30 Nisan 2012

GÖZLERİMDEN ÖPEREK UYANDIR BENİ


Tanyeri ağarırken çiğ taneleri üzerinden şavkını paylaştırdığı zamanlardan sesleniyorum sana. Güneşin, karanlıkla aydınlığın üzerine tüllendiğinde "imkansız sevdamı" yolluyorum sana. Durgun suyun dibinden görünen beyaz çakıl taşların üzerine adını yazıp sana geliyorum ve bu sevda mektubunu kelebeğin kanadında sana yolluyorum.

Dolunayda çığlık atan bir gecede sevdim seni. Göremesem de gülüşlerini, seher yelinde yapraklarını güneşe açan ciceklerin yüreğinde bildim gözlerini. Sırtımı sıvası dökülmüş duvarlara yaslayıp seni anlatırım karanlıkla inatlaşan yıldızlara. Her sabah papatyanın ayak uçlarında uykuya dalmış ceylanları kaldırıp onlarla nice selamlar yollarım sana…

Sakın kederlenme sen. Kozasından hayata gülümseyen kelebeğin kirpiklerinde öğüttüm arsız acılarını. Çünkü sen, doğan güne umutla uyanmalısın. Ne olur düşünme içinde kanattığın sancılara. Yüreğin irin toplasa da ne olur ağlama. Ben sen uyanmadan gül kokulu yağmurlarla yıkarım kanayan dudaklarını. Cünkü sen, her soluğunda “ baharları “ solumasın.
Duası ıslak, yarınları aydınlık çocukların düşlerinde büyüttüm seni. Karakışlara sürgüledim dudaklarına acıyı süren ayazları. Kaç kez dualarıma kattım o narin yüreğini. Kaç kez iç geçirdim alnımdan dudaklarıma yuvarlanan damlaların gözyaşı değil, senin gül kokulu terin olmasını bilemiyorum…Sen uyanmadan rüzgarı giyinip üzerime, nice uçurumları aştım saçlarına iğde kokuları bırakmak için.Gelincik tarlalarının üzerinde gezinen çardak kuşlarının kirpikleriyle sildim alnının terleyen çizgilerini.
Beli kırık virgüllerle uzattım senli cümleleri. Susamış karanfillerin dudaklarına sundum ıslak kirpiklerini. Ve birazdan tüm şehir uyanacak. Kaldır üzerindeki hüznün ağır yorganını. Pencerelerini aç ve hayatı solu bir an. Ilık nefesinden bir yudumunu uzat şehrin titrek tenine. Yüreğinin sıcıklığını avuçlarından akıtıp yetim güvercinleri emzir terinle..
Perdelerini güneşe aralayıp aynalara gülümse. Karanlıklarda ezilmiş bu topal şehir senin varlığında ayağa kalksın. Ve güneş ısıtmadan karlı tepeleri, memleketimin mahzun yüklü çocuklarına sevdanın umutlarını uzat. Uzat ki ; yetim uçurtmalar karanlık göğü aşıp vuslat yağmurlarını getirsin kurak bozkırlara..
“ Sana baharları getirirken
Terlemiş yüreğimi
Ilık nefesinle kurula.
Sevdanın kundağına sarıp
Düşlerinde uyut beni.
Üşüyen tenimi
Nefesinin sıcaklığıyla sar.
Avuç içlerinde uyurken
Gülüşlerimden öperek uyandır beni.
Saygı ve Sevgilerimle…

ERKEKLERİN HANIMLARA ŞİRİN GÖRÜNME TUZAKLARI

Kendinizi güçlü, seçici bir kadın olarak tanımlıyorsunuz. 
Erkeklerin söylediği iltifatlara kolayca kanmadığınızı düşünüyorsunuz. Ancak her erkek zayıf noktanızı keşfettikten sonra sizi tavlamak için bazı taktikler kullanmaya başlayabilir. 
O sizi tuzağına düşürmeden önce hazırlıklı olmak istiyorsanız kullanabileceği
 41 taktiği okumanızı öneririz... 


1. Önemli bir davete ya da gece kulübüne gittiğinizde, dans etmeyi sevmiyorsa bile yakınlaşmak için sizi dansa kaldırmak isteyebilir.

