03 Nisan 2015

ÜÇGENDEKİ TEZGÂH IV



III. BÖLÜM PKK'NIN 1992 YILI HEDEFLERİ 
Abdullah ÖCALAN, batıya yönelik işleri de bu şekilde hallettikten sonra, 1992 yılı hazırlıklarına başlamak için kış çalışmalarına başladı. Bu çalışmalar daha çok 1992 yılı hazırlıkları ve planlamalarına ilişkindi. 1991 yılı faaliyetleri APO'ya bazı yeni girişimler için müthiş cesaret vermişti. Kafasında iki konu vardı; birincisi BOTAN-BEHDlNAN Savaş Hükümeti, ikincisi de Kürdistan Ulusal Meclisi seçimi ve oluşturulmasıydı. Böyle bir adımı atma cesaretini neden göstermişti? Bu adımları atmakla nereye varmak istiyordu? Böylesi adımları atması için gerekli koşullar hazır mıydı.? Yoksa her zaman olduğu gibi militanlarının önüne büyük hedefler koyarak,onların enerjilerinden azami faydalanmak mı istiyordu ? Şimdi kısaca bu konulara değinelim. Gerçi adı geçen psikopat yıllardır yaşadığı ŞAM'dan çeşitli zırvaları ısıtıp ısıtıp teori, çözümleme, taktik adı altında piyasaya sürüyordu. Oradan adeta dünyaya meydan okuyordu. Ama bahsettiğimiz gibi bu sefer hedefleri çok büyük tutmuştu. 1992 başlarında Türkiye-lrak sınırının Türkiye tarafındaki sınır karakollarına saldırıp ortadan kaldırılması, planın ilk adımıydı.Böylece 330 kilometrelik sınır boyunca dizilen sınır karakolları kaldırılacak ve Türkiye tarafında bir kurtarılmış bölge yaratılacaktı. Diğer yandan sınırın Irak tarafı zaten PKK'nın denetimindeydi ve sahadaki onlarca kampta binlerce militan, sabahtan akşama kadar silahlı eğitim görüyordu. Bu gücün elinde onlarca çeşitli çapta havan topu, uçaksavar, binlerce roketatar ve onbinlerce piyade tüfeği mevcuttu. APO bu silahlı gücü; sınır karakollarını kaldırdıktan sonra sınırın her iki tarafına konuşlandırmayı ve bu sahada BOTAN-BEHDlNAN SAVAŞ HÜKÜMETi kurmayı amaçlıyordu. Sınırın Türkiye tarafı BOTAN, Irak tarafı da BEHDİNAN olarak adlandırılıyordu. Savaş hükümetinde BOTAN- BEHDlNAN SAVAŞ HÜKÜMETi denecekti. APO, bu planla ilgili ajitasyon yaparken; 

"Emperyalistlerin çizdiği sınırı savaşla parçalayacağız ve yine emperyalistlerin birbirinden ayırdığı Kürt halkını savaş alanında birleştireceğiz"diyordu. Savaş hükümetini kurmayı kafasına koyan A. ÖCALAN, bu hükümetin kimlerden kurulacağı konusunda da planlar yapıyordu. Pek tabii ki, eline silah tutuşturduğu ve "iki keçiyi güdemeyecek" olan militanlarıyla bu hükümet kurulamazdı. Onların görevi ayrıydı.Onlar silah sıkacak, cinayet işleyecek, sonra da kaçıp köstebekler gibi yeraltı sığınıklarında saklanacaklardı. Dolayısiyle onlarla savaş hükümeti kurulamazdı. O halde yeni bir yol bulmalıydı.Şöyle daha insanın ilgisini çekecek daha çok propaganda olanakları yaratacak bir formül bulmalıydı. O da bir ulusal meclis seçmekti. Kürtlerin yaşadığı her yerde bu seçim yapılmalı, ulusal meclis üyeleri seçilmeli ve bu meclis de savaş hükümetini oluşturmalıydı. Seçim Türkiye'de, Irak'ta, İran'da, Suriye'de ve Avrupa'da yapılacaktı. Önce delegeler seçilecekti, delegeler ulusal meclis üyelerini seçecekti. Ulusal meclis de Botan-Behdinan Savaş Hükümetini seçecekti. Fakat, delege seçimine gitmeden önce ülke içindeki ve dışındaki tüm PKK grupları bu seçim sisteminin şeklini, ulusal meclisin önemini ve de savaş hükümetinin gerekliliğini anlatmalıydı. 

Böyle bir propaganda, PKK'ya içte ve dışta ne kazandıracaktı? Herşeyden önce PKK grupları savaşçı gücünün dışında kalan yerel işbirlikçilerinin güç ve imkanlarının azamisinden yararlanacaklardı. Öte yandan dünya kamuoyuna yönelik olarak propaganda imkanlarını araştıracaklardı. Bu, az birşey değildi. Bunun üzerine PKK grupları yetişebildikleri her kesime; "Yakında PKK,Kürdistan Ulusal Meclisi'ni seçecektir. Bu meclis de kurtarılmış bölgede (BotanBehdinan) kendi içinde bir savaş hükümeti oluşturacaktır. Fakat bu meclis üyeleri, halk adına mücadelesiyle halka örnek olmuş delegeler tarafından seçilecektir. Meclis adaylığına, delege seçilenler başvurabilecektir. Delegeleri ise, halk adına ama halkla beraber PKK seçecektir. PKK bu konuda adil davranacak ve Kürdistan'a en fazla hizmet edenleri delege yapacaktır. Önümüzdeki günlerde, delege olabilmeniz, dolayısıyle meclis üyeliğine adaylığını koyabilmeniz ve meclis üyesi seçildiğiniz taktirde hükümete girip bakan olabilmeniz ( Kanaatimizce bu bakanlıklar; sığmaklar bakanı, jaji-sirik istifleme bakanı, Şutık bakanı, katliamlar bakanı, provakasyonlar bakanı, sosyalist ahlak yerleştirme bakanı, uyuşturucu bakanı, kaçakçılık bakanı vs. şeklindedir! için tarihi fırsat doğmuştur. Kendinizi gösterin, gün bugündür) diye propaganda yapıyorlardı. Doğu ve Güneydoğu'da bu tür propagandalara gülüp geçenler çoğunluktadır ama bu tür bir propagandayı işitip de kulaklarını dikenlerin sayısı da az değildir.Böyle birşey; yeni avantalar, vurgunlar ve kazanç kapıları demektir. Böyle bir hadise; hesapta olmayan isim ve etiketlere kavuşmaktır. Bir takım riskleri de olsa, böyle bir faaliyetin içine balıklama dalacak nice insanlar vardır, doğu ve güney doğuda... A. ÖCALAN, 1992 yılını böyle planlamıştı.Böyle bir plan dahilinde kış hazırlıklarını yapıyordu. Herkesi bu duruma şartlandırmıştı. 

Yani, hedefler; "BOTAN - BEHDİNAN SAVAŞ HÜKÜMETİ, ULUSAL MECLiS SEÇiMLERDE BATI İLLERİNDE YENİ BİR ÖRGÜTLEME İLE TERÖRÜ BATIDA DA TIRMANDIRMAK"tı... Bu dönemde Türkiye'nin dünyadaki önemi gittikçe artmış, son gelişmelerden dolayı siyasi bir güç olmaya doğru ilerliyordu. Çünkü; Orta-Asya'daki Türki Cumhuriyetler, bağımsızlıklarına kavuşarak gözlerini Türkiye'ye çevirmişlerdi. Aynı şekilde; Balkanlardaki bunalım, birçok milletin Türkiye'ye yaklaşmasını sağlamıştı. Böylece Türkiye'nin dünyadaki önemi günden güne artıyor ve Türkiye, birçok devlet için bir umut haline geliyordu. Türkiye'nin bu prestijini kırmak, onu içeri hapsetmek ve Türkiye'nin, Türkiye'ye muhtaç olan ülkelerden daha çok bunalım içerisinde olduğunu bütün dünyaya yansıtmak gerekiyordu. Bu nedenle APO, ani bir çıkışla 1992 yılı 21 Martında bir ayaklanma başlatmak istiyordu. 21 Mart Nevruz ayaklanmasını diğer üç hedefin dinamosu olarak düşünüyordu. Bu nedenle kış boyu basını da kullanarak güçlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığını beyan etmeye başladı. Bu propaganda, kısa sürede tüm Türkiye'yi sardı. 1992 Martı yaklaşırken, herkesin konuştuğu tek konu; PKK' nin Martta genel bir ayaklanma başlatacağıydı. Başta hükümet olmak üzere, diğer siyasi kuruluşlar, Ordu, Emniyet, basın, aydınlar, halk, PKK'nın 1992 baharında genel bir ayaklanma başlatacağı endişesini taşıyordu. Bazıları inanmasa da hazırlıklarını böyle bir ihtimali gözönüne alarak yapıyordu. Özellikle basında çıkan manşetler, ayaklanmanın olacağını iyice pekiştiriyordu. APO, militanlarına verdiği talimatlarda bu konuyu özellikle vurguluyordu .Yine ülke içindeki PKK grupları, dağıttıkları bildirilerde; "Genel bir ayaklanmaya hazırlanın, tarihi gün gelip çattı. Silah ı olmayan silahlansın, parası olmayan silahı PKK' dan istesin! Her ev bir sığınak hazırlasın, evlerinize gerekli malzemeyi stok edin, ayaklanma komiteleri kurun! Herkes gücü oranında ayaklanma komitelerine yardımcı olsun!" şeklinde talimatlar veriyordu.  Diğer yandan, ezelden beri Türkiye Cumhuriyetinin yeminli düşmanı olan bazı güçler, Devleti zaafa düşürmek için; "PKK'nın ayaklanacağı yoktur, bunu devlet uyduruyor. 

Devlet halkı katletmek için bahane arıyor" diyerek, APO'nun kendilerine verdiği rolü hakkıyla oynamaya çalışıyorlardı. PKK lideri ayaklanma çağrılarını aleni yapıyordu.Bu konuda kesin talimatlar yayınlıyordu. PKK yurt içi komiteleri, a-yaklanma taktiğinin pratik hazırlıkları için durmadan bildiri ve talimatlar hazırlıyorlarken, sözkonusu güçler (kuruluşlar), böyle birşeyin olmadığını söyleyerek devlete saldırıyorlardı. Diğer basın ise; ne yapılması gerektiğini anlatacağına, panik yaratacak tavırlarla ortalığı karıştırmaya uğraşmaktaydı. Derken 1992 Nevroz'u gelip çattı. Güvenlik güçleri, olabildiğince tedbirler almaya çalıştı. Halkı sakin olmaya, oyuna gelmemeye çağırdılar.PKK da boş durmadı; "Bu ayaklanma tarihi bir fırsattır.Korkmayın, arkanızdayız.T.C. size birşey yapamaz. Ayaklanmaya katılmayanları hain ilan edeceğiz" diyerek tehditler savurdu. Bazı parti ve dernekler ise, Avrupa'daki bazı çevrelere başvurarak; "Halk, Nevroz'da şenlik yapacak ama T.C. bu şenlikleri kanla bastırmak istiyor. Her tarafa tank, top yerleştirmiş, gelin gözlerinizle görün!" diye sağa-sola koşuşturdular. PKK, 21 Mart gelmeden özellikle, Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin gibi yerler başta olmak üzere binlerce silahı şehirlere ve köylere sokarak işbirlikçilerinin ellerinde tutuşturdular. 20 Mart'ı 21 Mart'a bağlayan gece, çoğu askeri karakol ve kışlaya, polis karakollarına, devlet binalarına, devlet memurlarının evlerine olmak üzere yüzbinlerce mermi sıktılar. Bunun ismi de* "Nevroz şenliklerine hazırlık" oldu. Ekmek bulamayan yoksul Kürt insanı, tanesi beşbin liraya satılan yüzbinlerce mermiyi, çoğu taciz amaçlı olmak şartıyla havaya sıktı. Hatta şenlikler birçok yerde havan topu ve roketatarlarla yapıldı. Masum folklorik amaçlı Nevroz şenliklerinin açılışı, havan topu ve roketatarlarla yapılmıştı. Mermilerin çoğu kamu güvenliğini, genel asayişi sağlamakla görevli güçlerin bulunduğu binalara ve lojmanlara yönelmişti. 

Bir başka deyimle birçok yerde, "Masum Nevroz Şenlikleri" PKK'nın halkı siper ederek topyekün bir saldırısına dönüşmüştü. Öyleki, TC. Hükümeti kırıp dökmemek şartıyla Nevroz şenliklerinin yapılmasını serbest bırakmış, bunu kamuoyuna ilan etmiş ve hatta bazı yerlerde kırıp dökmeye göz yummuştu.Yeter ki, kan dökülmesin diye... Fakat PKK kansız, kan dökmeden edemezdi. A. ÖCALAN ve PKK, gıdasını dökülen kandan alıyordu. Tüm varlığını döktüğü kana borçluydu. "Genel ayaklanma "çağrısı yaptığı 92-Nevroz'unda ise binlerce insanın kanı dökülmeliydi ki, dünya, Türkiye kamuoyu günlerce bu olaydan bahsetsin, muhabirler, gazeteciler Şam'a koşup bu konudaki fikirlerini sorsun. Yerel düzeyde yapılan PKK hazırlıkları ve olayları tırmandırma taktikleri ise şöyleydi; Her mahallede bir ayaklanma komitesi kurulmuştu. Komite görevlileri, günlerce önceden ev-ev dolaşarak, herkesin neler yapması gerektiğini anlatmışlardı. Halkın tümü, önde kadınlar ve çocuklar olmak üzere sokağa dökülecekti. Görev verilenler, PKK bayrak filama-larıyla APO posterleri ve TC.'nin sömürgeci, faşist olduğunu, Kürtlerin bağımsız devlet kurması gerektiğini belirten dövizler taşıyacaktı. Herkes, ayrıca yıllardır APO'nun militanlarına ezberlettiği sloganları haykıracaktı. 

Örneğin; "Vur Gerilla Vur, Kürdistan'ı Kur", "Kürdistan Faşizme mezar Olacak", "Kahrolsun TC. "yada "Yaşasın APO, Yaşasın PKK". Evet halk, sırtında PKK namlularıyla meydanlara çıkınca, bu sefer halkın ardına gizlenen ve daha önceden yapılan plan gereği birçok PKK işbirlikçisi, Güvenlik Kuvvetlerini taramaya başladı. Güvenlik Kuvvetlerinin de kendilerine doğru ateş etmesini ve orada sürü gibi gördükleri halktan mümkün olduğunca çok sayıda insanın ölmesini istiyorlardı. Fakat güvenlik ve emniyet kuvvetleri oyuna gelmemek, ateş etmemek için gösterilmesi gereken sabır ve metaneti gösteriyorlardı. Bunun üzerine, kadın ve çocukları kendilerine siper etmiş olan PKK'lılar, halka; "Bakın, işte polis ve asker korkudan başını kaldırıp bize ateş etmiyor. Biraz daha üzerine yürürsek, ateş etsek bırakıp kaçacaklar. Hiç korkmayın, hep beraber gidip bütün binaları yok edelim. Çocuklarını, kadınlarını öldürelim, buradan kaçıp gitsinler, onlar kaçıp giderse, eşyaları ve evleri size kalacaktır."diyerek provakasyonu eksiksiz uyguluyorlardı. PKK, özellikle Şırnak, Cizre ve diğer bazı yerleşim birimlerinde amacına ulaşmaya çalıştı. Buralarda birçok insanın kanını akıtmayı başardı. Alınan tedbirler sayesinde PKK'nın kış boyu hazırlıklarına giriştiği 1992-Nevroz'la birlikte genel ayaklanma, başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat halkı aylarca streste tutmayı ve onlarca insanın hayatını mahfetmeyi başardılar. 

Bunun üzerine A. ÖCALAN, kamuoyuna yönelik olarak; "Bizim ayaklanma hazırlıklarımız yoktu. Böyle bir kararım yoktu."demeye başladı. Ancak militanlarına ise; "Beceriksizler! işleri yüzünüze, gözünüze bulaştırdınız. Halk sizden cesur ve atak davrandı."diyerek daha çok kanın dökülmemiş olduğuna hayıflandı. 1992 Nevroz olaylarının genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, şöyle söyleyebiliriz: Hükümet, taşkınlıklar olmaması kaydı ile kutlamaları serbest bırakmıştı. PKK,bunu kana bulamak için tüm imkanlarını seferber etti. Fakat, bazı yerleşim birimleri hariç başarılı olamadı. Bu durum PKK'nın hızlı bir prestij kaybına yol açtı. Ancak, Güneydoğuda prestij kazanmak veya kaybetmek anlıktır. Gücünü kaybettiğin gün hiçbir prestijin kalmaz ama varlığını hissettirdiğin an prestijin, doruk noktasına çıkar.Yine Güneydoğu'da prestij kazanmanın yolu; ne yazık ki, silah patlatmaktır. Yıllardır APO ve PKK, bu zaafı kullanmaktadır. Ama ne yazık ki, birçok aydınımız, politikacımız ve bürokratımız bu durumu ya anlamıyor ya da anlamak istemiyor. Her neyse... PKK, bu durumu bildiğinden, Nevroz olayları sırasında yediği şamarı bertaraf etmek ve yeniden kaybettiği prestijini kazanmak için büyük ve sansasyonel eylemlere girişti. Bunun hazırlıklarını yaptı. Genel güvenlikten ve asayişten sorumlu olanlar,PKK prestij kaybetti, yavaş yavaş yok oluyor hayellerine kapıldılar. Ta ki, Irak sınırındaki karakollarımız peşpeşe bası-lıncaya, onlarca Mehmetçik şehit oluncaya kadar bu anlayış devam etti. 

a) KARAKOL BASKINLARI VE GÜDÜLEN AMAÇ: 1992 yılı Mayıs ayında sınırdaki karakollarımıza, sınırımıza bir karış mesafedeki kamplarından kalkarak her türlü ağır silahlarla saldırılar başlayınca PKK, tekrar prestij kazanmaya başladı. Abdullah ÖCALAN, Nevroz olaylarını telafi etmek için, hızla "Botan-Behdinan savaş hükümetini"ön plana çıkardı. Yoğun bir şekilde bunun propagandasını yaptırdı. "Behdinan'ın önemli bir kısmı, güçlerimizin denetiminde Botan'da büyük oranda etkinliğimiz söz konusu. Sınırdaki bazı karakolları da kaldırdık mı büyük bir sahayı özgürleştirmiş oluruz. Böylesi bir alanda da hükümet kurmamız gayet doğal birşey." diyerek Kuzey Irak'ta mevzilenmiş olan tüm gücünü sınır karakollarını tasfiye etmeye yöneltti. Sınırdaki karakollarımıza zaman zaman sayıları beşyüz kişiyi bulan, her türlü ağır silahlarla takviye edilmiş PKK grupları saldırılar yöneltiyorlardı. Saldırı ve katliamlardan sonra da sınırımıza birkaç kilometrelik mesafedeki kamplarına dönüp halaylar çekiyorlardı. Bu halayları video kasetlerine kaydedip, kasetleri propaganda  amacıyla kullanıyorlardı. Yani bu kasetler çoğaltılıp dağıtılınca, Suriye'den Avrupa'ya, Van'dan istanbul'a kadar, birçok çevreden yığınla genç APO'nun dağlarda kurmuş olduğu tuzaklara koşmaya başladı. 1992 yılı başlarından itibaren Botan-Behdinan "kurtarılmış bölgesine" çok sayıda yeni eleman aktarıldı. Öyleki Türkiye 'nin dört bir yanında oluşturulmuş olan eleman temin etme ve toplama merkezleri, ağlarına düşürdükleri gençleri hızla ve çok rahat bir biçimde, turistik geziye gönderir gibi dağlara gönderiyordu. Böylece APO'nun elinde , harcamakla bitirme-yeceği kadar çok sayıda genç insan birikiyordu. 

