Yahudi ve hırıstiyanlar, -şirk ve dalalet üzere
olmalarına rağmen- Müslümanlarla birlikte İbrahim Aleyhisselam'ın hidayet üzere
ve hidayete erenlerin imamı olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İşte bundan
dolayı yahudilerin, İbrahim'in yahudi olduğunu iddia etme meselesi gündeme
gelmiştir. Böylece hırıstiyanlar, İbrahim Aleyhisselam'ın hı-rıstiyan olduğunu
iddia etmektedirler. Ehl-i Kitab, İbrahim Aleyhisselâm'dan başka Peygamberlerden
hiçbir Peygamberin yüceliği konusunda Müslümanlarla ittifak etmemişlerdir.
Hatta son Peygamber konusunda dahi bu ittifak yoktur. (Sal-lallahu Aleyhi
Vesellem) Yahudi ve hırıstiyanlar O'nun Nübüvvetini itiraf etmemektedirler. Bu
özellik (O'nun yahudi ve hırıstiyanlar tarafından da Peygamber olarak
kabullenilmesi) diğer Nebi ve Rasûller arasında sadece İbrahim Aleyhisselam'a
mahsustur. O, bu özellikle diğerlerinden ayrıdır. Kendisinde hilaf olmayan
gerçek şu ki: İbrahim Aleyhisselam
yahudi ve hınstiyanların şirklerinden beridir. Tıpkı babasının dininden ve
akidesinden berî olduğu gibi.
"İbrahim ne yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat bâtıldan
uzak ve hakka yönelmiş dine tabi bir Müs-lümandı. Müşriklerden de değildi."
"Yahudi ve hırıstiyanlar: "Yahudi veya hıristiyan olun
ki hidayete eresiniz" dediler. De ki: Din, Hakk'a yakın ve batıldan uzak olan
İbrahim'in dinidir. O, müşriklerden değildi."
Yani İbrahim Aleyhisselam, Üzeyr'in Allah'ın oğlu
olduğunu iddia ettiklerinde müşrik ya-hudilerden veya İsa Aleyhisselâm'ın
Allah'ın oğlu olduğunu iddia eden müşrik hırıstiyanlardan da
değildir.
"Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının
yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyor sunuz?" De ki: Siz mi, yoksa
Allah mı daha iyi bilir? Allah tarafından, bildiği bir şahitliği gizleyenden
daha zalim kim olabilir? Allah işlediğiniz şeylerden gafil değildir."
Cenab-ı Hak İbrahim Aleyhisselam'dan yahudilik ve
hıristiyanlığı nefyederken bir çok yerde de O'nun hanif bir Müslüman olduğunu
vurgulamaktadır.
"İbrahim, ne yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat hanif bir
Müslümandı. Müşriklerden değildi."
"İyilik işler olduğu halde bütün varlığını Allah'a
teslim eden ve hanif bir Müslüman olan İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel
dinli kim vardır? Allah İbrahim'i dost edindi."
Allahu Teâla'mn Muhammed Mustafa'ya, Sal-lallahü Aleyhi
Vesellem, İbrahim'in dinine tabi olmasını emretmesi ikram ve fazilet olarak
Halilü'r Rahmana kâfidir.
"Sonra sana: "Hanif olan İbrahim'in dinine uy" diye
vahyettik. O müşriklerden değildi."
Cenab-ı Hak O'nu, yönünü Allah'a teslim eden herkes için
temiz bir örnek kılmıştır.
"Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda
sizler için çok güzel örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Biz sizden ve
Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız" demişlerdi...."
İbrahim'in dininden yüz çeviren herkes kendi nefsini
aşağı kılmış, Allah'a şirk koşarak O'nun yolundan sapmış, dalalete
düşmüştür.
"Ancak kendi nefsini sefih duruma düşürenlerden başka
kim İbrahim'in dininden yüz çevirir. Biz İbrahim'i dünyada seçtik ve o
Ahiret'te de sa-lihlerdendir."
Nefsini sefih düşürdü: Yani nefsini hafife aldı ve onu
alçaltıp rezil etti demektir. Tıpkı yahudi, hı-rıstiyan ve Araplardan müşrik
olanlar gibi.
Allahu Teâla bu ayet-i kerimeden sonra gelen ayetlerde
İbrahim'in bu yüce makama nail olduğunu açıklamaktadır. Çünkü İbrahim
Aleyhisselâm her işini alemlerin Rabb'ine teslim etmişti.
