25 Nisan 2018

Hafıza zayıflığı ve unutkanlık önleyici şifalı bitkiler

Mezopotamya

Mezopotamya

Mezopotamya Ortadoğu’da, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgeye verilen addır. Mezopotamya’nın yaşadığımız coğrafyada şu andaki yerini belirtmek gerekirse Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Güneybatı İran topraklarından oluşmaktadır. Büyük bir bölümü bugünkü Irak’ın sınırlarının içinde kalan Mezopotamya, tarihte birçok medeniyetin doğduğu ve asırlar boyunca kavimlerin uğruna kan döktüğü bereketli topraklara sahip bir bölgedir. 
Mezopotamya’nın Coğrafi Konumu ve Özellikleri

  • Şattü-l Arap

    Mezopotamya olarak ismi geçen bölge, Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alır. Bu sebeple Mezopotamya tanımı daha çok toprakları bu iki nehir arasında kalan yerleşim yerleri için kullanılmaktadır. Güneydoğu Toroslardaki kar ve yağmur sularıyla kabaran Dicle ve Fırat Nehri, Bağdat yakınlarındaki Kurna şehrinde birleşirler. Bu nehirler birleştikten sonra “Şattü-l Arap” ismini alır ve sonra Basra Körfezi’nden denize dökülür. 
  •  Mezopotamya ve Tarihi

  • Mezopotamya Haritası

    Mezopotamya bölgesi, medeniyetlerin doğuşuna ve çöküşüne tanıklık ettiği için medeniyetlerin beşiği olarak ifade edilir. Bereketli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yerleşime sahne olmuş ve asırlarca istilaya uğramıştır. Bilinen ilk okur-yazar toplulukların yaşadığı bu bölgede birçok medeniyet gelişmiştir. Mezopotamya; SümerBabilAsurAkad ve Elam gibi çok eski tarihlere dayanan medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve dünya kültür medeniyetinin başlangıç noktası olmuştur.
    Özellikle farklı coğrafyalardan bölgeye yapılan göçler, siyasi iktidarsızlık yaratmış fakat buna rağmen bölgenin kültürel mirasını da bir o kadar arttırmıştır. Dünyanın en köklü medeniyetleri olan ve dünya mirasının ilklerini oluşturan Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular gibi büyük medeniyetler Mezopotamya toprakları üzerinde hüküm sürümüşlerdir. Dünya üzerinde son buzul çağı hüküm sürerken insanlar özellikle buzların erimeye başladığı ve ılıman iklime sahip olan daha güney bölgelere inmeye başlamışlardır. Bu göçler esnasında Mezopotamya’da yerleşim yerleri kuran insanlar zamanla Buz Devri’nin bitmesiyle kuru tarıma başlamışlardır. Güneydoğu Anadolu’da Çayönü (Diyarbakır-Türkiye) ve Göbekli Tepe (Şanlıurfa-Türkiye) gibi yerleşim yerleri Neolitik dönemde Mezopotamya’daki göze çarpan başlıca yerleşim bölgeleridir. Adı geçen bu yerleşim yerleri özellikle medeniyetlerin yaşam tarzları ve kullanılan araç ve gereçlerin teknolojik ilerlemesini takip edilebilmesi açısından da oldukça önemlidirler.
  •  Mezopotamya’da Kurulan Medeniyetler

    Sümerler

    1. Sümerler: Büyük medeniyetlerin ve dünya kültür mirasının temellerini atan Sümerler, tarih sahnesine diğer medeniyetlere nazaran daha erken çıkmıştır. M.Ö 4000 yıllarından itibaren başlayan tarihi ile Sümerler; yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gibi pozitif öğretilerin yanı sıra din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda da diğer medeniyetlere örnek olmuşlardır. Sümerler döneminde Mezopotamya'da 18 tanesi büyük olmak üzere yaklaşık 35 şehir ve kasaba var olduğu bilinmektedir. Bunlara; Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur örnek verilebilir. İlk olarak Uruk Kralı Lugalzagizi aşağı Mezopotamya’daki kent devletlerini bir yönetim altında toplamıştır (M.Ö.2750). Sümerlere Elamlar son vermiş (M.Ö 2000 yıllarının başları) ve böylece Mezopotamya’da Akadların devri başlamıştır.

    Akadlar

    2. Akadlar: Sümerlerin zayıflamasından sonra güçlenen Akadlar, Sami kökenli savaşçı bir topluluktur. Sümerlerden sonra Mezopotamya’nın hükümdarlığını ele geçiren bu topluluk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncülüğünü yapmıştır. Savaşçı bir topluluk olan Akadlar, ilerleyen tarihlerde çıkacak olan Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Çok tanrılı bir inanca sahip olan Akadlar zafer anıtını inşa eden topluluk olmuştur. Akadlar, Sümerlerin aksine merkezi otoriteye önem vermiş ve Mezopotamya’yı tek bir merkezden yönetme planları kurmuşlardır. Akad hanedanının kurucucu Sargon ailesidir. Agade isimli bir başkent kuran Sargon tarihi kayıtlara göre 34 savaş yapmıştır. Yinede Sargon ile ilgili anlatılan ve eldeki bulgular daha çok mitolojik ve efsane niteliğindedir. Sargon’un torunu olan Akad Kralı Naram-Sin de dedesinin yolundan giderek birçok sefer yapmıştır. Fakat bölgedeki güç dengelerinin değişmesiyle Akadlar bu dönemde düşüşe geçmişlerdir. Kısa bir süre içinde Zagros Dağları’ndan inen ve Akad ülkesini işgale başlayan Gutiler ile yönetim zayıflamış ve M.Ö 2100 yıllarında tekrar Sümerler tarafından yıkılmışlardır.

    Babiller

    3. Babiller: Sami kökenli bir topluluk olan Babiller Amurrular tarafından kurulmuştur. Devletin kurucusu Sumu-Abum’dur. Özellikle devletin başına geçen 5. Kral Hammurabi ile Babiller diğer kavimlere egemenlik kurmuşlardır. Hititlerinçekilmesinden sonra Babil ülkesi Asurluların egemenliğine girmiştir. Medlerle birleşen Babiller M.Ö 626 yılında Asur devletini yenerek tekrar bağımsız olmuş ve II. Babil Krallığı’nı kurmuşlardır. Kurulan II. Babil devletine ise Persler son vermiştir. Sümerlerin etkisinde bir medeniyet kuran Babiller, ziggurat denen çok katlı tapınakları inşa etmişlerdir. Bu yapıların üst katı rasathane (gözlemevi), alt katını ise ürünlerin depo edildiği kiler olarak kullanmışlardır. Mimari açıdan Mezopotamya’nın en gelişmiş medeniyeti Babiller olmuşlardır.

    Asurlular

    4. Asurlular: M.Ö 2100 yıllarında Arabistan’dan gelerek Mezopotamya'ya yerleşen Asurlular Sami kökenli bir kavimdir. Fakat zamanla içlerine Sümerlilere benzeyen Hurriler de karışmıştır. Bu devlet adını kuruldukları Asur şehrinden almıştır. Başkenti Dicle kıyısında kurulan Ninova şehridir. Asurlular M.Ö 1960 yıllarından sonra Anadolu’da pek çok ticaret kolonisi kurmuşlardır. Anadolu’ya yazının gelmesi Asurlu tüccarların sayesinde olmuştur. Hititlerin akınları ile zayıflayan bu kavim en parlak dönemlerini Asurbanipal zamanında yaşamışlardır. Yaptıkları seferlerle Kıbrıs’a egemen olan Asurlular, devletin sınırlarını İran’dan Mısır’a kadar genişletmişlerdir. Hititler, Mısırlılar ve Urartularla savaşmışlardır. İran’da giderek güçlenen Medler, Babilliler ile birleşerek Asurlulara son vermişlerdir (M.Ö 625). Asur devleti yıkıldıktan sonra toprakları Babil ve Medler arasında paylaşılıştır.

