24 Haziran 2018

B12 VİTAMİNİ DÜŞÜKSE KIRMIZI ET, SÜT ÜRÜNLERİ VE BALIK YİYİNİZ



MAKALE Yazan Prof.Dr.Metin ÖZATA 
Yayın Mayıs 2009 ÇOK OKUNUYOR


B12 VİTAMİNİ DÜŞÜKSE KIRMIZI ET, SÜT ÜRÜNLERİ VE BALIK YİYİNİZ

B12 vitamini eksikliği hafıza sorunları, unutkanlık, halsizlik, yorgunluk yapan çok önemli bir vitamin eksikliğidir. Et yemeyen kişilerde sıklıkla görülür. Bazen mide hastalığı olanlarda görülür. Halsiz ve yorgun iseniz mutlaka kanda B12 vitamini düzeyi ölçtürünüz. 

Baz kişiler kolesterol yüksek diye hiç kırmızı et yemez. Bu yanlıştır. haftada bir kez mutlaka kırmızı et yemelidir. B12 vitamini ayrıca süt, peynir, yoğurt ve balık gibi deniz ürünlerinde de olabilir.

B12 VİTAMİNİ NEDİR?
Yapısında kobalt metali bulunduğundan B12 vitaminine kobalamin ismi de verilir. Multivitamin ilaçlarda B12 vitamini siyanokobalamin adıyla bulunur. B12 vitamini sinir dokusunun sağlığı ve kırmızı kan hücresi (eritrosit) ve hücrelerimizde bulunan DNA’nın yapımı için gerekli olan bir vitamindir.
Diyetle alınan B12 vitamini mideden salgılanan intrensek faktör adındaki bir proteinle birleşerek bağırsaklardan emilir.
Besinlerde bulunan B12 vitaminin bağırsaklardan iyi emilmesi, mide, pankreas ve bağırsakların iyi çalışmasına bağlıdır.
Günlük B12 vitamini ihtiyacı 2.4 mikrogram kadardır.

Bulunduğu Gıdalar
B12 vitamini hayvansal besinlerde yani kırmızı et, tavuk, hindi eti ve balıkta ve çok az oranda sütte ve yoğurtta bulunur. Bitki ve mayada bulunmaz. Bir bardak pastörize sütte 0.9 mikrogram B12 vitamini vardır.
B12 Vitamini Eksikliği

B12 vitamin eksikliği pernisiyöz anemi denen kansızlık durumunda görülür. Pernisiyöz anemi B12 vitaminin bağırsaklardan emiliminin bozulması nedeniyle oluşan bir hastalıktır. Bu hastalık 60 yaş üzerindeki kişilerde % 2 oranında görülür ve tedavisi için B12 vitamini iğnesi (enjeksiyonu) yapılır. B12 vitamin eksikliği varsa kırmızı kan hücrelerinin büyüdüğü megaloblastik anemi görülür.

B12 eksikliği genellikle et yemeyenlerle (vejetaryenlerde), mide ve bağırsak hastalığı olanlarda görülür. Bunun nedeni de B12 vitamininin çoğunlukla hayvansal besinlerde bulunmasıdır. Midelerinde atrofik gastrit hastalığı olanlarda veya midesi ameliyatla alınanlarda özellikle B12 vitamin eksikliği sık görülür. 

Bir çalışmada midesinde helikobakter pilori bakterisi olanlarda B12 vitamini eksikliğinin sık görüldüğü ortaya konmuştur. Bazen nadiren kalıtımsal olarak B12 vitamini yetmezliği görülebilir. Yaşlılık ise önemli bir B12 vitamin yetmezlik nedenidir. Yaşlılarda B12 vitamini yetmezliği sık görülür. B12 vitamini eksikliğinde kanda ve idrarda metil malonik asit aratraken kanda ayrıca homosistein yükselir.

B12 vitaminin emilmesini engelleyen ve azlığına neden olan hastalıklar şunlardır:
·Midede atrofi, asit olmaması
·Midede helikobakter pilori bakteri varlığı
·Antibiyotik sonrası bağırsakta aşırı bakteri çoğalması
·Uzun süre şeker hastalığı ilacı olan metformin kullanmak
·Antiasit, H2 reseptör antagonist ve protom pompa inhibitörü denen mide ilaçları kullanmak
·Kronik alkol kullanımı
·Mide ameliyatı geçirenler
·Pankreas bezinin iyi çalışmaması
·Sjögren sendromu
·AIDS hastalığı veya HIV pozitif kişiler

B12 yetmezliği olan kişilerin sadece % 29’unda anemi ve % 64’ünde kırmızı kan hücrelerinde büyüme görülür. O nedenle B12 yetmezliği her kişide kansızlıkla karşımıza çıkmaz. 

B12 yetmezliği nedeniyle bu kişilerde dilde yanma (glossit), vajende atrofi ve emilim bozuklukları olabilir. Birlikte demir eksikliği veya talassemi varsa kırmızı kan hücrelerinde büyüme olmayabilir. Bu hastaların bazılarında uyuşma, hissizlik, halsizlik, hafızada zayıflama ve kişilik değişiklikleri olabilir.

B12 vitamin eksikliği yapan bazı ilaçlara dikkat edelim:

·Mide ve on iki parmak bağırsağı (duodenum) ülseri veya gastrit hastalığının tedavisinde omeprazol türü ilaç alan hastalarda B12 vitamin eksikliği veya kan düzeylerinde azalma olabilir.

·Kloramfenikol ve neomisin gibi antibiyotikleri kullananlarda

·Gut hastalığıı denen kanda ürik asit yüksekliği ile kendini gösteren hastalığın tedavisinde kullanılan Kolşisin ilacı B12 vitamini eksikliği yapabilir.

·Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan metformin (Glukofaj veya glukoformin) ilacı B12 vitamini eksikliği yapabilir.

·Ameliyat sırasındaki anestezide kullanılan nitröz oksit de B12 vitamin eksikliği yapabilir.

B12 yetmezliği 60 yaşın üzerinde %10-15 oranında görülür. Yaşlılardaki B12 vitamini eksikliği multivitamin ilaçlarla tedavi edilebilir.

B12 Eksikliği Belirtileri:
B12 vitamin eksikliğinin hematolojik (kan hastalığı-anemi), nörolojik (sinir sistemi) ve iskete üzerine etkileri vardır. B12 eksikliğinde kırmızı hücrelerde büyüme (makrositoz) ile karakterize anemi vardır. Bu kişilerde ayrıca kanda LDH ve ve bilirubin yükselebilir. Bazen lökosit ve trombosit sayısı düşebilir. 

Nörolojik yani sinir sistemiyle ilgili olarak ise omurilik arka ve yan kısımlarında sinir hasarı ve buna bağlı özellkle bacaklarda simetrik nöropati gelişir. Uyuşma ve ataksilerle başlayan bu durum denge kaybıyla devam eder. İler aşamada ileri halsizlik, spastisite, klonus, felç, idar ve gaita kaçırmaya kadar ilerler. B12 vitamini ksikliği olan kişilerde osteoporoz sıklığının fazla olduğu da saptanmıştır.

B12 vitamini eksikliği olan kişilerde şu belirtiler görülür:
·Yorgunluk
·Halsizlik
·Bulantı
·Kabızlık
·Gaz
·İştah kaybı
·Kilo kaybı
·Kansızlık
·Yürümede zorluk ve denge bozukluğu
·Unutkanlık
·Demans
·Dilde ağrı
·Bacaklarda his kaybı ve uyuşma
·Kansızlık
·Kulakta çınlama
B12 vitamini eksikliğinde sinir sistemi bozuklukları da görülebilir.
B12 vitamini şu kişilerde ilave olarak verilmelidir:
  • Pernisiyöz anemi
  • Midesi ameliyatla alınanlar
  • Vejetaryenler
  • Yaşlılar
  • Gebe ve bebekler
  • Bağırsak hastalığı olanlar
50 yaşın üzerindeki kişiler, vejetaryenler, gebe kalmayı planlayan kadınlar B12 vitaminini multivitamin ilaç olarak, günde 6-30 mikrogram almalıdırlar. Pernisiyöz anemi yoksa B12 vitamini ağızdan tablet şeklinde alınmalıdır. Pernisiyöz anemi durumunda ve mide ameliyatlılarda enjeksiyon şeklinde alınmalıdır.