İslam üzere istikamette olmuş, malını, canını İslam'a
feda kılmış ve bu akideyi kendinden sonra gelen evlatlarına da vasiyet
etmişti.
"İbrahim ve Yakub, İslam dinini evlatlarına vasiyet
edip: "Ey evlatlarım! Allah sizin için bir din seçti. Sadece müslüman olarak can
veriniz" dediler. Yoksa ölüm Yakub'a geldiği vakit siz orada mı idiniz? O,
oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edersiniz?" dediğinde, onlar: Senin
Rabb'ine, babaların İbrahim, İsmail ve İshak'm Rabb'ine, bir ilah olarak ibadet
ederiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediler."
Allah'ın indinde mesele, neseb veya kabile meselesi
değil, ancak din ve akide meselesidir.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"İnsanlardan İbrahim'e en yakın olanlar, O'na tabi
olanlarla şu Peygamber ve mü'minlerdir. Allah, mu minlerin velisidir."
Dolayısıyla eski ve yeni olarak İbrahim Aley-hisselâm'a
tabi olan, O'na mensup olmaya ve O'nunla iftihar etmeye hakkı herkesin vardır. O
kişi İbrahim'e tabi olmakla O'na insanların en yakını olmuştur. Daha önceden
İbrahim Aleyhisselam'ın babasından ve kendisine (kan bağı olarak) yakın
insanlardan yüz çevirdiğini gördük.
Peki bu ve bütün çağlarda babasının ve kavminin akidesi
üzerine olanlardan nasıl yüz çevrilmez ki? Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselam'ın
zalim olan evlatlarının imam olamayacaklarını ve zalimlere ahdinin
ulaşmayacağını haber verdikten sonra onlardan nasıl olur da yüz çevirmez
ki?
"Bana tabi olan bendendir. Bana isyan eden ise; muhakkak
sen Gafûr-u Rahim'sin."
"İyilik eden, bütün varlığını Allah'a teslim eden ve
hanif bir Müslüman olan İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel dinli kim
vardır? Allah İbrahim'i dost edindi."
Dostluk, muhabbetin en son
noktasıdır.
Halil, halil diye isimlendirilmiştir. Çünkü İbrahim'in
sevgisi kalbe işledi ve kalpte en ufak bir boşluk bırakmayıp tamamen
doldurdu.
Bazılarının dedikleri gibi:
"Ruhun sûlukuna tamamen girdin benden. İşte Halil,
bundan dolayı halil diye isimlendirildi."
İbrahim Aleyhisselam ve Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem'den başkası bu makama nail olmadı. Buhari, Müslim ve diğerlerinden
gelen, Cun-dub-ul Baclî, Abdullah
İbn-i Ömer ve İbn-i Mesud'dan
rivayet edilen hadiste Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyuruyor:
"Ey insanlar! Allah, İbrahim'i halil (dost) edindiği
gibi, beni de halil edindi." Ve yine O, irad ettiği hutbelerinin birinde şöyle
buyuruyor:
"Ey insanlar, eğer dünya ehlinden halil (dost) edinecek
olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekr'i dost edinirdim. Fakat sizin arkadaşınız
(kendisini kastederek) Allah'ın dostudur."
Ve Buhari, Sahih'inde Amr bin Meymûne'den tahric etmiş
olduğu bir rivayette şöyle dedi:
"Muaz Medine'ye geldiğinde onlara sabah namazını
kıldırdı ve "Allah İbrahim'i dost edindi" ayetini okudu. Bunun üzerine onlardan
bir adam dedi ki İbrahim'in annesinin gözü aydın oldu."
1-İbn-i
Abbas'tan, Radıyallahü Anh: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
"Muhakkak ki sizler yalınayak, çıplak ve sün-netsiz
olarak haşrolunacaksmız, dedi daha sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu: "....İlk
önce yarattığımız gibi mahlukatı iade edeceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Muhakkak
bunu yaparız."
Ve Kıyamet günü ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir. Ve ümmetimden bir kısım
insanlar sol taraftan yakalanır. Ben de "Ümmetim, Ümmetim" derim. Cenab-ı Hak
da der ki: "Sen onlardan ayrıldıktan sonra onlar mürted oldular. Bunun üzerine
ben de tıpkı salih kulun (İsa'nın) dediği gibi derim: "Ben onların içinde
olduğum müddetçe onların üzerine şahittim" ayetini sonuna kadar
okudu."