Abdullah ÖCALAN, bunların akın akın geldiğini gördükçe eskilere dönüp; "Sizlere hiç ihtiyacım yoktur, havalara girmeyin! Kendinizi birşey zannetmeyin, eğer adam gibi bu davaya hizmet edeceksiniz edin, yoksa hepinizden hesap sorarım." demekteydi. Etrafında binlerce ölüme mahkum, kişiliğini kaybetmiş, kendini ifade etmekten aciz, her söylenene kayıtsız şartsız boyun eğen insan bulunan megaloman APO, elbette ki her-kese saldırmaya cesaret edecekti. Neden etmesin ki? Böylesine sürü gibi güdebileceği bir kalabalığa sahipken, neden kendisini dev aynasında görmesin? Neden maceradan maceraya atılmasın? Yani bu adamları neden istediği gibi kullanmasın? Sınır karakolları baskınların da daha çok bu zavallı, sürü-leştirilmiş (düşürülmüş) kişiler kullanılıyordu. Her baskından sonra askerlerin karşı ateşi ile önemli bir kısmı da ölüyordu. Ama hiç önemli değildi. Çünkü, bunlardan çok vardı. İstemediğin kadar... Temininde de güçlük çekilmiyordu. Adeta kendi ayaklarıyla geliyorlardı. APO, adamlarına talimat verirken; "Kürdistan'da her aileden başıboş dolaşan çocuk var. Kızlı erkekli, her aileden iki üç tanesini kaparsanız yüzbinlerce insan eder. O kadar da zor değil, zaten aile reisleri bunları beslemekten acizdir. Çoğu, oğlunu ve kızını gönüllü verir, öyle dövünüp sızlanmazlar. Sonra o gençlerde sevinerek yanımıza gelirler. Evlerinde çoğu huzursuz, aile içinde (aile denebilirse) eğreti duruyorlar. Gençlik bunalımlarını en yoğun biçimde yaşıyorlar. Kolundan tuttunuz mu kolayca koparıp getirirsiniz.Biraz da ilk geldiklerinde ortamı güzelleştirdiniz mi evlerinden ayrıldıklarına sevineceklerdir... "demekteydi.

 İşte, APO Kürt insan malzemesini böyle kullanıyordu. Böyle değerlendiriyordu. Onu, kanı dökülmesi gereken bir nesne olarak görüyordu. Sonuçta ne umuyordu? APO, isminin manşetlere çıkmasını, aşağılık duygularının tatmin edilmesini istiyor ve umuyordu. Tüm önde gelen adamlarının meseleye böyle bakmasını, hergün kan dökülmesini istiyordu. Kan dökülmeyen günleri, boş geçirilmiş günler olarak kabul ediyordu. 1992 yılı yaz aylarında, bu anlayışa bağlı olarak, Doğu ve Güneydoğuya serpiştirilmiş gruplar; can almaya, kan dökmeye devam ettiler. 15 Ağustos 1992 tarihi yaklaştıkça, APO' nün adamları gerilimi tırmandırmaya devam ettiler, yine her tarafta korku ve panik yaratmaya başladılar. Özellikle, yöre halkı Mart ayındaki olayların etkisinde olduğundan, 15 Ağustos tarihinde de benzer hadiselerin meydana gelebileceğinden endişe duyuyordu.Bazı aileler gençlerini batı illerine gönderiyorlardı.Öte yandan, 1992 Nevroz'unda olduğu gibi; bu kargaşadan, bu kan deryasından menfaat uman leş kargaları da piyasaya çıkmışlardı. Kimisi maddi çıkarı için, kimisi cüceliğini kamufle etmek için, kimisi de siyasi ve sosyal kazanımlar elde etmek için "çaresiz Kürdü" APO'nun çöp makinasına doğru itmeye çalışıyorlardı. A. ÖCALAN denen megaloman da, birer süprüntü olarak değerlendirdiği insanları makinenin dişlileri arasında ezmeye devam ediyordu. Leş kargaları, durmadan kan dökücüleri perdelemeye çalışıyorlardı. Bunu, hem belirttiğimiz nedenlerden dolayı menfaat sağlamak, hem de APO'dan korktuklarından O'nun gazabına uğramamak için yapıyorlardı. Aslında bir bataklığa itildiklerini farkedenler az değildi. Geçici menfaatler ve yine geçici duygu tatminleri, giderek yerini çıplak gerçeklere bırakmaya başlıyordu. 

Çünkü; dünyada herşeyin bir bedeli vardır. Bu bedel, mutlaka ama mutlaka şu ya da bu biçimde ödenir.Bugün bu bedeli, hem APO vampiri hem de APO'nun gölgesinde vurgun vuranlar, çaresiz kürdün kanıyla ödeyebi-liyorlar. Ama gün gelecek ve o kan artık akmaz olacaktır. İşte o zaman, bu bedeller başka türlü istenecektir. Bazıları kendileri için o günlerin uzak olmadığını biliyorlar ve ürperi-yorlar. Fakat buna rağmen, kendilerini kaptırdıkları girdaptan kurtulmak için çırpınmaya cesaret edemiyorlar. Hayvanlar bile tehlikeleri sezdiklerinde içgüdüsel olarak çırpınırken, bunlar; ruhlarını, bedenlerini APO canisine terkettiklerinden, ruhsuz ve halsiz birer nesne gibi kendilerini akıntıya bırakmışlardır. istanbul, Ankara, izmir gibi yerlerde tıkman, oranın imkanlarını en iyi şekilde kullanan bu asalaklar, zaman zaman Güneydoğuya açılarak ortalığı bulandırıp yeniden dönüyorlardı. APO haydudu ŞAM'da tıkınırken, bu sefiller de batı illerinde gönül eğlendiriyorlardı. PKK'lı canilerce iş makina-ları, ekonomik kurumlar tahrip edilirken, okullar yakılıp öğretmenler öldürülürken kıs kıs gülen bu sefiller, diğer yandan; "Devlet doğuya yatırım yapmıyor, hizmet götürmüyor" diye de demeç verebiliyorlardı. 

Çalışmayı, emek sarfetmeyi, bir-şeyler üretmeyi enayilik sayan bu güruh, üretilen ve yaratılan en güzel şeylerden yaralanmayı da vazgeçilmez saymak-tadırlar.Bunlara göre; "PKK meşru müdafaa yapıyor, devlet katliamcıdır, devlet silahlarını bırakıp meydanı PKK'lı canilere bırakmalı, devletin meşru güçleri hiçbir surette, hiçbir şeye karışmamalıdır." Fakat, herhangi bir PKK'Iı, kendi iç hesaplaşmaları sonucu ya da halktan birinin meşru müdafaası sonucu öldürüldüğünde ise, günlerce propaganda faaliyetlerine girişiyorlar; "Güneydoğuda faili meçhul cinayetler var, devlet bunların faillerini neden açığa çıkarmıyor? Neden gerekli araştırma ve soruşturmayı yapmıyor? neden suçluları adalete teslim etmiyor? Yoksa bu cinayetleri devletin kendisi mi işletiyor?" türünden bir yığın sorular ile insanların kafasını bulandırıyorlardı. Örgütün finanse ettiği dergi, gazete ve bu gibi yayınlarla bilgiççe senaryolar diziyorlar, üstelik en acısı da; basını, aydınları ve yetkilileri de bu düzmece senaryolarda kullanıyorlardı. 

c 1992 yılı Ağustos ayında genel grev, kepenk kapatma çağrısı ile birlikte, PKK örgütünün kırsaldaki elemanları ve şehirlerdeki silahlı milisleri tarafından devletin kullandığı bina ve benzeri kuruluşlar ile yöre insanının hizmetinde olan kamu mallarının tahrip edilmesi kararı alınmıştı. Herşey yakılıp yıkılacaktı. Her şey yok edilecekti. Buna en çarpıcı örnek de; 18-19 Ağustos gecesi başlayan ve daha sonraki günlerde de devam eden Şırnak olaylarıdır.Şırnak olayları ibretle ele alınıp değerlendirilmelidir. Üzerinde iyi düşünülmeli, APO ve işbirlikçilerinin, Kürt insanına reva gördüğü bu provakasyonlara dikkat edilmelidir. Bu asalak güruh, bir yandan güvenlik güçlerine saldıracak, çalışamaz hale getirecek, bilgi akışını engelleyecek, araştırma yapmasına mani olacak, devlete bilgi veren, selam veren insanları örgüte gammazlayacak, öldürtecek sonra da; "Kürdistan gerillaları bir ihbarcıyı, devletle ilişkisi olan birini öldürmüş" diye poposuna kına yakacak, diğer yandan güvenlik güçleri faili meçhul cinayetleri açığa çıkarmıyor diye feryat edecek...! işte bu insanların hezeyanlarının hesabını bugüne kadar kimse onlara sormadı, soramadı. Çünkü, onlara göre meydan boş. Hem de bomboş. Onlar da istedikleri gibi at oynatıyorlar. Hiç kimse bu zavalılara diyemiyor ki; "Ya kafanız çorba gibi, ya da beyniniz neden böyle çamur gibi? neden bu demagoji? Neden, insan gibi açık açık ne istediğiniz söylemiyorsunuz? Neden, sürekli oryantal yapıyorsunuz? Bu alçaklıklar ile daha kaç yıl, kaç ay, kaç gün sefa süreceğinizi sanıyorsunuz?" Maalesef , kimse APO gibi bu İPİNİ KOPARMIŞ güruha birşeyler soramadı ve soramıyor. Bunların en az APO kadar cani ve en az O'nun kadar günahkar olduğunu iddia ediyoruz. APO'nun çöp öğütme makinasına insanları peşkeş çekenler, bu insanlardır.

1992 YILl AĞUSTOS OLAYLARI: Nevroz olayları, PKK'ye yeni taktikler uygulanmasını öğretmişti ama demokrasi ve şeffaflık laflarını ağızlarından düşürmeyenler; demokratik toplumda kendi insanlarını korumak, kardeşini Apo Kont-drakulasına kan vermekten kurtarmak için bundan ders alarak, bu mücadelenin akıl işi olduğunu bilip yeni taktiklerle demokratik toplum iradesini konuş-turamadılar. Yani, PKK her  olayın taktik değerlendirmesini yapıp yeni taktikler ve uygulamalar geliştirirken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yetkilileri ise; PKK'nın her yeni taktiğinin başarısını sağlayacak zeminler teşkil etmekte adeta direndiler. Nevroz olaylarında halk içine sızan militanlar, milisleriyle birlikte taraftarı olan kesimleri caddelere dökerek miting yaptırmış ve başları sarılı, eli silahlı militan ve milisler halkı kendilerine siper ederek güvenlik güçleri üzerine ateş açmışlardı. Olaylar daha çok yarı silahlı mitingler olarak geliştirilmiş ve halkla güvenlik güçleri provokatif bir taktikle karşı karşıya getirilmişti. Ama alınan tedbirler, provokasyonun daha fazla sürmesini engellemişti. Buna rağmen, kısa süreli de olsa bu provokasyon gerçekleştirilmiş ve PKK açısından istenen etkinlik sağlanmıştı. Halk savaşı stratejisiyle hareket eden veya o iddiada olan örgütlerin; halkın iktidar güçlerinden istediği en basit taleplerinden hareketle, başta silahsız gösteri, yürüyüş, miting vb. olaylardan giderek dıştan korumalı, yarı silahlı ve en son tümden silahlı toplumsal olayları yaratma taktiği uyguladıklarını sağır sultan dahi duymuş olmasına rağmen, ülkesinde bu iddiada olan bir terör hareketi ile mücadele eden devlet, bunu gözönünde bulundurarak, her bir aşamadaki olayları, provokasyonları; gelişme eğilimi ortaya çıkar-çıkmaz önleme, darbeleme tedbirleri geliştirememiş, adeta seyirci kalarak bu provokasyonların gerçekleşmesine yarayacak sendromlar da yaratmıştır. Karşı güç ve odakların gittikçe su yüzüne çıktığı bir ortamda istihbarata dahi gerek kalmayacak durumlar gözönünde iken; "istihbarat zayıf, istihbarat yok" beyanlarını vererek, bu işin sorumluluğunu omuzlarında hissetmeyenlere ya da topu ayağından çıkaranlara halk olarak çıkar sorarız: "Madem istihbarat yok, bu tür olayların yaratıldığı yıl dönümlerinden haftalarca önce yaratılan sendromlar neyin nesi? Türkiye'de yaşayan bütün halk; 21 MART, 1 MAYIS, 15 AĞUSTOS, 27 KASIM tarihlerinin PKK için önemli yıldönüm tarihleri olduğunu biliyor da siz bilmiyor muydunuz? Bilmiyorsanız, halkın kaderini belirleyen makamları işgal etmeye hakkınız var mı?" 19 Ağustos olayları; PKK'nın 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlattığı "gerilla" hareketi ve 1986 yılında gerçekleştirilen 3. Kongre kararıyla adı, ARGK (Arteşa Rızgariya Gelle Kürdistan- Kürdistan Halk Kurtuluş  Ordusu) olarak değiştirilen HRK (Hazen Rızgariya Kurdistan-Kürdistan Kurtuluş Güçleri)'nin kuruluş yıldönümünün bir kutlamasıdır. 

20 yılı aşkın bir süredir organize suçlarla mücadele eden devletin, bu yıldönümlerinden bir hafta öncesi ve sonrasında mutlaka olaylar yaratmak istendiğini bilmesi gerekmiyor mu? Bildiğine inanıyoruz ama gereğini yaptığına i-nanmıyoruz! Nevruz provokasyonu öncesindeki olaylar, silahsız mitingler veya yürüyüşler olarak gerçekleşti. Nevroz'da ise yarı silahlı bir uygulama görüldü. 19 Ağustos'ta da Şırnak ilinin etrafı militanlar ve çevre köylerden toplanan silahlı milisler tarafından sarılırken, şehir içindeki silahlı milisler de evlerde mevzileniyorlardı. Bu sefer ki, provokasyon daha büyük olmalıydı ve daha fazla kan dökülerek daha fazla etki yaratılmalıydı. Bu düşünceyle tümden silahlı-yarı işgal eylemi gerçekleştirilerek sonuç alınmak istendi. Şehirin etrafını sararak mevzilenmiş militan ve çevre köylerden toplanmış milisler, roketatar ve ağır silahlarla saldırıya geçiyorlar, içerideki milisler de evlerinden resmi binalara ateş etmeye başlıyorlar. Güvenlik güçleri, bu durum karşısında pasif savunmaya geçerek, ateş açılan evleri hedef almak zorunda kalıyorlar. Şehirin kuzey tarafından şehire girmek isteyen teröristler, koruyucuların direnişi karısında geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Teröristler, mevzilendikleri tepelerden attıkları roketlerle güvenlik güçlerine ait binaları tahrip edip geri çekildikten sonra, içerideki milisler çatışmayı sürdürüyorlar. iki gün devam eden bu olaylar, güvenlik güçlerinin hakimiyeti ele geçirip, bütün evleri araması ve birçok kişiyi gözaltına almasıyla sona eriyor. Ve evlerde yapılan çok sayıda sığınak tesbit ediliyor. Olaylar sona erdikten sonra, yakalanan kişilerin militan olup olmadığı tartışması başlıyor. 

İşe bakın! Devletin bir vilayetinde günlerce karşılıklı olarak silahlar patlayacak, resmi binalar ve sivillere ait evler hasar görecek, güvenlik güçleri ve sivil kişilerden, insanlar ölecek ve yaralanacak, bütün bunlara rağmen, yakalanan kişilerin militan olup olmadığı tartışması yapılacak!.. Şehirde aktif provokatörler varken; iki kelimeyi biraraya getiremeyen, silahtan başka birşey bilmeyen ve dağda sığır gibi kullanılan adama ne gerek var?  Milisin aktif olduğu yerde terörist asla içeri giremez! Zaten milisin görevi; böylesi toplumsal olayların ve provokasyonların yaratılmasıdır. Kaldı ki, yakalanan şahısların birçoğunun çevre il, ilçe ve köylerden olduğu ortaya çıkmıştır. Eğer milisler içerideki güvenlik güçlerini etkisiz hale getire-bilseydi, teröristler mevzilerinden çıkıp şehri tümden işgal edeceklerdi ama bu gerçekleşmeyince, saldırıyı başlatan çevrede mevzilenmiş teröristler, bu ihtimal karşısındaki planlarını uygulayarak, geri çekildiler ve ortaya çıkan askeri yetersizliği siyasal kazanıma dönüştürmek amacıyla, içerdeki milislerle güvenlik güçlerini başbaşa bıraktılar. Neticede hakimiyet sağlanıp, yapılan çağrılarla halk sükunete davet edilince, bu kez devletin "ateş olmayan yerde duman tüttürdüğünü" iddia ederek, halkı Şırnak'tan göçe zorladılar, halkı iğfal edercesine provokasyonlar yaratan PKK, asalak ve ucube provokatörlerini devreye sokarak, şaşkınlık içerisindeki toplulukları çevre köylere doğru yollara düşürdü. 