    Elamlar

    5. Elamlar: Sami kökenli olan Elamlılar Mezopotamya’nın güneydoğusunda hükümsürmüşlerdir. Başkentleri Sus şehri olmuştur. M.Ö 3000 yılında diğer kentlere egemenlik kurmuş olan Elamlar, M.Ö 7. yüzyılda Asurlular tarafından yıkılmışlardır.
    Son olarak Bölgedeki diğer kavimlere üstünlük kuran Persler giderek güçlenmişlerdir. Büyük İskender’in Persleri egemenliği altına alışına kadar Mezopotamya Pers egemenliğinde kalmıştır. Pers-Sasani İmparatorluğu döneminde Mezopotamya bölgesi “İran’ın Kalbi” olarak anılmıştır. Daha sonra Mezopotamya’nın Arap halifelerin kontrolüne girmesiyle kuzeyde Musul ve güneyde Bağdat şehirleri başkent olarak seçilmişlerdir.
    Daha sonra Osmanlı hâkimiyetindeyken üç vilayete ayrılan Mezopotamya, Musul, Bağdat ve Basra daha sonra kısa bir süreliğine de olsa I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin eline geçmiştir. Daha sonra 1920’de İngilizler tarafından Irak ulus devleti kurulmuştur ki bugünkü Irak sınırlarının yanı sıra Kuveyt de bu sınırlara dâhil olmuştur. 
  • İster buzul çağından sonra olsun isterse Osmanlı Devleti döneminde, Mezopotamya, böylesine bereketli topraklar ve kıtalar arasında stratejik öneme sahip bir bölge olmuştur. Yakın zamanda yaşanan Arap Baharı, Libya ve Mısır’da çıkan isyanlar ve Güneydoğu komşularımıza yapılan müdahaleler bölgedeki kıymetli topraklarının günümüze kadar etkisini sürdürdüğünün belirtisi olmuştur.
  •  Mezopotamya Uygarlıklarında Yazı
    Mezopotamya yüzyıllarca birçok bölgeden göç almış bir bölge olduğu için buraya göç eden kavimler burada yeni bir uygarlık kurmak yerine bölgede var olan uygarlığın yaşam tarzını ya da dini inanışını benimsemişlerdir. Mezopotamya uygarlıklarında ilk önceleri resimli anlatım kullanılmış daha sonraları çivi yazısına geçilmiştir.
    Çivi yazısı anlatılmak istenen düşüncenin küçük resimler aracılığıyla anlatılan piktogramdan esinlenmesiyle hazırlanmıştır. Daha sonraları geliştirilen bu resimlerin yerini harfler oluşturulmaya başlamış ve çivi yazısı keşfedilmiştir. Kullanılan bu semboller kil tabletler üzerine işlenir, tabletler fırında pişirilir ve böylece yazı korunmuş olurdu.


    Mezopotamya da yazı

    Mezopotamya’da yazı dili, sık olarak kullanılan Sümerce ve Akadça’dır. Bu dillerden özellikle Sümerce Türkçe'ye olan benzerliğiyle büyük dikkat çekmiştir. Daha sonra bölgede güçlenmeye başlayan Hurilerin dili olan Hurrice’de bölgedeki hükümdarlıkları süresince kullanılmıştır. Ayrıca Hurrice’nin kökeninin Kuzeydoğu Kafkas dili ailesine yakınlık gösterdiği de bulunan az sayıda belgelerle kanıtlanmıştır.
    Yazının icadıyla birlikte medeniyetler edebi eserlerde de gelişim göstermiştir. “Gılgamış Destanı”, “Tufan Hikâyesi” ve “Yaratılış Manzumesi” gibi önemli eserler bu bölgede şekillenmiştir. 
  •  Mezopotamya Uygarlıklarının Yaşam Biçimi


    Mezopotamya da yaşam

    Mezopotamya uygarlıklarında toplumsal sınıfın en üstünde Krallar ve rahipler yer almıştır. Bunun altında kalan sınıflar ise; asiller, hürler ve köleler olarak üçe ayrılmıştır. Asillere kral tarafından geniş topraklar verilmiş ve savaşta kralın yanında bulunmuşlardır. Hürler, ülkedeki bütün haklara sahip kimselerdir. Bunlar, askerler, zanaatkârlar, tüccarlar ve köylülerden oluşur bu kesim vergilerini verir, askerlik yapar, tapınak ve kanal yapımında çalışırlardı.
    Halk kitlesinin en alt tabakası olan köleler ise, hiçbir hakkı olmayan insanlardı ve bu kişiler eşya gibi ticarete konu olabilir hatta takas edilebilirdi. Köleler; savaşta esir alınan, parayla satılan, borçları yüzünden hürriyetlerini kaybeden insanlardan meydana geliyordu. 
  •  Mezopotamya Uygarlıklarında Bilim ve Tıp
    Mezopotamya bölgesi özellikle astronomi ve matematikte ilerleyen uygarlıklardan oluşmuştur. Sümerler, zamanı 60 dakikalık saatlerle ölçen ve ilk kez haftayı 7 güne bölerek zaman planı yapan uygarlık olmuştur. Astronomide ilerleyen bu uygarlıklar daha çok astronomiyi bir bilimden ziyade mitolojik güce ulaşmak ve onu anlayabilmek için bir araç olarak kullanmışlardır. Her ne kadar anatomi ve tıp biliminde gelişme gösteremeseler de özellikle başlıca hastalıkların listesini tutmuş, hatta vakaları inceleyerek bir teşhis listesi oluşturmuşlardır. 
  •  Mezopotamya Uygarlıklarında Hukuk
    Mezopotamya uygarlıklarında özellikle Babil kralı olan Hammurabi kendi yasaları ile ünlü bir kraldır. M.Ö 1780 yıllarında bulunmuş olan Hammurabi Yasaları en eski kanunlardır ve Mezopotamya uygarlıklarından günümüze kalan eserler arasında en iyi korunanıdır. Hammurabi yasaları 282 hükümden oluşmaktadır. Özellikle kanunlarda yer alan evlilik kurumu ile ilgili kurallar günümüzdeki Medeni Hukuk’un temellerini atmıştır.  
  •  Mezopotamya Uygarlıklarında Dini İnanış ve Mitoloji

    Mezopotamya'da Dini İnanış

    Mezopotamya uygarlıklarında hakim olan dini inanış, daha çok göklerde yaşadığına inanılan tanrı ve tanrıçalardan kurulu çok tanrılı bir inanıştan oluşmaktadır. Bu dönemde dini inanışa dayalı yazılmış olan destanlar hem dini hem de mitolojik tasvirlerle doludur. Özellikle inanışların ortaya çıkışı olarak nitelendirilen bu dini inanış “Tufan” ve “Yaratılış” gibi mitolojik anlatımlarla zenginleştirilmiştir.
Mezopotamya’nın dini inanışı; Sümer, Akad, Asur ve Babil odaklı olmakla beraber, bölgedeki yaşayan halkın mitolojik inanışlarından da yoğun şekilde beslenmiştir. Çok tanrılı olan Mezopotamya dinlerinin Tanrı ve Tanrıçaları zaman içinde isim olarak değiştirilse de bazı odak tanrılar hep aynı kalmıştır. 
Bu tanrı ve tanrıçalardan bazıları şunlardır: 