Beyhaki İbn-i Abbas'tan merfu olarak başka bir vecihten
şöyle rivayet etmiştir:
"Cennet'ten ilk elbise giydirilecek olan İbrahim'dir.
Ve Kürsi getirilip Arş'm sağma konur. Ve ben getirilirim de öyle bir elbise
giydirilirim ki, beşer onu giyemez."
İbn-i Hacer El Askalânî şöyle
diyor:
"Deniliyor ki, İbrahim'in bu konudaki hususiyetinin
hikmeti çıplak olarak ateşe atılmış olduğundandır. Ve yine deniliyor ki; çünkü
Sirvali (Belden aşağı giyilen bir giysi) giyen ilk kimse
olduğundandır."
2- Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh: Denildi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, insanların en üstünü kimdir? O
da "en muttaki olanlarıdır" dedi. Onlar da dediler ki, bundan sormuyoruz. Bunun
üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın Nebisinin
oğlu, Allah'ın Nebisi Yusuf tur.... (hadis devam
etmektedir.)"
Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği Ebu Hu-reye'den
gelen başka bir rivayette ise; dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi
Vesellem'e şöyle denildi: "İnsanların en üstünü kimdir? O da: "En çok takva
sahibi olan en üstünleridir" dedi. Onlar da dediler ki: "Ey Rasûlullah, ondan
sormuyoruz." Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: İnsanların en üstünü;
Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın Nebisinin oğlu, Allah Nebisi olan Yusuf tur.
(Hadis devam etmekte)... "
—Birinci Cevap: "İnsanların en kerimi Yusuftur": Bu
salih amel ve salih neseb yönüyledir.
3- Müslim
Sahih'inde Enes bin Malik'ten İsra ve Miraç konusunda uzun bir hadis tahriç
etmiştir. O hadiste geldiğine göre:
"......Sonra biz yedinci semaya çıkartıldık.
Cebrail
açılmasını istedi. Bunun
üzerine denildi ki: Bu kimdir? Cebrail de dedi ki: "Cebrail!" "Seninle beraber
olan kimdir?" denildi. O da dedi ki: "Muhammed" Denildi ki: "Kendisine
gönderildi mi?" O da "kendisine gönderildi" dedi ve bize açıldı. Bir de baktım
ki İbrahim Beytü'l Mamur'a arkasını yaslanmış olarak durmaktadır.
Her gün O'nun yanına yetmiş bin melek giriyor ve bir giren bir daha tekrar
gelmiyor..."
Buhari'nin Sahih'inde Mâlik bin Sasa'ah'dan tahric
ettiği rivayet ise; İbrahim Aleyhisselam bizim Peygamberimize şöyle demiştir:
"Oğlum ve Peygamber olan sana merhaba..."
Bütün bu rivayetlerde
konumuzla alakalı olan kısım; İbrahim Aleyhisselam'm yedinci Semada olduğudur.
Yani Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, İsrâ ve Mirâc yolculuğunda
gördüğü bütün Enbiyalardan faziletli olduğudur.
4-
İbrahim Aleyhisselamı'ın mü'min olmadan
önce şüphelendiğini iddia edenlere karşı Rasûlullah'in cevabı daha önce
geçmişti. Orada şöyle demişti: "İbrahim şöyle dediğinde, biz sekte İbrahim'den
daha haklıyız: "Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltiyorsun bana göster." O da:
"İnanmadın mı?" İbrahim de: "İnandım, fakat kalbim mutmain olsun diye."
Ve daha önce: Rasûlullah'ın hadisinin manası: "Eğer
İbrahim şüphe etseydi, biz şüphe etmekte daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe
etmedik. Öyle ise İbrahim de asla şüphe etmedi" şeklindeki hadis-i şerifi
açıklamıştık.
5- İbn-i
Abbas Radıyallahü Anh'den:
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Hasan ve Hüseyin için istiâze
yapardı (kötü hallerden onlar için Allah'a sığınırdı) ve derdi ki: "Sizin
babanız İbrahim Aleyhisselam, İsmail ve İshak için istiâzede bulundu. Tam olan
Allah'ın kelimelerine sığınırım. Her Şeytan'm şerrinden, her zehirli hayvanın
şerrinden ve her tür afattan Allah'a sığınırım."