2. Rüzgarlı bir havada, yüzünüze gelen saçlarınızı okşayarak geriye doğru almaya çalışır.
(Bunu yavaş dokunuşlarla yapar.)
4. Birlikte TV seyrederken birdenbire omzunuza küçük bir öpücük kondurabilir.
5. Arkadaşları ve ailesiyle tanıştırırken kolunu omzunuza atar ya da elinizi tutar.
Çünkü bu hareket bir kadına kendisini özel hissettirir. 
"Beni ailesiyle ya da arkadaşlarıyla tanıştırdığına göre ciddi düşünüyor, gerçekten seviyor" diye düşündürür. Ama bu tuzağa düşmeyin.
Bazı erkekler her birlikte oldukları kadını çevreleriyle tanıştırır,
kimileriyse ancak ciddi ilişkilerini paylaşır.Tarzını anlamaya çalışın.
6. Yanınızdan güzel bir kadın geçerken elinizi sıkıca tutar ve yalnızca sizle ilgilenir...Bu tuzağa düşmeyin, zaten o kadını uzaktayken süzmüştür bile.
"Yanından bir süpermodel geçse bile bakmaz, bana çok aşık diyerek" kendinizi kandırmayın!
7. Kendini kötü hissettiği zamanlar sesinizi duyduğunda keyfinin yerine geldiğini, mutlu olduğunu söyler.
8. Göz kapaklarınızdan, alnınızdan öper.
9. Moralinizin bozuk olduğu bir gün ona telefon açmışsanız, nasıl olduğunuzu kontrol etmek için evinize gelir.
Biraz kalıp gideceğini söyler, tam giderken de kalması için ısrar etmenizi bekler.
10. Çocukluk fotoğraflarınıza bakmak istediğini söyler.
Gördüğü kareler karşısında ailenize ve size iltifat etmeden de duramaz.
11. Siz onunla konuşurken saçlarınızın arasında ellerini gezdirip,
gözlerinizin tam içine bakar.
12. Sabah kalkar kalkmaz size günaydın mesajı yollayarak, kendini hatırlatır.
13. Bazen adınızın yanına kendi soyadını koyarak sizi çağırabilir. Heyecanlanmayın daha evlenme teklif etmedi!
14. Romantik bir DVD ve elinde bir buket çiçekle evinize gelir.
15. Kafeye gittiğinizde kahvenizi sizin sevdiğiniz şekilde ısmarlar.
16. Birlikteyken size sarılıp uyumak istediğini söyler.
17. Siz konuyu açmadan önce doğum gününüz ve yıldönümüzde yapabileceğiniz planlardan bahseder.
18. Gün içinde hoşunuza gidecek e-postalar yollar.
19. Kendinizi iyi hissetmediğiniz ya da ilişkiniz hakkında tereddüt ettiğinizi hissettiği anlarda dünyada onun için sizden daha doğru bir kişi olmadığı gibi cümleler kullanır.
20. Kıskançlık yaptığınızda size sıkıca sarılır ve birlikte olduğunuz sürece her zamankinden daha ilgili davranır.
21. Seyahat öncesinde uçağa binmeden önce mutlaka arar ve varınca mutlaka haber vermenizi tembihler.
22. Fotoğrafınızı bilgisayarının arka planı yapar.
(Tabii genellikle sizin görebileceğiniz durumlarda).
23. Restoranda tuvalete gitmek istediğinizde sizinle gelir ve kapıda bekler. Baş başa gitmişseniz ise ayağa kalkmadan önce elinize dokunup tatlı bir şey söyler.
24. Yaptığınız esprilere komik olmasa bile güler.
25. Sizin sevdiğiniz dizi ya da programı izlerken, ilgileniyormuş gibi yapar.
26. "Canım, bebeğim, güzelim" gibi kelimeleri her cümlenin sonuna ekler.
27. Denizden, havuzdan çıktığınızda kendinden önce sizin kurulanmanızı sağlar.
28. Vücudunuzu çok beğendiğini söyler. Kilolu bile olsanız,
balıketi kadınlardan hoşlandığını,zayıf kadınları beğenmediğini anlatır.
 Bu büyük bir yalandır, fit görünümü kim sevmez ki?
29. Size devamlı hediyeler alır.
Hatta özel bir gün söz konusuysa küçük bir mücevher almaktan çekinmez.
30. Saçlarınıza değişik bir model verdiğinizde hemen fark eder, beğenmese bile çok yakıştığını söyler. Sonunda da "Ben senin her halini beğeniyorum" deyiverir.
31. Yeni bir elbise giydiğinizde güzelliğinizden büyülenmişçesine, hayranlıkla size bakar.
32. İşinizi önemsediğini göstermek ister.Örneğin o günkü önemli toplantınız hakkında siz daha konuyu açmadan sorular sormaya başlar.
33. Arkadaşlarınızdan hoşlanmasa bile onlara yakınlık gösterir ve yanlarında devamlı size iltifat eder.
Yalnızca sizin değil arkadaşlarınızın da kalbini çalmaya çalışır.
34. İlgisiz bir konudan bahsederken birdenbire ne kadar etkileyici olduğunuzu söyler.
35. Durup duruken evinize, işyerinize çiçekler yollar.
36. Televizyon izlerken, sizi seyretmeye başlar ve farkına varmanızı bekler
37. Birlikte olmak için erken olduğunu söylediğinizde, sizi anladığını söyler.
38. Kendinizi değerli ve özel hissetmeniz için kıskançlık numaraları yapar.
39. Canınız bir şey çektiğinde, gece geç saat olsa bile gidip alır.
40. Bekar arkadaşlarının yanında sizi sahiplenici hareketler yaparak
kalbinizi kazanmaya çalışır.
41. Birlikte olmaya hazır hissettiğinizi fark ettiğinde...
İnşallah işinize yarar 