Bu şekilde trajedik bir görüntü yaratmaya çalıştı. Her zamanki gibi insan hayatıyla oynayarak, siyasal kazanımlar peşinde koşan bu "İPİNİ KOPARMIŞ KUDUZ YARATIK", zavallı Kürt üzerindeki hesaplarını açığa vurmaktan da geri durmuyor. 1972 yılında yedi ay tutuklu kalıp çıktıktan sonra; "Tabii dersimi aldım ondan, haddimi, hududumu tanımaya başladım. Askeri düzeni de biraz gördüm. Bu iş, gençlik heyecanı ile olmaz, ciddi olacaksın. Bir daha içeri girmemenin bütün tedbirlerini alacaksın, olağanüstü ihtiyatlı olmayı öğreneceksin ve bu işe "KÜRT KANI İLE BAŞLAYACAKSIN" diye karar vererek hareket geçtiğini belirtiyor. (21.12.1992 tarihinde Suriye'de, PKK'nın Türkiye partisi olarak kurduğu Türkiye Devrimci Halk Partisi- TDHP'nin siyasal faaliyetlerinden sorumlu elemanına talimat verirken yaptığı konuşmadan alınmıştır.) Bu şekilde Kürt kanı ile beslendiğini açıklayan kont dra-kula,17 Ocak 1992 tarihinde yazılmış ve her alandaki kadrolarına ulaştırdığı "AYAKLANMA TAKTIĞI ÜZERiNE TEZLER VE GÖREVLERİMİZ" başlıklı talimatında, pratik sonuçlarını 1992-Nevroz ve 19 Ağustos olaylarında görüp yaşadığımız şu açıklamayı yapmaktadır: "Ayaklanmayı, dayanacağı uzun süreli halk savaşının bir-parçası ve en önemli aşaması olarak görmek esastır. Birinci tezimiz budur. Şimdiye kadar ayaklanma için yürütülen faaliyetler ayaklanmayı pratikte geliştirilebilecek bir düzeye, kitle cesaretine ve psikolojisine kavuşma düzeyine ve askeri örgütlenme aşamasına getirebilmiştir. Öncünün yurt içinde ve yurt dışında yürüttüğü faaliyetler bu temelde bir başarı olanağı sağlamıştır. Bu herşey değildir, ama çok önemli bir önkoşuldur. Ayaklanmayı düşünürken, bu önkoşulu da birinci tez olarak özenle gözönüne getirmek gerekir. (...) Hiç kimse ne kendi keyfine göre bu birinci tezin gereklerini gözardı edebilir ne de "Biraz daha uzatalım" diyerek refor-mizmin en belirgin yaklaşım tarzını sergileyebilir. 

Ayaklanmanın geleceğe de ertelenebileceğini, hazırlıkların yetersiz ve örgütlülüğün az olduğunu, dolayısıyla sürenin uzatılabileceğini söylemek yanlıştır. Katılım bu anlamda Kürdistan açısından vazgeçilmez bir şans olarak kendisini göstermektedir. Yani bir ayaklanmaya katılım, hazırlık kadar önemli bir fırsat olarak da değerlendirilmelidir. Bunun gerekçelerini uzun uzun anlattık. Dolayısıyla keyfimize göre ertelemeye yönelmek veya geçmişte sanki hiç bir şey olmamış ve dönemin esas özellikleri sanki her zaman aynıymış gibi değerlendirerek hareket etmek yanlış bir yaklaşımdır. İkinci tez böyle formüle edilebilir. Üçüncüsü, hedefler sorunu gerçekçi konulmalıdır. Bu aşamada tam bağımsız Kürdistan hedefi her ne kadar gerçekçi görünmese de, siyasal iktidara ağırlık koymamak, hatta geçici ve sınırlı bir iktidara ulaşmamak da kabul edemeyeceğimiz bir durumdur. (...) Daha önce de gördüğümüz gibi, silahlı mücadeleyi yoğunlaştıracağımız bölgede, örneğin Botan olarak bilinen alanda ayaklanmanın en çok dayanacağı merkez ve cephe gerisi gibi bir yer olacaktır. Bu zeminde silahlı mücadeleyi sonuna kadar geliştirmemiz, özellikle gerilla ordulaşmasının genişliğine ve derinliğine oturtulması sonucunda, buradaki ayaklanmalar, alanı düşmandan fiilen koparmayı ve düşmanı mumkün olduğu ölçüde söküp atmayı hedefler. Kentlerde gerillanın dışardan korunması ve içerden kent milisleriyle sonuna kadar bir çatışma durumuna girilebilir. Yine kırlar ve kentlerde tam denetim geliştirilebilir. Önemli oranda silahlı ayaklanma durumları yaşanabilir. (...) ikinci bölgede hem silahlı mücadele hem de serîhildanlar vardır. 

Bizim ikinci bölgede dayatacağımız hedefler, onları daha şimdiden birinci bölgenin içinden geçtiği biçimde kavuşturma, yani kentlerde de artık denetimi halk güçlerinin eline geçirme, kırsal alanda da silahlı güçleri en azından rahat hareket eden ve iyi oturmuş bir gerillaya kavuşturma, düşmanı siyasal yönden tamamen denetim dışı bırakma ve askeri alandaki denetimini oldukça sınırlandırma biçiminde özetlenebilir. ikinci alanın en tipik ayaklanma biçimi de, bu hedefe uygun olarak zaman zaman silahlı, zaman zaman siyasi olacaktır. Yine dışardan da silahlı güçlerin zaman zaman bu alandaki ayaklanmayı silahla takviye ederek korunması ve bunun yanı sıra kentlerin siyasal gösterilerini de peşi sıra getirmesi gerekir. Üçüncü bölgeye bir ölçüde Türkiye metropolleri de dahil edilebilir. (...) Dördüncü tezimiz araçlar veya biçimler sorunudur. Bu da karmaşıktır. Siyasal yanı ağır basanlar kadar, askeri yanı ağır basan ayaklanmalar da olabilir. Yani, ayaklanmaların içine silah da girecektir. Ayaklanmanın silahlı ve silahsız biçimleri birlikte denenecektir. Kaldı ki, bu mevcut bölgelere dayatılacak hedeflere göre belirlenir. Kuşkusuz bu, bütün alanlar ve hedefler için aynı biçimde ileri sürülemez. Gerçekten ayaklanmaların biçimi çok çeşitli açılardan ele alına -bilir. Bir bakarsınız tam da dişe diş bir savaşım sonucunda bir kenti sınırlı olarak ve belli bir süreyle elde tutmak mümkün olabilir. Bir bakarsınız ayaklanmada ısrarla silah kullanmaktan kaçınılabilir. Bu doğru bir devrimci tutum olarak kendisini dayatabilir. (...) Halk milisleri kentlerde iyi bir hazırlık içinde olmalıdır. Mahalleler gerektiğinde milislerle savunulmalıdır. Milis, gerillanın bir alt basamağı olarak işlev görmelidir. Hemen katılmasa bile, halkın silahlı hazırlığı olmalı ve günü geldiğinde silahlarını çıkarıp kullanabileceği düzeye getirilmelidir. 

Kentler bazen elde tutulabilir, günlerce devrimci yönetim altına alınabilir. Bazı bölgelere ve bu bölgelerin çevresindeki gerillaya göre, kentlerdeki denetim kalıcı veya geçici olabilir. Bununla birlikte buralardaki hedeflere yönelme tarzımız tam düşürme ve devletin resmi kurumlarına el koyma temelinde de olabilir. Kentleri kolay kolay terketmeme ve düşmanı kolayca giremez duruma getirme yaklaşımı kendisini dayatabilir. Dışardan gelen gerilla güçleri de kentlere saldırabilir. Yine bizzat içerden gerekli hazırlıklar yapılabilir ve silahlı eylem biçimleri bulunabilir. (...) Beşinci tez olarak, ayaklanma sürecini aniden parlayan bir ayaklanma biçiminde geliştirmek yerine, uzun bir süreye yaymak gerekir. Yani, ayaklanmada güncellik kadar sürekliliği de birlikte düşünmek önemlidir. (...) Altıncısı, bu ayaklanma süreçlerinin kitlelerin örgütlenmesi için çok gerekli olduğunu, yani ayaklanmanın belli bir örgütlenmeyi nasıl gerekli kıldığını bilmek gerekir. (...) Ayaklanma sürecinde bir yedinci tez olarak, gerilla büyük bir gelişme kaydedecektir. Binlerce kişi gerilla ordusuna akacaktır. Bir ayaklanma deneyimi, birincil hedeflere sahip bölgeler başta olmak üzere, hemen hemen bütün bölgelerde halk ordusunun çığ gibi büyümesi demektir. (...) Sekizincisi, belki bu aşamada bir devletleşmeye gidemeyiz; ama, halkın iradesinin belirleyici gücü, en yüksek karar organı ve ulusal kurtuluş devriminin yönetici gücü olacak bir Ulusal Halk Temsilcileri Meclisi ortaya çıkacaktır. (...) Dokuzuncu tez olarak, bağımsızlık ve özgürlük referandumu yapmalıyız. Ama eğer komşu halklar ve uluslar da istiyorlarsa, ortak bir birliğin eşit ve özgür temellerde olabileceğini bir politika olarak halkımıza sunmalıyız. Elbette bu konudaki hazırlıklarımız süreklidir. (...) Onuncu tez olarak, bütün alanlarda yürüttüğümüz faaliyetler bir anlamda ayaklanma hazırlığıdır. Bunun için, daha şimdiden yurtdışı ortamını hazır tutuyoruz. Hatta çok ağır baskıların olması halinde, halkımızı bir yandan gerilla biçiminde dağlara çekebilir, öbür yanda cephe gerilerine taşırabiliriz. Yani Kuzey'den Güney'e bir yığınağı da biz yaparız. Doğu Kürdistan'a, İran'a da yığınak yapabiliriz. Tabii diğer yandan Türk halkını harekete geçirmek, yine metropollerde ve ordu içinde yan çalışmalar yapmak ve bunun propagandasını sürekli geliştirmek yerindedir. Diplomasi kanalları oluşturarak harekete geçirmek, ayaklanma süresi boyunca daha çok olanak dahiline girecektir. (...) Özellikle diplomatik alanı iyi hazırlamak gerekir. Devrime hizmet eden bir diplomatik çalışma tarzına da güç vermek gerekecektir." 
Evet, bu talimat provokasyonların adım adım on aşamada nasıl yürütüleceğini çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Nevroz'da da 19 Ağustos'ta da olduğu gibi uygulandı. "O-nuncu tez"de sözkonusu olan diplomatlar da kendi rollerini oynayarak; açlık grevleri, "genel yas "ilan ederek "Başkanlarına" karşı olan görevlerini yerine getirdiler. Hatta daha da ileri giderek halkımızın kendilerine verdiği maaşlarla ve "diğer gelirlerle" normal hayat standartları üstünde bir yaşantıya kavuşmuş olan bu kişiler, kendi devletini dış güçlere şikayet edecek kadar alçaklaştılar. 

BOTAN-BEHDİNAN BÖLGESİNİN YENİDEN HEDEFLENMESİ: 
1992 Ağustos provokasyonlarının ardından A. ÖCALAN, yeniden sınır hattına yüklenmeye başladı. Ayaklanma provokasyonları tutmadığı için, daha doğru bir deyimle; çeşitli provokasyonlarla ayarttığı, oyuna getirdiği ve kanını döktürdüğü Kürdün kanı, ayaklanma için kafi gelmediği, sahte senaryolar ile sonuca gidemediği için; Botan-Behdinan savaş hükümeti demagojisini yeniden ön plana çıkartmak zorunda kaldı. Bu nedenle, Kuzey Irak'ta adeta esir aldığı yüzlerce zavallıyı sınır karakollarının üzerine saldı. Verdiği talimatlarda; "Neye mal olursa olsun, sınır karakollarını temizlemeli, en geç sonbaharda ülke içindeki ve dışındaki ulusal meclis seçimlerini sonuçlandırmalıyız."diyerek, bu amaçla Eylül ayı başlarında Derecik Sınır Karakolu'na çılgınca ve hesapsızca bir saldırı başlattı. Bu saldırıda, saldırıya katılan militanlarının büyük bir bölümünü kaybetmesine rağmen, zafer naraları atmaya devam etti. Çünkü; elinin altında her an ölüme gönderebileceği daha binlerce eleman mevcuttu. Yine bu arada, birçok köyün ve ilçenin yollarını gece. veya gündüz fırsat bulduğunda kestirerek, pusu atarak durdurduğu arabalarda yaşlı-genç, kadın-çocuk ayrımı yapmadan katliamdan geçirdi. Bununla bu toprakların tek hakimi olduklarını ve kendilerinden habersiz hiçbir kimsenin hareket edemeyeceğini vurgulamak istiyordu. Diğer yandan, Maden-Ergani'den başlayarak, Tatvan-Bit-lis'e kadar uzanan Doğu Toroslar'da bine yakın militan konuşlandırarak, Batıda Elazığ, Kuzey'de Bingöl-Muş, Gü-ney'de DiyarbakırSiirt-Batman ve Doğu'da Bitlis ve ilçelerini baskı altına almayı hedefliyordu. Bu baskı giderek dozunu artıracak ve adı geçen dağ silsilesinde PKK militanları, önce köyleri talan edecek, ardından da fırsat buldukça küçük ilçeleri ve kasabaları işgale yeltenecekti. Zamanla illerin etrafında bir çember oluşturmaya başlayacaklardı. Böylece güvenlik kuvvetlerini, bahse konu iç bölgede tutmaya çalışacaklardı. Diğer yandan İran ve Ermenistan sınırına dayanarak; Van, Kars, İğdır, Ağrı, Erzurum baskı altına alınmaya çalışılacak, özellikle İğdır ve civarında etnik temizlik hedeflenecekti. Tunceli yöresinde halkın değer yargılarına tümden saldırılar yöneltilecek, özellikle Apo'nun deyimiyle "Tunceli'deki Kemalist kafalar" yok edilecekti. O kafalar yok edilmeden Tunceli yöresinde PKK'nın geliştirilmesi ve PKK' nin tutunması beklenmiyordu. 

Abdullah ÖCALAN diyordu ki; "O beyinleri bir an önce ve mutlaka ezin ve Tunceli kişiliğini tepeleyin." Ayrıca, Apo'nun tüm yırtınmalarına rağmen, Gaziantep, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya ve Şanlıurfa'da başarı sağlanamıyordu. Çünkü; adı geçen illerin dahilindeki halk, bir hayli bilinçliydi ve bölücü teröre alet olmak istemiyordu. Mardin'de ise PKK mücadelesi bir med-cezir hadisesini andırıyordu. Örneğin; PKK'nın Mardin'de faaliyet yürüten bir üst düzey elemanı Nusaybin için şunları söylüyordu: "Nusaybin halkının tümü alçaktır, onlar PKK'lı geçinirler ama arkamızı döndüğümüzde bizi arkamızdan hançerlerler. Nusaybin'de, oğul babaya güvenmemelidir. Nusaybin'de görevlendireceğimiz her insanın ardına mutlaka onu denetleye-cek bir başkasını takmamız gerekiyor." O Nusaybin ki, PKK 'nin öğünerek sahip çıktığı ilk kitle eylemlerini başlatan, yüzlerce gencini PKK'ya kaptırmış bir kentti. Görüldüğü gibi; PKK, yalnızca tek tek şahısların posasını çıkarttıktan sonra çöpe atmıyor ama aynı zamanda tüm bir kitleyi de kullanıp, gerekli istifadeyi sağladıktan sonra hain ve alçaklıkla suçlayıp, bir kenara fırlatıverebiliyor. Sonuç olarak; PKK, Botan eyaletine destek olarak iç bölgelerden yalnızca Diyarbakır kuzeyine güveniyor ve oradaki çalışmaları tatminkar buluyordu. Diğer tüm yöreler için ise, ya yöre halkını ya da yörede faaliyet yürüten militanları suçlayarak, onların hainliklerini, geriliklerini ispat etmeye çalışıyordu. Bir başka konu ise; PKK'nın batı illeri için hazırladığı ve PKK'nın bir proto-tipi olarak devreye sokmaya çalıştığı TDHP (Türkiye Devrimci Halk Partisi) de gerekli atılımı yapamadı. Yani beklenen sansasyonel eylemleri başaramadı. Gerçi çok sayıda asalak, PKK'yı eski solcular arasında, bu solculara hevesli gençler içinde pazarlamaya çalıştı. 

PKK benzeri bir faaliyetin batıda da yürütülmesinin şart olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya çalıştıysa da istenen ortam yaratılamadı. Yine de bir takım pislik tohumları ekildi, ekilmeye de devam ediliyor. Çünkü; bazı keçi sakallı haramzadeler, bu konuda yırtınırcasına çaba sarf etmektedirler. Her taşın altından çıkmayı marifet sanan; devlete, giderek millete etmedik küfür ve hakaret bırakmayan bu keçi sakallı zat-ı muhteremler, isim sahibi olabilmek için, bugüne kadar bu milletin her değerine küfür etmeyi bir sanat haline getirmişlerdir. Türkiye'nin nimetlerinden standartlar üstü yararlanan bu insanlık fukaraları, bugüne kadar bu topluma en ufak bir katkı sunmamışlardır. Dağdaki çoban bile, yetiştirdiği, beş lediği keçi ve koyunlarla memleketin et ve süt ihtiyacına katkıda bulunuyorken, bu haramzadeler çobanın emeğine bile göz dikecek kadar alçaklaşmalardır. 