Bazı hastalıkların tedavisinde veya önlenmesinde B12 vitamini kullanımı:

·Kanda homosistein denen damar sertliği yapıcı madde yüksekse tedavi için B12 vitamini 0.5 mg/gün dozunda folik asit ile birlikte (0.5-5 mg/gün) alınabilir.
·B12 eksikliği varsa gebelerde çocuktaki sinir dokusu anormalliğini önlemek için folat tedavine ilave olarak verilmelidir.
·Alzheimer hastalarında B12 vitamini eksikliği sık olarak bulunur. Bu hastalarda B12 vitamini eksikliğinin giderilmesi gerekir.
·Depresyondaki hastalarda da sıklıkla B12 vitamini eksikliği görülür. Bu hastalara da B12 vitamini verilmesi gerekir.
·Kulak çınlaması olan hastaların bir kısmında B12 eksikliği görülmüş ve tedaviyle şikayetleri azalmıştır.
B12 Vitamini Fazlaısı zararlı mı?
B12 vitamini fazlalığı zararlı değildir.
KAYNAKLAR:
3. Prof Dr Metin Özata, Vitamin Mineral Bitkisel Ürün Rehberi, Gürer yayınları, 2008 Yazan Yazarla İletişim Bu makaleden alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir: 
 "B12 Vitamini Eksikliğinde Kırmızı Et, Süt, Peynir ve Balık Yiyiniz" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Prof.Dr.Metin ÖZATA'e aittir ve makale, yazarı tarafından TavsiyeEdiyorum.com (http://www.tavsiyeediyorum.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır. 
 Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak Prof.Dr.Metin ÖZATA'nın izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.

Dinin Yorumunda Kesinlikten Kaçış



Dinin Yorumunda Kesinlikten Kaçış

 Prof. Dr. Süleyman DÖNMEZ 
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Felsefe Tarihi Anabilim Dalı

Başlıkta yer alan “din” kavramı genel anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla buradaki “din” kavramını “kutsal” olanla belirginleştireceğiz. Elbette “kutsal” kavramı da en az din kadar, hatta dinden daha genel bir içeriğe sahiptir. Lakin “din” kavramına göre yoruma daha açık durur. “Yoruma açık” ifadesiyle dinin yoruma kapalı bir dünya olduğunu söylemek istemiyorum. 

Derdim, kesinlik ve kesinlikten kaçış sorununu çözmeye teşebbüs ederken; mütedeyyin olarak sınıflanabilecek kesimin dinî değerlere yükledikleri “kesinlik” inançlarını zedelememeye çalışarak, kutsalın yorumundan hareketle dinî olana sıçrayabilmektir. Bu nedenle buradaki tavrımız, öncelikle bilgibağlamsal (Epistemik) ve yorumlayıcı (hermeneutik) değil, psikolojik hassasiyeti dikkate almaya çalışan anlamacıdır. 

Bildirinin genelinde ise, dikkat çektiğimiz üç tavır, Türk Akademi faaliyetlerinde yeterince ayrıştırılmadığı için, genel akışa uyularak fakat hangi noktainazardan baktığımızı belirginleştirmek suretiyle harmanlanacaktır. Manzaranın (theoria) noktainazar zaviyesinden özelleşmesi (episteme) ise dinde kesinlik meselesine teorik (epistemik) bir öneri getirirken pratik bir çözüm örneği de verilmiş olacaktır. 

Tartışmaya açmak istediğimiz temel sual şudur: Çevremizdeki dünya hakkında kesin inançlara sahip olabilir miyiz? Bu çerçevede ister epistemik, ister hermeneutik, istersek anlamacı yöntemle hareket edelim, acaba dinin dolayısıyla kutsalın yorumunda kesinlikten kaçış ne demektir? Dinde kesinlikten kaçış mümkün müdür? 

Değilse, din yorumdan nasıl ayrışacaktır? Yöneltilen sorulara bir cevap aranırken, bize göre meseleleri katmerleştiren bir yaklaşım olarak dinin bütün dinleri kuşatan bir kavramsallaştırma -daha doğrusu kavramsallaştıramama- durumu ile karşılaşıldığından çözümleyen (analitik) veya birleştiren (sentez) misaller İslam dininden (Türk-İslam kültürü) getirilecektir. 

Temel dayanağımız şu olacaktır: Fiziksel dünya hakkındaki olmama ihtimaliyle yüzleşilmektedir. Bazı filozoflar, bu durumun aklın güçsüz olduğunu gösterdiğini savunurlar. Akıl (ratio), gerçekten güçsüz müdür? Birçok akıl vardır. Bu nedenle güçlülükten ya da güçsüzlükten öte ‘kendini bilen akıl’ ile yol aramak gerekir. 

Kendini bilen akıl, güçsüz değildir. Zira bazı kesin olmayan inançlar, diğerlerine göre akla daha uygun olduğu akılla görülür. Bunu görmeye başladığımızda kesinlik olmadan nasıl yaşayabileceğimizi anlamaya başlarız. 

Bu kavrayış, inançlarımızı kaybediş değil, dinin ya da kutsalın yorumuna açılan kapıdır. Bildiride dinin yorumunda kesinlikten kaçış meselesi, eleştirel felsefenin felsefe anlayışı esasında tartışmaya açılarak bir sonuca bağlamaya gayret edilecektir. 

Anahtar kavramlar: din, kutsal, yorum, anlama. Sözbaşı Din, gerek tarihsel açıdan gerekse şimdide var olan bir olgudur. Ancak dinin ne olduğu hususunda birleştirici bir fikre sahip olmak mümkün görünse de nasıl yorumlanacağı çok tartışmalıdır. Dini yorumlayan binlerce çalışma ve farklılaşan bakış açıları var. 

Din ister özel ister genel anlamda ele alınsın yorumdan ve yorumlanmaktan kurtulamamış görünüyor. Bizim bu bildiride yönelmek istediğimiz asıl mesele, karşımızda duran ya da içinde olduğumuz din üzerine getirilen yorumları sayıp dökmek değil. 

Dinin ne olduğunu da burada tartışmayacağız. Hareket noktamız: Din vardır ve yorumlanmaktadır. Anlamak istediğimiz: Dinin yorumunda kesinlik mümkün müdür? Dini genel anlamda Rudolf Otto gibi din psikologlarının görüşüne itibar ederek “kutsalın tecrübesi” olarak anlıyoruz. 

Elbette dinin sadece kutsalın tecrübe edilmesiyle sınırlanamayacağının farkındayız. Ama hareket alanımızı daraltmak, belki de, genişletmek istiyoruz. Bu daraltma veya genişletme hamlesinde dinin yorumlanmasında daha çok olanı öne almak istiyoruz. 

Olanın tecrübesini önemsiyoruz. Tecrübe birey esasında yaşanan bir iç hâlidir. İçte olan, kendimiz için, açık, seçik ve kesin de olsa, ötekine aktarılamamaktadır. Bu nedenle daha ziyade sadece anlatırız duyumsadığımızı, hissettiğimizi veya yaşadığımızı. Dili kullanarak bizim için kesin görüneni aynı bilgi ve tecrübeye sahip olmayanların da anlamasını sağlamaya çalışırız. Aynı veya benzer duyuş ve düşünüşe gelmelerini umarız. 

Şimdilik elimizden gelen budur. Bundan çıkan sonuç nedir? Öyle görünüyor ki, kutsalın bir tecrübesi olarak dini anlamada kendi adımıza sorun yaşamıyor olsak bile, ötekine anlatmada zorluk çekiyoruz. Bu zorluğu aşmak için bir takım vasıtalara başvuruyoruz. Burada belirleyici sözcük vasıtadır. Çünkü bilgi ve tecrübemizi aktarmada araya vasıtaların girmesi, yorumu kaçınılmaz kılmaktadır. 

Bu, Cebrail vasıtasıyla aktarılan bir vahyin Nebi tarafından anlamlandırılmasında da karşılaşılan bir sonuçtur. Yorumdan kaçışın yolu, sadece çıplak bir aktarıcı olmakla mümkün olabilir. Peygamberlik nakilciliğin ötesinde bir sorumluluktur. Sadece nakletmez. Kendisine aktarılanı anlar ve yorumlar. 