3. Sokakta sizi gördüğünde ya da restoranın kapısından girdiğiniz anda hızla size doğru yürümeye başlar.Sizi görmek için sabırsızlandığı,
 özlediği izlenimini vermek ister.

AYNI DÜŞLERLE BÜYÜSÜN YÜREĞİN


Göz pınarlarının coğrafyasında gökler hep mavidir
Seni sevmenin dirençleri ise tutkulu bir özleyiştir
Resimlerde kalan bir mutluluktur kimi zaman aşk,
Kimi de yaşanılan, yasak mavilerin olduğu bir kenttir..

Ruhumu okşadığın yerdeyim yine. İçtiğim her yudumda binlerce sözcük okşuyor saçlarımı. Dinlediğim her şarkı dağlıyor yüreğimi. Yıldızlar, ay ve evrenin tüm ışıkları işbirliği yapmış sanki küçüğüm ve söyletiyor bir türlü söyleyemediklerimi. Dışarıda yalan, burada gerçek bir yaşam büyüsü var ve ben galiba yıldızlarla bitmeyecek bir aşk ayinine katılıyorum.
Sarhoş kelimelerim dile gelmeden gözlerimdeki hayalini çağırdım aşk soframa. Uzaklardan sesini, ellerini ve gözlerini çağırdım, duyarsın diye. Saatler yokluğuna vuracaktı ama ben aldırmıyordum. Şerefine kadeh kaldırırken ben aşka, sen belki de ağlıyordun. Umudum, acım ve öfkem yine yalnızdı anlayacağın. Saatleri kırdım, umudumu orada bıraktım, acımı yarına erteledim, sensizliği de o garip meyhanede bir kadeh içkiye sattım.
İsterim ki, gecelerin hasret kervanları ipeksi sevgiler taşısın yüreğine. Ruhunun müzikleri duyulsun uzak ormanlarımda. Bir yangın mavisi kaplasın vefalı gönlünün en ulaşılmaz yerlerini. Gözlerin dokunsun şiirlerime, dolaşsın en bilinmez labirentlerini. Gece saçlarının kokusu bölsün düşlerimi. Ansızın içimi sevince boğan çağrılarına tutunarak geleyim yanıbaşına. Özlemime gem vurayım ve seni yıldız tepesine çağırmak için tanrıdan yeni bir şafak dileyeyim.
Kendime sarılıp yattığım gecelerde gözlerin düşsün kıyılarıma. Bakışlarının izdüşümlerinde bakir kuytular arayayım kendime. Soluğun nemlendirsin ormanlarımı, ellerin ısıtsın üşümüş yüreğimi ve aşkın sarsın öksüz kalmış bedenimi. Evet mağrur kelebek, göz pınarlarının coğrafyasında gökler hep mavidir. Seni sevmenin dirençleri ise tutkulu bir özleyiştir. Resimlerde kalan bir mutluluktur kimi zaman aşk, kimi de yaşanılan, yasak mavilerin olduğu bir kenttir..
Bugün yağmur diledim tanrıdan yüreğime. Ruhumun yangınlarına rüzgar diledim savrulsun sözcüklerim diye. Bugün seni diledim aşk soframa gelip ruhuma lezzet katarsın diye. Bugün bir başka yangınlarda içim, kanıyor ellerim, tutuşuyor sözlerim ve sözlerini özlüyor yalnız yüreğim.
Bir gün gelecek kaçıp gidecektin buralardan. Kara talihinin karabasanlarını atlatarak özgür umutlara uçacaktın kelebek. Yüzünün çizgileri gönlümün derinliklerine otak kurmuş kutsal bir yazgı olarak duracak sen bilmesen de. Kilometrelerce öteden ellerine değecek, yüreğine girecek, bu can bu bedende kaldıkça seni seveceğim. Yıllar kahırlı bir şarkı gibi besteledikçe sözlerimi, senin sevginin türkülerini söyleyeceğim.
Direncinin kapsüllerinin bir gün dağılacağını biliyordum. Günler sonra, sensiz günlerin izini sürerek sana ulaşmak ve yüreğine yeniden merhaba demek ne güzel bilemezsin. Kendimi, gururumu, direncimi yenemeden yaşamayı da bilemezsin. Mağrur sözlerinle öldürme beni. Ben ten kokunla yaşamaya alışırım. Sen gözümden ırak olabilirsin ama gönlümden asla. Çünkü, seni seni özlemek bile ibadetlerin en güzeli.
Hayat yolunu yürürken yıldızlı bir gecede ben çıktım karşına. O güne lanet edebilirsin, o günü hiç yaşanmamış sayabilirsin, hatta hatta beni de unutabilirsin. Ama bil ki yolun doğru. Biraz gürültülü olsa da, rotan umudun adresine götürecek seni. Ardına bakma ve mutlu adımlar at. Bir gün, bir yerde, belki de yıldız tepesinde seni halâ bekliyor olacağım.
Resimlerindeki benlerine dokundum bugün parmaklarımla. An gibi, can gibi, nan gibi aklımdasın diyen o şarkıda senin için ağladım. Her lokmada boğazıma düğümlenen hasretini yutmaya çalıştım. Sıcacık nefesini ve ten kokunu aradım gözlerini özleyerek. Seni unutmamak için ettiğim yeminleri tekrarladım yüreğime. Küskün yüreğine diz çöktüm, kırılan gönlünün parça parça kristalleriyle bedenimi doğramak istedim.
Sınır tanımaz sözcüklerimin girdapları derindir benim. Dağlarım yalçın, denizlerim azgın, yüreğim inadına kırılgandır. Gönlümün ülkeleri uzak, aşklarımı anlamak, o aşklara dalmak tatlı bir tuzaktır. Sen benim yüzyıllara kafa tutacak sözlerime katlanamazdın. Benim sevdalarım yücedir ve cüce sevgileri bilmez. Kaybolan baharlarımı da benden başka hiç kimse anlayamaz. Anlayacağın, insan doğar, büyür ve ölene kadar sever. İstisnalar ise korkunun ayak izleridir.