6- Enes İbn-i
Malik'ten, Radıyallahü Anh: Bir adam Allah Rasûlüne geldi ve dedi
ki:
"Ey mahlukatın en hayırlısı!" Bunun üzerine Allah Rasûlü
de: "O İbrahim aleyhisselam'dır"
dedi.
7- Amr bin
Süleyman Ez Zürekkâ'dan,
O rivayetinde dedi
ki:
Bana Ebu Hamîd Es Sâidî haber verdi ve şöyle
dedi:
Dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü, sana nasıl salat
getirelim? O da buyurdu ki: "Deyin ki: Allahümme salli âla Muhammedin ve
ezvacihi ve zürriyyetihi, kema salleyte alâ âl-i İbrahim. Ve barik alâ
Muhammedin ve ezvacihi ve Zürriyyetihi, Kema ba-rekte alâ âl-i İbrahim. İnneke
Hamidûn Mecidûn."
Manası:
"Ey Allah'ım! İbrahim'in
ehlini yücelttiğin gibi
Muhammed'i, hanımlarını ve zür-riyetini de yücelt! Ve İbrahim'in ehlini mübarek
kıldığın gibi Muhammed'in ehlini de mübarek kıl! Sen şüphesiz ki, hamd edilen,
yüceler yücesi; Hamîd ve Mecîd'sin!"
Buhari'nin Sahihinde tahric etmiş olduğu başka bir
rivayette ise; Allah Rasûlü (aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır: Deyin ki:
"Allahümme salli âla Muhammedin ve âla âli Muhammedin, kema salleyte âla
İbrahime ve âla âl-i İbrahim, inneke ve Hamîdûn Mecîdûn."
Allah'ın Salat etmesi: Yani Cenab-ı Hakk'ın Meleklerin
yanında Nebisini övmesi, O'nu sena etmesidir.
Meleklerin salat etmesi: Dua etmeleridir. İşte bu
Cenab-ı Hak'tan Nebisi ve halîli olan İbrahim Aley-hisselam'a bir
ikramıdır.
Çünkü bütün müslümanlar Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem'e dua ettikleri gibi, İbrahim Aleyhisselam'a da dua etmektedirler. Bu
salat ve dualar, her gün beş vakit tekrar etmektedir. Salat ve selamların en
faziletlisi onların üzerine olsun.
8-
İbn-i Abbas Radıyallahü Anh'dan; dedi
ki: Allah Rasûlü Beyt'in içinde (Kabe) resimleri görünce oraya girmedi. Onların
yok edilmesini emretti ve yok edildikten sonra girdi. O resimler arasında
İbrahim ve İsmail Aleyhisselam'ın resimlerini gördü, ellerinde ezlâm vardı.
Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdu ki: Allah o müşrikleri kahretsin! (İbrahim ve
İsmail) asla ezlam ile kısmet çekme işini yapmadılar.
"Ezlâm" fal okları demektir. Müşrikler onlarla kısmet
çekerlerdi.
Taberi'nin Saîd b. Cübeyir tarikiyle yapmış olduğu bir
rivayette ise; ezlâm birtakım beyaz taşlardır.
İbn-i Abbas'a ait diğer bir rivayette de Nebi
Sal-lallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Onlara ne oluyor ki, Meleklerin
içerisinde resim olan eve asla girmeyeceklerini duydukları halde (resimler
yapıyorlar.) Bu İbrahim'in yapılmış bir resmidir. O ka-tiyyen (böyle taşlarla)
kısmet çekmedi."
9- Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"İbrahim seksen yaşlarında keserle Sünnet olmuştur."
Hafız İbn-i Hacer El Askalânî şöyle
diyor:
"İbrahim Aleyhisselam için daha başka bir çok evveliyat
(yani bir ameli ilk defa O'nun yapması) sabit olmuştur. Bunlardan bazıları ise;
ilk defa misafir ağırlamak, bıyıkları kısaltmak, sünnet olmak, saç ve sakalın
ağarmışlığım görme ve diğerleridir."
İbrahim Aleyhisselam'dan ilk bahsettiğimizde keserle
sünnet olmasının sebebi: Allah'ın emrini yerine getirmede aceleci oluşundandır.
