olandır. Hayatta bir kereliğine olan neyse odur; sonra dosya kapanır. Hayat, kurşunun “ah keşke...” dediğimiz yerin bir santim solundan akar. Kan da oradan akar, zaman da oradan akar. Zamanı geriye doğru alıp, kurşunu bir santim sağdan ve bir santim soldan koşturacak iki seçenekli bir hayatı yaşamamıza izin yok. Kanı da zamanı da geri akıtamayız. Bir sağa bir de sola doğru çatallanan iki tane kader yok; yazgının dal uçlarından bize düşenleri biliyoruz sadece. Olan olunca oluyor. Binlerce “keşke...”nin emzirdiği, milyonlarca yakıcı “ah!”ın özlediği “öbür türlü olsaydı”lar olmadan kalıyor, kuruntumuzun elinde boynu bükük, solgun bir çiçek gibi duruyor. O solgun o yetim çiçeği yeniden tebessüme getirmek için neler neler yapmazdık değil mi? Gece gündüz toprağına varıp sulardık, yapraklarını neredeyse kirpiklerimizle okşardık. Yeter ki “böyle olan” değil de, “şöyle olsaydı...” diye özlediğimiz “öbür” kader tomurcuğu açıversin: “Kurşun atar damarın bir santimcik, sadece bir santimcik sağından geçseydi ya...Ya geç ateş edilseydi ya da bir kaç saniye önceden hareket etseydi kaza kurşunuyla vurulan. Çocuklarının renklerini beğenmediği bayramlıklarını değiştirmek için yeniden caddeye çıkan kadın, az önce geçseydi bombanın patladığı yerden ya da çocukları bayramlıklarını beğenmiş olsaydı. Kırmızı ışık 15 saniye geç sönseydi de, arabanın çarptığı çocuk çoktan kaldırıma çıkmış olsaydı. Kamyonun altına giren otomobildeki aile, üç dakika sonra çıksaydı mola yerinden ya... Annesi elinden daha sıkı tutsaydı Dilara’nın yahut komşusuna bıraksaydı. Şehit olan delikanlı bir sonraki celp döneminde askere gitseydi ya....” O kadar çok ki “olsaydı...”larımız. O kadar çok “keşke çiçeği” var ki avuçlarımızda. O kadar yakıcı “ah!...”larımız var ki yüreğimizde. Bir de şöyle düşünelim: Şimdilerde “keşke...”lerimizin ucunda özenle beslediğimiz ve süslediğimiz o “öbür türlü olsaydı”lar “bu türlü” olsaydı, onların “öbür türlü” değil de, “bu türlü” olduğunun ayırdında olacak mıydık? “Böyle” olmasaydı kader, “öyle olsaydı...”ların güzelliğini görebilecek miydik? Kaderin biricik çizgisi içinde olup bitenler sayesinde farkediyoruz öbür türlü olabilecekleri... Olan olmuş olmasa, “olsaydı”lara özlemimiz de olmayacaktı. Söz gelimi, ardından ağladığımız, “şimdi burada olsa nelerimi vermezdim...” diye hayıflandığımız sevdiğimizin kaderi onu “şimdi burada” eylemiş olsaydı, onun şimdi burada olmasına vereceklerimiz bu kadar çok olur muydu? Böyle olmasaydı da öyle olsaydı, öyle olmasının böyle olmasının alternatifi olduğunu görebilir miydik? Hepimizin yüreğini yakan gül yüzlü Dilara rögar kapağından düşmemiş olsaydı, bizi bunca acıyla tanıştırmamış olsaydı, “aaa, şu kız değil mi rögar kapağından düşecekken düşmeyen kız” diye parmakla gösterebilecek miydik onu? Damatlığını almak için gittiği çarşıda bomba bir kaç dakika geç ya da bir kaç metre ötede patlasaydı, şimdi aramızda yaşayacak ve bugünlerde düğünü olacak delikanlıyı bunca önemseyebilir miydik?. İki yıl önce, Mekke’de, çocuklarına hediye almak için gittikleri dükkanın çökmesiyle bu dünyaya veda eden hemşire hanımlar, bir kaç dakika erken çıkmış olsaydı dükkandan, ne onları ne de çocuklarının mahzun yüzlerini hayâl bile edemeyecektik şimdilerde... Böyle yaşıyoruz kaderi. Böyle biliyoruz. Böyle çekiyoruz acısını ve sancısını. “Öyle olsaydı..”ları da, böyle olduğu için söyleyebiliyoruz, özleyebiliyoruz. Öyleyse, şimdi sen sen ol, böyle olan kaderini sevmeyi öğren. Kurşunun göğsüne hiç uğramadığı sevdiğini bir daha kucakla. Bombanın hiç uğramadığı sokaklarda güle oynaya yürüyerek eve dönen çocuklarını daha çok sev. Bir kaç saniye sonra ya da önce geçseydi, sevdiklerinle birlikte altında kalabileceğin kamyonun şimdi karşı şeritte seyrediyor olmasına şükret. Her bir çocuğu çukura düşmekten son anda kurtarılmış bir çocuk sevinciyle seyret. Şimdi, şu anda, “ah keşke böyle olsaydı” diye ağlayacakların şimdi senin için “böyle oluyor” da farkında değilsin. Ah, keşke, farkında olsaydın.. 
Senai Demirci