SANA YAZILMIŞ KADERİM VAR..


Aynalara bakınca…
Sana ait yanlarım var, 
Üzerine titrediğim, örtemediğim… 
Aynalara bakınca…
her defasında fısıldayınca…
Sana dair, sözlerim var, 
Tekrar edemediğim dillendiremediğim 
Her defasında fısıldayınca…
Açmamış henüz baharlarda…
Sana meftun güllerim var, 
Gönül bahçemde goncalaşdığım 
Açmamış henüz baharlarda…
Yağmur dolu avuçlarımda…
Sana sırlı Eylüllerim var 
Sonbaharında sırılsıklam ıslandığım 
Yağmuru dolu avuçlarımda…
Üşüyor sen dokunmayınca…
Sana vurgun yüreğim var 
Sarı hüzünle sarıp-sarmaladığım 
Üşüyor sen dokunmayınca…
Birikmiş yıllarca…
Sana ithaf ömrüm var, 
En nadidesinden yaşayamadığım 
Birikmiş yıllarca…
Sen yanımda olmayınca…
Sana yazılmış kaderim var 
Kutlu elin kaleminden, okuyamadığım 
Sen yanımda olmayınca…
Sana Sadece… 
Aslında sana ait bir şeyim yok 
Kalbimin en derinliklerinde hissedebildiğim 
Sana kıymet vermeyince…

SAKIN UNUTMA BİRGÜN GELİR EN GÜVENDİĞİN DAĞLARA KAR YAĞAR


Vakti zamanında bir parkta büyük bir çınar ağacı varmış.Öyle vakur ve ihtişamlı dururmuşki gelip geçenler ona hayran kalır onun büyük gövdesinin altına sığınır ,ona sırtlarını dayarlarmış.Güven verirmiş çınar ağacı çevresine.Herkes ona sırtını dayarmışda kimse bilmezmiş onunda bir derdi varmıdır.?

Herkes ,baktığı kadarını görür..Solan yapraklarından anlamazlarmış olup biteni.

Önemli olan bakmak değildir baktığını görmektir çünkü..
Günlerden bir gün bu çınar ağacı aniden yıkılıvermiş.
O dimdik duran devasa ağaç, iri kökleriyle toprağa sımkıkı bağlanan, yemyeşil yapraklarıyla hayat dolu görünen çınar; artık yerde yatan bir zavallı durumundaymış.Kimse olan biteni anlamamış yerde yatan çınara şaşkınlık içinde bakakalmış..incelemeler sonunda anlaşılmışki çınar ağacını içten içe yiyip bitiren küçücük bir kurtcukmuş..Bu kurt yavaş yavaş ağacı yiyip bitirmiş..Kendini kemiren kurda karşı fazla dayanamayan ağaç yıkılmış..pes etmiş..
İnsanda bir çınar ağacına benzer aslında..
Son derece vakur, dimdik ayakta durmalıdır hayatındaki insanların ona verdiği güvensizlik ve acılar karşısında ..ölede olmak zorundadır.Çünkü yaşanan her olay karşısında anlarki kendine kendinden başka dost yoktur..Aciz, zavallı,çaresiz kaldığı anları gizler,saklar…Ağladını kimse görsün bilsin istemez.Yalnızdır insan ,yalnız ağlar çoğu zaman.Kalabalığın içinde yalnızdır…Hep güçlü görünmek ister ona muhtaç olan, sorumlulukları olan insanlara karşı , dimdik ayakta olmak zorundadır.Kendini içten içe yiyip bitiren kurtlara karşı tek başına mücadele eder çoğu zaman.Kimseye belli etmez içinde yaşadığı acıları hep mutlu görünür.
Bir yara bir ömrü nasıl kanatır,nerden biliceksiniz..?.. İçten içe kendini yiyip bitiren kurtlara karşı nasıl mücadele eder bir insan nasıl direnir kimse bilemez..Derdi çeken bilir,acıyı yaşayan bilir misali kimse kimsenin ne yaşadını ne çektini bilemez hissedemez.Herkesin derdi kendine büyüktür..Bazı acılar vardır sessiz ve dilsizdir.Kelam yetmez anlatılmaz dile gelmez..Anlatsan bile kimse anlamaz..Kimseye sıkıntını derdini anlatamazsın , anlatmaktan ziyade anlaşılmak istersin çünkü..Anlaşılmam endişesi belkide bizleri asosyal yapıp içe dönük yaşamamıza sebeb oluyordur kimbilir..Zira kendini ifade etmekten ziyade karşısındaki insanların ne anladığı onu ne kadar anlıyabildiği daha önemlidir.Çünkü sen ne kadar anlatırsan anlat,karşındaki insanın anladığı kadarsındır..
Çok şey istemeyiz aslında beklentilerimiz verdiklerimizden daha azdır .Sevmek,sevilmek çokmu zordur.Sevdiğinden emin olabilirsin ama sevildiğinden asla emin olamassın demiş fuzuli..Demekki sevilmek ister insan..Sevildini hissetmek ister.Ensesinde bir ses ,bir nefes duymak ister..Omzunda bir el sıcaklığı ,ona uzanan elden güç almak ister..Azıcık ilgi alaka ,hoşgörü destek olmak ,dostça arkadaşca.Zor anında yanındayım demek..Güleryüz, samimiyet, çokmu zordur riyasız sevmek..Ver elini bırakmam demek..Güç vermek o insana..Derdin varsa yanındayım demek..Onun yüzünü güldürmek çokmu zordur..
Belki yeterince sevgi görsek içimizde bizi yiyip bitiren kurtlara karşı daha güçlü oluruz..Çınar ağacı gibi yıkılıp kalmayız ortalık yerde.Yeterince sevgi, samimiyet, ilgi ve alaka görsek dertleşebilsek çevremizle ..Yanındayım dersinde yanında kimseyi bulamassın çoğu zaman..Uzattığın ellerin boşluğa uzanır.En güvendiğin dağlara kar yağar..Her defasında yıkılır ayağa tekrar kalkarsın..Yaşanan her olay bir tecrübedir aslında..
Haykırmak istersinde susarsın ..Susmak konuşmaktan evladır çünkü..Sessiz çığlığını senden başkası duymaz.Yalnızlına dört duvar şahitlik eder …Birde her nefeste biraz daha seni tüketen bir sigara..Ne yaptım dersin kendi kendine,ben bu dost dediğim insanlara ne yaptım..Az mı verdimde çok şey istedim..Yada verdiklerim yetmedimi.Yüreğimmidir az gelen..Yoksa sevgimmi değersizdir..
../meyzem