Bu durum kendi cisminin ve sıhhatinin aleyhine olsa bile.
Bıyıkları kısaltması ve diğerleri ise; O'nun her şeyin
hakkını yerli yerince verdiğini göstermektedir.
Şunu zikretmek de çok güzel ve yerinde olacaktır:
İbrahim Aleyhisselam'ın mahlukatın en hayırlısı, insanların en cömerti,
Kıyamet'te ilk elbise giydirilen ve diğer üstünlüklerine delalet eden hadisler,
İbrahim Aleyhisselam'ın Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
daha faziletli olduğunu göstermez.
Bu konuda İmam Nevevi Rahmetullahi Aleyh şöyle
der:
"Alimlerin, İbrahim Aleyhisselam'a mahlukatın en
hayırlısı demeleri, tevazu ve İbrahim'e olan ihtiramdandır. Yoksa Peygamberimiz
daha efdaldır.
Çünkü, Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem: "Ben Âdem
oğlunun seyyidiyim (en üstünü ve efendisiyim)" buyurmuştur. Bununla iftihar
veya kendinden öncekilere karşı üstünlük de kastetmemiştir. Bilakis bunun
açıklanma ve tebliğiyle emrolunduğu için beyan etmiştir.
İşte bundan dolayı bazı kötü anlayışlara gelebilecek bu
gibi düşünceleri bertaraf etmek için: "övünmek yoktur" demiştir."
İbn-i Kesir Rahmetullahi Aleyh de şöyle
diyor:
"Bütün bunlar, tevatür olarak Peygamber Sallallahu
Aleyhi Vesellem'den sabit olarak gelen; O'nun kıyamet gününde Âdemoğlunun
efendisi olduğuna zıt değildir.
Ve yine Sahih-i Müslim'deki Ebi b. Kâ'b'm hadisinde: "İbrahim'e varıncaya kadar
insanların hepsine yönelindiği günde ben üçüncü olarak bırakıldım" hadisine de
zıt değildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den
sonra Rasûllerin en efdali ve Ulu'l Azam bir Peygamberdir. Allah'ın salat ve
selamı hepsinin üzerine olsun. Buhari ve Müslim'de sabit olduğuna göre Kab b.
Acrete ve diğerlerinden gelen hadiste namaz kılan teşehhüdde şöyle okumakla
emrolunmuştur: "Biz dedik ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, sana selâmı öğrendik, peki
sana nasıl salat edeceğiz?" Buyurdular ki: "Allahümme salli alâ Mu-hammedin ve
alâ âl-i Muhammedin, kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim. Ve bârik
alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âl-i
İbrahime, inneke hamîdûn mecîdûn."
Manası: "Ey Allahım! İbrahim'i ve âlini yücelttiğin
gibi, Muhammedi ve Âl'ini yücelt; İbrahim'i ve Âl'ini mübarek kıldığın gibi,
Muhammedi ve Âlini de mübarek kıl. Sen şüphesiz, hamd edilen, yüceler yücesi;
"Hamîd" ve "Mecîd"sin."
Allahu Teâla:
"Muhakkak ki, İbrahim çok
vefalıdır" buyuruyor. Tefsirinde müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim
emredildiği her şeyde vefa etti, imanın bütün özelliklerini ve bölümlerini
yerine getirdi. Yüce
emirleri yerine getirmek O'nu daha az
maslahatlı olan emirleri yerine getirmekten de alıkoymazdı. Büyük maslahatları
yapmak, küçüklerini 'yerine getirmekten O'nu alıkoymazdı."
Daha önceki sayfalarda bu bahiste İbrahim
Aley-hisselâm'm kavminden nasıl soyutlandığını görmüştük.
Kavmi O'nun davetinden yüz çevirdiği, vaaz ve irşad
onlara hiçbir fayda sağlamadığında, İbrahim Aleyhisselâm'm kavminden nasıl
ayrıldığını öğrenmiş, vatanından Allah'a muhacir olarak nasıl çıktığını
görmüştük. Zor ve meşakkatli yolculuğunda Allah'a olan korkusundan başka hiçbir
azık ve hazırlık yapmadığını ve Cenab-ı Hakk'a olan o güzel itaatini
görmüştük.