 1. An: Sümerler de Gök Tanrısı olan An, daha sonraları “Anu” olarak anılmaya başlanır. Anu Ki ile evlidir; fakat diğer Mezopotamya dinlerinde Uras olarak anılan bir eşi daha vardır. 
 2. Marduk: Babil’in baş Tanrısı’dır. 
 3. Gula: Bazı bölgelerde Ninişina olarak bilinen bu Tanrıçanın şifa kaynağı olduğuna inanılırdı. Bir kişi hastalandığında hastanın şifa bulması için Gula’ya dua edilirdi. 
 4. Nanna: Ay Tanrısıdır. Enlil’in çocuklarından biridir. 
 5. Enlil: Mezopotamya dininin en güçlü Tanrısı olarak görülürdü. Karısı Ninlil çocukları ise: İnana, Iskur, Nanna-Suen, Nergal, Ninurta, Papilsag, Nuşu, Utu, Uras, Zabab ve Ennungi’dir.
6. İşTar: Asurlu aşk ve cinsellik tanrıçasıdır. Sümer tanrıçası İnanna’dan geldiği düşünülmektedir.
7. Nabu ve Ninurta: Nabu, yazı ve bilgelik tanrısıdır; Ninurta ise, Savaş Tanrısıdır. Mezopotamya İlk Kardeşkanının Döküldüğü Coğrafya Mıdır? Kardeş olan Habil ve Kabil, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’in oğullarıdır. 

Büyüyüp ergin yaşa gelince Kabil, kardeşinin evleneceği kıza talip olmuştur, bu olay üzerine Hz. Âdem ikisinin de kurban kesmelerini Allah-u Teâla’nın hangisinin kurbanını kabul ederse, o kişinin kızla evleneceğini söylemiştir. Kurbanlar kesildikten sonra kalbi fesat ve kinle dolu Kabil kaybetmiş, Allah-u Teâla Habil'in kurbanını kabul etmiştir. 

 Hz. Âdem Habil’in ölümünü duyunca Kabil'e beddua etmiş ve Kabil, Yemen diyarına kaçarak orada yurtsuzların, putperestlerin içine karışmıştır. Kabil, ilk kardeş kanı döken insan olarak anılır. Hz. Muhammed bu olayla ilgili hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Haksız yere öldürülen her insanın kanının günahında, Âdem’in oğlunun (Kabil) bir payı ayrılır. 

Çünkü bu katli adet edindiren odur.” İşte bu yüzden “burası Mezopotamya Kabil’in Habil’i öldürdüğü ve tarihte ilk kardeş kanının döküldüğü yerdir” denmiştir. Bunun üzerine iyice sinirlenen Kabil, öz kardeşini öldürmeyi düşünmüştür. Kuran-ı Kerim’de de Hz. Âdem’in oğulları arasında geçen olayın kısas olarak gösterilmesi ve anlatılması bu hikâyeyi doğrulamaktadır. 

Daha sonra kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşine onu öldüreceğini söylemiştir; fakat kardeşi hiçbir şekilde karşı koymamış ve Kabil öz kardeşini öldürmüştür. Kardeşini öldürdükten sonra azaplarda boğulan Kabil'e, kardeşini gömmesi için bir karga örnek olunca “Eyvahlar olsun şu karga kadar olamadım” diyerek kardeş acısıyla iyice yanarak kavrulmuştur.

Ezoterik Batini Doktrinler Tarihi

MAYALAR VE TÜRKLÜK PDF




MAYALAR VE TÜRKLÜK PDF

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Türklerin Ana Vatanı Kayıp Kıta Mu

BAĞDAT BASRA



BAĞDAT BASRA

bağdat basra ile ilgili görsel sonucu

Bağdat dahi Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bugünkü şekliyle kurulmuş değildi. 
Keza Aleyhissalâtu vesselâm devrinde, şehirlerden bir şehir de değildi. 
Bu sebeple Resulullah ( aleyhissalâtu vesselâm) : 
"Müslümanların beldelerinden biri olur" demiş, geleceğe matuf konuşmuştur. 
Aleyhissalâtu vesselâm zamanında bilakis ( o civarda), 
Kisra´nın Medain şehri çıktıktan sonra Basra´ya mensup, onun nahiyeleri sayılan bir kısım köyler vardı ( büyük bir şehir yoktu). 
Ayrıca, meselenin bir başka yönü daha var : 
Zamanımızda, 
Türklerin Basra´ya savaş suretiyle girdiğine dair kimse bir şey işitmiş değildir. Hadisin mânası şu olmalıdır : 
"Ümmetimden bir kısmı, Dicle yakınlarına inecek ve orada yerleşecektir. 
Burası Müslüman beldelerden biri olacaktır." 
İşte burası Bağdat´tır." ( Aliyyu´l-Kârî´den.)

Benî Kantûra ile Türklerin kastedildiği kabul edilmiştir. 
Hattâbi, "dendiğine göre" diyerek şu açıklamayı kaydeder : 
"Kantûra Hz. İbrahim´in cariyesinin ismidir. 
Hz. İbrahim´in bundan çocukları dünyaya geldi. 
Türkler bu çocuklardan çoğalmadır." 
Bazı açıklamalara göre Kantûra, Türklerin atasının ismidir. 
Bazı âlimler bu açıklamaları reddeder ve 

"Türklerin, Hz. Nuh´un oğullarından Yafes´ten çoğaldıklarını ileri sürer. Hz. Nuh aleyhisselam, Hz. İbrahim´den çok önce yaşadığına göre Türklerin Hz. İbrahim´le bir irtibatı olmamalıdır. Görüşlerdeki bu zıtlığı, 
"Cariyenin,Yafes evladından olması mümkündür" 
veya 
"Cariye ile, -Hazreti İbrahim´in evladlarından gelmesi haysiyetiyle
Hz. İbrahim´e mensup, Yafes´in evladlarından biriyle evlenmiş bir kızın kastedilmiş olması, 
Türklerin mezkur evlilikten hasıl bulunması da mümkündür" 
gibi uzlaştırıcı açıklamalarla kaldırmaya çalışanlar da olmuştur.
Şunu kaydetmek isteriz : 
Yeryüzündeki ırkların menşei bugün dahi ilmî kesin bir çözüme kavuşmuş değildir. 
Sadece bazı nazariyeler mevcuttur. 
Kaydedilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, eski kitaplarımız da, çok sağlam ve kesin bir kaynağa dayanmaksızın, malumat-ı mütearife şeklinde yaygınlık kazanmış olan bir kısım rivayeti, bütün farklılıklarıyla birlikte tekrar etmektedirler. 