TARİHTE BUNLAR OLDU 10


TÜRK ASKERİNİN KORE’DE KAHRAMANLIĞI
Türk milleti “Asker Millet” kavramına en müşahhas misal olsa gerek. Eskiden beri bu yönüyle tarihte anılır olmuştur milletimiz. Mesela “Fezail-i Etrak(Türklerin Faziletleri) adlı eserin müellifi Cahız bu hususu ifade ederken“Kaçan onların elinden kurtulamaz. Kovalayan ise onlara yetişemez” der. Bediüzzaman Hazretleri “Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyet'in en kahraman ordusu olan Türk milleti’ derken bu yöne dikkat çeker. Ünlü düşünür Montesgue; “Başka milletlerin müdafaadan ümidini kestiği yerde bu milletin taarruzu başlar” derken aynı özelliğe parmak basmaktadır…
Türk askerinin bu yiğitliğini gösterdiği son karelerden biri de Kore çarpışmaları ve bilhassa 27–30 Kasım 1950 Kunuri Muharebeleridir.
Müttefiklerin 8. ordusunun kızıl Çin kuvvetlerince sarılmasına ramak kala Türk Tugayı Kunuri bölgesinde sel gibi gelen düşmanı mucizevî şekilde durdurmuş ve dostu düşmanı kendisine hayran etmişti.
Aşağıda bu büyük zaferden sonra dünya çapında gelen yankılardan bir demet sunuyoruz:
Türk Tugayı 8. Orduya üç altın gün kazandırdı.” Amerikalı General Marshall “Türk Kuvvetleri Kore’de yaptığı savaşlarda ümidin fevkinde bir başarı göstermiştir. Kahramanlığınızla övünebilirsiniz.” General Collins (ABD) “Binlerce Birleşmiş Milletler askerinin muhakkak bir çemberden kurtuluşunu Türk askerinin kahramanlığına borçluyuz.” İngiliz Savunma Bakanı Amanuel Shivell “Batı Dünyası Türk askerinin maneviyatı derecesinde asker yetiştirmeye muvaffak olursa, Avrupa rahat yaşayabilir.” İspanyol Basını
Türklerin yaptığı savaşlarda gösterdikleri kahramanlıkları anlatacak bir kelime bulmak şu anda mümkün değildir.” Batı
Alman Basını
BİR ÂLİM’İN FERASETİ
Kişi ve olayları doğru okuma, bir işin bidayetinden, nihayetine erme de diyebileceğimiz Feraset, bazı kişiler de doğuştan mevcuttur. Zamanla güdükleşebilir de, gelişebilir de..Hele müminin feraseti…Feraset “basiret” ile eş anlamlı kullanılırsa da, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi aralarındaki ayrıma feraseti “basiretin daha da derinleşmesi” olarak işaret eder.
Feraset veya basiretin açık olmasında takvanın önemli bir yeri vardır. Şah-ı Kirmani bu hususta şöyle der: “İnsan haramlara karşı gözünü kapar, şehevani duygulardan elini eteğini çeker, iç dünyasını murakabe ile dış alemini de Sünnet-i Seniyyenin ihyası ile onarır ve her zaman helal dairesinde kalabilirse, böyle biri ferasetinde yanılmaz..”
İşte böyle olmuş bir müminin keramete varan ileri görüşünü konu edinelim istedik. İstiklal Savaşının Sarıklı mücahidlerinden eski Gerede Müftüsü merhum Ahmed Kemaleddin Üstün Hocaefendi, pederleri müderris Hacı Emin Efendi hakkında şunları yazmakta: “Yukarıda babam hakkında “zahiri göz âmâlığına mübtela” demiştim; çünkü babamın basireti(kalb gözü) açıktı. Buna dair bir iki misal vereyim. Sözlerinden birisi şöyledir; Yeniden medrese yapmak isteyen kimselere: “Bu Abdülhamid devrinin ilerisi karanlık görünüyor; elde olanla iktifa edelim. Zaman gelir ki, bu medreselerde köpekler yavrular” derdi.
Bir başka sözü Otuz bir Mart Faciası hakkındadır; “Bu Mart ayını muhataralı(tehlikeli, korkulu) görüyorum” demişti. Martın otuzuncu günü dedim ki: “Baba bugün mart otuzdur” Buyurdular ki: “Mart otuz bir çeker. Yarın ki günü selamet ile geçirebilirsek seviniriz.” Gerçekten ertesi gün otuz bir Mart’da ne facialar oldu.
Başka bir sözü; “Boş boş durmayın, ilim kazanın. Zaman gelir, büyük bir ilim ihtiyacı olur, az ilmi olan kişinin başına toplanırlar. Ömrünüz yeterse halkın işine yararsınız.
HAYAL KIRIKLIĞI
Kemaleddin Üstün Efendi, hal tercümesinde İstiklal Harbi sonrası yaşanan büyük kırılmaya da işaret ediyor: “Gerede’ye dönerek, babamdan miras medresede tedris heveslerinde iken, çeşitli belalar doğuran o meş’um(uğursuz) Birinci Cihan Savaşı çıktı. Ben de asker olup, sıhhiye memurluğu ile Avanos kazasını boylayarak, dört sene süren cihan savaşını bitirdik. Derken Milli Mücadele denilen savaş çıktı. Bu savaşa ne dindar kişiler katıldı. Buhariler, hatimler okunarak, düşman vatandan atıldı. Medreseler açıldı, gürül gürül dini, ahlaki dersler okunmaya başladı. Ben ve emsalim hiç ivaz(karşılık) düşünmeyerek, fahri dersler aldık. Biraz sonra birer maaş veya avcı yemi ile taltif olunduk. Öyle sandık ki, Asr-ı Saadetten pırıltılar geliyor.
Böyle zevkli zevkli derslerle meşgul iken ansızın çıkan yıkıcı, yakıcı, her şeyi alt üst edici bir fırtınada neye uğradığımı şaşırdım. Biraz önce birer ibadet ve fazilet olan Kur’an okumalar, ilimler, zikirler, tesbihler, birer ağır suç sayıldı.Canlarıyla, mallarıyla savaşlara katılan ne dindar hocalar ve imamlar, sarıkları boyunlarına dolanarak zindanlara atıldı. Bu, büyük bir imtihandı. Nitekim Araf Suresinin 154. ayet-i kerimesinde buyuruluyor ki; “Allahım, bu senin hususi bir imtihanından ibarettir. Sen dilediğini yoldan çıkarırsın. Dilediğine de yolu buldurursun. Sen bizim yârımızsın; artık bizi yarlığa, bizi bağışla. Sen yarlığayanların hayırlısısın.”
DİNLER ARASI DİYALOG VE ABDÜRREŞİD İBRAHİM
Diyalog faaliyetlerine ters köşeden bakanlar yine meselenin esprisini anlayamayacaklar, ama  merhum alim Abdürreşid İbrahim tam 100 sene öncesinden bu meseleleri öyle bir ele almış ki, dersiniz ki bizimkilerin mağara mollalıklarına bedel, bu asil insan bizden yüz bin adım ileride..
Alem-i İslam adlı hatıratında bir Protestan’a şu sözleri söylediğini görüyoruz: “Doğrusu Hıristiyanlarla Müslümanların arasını bulmak insanlığa en büyük hizmettir. Siz bu cihete ihtimam ederseniz hakikaten medeniyet âlemine en büyük bir vazife ifa etmiş olursunuz; zira bu gün sizinle bizim aramızda olan ihtilaf insanlar için ileride gayet müthiş kan deryalarının kaynağıdır, neuzibillâh. Bir gün gelecek küre-i Arz’ı kan ile boğacağız, insanlar kan tufanında boğulacak, bu muhakkaktır.
KAYNAKLAR
1-Kalbin Zümrüt Tepeleri–1-M. Fethullah Gülen-Nil Yayınları- İst–2004
2-Kalbin Zümrüt Tepeleri–2 -M. Fethullah Gülen-Nil Yayınları- İst–2001
3–54 Farz Şerhi-Ahmed Kemâleddin Üstün- Bedir Yayınevi- İst-1994
4-Âlem-i İslam- Abdürreşid İbrahim- İşaret Yayınları- İst–2003
5-Şualar-Said Nursi-Sözler Yayınevi- İst–1993
6-Çağ Ve Nesil- M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları-İzmir–2000
7–20. Yüzyıl Ansiklopedisi-Tercüman Gazetesi Yay-İst–1990