Öyleyse yorum nedir? Batı dillerinde “comment, kommentieren ve interpratation” diyorlar yoruma. Kelimenin kök anlamının detaylarına girmeyeceğim. Lakin kök mana, daha çok “açıklamak, dışarı çıkarmak, yaymak” gibi anlamları içeriyor. Kelime düz olarak anlaşıldığında ise, “başka türlü açıklanamayacak bir şeyin anlamını ortaya çıkarmayı” karşılıyor. 

‘Bir şeyin anlamını ortaya çıkarmak’, o kadar kolay bir iş değil. Çünkü anlamlar, çoğu zaman sanıldığı kadar, açık seçik olamayabiliyor. Kapalı bir durum nasıl aydınlanıyor? Seyir genelde şu minval üzere: Birçok nazariyemiz ve usulümüz var. Her bir nazariye (teori), belli bir yöntem ile değişik manzaralar sunuyor. Her bir manzara da çeşitli noktainazarlardan anlamlara bürünüyor. 

Pekâlâ, karanlık görünen nazar-manzara-noktainazar bütünlüğünde ağarırken yorum nerden çıkıyor? Yorum, anlamın daha çok dayanaklarla güçlendirilmesiyle görünür oluyor. Yorum delillerin diğerleri tarafından farklı farklı okunmasıdır. Bazen bir dizi delil işin içine girer. Bazen de tek bir delil. Demek ki yorum ile farklı nesnelere, durumlara dayanaklar üzerinden farklı anlamlar kazandırılabilir. 

Bu durum da yorum, var olanların çeşitli düzlemlerde (epistemik, aksiyolojik…) neyi ifade ettiğini teşhis etmedir. Teşhis Girişiminde Kesinliğin Cazibesi Dinin ya da kutsalın kesinlik arz eden bir yorumu yapılabilir mi? Kesinlik mümkün müdür? Kutsallık giydirilerek dokunulmaz hâle getirilen dini ya da diğer hükümler kesinlik arz etmekte midir? Özellikle dinin hükümleri kesin değil midir? Kesinlik fikri, insanlara çok cazip gelmektedir. Belki bu fıtri bir durumdur. 

Çünkü insanlar, genelde kuşku içinde kalmak ve yaşamak istemiyorlar. İnsanın kesinlik arayışı, filozofları ilkçağlardan beri dünyaya, ahlak kurallarına dair kesin ve genel - geçer düşünce biçimleri ve fikirler bulmaya yöneltmiş görünmektedir. Elbette bu arayışta havlu atanlar da -kesinliğe ulaşmanın mümkün olmadığını ileri sürenler- olmuş. Burada felsefe ve düşünce tarihini kesinlikten yana olanlar ve karşı çıkanlar şeklinde ikiye ayırarak her bir filozofun düşünce yolunu tartışmaya açmayacağız. 

Yapmak istediğimiz, daha çok, kesinliğin peşinde olan ve karşı çıkan filozofların düşünce biçimlerini kavramaya çalışarak kutsal bir olgu olarak dinin yorumunda kesinliğin mümkün olup olamayacağını sorgulamaktır. Meseleyi felsefenin içinde kalarak ele almaya çalışacağız. Kesinliğin cazibesine kapılan birçok filozof için, düşünceyi güçlendirmenin en sağlam yolu, felsefî kuşkudur. 

Kesinlik fikri ile kuşku, karşıt tavırlar olduğu için ilk etapta kafamız karışabilir. Bu, gayet normal bir durumdur. Çünkü kesinliğin olduğu yerde kuşkunun olmaması gerekir. Doğrudur. Bu nedenle kesinliği isteyenlerin nazarında kuşku, felsefî olmak kaydıyla, hangi inançların kesin olmadığını ortaya koymanın bir yoludur. 

Bundan dolayı filozoflar, özellikle akılcılar (akliyyûn/rasyonalistler) kuşkuya daha çok inançlarını daha bir sağlamlaştırmak için başvurmuşlardır. Sokratik kuşku, metodik kuşku, bu yolun en güzel örnekleridir. Filozoflar, her türlü kuşkuyu bertaraf etmeye çalışarak inançlarını sağlamlaştırmaya çalışırlarken aklı ve mantığı öne çıkarırlar. Akla ve mantığa güvenirler. 

Yani filozoflar, düşünceleri sorgularken veya düşünce üretirlerken, sürekli akıl yürütürler. Bunu yapabilmek için mantıkî önermeler kurarlar. Akıl ve mantık vazgeçilmez iki temel araçtır filozoflar için. Nedir akıl ve mantık? Akıl ve mantık, kesin bir kanıdan aynı ölçüde kesin olan başka bir kanıya ilerleyişin esaslarındandır Bir başka ifadeyle, akıl ve mantık kesinliğe ulaşmak için tutunulan dallardır. Vazgeçilmiş veya vazgeçebileceğimiz dayanaklar değildir. Ama akıl ve mantık yolu ile henüz kesinliğe erişilememiştir. Varılan sonuç beklendiği gibi olmamıştır. İçinde olduğumuz durum hedefe varamadığımızı gösterse de ilginç bir manzara açığa çıkmıştır. Öyle ki, hem dünde hem de günümüzde birçok filozof ve düşünür, akıl ve mantık ile inançların kesinliğinden kuşku duymaya devam etmişlerdir. Niçin? Aslında durum o kadar karmaşık değildir. 

Çünkü sonuç kuşkuyu doğurmuş ya da kuşkudan kurtulmaya yetmemiş olsa da filozofların ekseri inançları desteklemek için mantıksal önermeler bulma çalışmasından vazgeçmemişler, vazgeçememişlerdir. Yürüyüş devam etmiştir. Kesinliği bulma yürüyüşünde bizi ilgilendiren asıl husus, filozofların inançların kesinliği meselesinde ortak kanıya sahip olamamış olmalarıdır. 

Filozofların benimsedikleri usul adabınca kesinliğe ulaşamamaları ve karşıt fikirler sergilemesi, bizi kesinlik arayışından vaz mı geçirmeli? Yoksa onların yollarının yanlış olduğundan dem vurup inançlarımıza kesinmişçesine tutunmaya mı devam etmeliyiz? Yolumuz ikisi de olmamalı. Biz daha çok filozoflardan faydalanarak kendi yolumuzu bulmaya çalışmalıyız. Şimdi bir parça bunu yapmaya çalışalım. Dinimiz, diyanetimiz ve inançlarımız öyle kolayca vazgeçebileceğimiz dünyalar değil. Bu durumda onları anlamaya çalışmam daha akıllıca olur. 

İşe nerden başlamalıyım? Bizce araştırılması gereken ilk husus, inanç ile fikir ilişkisidir. Filozofların çoğunun da bu sorunla ilgilendiği dikkat çekiyor. Görünen manzara şu: Fikirler, inançlar üstünde filizlenmekte. Yani her fikrin bir inanç temeli var. Filozofların yol almaya inançlardan başlamasının temel nedeni ortadaki bu manzara olsa gerektir. 

Gerçekten de ister felsefi, ister ilmi, ister dini olsun fikirler, inançlara dayanmaktadır. Durum bu ise, inançların sorgulanması veya temellendirilmesi bir bakıma fikirlerin sorgulanması ya da temellendirilmesidir. Filozofları anlarsak bu bize ne sağlar? İnancın sorgulanarak genel anlamda ne olduğunun idraki, daha özel anlamdaki inançlarımızı da idrak etmeye kapı aralar. 

Nasıl mı? Şöyle ki: Eğer genel anlamda kesin inançlara varmanın imkânsız olduğu kanaati biz de güçlenmeye başlarsa, bu durum bizi dini inançlarımızı da gözden geçirmeye sevk ediyor. Netice itibariyle inançlarımızı kaybetmekten çok daha sağlam temeller üzerine oturtmaya başlıyoruz. Akılcı filozoflar, akıl ve mantık yoluyla hakikate ulaşılabilineceği hususunda iyimser görünmektedirler. 

Buradaki akılcıdan muradımız, “logos” esaslı düşünüşe dayananlardır. Biz “logos” kavramını “rasyonel yeti” olarak anlıyoruz. “Rasyonel” Latince “ratio” kelimesinden gelir. Nedensel aklı karşılar. Nedensel akıl ile inançların mantıki önermelerle desteklenerek haklılandırılması sağlanır. Haklılandırma bu ifadedeki anahtar kavramdır. İnançlara akıl ve mantık aracılığıyla kesinlik kazandırılamadığı yukarı da ifade edildi. 