İlerde Kıyamet´le ilgili bölümde,  

Kıyamet Öncesi Fitneler Faslında ( 5018. hadis) açıklayacağımız üzereulemanın ekseriyeti tarafından Fitne ile ilgili arapça türkçe hadisler Fitne hakkında hadisler (Arapça ve Türkçe açıklamaları)

* İSMİ ZİKREDİLEN FİTNELER


ـ4766 ـ1ـ عن حُذيفة رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]كُنَّا عِند عُمَرَ رَضِيَ 
اللَّهُ عَنْه فقال: أيُّكُمْ يَحْفَظُ حَدِيثَ رَسُولِ اللَّهِ # في 
الْفِتْنَةِ؟ فَقُلْتُ: أنَا. قَالَ: إنَّكَ لَجَرِئٌ؛ وَكَيْفَ؟ قَالَ 
قُلْتُ: سَمِعْتُهُ يَقُولُ: فِتْنَةُ الرَّجُلِ في أهْلِهِ وَمَالِهِ 
وَوَلَدِهِ وَنَفْسِهِ وَجَارِهِ يُكَفِّرُهَا الصِّيَامُ، وَالصََّةُ، 
وَالصَّدَقَةُ، وَا‘مْرُ بِالْمَعْرُوفِ، وَالنَّهْىُ عَنِ الْمُنْكَرِ 
فقَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: لَيْسَ هذَا أُرِيدُ إنَّمَا أُريدُ 
الَّتِى تَمُوجُ كَمَوْجِ الْبَحْرِ قَالَ
فَقُلْتُ: مَالَكَ وَلَهَا يَا أمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ! إنَّ بَيْنَكَ 
وَبَيْنَهَا بَاباً مُغْلِقاً. قَالَ: فَيُكْسَرُ الْبَابُ أوْ يُفْتَحُ؟ 
قَالَ: قُلْتُ: َ. بَلْ يُكْسَرُ. قَالَ: ذلِكَ أحْرَى أنْ َ يُغْلَقَ 
أبَداً. فَقُلْنَا لِحُذَيْفَةَ: هَلْ كَانَ عُمَرُ يَعْلَمُ مَنِ الْبَابُ؟ 
قَالَ: نَعَمْ، كَمَا يَعْلَمُ أنَّ دُونَ غَدٍ اللَّيْلَةَ، إنِّي 
حَدَّثْتُهُ حَدِيثاً لَيسَ بِا‘غَالِيطِ. فَقِيلَ لِحُذَيْفَةَ: مَنِ 
الْبَابِ؟ قَالَ: عُمَرُ[. أخرجه الشيخان والترمذي



(4766)- Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: 

"Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in yanında idik: Bize:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?" dedi. Ben atılıp: "Ben biliyorum!" dedim."Sen iyi cür'etlisin, nasılmış söyle bakalım!" dedi. Ben de anlattım: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim. Demişti ki: "Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi'lmaruf ve nehy-i ani'l münker bu fitneye kefaret olur!"

Ömer (radıyallahu anh) atılıp: 

"Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!" dedi. Bunun üzerine ben:
"Ey mü'minlerin emîri! O fitne ile sizin ne alâkanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut!" dedim.


"Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?" dedi.
"Hayır açılmayacak bilakis kırılacak!" dedim. 
Hz. Ömer (hayıflanarak):
"(Eyvah) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!" buyurdu." 
Ravi der ki: "Biz Huzeyfe (radıyallahu anh)'ye sorduk:"
Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu? 
"Evet, dedi. Yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyyette onu biliyordu. 
Ben hadis rivayet ettim; boş söz (ve efsane) anlatmadım."


Huzeyfe (radıyallahu anh)'ye soruldu:"O kapı kimdir?""Ömer (radıyallahu anh)'dir!" buyurdu.
" [Buharî, Mevakitu's-Salat 4, Zekat 23, Savm 3, Menakıb 25, Fiten 17; Müslim, Fiten 17, (144); Tirmizî, Fiten 
71, (2259).]


ـ4767 ـ2ـ وفي رواية لمسلم رحمه اللَّه قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ # 
يَقُولُ: تُعْرَضُ الْفِتَنُ عَلى الْقُلُوبِ كَالْحَصِيرِ عَوْداً عَوْداً. 
فأىُّ قَلْبٍ أُشْرِبَهَا نَكَتَتْ فِيهِ نُكْتَةً سَوْدَاءَ، وَأىُّ قَلْبٍ 
أنْكَرَهَا نَكَتَتْ فيهِ نُكْتَةً بَيْضَاءَ حَتّى يَصِيرَ عَلى قَلْبَيْنِ: 
قَلْبٍ أبْيَضَ مِثْلِ الصَّفَا فََ يَضُرُّهُ فِتْنَةٌ مَا دَامَتِ 
السَّمَواتُ وَا‘رْضُ وَاŒخَرُ أسْوَدُ مُرْبَادٌّ كَالْكُوزِ مَجْخِيّاً َ 
يَعْرِفُ مَعْرُوفاً وََ يُنْكِرُ مُنْكَراً إَّ مَا أُشْرِبَ مِنْ هَوَاهُ؛ 
وَفيهِ قَالَ حُذَيْفَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: إنَّ بَيْنَكَ وَبَيْنَهَا 
بَاباً مُغْلَقاً يُوشِكُ أنْ يُكْسَرُ قَالَ عُمَرُ: أكَسْراً َ أبَالَكَ؟ 
فَلَوْ أنَّهُ فُتِحَ، كَانَ لَعَلَّهُ يُعَادُ. قَالَ: وَحَدَّثْتُهُ أنَّ 
ذلِكَ الْبَابَ رَجُلٌ يُقْتَلُ أوْ يَمُوتُ حَدِيثاً لَيْسَ بِا‘غَالِيطِ. 
فَقُلْتُ لِسَعْدِ بْنِ طَارِقٍ: مَا أسْوَدُ مُرْبَادٌّ؟ قَالَ: شِدَّةُ 
الْبَيَاضِ في سَوَادٍ. قُلْتُ: فَمَا الْكُوزُ مُجْخِيّاً؟ قَالَ: 
مَنْكُوساً[.»والجرأةُ« ا“قدام على ا‘مر العظيم.و»ا‘غاليطُ« جمع أغلوطة، وهى 
المسائل التي يغلط بها، وا‘حاديث التي تذكر للتكذيب.وقوله: »كَالْحَصِير 
عَوْداً عَوْداً« معناه أن القلوب تحيط بها الفتن حتى تكون فيها المحصور 
والمحبوس، يقال حصره القوم: إذا أحاطوا به وضيقوا عليه.وقوله: »عَوْداً 
عَوْداً« بفتح العين: أي مرة بعد مرة.و»أشربها« أى دخلت فيه وقبلها وسكن 
إليها .و»النكتة« ا‘ثر.و»المربادُّ« الذي في لونه ربدة، وهى لون بين السواد 
والغبرة.و»المجخيُّ« المائل عن استقامة واعتدال هاهنا



(4767)- Müslim rahimehullah'ın bir rivayetinde (Huzeyfe radıyallahu 
anh) anlatıyor: 

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim. Demişti ki: "Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşerî değerlerden) kendisine ne 
yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir."


Bu rivayette Huzeyfe (radıyallahu anh) der ki: 
"(Ey Ömer!) Seninle o fitne arasında kapalı bir kapı vardır kırılması yakındır!"
Hz. Ömer atıldı: 

"Ey babasız kalasıca! O kırılacak mı? keşke açılsaydı. Böylece tekrar (kapatılarak eski normal hale) dönülürdü!"
Huzeyfe der ki: 

"Ben ona bu kapı ile öldürülecek veya ölecek bir şahsın kinaye edildiğini bildiren bir hadis söyledim. Mugalata (ve efsane anlatıp boş laf) etmedim."
Ravi der ki: 

"Sa'd İbnu Tarık'a (hadiste geçen) "esvedü mürbad" tabiri ne demektir?" diye sordum.
"Siyah üzerine şiddetli beyazlıktır" dedi. Ben tekrar "elkûzu mechıyy" nedir?" dedim."Tepetaklak (ters çevrilmiş) testi!" diye cevap verdi." 
[Müslim, İman 231, (144).]


AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, istikbalde 
olacakları ihbar sınıfına giren mucizelerdendir. Aslında gaybı sadece 
Allah bilir. Ancak Allah'ın bildirmesiyle insanlar da bilebilir. 
Peygamberler, Allah'ın gaybı bildirme nimetine en ziyade mazhar olan 
kimselerdir. Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), en kamil mertebede 
bu nimete mazhar olmuştur. Şarihler, bu hadisle
Hz. Ömer'in şehit olacağının ihbarı ile Hz. Osman fitnesinin haber 
verildiğini belirtirler.


2- Bizim dikkat çekeceğimiz bir mucize de fitneye düşenlerin psikolojik 
halleriyle ilgili beyanlardır. Bunu da bir mucize olarak değerlendirmemize 
hiç bir mani yoktur. Fitneye tam olarak düşmüş olan kimsede herkesçe 
müsellem olan değerlerin kaybolduğu, kendisine "içirilen" -ki yutturulan 
diye tercüme ettik- dışında bir değer tanımadığı belirtilmiştir.(22) 
Günümüzde bu tip insanları fiilen gördüğümüz için hadisin demek istediği 
gerçeği daha iyi anlama şansına sahibiz. Aksi takdirde inayet-i İlahiyeye 
mazhariyet dışında bir imkânla bu hadisin mesajını anlamamız mümkün 
olmayacaktı.


Hadisin anlaşılması için ma'ruf ve münker tabirlerine dönelim: Ma'ruf, 
şeriatın ve aklın güzel bulduğu şeydir. Ma'rufla, insanlarca elbirlik 
takdir edilen şeriatça te'yid edilen müşterek değerler sistemi; bir başka 
ifadeyle iyi olan şeylerin ifade edildiğini, münkerle de yine insanlarca 
elbirlik reddedilen, takbih edilen, şeriatça da çirkinliği, kötülüğü, 
zararlılığı te'yid edilen değerlerin ifade edildiğini bilmek gerekir. Bu 
değerler ferdî değildir, beşerî değildir. Bu sebeple hadis, bunların heva 
olmadığına dikkat çeker. 


Hadis, fitneye düşen kimsenin, insanlarca ma'ruf 
kabul edilmiş bir şeyi maruf addetmediğini; münker bilinen şeyi de münker 
görmediğini buna mukabil kendisine yutturulan yeni değerler sistemine göre 
hükmettiğini belirtir. Yeni değerler sistemine hadis heva demektedir. Bir 
ayet, İlahi değerler yerine "heva"nın konulmasını halis şirk ilan 
etmektedir:

 أرَأيْتَ مِن اتَّخَذَ إلهَهُ هَوَاهُ أفَأنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيً 
"Gördün mü o heva (ve heves)ini tanrı edinen kimseyi? 
Şimdi onun üzerine (habibim) sen mi bir bekçi olacaksın? Yoksa onların 
çoğunu hakikaten (söz) dinlerler, yahut akıllanırlar mı sanıyorsun? 

Onlar başka değil, dört ayaklı hayvanlar gibidir. 
Belki yolca daha sapıktır" 
(Furkan 43-44).
Ayet-i kerime, beşerî hevaya saplanarak İlahî menşeli marufu "iyi"; 
münkeri de "kötü" kabul etmeyenleri dört ayaklıdan beter ilan etmektedir.
Böylece sadedinde olduğumuz hadiste, günümüzde çağdaşlık, hümanizm, 
laisizm gibi yaftalarla nikah, edeb, tesettür, haya, ibadet gibi marufları 
gericilik diye reddeden; fuhuş, içki, kumar, açıksaçıklık, ahlaksızlık, 
hayasızlık gibi her çeşit münkeri de ilericilik diye hoş göstermeye, 
müdafaalarını yapmaya kalkan
______________


(22) Hadiste geçen üşribe "içirilen" tabiri pek manidardır. Günümüzde 
şartlandırılan kelimesi bunu en iyi karşılayacak tabir olmalıdır.
insanların hem yetişme vetirelerinin ve hem de ruhî yapılarının en beliğ 
bir tasvirini görmüş olmaktayız.


3- Hadisle ilgili ilave yorumları müteakiben kaydedeceğiz. ـ4768 ـ3ـ

 وعن أبى بكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ 
#: يَنْزِلُ أُنَاسٍ مِنْ أُمَّتِى بِغَائِطٍ يُسَمَّى الْبَصْرَةَ عِنْدَ 
نَهْرٍ يُقَالُ لَهُ دِجْلَةُ. يَكُونُ عَلَيْهِ جِسْرٌ يَكْثُرُ أهْلُهَا، 
وَتَكُونُ مِنْ أمْصَارِ الْمُهَاجِرِينَ. فَإذَا كَانَ في آخِرِ الزَّمَانِ 
جَاءَ بَنُو قَنْطُورَاءَ عِرَاضُ الْوُجُوهِ صِغَارُ ا‘عْيُنِ، حَتّى 
يَنْزِلُوا عَلى شَطّ النَّهْرِ، فَيَتَفَرَّقُ أهْلُهَا ثَثَ فِرَقٍ: 
فِرْقَةٌ يَأخُذُونَ أذْنَابَ الْبَقَرِ والْبَرِّيَةِ وَهَلَكُوا، وَفِرْقَة 
يَأخُذُونَ ‘نْفُسِهِمْ وَكَفَرُوا، وَفِرْقَةٌ يَجْعَلُونَ ذَرَارِيَّهُمْ 
خَلْفَ ظُهُورِهِمْ وَيُقاتِلُونَهُمْ، هُمْ الشُّهَدَاءُ[. أخرجه أبو 
داود.»الغائط« المطمئن من ا‘رض.و»البصرة« الحجارة البيض الرخوة، وبها سميت 
البصرة.و»بَنُو قَنْطُورَاءَ« هُم الترك، يقال إن قنطوراء اسم جارية كانت 
“براهيم الخليل عليه الصة والسم، ولدت له أوداً جاء من نسلهم الترك .



3. (4768)- Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh) anlatıyor: 
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ümmetimden bir kısım insanlar Dicle denen bir nehir yanında, Basra denen 
geniş bir düzlüğe inerler. Nehrin üzerinde bir köprü vardır. Oranın halkı 
(kısa zamanda) çoğalır ve muhacirlerin [Müslümanların(23)] beldelerinden 
biri olur. Ahirzamanda geniş yüzlü, küçük gözlü olan Benî Kantûra gelip 
nehir kenarına inerler. Bundan böyle (Basra) halkı üç fırkaya ayrılır:
______________
(23) Ebu Ma'mer'in rivayetinde "müslümanların..." denmiştir.

* Bir fırka sığır ve kır develerinin peşlerine takılıp (kır ve ziraat 
hayatına dönerler, bunlar) helak olurlar.

* Bir fırka nefislerini(n kurtuluşunu esas) alırlar (ve Benî Kantûra ile sulh yolunu) tutarlar. Böylece bunlar küfre düşerler.
* Bir fırka da çocuklarını geride bırakıp onlarla savaşırlar. 
İşte bunlar şehit olurlar." [Ebu Davud, Mehalim 10, (4306).]