TARİHTE BUNLAR OLDU..9


TÜRKLER NE ZAMAN KOMÜNİST OLUR?
Karl Marx 13.09.1851’de arkadaşı Engels’e şöyle yazmıştı; “Türkleri kominal hayata sokmak mümkün değildir. Onları vatan sevgisinden, dinlerinden,  adet ve dillerinden koparmadan ihtilale sürüklemek imkansızdır…” Bu satırları okuyunca, bir hayat boyu devrinin idarecilerini “Bu milletin din ile bağları kopmasın. Yolsa anarşi ve Bolşeviklik baş gösterecek” diye uyaran büyük çilekeşi hatırlamamak mümkün mü?..
MARX YARGILANIYOR
Geçtiğimiz yıllarda Londra’da bir bilim adamları mahkemesi “İnsanlığa karşı işlediği suçlar” gerekçesiyle Karl Marx’ı yargıladı. Mahkeme’de Marks’ın, milyonlarca insanın kanı üzerinde oturan komünizm’in kurucusu olduğu belirtilirken, aynı zamanda karaktersiz bir şahsiyet olduğu belirtildi. Mahkemeye göre o hiç işçi sınıfını tanımamış, akraba miraslarıyla geçinmiş, metresleri olan, hizmetçilerini köle olarak kullanan, temizlik ve yıkanmaktan hoşlanmayan birisiydi.
ŞİBLİ NUMANİ VE GAZİ OSMAN PAŞA
Hint alt kıtasının 19. yüzyılda verdiği en verimli meyvelerin başında gelen İslam’ın yüz akı Merhum Mevlana Şibli Numani’nin Anadolu Suriye Mısır Seyahatnamesi adlı eserini okuyunca, ecdadımızın kıymetini yine en fazla bizim takdir edemediğimize ve Pakistan Müslümanlarının bize sevgisine bir defa daha şahit oluyorsunuz. Öyle ki Şibli hazretleri, milletimiz için; “Ben kendimi Türklerin ayakkabılarına bir bağ olmaya bile layık göremiyorum” diyor..Bu nasıl bir sevgidir Allah aşkına..
Hazretin, bir de Plevne Kahramanı merhum Gazi Osman Paşa(1837-1900) ile karşılaması var ki, o da çok büyük inceliklerle dolu. “Bir gün çok sevdiğim ve derin hayranlık duyduğum, dünyanın Plevne kahramanı olarak tanıdığı, gönüllere taht kurmuş olan Gazi Osman Paşa’yı ziyarete gitmiştim. Görüşme sırasında karşılıklı derin bir saygı ve sevgi yakınlığı sergiliyorduk. Bu yüzden elini elime almış bırakmıyordum. Gönlümdeki derin saygıyı ve hayranlığa ulaşan sevgiyi bu hareketimle daha iyi göstermeye çalışıyordum. Bir ara dayanamadım ve “İslam düşmanlarına hangi elinizdeki silahla saldırdınız ? Gösterin de, müsaadenizle o eli öpeyim” dedim. Bunun üzerine o çok nazik, şerefli insan, büyük ve yiğit komutan bana; “İlme hizmet için çalışan ve durmadan yazan sizin eliniz öpülmeye daha layıktır” diyerek zorla o benim elimi öptü.” Bu sırada Mevlana Şibli 35, Paşa ise 55 yaşında idi..
SAİD ŞAMİL BEY’İN BİR ÖNGÖRÜSÜ
İnsan fıtratına ters bir sistem uzun vadede ayakta kalamaz. Bir müddet güce dayansa bile akıbet yıkılmaya mahkumdur. İşte SSCB ve uyduların tarih müzesinde yerlerini almaları buna en yakın şahitlerdendir. Darısı diğerlerinin başına..
Kafkas Kahramanı Şeyh Şamil hazretlerinin torunu, büyük dava adamı merhum Said Şamil Bey 20. yüzyılın canlı tarihlerinden, demirperde gerisindeki müminlerin çektikleri eza ve cefanın en yakın şahitlerinden idi..Devrini okuyuşu, olayları perde arkası ve figüranları ile bilmesi ve feraseti ile engin bir insan olan bu muhterem zat, 1970’lerde komünist dünyadaki kaynaşmaları da çok doğru anlamıştır. 1970’de şöyle buyurmuşlar; “Dıştan çok kuvvetli görünen ve korkutan Rusya’da yürürlülükte olan sistem hayatın normal gidişine ve insan tabiatına aykırıdır. Dıştan bir müdahale ile değil de, kendiliğinden çökecektir. Bu rejim dehşetiyle tarihte benzeri görülmemiş musibet ve felaket sahneleri ortaya koydu. Oralardan kaçan kardeşlerimize sorun, başlarından geçen çilelerle nasıl pençeleşmişler, kaçmayı nasıl başarmışlar? O devre ait hâlâ bir belgesel film yoktur. Komünizm milletin kaderine çöreklenmiş bir ejderha gibiydi, millet can ve ekmek derdine düşmüştü, yoksa neler neler yazılırdı.
Bu demirperde açılmayacak, yırtılacak; çünkü açılma normal bir hâlin ifadesidir. Allah bilir ya, bu rejim yıkılarak parçalanacaktır. Fakat, çöküşten sonra oradaki esir Türk milletlerinin durumu ne olacak? Şimdiden benim içim sızlayarak ifade edeyim ki, Hıristiyan asıllı olanlara bir çok yerden yardım yağarken, Türk devletlerine sadece menfaatçilerin eli uzanacak. Ben o günlere yetişemem ama sizler göreceksiniz.” Said Bey 1980’de Dar-ı Bekaya irtihal etti. Vefatından 10 sene sonra da dedikleri bir bir gerçekleşti. Allah Rahmet eylesin..
Ülkemizde de devrini basiretle okuyan birileri çok şükür vardı. Onlardan biri olan bir kutlu soluk, Türkiye’de solun çığ gibi büyüyüp geliştiği günlerde “SSCB’nin yıkılacağını, geride bir enkaz bırakacağını, Altın Neslin bu enkazdan mamureler çıkaracağını” müjdelemişti İçtimai Adalet Konferansında..
Ve gün geldi, devran döndü, müjdeler gerçekleşti. Altın Neslin feragat timsalleri, rehberlerinin işareti ile akın akın Anayurda göç ettiler. Kaderin yollarına su serptiği kutlular olarak nice destanlara imza atıllar..
TÜRKİSTAN’DA RUS MEZALİMİ
Seyyid Kasım Andicani…Merhum Ali Ulvi Kurucu beyefendinin hatıralarından tanıdığımız bu isim, Rus zulmünden Medine’ye hicret eden büyük bir tefsir alimidir. 15 ciltlik bir tefsir-i şerifin sahibi olan bu mübarek zat, Komünist dehşetinin Türkistan’ın saçaklarını sarmaya başladığı sıraları şöyle anlatmış; “Türkistan topraklarında annem ve beş kardeşimle yaşıyorduk. O günlerde Rus zulmü artıyor, çerçeve etrafımızda gittikçe daralıyor ve durumların çok tehlikeli olduğu haberleri geliyordu..         
 Gizli çalışanlara arasında olduğumdan kaçmam gerekiyordu, yoksa işkencelerin en kötüsünü görecektim. Sibirya’ya sürülüp, rejimin kölesi olacaktım veya gördüğüm şu ürküten sahneye ben de maruz kalacaktım:
Cunta’nın emriyle, Andican bölgesinde zenginlerin ne kadar paraları varsa topladılar. Yine getirin diye ısrar edince, çaresiz kalan zenginler canları pahasına neleri varsa sattılar. Mal namına hiçbir şeyleri kalmadığı halde işkenceler altında zorlanıyorlardı. Neticede şehrin dışında büyük bir çukur kazıldı ve içine yanmamış kireç dökülerek bütün Andican halkına şöyle ilan edildi; “Vatan haini bu zenginler cezaların görecekler”
İnsanlar korkudan belirtilen yere gelmek mecburiyetinde kaldılar. Vatan haini dedikleri insanları çukura attılar ve hortumla su verdiler. Sönmemiş kireç suyla temas edince yanmaya başladı. Feryat sesleri ve çırpınmalar.”
Bu dehşeti gören Seyyid Kasım Efendi çareyi kaçmakta bulur: “Afganistan hududunda bir köyde buluşup sınırı oradan geçecektik. Geceleri yürüyüp, gündüzleri saklandık. Kıyafet ve şeklimizi değiştirerek oranın köylüsü gibi görünür olduk. Hudutta bir nehre varınca nehri yüzerek geçmemiz gerekiyordu. On beş kişiden sadece üçümüz yüzmeyi biliyorduk. Diğer arkadaşlarımız orada boğuldular..”
KAYNAKLAR
1-Dünyayı Aldatanlar- Sefa Saygılı- Türdav Yayınları-İst-1998
2-Anadolu Suriye Mısır Seyahatnamesi- Şibli Numani- terc: Yusuf Karaca- Risale Yayınları- İst-2002
3-Bir Ömürden Sayfalar- Sâre Kurucu- Marifet Yayınları- İst-2002