Öyle ki, değil metafizik, fiziksel dünyaya ilişkin inançlarımız dahi bugün akıl ve mantık üzerinden bütünüyle kesinleştirilemiyor. Sadece haklılandırılıyor. Tutarlılık ve geçerlilik esasında temellendiriliyor. İdraki mümkün oluyor. Ama kesinliği vermiyor. Bu nedenle filozoflar, metafizik bir çıkışa sahip olan dini inançların akıl mantık üzerinden haklılandırılamayacağı değil, kesinleştirilemeyeceği ya da kesinleştirilemediği hususunda güçlü kanıtlara sahipler. 

Haksız da değiller. Çünkü dinde kutsallığın ve değerlerin daha çok öne çıkması ya da çıkarılması söz konusu. Oldukça öznel duyuşlar kutsallık ve değer. Manzaraya nereden bakarsak bakalım, ister fizik ister metafizik yapalım, akıl kesin hükümlere ulaştırmamış görünüyor. 

Durum bu. Şimdi yöneltmemiz gereken sualler şunlar: Aklın kesin bir hükme ulaşmada başarısız olması, aklın vazgeçilmesi gereken bir yeti olduğuna mı işaret eder. Özellikle dini inanışların anlaşılmasında ve yorumlanmasında akla ihtiyacımız yok mu? Akıl gerçekten güçsüz mü? Bazı düşünürler, genel anlamda (felsefî, ilmî, dinî) kesin hükümlere varmanın imkânsızlığı fikrine tutunarak aklı değersizleştirmeye çalışırlar. 

Bu yaklaşım, esasta doğru değildir. Çünkü akıl, gerçekten sanıldığı kadar güçsüz değildir. Öyle ki, bazı kesin olmayan inançlar, diğerlerine göre, akla daha uygundur. Çünkü akıl, kesinliğe ulaştırmasa da durduğumuz yeri görmemizi sağlamaktadır. Yerimizi bilmek bize ne kazandıracak? Hayat algımız, belki, bütünüyle değişecek.

 Zira durduğumuz yer idrak edildiğinde ya da görülmeye başlandığında, artık, kesinlik olmadan da yaşayabileceğimizi anlamaya başlayacağız. Bir başka yönüyle kesinlik olmadan nasıl yaşanabilineceğini kavrayacağız. İnançlarımızı, dinimizi kaybetmediğimizi anlayıp tecrübe edeceğiz. Dahası, aklın yardımıyla dini inançlarımızın ve kutsalı kavrayışımızın kesin bir bilgi olmadığının idrakine vardıkça -kesinliğe sahip olmadan da dindar olunabileceğini fark ettikçeinançlarımızın aklın karşısında olmadığını görmeye başlayacağız. Hayatımızın kalitesi açısından kimse doğru kavrayışın ve aklın önemsiz olduğunu iddia edemez. 

Etse de inandırıcı olmaz. Şimdi özellikle dini inançlarımızın, bir bakıma değer yargılarımızın ve kutsalla olan temasımızın bütünüyle kesinleştirilip kesinleştirilemeyeceği meselesini biraz daha açmaya çalışalım. Din, bir inançlar manzumesidir. Dini inançlarımızın doğru ve kesin olduğundan genelde kuşku duymayız. En azından sürekli kuşku hâlinde olmayız. İnançlarımızdan genelde kuşku duymamamız, onları inceleyip anlamaktan bizi alıkoymamalıdır. 

Bunun bir yolu zaman zaman inançlarımıza kuşkuyla yaklaşmak olsa gerektir. Dini inancımızın kesinliği fikrinin, akılcı filozofların yolundan gidilirse, kuşku üzerinden sağlamlaştırılmasında bir sakınca yoktur. Zira kuşku, bir inancın, kesinliğini ya da doğruluğunu veya yanlışlığını gösterebilmeyi sağlar. Zaten akla gelebilecek her türlü kuşkunun önüne geçmek için, inançlar içerisinde her hangi bir yanlış kanının olup olmadığını araştırmak, yadırganacak, ürkülecek, korkulacak bir girişim olmadığı da açıktır. 

Netice itibariyle kuşku, esasta bir düşünce biçiminin sonuçlarını, inancımızın temellerini, derinlemesine incelememizi sağlayan yararlı bir tekniktir. Dindarlar, inançların ve düşünce yollarının gözden geçirilmesinde felsefeden yararlanmalıdır. Bu, korkulup sakınılacak bir tavır olmamalıdır. Ancak bir tavrı sergilemeden önce meseleyi anlamamız önemlidir. Felsefeden kaçacaksak, neden kaçtığımızı anlamak zorundayız. 

Ne yapar felsefe? Ya da nedir felsefî kuşkuculuk? Felsefî kuşkuculuk, kuşku duyulan şeyin, mesela dini inancın, türüyle ilgilenmenin kapısıdır. İnancın türünü idrak bize neyi öğretecek? İnancın türü felsefe aracılığıyla idrak edildikçe herkesin inandığı, kuşku duymadığı birçok şeyden nasıl kuşku duyulabileceği öğrenilmiş olacak. Tamam da kuşkulanmayı öğrenince ne kazanacağız? Kazancımız, küçümsenemeyecek kadar açık ve önemlidir. 

Çünkü inancımızın gerçekten kesin bir kanı mı yoksa bir zan mı olduğunun ayrımına varacağız. Bu, inancımızın değeri açısından ihmal edilebilecek bir fark değildir. Dini inançlar gibi değer hükümleri barındıran bir fikrin ya da bir düşünme tarzının değerinin sorgulanması ve diğerleri karşısındaki yerinin kavranması ve gösterilmesi hafife alınamaz. İhmal edilemez. Din adına felsefeden korkumuz ve uzak durmamız, aslında felsefenin ne yaptığını ve ne yapacağını bilmemekle alakalıdır. 

Normal bir düşünüşte olması gereken korkup uzak durmak değil, meselenin üstüne gitmektir. Sağduyu bize felsefeden uzak durmayı değil, onu anlamayı söylüyorsa, bu durumda, felsefenin nasıl yapıldığına biraz daha yönelmek lüzumu açığa çıkar. Felsefe yapılırken genel olarak kullanılan belirli düşünme biçimlerinden doğan inançlar üzerine odaklanılır. 

Bunlardan nasıl kuşku duyabileceğimiz hakkında kafa yorulur. Felsefi kuşku, günlük yaşamda sıkça başvurduğumuz bir şeyin yanlış olduğunu düşünme değildir. Bir şeyin doğru olduğunu düşünmemek anlamındaki basit dikkatli kuşkuyla da karıştırılmamalıdır. Felsefi kuşku, bir şeye inanmanın nedenlerinin gerçekten yüksek ölçütleri karşılamadığını düşünmektir. İnsan, inanan bir varlıktır.

 Yanlış ve doğru hakkındaki inançlarımız ise, kuşku duyulabilen inançlar arasındadır. Dini veya ahlaki inançlar hakkında dogmatik ya da kuşkucu tavırlar sergilenebilir. Eğer kuşkudan yana tavır koyulmuşsa, kuşkunun niteliği basit, bileşik veya felsefî olabilir. İnançları felsefî kuşku esasında incelemek, inancın ciddi bir sorgulamaya tabii tutulmasıdır. Birçoğumuzun kuşku duymadığı dini ve ahlaki inançları vardır. 

Sorgulamak, bunlardan vazgeçeceğimiz, inançlarımızı kaybedeceğimiz anlamına gelmez. Bizi felsefi sorgulamaya sevk edecek olan kuşkulanma da bir inancın yanlış olduğundan emin olduğumuzda yöneldiğimiz bir tutum değildir. Aksine düşünce biçimlerini anlamak için nasıl kuşku duyulabileceğini dikkate almaktır. Sonunda ne olacak dersek, -ister genel ister dini olsun, inançlardan nasıl şüphelenebileceğimizi görmeye başladığımızda- inandığımız birçok şeyi, gerçekten anlamadığımızı fark etmiş olacağız. Böylece dini inançlarımıza atfettiğimiz kesinliğin ne anlama geldiğini, kesinliğin ne olduğunu, kavramaya başlayacağız. Muhtemelen bu kavrayış da bizi dini yorumlarken kesinlik iddiamızdan vazgeçmeye sevk edecektir. 