Cenab-ı Hak O'nu Mısır'da imtihan etmiş, Mısır tağutuyla
Sare'nin başından geçenler orada gerçekleşmişti. Rabb'i Azze ve Celle İbrahim
Aley-hisselâm'ı o zor anda bırakmamış, O'nu sıkıntılarından selamete çıkarmış
ve namusunu korumuştu.
Ve bir zaman sonra sıkıntılar ve zorluklar tekrar
İbrahim Aleyhisselam'a geldi, kendinden emin olmaksızın yaşadı ve mücrimlerin
tuzaklarından, ha-setçilerin hasetlerinden dolayı Mısır'dan ayrılmaya mecbur
kaldı. Tekrar "Teymen'e", Kudüs'e döndü ve Şam beldesinden oraya yakınlık
duydu.
İbrahim Aleyhisselam Babil'de ve Mısır'da bulamadığı
rahatı Kudüs'te hisseder oldu.
Bundan öte Cenab-ı Hak O'na geniş bir arazi, pek çok
nimet ve sayısız mal nasibetti. Ve Allah kulu ve Rasûlüne olan ihsanını
tamamladı, O'na İsmail'i bağışladı. Her ikisine de Allah'ın selamı
olsun.
Daha sonra Sare'nin Hacer ile olan problemi ortaya
çıktı. Cenab-ı Hak İbrahim'e Sare'nin dediklerine icabet etmesini vahyetti. O
da bunun üzerine İsmail'i ve annesini oradan çıkartıp ekinsiz bir vadiye
yerleştirdi. O vadide ne su, ne de insan vardı. Sonra Allahu Teâla Halil'i
İbrahim'in duasına icabet etti ve Mekke yerleşim bölgesi oldu. İsmal de Cür-hüm
kabilesinden olan Arapların arasında büyüdü ve gelişti. Gençlik çağına
geldiğinde de onlardan bir kızla evlendi. Babası ise oğlu İsmail'i zaman zaman
ziyaret ediyordu. Cenab-ı Hakk'm emri geldiğinde ise; İbrahim ve oğlu
Beytullah'ı yapmaya başladı ve yaptı. Sonra Allah o ikisine menasiklerin hepsini
(ibadet edilecek yerlerin hepsini) gösterdi. O zamandan beri her taraftan
insanlar Mekke-i Mü-kerreme'ye gelmektedirler.
Subhanallah!
İbrahim, Irak'tan çıktığı
zaman Cenab-ı Hakk'ın O'na ne yapacağını bilmiyordu. Bütün bildiği şey;
Allah'ın emrine âmâde olduğuydu. O hiç bir zaman herhangi bir toprağa veya
vatana bağlı değildi. Cenab-ı Hak O'nun için Şam beldesinde tevhid
minarelerinden bir minare dikmesini dilemişti.
Ve İshak'a, İbrahim'den sonra Peygamberlik görevi
Cenab-ı Hak'tan nasib olur. İshak'tan sonra da Yakub geldi. Süleyman
Aleyhisselam gelip Mescid-i Aksa'yı yapıncaya kadar böylece Nübüvvet zinciri
devam etti, (Allah'ın selat-u selâmı hepsinin üzerine
olsun).
Mekke-i Mükerreme'de ise; İbrahim Hacer'i Mısır'dan
getirdi ve Cenab-ı Hak Hacer'in Arapların anası olmasını
diledi.
Allahu Teâla İsmail'i Hicaz'ın Araplarına ve Yemen'e
gönderdi. O da onları Hanif dine davet etti. Onlar da bu davette O'na icabet
ettiler. Bu davetin eserleri Peygamberlerin sonuncusu gönderilinceye kadar
kesilmedi. Bu son Peygamber İsmail'in nes-lindendir. Salat ve selamların en
faziletlisi onların üzerine olsun. Böylece Şam diyarı İshak'm tem-silciliğiyle,
Arap yarımadasıysa İsmail'in tem-silciliğiyle birleşmiş oldu. İbrahim
Aleyhisselam ise bu birliğin lideriydi. Cenab-ı Hak Halil'i için iki tane
beyt'in olmasını diledi. Biri Kudüs'te, diğeri de Mekke'de. İbrahim Aleyhisselam
bu iki beyt arasında gider gelirdi. Bunda da şöyle açık bir delil vardır, o da
bu mıntıkanın bir tek vatan olduğudur. Öyle ise bu bölgenin parçalanması, devlet
ve krallıklara ayrılması caiz değildir.