TARİHTE BUNLAR OLDU..8

AVUSTRALYA'DA İKİ ŞEHİDİMİZ
Birinci Dünya savaşının bilinmeyen veya az bilinen bir cephesinin Avustralya cephesi olduğunu biliyor muydunuz? Evet bu cephede iki şehit vermişizdir. Bunlar Avustralya'nın "Silver City" şehrine yerleşmiş iki Osmanlıdır. Orada çalışarak hayatlarını kazanmaktadırlar. Günün birinde Halifelerinin İngilizlere karşı Sancak-ı Şerifi çıkardığını ve bütün Müslümanları cihada çağırdığını öğrenirler. Bu sırada Çanakkale cephesine gönderilmek üzere Avustralya'dan asker toplanmaktadır.
Bu iki genç, şehrin valisinin huzuruna çıkarak şöyle derler:
"Halifemiz size karşı harp ilan etmiş. Bizim de buna icabet etmek vazifemizdir. Fakat biz sizin bu kadar zamandır ekmeğinizi yedik. Bırakın gidelim. Sizinle cephede savaşalım. Burada size karşı bir harekette bulunmayı nankörlük sayıyoruz." Vali gülmüş ve onları reddetmiş:
"Bizi tehdid mi ediyorsunuz? Haddinizi bilin, edebinizle oturun yerinizde!" Bizimkiler de: "Eh ne yapalım, bizden günah gitti" diye söylenerek uzaklaşmışlar. Hemen neleri varsa hepsini satmışlar. İki makineli tüfekle bol cephane edinmişler. Sonra?
Sonra da Çanakkale'ye gönderilmek üzere limana sevk edilecek olan Anzak askerlerim taşıyan trenin geçeceği dar bir boğaza gidip mevzilenmişler. Namazlarını kılıp helalleştikten sonra, kazdıkları siperlere yerleşmişler.
Üzerinde elde dikilmiş bir Osmanlı bayrağının dalgalandığı bu siperlerin hizasına gelince, raylar üzerine yığılan taşlar treni durdurmuş ve o tren, yedi yüz Anzak askerini ölü ve yaralı olarak bırakmak zorunda kalmış.
Etraftaki tepelerde kalabalık Osmanlı kuvveti arayan düşman, bütün bu savaşı verenin sadece iki şehid kahraman olabileceğine çok zor inanmış. Neredeyse bizim bugünkü aydınlarımız kadar gafil olan ve İslam'ın gönüllerdeki hakimiyetini bilemeyen İngiliz valiye de o iki kahramanın mübarek naaşlarını selamlamaktan başka yapacak bir şey kalmamış.
İÇTE VE DIŞTA GERÇEK FATİH
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor: "İstanbul fâtihi genç hükümdar, dîvândadır. Dîvân haftada bir gün halkın şikayetlerini dinler. İçeriye ayağı çarıklı bir köylü girer. Sedirde oturan paşalar ve pâdişâhı bir bir süzdükten sonra kimin pâdişâh olduğunu kestiremez. Ve elini beline dayayarak:
"-Kangınız seâdetlü hünkârsınız?" diye sorar.
BÖYLE DEVLET ADAMINA SAHİP ÜLKENİN HAKKI BATMAKTIR
Gazi hareketi ile cihan devletine yürüyen bir beylikti Osmanlı. Cihanı üst üste karanlıkların sardığı bir dönemde, âdetâ kehkeşanlardan yıldızlar derip, bununla her gün ayrı bir donanma gecesi teşkil ederek kendi ülke ve kendi insanına hep başka başka bayram şenlikleri yaşatanlar, üstûreleşen koca bir tarihin ilk rüyalarını cılız bir söğüt ağacının dalları altında görmüşlerdi.Ama İstanbul fethedilip artık İmparatorluk haline gelinince, bürokrasi işin içine girince, saray uleması oluşunca, cihad düşüncesi yerini başka şeylere bırakınca…Bu durumu bir büyüğümüz şöyle izah ediyor; Osmanlı'nın akıbeti de, aynı rûhî çöküşün neticesiydi. Dolmabahçe Sarayı'na girdiğinizde, sadece yaldızlama için on altı ton altının harcandığını duyunca, ürperecek ve o sarayın duvarlarında siz de yıkılışın hazin tablolarını seyredeceksiniz. Bu İlahî bir kanundur ve asla değişmemiştir ve değişmeyecektir. İşte o çöküş döneminin bir devlet ricalinin ihanet hikayesini ibret nazarınıza arz ediyoruz.
1911'de İtalyanlar eski bir Osmanlı toprağı olan Trablusgarb'a (Libya'ya) saldırmışlardı. Zaten İttihatçıların Sadrazamı İbrahim Hakkı Paşa da, burasını âdetâ işgale âmâde bir hâle getirmişti. Oradaki askeri Yemen'e sevk etmiş, askerî vâli ve kumandanı da bir bahâneyle İstanbul'a celb etmişti. Halbuki kendisi, Roma büyükelçiliğinden sadrazamlığa intikal etmiş bulunuyordu. İtalyanların niyetlerini, herkesten iyi bilmesi gerekirdi. Ancak bütün bunlar bir tarafa, Trablusgarb çıkarması hakkındaki İtalyan ültimatomu kendisine ulaştığında dahî Osmanlı ordusunda müşâvir olarak çalışmakta bulunan İtalyan asıllı Robilan ile "biriç" oynamaktaydı. Arz edilen ültimatomu:
"-Şuraya koyun; oyunum bitsin!.." diyerek saatler sonra açmak gibi bir gaflet ve ihânet göstermişti.
BİR ANAMIZIN AĞLATAN ŞUURU 
İstanbul, ecnebî işgali altına düşmüştür. Harbiyenin cadde tarafındaki balkonundan İngiliz askerleri Mehmetçikleri süngü ve dipçiklerle uzaklaştırarak Osmanlı bayrağını indirip oraya İngiliz bayrağını çekmektedirler. Karşı kaldırımda işçi kılıklı bir Anadolu kadını ağlamaktadır.Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey, bu kadını tesellî makamında:
"-Ağlama hemşire! Bu vatanın evladları bir gün yetişir, o bayrağı oradan indirir, gene bizimkini çekerler." der.
Kadın, Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey'e bir yaralı aslan gibi titreyerek:
"-A oğul! Ben onun için mi ağlıyorum sandın? Elbette birgün evladlarımız yetişir, o İngiliz bayrağını oradan indirir, bizimkini yerine çekerler. O mühim bir mes'ele değil. Sen biraz evvel dövülmüş ve elinden silahı alınmış Mehmetçiklerin önümüzden geçerken:«-Eyvah! Müslümanlık bitti! Dîn-i Muhammedî bitti!» diye feryâd ettiklerini duymadın mı? Ben o evlâdların ümidlerini yitirmiş olarak böyle söylemelerine ağlıyorum. Bir müslüman evlâdı, bu dînin kıyâmete kadar bâkî olduğunu bilmez mi? Bu nasıl sözdür? Bu inanç kaybedilirse, o bayrağın değiştirilmesi güçleşir. Bu inanç bâkî kaldıkça, o bayrağı indirmek bir hiçtir."
KAYNAKLAR
1-Altınoluk Dergisi-Sayı:1
2- Altınoluk Dergisi-Sayı:161(Osman Nuri Topbaş ile Röportaj)
3-İrşad Ekseni-M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları-İzmir-1998