Kesin Bir Bilgiye Erişmek mümkün mü? Bugün geldiğimiz nokta, özellikle ilmi ve felsefî cenahta, kesinliğin bir varsayımdan öteye geçmediğidir. Kesinlik arayışımız, elbette, bitmedi. Ama büyük oranda vazgeçme eğilimindeyiz. Dini ve ahlaki inançlar hususunda neredeyiz? Meseleyi ele alış biçimimiz ve tercihlerimiz, nerde durduğumuzu, nerden nereye nasıl baktığımızı belirlemede yardımcı olabilir. 

Bilgi kuramsal veya ilmi bir çerçevede felsefî bir nazarla dine ya da dini inançlarımıza yönelmek, bizde büyük olasılıkla kesinliğe ulaşmanın mümkün olmadığı kanaatini güçlendirecektir. Ulaşabileceğimiz, kesin bir kanıdan öteye geçmeyecektir. Kesin kanı, doğruluğundan şüphe duymadığımız bir inançtır. Ancak bizim kesin kanı olarak düşündüğümüz birçok inanç, gerçekte sadece bir sanıdır. Sanı (zan), doğru olduğundan kuşku duymadığımız bir inançtır. Sanılar, kesin kanı değildirler. 

Doğru da olabilirler. Yanlış da çıkabilirler. Bu nedenle sanıların akıl ile gözden geçirilmesi gerekir. Bizi bu gözden geçirmeye sevk eden saik, doğru olmama ihtimalini öne çıkaran kuşkucu tavırdır. Kuşkucu yaklaşım, kesin bir bilgiye ulaşmanın imkânsız olduğunu gösterse de, bazı inançlarımızın diğerlerine nazaran daha güvenilir ve akla uygun olduğunu anlamamızı sağlamaktadır. 

Muhtemelen düşünen ve konuşabilen bir varlık olmamız, bizi sorular sormaya ve sorularımıza kesin yanıtlar bulmaya sevk ediyor. Dünyayı, kendimizi anlama isteğimiz ve merakımız bizi sorular sormaya itiyor. Çok çeşitli sorular yöneltiyoruz. Sorulara veya sorularımıza doğru cevaplar bulmanın temel yolu düşünce biçimlerini kavramakla olur. Anlayıp kavramadan inanmakla değil. İslami inanışın birçok diğer inanıştan farkı, anlamadığına ya da anlaşılamayacağına inanmak değil, anlaşılamadığını ya da anlaşılamayacağını anlayarak inanmaktır. 

Anlaşılamayacağını anlama, düşünce biçimlerini çözmeden mümkün olmaz. Öte yandan düşünce biçimlerini çözmeye başlamak sorularımıza genel geçer, kesin yanıtlar bulacağımız anlamına da gelmez. Değişik düşünüş yolları da sorularımıza doğru cevaplar vermeyebilir. Bu nedenle düşüncelerin düşünülmesi anlamındaki felsefî tavra müracaat, sanılarımızın kesin kanılara yükselmesinde ve değerini takdirde yol gösterici olabilir. 

Felsefî tavrın kesinlik hususundan iki ana kola ayrıldığını kolaylıkla görebiliriz. Ağırlıklı kesim, kesinliğe ulaşılabilineceği inancını kaybetmemiştir. Bu inancın dayandığı temel fikir, dünyayı incelemenin, araştırmanın ve hayatımızı yaşamanın en iyi yollarını anlayabileceğimizdir. Bu umut ve iyimser yaklaşım, bazı filozofları aşırı bir akılcı yaklaşıma sürüklemiştir. Saf akıl yoluyla -sadece düşünme, fikir yürütme ve tasavvur etme gibi güçlerimizi kullanarak- bazı önemli sorularımıza cevap bulabilmemiz oldukça güçtür. 

Tek başına akıl, bize doğanın yasalarının ne olduğu, Tanrı’nın var olup olmadığı gibi meselelerde kesin sonuçlara ulaştırmıyor. Akıl yoluyla dünyanın nasıl olduğunu ya da onu nasıl tahlil edeceğimizi ortaya çıkaramıyorsak - en azından sadece akıl buna yetmiyorsakesin bir bilgiye ulaşmak çok zor görünmektedir. Gerçekten de akıl, sahip olduğu güçler açısından çok sınırlıdır. 

Tek başına çok şey başaramaz. Ancak akıl, sanıldığı kadar güçsüz de değildir. Öyle ki, akıl dünyayı anlama ya da nasıl eylemde bulunmamız gerektiği konusunda karara varmada önemli bir bileşendir. Aklın sınırlı olması, bilginin üretilmesinde aklın önemli olmasından bahisle, bilgi ile bilgisizlik arasında büyük bir farkın olmadığı anlamına gelmez. Bir inancın ya da değerin, diğer herhangi bir inanç ve değer kadar iyi olduğunu da göstermez. 

Kesinlik Dereceleri İnançlarımız kesin olmadığı zaman bile bazı inançlarımıza diğerlerinden daha fazla destek sağlayarak inancımızı daha güçlü kılabiliriz. Binlerce kuğu gördüysek ve gördüğümüz kuğuların hepsi beyazsa, siyah kuğulara dair de bir bilgimiz yoksa bütün kuğuların beyaz olduğuna dair güçlü bir kanıya sahip olmamız mümkündür. 

Bu durum, bütün kuğular beyaz olmasa dahi bizim bütün kuğuların beyaz olduğuna inanmamıza sağlam bir dayanaktır. Çünkü kuğuların beyaz olduğu inancı, yeşil ya da siyah kuğuların var olma inancı karşısında daha güçlü bir inançtır. Bilgi ve tecrübemiz, kuğuların beyaz olduğu inancını bizde daha güçlü hale getirir. Ama bu inanç kesin değildir. 

Demek ki, bazı inançlar kesin olmasa da bazılarına göre daha kesin olabilir. Güçlü olan inançlarımız çeşitli usullerle kesin kanılara dönüşebilir. Fakat mutlak anlamda kesinliğe ulaşmak, biraz zor görünür. Bu durum, aklın bizi kesinliğe ulaştıramayacağı inancına veya şimdiye kadar ulaştırmadığı olgusuna dayanarak aklı güçsüz olarak düşünmemize dayanak yapılmamalıdır. Neden? Çünkü akıl, bir bakıma, usulüne uygun düşünme, tartışma, kanıtları incelemedir. 

Buradaki anahtar kavram usuldür. Usul, ulaştığımız ya da ulaşacağımız bilginin niteliğini takdir etmemizi sağlayan en temel vasıtadır. Birçok usul vardır. Dolayısıyla usul ile görünür olan birçok akıl. Usulsüz vusul olmaz. Bu nedenle akıllı uslu /usullü akıl, nelere inanmamızın daha makul olduğuna dair çok şey söyler. İnkâr edilemeyecek olan gerçek, bazen inanılan kesin kanının bile yanlış olabileceğidir. Zira bizim tecrübe ve bilgimize göre kuğuların sadece beyaz olduğu yahut olabileceği yanlışlanabilecek olan bir bilgi ve tecrübedir. 

Yine biz tecrübeyle biliyoruz ki, nadir de olsa, siyah kuğular da vardır. Belki yeşil kuğular da var olabilir. Birçok konuda mutlak hakikate sahip olmadığımız açıktır. Elbette ilerde mutlak bir hakikate ulaşma ihtimalimiz vardır. Ama bu, sadece bir ihtimaldir. İhtimaller, sanıya; sanılar, kanıya dönüşebilir. İçinde olduğumuz durum, gerek ilmi, gerek dini veya etik karakterde olsun benzerlik arz etmektedir. Kutsallaşan yahut kutsallaştırılan duyuş ile inanışlarda aklın gücünün sınırları daha az belirgindir. 

Buna rağmen bazı derinlikli ve mantıklı çözümleme ile temellendirmelerin bir takım değerlerin, ne türden olursa olsun, dini ya da ahlaki bir yasanın bir parçası olmalarının zorunlu olduğunu göstermesi mümkündür. Önemli olan meseleyi anlamak ve yol yordam bilmektir. Usulünce yormaktır. Yorumlamaktır. Temel hassasiyetimiz şu noktada düğümlenmektedir: Öne sürdüğümüz, sofistik bir ikna metodu değildir. 