Ve Cenab-ı Hak, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
İsra'sınm Mekke'den, Kudüs'e olmasını diledi. Orada Allah'ın Nebi ve Rasûllerine
imam olarak namaz kıldırdı, sonra da semaya (Miraca)
götürüldü.
"Kulunu bir gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan
münezzehtir."
Eğer Cenab-ı Hak dileseydi Rasûlü'nün Miracı Kudüs'ten
olmayıp da Mekke'den olurdu... Fakat yüce Allah, İsra'nm, Mekke ile Kudüs
arasında ve Miracın da Kudüs'ten olmasını murad etti. Kudüs'ün Mekke'yle
irtibatlı olduğuna dair burada açık bir delil vardır.
Rasûlullah'm Sahabeleri bu gerçeği idrak etti, Şam
diyarını fetih için yola koyuldular ve Aksa'yı Rum putlarından
temizlediler.
Allah düşmanları defalarca Kudüs'e hücumlar ettiler ve
işgal etmek istediler. Fakat bütün bu gayretler Müslümanların kararlılığı ve
güçleri karşısında kırılıp yok oldu.
Şam'ın plan sahibi şöyle diyor:
"Bütün dünya eskiden beri Şam diyarının konumunu ve
önemini anladı. Bundan dolayı o belde savaşçılar ve orduların hedefi oldu. Deniz
ve karadan birçok birlikler geldiler. Babil ve Fars'lar doğudan, kuzeyden
geldiler. Ğâzân, Hulâku ve Ti-murlenk de doğudan geldiler. Napolyon ise batıdan,
deniz yoluyla güneyden geldi.
Mısırlı İbrahim Paşa ise kara ve denizden yani batı ve
güneybatıdan geldi. İngiliz, Fransız ve Araplardan oluşan birleşik ordular da
güney ve batıdan geldiler. (Arap ordularından maksat, Faysal b. Hü-seyn'in
ordusudur.)
Şam Ömer İbn-i'1-Hattab'ın akıncılarını da gördü. Ebi
Übeydete El Cerrah, Halid bin Velid, Musa bin Nuseyr, Nureddini Zengi,
Selahaddin El Eyyubi ve Sultan Selim gibi fatihlerden olanları da gördü. Ömer
bin Abdul Aziz ve İbn-i Teymiyye gibi Mü-ceddidleri de Şam diyarı görmüştür. Ve
Şam beldesi, Buhtu'nnasr, Hulâku, Cengiz, Gazan ve Timur gibi savaşçıları da
gördü."
Ey Şam
diyarındaki Müslümanlar!
Sizler çok iyi biliyorsunuz ki, beldeniz vahyin iniş
yeri, İbrahim Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin karar kıldığı, Cenab-ı Hak
yedi kat semalar'ın üzerinden orayı mübarek eylediği bir
yerdir.
"Kulunu bir gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksanlıklardan
münezzehtir."
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle
buyuruyor:
"Şam'a müjdeler olsun. Muhakkak Rah-man'ın melekleri
kanatlarını oranın üzerine yayıcı-dırlar."
Beldeniz ahir zamanda Mesih İsa Aley-hisselam'ın inişine
de şahit olacaktır. Mehdi'ye tabi olarak orada namaz kılacağına da beldeniz
yine şahit olacaktır. Allah'ın arzında O'nun Şeriat'ı hükmedecek, Allah'ın
düşmanlarına karşı sizin
beldeniz cihad edecek ve onlara galip gelecektir.
Ey Şam diyârmdaki müslümanlar!
Nasıl işlerinizin dizginlerini ırkçı, hı-rıstiyan,
haçlı, laik ve batini propagandacılara teslim ettiniz?
O mülhid kafirlerin sizleri hürriyetinize
kavuştura-caklarına nasıl inandınız? Sizleri ve Filistin'i mücrim yahudilerden
kurtaracağına nasıl inandınız?
Yarım asırdan beri Cenab-ı Hak'tan size gelen azaplar,
dersler ve karşılaştığınız zorluklar ve çileler size yetmedi mi?.... Bir kavim
kendini değiştirmediği müddetçe, Allah da o kavmi
değiştirmez.