TARİHTE BUNLAR OLDU..7


AVRUPA'NIN İSLAM'A BAKIŞINA KÜÇÜK BİR NUMUNE
Son karikatür krizi, Avrupa'nın İslam'a bakışında, önyargısında hiçbir şeyin değişmediğini bir kere daha -görmek isteyenlere- gösterdi. Batı dünyası kadimden bu yana İslam'a hiçbir zaman sıcak bakmamış ve ona karşı hiç mi hiç alaka duymamıştır. Evet; "Her fırsatta kendini medeniyetin beşiği, insanı, insânî değerlere taşıyan aydınlık koridorun ışık kaynağı ve devletlerarası dengenin en önemli unsuru gören "batı" dediğimiz bu insafsız dünyâ, hemen her zaman ya bizzat veya iğfâl ettiği bir kısım çapulcularla -hem de medeniyet adına- vahşetlerin en utandırıcılarını irtikâp etmiş, insanlığı ışığa çıkaracağım diye, yığınları sürekli kara delikler etrafında dolaştırmış ve dünyânın her yanında, milletlerarası muvâzeneyi bozucu karanlık oyunlar oynamış, akla-hayâle gelmedik entrikalar çevirmiştir.. hele İslâm dünyâsına karşı hiç mi hiç insaflı olamamış.. insaflı olmak bir yana, her fırsatta gelip gelip bu mazlum dünyâya yüklenmiş.. onu bölüp parçalamış.. yer yer ırk ve mezhep mülâhazasıyla bu koca âlemi birbirine düşürmüş, öyle kindâr, öyle kanlı bir ittifaktır ki, zamanın hiçbir diliminde ve târihin hiçbir devrinde kat'iyyen haçlı düşüncesinden kurtulamadığı gibi hilâli de hiçbir zaman hazmedememiştir."
Bu denilenlere küçük bir hatırayı misal olarak vermek istiyoruz: Sayın İhsan Süreyya Sırma Bey, İslam Ve Tarih adlı eserinde, Fransa'da bulunduğu yıllarda başından geçen şu ilginç hadiseyi naklediyor: "Paris'te ilkokul öğrencisi Müslüman bir çocuğa hususi olarak "İslam Tarihi" dersi verirken, bu çocuk devamlı olarak İslam, İran, Türk, Arap düşmanlığını ortaya koyuyor ve bu kelimeleri duyunca küfür edilmiş gibi oluyordu. Bana dedi ki; "Benim öğretmenim Müslümanların tarihini böyle anlatmıyor. Müslümanlığın ilk şartı namaz değil, dört kadınla evlenmektir."
FRANSA'NIN CEZAYİR KATLİAMI
 Bir büyüğümüz şöyle derken ne kadar haklıdır: "Bütün seyyiâtına rağmen Batı, şimdiye kadar bizlere hep bir fazilet kaynağı olarak gösterildi; fenalıklarına bütün bütün göz yumuldu; iyiliklerinin de habbeleri kubbeler gibi destanlaştırıldı.. alkışlandı ve alkışlatıldı; kitleler aldatıldı ve bu bâzicede olan da yine millete oldu."
Bizlere "Ermenileri kırdı geçirdiler" diye bühtanlar savuran Fransa'nın1958'lerde Cezayir İstiklal Harbinde yaptığı katliamların bile üzerine çoktan sünger çekildi. Adamlar bizim ne kadar saf, iyi niyetli, unutkan ve de tarih okumayan insanlar olduğumuzu biliyorlar ya, zeytinyağı gibi hep üste kalmayı beceriyorlar.
Christiana Lilliestierna adlı bir bayan gazeteci Fransız Sömürge idaresince müslümanların toplandığı bir kampta ki gözlemlerini şöyle anlatmış; "Şimdi yedi yaşlarında bir erkek çocukla beraberim. Vücudu yara bere içinde. Anasını, babasını ve kız kardeşlerini önce tartaklayan, sonra da öldüren Fransız askerleri, onu da tellerle sımsıkı bağlamışlar. Bir teğmen de, görsün ve gördüğü şeyleri uzun süre hatırlasın diye, çocuğun gözlerini elleriyle açık tutmaya çalışmış. Dedesi, bu kampa getirmek için beş gün sırtında taşımış onu. Çocuk diyor ki; "Bir tek şey istiyorum: bir Fransız askerini küçük parçacıklara kadar kıtır kıtır doğramak."
 TAASSUP
 Taassup denen illetten kendini kurtarabilmiş kaç babayiğit gösterilebilir şu alemde.  "Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan zordur" diye boş yere dememiş Einstein. Taassubun bir yere kadar zararı olmadığı, hatta gerektiğini düşünenlerdenim ki, buna salabet deniyor. İbn-i Halduntaassubun bu kadarının bir cemiyetin oluşması ve devamı için şart olduğuna değiniyor. Buna bir nevi müsbet taassup demek mümkün. 
Ama işte tam burada ince kırmızı hat başlıyor, hakikatin rengini değiştiriyor. O da "aşırı sevgi veya aşırı düşmanlık" hattı. Öyle ki, kişi, bir insanı kötü bellediyse daha ona hiç hayat hakkı tanımıyor, dediği ve yaptığı doğruları göremiyor, görmek de istemiyor. Sevdiği bir kişi, grup, klik, millet için de tam tersi geçerli tabii. Halbuki olayları ve kişileri okuyuşumuz bulunduğumuz yerden bağımsız olamıyor.
Memleketimizde her kesim de taassubun çok ilginç örneklerini görmek her zaman mümkün… Onun için, bu ülkede olayları ve kişileri izlerken hep aklımaİsmet Özel'in şu sözü gelir: "Kim hangi tarafa kulağını açmışsa diğer tarafa sağır."
Bu sadece bize has bir durum da değil. İnsanlığın kaderi bu. İşte tarihten bir misal: 14. Yüzyılda yaşamış büyük Şafii alimi Tacuddin es Sübki, Tabakat-üş Şafi'iyye adlı eserinde şunları yazıyor: "Tarihle uğraşanlar, eserlerini yazarken bazı insanları yücelttiler, bazılarını ise aşağıladılar. Bunu da ya taassuplarından, ya da cehaletlerinden yaptılar. Yahutta, güvenilir olmayan kaynaklardan rivayet ettikleri için bu hataya düştüler. Bu şekilde hata yapmayan çok az tarih kitabı gördüm. Mesela hocamız olan ez- Zehebi'nin- Allah onu affetsin-tarihi ifrat derecede  taassuplarla doludur. Şafii ve Hanefi alimlerinden bahsederken bunlara fena bir şekilde dil uzatmıştır. Bu büyük alim ve hafız böyle yaparsa artık siz başkasını düşünün."
"İS FREUD DEAD?"
 Ünlü Time Dergisi 1966 yılındaki bir sayısında, psikanalizin kurucusuSigmund Freud'un bütün dinleri reddeden ve insanı insanlık semasından düşüren fikirlerinin artık tartışmasız bir şekilde genel kabul gördüğünü ilan etmiş ve bunu kapağına şu ifadelerle yansıtmıştı; "Is God dead"(Tanrı öldü mü?")
Zaman geçti, Freud'un görüşleri sarsıntıya uğradı, tarih müzesine kaldırılmaya hazırlandı ve aynı dergi, 27 yıl sonra, günah çıkarırcasına bu yıkılışı okuyucularına şu şeklide duyurdu; "İs Freud Dead"(Freud Öldü mü?)
Dergi, özetle şu görüşlere yer vermişti; "Manevi hayatın izahını marazi(hastalıklı) modellere dayandırmak ve çocuğu birtakım cinsi sapkınlıkların kaynağı gibi görmek, son derece yanlıştır ve insan olma vasfına ve özelliğine yakışmayacak şeylerdir. İnsanı bazı süfli cinsi duyguların eseri gibi göstermeye çalışan bu teori elbette kabul edilemez."
KAYNAKLAR
 1-İslam Ve Tarih-İhsan Süreyya Sırma- Beyan Yayınları- İst-1991
2-Zamanın Altın Dilimi-M. Fethullah Gülen- TÖV Yayınları- İzmir-1996
3-Prizma-2-M. Fethullah Gülen- Nil Yayınları- İzmir-1997
4-Dünyayı Aldatanlar- Doç. Dr. Sefa Saygılı-Türdav Yayınları- İst-1998

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...