MA'UN SURESİ AÇIKLAMASI



107-MA'UN SURESİ TEFSİRİ

1-

Gördün mü?
 Hitap yine Allah'ın Resulüne ve dolayısıyla genel olarak hitaba kabiliyeti olanların her birinedir. Soru, teaccüb (şaşma) suretiyle hazırlama içindir. Alemde açlık ve tokluk, korku ve emniyet gibi birbirini takip etmekte olan acı ve tatlı halleri görüp duran, ilaf ve anlaşma ile yardımlaşma ve toplum içinde yaşamak ihtiyacında bulunan insanlar içinde Hak Teâlâ'nın ceza ve mükafatını inkâr edenlerin, dine inanmayanların bulunması şaşılacak bir şey olduğuna tenbih ederek onların ruh halleriyle benliklerini tanıtmak ve öylelerin huylarındaki düşkünlüklerden müminleri sakındırmak için dikkat nazarını celbetmektir. Yani Ey Muhammed, Kureyş içinde küfredenlerin neler yaptıklarını görerek anladın, tanıdın a: o dini yalanlayanı.
Burada da "din", en mutlak ve en esaslı menfuhumu olan ceza mânâsınadır. (Tin Sûresi'ne bkz.) Yani insanların yaptığı iyilik veya kötülük karşılığında Hak Teâlâ'nın iyiliğe güzel sevap ile mükâfat, kötülüğe kötü azarlama ile ceza vereceğini, diğer tabirle herkesin bir olup da "Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür ve kim zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür." (Zilzal, 99/7-8) ölçüsünce ettiklerini bulmaları Allah Teâlâ'nın inanılması, uyulması ve teslim olunup gereğince amel edilmesi lazım gelen kesin bir hükmü, bir Hak dini olduğunu tasdik etmeyip de dinin aslı yoktur, o yalandır der, cezaya inanmaz olan kimseyi gördün ya... Mukatil'den bunun As b. Vail Sehmî hakkında nazil olduğu rivayet edilmiş, ki kıyameti inkâr eder, çirkin işler yaparmış.
Süddî'den Velid b. Muğire hakkında nazil olduğu rivayet edilmiş, Mâverdî de Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu nakletmiş, rivayet edilmiştir ki: Ebu Cehil bir yetimin vasisi bulunuyordu. Bir gün o yetim çırıl çıplak ona gelmiş, kendi malından bir şey istemişti. Ebu Cehil onu itivermiş ve aldırmamış idi. Kureyş'in büyükleri de çocuğa: "Muhammed'e git de sana şefaat ediversin." demişler, alay etmek istemişler. Öksüz onların maksatlarını bilmediği için Resulullah'a gelip yardımcı olmasını istemişti. Peygamberimiz (s.a.v) hiçbir muhtacı reddetmek adeti olmadığı için kalkmış, onunla beraber Ebu Cehil'in yanına gitmişti. Ebu Cehil "buyurun" deyip merhaba etmiş ve öksüzün malını vermişti. Kureyş'liler bunun üzerine Ebu Cehil'e serzeniş etmişler, "sen de sapıttın, Muhammed gibi Sabileştin" demişler. "Hayır" demiş, "sapıtmadım velakin onun sağında solunda birer harbe gördüm, vermezsem vuracak diye korktum". İbnü Abbas'tan bir rivayette de hem cimri, hem mürai bir münafık hakkında nazil oldu denilmiştir. Demek ki bu sûre bunların birisi veya hepsi sebebiyle nazil olmuştur. Fakat hükmü onlara mahsus değil, öylelerin hepsini içine alır.