Bunu bilmenizin zamanı gelmiştir. Halisane olarak
Allah'a dönüşünün ve saflarınızı "La İlahe İllallah, Muhamnıedun Rasûlullah"
bayrağı altında birleştirmenizin zamanı gelmiştir.
Beldenizin tıpkı İbrahim'in, İshak'm, Davud'un ve
Süleyman'ın.... günlerinde olmasına yardım edecek bütün sebepleri elde etmenizin
zamanı gelmiştir (Aleyhimu's-Salâtu Ve's-Selâm). Tıpkı yüce
İslâmi fetih günlerinde olduğu gibi olmanıza yardım edecek her vesileyi elde
etmenizin zamanı gelmiştir. Bu Allah'a zor bir şey
değildir»
Ve'1-Hamdülillahi Rabbi'l Alemin.
Sevgili okuyucu,
kitabın davamı olan
'Allah'ın
Rasûlü
Şuayb'
isimli ikinci
cilde buluşmak duası ile.
Yüce Kurana ve sahih sünnete dönmek, Kuran ve Sünneti bu
ümmetin selefinin (sahabe - tabiûn - etbeuttabiin) anladıkları ölçülerle
anlamak, hayat her sahasına Kuran ve Sünneti hakim kılmak. Bu konuda Allahü
Tealanın şu ayeti bize yol göstermektedir: "Hidayet kendisine tebliğ edildikten
sonra kim Resule karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu
seçmiş olduğu yolda bırakır, cehennen atarız. O, ne kötü bir düşüştür." (Nisa:
115)
Müslümanın hayatına girmiş olan şirkin her çeşidini
temizlemek. Münker ok her beşerî ideolojiden ve bidatten müslümanları
sakındırmak. İslam'ın özüm bilen muteber hadis alimleri tarafından kusurlu
görülen bütün zayıf ve mevz rivayetlerden sünneti arındırmaktır. Çünkü bu
iftiralar, tertemiz olan İslamı bozmakta ve müslümanların önünde her zaman bir
engel teşkil etmektedir. Müslümanları hak din ile terbiye etmek ve onlan,
İslam'ın ahkâmını yürürlüğ koymaya teşvik etmek. İnsanları, Allah'ın nzasına
ulaşmak hususunda kefil olan İslam'ın edep ve faziletiyle süslenmeye çağırmak
ki, ancak bu haslet ile saadete erişilip zirveye
ulaşılabilinir.
İnsanları gerçek ve sahih anlamda Allah sevgisine davet
etmek. Bu da ancal< takva ve taatle olur. Ayrıca insanları Rasûlullah
sevgisine davet etmek ki, bu da, Ona uymak ve kendisini en güzel örnek kabul
etmekle olur. İmam Malikin ifade ettiği şekilde, insanları Selef-i
Salihininyoluna döndürmek: "Bu ümmetin evveli, selefi ne ile ıslah olduysa,
sonra gelenleri < öyle ıslah olur. O gün dinde olmayan şeyler, bu gün de
dinden değildir." İslam birliğini kurmak için azimkar olmak ve müslüman
cemaatlerin programlarını hak üzere ve hak yolda toplamaya gayret göstermek.
Müslümanların vahdeti yerine, dağılmalarına vesile olan hizipçilik musibetinden
uzak kalmak. Çünkü biliyoruz ki bu hizipçilikler, İslam kardeşliğinin temiz
atmosferini yok etmektedir.
Çağın şu andaki bütün problemlerine İslam'ın sunduğu
çareleri ve huzuru takdim etmek, Rabbanî toplumu yeniden oluşturabilmek ve
yeryüzünde Allah'ın hükmünü tatbik etmek için Resûlullahın ölçülerinden taviz
vermeksizin çalışmak.
İşte bu, bizim gayemizdir. Bütün müslümanlan, ayınm
gözetmeksizin, topluca bunları hayata geçirmeye ve bizlere yardımcı olmaya
çağınyoruj Çünkü bakî olan İslam'ın yeniden yayılması için samimî kardeşlik
duygularıyla, saf bir muhabbetle ve en önemlisi de Allah'ın yardımıyla, bu
gayeyi hayata geçirmek, üzerimize büyük bir emanettir. Saf, katışıkst gönüller,
Allah'ın vaadi, zaferi ve nizamının gerçekleşmesinin teminatıdı "Şeref
Allah'ındır, Rasûlünündûr ve bütün müminlerindir." (Münafikûn:
8)