Doğru, yanlış; iyi, kötü; güzel, çirkin gibi meselelerde bazı inançlarımızı diğerlerine nazaran daha kesin olarak kabul etmemizin veya almamızın gerekliliğine inanan bir akılcılık ile deney ve tecrübenin dışına çıkmak istemeyen duyumculuk da değildir. Asıl fark ettirmek istediğimiz, usul ve erkândan haberdar isek, kendimizle çelişkiye düşmeden, özellikle dini ve ahlaki inançlarımızda -sadece akılcılığa veya duyumluluğa ya da sezgiciliğe güvenip dayanmadan da (akıl, deney ve sezgi demiyoruz, akılcılık, deneycilik ve sergicilik diyoruz) birçok inancımızdan emin olabileceğimiz gerçeğidir. Bu sonuç bizi, dinin ya da kutsalın yorumunda ister tecrübeye ister akla isterse sezgiciliğe dayanılsın kesinlik varsayımından uzak durmaya sevk ediyor. Dinin Yorumunda Kesinlikten Kaçış Karşımızdaki manzara (tablo) nasıl? Birçok din var. Sayısız din yorumları. Kutsal bir olgu olarak kabul edilen dinin nasıl yorumlanacağı usul meselesidir. 

Bu, öncelikle felsefenin işidir. Dinin ya da kutsalın nasıl anlaşılabileceği ise birçok disiplin tarafından ele alınabilir. Zaten yapılan da budur. Dinler tarihi, tefsir gibi alanlar dinin ne olduğunu, nasıl anlaşıldığını anlamaya ve yorumlamaya çalışırlar. Bu çerçevede çeşitli usuller geliştirmişlerdir. Felsefenin bütün bu usullerin (düşünce biçimlerinin) üzerine gelmesi kaçınılmazdır. Tek bir felsefeden ya da felsefe yapma tarzından söz etmek mümkün değildir. Felsefede ortak olan usuldür. Her felsefe, akla güvenir. Eleştirel bir tutum benimser. 

Bütüncül bakmaya çalışır. Çelişkiye düşmek istemez. Kendi içinde tutarlı kalır. Mümkün olduğunca geçerli fikirlere ulaşmaya çalışır… Başka ölçütler de ekleyebileceğimiz felsefî düşüncede felsefeleri genelde tavırlar ve ölçütler içerisinde daha çok öne çıkartılan hususlar farklılaştırır. Bu, ciddi bir sorun teşkil etmez. Çünkü her felsefe kendini bilir. Ötekini de anlar. Ne demeye çalışıyoruz? Deneyden çok aklı önemsenmişse akılcı felsefeler doğar. Duyuya ve tecrübeye daha çok güvenmişseniz empirik felsefeler çıkar. 

Eleştiri öne çıkmışsa eleştirel felsefe çıkar… Din ve kutsal, eleştirel bir felsefe ile gözden geçirildiğinde bizi dinin yorumunda ve kutsalı anlamada kesinlik varsayımlarından uzak durmaya sek ediyor. Ama kesinlikle ayaklarımızı bastığımız zemini kayganlaştırmıyor. Altımızı boşaltmıyor. Aksine ayaklarımızı daha sağlam basmamızı sağlıyor. Eleştirel felsefe Batı’da daha çok İ. Kant ile öne çıkar. 

Kant’ın eleştirel felsefe anlayışını ‘sınırlarını çizmek suretiyle kendini bilen bir akıl’ olarak özetlemek mümkündür. Elbette Kant felsefesi, her soruna çözüm ve sorumuza cevap üretici mahiyette değildir. Özellikle din ve ahlak meselelerinde Kant’ın bilgikuramsal (epistemik) aklı sıkıntılıdır. Bize düşen sıkışmışlığı görüp kurtulmanın yollarını aramaktır. Dinin otoriteyi veya geleneği yahut aklı, vahyi vs. öne çıkartarak kesin bir yorumunun olduğu inancı felsefi olarak temellendirilmesi güç bir iddiadır. 

Bu nedenle din algımızdaki kesinlik varsayımlarının felsefeden yararlanarak gözden geçirilmesi, çözümsüzlüğe sürüklenen birçok sorunu aşmada yol gösterici olabilir. Felsefe, genel-geçer, yadsınamayan doğrular inşa etmenin peşinde değildir. Onun yapmaya çalıştığı, doğrulara hangi vasıtalarla gittiğimizi gözden geçirmektir. Bu vasıtaların ne kadar güvenli olup olmadığını veya güven verip vermediğini denetlemektir. Usule uygun bu gözden geçirme ve denetleme ile doğru olarak belirlenenin ne türden olduğu tespit edilir. Alanı belirlenir. 

Kesinlik derecesi açığa çıkartılır. Her yorum bir bilgi sunar. Bilgi ise, doğrulanabilen ve yanlışlanabilen bir veridir. Bilgi, gerekli işlemlerden geçirilerek ya güvenilir hâle gelir ya da çürütülür. Mutlak anlamda şüpheci olmak çok zordur. Gerek de yoktur. Ama kuşkuyu bir tarafa atarak sağlıklı yol almak da zor görünmektedir. Bugün felsefî olarak geldiğimiz sınır, mutlak kesinlik fikri, peşinde koştuğumuz bir idealdir. Kimse bizi bu idealden vazgeçmeye zorlayamaz. 

Ancak ideali özlemli kurgularla yapılandırmak bizi rahatlatsa bile hakikati idrake yetmemektedir, yetmeyecektir. Sözsonu Dinin ne olduğu dine nasıl yaklaşıldığı değişkenlik arz eden okumalar açığa çıkarmıştır. Tek hecelik bir kelime olan din hakkında yapılan yorumlar ise çok farklıdır. Farklılığın kaynağı kanıtlardır. Her kanıt, muhtemelen, kendisini tanımlayan zihniyetin ve kültürün dine yüklediği anlamı açmaya çalışıyor. Anlamlandırmalar okuldan okula değişkenlikler arz ediyor. Birçok anlamlandırma biçimi var. (her yiğidin yoğurt yiyişi farklı). 

Felsefenin gözlüğü bilimin gözlüğü ile aynı değil. Keşfi yaklaşımın çizdiği resimle inşâî bakışın oluşturduğu manzara farklılaşıyor. Varsayımlı (hipotetik) açıklamalar ve gerekirci (kategorik) yaklaşımlar sonuçları değiştiriyor. Bütün bunlar dinin yorumunun değişken olduğuna işaret ediyor. Kesinlik algılarından mümkün olduğunca uzak durulmasını öğütlüyor vesselam… Not: Felsefî temellendirmede yönlendirmelerinden faydalanılan kaynak eser: Adam Morton: Pratikte Felsefe –Temel Sorulara Giriş- (Çeviri: Mukaddes İlgün). Kesit Yayınları (3. Baskı). İstanbul 2006.

İNSÜLİN DİRENCİ DİYETİ

Maddede insülin direnci–kilo ilişkisi

7 maddede insülin direnci - kilo ilişkisi, insülin direnci, ensülin direnci, insülin direbci diyeti, insülin direncini kırmak, gıda gündemi, gıdagundemi.com

1. İnsülin hormonu hakkında kısa bir bilgi

İnsülin hormonu, vücutta midenin alt kısmında bulunan pankreas bezinin ß hücrelerinden salgılanır. Besin alımının ardından kanda artan glikozu, hücrelerin enerji olarak kullanabilmesi için 1 ila 2 dakika gibi kısa süre içinde salgılanmaya başlar ve bu olay 3 ila 7 dakika sürer, sonra salgılanma yavaşlar.
İnsülin hormonu, kan şekerini düşürmede, hücrelerin ihtiyacından fazla olan glikozun yağa dönüşümü ve yağ hücrelerinde depolanmasında uyarıcıdır.
Eğer karbonhidrat, özellikle basit şeker içeriği yüksek, kan şekerini ani ve fazla yükselten besinler (glisemik indeksi ve yükü yüksek besinler) sık tüketilirse; barsaklardan kana emilen basit şeker yoğunluğu artar, ihtiyaç fazlası insülin salgılanır ve hücreler fazla insüline yanıtsız kalır. Kan şekeri; kas, karaciğer ,yağ dokusu ve beyinde yeteri kadar etkili olamaz ve insülin direnci oluşur.