-----------------------

2-

2. Fâ, sebebiye veya mahzuf şartın cevabı olarak kendinden sonrasının kendinden öncesine terettüp etmesini ifade eder. mübteda, mevsûlü haberdir. Müsnedin marife olunanı da kasr ifade eder. Yani "gördünse bilirsin ya, görmedinse de bil! İşte cezaya inanmadığından dolayı öyle dinsiz imansız olan kimselerdir ki yetimi iter, öksüzü zayıf gördüğü ve Allah'tan korkmadığı için insaf ve merhamet etmiyerek kakar kakıştırır, kahir ve hakaretle kovar azarlar

---------------------

3-

3. Ve miskin, bîçare yoksulun yiyeceğine dair teşvikte ve isteklendirmede bulunmaz. Kendisi doyurmadığı gibi, gerek kendi akrabalarından ve gerek diğer vakit ve durumu müsait olanlardan diğer kimselerin bakıp gözetmesi, doyurması için de kayırmaz, bir yardımda, tavsiyede, teşvikte bulunmaz, çaresizlerin halini düşünmez, fakirlere bakılmasına taraftar olmaz.
Burada "taâm"dan murad it'âm olduğu için "ıt'âmûl'l-miskin" (yoksulları doyurmak) daha açık olacakken "taâm" denilmesi nüktelidir. Bunda aç olan bir yoksulun, kudreti olanlar tarafından verilecek taâma (yemeğe) mülkü imiş gibi dinen bir hakkı taalluk ettiğine işaret vardır ki "Onların mallarında dilenci ve yoksul için bir hak vardır." (Zâriyat, 51/19) âyetinin mânâsıdır. Bu şekilde hak etmenin şiddetine tenbih ve başa kakmaktan men edilmiş demektir. Yani öyle bir çaresizi doyuran kimse, onun kendi hakkı olan bir yiyeceği vermiş, borcunu ödemiş gibidir. "Azarlayıp kovmak ve teşvik etmemek" fiilleri, devamlılık ifade eden muzari olmak hasebiyle, bu âyetlerin yukarıya bağlanmasından çıkan mânânın neticesi şu olur: Toplum halinde ülfet ve anlaşma içinde yaşamak ihtiyacında bulunan ve Allah'ın yardımıyla açlıktan kurtulmuş ve korkudan emniyete erdirilmiş olan insanların Allah'a ibadet ve kulluk etmeleri ve bu kulluğu yapmak için de öksüzlere, kimsesizlere bakmak, açlara, biçarelere yemek yedirip derman aramak için yardımlaşmaları Hak dinin gereği olan bir vazifeleri olduğu ve güçleri yeterken bunu yapmayanların Allah katında cezaya çarpılacakları muhakkak iken, bunun zıddına öksüzü itip kakarak hakkını yemek ve yanıbaşındaki yoksul çaresizin en lüzumlu ihtiyacı olan yiyeceği hakkında bir delalatte ve teşvikte bile bulunmayacak kadar acımasızlık ve merhametsizlik etmek insanlık hesabına şaşılmak ve teessüf olunmak lazım gelen pek acı bir züll, bir düşkünlük olmakla beraber böyle öksüzü kakmak ve fakirlere bakmamak gibi insafsızlıklar, dine yalan diyen kimselerin yapageldikleri âdeti, huyu demektir. Her ne kadar bir insanın dine inanmaması şaşılacak bir şey olsa da inanmadıktan sonra o fena huylar ona tabii gibi olacağı için pek şaşılmaz. Asıl şaşılacak taraf, dindar görünenlerin bedenen ve malen vazife ve ibadetlerinden gafleti ve mürailik edip de cüz'î bir yardımdan sakınacak derecede cimrilik etmeleridir.