KUZEY IRAK HAREKATI
 (EKİM 1992) PKK çeteleri 1980'li yıllardan beri Kuzey Irak alanını üs bölgesi olarak kullanıyordu. 1990 yılında yaşanan Körfez Savaşı sonrası Kürt aşiretlerinin Türkiye'ye yönelik göçü esnasında da çete, "Ayaklanma esnasında PKK vurgunu" bölümünde anlattığımız şekilde BEHDİNAN ve SORAN olarak ikiye ayrılan bölgeye el koydu. Yurt içine yaklaşık 10-15 Km.'lik derinlikteki eylemlerinin ana üs bölgesini Kuzey Irak; SINAHT, AVAGÖZE, PİRBELA, BANIK, MARSİS, KISMAN, HAFTANIN, ARİ, BASYAN, DURJAN ve HAKURK köyleri ile kırsalı teşkil ediyordu. 1991-1992 yılında Türkiye'ye yönelik saldırıların hemen tümü bu üslerden yapılmıştı. Bu üslerin yokedilmesi veya en azından zararsız hale getirilmesi gerekiyordu. Bölge PKK'nın sadece askeri faaliyetleri değil, siyasi faaliyetleri açısından da önem arzetmeye başlamıştı. Türk Hava Kuvvetleri'nin zaman zaman bu üslere yapmış olduğu hava harekatları yetersiz kalıyor hatta bazı kimselerin; "Hava Kuvvetleri de bir işe yaramıyor!" demesine neden oluyordu. Hava Kuvvetleri elinden geleni yapıyordu, fakat arazi şartları, kullanılan bombaların cinsi ve harekatın karadan destek görmeyişi veya bir kara harekatını destekler mahiyetinde olmayışı nedeniyle bir sonuç alınamıyordu. Özellikle HAKURK bölgesi yıllarca IRAK-İRAN ve IRAKPEŞ-MERGE savaşının cereyan ettiği yerdi ve her taraf sığınaklar depolar, mevzilerle doluydu. IRAK-İRAN savaşı sonrası tarafların yeraltına gömülü olarak bıraktıkları mühimmat, PKK' nin eline geçmişti. Kürt ayaklanması sırasında Irak ordusunun askeri depoları yağmalanmış; silah, teçhizat ve telsizler açıkta silah pazarlarında satılır hale gelmişti. DlYANA ve ERBİL'deki silah pazarlarının en iyi müşterileri önce İran devleti ikinci derecede de PKK olmuştu. Her tip ve her çapta silah, uçaksavarlar, gece görüş sistemleri parayı verene teslim ediliyor, İran ErbilSüleymaniye arasındaki çok gelişmiş bir radar sistemini kaçakçılara söktürüp satın alabiliyordu. Apo, kardeşi Osman ÖCALAN'a kurdurduğu PAK (Partiya Azadiya Kurdistan-Kürdistan Özgürlük Partisi) ile hatırı sayılır şekilde etkin hale geliyordu. Türkiye, PKK'nın Kuzey Irak'taki etkinliğini ivedilikle ortadan kaldırmak, güneyini emniyet altına almak zorundaydı. Bu işin taşaronluğuna soyunan insanlar etrafta dolaşıyordu ve bunların başında da Celal TALABANİ geliyordu. O günlerde Türkiye'den bir KIRMIZI PASAPORT kapabilmek için herşeyi yapabilecek durumdaydı. Mesut BARZANİ sessizdi. Türkiye'de ilgililer ne TALABANİ'yi ne de BARZANİ'yi doğru dürüst tanırdı, ellerindeki bilgiler, "Hamoya, Mamoya sormak" suretiyle elde edilmişti.  Çünkü; istihbarat faaliyetleri bir zamanların "TEŞKlLAT-l MAHSUSA" sı gibi değil alelusul yürütülüyordu. Yazdıklarımız yetkilileri üzmesin ama gerçek budur! Ellerini vicdanlarına koyarak sağduyu ile düşünsünler ve cevap versinler; Ortadoğu ülkelerinin sosyo-politik, ekonomik, kültürel yapılarını biliyorlar mı? Konu ile ilgili belirli makamlarda oturanlardan kaç kişi bize; Irak'ta kaç örgüt var, çizgileri nedir, sorumluları kimlerdir, özgeçmişleri nedir, arşivlerde resimleri var mı, bu kişilerin ve örgütlerin zaafları nelerdir, batı dünyası bunları nasıl görür? Sorularımıza kitapları ve arşivleri karıştırmadan anında cevap verebilecek kaç kişi var.? 

Bir veya bilemediniz iki kişi... Ben yanılıyorsam, yetkililer yanılmıyorlardır. istihbaratın bir bilim olduğu; derme çatma örgütlenmeler ve sıradan kişiliklerle yürütülemeyeceğini artık herkes bilmektedir. Bütün bu derme çatmalığa rağmen "biz istihbarat alamıyoruz" diyenlere de bir sözümüz olacak; Biz, Güneydoğu ve batıdaki istihbaratçılarla da görüştük. Onların bu konuda dertli olduğunu anladık ve anladığımız kadarıyla istihbarat alıyorsunuz. Bazı olaylarla ilgili olarak çok sağlıklı istihbarat elde ediliyor, fakat birileri alınan istihbaratı ne yapacağını bilmiyor. Modern istihbarat, istihbaratçının aldığı bilgileri gene kendisinin icra elemanlarıyla değerlendirmesi esasına dayanmaktadır. Güneydoğu'da edindiğimiz izlenim odur ki; istihbaratçılar pek adam yerine konmamaktadır. Biz gene konumuza dönelim. Evet, TALABANİ kimdir, BARZANİ kimdir, Kürdistani Cepheyi hangi örgütler teşkil ediyor, bunların PKK ile ilişkileri, ittifakları nedir? Bütün bunlar bilinmiyordu. Bilinmiyordu, ancak gene de birşeyler yapılması gerektiği ortadaydı. Ve yaptılar. Birbiri ardına görüşmeler yapıldı. Açıkçası Türkiye Kuzey Iraklı Kürtleri, Kürtler de Türkiye'yi kullanmak istiyordu. İşin içinde uluslararası siyaset cambazı, işportacı Celal TALABANİ olduğuna göre kim kimi ne kadar kullanmıştır, bu konuda bir yorum getirmek istemiyoruz. PKK; Irak topraklarında SINAHT, DERESİSH, MERGASİSH, ERA, MARSİS, HANTUR DAĞI, PİRBELA, ŞABANİYE DAĞI, SHİVE, KISHAN, NAZDUR, SULİ, BAZYAN, ARI, HAKURK hattında yerleşmişti. 

PKK'nın güneyinde 20 tabur kuvvetindeki Peşmerge, 2 Ekim 1992 günü önce ZAHO'dan kuzeye doğru, daha sonra da HAKURK bölgesine saldırıya geçti. Peşmer-geler sabahları araçlarına biniyorlar, saat 08.00 sularında PKK mevzilerine ateş açıyorlar ve akşam 17.00 sıralarında da evlerine dönüyorlardı. Bu komedi, Peşmerge güçleri PKK karşısında önemli kayıplar verene kadar devam etti. Durumun vahametini anlayan Kürdistani Cephe güçleri işi daha sıkı tutmaya başladılar. Harekatın başında ZAHO cephesini yüz kilometre uzaktan idare etmeye çalışan Fadıl MUTNİ nihayet ZAHO'ya geldi. HAKURK cephesinde KYB komutanları KÖSRAT ve ŞERDİL, patronları TALABANİ'nin talimatı üzerine ilk günden beri PKK ile görüşmelere başlamışlardı. Dönen dolaplardan başlangıçta BARZANİ'nin haberi yoktu. Türkiye'ye verdiği sözü tutmaya çalışıyor ve adamlarına; "Bu savaş bir kaç ay daha gecikseydi çatışmalar ZAHO'da değil ERBİL ve Süleymaniye'de başımıza gelecekti" diyordu. Mesut BARZANİ kişilik olarak dürüst davranıyordu ama bakalım adamları öyle miydi? Kuzey Irak'ta iki aşiret, Kürtler arasında savaşçılıklarıyla isim yapmıştır. Bunlardan birisi ZEBARİ aşireti, diğeri de SİNDİ aşiretidir. ZAHO ve bölgesi SİNDİ aşireti bölgesiydi. PKK, bu aşiret içerisinde yıllardır barınmış ve bu aşiretin önemli bir bölümü kendisi için zararsız hale gelmişti. Aşiretin kabile reisleri ticari çıkarlarını düşünüyorlardı. ZAHO, Türkiye'nin SİLOPİ ilçesinin komşu-suydu ve aralarında HABUR Gümrük Kapısı mevcuttu. PKK, bu kapıya ve kapıya gelen erzak ve mazot kamyonlarına ambargo uygularsa ne olacaktı? Nitekim PKK ambargoyu uyguladı. 

Hem de VİRANŞEHİR, KIZILTEPE, NUSAYBİN, CİZRE, SİLOPİ, HABUR arasındaki devlet karayolunu keserek! Bu yoldan geçen kamyonları güpegündüz yakarak ve şoförlerini öldürerek! Yollarda alınan emniyet tedbirleri yeterli değildi. Tüm şoförlerin aileleri tehdit altındaydı. Karara uy-mayıp yük alan şoförlerin aileleri öldürülecekti. Buna rağmen ambargoyu dinlemeyen şoförler, CİZRE'ye kadar koruma altında getiriliyor, CİZRE'de kamyonlarının camları halk tarafından kırılıyordu. Dahası da var; yol üzerindeki köprülerin bir bölümü patlayıcılarla uçuruluyor veya zarar veriliyordu. PKK'nın kökleşmiş etkileri ve ticaretin durmasıyla birlikte SİNDİ! aşireti gevşemişti. ZAHO cephesinde GULYA aşiret reisi Halil AZİZ, BATUFA'da oturuyordu ve PKK sempatizanıydı, SİNDİ aşireti MİÇOLYA kabile reisi Halit ŞEYHO, PKK ile içiçeydi ve ZAHO PKK sorumlusu olan ZİNAR ve REWŞEN kod adlı militanlar evinde kalıyorlardı. SİNDİ aşiretinden olup TİLKEBER köyünde oturan Koçer, SORU I-KDP içinde Tabur Komutanı olmasına rağmen PKK'nın en güvendiği adamlardandı. Gene SİNDİ aşiretinden TİLKE-BER'li LEŞKER ile DERKAR'lı Ali KADO, PKK sempatizanıydılar. Celal TALABANİ'nin o günlerdeki yardımcısı NU-ŞİRVAN ise SİNDİ aşiretine baskı yapıyordu. Kısa bir süre önce ZAHO' da KYB'li gösterilen ve gerçekte PKK'nın adamı olan Sadık ÖMER isimli bir şahıs öldürülmüş, onun intikamı, UKDP'li bir kabile reisinin kendisi ve çocuğu aracıyla birlikte  yakılmak suretiyle alınmıştı. Kısaca, ZAHO cephesi sallantı içindeyken 05.10.1992 günü HAKURK cephesinde herşey sona ermişti. Yani harekattan tam 3 gün sonra! TALABANİ' nin komutanları KÖSRAT ve ŞERDİL, ustalarından öğrendikleri tezgahtarlıkla işlerini çabuk bitirmişler ve Osman Ö-CALAN ile anlaşmayı yapıvermişlerdi! 24 gün sonra yani, 29.10. 1992 günü giriş bölümünde okuyucuya sunduğumuz PKK-Kürdistani Cephe anlaşması imzalanmıştı. Türkiye olup bitenlerden habersizdi. 

Açıkçası TALABANİ 24 gün dalga geçmişti. Kim ne derse desin gerçekten çok uyanık ve çağdaş (!) bir işportacıydı. Anlaşma maddelerinin ne anlama geldiğini okuyucunun taktirine bırakıyoruz. Evet ZAHO cephesi çöküyordu. APO, ceviz kadar beyniyle LAZKİYE'den telsizle, telefonla; "Sonuna kadar direnin, o bölge BOTAN-BEHDlNAN savaş hükümetinin merkezidir" diyordu. PKK cephe savaşına başlamıştı. Gerilla tarzında savaşamıyordu ve çember içerisine düşmüştü. PKK imha oluyordu. APO pek tabiidir ki, harekat sonrası yaptığı açıklamalarda böyle bir emir vermediğini söyleyecek ve her zaman olduğu gibi kıvırtacaktı. Türk Komando Birlikleri ve Zırhlı Birlikler ZAHO'ya girdiler. Öyle çok güçlü birlikler sokmaya gerek yoktu. Eğitimi normal Türk askeri, zırhlı birlik kuşatmasıyla beraber kadın ve çocukları çok kolay öldüren PKK'lı canileri boğazlayıver-mişti. Türkiye'nin Güneydoğu sınırının güneyi PKK'dan temizlenmişti. Bu temizlik sonunda PKK'nın kaybı; 1500-2000 teslim olan, 900-1000 yaralı, 1500-2000 ölü, toplam 4000-4500 kişi olarak hesaplanmaktadır Ve APO da bu rakamları kendi ağzıyla teyid etmektedir. 300 tonu aşkın yiyecek, 650 bin çeşitli çapta fişek, 3600 civarında Kaleşnikof piyade tüfeği ele geçirilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu harekattaki askeri başarısı inkar edilemez. Peki TSK'nin temizlediği bölge 1993 yılı başı itibariyle boş mudur? Hayır! 40'ar 50'şer kişilik PKK grupları gene aynı yerlere girmiştir. Yerleşim yeniden başlamıştır. Bizim ısrarla üzerinde durduğumuz konu da budur. Ocak 1993 tarihi itiba riyle başını PKK Kuzey Irak sorumlusu CEMAL kod MURAT KARAYILAN'ın çektiği yeniden yerleşim faaliyeti aralıksız sürmektedir. Türk Ordusu'nun yaptığı harekata gölge düşür mek gibi bir niyetimiz yoktur. Açıkça belirtelim; PKK Kuzey Irak'ta Türk ordusu tarafından kafasına vura vura ezilmiştir. Ancak; Harekatın siyasi sonuçları başından bellidir. Kürdista- ni Cephenin TALABANİ yani KYB kanadı PKK'yı korumakta ve kollamaktadır. TALABANÎ'nin eline, Türkiye'ye karşı başı sıkıştığında kullanmak üzere PKK kartı geçmiştir. İşportacı; ABD'de Behram SALİH, Avrupa'da Şeyh Latif REŞİT, Türki ye' de Sarçil KAZAZ, Irak içinde de Cebbar FERMAN ve Po- litbüro sekreteri Abdülfettah vasıtasıyla bu kartı oynamaya başlamıştır. Gene Ocak ayı itibariyle Kuzey Irak'taki PKK faaliyeti, Peşmergelerin Türkiye destekli olarak kurmakta ol dukları "KARAKOL'lardan ötürü değil; Napolyon ve Hitler'i yenen "GENERAL KIŞ" nedeniyle durmuştur. Temenni et mediğimiz halde, 1993 baharı ve yazının bu bölgede çok sıcak geçeceğini söyleyebiliriz. Belki büyüklerimizin bir bildiği vardır diyoruz ama bir de bizim şu meşhur işportacıyı bir tanıyabilselerdi, işte o zaman PKK tamamıyle imha edilebilir di. Düşüncemize göre tarihi bir fırsat daha heder edilmiştir. Peşmerge-PKK anlaşması sonucu sınır bölgesinde halen PKK çetelerinin bulunduğu ve buralara yeniden PKK'lıların geldiğine dair, I-KDP lideri Mesut BARZANİ'nin 29 Aralık 1992 günü koalisyon hükümeti radyo televizyonunda okunan  konuşma metninin ilgi çekeceğini düşündük, okuyucularımızın takdirine sunuyoruz; 

"KÜRT HALKI, PKK'NIN SON DURUMUNU GÖRDÜNÜZ. PKK KÜRT HALKINI ASLA SEVMEZ. ONLARIN HEDEFi; KÜRT HALKINI KIŞKIRTMAK VE KARIŞTIRMAKTIR. KARDEŞİN KARDEŞE VURDURULMASI BİZE DAYATILMIŞTIR. BUNLARI SİZE DUYURARAK DAVAMIZIN HAKSIZ OLMADIĞINI SÖYLÜYORUZ. SAVAŞTA PKK TERÖR ÖRGÜTÜ ELEMANLARINI İMHA ETTiKTEN SONRA ONLARDAN GERİYE KALANLAR, ESİRLER VE DiĞER KAMPLAR-DAKlLER HALKIMIZ ALEYHİNDE PROPAGANDA YAPACAKLARDIR. AYNI ZAMANDA BUNU KARDEŞ VE DOSTUMUZ OLAN TÜRKiYE CUMHURiYETi ADINA DA YİNE ALEYHTE PROPAGANDALARINI SÜRDÜRECEKTİR. PKK TEMSİLCİLERİ, ABDULLAH ÖCALAN'A VE OSMAN ÖCALAN'A DUYURUDUR. HAREKATTAN ÖNCE OSMAN ÖCALAN ANLAŞMALARIMIZIN BÜTÜN MADDELERİNİ KABUL ETMiŞTi. HÜKÜMETİMİZİN KARARLARINA DA KATILDIKLARINI BELİRTMİŞLERDİ. KABUL ETTiKLERi ŞARTLARA GÖRE ÖNCE SINIR BOŞALTACAKLARDI. KÜRT HALKINA ARTIK SALDIRMAYACAK VE DÜŞMANLIĞI SONA ERDİRECEKLERDİ. KESİNLİKLE YAPTIKLARI İLE iLGiLi KÜRT HALKI iÇiNDE PROPAGANDA YAPMAYACAK, DEDİKO-DU YAPMAYACAKTI. KÜRT HÜKÜMETİ DE BUNU KABUL ETMİŞTİ. DOLAYISI İLE SAVAŞI DURDURMUŞTU. BiZ ŞiMDiYE KADAR PKK'NIN YAPTIKLARINDAN ÇOK RAHATSIZ VE HUZURSUZ OLDUK. KÜRDİSTAN HALKI OLARAK ÇOK ZORLUKLARA KATLANACAĞIZ VE TAHAMMÜL EDECEĞİZ. PKK'NIN DİLİ UZUNDUR. KONUŞMALARINA DEVAM EDECEKTiR. BiZiM HALKIMIZ ADINA DA HÜRRİYET GAZETESİNDE BİZİ KÜÇÜLTÜCÜ ALÇALTICI YAZILAR YAZDILAR. BU BiZiM ONLARLA YAPTIĞIMIZ ANLAŞMALARIN KARŞILIĞI VE CEVABI OLMAMALIYDI. TÜRKİYE'DE, İRAN'DA BULUNAN PKK MENSUPLARINI ÜST DÜZEY YETKİLİLERİ SINIRLARIMIZA GÖNDERİYOR. BUNLARDA ANLAŞMAMIZI BOZMAK İÇİNDİR. BUNLARI BİZ TÜM KÜRT HALKINA DUYURDUK. TÜRKİYE'DE BULUNAN KÜRT HALKINA DA DUYURUYORUZ. PKK, YAPTIĞI OLAYLARLA KATLİAMLARLA KENDiNi BELLi ETMEKTEDiR. YAPTIKLARI KÜRT HALKINA İHANET, YALAN VE KAN DÖKMEKTEN İBARETTİR. BU KÜRT HALKINA YAPILAN BİR İHANETTİR. PKK BEKAA VADİSİ VE LÜBNAN'DA KÜRTLÜK VE KÜRT TARiHi VARDIR DİYOR. BU PROPAGANDALARI YAPIYOR. YAPTIĞIMIZ ANLAŞMAYI BOZMAK İÇİN İSTİYORLAR Kİ, YENİDEN BİR KARDEŞLiK SAVAŞI ÇIKSIN. BUNU TÜM KÜRDİSTAN HALKINA DUYURUYORUZ. TÜM KÜRT HALKININ BİLGi-Sİ OLSUN. BİZ DOĞRU YOLDAYIZ DOĞRU SÖYLÜYORUZ. SÖYLEDİĞİMİZ SÖZLER DOĞRUDUR. PKK ANLAŞMAYI BOZMAYI İSTiYOR, GÜNAHI PKK' NİN ÜSTÜNEDİR. KENDİSİNİ ÇOK BÜYÜK GÖRMÜŞ, ŞAŞIRMIŞ VAZİYETTE. NE YAPTIKLARINI BİLMİYORLAR. TÜM HALKIMA DUYURUYORUM. HERKESE DUYURUYORUZ BUNLARI ÇARESİZ DURUMA GETİRELİM, SÖYLEDİKLERİMİZİ KABUL ETTİRELİM." 