7 maddede insülin direnci - kilo ilişkisi, insülin direnci, ensülin direnci, insülin direbci diyeti, insülin direncini kırmak, gıda gündemi, gıdagundemi.com

2. Böylelikle kan insülin düzeyi sürekli yüksek seyreder ve vücut yağlanması artar

İnsülin direnci oluşumunda özellikle yaşam tarzı ve hareketsizlik, genetik yatkınlık, beslenme şekli, fazla kilolar, kortizon kullanımı, fast-food , rafine gıda, gazlı içeceklerin fazla tüketimi ve yaşlılık gibi faktörler neden olabilir.

7 maddede insülin direnci - kilo ilişkisi, insülin direnci, ensülin direnci, insülin direbci diyeti, insülin direncini kırmak, gıda gündemi, gıdagundemi.com

3. İnsülin direnci nasıl anlaşılır?

Çabuk acıkma, geç doyma, yemeklerden 1 ila 2 saat sonra aşırı acıkma hissi, elde ve ayakta titreme, soğuk terleme ve baygınlık hissi, tatlı besinlere karşı aşırı yeme isteği, hızlı kilo alan kişinin ailesinde şişman ve diyabetli kişilerin varlığı durumlarında insülin direncinden şüphelenebilirsiniz.
Açlık kan şekeri ve insülin düzeyiniz ile yapılan HOMA indeks değeri hesabıyla da kolayca anlayabilirsiniz. Açlık insülin değerinizi açlık kan şekeri değerinizle çarpıp sonucu 405 sayısına bölerek HOMA indeks değeri bulmuş olursunuz. Eğer çıkan sonuç 2.7 den büyük ise insülin direnciniz var demektir.

7 maddede insülin direnci - kilo ilişkisi, insülin direnci, ensülin direnci, insülin direbci diyeti, insülin direncini kırmak, gıda gündemi, gıdagundemi.com

4. Tetiklediği hastalıklar nelerdir?

İnsülin direncinin obezite ve kanserle ilişkili olduğunu gösteren çok sayıda çalışma vardır. Tip 2 diyabetin başlangıç aşaması diyebiliriz. Ayrıca
  • alzheimer,
  • kardiyovasküler hastalıklar,
  • polikistik over sendromu,
  • hipertansiyon,
  • karaciğer yağlanmasından siroza kadar ilerleyen hastalık gruplarını etkilediği görülmüştür.

7 maddede insülin direnci - kilo ilişkisi, insülin direnci, ensülin direnci, insülin direbci diyeti, insülin direncini kırmak, gıda gündemi, gıdagundemi.com

5. Hastalığın tedavisi nasıl yapılmalı?

Gerekli tetkiklerle belirlenmiş insülin direnci olan hastada tabloyu oluşturan faktörlerin ortaya konması ve tanınması gerekir. Yaşam tarzı değişikliği ve fiziksel akivitenin artırılmasıyla harcanan kalori yükseltilip, vücut yağ oranı azaltılmalı ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırılmalıdır. Sadece egzersiz ve sağlıklı beslenme ile %60-65 oranında direnç kırılabilir. Gerekli görüldüğünde direnci kıran ilaçlarla beslenme ve egzersize destek olunabilir. Diyetisyen denetiminde beslenme tedavisi uygulanmalıdır.

kışın kilo vermek, kışın zayıflamak, kışın diyet, kış zayıflama listesi

6. Kilo vermeye etkisi nedir?

İnsülinin kanda yüksek seyrettiği bu hastalar, direnç nedeniyle daha sık ve fazla miktarda besin tüketimine yönelirler. Kilo verme durumu, hem bu iştah durumu hem de direncin yol açtığı zorlukla daha da çıkılmaz bir hal alır. Genellikle insanlar spor yapmadan, sadece öğün sayılarını ve yemeyi azaltarak kilo vermeyi dilerler. Fakat sağlıklı beslenmenin yanında fiziksel aktivite yetersiz kalırsa bu süreç uzar ve güçleşir.

kışın kilo vermek, kışın zayıflamak, kışın diyet, kış zayıflama listesi

7. Hangi besinleri tüketmeli, hangilerini kısıtlamalıyız?

Basit şeker içeriği olan tüm besinler, meyve suyu ve gazlı içecekler, işlenmiş gıdalar, beyaz un içeren tüm besinler , kızartmalar ve hayvansal yağlar, çoğu paketli ürünler ve tatlılar, direnci kırabilmek için beslenmenizden çıkarmanız gereken gruplardır.
Tereyağı yerine bitkisel sıvı yağlar, atıştırmalık olarak ceviz, badem, fındık gibi iyi yağlar dediğimiz doymamış yağ içeriğine sahip gıdalar, haftada en az üç kez omega 3 içeriği yüksek yağlı balıklar (ızgara ya da fırında) tüketemiyorsanız , keten tohumu, avokado , omega 3 suplement almak , bol sebze , salata ile alınan posa miktarını artırmak , kurubaklagillere beslenmenizde haftada 2-3 kez yer vermek direnci kırmaya yardımcı olacaktır. Glisemik indeksi düşük besinler tercih etmek, ara öğünleri muhakkak yapmak, uzun süreli açlığa maruz kalmamak önemlidir. Dahası için uzman diyetisyen ile görüşmelisiniz.
7 maddede insülin direnci - kilo ilişkisi, insülin direnci, ensülin direnci, insülin direbci diyeti, insülin direncini kırmak, gıda gündemi, gıdagundemi.com
Fiziksel aktivite düzeyini artırmalı, her gün en az yarım saat yürüyüş yapmış olmaya dikkat etmelisiniz. Su tüketimini günde 2-2,5 lt altına düşürmemeye dikkat etmelisiniz.
Bu zorlu süreci fiziksel aktivitenizi artırarak, sağlıklı beslenmeyi yaşam tarzınız haine getirerek aşabilirsiniz. Direncin kırılmasıyla daha hızlı ve sağlıklı kilo verebimek , sağlığınızı gideceği kötü sonuçlardan kurtarmış olacaksınız. Sağlığınıza iyi bakın, dahası için uzman diyetisyen ile görüşmelisiniz.

Dyt. Aybüke Kayhan, gidagundemi.com

İNSÜLİN DİRENCİ DİYETİ
Kilo alınmasının en önemli nedeni insülin direncidir. İnsülin direncine direnmek gerekir. İnsülin direncinin çözülmesi için insülin direnci yapan nedenin saptanması gerekir. Bu amçla bir ENDOKRİN uzmanına başvurmak gerekir.

İnsülin direnci diyeti inin esası karbonhidratları seçerken düşük glisemik indeksli olanları seçmektir.

1.Rafine karbonhidratlar yani beyaz un ve rafine tahıldan yapılmış karbonhidratlar yüksek glisemik indekslidir.
2.Beyaz ekmek yüksek glisemik indekslidir.Tam buğday veya kepek az glimemik indeks (GI)’lidir.
3. Diyetteki lif oranı artınca GI’i azalır.
4.Karbonhidrat içinde amiloz ve amilopektin vardır. Amilopektin fazlaysa kan şekeri daha çok artar Amilopektini fazla olanlar ekmek, beyaz patates, beyaz un, amiloz içerenler ise tam tahıllar,hububatlar ve tatlı patetesdir.
5. Rafine olanlar rafine olmayanlardan dah fazla glisemik indeksi artırır. Rafine demek işlenmiş fabrikaya girmiş gıda demektir. Rafine olan karbonhidratlar beyaz ekmek, beyaz pirinç, kurabiye,meyve suları, şekerlerdir. Rafine olmayanlar doğal halde bulunanlar olup GI’i düşüktür. Bunlar daha fazla lif veya posa içerir. Örnek olarak sebze meyve, badem, ceviz, bezelye verilebilir.
Makarna:
Beyaz makarna rafine karbonhidrat olup GI’i pişirmeye göre değişir. Spagettiyi sadece 5-6 dk pişirilirse Gİ’i düşüktür. Makarnayı yumuşayıncaya kadar pişirmelidir. Fazla pişirince GI artar.
İçinde asit olan gidalar GI'i düsürür. Bunun nedeni mide boşalmasını geciktirmesidir.
Asidik gıdalara örnek;
1.Yeşil zeytin
2.Turp
3.Limon suyu
4.Mantar, havuç, yeşil bezelye
5.Sarmısak
6.Sirke