----------------------------

4-

4. Onun için buyuruluyor ki fakat yazıklar olsun o namaz kılanlara. Yani vay hallerine, yazıklar olsun o cehennemin veyl denilen ve kan, irin akan deresine düşecek olan namaz kılanlara, daha doğrusu namaz kılıyor, mümin görünenlere.

-------------------

5-

5. Ki onlar namazlarından sehiv etmişlerdir, yanılmışlardır. Dinin direği ve kulların derli toplu kalb ile Hakk'ın huzuruna durarak bir yükselişi, Allah'a kavuşmaya bir çeşit vasıl oluşu demek olan ve şu halde onun zikriyle yardım ve inayetinden fert ve toplum olarak medet ve hidayet alarak onun rızasına, doğru yoldan yaklaşmak üzere emrine göre kulluk vazifelerini ihlas ile yapmak için şevk ve uyanıklık almak gereken namazlarından gaflet ile yanılmaktadırlar. Dikkate şayandır ki namazlarında sehiv değil, namazlarından sehiv ile azarlama yapılmıştır. Çünkü bazan namaz içinde sehvetmek, yanılmak insanlık gereği çekinilmesi kabil olmayan arızalardandır. Ondan dolayı Ata b. Dinar'dan rivayet edildiği üzere denilmiştir ki, hamdolsun Allah'a, namazda yanılma ile azarlamamış "namazlarında yanılanlar" buyurmamış, "namazlarından yanılmışlar" buyurmuştur.
Namazdan yanılmanın mânâsında da tefsircilerin bir hayli açıklamaları vardır: Başlıca namazın öneminde gaflet edip onu gereği gibi ciddi bir vazife olarak yapmamaktır ki, kılınıp kılınmadığına aldırmamak, vaktine dikkat etmemek, geçip geçmediğine aldırış etmeyip vaktinden geri bırakmak, terk etmekten üzülmemek, kıldığı vakit de Allah için halis niyyet ile kılmayıp, dünyaya ait bir takım maksatlar, gayeler için münafıkça bir şekilde kılmak, açıkta, el yanında kılarsa gizlide kılmamak, kıldıklarını da Hakk'ın huzurunda hayatın ruhanî ve cismanî bütün değişimlerini temessül ettirecek bir kulluk ve tazim olarak değil de Hz. Mevlânâ'nın dediği gibi, "baş yerde kuyruk havada" yahut Türkçe bir deyimle söylendiği gibi "iki yatış, bir kıntış bakış"tan ibaret bir gösteriş veya bir eğlenti halinde yapmak şekillerine şamil olur. Söz musalli (namaz kılan) denilenlerde olduğu için büsbütün namazı terketmek bu konudan hariç olmak gerektir. Bu konuda İbnü Cerir rivayet ettiği iki haberle de delil getirmiştir. Birisi Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'dan: Demiştir ki Peygamber (s.a.v.) hazretlerine 'den sordum. "Onlar, namazı vaktinden geriye bırakanlardır." buyurdu. Birisi de: Ebu Berzele el-Eslemî (r.a)'den: Demiştir ki: İş bu âyeti nazil olduğu zaman Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: "Allahü Ekber, bu sizin için herbirinize bütün dünya kadar bağış verilmekten daha hayırlıdır. Onlar o kimselerdir ki namaz kılarsa namazın bir hayrı olacağını ummaz, terk ederse Rabb'inden korkmaz."
Bunda sözün gelişine göre kıldıkları bir kaç vakit namazdan dolayı gururlanıp yanılıp da dini ondan ibaretmiş gibi diğer ibadet ve kulluk vazifelerini yapmıyanlar da dahil olur. Zira birçok defalar geçtiği üzere dinin ruhu Allah'ın emrine ihlas ile tazim ve bütün hareket ve kuvveti, ceza ve mükâfatı ondan, bilerek, onun adına yarattıklarına şefkat esasında toplanır. Onun için Kur'ân'da imandan sonra salih amellerin esası olmak üzere namaz ve zekat beraber zikrolunagelmiştir. Böyle iken dindar geçinen birtakım kimseler vardır ki, namaz kılar görünürler de sadece onunla bütün dini vazifelerini ifa edivermişler gibi farzederek yanılırlar. Zekat gibi diğer vazifelere önem vermez kaçınırlar. Allah için istemekten hoşlanırlar da, Allah için ufak bir şey vermekten, Allah'ın kullarına yardım etmekten ve Allah'ın emirlerinin îfası için lazım gelen masraflara güçleri yettiği kadar iştirak etmekten çekinirler. Halbuki böylelerle mescidler tamir edilmez. Çünkü Tevbe Sûresi'nde buyurulduğu üzere "Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayan kimseler onarırlar." (Tevbe, 9/18). Ve "Muhakkak namaz kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah'ı anmak, elbette en büyük ibadettir." (Ankebut, 29/45) buyurulduğu üzere namaz çirkin ve kötü şeylerden vazgeçirir olduğu ve böyle Allah'ın zikri olan namaz en büyük vaiz olmak lazım geldiği halde onun yasaklamaları ve öğütleri sayesinde kötülük ve çirkinliklerden vazgeçmeyen, iyilik ve kulluk görevlerini düşünmeyen, Allah için yardım borçlarını vermekten bile sakınan kimseler de namazın mânâsından, yasaklama ve öğüdünden gaflet ederek namazlarından yanılmış olurlar. Bununla beraber bu âyetin mânâsı şu iki âyet ile de izah olunuyor:

------------------

6-

6. Onlar ki mürâîlik ederler, gösteriş yaparlar. Her ne amel yapsalar Allah için yapmazlar da halka gösteriş için ve herkesin göreceği yerde yaparlar.

-------------------

7-

7. Ve mâûnu menederler. Zekâtı vermezler, yahut kimsenin esirgemeyeceği ödünç gibi cüz'î bir yardımlığı bile sakınır, kimseye bir damla birşey vermek, istemezler. Öyle cimri, öyle pinti olurlar. Böyle olanların zekat vermeyecekleri ise öncelikle anlaşılır.
İşte böyle namaz kılar, dindar görünüp de namazlarından yanılan, mürâîlik, gösteriş yapıp da ufak bir yardımdan bile kaçınan kimselerin bu halleri, dinsizin dini yalanlamasından değil ise de yetimi kakıştırmasından, fakirlere yardım etmemesinden daha çok şaşmaya değer, yazıklar olsun onlara!

___________

Görülüyor ki Fil Sûresi'nden sonra Kureyş Sûresi bu Mâûn Sûresi ile açıklanarak buradan "veyl" (yazıklar olsun) kelimesi ile lafız bakımından ve "yardımlığı sakınırlar" ile de mânâ yönünden Hümeze Sûresi'nin "İnsanları diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline! O ki mal yığdı, onu saydı durdu. Malının, kendisini ebedi yaşatacağını sanır." (Hümeze, 104/1-3) mefhumuna bağlandıktan ve Fil Sûresi'nde "Görmedin mi?", burada "gördün mü?" hitaplarıyla Peygamber'e "Görmedin mi?" "Gördün ya" diye birer belağatlı uyarma ile tenbih buyurulduktan sonra bunun arkasından Asr Sûresi gibi yukarıki bütün sûrelerin semeresini üç âyette özetleyen ve Kur'ân'ın en veciz sûresi ve bilhassa Duhâ Sûresi'nden beri gelen sûrelerin mefhumu üzerinde hepsinin tamamlayıcısı olan Kevser Sûresi'yle de Muhammed Aleyhisselam'ın şanı, özetin özeti olarak tebliğ edilecek ve anlatılacaktır.