Görüldüğü üzere Mesut BARZANİ, PKK'nın yeniden çıkarıldığı bölgeye dönmekte olduğunu söylemektedir. TALABANÎ'nin bu konuda neler düşündüğünü araştırdık fakat herhangi bir belge elimize geçmedi. Tepkisinin ne olacağını merak ediyoruz. Kendileri kusurumuza bakmasınlar ancak diğer merakımız da; Türk makamlarına "Radyo istasyonu malzemesi, TV malzemesi vs."diyerek 1992 ARALIK ayında HA-BUR sınır kapısından SARÇİL KAZAZ'ın vasıtasıyla Kuzey Irak'a götürdükleri ve istihbarat teşkilatlarının kullandığı profesyonel nitelikli "DİNLEME CİHAZLARl"dır. Bu cihazlar Türkiye'ye nasıl girdi? Ne kadarı Türkiye'de kaldı? KYB, ANKA- RA'da bu cihazları kullanıyor mu, nereyi ve kimleri dinliyor? Yoksa bunları SADDAM'ı dinlemek için mi aldı? Her şey bir yana, buradan ilgililere bir kere daha seslenmek istiyoruz; PKK, Kürt halkının istekleri doğrultusunda organize olmuş bir örgüt değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kürt sorunu yoktur. Birileri sorun adı altında TC'yi zorlamakta ve kendilerine çıkar temin etmektedirler. Ve, gene yetkili birileri TALABANİ-KAZAZ ikilisinin HA-BUR Gümrük Kapısı üzerinden yaptıkları kaçakçılıkta alet olmaktan artık vazgeçmelidirler. İnsani yardım adı altında Kuzey Irak'a sokulan tüm malzemelerin yoksul Kürtler'e dağıtımı yerine satıldığını öğrenmelidirler. Ayrıca bu yetkililerin neden sadece TALABANİ'nin kamyonlarına izin verdikleri de merak konusudur. Unutmadan şunu da ilave edelim; ANKARA'daki TALABANİ ve BARZANİ temsilcilikleri sanki silah deposu gibi. Yoksa KYB ve KDP'ye Elçilik statüsü falan mı tanıdınız? Adamlardaki mevcut SSB telsizleri; Telsiz Genel Müdürlüğü tarafından denetleniyor mu? Bu adamların korumaya ihtiyacı varsa devlet korusun, yakışan budur. Bellerinde 14'lü tabancalarla ANKARA'da dolaşmaları biraz acayip olmuyor mu?.. 

ÜÇGENDEKİ TEZGÂH III



 PKK'NIN YENİ DÖNEM TAKTİKLERİ: 
Ülke içindeki PKK grupları, dokuz eyalet şeklinde örgütlenmeye geçiş yapıyorlardı. Bu eyaletler: 
1. BOTAN EYALETİ: Şırnak, Hakkari ile Van, Bitlis ve Siirt illerinin bir kısmını kapsar. 
2. MARDiN EYALETİ: Mardin ilinin bir kısmı ile Batman ve Diyarbakır ilçelerinin bir kısmını kapsar. 
3. GAP EYALETİ: Urfa ilinin tümü ile Diyarbakır ve Mardin illerinin bazı ilçelerini kapsamaktadır. 
4. GÜNEY-BATI EYALETİ: Gaziantep, Adıyaman illerinin tümü ile Kahramanmaraş ve Malatya'nın bazı ilçelerini kapsamaktadır. 
5. AMED EYALETİ: Diyarbakır, Elazığ, Bingöl ve Muş illerinin bazı ilçelerini kapsamaktadır. 
6. GARZAN EYALETİ: Batman, Siirt, Bitlis ve Muş'un bazı ilçelerini kapsamaktadır. 
7. DERSİM EYALETİ: Tunceli ilinin tümü ile Elazığ, Bingöl ve Erzincan illerinin bazı ilçelerini kapsamaktadır. 
8. ORTA EYALET: Muş, Ağrı, Van, Bitlis ve Erzurum illerinin bazı ilçelerini kapsamaktadır. 
9. SERHAT EYALETİ: Kars, İğdır, Ardahan, illerinin tümü ile Ağrı ve Erzurum illerinin bazı ilçelerinden meydana gelmektedir. Abdullah ÖCALAN, eyalet teşkilatlanmasını bu şekilde düzenledikten sonra şu açıklamayı yaptı: "Düşman varlığımızı Botan Eyaleti ile sınırlandırmak istiyor. Bizi Botan'a hapsetmek istiyor. Eğer gücümüzü, çalışmalarımızı Botan'la sınırlandırırsak, boğulur gideriz. Botan, faaliyetlerimizde hayati öneme sahiptir (Irak, İran ve Suriye'ye açılan hayati önemdeki bir kapı). Ancak, Botan'ı yaşatabilmek için savaşı tüm eyaletlere yani, tüm Kürdistan'a yaymalıyız. Ancak düşmanla bu şekilde başedebiliriz. her eyalet, düşmanı kendi sınırları içinde uğraştırmalıdır. Hatta savaşı yalnızca Kür-distan'da değil, tüm Türkiye'ye yaymalıyız." (KASIM-1991 ÇÖZÜMLEMELERİ) Savaşı tüm Türkiye'ye yayma konusunda da A. ÖCALAN, hızlı bir çalışma içindeydi. Bu konuya geçmeden önce, 1991 Ekim ayında yapılan genel seçimlere ve bu seçimlerde PKK'nın izlemiş olduğu taktiğe kısaca bir göz atalım. 

a. 1991 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİNDE PKK'NIN UYGULADIĞI TAKTİK: 1991 genel seçimleri yaklaşırken, PKK'nın önünde iki yol vardı. Birincisi; halkı seçimleri boykota zorlamak ve etkili olduğu alanlarda seçim yaptırmamak. İkincisi; seçimlere kendi adaylarıyla girmek. Yani, bu iki seçenekten birini tercih edecekti. Başta PKK militanları olmak üzere, çeşitli çevrelerin genel kanısı; PKK'nın seçimleri boykot edeceği yönündeydi. Fakat herkes yanıldı. PKK seçimi boykot etmedi, tersine seçimlerde adaylarının parlamentoya girmesi için elinden geleni yaptı. Sonuç olarak; kısmen de olsa amacına ulaştı. Abdullah ÖCALAN ve PKK, neden seçimi boykot etmedi? Çünkü; Abdullah ÖCALAN her fırsatta; "T.C.'nin hayatın her alanını Kürtlere kapattığını, PKK mücadelesinin, Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin, Kürtlük adına atılacak en ufak bir adımın ancak ve ancak TC'ne karşı çatışma, TC'nin her türlü siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel kurumlarının reddi temelinde gelişebileceğini" vurgulamaktaydı. TC yasalarıyla uzlaşmanın, en ufak bir uzlaşmanın dahi ihanetle eşanlamlı olacağını belirtmekteydi. TC'yi, TC'nin kurumlarını , yasalarını, kısacası; T.C. damgasını az ya da çok taşıyan herşeyi inkâr etmeyen kişilerin ihanetçi olarak damgalanacağını A. ÖCALAN, ısrarla belirtmekte iken, neden T.C. Parlamentosuna girme, orada politika yapma gereği duymuştu. 

Bu manevranın, bu 180 derece çarketmenin altında yatan gerçekler nasıl izah edilecekti? Aslında Abdullah ÖCALAN; "Kürdistan koşullarında kurtluk adına mücadele etmek bir yana, sıradan bir kürt olarak yaşamanın nefes almanın bile imkanı kalmamıştır. Bu nedenle herşeyi silahla halledeceğiz, her mevziyi silahla ele geçireceğiz" diyordu. Ama öte yandan her gün oluk oluk insan kanı dökmesine rağmen, kanlı örgütün yayın organları İstanbul'da basılıyor, güvenlik içinde Türkiye'nin dört bir yanına dağıtılıyor, yine varlık temeli Türkiye Cumhuriyetine küfür etmek olan bazı dernek ve kuruluşlar Türkiye'nin her yanında büro açıyor, bu bürolarda Irak ve Suriye kamplarındaki eğitim çalışmalarının aynısı yapılıyor, bu çalışmalara katılanlar daha sonra parti-parti, Silopi-Cizre üzerinden Irak kamplarına, Doğubeyazıt üzerinden İran kamplarına gönderiliyor, daha sonra bunlardan bazıları ya yakalanıyor ya da teslim oluyor ve örgütle hangi mekanda ilişkiye geçtiğini, yurt dışına nasıl gönderildiğini belirtiyorlardı. Buna rağmen; bu kanlı terör örgütüne eleman yetiştiren, ama bu işi erkekçe değil de bir takım sosyal ya da kültürel maskelerin ardına gizlenerek yapan bu kuruluşlar, kültürel ve sosyal maskelerinden dolayı hoş görülüyor, diğer yandan çok sayıda PKK sempatizanı, PKK'nın İstanbul'da basılıp dağıtılan yayınlarını okuyarak bilinçlendiklerini ve daha sonra kırsala gidip eylemlere katıldıklarını beyan etmekteydiler. Zaten PKK örgütü, saflarına yeni katılanlara bir anket formu doldurtmaktadır ve buna da "ÖZGEÇMiŞ" raporu denmektedir. 

Ankette sorulan sorulardan bazıları; "Örgütten nasıl haberdar oldun? Kimler vasıtasıyla örgüte katıldın?..." Çoğunluğun cevabı; "........... gazetesini, ......... dergisini okuyarak Örgütü tanıdım. ........ partisinin, ...... derneğinin toplantılarına katıldım, orada tanıdığım. ........ isimli arkadaş beni kırsala gönderdi." Bunun böyle olduğunu güvenlik kuvvetleri de biliyor, PKK ve APO da biliyor, o meşhur kuruluşlar ve yayın organları da biliyor. Bir tek politikacılarımız, aydınlarımız ve halkımız bilmiyor. Abdullah ÖCALAN, son yıllarda bu legal imkanların örgüte kazandırdığı büyük desteğin farkında olduğu için eski söylediklerini bir tarafa bırakarak, 1991 Ekim Genel Seçimlerinde, öteden beri, kuruluş çalışmalarının başından bu yana kendisi ile dirsek temasında olan bir parti vasıtasıyla parlamentoya girme kararı aldı. Fakat sözkonusu partinin genel seçimlere katılması için gereken yasal şartlar mevcut değildi. Bunun üzerine APO'nun talimatıyla başka bir parti ile ittifaka gidildi. APO'nun onayından geçen adaylar, halka yapılan baskı sonucu birer birer seçilip parlamentoya girdiler. Bunlara verilen talimat; PKK'yı zor durumda bırakacak, PKK'nın prestijini zedeleyecek beyanat ve davranışlardan kaçınmak, parlamento kürsüsünü, radyo, televizyon ve basını kullanarak, dolaylı bir biçimde PKK faaliyetlerine arka çıkmak, devletin terörle mücadelede manevra alanını daraltmak, milletvekili sıfatıyla Avrupa ülkelerinde çeşitli kuruluşlarla sıkı temasa geçerek PKK'nın Kürtlerin meşru temsilcisi olduğunu vurgulamak PKK=Kürt mücadelesini sürekli olarak dünya kamuoyu gündeminde tutmak, güvenlik kuvvetlerinin Güneydoğu'daki meşru icraatını halkı kışkırtmak suretiyle engellemek, özellikle terörle mücadelede basan kazanıldığında kafaları bulandırıp çamur atmaktı. 

Bunların dışında bir de bu insanların kapris düzeyinde işgüzarlıkları vardı. Öte yandan bu kişiler, görüntü olarak barışçıl ve birlik yanlısı demeçler de verebilecekti. Ama hiç kimse PKK'nın masum insanları katlettiğini, gıdasını döktüğü kandan aldığını bu kişilere söylettiremedi. Diğer yandan, çok sıkıştıklarında PKK'nın alenen üstlendiği eylemleri bile PKK'nın değil MiT'in, KONTR-GERlLLA'nın yaptığın beyan etmekten çekinmediler. Abdullah ÖCALAN, bu insanları PKK faaliyetlerinin emrine koşmasına rağmen zaman zaman da bunları diğer militanlarını tehdit eder gibi tehdit etmekten de geri durmuyordu. Bu şahıslar, her ne kadar; "Bizim PKK ile hiçbir ilişkimiz yoktur. PKK ayrı, biz ayrı bir siyasi gücüz" diyorlarsa da APO, bunları bir çok kez yalanlamıştır. ÖCALAN, birçok yazısında şunları söylemektedir; "Bu partiyi desteklememiz, parlamentoya milletvekili göndermemiz taktik bir faaliyet biçimidir. Onların hepsi de bizim sayemizde seçilmişlerdir. Eğer seçimlerden yana tavrımızı koymasaydık, birtek oy bile alamazlardı. Akılların başlarına toplasınlar! Ve fazla havalara girmesinler! Yoksa, halkımız adına kendilerinden hesap sorarız!" 1991 Kasım Çözümlemeleri adlı konuşma metninde Abdullah ÖCALAN, L.Z. diye biri için; "Bizim en son halk temsilcimiz L.Z.'nin halk temsilcisi olarak Türk parlamentosuna girmesi için desteklemeye çalıştık. 

Tabii, MİT vakti zamanında telefonunu mu dinlemiş? Çok yaygın bir kaset dağıtılmış. Kasetin adı da aşk ilişkileri.. Şimdi gel işin içinden çık! Ben nasıl altından çıkacağım? Halk temsilcisi de seçilmiş. Öne geçme ne durumda diye sordum. Öne geçme değil, dünya televizyonlarına da girdi. MİT de habire aşk ilişkileri diye dağıtıyor. Ne olacak?...Ben, L.Z. 'yi öyle çok ciddi bir şey olarak görmüyorum. Duyarsa herşey yanar... Biz de sorumluyuz bunun durumundan. Bir kadını ele alırken, değerlendirirken, desteklerken tabii ki, dikkat edeceğiz. O da dikkat edecek. Siyasettir... Kendisine çekidüzen verecek. Kocayla ilişkilerse yeniden tamir etme, düzeltme imkanı varsa düzeltecek!.." diye talimat veriyor. (Parti Önderliği'nin KASIM-1991 ÇÖZÜMLEME, Plan, Perspektif ve Talimatları. Sayfa: 45, 46, 47, 48, 49, 50) Gerçi L.Z. denen bu şahsın kim olduğunu bilmiyoruz ama huylunun, huyundan vazgeçeceğini de sanmıyoruz. Özet olarak Abdullah ÖCALAN'ın seçimlerle ilgili tavrı buydu. 

APO'NUN TERÖRÜ TÜRKİYE'NİN BATISINA YAYMA TEORİSİ: 
Abdullah ÖCALAN'ın Doğu ve Güneydoğu'da giderek etkinliğinin artması, çok sayıda kişiyi kullanabilmesi ve sonuçlarından hiç kimseye hesap vermemesi, O'nun daha değişik alanlara el uzatmasına olanak yaratıyordu. Militanlarına diyordu ki; "TC ile olan savaşımızı yalnızca Kürdistan ile sınırlamayacağız. Savaşı tüm Türkiye sathına yayacağız." Ve bunun hazırlıklarına çoktan başlamıştı. Bu hazırlıkları 1991 yılı sonunda yayımladığı Kasım Çözümlemeleri adlı broşürde de alenen dile getiriyordu. Abdullah ÖCALAN'ın niyeti şuydu: Kürt kökenli bir çok insan, çeşitli sol örgütlere angaje olmuş durumdaydı. Geçmiş sol örgütlerin bir değerlendirilmesi yapılmadığından özellikle öğrenci gençliğin bir kısmı aydınlar tarafından popülerize edilen geçmiş sol örgütlerin etkisindeydi. Öte yandan ilericiliği, demokratlığı Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık olarak hafızlamış, bir kısım kaşarlanmış eski solcular da piyasada aylak aylak dolaşıyorlardı. İşte potansiyelin uygun bir kılıfa PKK'ya yedeklenmesi, dolaylı olarak PKK'nın emrine verilmesi gerekiyordu. Tabii ki, bu yönelimin açıkça PKK'lı Kürt kökenli militanlarca yapılması, batıda büyük tepkilere yol açacak ve Türk solu ile şiddetlenen bir çatışmaya sebebiyet verecekti. Bu nedenle Kuzey Irak'ta PAK'ın oluşturulması taktiği aynen batıda da uygulanarak, Türk kökenli gençlerden yararlanılması gerekiyordu. Bu mantıkla A. ÖCALAN, ilk adım olarak bunun teorik kılıfını oluşturdu. "Kürdistan devrimcileri olarak, Türk devrimcileriyle kaderimiz ortaktır. Düşmanımız aynıdır. Kürdistan'a bağımsızlık ile Türkiye'ye demokrasi birbirine etle tırnak gibi bağlıdır. Fakat, Kürdistan'ın bağımsızlık mücadelesi çok ileri boyutlara varmasına rağmen, Türkiye devrimcidemokrasi mücadelesi öndersizlikten, siyasetsizlikten, stratejisizlikten dolayı gereken atılımı yapamıyor. Halbuki büyük bir insan -devrimci- potansiyeli vardır." diyordu. Ardından da gerçek niyetini açıklıyordu: "Biz PKK olarak Türkiye devrimcilerinin teorik sorunlarını çözeceğiz (yani onlara bir siyasi hat çizeceğiz), onlar için uygun bir strateji ve örgütlenme modelleri oluşturacağız. Gerekirse adamlarını da eğiteceğiz. Mücadeleleri yerine oturana kadar yardımcı da olacağız, gerisi de onlara kalmıştır." "Yardımsever APO", yaklaşık iki yıldır çeşitli sol örgütlerden devşirdiği bir yığın adamı Bekaa'da eğittikten ve onlara bir mücadele stratejisi çizdikten sonra ilk önceleri gizli bir partinin kurulmasını öngörüyordu. Bu parti sonradan kuruldu. 