AÇIKLAMA:


1- Bu hadis, henüz Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zamanında mevcut 
olmayan, Hz. Ömer zamanında, hicrî 27 yılında, Utbe İbnu Gazvan tarafından 
kurulan ve içerisinde hiç puta tapılmamış olan Basra şehrinden 
bahsetmektedir. Ancak bazı alimler başka görüştedir. Aliyyu'l-Kari şu 
açıklamayı kaydeder: "El-Eşref der ki: Aleyhissalâtu vesselâm bu şehirle, 
Medinetu's-Selam olan Bağdat'ı kastetmiştir. Zîra Dicle hadiste geçen 
kırdır. Köprü de Bağdat'ın ortasında mevcuttur. Basra'nın ortasında köprü 
yoktur. Resulullah Bağdat'ı Basra diyerek tanıtmıştır. Çünkü Bağdat'ın 
dışında kapısına pek yakın bir yer vardır; Babu'l-Basra denir. 


Aleyhissalâtu vesselâm böylece, Bağdat'ı, ya bir kısmının ismiyle isimlendirmiş olmaktadır; yahut da muzafın hazfedilmesiyle(24) tıpkı ayet-i kerimede

 وَاسْألِ الْقَرْيََةَ 


dendiği gibi. 

Bağdat dahi Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde bugünkü şekliyle kurulmuş değildi. Keza Aleyhissalâtu vesselâm devrinde, şehirlerden bir şehir de değildi. Bu sebeple Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Müslümanların beldelerinden biri olur" demiş, geleceğe matuf konuşmuştur. Aleyhissalâtu vesselâm zamanında bilakis (o civarda), Kisra'nın Medain şehri çıktıktan sonra Basra'ya mensup, onun nahiyeleri sayılan bir kısım köyler vardı  (büyük bir şehir yoktu). Ayrıca, meselenin bir başka yönü daha var: Zamanımızda, Türklerin Basra'ya savaş suretiyle girdiğine dair kimse bir şey işitmiş değildir. Hadisin mânası şu olmalıdır: "Ümmetimden bir kısmı, Dicle yakınlarına inecek ve orada yerleşecektir. Burası Müslüman beldelerden biri olacaktır." İşte burası Bağdat'tır." 
(Aliyyu'l-Kârî'den.)

2- Benî Kantûra ile Türklerin kastedildiği kabul edilmiştir. Hattâbi, "dendiğine göre" diyerek şu açıklamayı kaydeder: "Kantûra Hz. İbrahim'in cariyesinin ismidir. Hz. İbrahim'in bundan çocukları dünyaya geldi. Türkler bu çocuklardan çoğalmadır." Bazı açıklamalara göre Kantûra, 
Türklerin atasının ismidir. Bazı âlimler bu açıklamaları reddeder ve "Türklerin, Hz. Nuh'un oğullarından Yafes'ten çoğaldıklarını ileri sürer. Hz. Nuh aleyhisselam, Hz. İbrahim'den çok önce yaşadığına göre Türklerin Hz. İbrahim'le bir irtibatı olmamalıdır.
______________
(24) Muzafın hazfı: Bâbu'l-Basra tabirinde Bâb kaldırılınca Basra kalır. Görüşlerdeki bu zıtlığı, "Cariyenin, Yafes evladından olması mümkündür" veya "Cariye ile, -Hazreti İbrahim'in evladlarından gelmesi haysiyetiyle Hz. İbrahim'e mensup, Yafes'in evladlarından biriyle evlenmiş bir kızın kastedilmiş olması, Türklerin mezkur evlilikten hasıl bulunması da mümkündür" gibi uzlaştırıcı açıklamalarla kaldırmaya çalışanlar da olmuştur. Şunu kaydetmek isteriz: Yeryüzündeki ırkların menşei bugün dahi ilmî kesin bir çözüme kavuşmuş değildir. Sadece bazı nazariyeler mevcuttur. Kaydedilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, eski kitaplarımız da, çok 
sağlam ve kesin bir kaynağa dayanmaksızın, malumat-ı mütearife şeklinde yaygınlık kazanmış olan birkısım rivayeti, bütün farklılıklarıyla birlikte tekrar etmektedirler. İlerde Kıyamet'le ilgili bölümde, Kıyamet Öncesi Fitneler Faslında (5018. hadis) açıklayacağımız üzere ulemanın ekseriyeti tarafından Benî Kantûra'dan maksadın Türkler olduğu kabul edilmiş bulunduğu halde bununla başkasının ve mesela Sudanlıların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur.


3- Basralıların ayrılacağı üç fırka hususunda şarihler şu açıklamayı kaydederler:


1) فرقة يأخذون اذناب البقروا البرية 
"Sığırların ve kır develerinin kuyruklarını yakalarlar"dan murad, "Savaştan kaçınırlar, canlarını ve mallarını kurtarmayı düşünürler ve sığırlarının peşine düşerek kırlara, çöllere çekilirler. Ancak oralarda helak olurlar" veya "Savaştan kaçınıp ziraatle meşgul olurlar. Ekip kaldırmak maksadıyla sığırların peşine takılarak muhtelif yerlere dağılırlar, oralarda helak olurlar."


2) فرقة يأخذون ‘نفسهم "Can derdine düşenler"den maksad, Benî Kantûra 
ile sulh yapmayı prensip edinen zümredir. Bunlar sulh elde edecek ama 
dinden, sünnetten, şahsiyetten fedâkârlıkla, zilletle bunu yapabilecektir. 
Bu da helakın bir başka şekli, cesedden önce ruhun öldürülmesidir. 
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu da te'yid etmiyor.