İKİ DAMLA YAŞ KALDI ÖMRÜMDE


İKİ DAMLA YAŞ KALDI ÖMRÜMDE

iki damla yaş kaldı ömrümde 

damlatsam kaçacak damlatmasam içime akacak..

iki arada bir derede kaldım yine.. 

gitsem olmaz kalsam hiç olmayacak!..

iki yürek kaldı şimdi elimde 

biri sende kalacak biri bende..

sanmaki seninki sende olacak benimki bende.. 

yazıkki tam tersi olacak..senin kalbin kaçarmı 

bilmem ama benimki beceremez..

seni bırakıp bana gelmez..

biliyorum inat yüreğimi.. 

ama aşkta kalmak ta var gitmekte 

demeli kalbime gizlice..

sen gibi yaralı oluk oluk alemde..

teselli etmeliyim onu bana getirmeliyim hiç değilse..

çok acı çekecek biliyorm getirmeliyim onu kendine..

dağıtsın içinde ne varsa savurup atsın yaşadığı herşeyi..

yeterki unutsun bıraksın seni..

ama iki damla yaş kaldı gözümde.. 

damlatsam olmaz bende kalsa olmayacak..

ya ömrüm son bulacak ; ya da kalbim adresine teslim olacak!..

yanlış kapıya vurmuşum bunca zaman kalbimin kilidini

ya kilit açılacak yada ömrüm son bulacak..


AH ZALİM AH.......





Bir gece ansızın gelir zalim Yüreğime oturur. Yüreğime saplanır gibi Seyrelterek beni 
Seni bana hatırlatır.Herkesin düşleri var herkesin rüyaları.Herkesin umutlarıherkesin yaşamak istedikleri.Hani nerde dersinolmasını istediklerim.Aslında sen nerdesin meselesidir bu sen yanlış yerlerde mi koşuşturursunyaşamın.Ne ararsın ve ne beklersin.Nedendir bu zalim feleğin ettikleriağzıma çaldığı bir kaşık bal sonrasıyaşam boyunca görmediğim bir yüzü aramak. Sen herkes gibisindirher kes senin gibisen benim gibisindirben senin gibi.Sen ölü gibisindir hayatımdayokluğunu hatırlatarak.Ben ölü gibiyimdirsenin hayatında hatırlanmayarak. Hep cenazelerde mezar taşlarında ismini arar gibiyim. İyi olan şeyler adına sen gelirsin aklıma Sen gelirsin bana Yüreğini açarak Dokunaklı sözlerde bulurum senigüzel şarkılarda  
Kendimi unutarak. Düşünürüm bazen seni unutmak için.Anasına ağlayan çocuğun gözyaşlarında boğularak. Yalın ayak koşuşturan çocuklarınaltına yüreğimi seripteunutmak isterim arasıra seni. 



Arasıra bakışlarımda ahengi kaybolur yaşamınbağırmak isterim.Bağırmak isterim yeter artık. Zaman uzarölüm gelmeyecek gibisen gelmeyecek gibisin bana ve geceleri severim. Seni sever gibiseni sever gibi geceleri severim. Düşerim koynuna kayan bir yıldızın ardından kaybolan umutların ve rüyaların beni aldatışıaldanışım gelir birden karşıma.... Hep tükendimhiç çoğalmadım hayatım boyunca Kimse bilmedihiç kimseye söylemedim bunu Senden başka. Güzel söze düşkündüm.......şimdi sana.... Şimdi sana düştüm...bir rüyanın ardından Bir rüyanın ardından.............seni aradım. Sana anlattığım.....................anlamadığın. 
Anlamadınki beni Anlamadın ki Duymadın Duymadın ki beni. Güzel söze düşkündümsöylediğim gibi



Şimdi düşkünüm sana 


Düşkünüm sana Akıllım. 


Seni hiç görmedimseni görmeden sevdim.Bir çiçeği sever gibiyüreğini sevdim. 
  


Hep rüzğarlar sana doğru sana doğru esiyor.Sana doğru eğiliyor yüreğimde başaklar. 
  