İsmi; TÜRKİYE DEVRiMCi HALK PARTiSi (TDHP)'dir. Daha sonra silahlı bir gerilla gücünün oluşturulmasını istiyordu. Bu silahlı gerilla gücünün Torosları ve Karadeniz ormanlarını üs olarak seçmelerini salık veriyordu. Bir de yarı illegal bir cephe örgütlemesi kurulmasını, hatta mümkünse seçimlere katılabilecek bir de legal parti oluşturulmasını, bu çalışmaların zaman geçirilmeden batı illerinde başlatılmasını ve 1992 yılı başlarında hızla kendini kamuoyuna duyuracak eylemlere girişmesini istiyordu. Türk ile Kürt insanının başına bir kabus gibi çöken APO rezilinin "TÜRK SOLU" nun reorganizesi ile ilgili düşüncelerini ve örgütlenme çalışmalarını, "Türk solunu temsilen" yanına giden ahlaksızların neler düşündüğünü ve TDHP (TÜRKİYE DEVRiMCi HALK PARTİSİ) nin kurulma çalışmalarının nasıl yapıldığını 21.11.1992 günlü ŞAM toplantısının tutanaklarını okuyarak görelim: "- APO : TÜRKiYE çalışmalarına biraz giriş yapmak istedik. Bunu perspektif düzeyinde açmakla birlikte, nasıl programlanır ve hatta bir kuruluş çalışmasına ihtiyaç olabilir mi, olacaksa nasıl temellendirelim sorularına yönelik kısa bazı açıklamalar yapılabilir. Siz geldiniz ve sanıyorum bu kez gelişiniz bu amaçla. -Z..: Evet. - APO: Daha önce sizinle bu konuyu biraz tartıştık. PKK kendi teorik-siyasi perspektiflerini TÜRKiYE somutunda ve Türk halkı bünyesinde de örgütlenmeye götürmeli midir? Varolan örgütlenmeler-gruplaşmalar gözönüne getirildiğinde, PKK'nın böyle bir adım atması yerinde midir? Evet birkaç kişi düşüncesini belirtebilir. - X: Başkanım partinin 84 atılımından sonra yeni süreçde bunun olumlu koşullan da doğru ancak Türkiye solu, Türk halkı ve işçi sınıfının beklentilerine cevap bir çalışma ve örgütlenme içine giremedi, program ve hedef tesbiti yapılamadı. Varolanlar düzeysiz ve yine eskisinin devamı şeklinde ortaya çıktı. Bugün gelinen bu aşamada yine bu sürüyor. Aslında herhangi bir ciddi çalışma yok ve bu pratiklerinin bir ürünüdür. TÜRKiYE solunun yaşadığı durum, tam bir çıkmaz ve kaostur. 

Bu durumda Türkiye devriminin sorunlarını kaldırabilecek, pislikleri temizleyecek, ilk etapta buna destek anlamında ve giderek bunu örgütleyip bir güç haline getirecek enternasyonalist bir dayanışmayı-birliği yaratacak yeni bir oluşum gerekiyor. Yani bu temelde bir çalışma yapmak gerekiyor. Bu çalışma PAK benzeri fakat biraz daha farklı olabilir. -APO: Başka... - M. S.: Başkanım dünyada hemen hemen Türkiye ile Kürdistan'ın -sömürge ve sömürgeci ülkenin- durumuna benzer tek bir ülke yok. Daha doğrusu iki ülke yok. Bizim mücadelemizin gelişmesini Türkiye'de de bazı gelişmeleri veya daha özgür düşünce ortamını yarattığı kesin. Ama Türkiye solu uzun yıllardan beri uygulanan Kemalist politikanın etkisinden hala kurtulmuş değildir. Bu durumuyla uzun vadede kurtulması sözkonusu değildir. Yine Türkiye'de büyük sayıda Kürdistanlının bulunması, mücadelemizin gelişmesiyle birlikte bunların adeta tümünün bizim potansiyel gücümüz haline gelmeye başlaması ve Türk sömürgeciliğinin yapısı gereği iki halkın bir nevi birbirine karışması gibi bir durum da ortaya çıkmıştır. Türkiye solu bir çıkış yapamayacağına göre bu alanda da bizim çıkış yapmamız gerekir. Türkiye'de daha özgür bir ortam yaratmamızın koşulları vardır. Bu konuda üstümüze düşen görevler yapılırsa ileride Türkiye solunda belki Kemalist çizgiyi aşan ve o yönde katılan kesimler de olabilir. - APO: Evet - X: Başkanım PKK'nın gerçekliğine ve dünya koşullarına bakıldığı zaman çok büyük görevler üslenmek zorunda  kaldığı ortaya çıkıyor. Bu gerek Türkiye ve gerekse Ortadoğu açısından böyledir. Birçok tecrübe-deneyim var ancak, yapılan çalışmalar bence eskisinin daha da gerisinde, adeta -eskisinin karikatürleşmiş biçimdedir. Ciddi bir çıkış yoktur. Bu konuda ciddi bir çalışma da yoktur. Bir de devrimimizi güvenceye almak ve Kürdistan devriminin yükünü daha da hafifletmek amacıyla Türkiye'de böyle bir çalışma yürütmek bence zorunludur. Biz daha 88'lerde bu konularda tartışıyorduk. Böyle bir şeyin yapılması gerektiği konusunda bir çok arkadaşımız hem fikir. Bunun nasıl yapılacağı konusuna gelince, Türk solundan bu konuda bir çalışma içine girebilecekler varsa bunlarla yola girilebilir. Elbette sağa sola çekiştirerek değil, gerçekten bu devrimi yürütebileceklerse ve bu konuda kendilerine güveniyorlarsa bu çalışma yapılabilir. Bunun dışında partinin desteği ile ve hatta elleriyle bu yönlü bir çalışma yapılmalıdır. Bugün Türkiye'de gerçekten bir başka Kürdistan vardır. Yani Kürdistan'daki Kürt halk nüfusunun hemen hemen bir o kadarı da Türkiye'de yaşıyor. Bunlar top-lanabilse bu bile tek başına Türkiye devrimini omuzlayabile-cek güçtedir. 

Bence bu Kürdistan devriminin büyük bir güvencesi olabilir. Bu olmadan Kürdistan devriminin kendi başına başarıya ulaşması çok daha zorlaşacak, çok daha kanlı geçecektir. -APO:Evet, siz... - X: Kürdistan devriminin bölgede Ekim Devrimi'nin rolünü oynama gibi bir konusu var. Bunun dışında yeni sömürgeler içerisinde devrime en yakın ülke Türkiye'dir. Bu değerlendirilmeli.. - X: Arkadaşların Türkiye'de örgütlenmeye ilişkin belirttik- terine katılıyorum. Partimiz çıkışından bu yana buna yönelik pratik adımlar atıldı. Türkiye devrimci hareketi içindeki grup-çuklar bu konuda kendilerini aşamıyorlar ve pratikte hiç bir zaman bunu aşmaya yanaşmıyorlar. Kemalizm'in solunu oynamaya çalışıyorlar. En sol grup bile devletin darbesinde en sağ düşüyor. Yani en radikal geçinenler bile böyle durumlar yaşayabiliyor. Yetmiş yıllık Türkiye sol tarihi tasfiyecilikle geçmiş. Bugüne de böyle gelmiş. 22 EYLÜL öncesinin Dev Yol'u kendi iç hesaplaşmasını bile yapmaktan korkan bir durum da. Dev Yol liderleri cezaevinde, 12 EYLÜL de neden bu duruma düştük diye oturup kendi aralarında tartışmıyorlar. Aslında bu Tür solunun karekterini ortaya koyan bir davranış biçimi PKK bu konuda ortak mücadele anlayışını hayata geçirecek bir örgütlenmeye destek vermeli ama. sanırım o PAK türü örgütlenme olmaz. Yani PAK Kürdistan için iyi bir örgütlenme tipidir. Türkiye açısından biçim ne olur, o tartışılabilir ama, mutlaka bu alana müdahale edilmeli. - B....: Arkadaşların söylediklerine katılıyorum. Devrimimizin geldiği aşamada eğer Türkiye siyasal yaşamı bu şekilde devam ederse bizim ilerde çok kötü olur. Böyle olursa biz halk savaşındaki aşamaları sağlıklı yaparız. Birincisi, bu nedenle gereklidir. Türk solu bir çözüm üretemiyor, bir taktik üretemiyor: bu açıktır. Bu şunu ortaya çıkarıyor: Ne olursa olsun bizim mutlaka fiili müdahalemiz olmalıdır. 

Hatta şunu şimdiden söylemek mümkündür. Fiili bir parti ya da örgüt tamamen bizim insiyatifimizde olmadan, orada bir platform oluşması, ya da bir cepheleşmenin de sağlıklı gelişebileceğini sanmıyorum. Kesinlikle buna gelmezler. Burada devrimin dayatıp, onları en azından mecbur etmek, bir koç gibi atıp onları harekete geçirmek, .........Kürtleri mutlaka devrimci bir  partiyle bir girişim yapılmalı. Onlarla legal planda belki bir şeyler yapılabilir. Böyle bir parti, bence devrimimizin ulaştığı aşamada zorunludur. Eğer Türkiye'ye bu adım attırılmazsa ileride bizim daralmamız söz konusu olabilir. - X.....: Başkanım, Türkiye devrimci hareketi tarihi aslında bir yenilgiler tarihidir. Bunun yakın bir örneğini şöyle verebilirim. Kemal Pir yoldaş Dev-Yolun üst düzeydeki bir mensubuyla konuştuğunda ona şu soruyu sorar: (80'lerde biz, devrimle karşı devriminin Ortadoğuda amansız çarpıştığı bir no taya geleceğiz.Ben size devrimden bahsediyorum, siz derneklerden bahsediyorsunuz) diyor. Bu basit örnekten de anlaşılabileceği gibi, Türkiye devrimci hareketi bir inanç, hareketi bir atılım hareketi değildir. APOCU-Devrimci ruh oralara taşırılmazsa, yine "Boşluklardan yararlanma" adı altında yaratılan gelişme ve olanakları kendi burjuvalarıyla parça parça yiyebilecek güçler çıkacak.Nitekim Dev Yol ve çeşitli hareketler yenilgilerinin teorilerini yapıyorlar. Ben son dönemlerde kendileriyle uzun uzun konuşuyor-tartışıyordum. Hiç bir devrim sorunları yok. Arkadaşların genel olarak belirttiklerine katılıyorum. Özellikle Bu arkadaşın bu konudaki görüşlerinin geliştirilmesi taraftarıyım. 

Yani bizim kendimizin direkt damgasını taşıyacak bir devrimci hareketi Türkiye'ye taşırmak zorunluluğu doğmuştur. - APO: Evet. Türkiye'nin somut arayışı içinde gelenler daha iyi değerlendirme yapabilir. Türkiye gençliği ne diyor? -X.....: Özel savaşın Kürdistan'da yoğunlaşması, Türkiye cephesinde büyük bir boşluğu doğurmuştur. Diğer taraftan son seçimlerde de görüldüğü gibi Türkiye cephesinde Faşizmin şahlanışı süreci vardır. Gerçekten özel savaş, Kürdistan'a yönelirken Türk halkına da yöneliyor. Burada en önemli sorun o gerici düşüncelerini, Kürt ve Türk halklarının kardeşliği ve mücadele birlikteliğinin öncelikle tanıtılması gerekir. Bir Türkiye'liyle direk Kürdistan'la ilgili konuştuğunda, şoven duyguları kabarabiliyor. Bu konuda biraz dikkat etmek gerekiyor. Türkiye cephesinde bir demokratik cephe uygun görülebilir. Direkt bir parti yerine, Türkiye emekçi halkının ve işçi sınıfının mücadele birlikteliğini kapsayan demokratik bir cephe olabilir. Bu daha sonraki süreçte partileşmeyi yaratabilir. Şu an özellikle Türkiye cephesinde azgın bir faşist dalgalanma, bir yükseliş var. Her şeyden önce bunun biraz indirilmesi gerekiyor. Yani, ezilen ve sömürülen kitlelere bizim kendi ulusal ve sınıfsal gerçekliğimizin doğru bir tarzda kavra-tılması gerekiyor. Bu da öncelikle Türkiye emekçi halkı ve işçi sınıfına kendi temel çelişkilerini kavratmayı gerektirecektir. 

Bu yoldan gidilirse daha sonuç alıcı olur. Türkiye halkına yaklaşmamızda ulusal sorunu çıkarmamız onları kaçırtacaktır. Ulusal sorundan öte, sınıfsal gerçeklikle yaklaşım daha iyi olur. - X: Türkiye demokratik güçleriyle geçmişte FKBDC deneyimi var. Bunun pek bir devrimci atılım sağlayacağına şahsen ben inanmıyorum, o sahada etkin bir politik güç olarak Türkiye devrimine ivme kazandırma açısından son derece yerinde bir taktik hamle olabilir. Arkadaşlarımın da belirttiklerine katılıyorum. - X: Başkanım, Türk sol güçlerinden bahsediliyor fakat, bizim geldiğimiz ortamda gerçekten isim olarak varlar, fiilen yoklar. Bu bir gerçek, mücadelemizin gelişmesiyle birlikte, Türkiye ortamında bize yönelik yaygın bir sempati var. Bu sempati özellikle ....... kesiminde yoğun. Hatta bu konuda yapılan bazı anket çalışmaları vardı ve bunlar basına da yansımıştı. Fakat, özel harp bunu kısıtlamaya çalışıyor. Buna yönelik politikalar var. Özellikle Bolu, Karadeniz ve Trakya kesiminde mücadelemize yönelik sempati yoğun. Ayrıca, Türkiye metropollerine taşırılmış insanlarımız var. Parti önderliğimizin buna yönelik bir belirlemesi vardı. 'Buraya taşınmış kitlemiz, bu kez tersinden bir işgal demektir fakat, bu bir proletarya işgalidir" diyordu. Bu gerçeği de gözönünde bulunduracak olursak, Türkiye emekçi kesimleriyle birlikte bir parti çalışması yapılabilir. Özellikle üniversite ortamında gençliğin bize yoğun bir sempatisi var. Gerçekten bir çıkış bekliyorlar. Partinin oraya el atmasını bekliyorlar. Türkiye gençliğinde de harekete katılım son derece gelişkindir. Son zamanlarda daha da artmaktadır. Parti çalışması götürülürse iyi ve yararlı olur. - X: Ben de arkadaşların dediklerine katılıyorum. 

Bu süreçte böyle bir oluşum, Kürdistan devriminde nefes borularını daha iyi açacaktır. Parti önderliğinin son konuşmasında dediği gibi, Türkiye sol hareketinin halklarla oynamasını artık engelleyeceğiz. Türkiye sol hareketine baktığımızda halkın isteklerine cevap verememe durumu sözko-nusudur. Senelerden beri halkla oynanıyor. Emekçi halkta yeter diyor. Bu açıdan, cepheden daha çok partinin kurulması önem kazanıyor. Devrimimizin gelmiş olduğu aşamada özel savaş ırkçı şovenizmi dayatmaktadır. Yani, iki halk arasında Türk-Kürt düşmanlığını empoze etmesi söz konusudur. Siyasi bir parti kurulursa, buna da bir cevap niteliğinde olur. - X: Başkanım, bence seksiyon tipi bir örgütlenmeye gidilebilir. Türkiye devriminin devrimcidemokratik hedefler ve programına o temelde yaklaşabiliriz. Aynı zamanda, mücadelemizle bağlantılı gelişme gösteren, onu temel ittifak politikasıyla ilerleten seksiyon tipi bir örgütlenmeye geçilebilir. - 

G.: Bence de gereklidir, başkanım. Şu anda Türkiye'nin içinde bulunduğu durum gerçekten çok bunalımlı ve Türk solunun herhangi bir çıkışı olamaz. Ben onlarda böyle bir çıkış göremiyorum. Bu açıdan da, PKK'nın müdahalesi gerekli. - X: Başkanım, emperyalizmin çok güçlü olması nedeniyle ona karşı gelişecek mücadelenin ve örgütlenmenin de çok güçlü olması gerekli. İlk önce bir parti çalışması ve kısa süre içinde cephe ve diğer örgütlenmeler gerçekleştirilebilir. Enternasyonalizm ve Ekim Devriminin yeniden doğuşunun gerçekleşebilmesi için, halkların kardeşliği, bu temelde örgütlenmesini ve birlikteliğini gerçekleştirecek bir örgütlenmenin olması gerekiyor. İlk etapta bir parti çalışması olabilir. - 

B.: Parti önderliğinin Kürdistan'da ve Kürt toplumuyla ilgili çözümlemeleri büyük ölçüde Türkiye toplumunun da çözümlenmesini de içerir. Yani, tahlilde bir sorun yoktur. Bu açıdan orada kurulacak bir parti sanırım büyük ölçüde avantajlı olur. Ancak bu çözümlemelerin Türkiye somutunda daha da ayrıntılaştırılıp geliştirilmesi gerekir. Türkiye solundaki o kalıpçı yaklaşımlar önderliğini çıkaramama sorunları, sanırım kurulacak bir partinin öncelikle ele alacağı sorunlar olacaktır. Bunun dışında, bilinen program sorunları kurulacak partinin kendine özgü bir nitelik taşıyacaktır. Ancak yine partinin, Türkiye sol hareketi ile farklı bir alanın ittifak politikası olabilir. Kurulacak parti, varolan bu düzenlemeler sosyal şovenizmle, Türk solunun yapısıyla ilgili geliştirilebilir. Ayrıca kendi iç yapısını sağlam kurarsa, sanırım Türkiye sol hareketine  örnek davranış ve tutumlara girebilir. Bu da onları kamçılayacaktır. Örneğin, sosyal şovenizm konuşur. İş partimiz yüklendi ve sonuç aldı ama, bundan sonraki taktiklerde Türkiye'de kurulacak partinin sosyal şovenizme yüklenmekten çok olumlu bazı özellikleri ortaya çıkarması ve toplumdaki olumsuzlukların üzerine aşın yüklenmesi çözüme götürüle-bilir. - APO: Evet, daha yaratıcı düşüncesi olan... - X: Başkanım, Kürdistan devriminin daha kısa sürede başarıya gitmesinde Türkiye cephesindeki güçlü bir gelişme çok büyük bir katkı sağlayacaktır. 

Bugün Türkiye cephesindeki duruma baktığımızda, Türk solundaki tıkanma ve giderek erimeyle birlikte, Türkiye emekçi halkında da belli bir yozlaşma görülüyor. Özel savaş uygulamalarıyla gittikçe pasif-leşen bir halk gerçeği sözkonusu. Eğer müdahale edilmezse, iki halkı birbirine düşman etme politikası bence başarılı bir şekilde hayata geçirilecek. Bugünkü süreçte gerek kitle örgütlenmeleri içinde ve gerekse gençlik örgütlenmeleri içinde mücadelemize sempati duyan ve bizimle ilişkide olan kesimler az değil, hatta Türk sol gençliğinden bize kayış, mücadelemize katılış sözkonusu. Bence bizim örgütlü kitlemize, potansiyelimize yakın olan bu kesimlerle ilişkiye geçerek, bunların gelişmesi ve güçlenmesi sağlanabilir. Geniş bir kadrolaşmaya açık potansiyel bir güç vardır. Özellikle gençlik içerisinde bu böyledir. Türkiye'de sol içerisinde bir önderlik sözkonusu değildir. Varolan örgütler kitleselleşeme-mekte ve erimektedirler. Bence, PAK türü bir örgütlenme çok kısa sürede başarıya gidecektir. Türk soluyla iki ittifak denemesi yapılmıştır ve halen Devrimci Birlik Platformu çalışmalarını sürdürmektedir. Fakat gelişmesi sözkonusu değildir. PAK türü bir örgütlenmeden sonra, Türk solunun geliştirileceği tavra göre yine bir cephe oluşturmaya gidilebilir. - X: Başkanım, bence de Türkiye'de Türk solundan ayrı bir örgütün kurulması gereklidir. Çünkü oradaki halk. özellikle de gençlik ve işçi sınıfı böyle bir partiyi bekliyor. Orada birde faşist ve MİT denetimindeki bazı partiler kuruluyor. 