3- Üçüncü grup, kadın ve çocuklarını arkada bırakarak Benî Kantura'ya 
karşı çıkıp mertçe savaşanları teşkil edenlerdir. Bunlar Resulullah'ın 
te'yid ve tasvibindedir. Zîra bunlardan ölenlerin şehit olacaklarını haber 
vermektedir.
Aliyyu'l-Kârî der ki: "Bu hadis Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın 
mucizelerindendir. Çünkü, hâdise Aleyhissalâtu vesselâm' ın haber verdiği 
tarzda aynen, 656 yılında Safer ayında vukua gelmiştir."
Aliyyu'l-Kârî'nin temas ettiği bu hâdise, Hülagu tarafından Bağdat'ın 
zaptıdır.
Bağdat'ın düşmesiyle noktalanan İslamî tezebzüb ibretlerle dolu bir 
hâdisedir. Hülagu, Bağdat'ı zaptettikten sonra Halep Hükümdarı 
el-Meliku'n-Nasır'a yazdığı bir mektupta, Müslümanların uğradığı bu 
mağlubiyet ve zilletin sebebini şöyle özetler: "Sizler haram yediniz ve 
imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid'atları meydana koydunuz. Sabi 
çocukları kullanmayı adet ettiniz, şimdi buyurun zillet ve hakareti! Bugün 
yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz. "Zulmedenler nereye gideceklerini 
ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve bilirler" (Şuara 227). 
Siz bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve facir diyoruz."
Mezkur mektubu, dipnotlar da düşerek bazı yorumlar katarak nakleden Ahmed 
Hilmi'den aynen kaydetmeyi, Resulullah'ın hadisinin anlaşılması ve 
tarihten ibret alınması için gerekli görüyoruz:
"Bu arada (Hicrî 657'de) Hülagu, Halep Hükümdarı el-Meliku'n-Nasır'a 
elçilerle bir mektup gönderdi. Bu mektup, Hülagu'nun davranışı ve 
zihniyetini göstermesi bakımından çok alakabahştır. Bu sebeple Ebu'l 
Ferec'den aynen alıyoruz:
"el-Meliku'n-Nasır bilir ki biz (Hicrî 656'da) Bağdat üzerine inip 
tanrının kılıncı ile orayı aldık ve oranın sahibini yanımıza çağırarak 
kendisine iki sual sorduk. Suallerimize cevap veremedi. Bundan dolayı 
sizin Kur'anınızda "Tanrı hiç bir kavmin elindeki nimeti, o kavim kendi 
kendisini bozmadıkça bozmaz" (Rad suresi 2) denildiği gibi, bizim 
azabımıza kendisinin yapmış olduğu işler yüzünden müstehak oldu. Mallarını 
kıskandığı için, malına gelecek olan, canına geldi ve tatlı canlarını adi 
madenlere değiştiler. Bunun sonucu yine Tanrının dediği "her ne yaptılarsa 
orada hazır buldular" (Kehf 49) gibi oldu. Çünkü biz, Tanrının kuvvetiyle 
kalktık ve O'nun kuvvetiyle muvaffak olduk ve olmaktayız. Hiç şüphe 
yoktur ki biz, yeryüzünde Tanrının askerleriyiz.(25) Kendisi
______________
(25) Hülâgû burada Hz. Peygamber'in, rivayet edilen bir hadisine işaret 
etmektedir. Bu hadis şöyledir: "Benim bir takım askerlerim vardır, onları 
doğu tarafına yerleştirdim ve onlara Türk adını verdim. Onları hiddet ve 
gazap arasında yarattım. Herhangi bir kul, bir ümmet benim emrimi 
yapmazsa, bunları onların üzerine musallat ederim ve bunlar vasıtasıyle 
onlardan intikam alırım..." bu tip hadislerin hem ilm-i rivayet-ül hadis, 
hem de dirayet-ul-hadis yönünden muallel ve mevzu bulundukları, 
muhaddislerce kabul edilmektedir. Fakat bu hadisler mevzu olsalar bile, 
bize devirlerindeki telâkkiyi anlatırlar ve zamanlarının, muhitlerinin bir 
bakıma aynası hükmündedirler. Hülâgû mektubunda, Moğolların nasıl 
göründüğünü, müslümanlarca nasıl karşılandığını pek mükemmel gösterdiği 
gibi, kendisinin sebeb-i vücudunu da bu görüşe istinat ettirmektedir. 
Cengiz'in Buhara'daki konuşması, Hülâgû'nun bu mektubu, Papaların ve 
hıristiyanların görüşleri hep aynı noktada düğümlenmektedir: Moğollar 
insanların günâhları dolayısıyla Tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza 
makinesidir. Moğollar bunu bilhassa işlemişler ve kendilerini diğer 
milletleri yola getirmek için Tanrı tarafından gönderilmiş, İkab-ı ilahîyi 
icraya memur, bir kavim olarak görmüşler ve göstermişlerdir. 

Bu, onlara karşı mukavemeti kırdığı gibi, kendilerinin de gayrete getirmiş; 
kuvvetlendirmiştir. gazabına uğratmak istediği kimseler üzerine bizi gönderir. Olup biten 
vakalar size ibret ve nasihat olsun. Bizim önümüzde kale para etmez ve 
karşımıza geçen ordular bir işe yaramaz ve hakkımızda yaptığınız kargışlar 
(beddua) bize geçmez. Başkalarına bakıp onların başlarına gelenlerden 
ibret alın ve örtü açılıp altındakiler meydana çıkmadan ve size bir hata 
gelmeden önce işlerinizi bizim elimize verin; biz sonradan ağlayanlara ve 
şikayet feryatları koparanlara acımayız. Nice şehirleri yaktık ve nice 
kimseler yok ettik ve nice çocukları atasız bıraktık ve yeryüzüne fesat 
saldık. Size kaçmak varsa, bize de kaçanları yakalamak var. Sizin için 
bizim kılıncımızdan kurtuluş yoktur. Oklarımız size nerede olsanız 
yetişir. Atlarımız her attan ziyade koşar ve oklarımız her şeyi yarar 
geçer, kılıçlarımız yıldırım gibi iner. Akıllarımız dağlar gibi 
sağlamdır. Sayımız kumlar kadar çoktur. 

Bizden aman dileyen selamete erer. 
Bizim ile savaş etmeye yeltenenler sonunda pişman olurlar. Eğer siz bizim 
emrimize itaat ile şartlarımızı kabul edecek olursanız canlarınız bizim 
canlarımız ve mallarınız bizim mallarımız gibi olur. Yok, emrimize karşı 
gelir ve muhalefette ayak dilerseniz, başlarınıza gelecekler geldiği zaman 
bizi değil kendinizi kınayın, ey zalimler! Tanrı sizin aleyhinizedir. 
Gelecek musibet ve belalara hazırlanın! Sonucun fena geleceğini önceden 
söyleyen kimsede şüphe yoktur ki, hiç bir kabahat kalmamıştır. Sizler 
haram yediniz ve imanınıza sadık kalmadınız. Birçok bid'atları meydana 
koydunuz. Sabi çocukları kullanmayı adet ettiniz, şimdi buyurun zillet ve 
hakareti! Bugün yaptıklarınızın cezasını göreceksiniz! "Zulmedenler 
nereye gideceklerini ve hangi deliğe tıkılacaklarını yakında görür ve 
bilirler" (Şuara 227). 

Siz bize kafir diyorsunuz. Biz de size fasık ve 
facir diyoruz. Bütün işleri takdir ve tedbir eden kimse tarafından biz 
size musallat edildik. Sizin azizleriniz bizim katımızda zelil ve 
hakirdirler. Sizin zenginleriniz bizim katımızda yoksuldurlar. Yeryüzünün 
batı ve doğusu bizim elimizdedir. Yeryüzünde ne kadar mal sahipleri varsa 
onların hepsinin ellerindeki mallar ve kendileri bizim demektir. 
istediğimiz vakit o malları onların ellerinden alırız ve her gemiyi 
gasbederiz.(26) Kâfirler ateşlerini alevlendirmeden, kıvılcımlarını 
saçmadan ve sizin hepinizi yok edip yeryüzünde sizden bir kimseyi 
bırakmadan, akıllarınızı başlarınıza devşirin; doğruyu eğriden ayırın. Bu 
mektubumuz ile biz sizi uykudan uyandırdık. Apansız başınıza ateşler 
yağmamasını istiyorsanız hemen bu mektubumuza cevap verin. Sonrasını siz 
bilirsiniz."
______________
(26) Kur'an'da buyrulduğu veçhile Musa (A.S.), Hızır'la yoldaşlık ederken, 
Hızır binmiş oldukları gemiyi delmiş, Musa (A.S.) buna itiraz etmiş, Hızır 
"geminin önünde her gemiyi gasbeden bir padişah var idi" demişti. Bu söz 
buna işaret edip, biz ilâhi kudret ve teyidle hareket edip, her şeyi 
yaparız demek istemekte, hatta daha ileri gitmektedir.

Hülagu, bu mektubunda, kendilerinin Tanrı te'yidine mazhar oldukları, 
hatta Tanrı kudretinin kendilerine tecelli ettiği, kendilerinin onun 
takdirini icra eden memurlar olduklarını, zalimlere, facirlere karşı 
gönderilmiş bulunduklarını söylemektedir. Cengiz'den itibaren hep böyle 
konuşmuşlardır. Bu onların bu vazifelerine hakikaten inandıklarını 
gösterir. "Sizin azizleriniz bizim katımızda zelil ve hakirdirler..." 
derken de makam-ı uluhiyetten konuşur gibidir. Eski Türk hakanları (Tanrı 
kulu)durlar, yani (Zillullahi fil-arz)dırlar. Tanrının yeryüzünde 
mümessilidirler ki, bu ibare de ona işaret etmektedir. Diğer taraftan 
kendi vücudunu ve zuhurunu Kur'an'la da te'yit etmektedir ki, bu kalplere 
hoş görünmek içindir denilebilir.