Gezdiğin yerlerde gezdim.Bakışlarının dolaştığı yerlerde bakışlarımı dolaştırdım. Bakışlarının dolaştığı yerlerde dolaştım sensiz. Halbu ki sen oralarda sen oralardaydın sen oralarda Sen oralardaydın halbuki. Seni sen istemeden görmek istemedim ki. Sen istemeden bakışlarım sana dokunsun. Oralarda dolaştığım boş yere olsun.Olsun boş yere yakarışlarım.Hem değer bana göre kadınca Yüreğinden erkekçe hayır deyişine...... Gözlerim kayıyoruyku düşmekte gözlerime gece her gece sen düşmektesin sen düşmektesin düşlerime. 
Oturur yüreğime seni hatırlamak. Saplanırsın yüreğimeseni hatırlayarak. Yine  Gece saat on iki ömrümün tam ortası.Saatler geçmiyorbekliyorum sabahı. Sokaklarda ışıklarölüm sarısı.Daha şimdiden geçti ömrümün yarısı. Daha ne kadar kalmış bilmiyorum.Bana sorarsanbilmekte istemiyorum.  Gece saat on ikigecenin tam ortası. Ay yokumut yokbu kimin hatası. Sokaklar ölü bekliyorsokaklar ölümü bekliyor. Bense yok yere. Yüreğinden başka her yerde Ben ağlayan çocuk sen bir ana Ne olurne olur beni kucakla kucakla Ölüm sarısı yapraklardadökülmekte yüreğimden bahar kışa çalarak. Seher getirmez seni banabilirim.Baharın son çiçeği  Gidişinah o gidişin yokmubeni ağlatarak. Hiç mi merhamet etmedinben ölürken. Hiç mi merhamet etmedin beni öldürürken. Ben yüreği ellerindesana gelirken. Ben yüreğim ellerimde sana verirken. Ben yüreğim ellerimde seni severken. Ah zalimah zalim. Sen çoook iyisin. Sen çoook iyisin. Neyse bir başka baharaben yokken gelirsin. Rahat ve huzurla gelirsin bir başka bahara Yine çiçek olarak Yine güzel olarak gelirsin. Ellerinde tüm renkleri yaşamınen umut dolu yanlarıyla Belki güzel bir rüzgar olurum sana çaktırmadanöper gibi yanaklarından geçerim. 
Belki bir yağmur tanesigözyaşlarından bir tanetam gamzenin üstünde ağlarım. Sen habersizsen beni unutmuş.Farketmeden beni........uzaktan bakarım sana belki Bir tiryaki gibi. Yani kaybolurum dumanında sigarımınseni içer gibi. Ben hiç bir şeye tiryaki olmadımsana olduğum gibi. İnsan olmak zoryani dürüstyani erkekyani O’na kul. Yani O’nun sözüne vurgunyani O’nun sözüne uygun.Zor yani erkekçedürüst konuşmak. Ne sevmek mümkün dürüstçenede yaşamak.  Bir kaldı erkekçe yanlızlıkbirde ölmek. Hep sevmek görmedengörmeden sevmek. Ufukta kaybolan hep O’mubakışlardan başka yetişemeyen. Hani ezanı dinlerdin sabah vaktiO’na çağrıgerçeğe çağrı Huzuru arardın bulmak içinher sabah gecenin kucaklaştığı Bu vakitlerde getirecekti huzuru sana seher. Ne işin varbu yaban elinde ne bu keder. Baş ver Boş ver aslanım.Boş vermede sana seher Sen bir yabancısen bir yolcusen bir kayıp duyğulu mavi Güneşe vurulmuşşun yanmaktan başka yok çaresi Çaresi yok Aşklar acıklı bir türküdür yemen önlerinde Bir türküsün sengönül gönüle herkesin dilinde. Hep gidişleri düşünürümhep yürek yakan. 
Ne gidişler vardönüşleri olmayan. Ah yok mu o gidişin. Erkekçe gidişin. Gözlerimle görmedim senigörmeden sevdim. 