Türkiye'deki Türk halkıyla Kürt halkı karşı karşıya getirilmek isteniyor. Böylece düşmanlıklarını geliştiriyorlar. - X: Ben de katılıyorum arkadaşların görüşlerine, kurulacak böyle bir parti her alanda büyük bir sempati toplayacaktır. - X: Başkanım, partimizin Türkiye sahasına müdahalesine katılmakla birlikte, niteliği hakkında konuşmak istiyorum. Böyle bir parti, Türkiye solunun şimdiye kadar yapamadığı düşmanla ideolojik ve siyasal kopuşu sağlayacaktır. Kemalist ideolojik bağları koparmak, müdahalenin birinci yönüdür. İkincisi ise Türk solu içindeki radikal hareketlerle ortak bir güç oluşturma ve illegal sahada PAK türü bir örgütlenme olabilir. - X: Durumu arkadaş ortaya koydu. Türkiye devrimine yapacağımız katkı, bir grup kadro arkadaşın Türkiye'nin koşullarına göre bu alanda bir örgütlenme yapmalarıdır. PKK ile güçlü bağlar temelinde yaşanacak böyle bir örgütlenme Türkiye'de iyi bir gelişmeye yol açacak ve devrimin başarısını hızlandıracaktır. - X: Başkanım, öğrenci gençlik içinde kaldığım zaman, hemen hemen hepsinin beklentisi böyle bir partinin kurulması yönünde idi. Zaten, kendi örgütleri gelişim göstermediği için varolan gençlik potansiyeli her gün eriyor-yozlaşıyor. Hatta küçük grupçuklar haline dönüşmüş durumdalar. Bizim böyle bir müdahalemiz, gençlik ve özellikle aydın gençlik içinde güçlü kadroların çıkmasını sağlayacak ve bu temelde büyük bir adım olacaktır. Bu işçiler ve kitle örgütlen içinde böyledir. Çok kişiyle konuştum, özellikle sohbetler herkes beklenti içinde olduğunu belirtiyordu. - X: Başkanım, PAK türü bir örgütlenme bence yararlı olmaz. 

Çünkü; PAK, Güney Kürdistan halkının örgütüdür. Fakat bizim amacımız, partimizin öncelikle yapması gereken Türkiye'deki muhalefeti yönlendirmektir. Türkiye'de gelişen bir muhalefet vardır, fakat sonuca gidememektedir, rejimin politikalarını boşa çıkaramamaktadır. Bu nedenle, sadece ortadaki Kürt halkını ve emekçilerini temel almamak gerekiyor, ayrıca sınıfsal çıkarları da korumak gerekiyor. Türk halkının örgütlülüğünü de hedeflemek gerekiyor. Türkiye'de çeşitli demokratik çevreler ve demekler vardır, parti içi oluşumlar vardır. Bunları kendi içine alan, örneğin ERNK'nin Kürdistan'daki işlevini burada yerine getirecek, Türk ve Kürt halkının kardeşliğini temel alan bir oluşuma gidilebilir. - A. : Başkanım, son yıllarda Türk solunun bizim mücadelemizden etkilenmesiyle bir uyanışı sözkonusudur. Nitekim 89'dan bu yana Türk solundan gruplar, kişiler buraya geliyor. parti önderliğinden yardım, perspektif ve çeşitli destekler istiyorlar. Fakat görülüyor ki, aldıkları perspektifleri uygulaya-madılar, sonuca gidemediler. Yani Türk solu Türk burjuvazisinden kopuşu sağlayamadı, kendi başına cephe ya da başka bir örgüt kuramadı. Partimizin bu örgütlenmeyi sağlaması parti düzeyinde olabilir, yine bir cephe kurulabilir Fakat esas örgütleyici güç PKK'dan gidecek bir güç olabilir. 

 APO: Evet ana hatlarıyla görüşlerinizi belirttiniz. Sizin bu konudaki görüşleriniz neydi? - Z.: Ben de uzun süredir böyle bir çalışmanın gerekliliğine inanıyorum. Arkadaşların belirttiği hususlara katılıyorum. Bir noktayı da belirtmek istiyorum, özellikle son dönemlerde Türkiye ortamında çok sayıda insanın partiye aktığı görülüyor. Bu özgürlük arayanı ifade ediyor. Ancak, gerçekten, kendi üzerlerindeki olumsuzluklarda savaşa dönüşmezse, bu, bence PKK'ya bir sığınma olarak da ifade edilebilir. Bunun tam tersine, tam bir savaşçılığa dönüştürülmesi açısından da yine kendi zemininde bir savaş gerekli. Türkiye ortamında gelen arkadaşların Türkiye'deki devrim sorunlarıyla boğuşmaları bu açıdan da gerekli. Bence Türkiye'nin sorunları çok kapsamlı. Bu sorunlara köklü yaklaşmak gerekiyor. PAK'ı aşan bir çalışmanın olması zorunlu görülüyor. 

İlk etapla biraz daha başından ele alınsa da giderek, daha kapsamlı çalışmalara yönelmek zorundadır. Fakat demokrasi cephesinin işlerlik kazanabilmesi bile parça bölük bir parti çalışmasıyla ancak mümkün. Türkiye soluyla tek bir adım bile atılmayacağı çoktan ortaya çıkmış durumda. Gerçekten Türkiye halkının da bunlara güveni yok. Tam tersine, bunların ayak bağı olduğu herkes tarafından görülüyor. Bizim geçmiş cephe deneyimlerimiz de bunu kanıtladı. Avrupa'da da durumlarını biraz yakından gözlemleyebildik. Ben bunların hiçbir umut vaad etmediği konusunda kesin düşünceye sahibim. Onları kesinlikle aşmak gerekiyor. Türk halkına bunları aşan bir umudun doğduğunu göstermek gerekiyor. - APO: Ne yapılmalıdır? Daha pratik gerçekleşiş üzerine bir kaç önerisi olan ? Evet. Z: Öncelikle böyle bir çalışma yapılmalı. Ben burada bir program çalışmasının yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bir kere bu konuda düşünceler bence net değil. Ben, kendi açımdan bunu ifade edebilirim. Düşünceler tam netleşmiş değil. 

Nasıl bir çalışma?.. Hangi kapsamda bir çalışma?.. Kendim netleşemediğim için bu konuda pek bir şey ifade edemiyorum. Bence, esas olarak bu noktada tartışmak gerekiyor. - APO: Ne yapılmalı sorusuna pratik karşılıklar, evet? -U.: Pratik olarak iki şey yapılabilir. Burada bir grup arkadaşın yoğunlaşmaları... - APO: Ne yönlü? Biçimi belirle. Hangi çalışmayı yapmalılar? - U: Programa ilişkin özellikleri oluşturulur. -APO: Başka? - U: Türkiye tarihi toplumsal yapısı ve devrimin özellikleri üzerinde durulur. Bu doğrultuda teorik perspektifler hazırlanır. - APO: Yani. Türkiye gerçeği ve Türkiye devriminin özellikle. PKK manifestosuna benzer bir manifesto mu? - U: Evet, başkanım. - P.O.: Taktikten bahsediyorsunuz, bir eylem taktiği gerekiyor diyorsunuz.. - M. S. : Başkanım bence de bir manifesto geliştirilmeli. Türk tarihi, Türk gerçekliği, Türkiye sömürgeciliği ve Kürdistan ilişkileri, Türk solunun tarih boyunca niteliği değerlendirilmeli, Türkiye devriminin ideolojisi ve politikası oluşturulmalı. Hazırlanacak bir çekirdek kadro bu ideoloji ve politikayı kamuoyuna duyurmalı, bunun askeri örgütlenmesi sağlanmalı. Türkiye solu dağılmış haldedir, tabanlarına çağrı yapılmalı. - APO: Bir, planlama; iki, program: üç, kuruluş bildirgesi. Başka? Taktik düzeyde bir darbe diyorsunuz. Başka düşüncesi olan? - X: Bundan sonra da pratik olarak bunların yanı sıra iki grup çıkarılmalı bir, eylem grubu; iki, propaganda grubu. İlk başta çok kapsamlı bir eylem yapılmalıdır. - APO: Yani, gerilla grubu çıkarılmalı diyorsun? - R: Başkanım, zaten en çok tartışılan konulardan biri de buydu. Türk solu ya kırı esas alan, şehri unutan, ya da şehri esas alan, kırı unutan, bu iç içeliği kullanmayan bir konumda olduğu. Bizim gerçekleştireceğimiz program, bu iç içeliğin hayata geçirebilecek. Hem şehir, hem de kır eylemleriyle bu sesi yaratırız. - P.: Başkanım, bir manifesto hazırlanmalı, bir de bunun illegal ve legal kuruluş hazırlıkları yapılmalıdır. Bir çekirdek hazırlanabilir. Metropollerdeki kitlemizi bu yöndeki faaliyete geçirebiliriz. - X: Program ve ilkeleri belirlenmiş somut bir örgüt planıyla birlikte, temel olarak silahlı propaganda taktiği uygulanabilir. - R.: Şehir merkezlerinde şehir gerillacılığına Türkiye'de çok ağırlık vermek gerekir. 

Yani, her ne kadar şehir-kır birlikteliği savunulsa bile, ağırlıklı olarak şehirler üzerinde yoğunlaşması gerekir. - X: Eylemin tarihinden çok, yöneldiği hedefler önemlidir. Faşist TC kurumlarına, ABD ve diğer emperyalist güçlere yonelik eylemler etkili olur. -... : Başkanım, arkadaşların belirttiği manifesto, program, kuruluş bildirgesinin hazırlanmasıyla birlikte asgari bir örgütlenme ile taktik olarak gerillanın Türkiye dağlarında bir eylemliliği ile Türkiye gençliği üzerinde toparlayıcı etki sağlayacaktır. - X: 15 AĞUSTOS niteliğinde bir atılımın gerçekleşmesi gereklidir. - M.S.: Başkanım, bence gerçekten böyle bir darbe gereklidir. Parti önderliğinin belirttiği gibi, Karadeniz dağları bunun için uygundur. Gerillanın orada belirmesi ve bunun kamuoyuna duyurulması büyük bir şok etkisi yaratacaktır. - X: Manifesto ve program çıkarıldıktan sonra, bir örgütsel çalışma üzerinde eylemliliğe yönelinebilir. - X: Başkanım, sınır bölgelerinde ortak gerilla mücadelesi yapılabilir. - APO: Ana hatlarıyla. düşünceler, önerileri geliştirdik. Hemen hemen hepinizin yoğunca belirttiğiniz gibi, bir PKK müdahalesi gerekiyor. Türkiye gerçeğine bu müdahale zaten baştan beri var ve çok sıkı. Etkilenme ve etkileme gerçekte adı konmamış fakat, özünde sıkı sıkıya birlikteliği içeriyor. Fakat sosyal şovenizmin ve ilkel milliyetçiliğin bu konuda yarattığı darboğazlar vardır. Bildiğiniz gibi, bunlar, iki halkın dengeli devrimsel gelişme atmosferi içine girmesini engelledi. PKK'nın ilk oluşumuyla birlikte, Türkiye ve Kürdistan gerçeği birlikte eşlenilmek istendi ve bundan yola çıkılarak birlikte yol almak, ortak eylem, ortak örgütlenme arzulandı. Ama, Kürdistan'ın ilkel milliyetçi ve küçük burjuva reformizmi veya devrim dişiliği ve Türkiye'deki sosyal şovenizmin oldukça tutuculuğu gericiliği daha ilk oluşum günlerinde bile temsil edilen doğru anlayışlara hayat hakkı vermedi. Bu temelde bir gelişmeye imkan vermedi. PKK, buna tepkisinin de ürünüdür. Hiç olmazsa Kürdistan somutunda devrimsel bir gelişmeye yol açmak, fakat sert bir eleştiri, komuta ve bunu da gerçekten çok uzun süren mücadele ile gerçekleştirmek ne demektir? Belli ki, etkilenmenin yaşanması demektir. Son on yılın ağır basan yönü, Kürdistan devrimidir. Biz, bunu öne çıkardık ve hatta Türkiye devriminin önüne geçirdik. Fakat, etkisi Türkiye üzerinde çok somuttur. Bu, Türkiye halkında çok derin etkiler yaratmıştır ve şimdi bu etkiler artık bir örgütlenmeye doğru bir istek belirtmektedir. Demek ki, 70-80 arası süreçte ortak mücadele uğruna bir çelişki ve çatışma ve bunlar PKK ayrışmasının gelişmesi vardır. Bu yıllarda değerlendirmeye tabi tutulabilir. 

Devrimin teorisi ve temel taktikleri 70-80 arasında nasıl geliştirilmek isteniyordu? Engeller neydi, çıkış yolları nasıl yaratılmak istendi? Değerlendirmeye değerdir. 80-90 arası PKK'nın kendini yaşatma savaşıdır. Ayrıştırma, Kürdistan somutuna indirgeme ve özellikle de bunun pratik başarısını sağlamadır. Kürdistan devrimi bu temelde, Türkiye devriminin de önüne ulaşabilmiştir. 90'lı yıllar artık, bütün Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını araştıracak PKK önderlikli bir gelişmeye imkan tanıyor. PKK bu temelde belli bir sonuç almıştır. Kürdistan devrimini doğru yola sokma ve onu sağlam bir rotada yürütmeyi garantiye almıştır. Hatta, Kürdistan geneli için bile sağlam bir temel döşemiştir. Türkiye somutu için aynı şeyi söylemek biraz zor fakat, dolaylı etki çok yoğun. Direkt etki bu temelde hızla gelişiyor. Biz bunu Türkiye solundan bekliyorduk, bizim dolaylı etkiyi örgüt ve eylem etkisine dönüştürmek bunların görevi idi. Maalesef maddi-manevi bütün çabalarımıza, askeri-siyasi desteklerimize rağmen o yeteneği gösteremedi. PKK'ya Kemalist gözlüklerle bakması, kendini üretememesi, son seçimlerde de gösterdiği gibi faşizme karşı kendini adeta sıfırlaması, böylesine bir solu güvenilemeyeceğini oldukça açığa çıkarmıştır.Bu durumlar, en azından sert bir eleştiriyle birlikte, sert bir maddi müdahale, yani örgüt müdahalesinin bir eylem müdahalesinin, kaçınılmazlığını ortaya koymuştur. Ekim seçimi gerçekten çarpıcıdır. Bu konuda bunlara eskisi kadar güvenilemeyeceğini, gerçekleşse bile özlerinin olmadığını, anti faşist cepheyi büyütecek kuvvet ve yeteneklerinin olmadığını ortaya koymuştur. Bunun yanında, PKK'nın artan etkisi vardır. Kürdistan'daki kitle kadar bir nüfusun Türkiye Metropollerinde yaşaması vardır. Bunların devrime ezici bir şekilde kazandırılması söz konusudur. İşte bütün bunlar gözönüne getirildiğinde belli bir kuruluşa gitmenin artık kaçınılmaz olduğu görünmektedir. En başta yapılması gereken, bir Türkiye değerlendirmesidir. Biz, Türkiye üzerine oldukça kapsamlı değerlendirmeler yaptık. Kürdistan devrimi için geliştirilen değerlendirmeler, bir o kadar da Türkiye değerlendirmeleridir. 

Türkiye tarihi, Türkiye toplumunun özellikleri, Kemalist bakış açısı açıklandı. Bizim geliştirdiğimiz değerlendirmelerden de yararlanılarak daha iyi konulabilir. Manifestonun bir bölümü budur. Bununla birlikte, Türkiye toplumunun güncel bazı özellikleri T.C.'ye vurgu yapılır. Aslında, T.C. değerlendirmesi güçlüdür. 12 EYLÜL'e vurgu yapılır; toplumsal özellikleri 136. U çgendeki Tezgâh ve günümüzü anlamak açısından bu gereklidir. Aslında bu, objektif durum değerlendirmesidir. Tarihin incelenmesi ardından, Türkiye devriminin bazı özellikleri işlenir. Bu işlenirken, mevcut sübjektif düzey değerlendirilir. Bu, ideoloj-ik-örgütsel gruplaşmaların ana esaslarının işlenmesidir. Özellikle ortak noktaları açılmaya çalışılır. Sübjektif durum incelenirken, Cumhuriyetin kuruluşundan 60'lara kadar ki süren 65-80 arası gençlik hareketi, yaşanılan durumlar ve tabii ki 12 EYLÜL döneminde de artık netleşen sonuçlar konulur. Türkiye'deki devrimci güçlerin, sosyalist veya devrimci demokrasinin kendini faşizme karşı yürütemediği, dolayısıyla teorilerinin ve pratiklerinin eleştiriye açık tutulması gerektiği esas alınır. Bu herşeyin inkarı değildir. Direnişler ve örgütlenmeler var ama. öz örgüt olma, halka yansıma, doğru taktikleri oturtmada başarısızdır. Gelişmeler inkar edilmemekle birlikte düzem aşan bir gelişmeye ihtiyaç kesindir. İşte bu derin ihtiyacı karşılama temelinde, yeni bir kuruluşa gidilmektedir. Bunun vurgusu yapılır. Bu, yeni bir siyasal veya yeni bir devrimsel çıkıştır. Mevcudun olumluluklarından yararlanma, olumsuzluklarını aşma: Türkiye toplumun demokratikleştirilmesi: Türk konusunun şovenizmden arındırılması ve emperyalizmden bağımsızlaştırılması: yani. iç gericilik ana hedefler oluyor. Bizim manifestodan bu konuda yararlanılabilir. Böylece manifesto oluşturulabilir. Kürdistan gerçeği de vurgulanır. Yani devrimin temel ittifakları Türkiye devriminin Ortadoğudaki yeri, Kürdistan'la ilişkileri dünya içindeki yeri, konumlanması, hatta Sovyetlerdeki çözülmeden sonra Pan Türkizm akımına doğru bir yaklaşım, Sovyetlerdeki halk cumhuriyetlerine, Kafkaslara. Balkanlara doğru yaklaşım üzerine değinmeler yapılabilir. 