Besinlerin kısa süreli doyurucu etkileri incelendiğinde düşük GI’li besinlerin yüksek olanlara göre daha doyurucu olduğu bulunmuştur. Yüksek GI ‘li öğünler, düşük GI’li öğünlerle karşılaştırıldığında yemek sonrası dönemde, kan şekerinde daha fazla yükselme ve düşmeye ve insülin düzeylerinde daha fazla artışa sebeb olurlar. Sonuç olarak ileri saatlerde yağ asitlerinde ve kan şekerinde daha fazla düşüşe ve acıkmaya neden olurlar. Düşük GI li gıdalarla ise insülin fazla yükselmediğinden kan şekeri fazla düşmez ve açlık olmaz.
Düşük GI’li besinlerin tüketilmesinin obez çocuklarda vücut kitle indekslerinde (kilolarında) daha fazla azalmaya neden olduğu bildirilmiştir.
Düşük GI’li diyetin obezite, kolon kanseri ve meme kanseri gelişiminde de koruyucu olduğu gösterilmiştir Düşük GI’li ve yüksek lifli besinler diyabetli bireylerde tokluk kan şekeri ve kilo kontrolünde düzelmeye yol açtığı için Kanada Diyabet Derneği, Avustralya Diyetisyen Cemiyeti, Avrupa Diyabet Çalışma Cemiyeti tarafından önerilmektedirler.
Glisemik indeksi düşük gıdalarla beslenince insülin hormonunda azalma ve enerji artması oluştuğu gibi yağ depolanması azalır ve mevcut yağlar yakılmaya başlar. Sonuçta da kilo kaybı oluşur. Düşük GI’li beslenme kilo kaybını 2 mekanizmayla yapar:
1. Doygunluğu artırarak
2. Yağların yakılmasını artırarak

Düşük GI’li gıdalar yüksek GI’li gıdalara göre daha uzun süre tok tutarlar ve bu nedenle sonraki öğünde daha az yemeyi sağlarlar. Bir yemekteki GI oranını % 50 artırdığınızda doygunluk hissinde % 50 azalma olmaktadır. Doygunluk hissindeki bu artış bağırsaktan salgılanan kolesistokinin hormonunun düşük GI li diyetle daha fazla artış göstermesine bağlıdır.
Diğer diyetlere karşılık insülin direnci diyetinin faydalı olmasının nedeni insülin direncini kırmasıdır. 1200 kalorinin altında diyet yapmak insülin direncini arttırır ve kilo aldırır. Kilo vermek için acıkmanın ve tatlıya saldırmanın önlenmesi gerekir. Bunun yolu da düşük glisemik indeksli gıdalarla beslenmekten geçmektedir.
Diyetteki yağı azaltmakla veya toplam kaloriyi çok azaltmakla veya karbonhidrat miktarını çok azaltmakla açlık hissi baskılanamaz ve tekrar kilo alırsınız. Düşük glisemik indeksli beslenmede aç kalma veya özel bir beslenme şekli, yani bir gıdaya dayalı beslenme, yoktur.
Düşük glisemik indeksli beslenme ile
1. Yemeklerden sonra oluşan uyku basması, öğleden sonraları oluşan enerji kaybı, halsizlik yok olur. Enerji kaybı veya halsizlik yemek sonrası oluşan insülin ve şekerdeki dalgalanmalardan kaynaklanmaktadır. Beyine yeterli glukoz geldiğinden konsantre olursunuz. ve yorgunluğunuz ortadan kalkar.
2.Tip 2 diyabet, kalp hastalığı, tansiyon, depresyon ve bazı kanserler önlenir.
3.İyi uyku uyursunuz.
4. Acıkma nöbetleri azalır ve kalkar

Normalde acıkma vücudun yemek ihtiyacı olunca ortaya çıkan bir durumdur. Ancak acıkmanın vücudun ihtiyacı olmadığı zamanlarda oluşması normal değildir. Bu nedenle de ihtiyaç olmadan yemek yenildiği için kilo alınır. Normal olmayan bu acıkma atakları kandaki insülinin dalgalanmasından oluşur. Yüksek Gİ’li karbonhidrat yenince kan şekeri ve insülin hızla yükselir ve sonra kan şekerini hızla normalin altına indirir ve tekrar acıkma oluşur. Tekrar tatlı bir şeyler yerseniz aynı durum tekrar eder gider. Eğer bu acıkmalar sırasında yüksek GI’li gıda yerine düşük GI’li gıda yenirse acıkma nöbetleri azalmaya başlar.
Acıkma ataklarını stres de artırabilmektedir. Stres artınca tatlı gıdalara yönelme olmasının nedeni beyindeki serotonin denen mutluluk hormonunun bu gıdalarla artması yüzündendir. Stresle artan kortizol hormonu da serotonini azaltmaktadır. İyi uyuyamayan kişilerde de acıkma atakları olma nedeni serotonin azlığındandır.
Gıdaların doyma indeksi de önemlidir. Enerji yoğunluğu düşük olan gıdalar daha hızla doygunluk sağlar. Patates, elma, portakal ve makarna daha fazla doygunluk sağlar. Çikolata, fıstık daha az tok tutar. Enerji yoğunluğu dışında tokluk derecesi gıdanın GI’ne bağlıdır. Düşük GI’li gıdalar ince barsakta daha uzun kalır ve açlık azalır. Yüksek GI’li gıdalar açlığı artırır çünkü kan şekerini hızla artırır ve hızla düşürürler. Adrenalin ve kortizol gibi stres hormonları kan şerkeri hızla düşünce artar ve iştahı artırır.

İnsülin Direnci Diyeti kimler için faydalıdır?

Kilolu ve obezler,
Tip 1 Şeker hastaları
Tip 2 Şeker hastaları
Prediyabet-Gizli Şeker
Gebelik Şekeri Olanlar Diyabet,
Reaktif hipogisemisi-Kan şekeri düşük olanlar
Trigliseridi yüksek olanlar,
Metabolik sendromu olanlar,
Polikistik over sendromu olanlar,
Yağlı karaciğeri olanlar,
Sağlıklı yaşam için herkes
Gözdeki makula dejenerasyonunu önlemek için
Kanser, kalp hastalığı ve felçten korunmak için

Şeker hastalığı ve fazla kilo durumunda vücutta bir enflamasyon (yangı) vardır. Bütün vücutta bulunan bu sessiz iltihap damar sertliği ve kalp hastalığının en önemli nedenidir. Kanda insülinin ve CRP denen bir proteinin artması enflamasyon olduğunu gösterir. Gİ ve GY tip 2 Diyabet ve kronik hastalıkların ortaya çıkmasında önemlidir. Yüksek GY ile beslenme kanda hassas CRP düzeylerini artırır. Yani yüksek oranda hızla sindirilen ve emilen karbonhidrat alımı vücutta enflamasyonu artırır. apılan bilimsel çalışmalar düşük Gİli beslenme ile kanda CRP düzeylerini %50 azaldığını göstermiştir.
41 aşırı kilolu kişi 10 hafta sukroz (masa şekeri) veya tatlandırıcı aldıklarında CRP düzeyinde şeker alanlarda %6 artış, tatlandırıcı kullananlarda %26 azalma bulunmuştur..
Tam tahıllar incelendiğinde bunların lif ve diğer besinler açısından çok iyi olduğunu ve düşük GI’e sahip olduğunu göstermiştir. Tam tahıllarla beslenenlerde bu nedenle kalp-damar ve şeker hastalığı riski daha az bulunmuştur. Tam tahıl alınınca kanda CRP azalmaktadır. Gıdadaki lif oranı azaldıkça şeker, hipertansiyon ve obezite artmaktadır İnsülin Direnci Diyeti ile beslenen kişilerde şu faydalar oluşur:
1.Kilo kaybı
2.Kan basıncı ve yağlarda azalma
3.İnsülin direncinde azalma
4.Kan şekerinde düşme
5.Kanda anitoksidanlarda artma
6.Sistemik enflamasyonda azalma olur
7. Daha enerjik olursunuz
8. Daha iyi konsantre olursunuz, psikolojiniz düzelir
KAYNAKLAR:
1. Prof DR Metin Özata, Naturel Zayıflama-İnsülin Direnci Diyeti (Metabolizma Diyeti), Hayy Kitap, 2010 Mayıs

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...