Sevdim ben seni patlamış mısır tazeliğinde kusarak öfkemi. Sevdim ben seni bir çiçeği sever gibi yüreğini sevdim. Suyu sever gibi içmek için..... Hep İstanbul’da düşler kurardıdüşler kurar boğaza karşı. İnadına en güzel mavien güzel mavi kalarak. Yeşile vurğun yemiş bir maviyanlız uyuyan kadın gibi yatarak. Sen bana gelmezsinben sana gelmem. Gelmem anasını satayım sen istemeden. Sen dikensiz bir güldündikenlenmeyi öğrettim sana Batsın diye yüreğime istemedim. İstemedim aslında Öfkeyi öğrettim benöfkelenmeyi öğrettim sana Öfkelen istemedim. İstemedim bana Ah yokmu o yanık buğday başaklarıyok mu denizde susuzluk sanırsın.Yok mu gecenin ta orta yerinde çığlıklaryok mu ölülerin sesizliğindeacıklı türküler. Hep sürgün yaşamakartık yüreğimde sen.Hep mahpus bakışlarım bir yerlerde sen. 
Sen bir yerlerde savrulan toz tanesi ben bir yerlerde kayıp mavi. Aslında her şey boş bir kandırmacasen bir aldatmaca ben bir aldatmacaherkes aldanmada. Sen yoksun kibenim için.Ben yoğum ki senin için. Sen benim uydurmamsınuydurmasın belki yanlızca. Yanlızca ben varım her şeyden başka...... Gecenin ta orta yerinde Ama sen yokmusun be zalimsen yokmusun. Yaralı bıraktın beniacı için de kankan içer gibi yaşamak. Yaşamak acı içindeseni görmedengözlerimde kanyüreğimde kan. Kan anasını satayımyalanına dünyanın. Kan yalancı sevdalarına zamanın. Kana kana içemezsin sen onun yanaklarınıgöz yaşlarını silemezsin meselâ Meselâ bakamazsın gözlerine o istemedeno istemeden tutamazsın ellerini. Be zalim Sen çok iyisin. 
Herşeye karşınben sana tutkunherşeye karşın ben sana vurgun. Her şeye rağmen ayakta ölmekayakta sevmek seni Seni yanlızcayanlızca seni. Bir yanımı aldın götürdüngötürdün beni degiderken. Giderken beni öldürdün. Olsun be Ne ilk ölen benne de son ölen. Yada öyle bir şey Görmeden sevmek. Öyle ölmek gibi Yanlız ölmek gibi bir şey. Gecede ölüm sessiz gelir ay çarpar yüreğimesen çarparsın. Gecede sen Sezsiz gelirsin. Başım dumanlı. Başım erciyese takılı. Yüzünde yaşamak hayatı. Yüzünde yaşamak sen giderken. Olmaz olası  Olmaz olasıyüreğimde erciyes gibisinne gelirsin ne de gidersin. Ne de seversin. Bir gülü sevdim birde seni. Ben hiç bir şeye tiryaki olmadım Sana olduğum gibi. Yok çaresi Ne bir ses var sendennede bir umut Unut anasını satayım unut. Aşklar acıklı bir türküdür yemen önlerinde Sen bir rüyasınsen bir düşyüreğimde gece. Gece geceher geceatlılar koştururyüzleri olmayan gözleri olmayan. Atlılar koştururufuklarayolları olmayan. Atlılar koşturur yüreğimde sen. 

Sensensenhep sen. Gelişi olmayangidişi olmayan. Sen. Yada öyle bir şey Görmeden sevmek. Öyle ölmek gibi Yanlız ölmek gibi bir şey. Çok isterdimçok istedim be kuş olmayıbir çift kanatbir yürekuçmayı. Kahrolası Kahrolası yalan zamanın sevdalarıyalancı umutları. Sen eski adamsen zamanın eskitemediğihüzünlü yanında derin denizlerinleyorgun mavi 

GEÇMİŞ İSE GİTMİŞ ACEP NEREYE


 
 GEÇMİŞ DEDİĞİN

Çıkamadım yokuşunu zamânın
varamadım genç olduğum günlere
bir nicedir altındayım semânın
âşinâyım eskilere dünlere

benim keyfim tadım tuzum eskide
alıştım da sevemedim bugünü
hemi sevgim hemi buğzum eskide
ben miyim ki âlemin en üzgünü

ağladıysam bir resimdir gördüğüm
ihtiyâr bir dostun gençlik resmidir
gülmüş isem çözülmez bir kördüğüm
aklımda kim bilir kimin ismidir

hayâtımdır senin geçmiş dediğin
geçmiş ise gitmiş acep nereye
düşünürüm bunu her gün her öğün
beşti çıktı günde beşbin kereye

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...