Halep Meliki bu mektubu alınca, umerâsıyla müzakere ederek yerine oğlunu 
gönderdi. Hülagu bunu izaz etmekle beraber, babasının gelmesini şu cümle 
ile bildirdi: "Onun gönlü bize karşı doğru ise kendi gelir; yoksa biz, ona 
gideriz." Bu sözler üzerine Melik, Hülagu'ya gitmek istedi ise de beyleri 
döndürdüler."

ـ4769 ـ4ـ وعن حسّان بْنِ عَطيّة عن جُبير بن نُفَيْر عن رجل من أصحاب النبي 
# يقال له ذو مخبر قال: ]قَالَ رَسُولُ اللَّهِ # سَتُصَالِحُونَ الرُّومَ 
صُلْحاً آمِناً فَتَنْزُونَ أنْتُمْ وَهُمْ عَدُوّاً مِنْ وَرَائِكُمْ 
فَتُنْصَرُونَ وَتَغْنَمُونَ وَتَسْلَمُونَ، ثُمَّ تَرْجِعُونَ حَتّى 
تَنْزِلُوا بِمَرْجٍ ذِى تُلُول، فَيَرْفَعُ رَجُلٌ مِنْ أهْلِ 
النَّصْرَانِيَّةِ الصَّلِيبَ؛ فَيَقُولُ: غَلَبَ الصَّلِىبُ، فَيَغْضَبُ 
رَجُلٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ، فَيَدُقُّهُ. فَعِنْدَ ذلِكَ تَغْدِرُ الْرُّومُ 
وَتَجْتَمِعُ لِلْمَلْحَمَةِ وَيَثُورُ الْمُسْلِمُونَ الى أسْلِحَتِهِمْ 
فَيَقْتِلُونَ، فَيُكْرِمُ اللَّهُ تِلْكَ الْعِصَابَةَ بِالشَّهَادَةِ[. 
أخرجه أبو داود.»الْمَرْجُ« ا‘رض الواسعة ذات النبات تمرج فيها الدواب: أي 
تسرح مختلطة كيف شاءت.و»التُّلُولُ«: ا‘ماكن المرتفعة من ا‘رض. 
و»الملحمةُ« معظم القتال.

4. (4769)- Hassan İbnu Atiyye, Cübeyr İbnu Nüfeyr'den, o da Resulullah 
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın Zi-Mihber denen bir sahabisinden naklen 
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Rumlarla güvenilir bir sulh yapacaksınız. Onlar arkanızda (başkalarına) 
düşman olacaklar, sizler (de diğer düşmanlarınızla) savaşacak ve (Allah'ın 
keremiyle) yardıma mazhar olacaksınız; ganimet elde edecek, selamete 
ereceksiniz. Sonra dönüp tepelikli bir çayıra ineceksiniz. 
Hıristiyanlardan biri salibi kaldıracak ve: "Salib galebe çaldı!" diyecek. 
Müslümarlandan bir adam öfkelenip onu (salibi) kıracak. Bunun üzerine Rum, 
(antlaşmasına) ihanet edip büyük bir savaş için toplanacak. Müslümanlar da 
silaha sarılıp savaşacaklar. Allah bu orduya şehadet lutfedecek." 
[Ebu Davud, Melahim 2, (4292, 4293).]
ـ4770 ـ5ـ وعن أمُّ سلَمَة زوج النبي # رَضِيَ اللَّهُ عَنْها قالت: ] قَالَ 
رَسُولُ اللَّهِ # يَكُونُ اخْتَِفٌ عنْدَ مَوْتِ خَلِيفَةٍ. فَيَخْرُجُ 
رَجُلٌ مِنْ أهْلِ الْمَدِينَةِ هَارباً الى مَكَّةَ فَيأتِيهِ نَاسٌ مِنْ 
أهْلِ مَكَّةَ فَيُخْرِجُونَهُ وَهُوَ كَارِهٌ، فَيُبَايِعُونَهُ بَيْنَ 
الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ، وَيُبْعَثُ اليْهِمْ بَعْثٌ مِن الشَّامِ فَيُخْسِفُ 
بِهِمْ بِالْبَيْداءِ بَيْنَ مَكَّةَ وَالْمَدِينَةِ. فَإذَا رَأى النَّاسُ 
ذلِكَ أتَاهُ أبْدَالُ الشَّامِ وَعَصَائِبُ أهْلِ الْعِرَاق 
فَيَبُايِعُونَهُ. ثُمَّ يَنْشَأُ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْش، أخْوَالُهُ كَلْبٌ 
فَيَبْعَثُ إلَيْهِ بَعْثاً فَيَظْهَرُونَ عَلَيْهِمْ وَذلِكَ بَعْثُ كَلْبٍ، 
وَالْخَيْبَةُ لِمَنْ يَشْهَدْ غَنِيمَةَ كَلْبٍ. فَيَقْسِمُ الْمَالَ 
وَيَعْمَلُ في النَّاسِ بِسُنّةِ نَبِيِّهِمْ وَيُلْقىَ ا“سَْمُ بِجِرَانِهِ 
الى ا‘رْضِ، فَيَلْبَثُ سَبْعَ سِنِينَ، وَقَالَ بَعْضُ الرُّوَاةِ: تِسْعَ 
سِنِينَ، ثُمَّ يَتَوَفَّى وَيُصَلّى عَلَيْهِ الْمُسْلِمُونَ[. أخرجه أبو 
داود.قوله »وَيُلِقى ا“سَْمُ بِجِرَانِهِ« أى يقرّ قراره ويستقيم: كما أن 
البعير إذا برك فاستراح مدّ جرانه على ا‘رض.
5. (4770)- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerinden Ümmü 
Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 
buyurdular ki:
"Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve akd arasında) ihtilaf olacak. (O 
zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi) kaçarak Mekke'ye gidecek. Mekke 
halkından bir kısmı ona gelecek ve (fitne çıkar korkusuyla) istemediği 
halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn ile Makam arasında ona biat 
edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam'dan bir ordu gönderilecek. 
Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda'da yere batırılacak. İnsanlar bu 
(kerameti) görünce Şam'ın ebdalı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip 
biat ederler. Sonra Kureyş'ten dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam 
zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu 
orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbî'nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir 
ordudur. Bu Kelbî'nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. 
(Mehdi, malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya 
eder ve onun) ile amel eder. İslam yeryüzünde yerleşir. Yedi yıl hayatta 
kalır. -Bazı raviler dokuz yıl demiştir.- Sonra ölür ve Müslümanlar cenaze 
namazını kılarlar." [Ebu Davud, Melahim 1, (4286, 4288, 4289).]

Önceki Başlık: BİRİNCİ FASIL: FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAK TAVSİYE - 2
Sonraki Başlık: İKİNCİ FASIL: ZAMANLA VUKÛA GELECEK FİTNE VE HEVÂLARDAN 
ZİKREDİLENLER - 2

Kütüb-ü Sitte eseri AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA A.Ş. izniyle sitemize 
eklenmiştir.
Not:Arapça yazılarda, Lam elifler, lam ve elif şeklinde ayrı ayrı olarak 
görünüyor. Ayrıca başka hatalar da olabilir. Bu açıdan okuyucularımızın bunu 
dikkate almalarını istirham ederiz.  

Benî Kantûra´dan maksadın Türkler olduğu kabul edilmiş bulunduğu halde bununla başkasının 
ve mesela Sudanlıların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...