Bir manifestonun neyi kapsaması gerekiyorsa, ana hatlarıyla bunları kapsar. Bununla birlikte, program çalışması yapılabilir. Program manifestodaki ana esastan dikkate alır. onu maddeleştirir mevcut programlar vardır, gözden geçirilerek Türkiye devriminin program! ortaya çıkarılır. Program taslakları vardır fakat daha da somutu özüne getirme ve böylece özlü bir metni ortaya çıkarma imkan dahilindedir. Bu çalışma zor değildir. yapılabilir. Kuruluş bildirgesi bir ilan bildirgesidir. Özellikle gerekir. Yapılmak isteneni devrimci kesimlere ve kamuoyuna çarpıcı biçimde yansıtırsa ve bu güçlü bir kaç eylemin eşliğinde du-yurulursa oldukça etkili olur. Yapılacak belli bazı çalışmalar bunlar olabilir. Bu çalışmalar, burada grup çalışmasını gerektiriyor gruplaşmasını rahatlıkla yürütecek arkadaşlar var. Biz böyle bir grubu oluşturduk. Gerçi bu şehir grubu daha çok PKK dahilindeki örgütlenmeyi yürütüyor. Fakat bu çalışmaların da içine rahatlıkla kayabilir. Ancak, bu . . ... .................hazırlama daha çok bir teorik ve siyasi çalışmadır. Bir küçük grup belirlenebilir. Bu grup bu üç metin üzerinde durulabilir. Taktik düzeyde görev alabilecek veya örgütlenmeyi geliştirecek güç zaten var. Türkiye için bir gerilla grubu da oluşturulabilir. Öncelikle bu temel metinleri çıkarmadan biraz yorum gücü olan, yani bu metinleri güçlü hazırlayacak küçük bir grup düşünülebilir. Bunun için kendini iyi hazırlayan var mı ? Üç metin ve mümkünse başka metinler de düşünülebilir. -X....: Ben katılabilirim. - APO: Evet siz bir şeyler yapabilirim diyorsunuz, zaten siz varsınız. Öneriler dikkate alınarak belli sayıda arkadaş görevlendirildi. - APO: Bu bir iş bölümüdür.Yani, bütün Türkiye kökenliler orada çalışacak diye bir kural yok, gerek de yok. 

Kaldı ki, binlerce Kürdistanlı çalışma içine girebilir. - S......: Başkanım, Y. Arkadaş Türkiye ve Türk sol tarihi üzerine epey bir inceleme yaptı. - APO: Düşüncelerinden yararlanırız. Hani Y. ?  - Y......: Benim. - APO: Sen mi çalışma yaptın? - Y......: Son üç yıl. cezaevinde bu konuyla uğraştım. - APO: Bir sonuca vardın mı? - Y.......: Türk sol tarihine ilişkin epey not çıkardım. - APO: Sol hakkında vardığın sonuç nedir? - Y.......: Tersine çevirmek gerekiyor. Aslında tek kelimeyle öyle diyebiliriz. - APO: Türkiye sol tarihindeki mevcut pratiği tersine çevirmek gerekiyor. Yalçın KÜÇÜK de bizim gibi düşündüğünü söylüyormuş. İşte, tersine o çeviriyor. - Y.......: Ama, onu pratiğe dökemedi. Entellektüel düzeyde kaldı. - APO: Teoride tersine çevirmek de önemli bir adımdır. Evet, katılmak isteyen arkadaşlar çeşitli biçimlerde katkılarını sunacaklar. Çeşitli alt bölümleri yazabilirler. Bunlar sorumlu komisyon gibi çalışırlar. Zaman var, bu kış sürecini bu temelde değerlendireceğiz. Yönetim çalışmalarıyla birlikte, bu çalışmalar kış boyu ağırlık kazanacak. Fakat, daha da yazılaçak konular olabilir. Bence, mesela siz Türk solu üzerine incelemenizi metin haline getirebilirsiniz. - Y.......: Eleştirel bir tarih. - APO: Tamam, yani Türk sol eleştirisini siz yaparsınız. Sizinki hangi konudaydı, S. ? - M.S....: Başkanım, Türk tarihi ve Kemalizm üzerine. - APO: Güçlü yaklaşabilir misin ? - M.S....: Güçlü yaklaşabilirim... - APO: Yani Türk tarihi ve Kemalizm veya Türk tarihi içinde Kemalizm'in yeri. Türk tarihi ve en önemli bir aşaması olarak Kemalizmin yeri. Konu bu. Genel olarak Kemalizm'in yeri çok önemli. Tarihi incelemeyi, Kemalizmi tam açıklığa kavuşturmak için yapacağız. Osmanlılıkla Kemalizm arasındaki bağlantı, etkiler konulmalı. Bazı belirlemeleri tekrar da yapabilirim, ama gereksiz. Çözümlemelerde kapsamlı işlenmiştir. Çok kısa bir hatırlatma yapayım. Osmanlı mirası olmasa Kemalizm bir hiçtir. Kemalizm diye bir şey olmaz. Kemalizm aslında feodal bir kalıntıdır. Kemalizm feodal kalıntının bir ürünüdür. Artık bunun açıklamasını yaparsınız. Yani anti demokratik olması, despotik olması, anti sosyalist olması. Osmanlı geleneğiyle çok sıkı ilintilidir. Ayrıca, Osmanlı geleneğini islam feodalizmi içinde inceleyeceksiniz. 

Türkler barbar toplumun yukarı aşamasındayken, Orta-doğuya çıkış yapılmıştır. Türk barbar geleneğini, Doğu PERİNÇEK'de biraz işlemiş. Daha da açarsınız. Yani. Oğuz boylarının gelişlerine biraz değinirsiniz. Osmanlıdaki yoğunlaşma ve Kemalizmdeki yoğunlaşma, bu çalışma için bir metin olacak. Yani, bu ayrı bir broşür çalışması olacak. Eğer sorunu siz de irdelerseniz, Kemalizm üzerine değerlendirmeler den yararlanacaksınız, kısaca dokunacaksınız. Bir işbölümü oluyor. Arkadaşın ele aldığını siz tekrarlamayacaksınız. Da ha çok Türk solunun özellikleri, tarihle bağlantısı, güvenlikle ilişkileri, yani yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal rejimin öze yansıması incelenir ve fakat sonuçta Türkiye devriminin teo- risi sorununa açıklık getirilir. Türkiye devriminin örgütlenme sine açıklık getirilebilir. Böylesine bir metin geliştiriyorsunuz. Başka metin geliştirmek isteyen? - P....-' Başkanım, bu konuda A'nın görüşlerine de başvu-rulursa iyi olur. - APO: Olabilir, başvururuz.Yani bir taslak iletiriz, belki bir katkı sunmak ister. Evet, başka metin geliştirmek isteyen? -A .....: Başkanım. Türkiye sol tasfiyeciliğini... - APO: O çalışmanın içindedir. Son gelişmeler incelenirken, bunlar kapsamlı ele alınacak. Bizdeki değerlendirmeleri okuyacaksınız. Geliştirilen çok kapsamlı eleştiri ve çözümlemeler var. bunları iyi inceleyeceksiniz. Ayrıca. Türkiye'de Türk kişiliği ele alınabilir. Biz nasıl Kürdistan'da kişilik meselesini incelediysek, Türkiye'de kişilik problemi de incelenebilir Türkiye'de kişilik erozyonu ve devrimci militan. Bu bizim kitabın bir uyarlaması olabilir. Türkiye'de kişilik bunalımı, devrimci militanın özellikleri ve yaşam tarzı konusunda kim çalışmak ister? -Z....: Zaman sorunu var. - APO: Zamanlama mühim değil, uyarlama kabiliyetiniz var sanırım. Kendi sorumluluğunuz altında bir kaç arkadaşla yapabilirsiniz. Yani bu bir nevi yaşam tarzının incelenmesi, Türk halk gerçekliğinin nasıl çarpıtıldığının ortaya konulmasıdır. Yaratıcı olacak. Aslında bizim yöntem hayli yaratıcıdır. Uygulanırsa Türk halkının temel bazı özellikleri bence yakalanır. Boyun eğmeci özelliği güce tapınma özelliği, devlet içinde erime özelliği, yüzyıllardan beri egemen sınıflarının ardından sürüklenme özelliği, keloğlan özelliğinden bahsettik, yine bunun da bazen pasif ama, kendi devleti için herşeyini ortaya koyan, günümüze doğru daha da sığlaşan yaşam özellikleri , kendi gerçekliğine yabancılığı incelenir. Bu halk gerçekçiliği bazı yönleriyle kişilik üzerinde de yansımasını bulmaktadır. 

Türk tipi üzerine iyi inceleme yapılabilir. Bu tipin bazı temel özelliklerini iyi açığa çıkarmak gerekiyor. Bu tip: ilkesizdir, pragmatisttir, taklitçidir, dışa yarar-lanmacıdır, boyun eğmecidir, çok kurnazdır, ilkesizdir, onun için bir özgürlük ilkesi- bir demokrasi ilkesi yoktur, büyük güç nerdeyse o da ordadır. Tarihte müslümanlık çıkıyor müslü-manlığa sarılıyor, emperyalizm çıktı. Emperyalizme sarılıyor. İngiliz'e, Fransız'a, Amerika'ya yani kim güçlüyse tarih de hep ondan yana kayıyor. Günümüzde de kendini hayli düşüren bir kişilik özelliği var. Sosyal yaşam incelenir. Sosyal-Kültürel yaşam da incelenmeyi gerektirir. Aile içindeki yaşam işlenebilir. Anti-de-mokratik, şoven nitelikleri işlenebilir. "Bir Türk dünyaya bedel" diyorlar. Kemalizmi bağlantıları zaten konulabilir. Biz bunları zaman zaman işlemiştik. Bir Özal kişiliğini değerlendirdik. Bunun yanında bir proleter-köylü tip, ilkel olan tipi incelenebilir. Anadolu köylü tipi incelenebilir. Proleter tip bence oluşmamıştır. Belki köylü tipten bahsedebiliriz ama, proleter Türk tipinden bahsetme imkansızdır. Proleter tip, yarı köylü, yarı küçük burjuvadır. Bu tipin özelliği daha da açılabilir. Bu konuda gözlemleriniz var sanırım.Öyle bir metini de fırsat buldukça geliştirebilirsiniz. Ayrıca, Türkiye'de gerilla üzerine çalışma da gerekebilir mi? _ X......: Başkanım, şehir gerillası... - APO: Şehri-kırı birliktedir; böyle bir çalışma uygun olabilir mi? Türkiye'de gerilla sorunları... - X.....: Başkanım, o konuda ilk önce Dev-Sol ve TİKKO benzeri gerillaya yönelik çıkışların eleştirisi gerekir. - APO: Tamam da, ben içeriğinden bahsetmiyorum. Gerekir mi gerekmez mi? - X......: Gereklidir, başkanım... - APO: Gereklidir diyorsunuz.Türkiye'de gerilla sorunları veya Türkiye'de gerilla çalışması adı altında incelenebilir. Bu da taktiğe açıklık kazandırmak için geliştirilmesi gereken bir metindir. Yani Türkiye'de eylem taktiğinin geliştirilmesi için bu sorunu incelemek gerekiyor. Türkiye'de gerillayı ele alırken, elbette bunun bir tarihçesi olacak. Türk ordusunun değerlendirmesi gerekecek. Kurtuluş savaşı döneminin değerlendirmesi yapılacak. Tarih de halk isyanları incelenecek. Özellikle 12 MART döneminin çıkışı, bazı gerilla deneyimleri, başarısızlıklarının nedeni ve Türkiye devriminde gerillanın gerekli olup olmadığı veya Türkiye devriminde gerillanın neden gerekli olduğu noktalarına açıklık getirilecek. Şehir ve kır gerillasının özellikleri örgütlenmesi ve temel diğer gerilla taktikleri incelenecek. İşte, o zaman dağları da işletebilirsiniz. Bazı dağlar, üstlenme sorunları, lojistik sorunları, ilk grupların derlenip toplanması, gerillanın yaşam tarzı üzerinde durursunuz. Bizim kitaplarda bunlar çok somuttur.

Gerillanın yaşam tarzı, gerillanın taktiği, gerillanın daha pratik bir planı gerekir. Gerilla Türkiye'de nerelere nasıl üstlenmeli ilk hazırlıklar ne olmalı, evet böyle bir metni de geliştiriyorsunuz. Bir de, Türkiye için serihildan taktiği (şehir ayaklanması) üzerine küçük, bir broşür çalışması olabilir. Biliyorsunuz. Türkiye ağırlıklı olarak şehir toplumunun özelliklerini taşır. Gösterisi bol gelişecek bir alandır. Dolayısıyla böylesine bir çalışma prespektifi gereklidir ve bu aslında bir nevi plan olur. Yani, şehir örgütlenmesi ve serihildanı çalışmasıdır. -C......: Böyle bir çalışmayı yapabilirim. - APO: Rahatlıkla yapabilirsiniz. Zaten böyle bir planlama göreviniz var. Şimdiye kadar yazdığınız bütün yazılardan yararlanarak, Türkiye'de şehir çalışmaları, şehir ayaklanmaları, şehir eylem planı üzerine bir broşür hazırlayabilirsiniz. Bu çalışma klavuzu olur. Üniversitelerin yeri, mahalle çalışmaları, özellikle fabrika çalışmaları, eylem ve örgütleme biçimleri üzerinde durulur. Bunun içine bir de şehir eylemliliği, şehir gerillacılığı kısmını da dahil edersiniz. Sabotaj vb. gibi birçok şehir eylem taktikleri geliştirebilirsiniz. (Öneriler temelinde belli sayıda arkadaş bu çalışmalar için görevlendirildi..) - APO: Gerilla ve serihildan, kurulması düşünülen partinin eylem taktiğidir. Yani daha çok pratik örgütlenme ve eylemlerin şehir ve kırda nasıl geliştirilmesine dair açıklık geti-riyor.Yoğun bir görüş alış-verişi, tartışma içinde böyle bir metin ortaya çıkarabilirsiniz. Ana hatlarıyla bir yerde Türkiye devrimini planlamış oluyoruz. Bu kadar kolay ve hızlı olmasının nedeni şudur:  yıllık bir birikim vardır. Deneyle ispatlanmış sonuçlar vardır. Onları hızla adepte ediyoruz, uyarlıyoruz. Bu PKK yönetimini ve içeriğini daha bilinçli, daha örgütlü ve de güç vererek Türkiye'ye yansıtmadır. Başarı şansı çok güçlü çünkü: biz sıfırda başladık. Bugüne geldik. Türkiye açısından ise. dev gibi bir birikim var. Bizim yirmi yıllık birikimimizin yanı sıra, Türkiye sol birikimi de vardır ve rejim çıkmaz içindedir. Buna dayanacak büyük bir aşama yapabilir. Oldukça güçlü, çarpıcı ve hızlı bir çalışma olabilir. Hatta, bu çalışmalar başlarsa. 15 AĞUSTOS gelmeden de biz Türkiye içinde de güçlü eylemler ortaya koyabiliriz. 

İSTANBUL, Karadeniz, Toroslar dahil, iki gerilla büyük çıkışı, birkaç büyük şehir çıkışı yapabiliriz. 92 PKK'nın atılım yılıdır. Türkiye'de de hazırlıklarımız gelişiyor. Bunu yeni kuruluş adına yaptığımızda, epey sarsıcı boyutlarda bir gelişmenin ortaya çıkacağı açık. Buna gücümüz Var.Anormal gelişmeler olmazsa büyük bir atılım sağlanabilir. Türkiye solu da ister gelsin ister gelmesin, o hiç mühim değildir. Artık bıktık bu soldan.Zaten çok yeteneksiz, çok verimsiz bir sol. Tabanlarında muazzam potansiyel var. Hepsini çekeriz. Biz çok yaramaz temelli olan KDP ve DDKD'yi nasıl çektik; Türkiye'deki taban aslında devrimcidir. Doğru çağrıları ve doğru çıkışları gördü mü, hızla koşar. Dolayısıyla, çeşitli örgütlerin bünyesindeki sağlam öğelerin yeni kuruluşun bünyesine çekilmesi çok süratli gerçekleşebilir. Bu verimli ve yaratıcı çalışmaya bağlıdır. Partimizin de bunu desteklemesi, yani PKK paraleli biçiminde ortaya çıktığını kavranması, bu gelişmeyi oldukça tırmandıracaktır. Bu bir PKK çalışmasıdır. PKK'nın enternasyonalist niteliği gözönüne getirilirse bu konuda Hakiler ve Kemallerin gerçek bir PKK'lı olarak sonuna kadar mücadeleleri gözönüne getirilirse, bu çalışmanın PKK'nın Türkiye'ye uyarlanmış daha planlı, uğruna daha çok hazırlanılmış ve dönemin gelmiş-geçmiş bir çalışması olduğu rahatlıkla anlaşılabilecektir. Fakat, yeni dönemin özellikleri muazzam örgütsel görevler dayatıyor. Mevcut olanakları iyi aktarmak gerekiyor. Bu yeni bir pratik çalışmadır. Esas itibari ile teorik, siyasi çizgiyi, perspektifleri derleyip toparlamak, metinlere kavuşturma ama, daha çok da pratiğin,eylem ve örgütlülük düzeyinde daha hızlı gelişmesi çalışmasıdır. Biz bu çalışmaya katılacak olanlara daha şimdiden böylesine sağlam bir çıkış yaptırmak iyi bir temel hazırlamak istiyoruz. Dolayısıyla, bu çalışmalara da alabildiğine dikkatli, duyarlı yaklaşmalısınız. 

Başarı şansı verebilmek için, kendinizi biraz zorlamasınız. Her şeyden önce değerine ve gerçekleşme şansına inanmalısınız.Fakat sadece inanç yetmez, düşünce gücü yetmez; Pratik sorunlar üzerinde kafa yormakta gerekir. Bu gruplar muhtemelen ileride pratiğinde yer alacaklardır.Sorunlara göğüs germede, kendini yenilemede, gözden geçirmede, sıkı sıkıya üzerinde durmada elden geleni yapacaksınız. Bu kış sürecinde, kampımızda böylesini bir soylu bir çalışmayı ortaya çıkarmamız anlamlıdır. Dev gibi bir çalışma gerçekleşmiştir. Buradaki çalışma Kürdistan devrimini ayağa kaldıran bir çalışmadır. Türkiye devrimini de yeni temel üzerinde ayağa kaldırabilir. Kampımızın böyle bir gücü vardır. Kaldı ki şimdiye kadar zaten oldukça katkı sağlanmaya çalışılmıştır. Belki sonuçta tam alınamadı ama, Türkiye soluna bir başarı şansı verdirtmek istedik; Layık olamadılar. O zaman, bu sefer bu biçimde yöneleceğiz. Bu sefer başarı şansı yüksek bir çalışma haline getireceğiz. Bu çalışmanın içinde bulunan bütün arkadaşlara bu temelde başarı dilerken bizim de elden geldiğince destekleyeceğimizi, zaten en az Kürdistan devrimi kadar desteklediğimizi, güç-olanak verdiğimizi ve bunun daha da artacağını belirtebiliriz." PKK isimli melanet yuvasının "TÜRKiYE METROPOL FAALiYETLERi" adını verdiği yapılanma ile "TÜRKİYE KOMiTESi YAPILANMASI" şematik olarak tetkik edildiğinde APO Vampirinin sadece Güneydoğu Anadolu bölgesiyle yetinmediği ve Türkiye'nin bütününe yönelik hesaplar içerisinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...