19 Eylül 2013

Ilgaz Zorlu'nun yaptığı ifşaat sabataycılık mevzuunda yeni bir inkılâp niteliğindedir


Ilgaz Zorlu'nun yaptığı ifşaat sabataycılık mevzuunda yeni bir inkılâp niteliğindedir




Osmanlı'dan bugüne kadar sürekli tartışılmış, haklarında çeşitli iddialar ileri sürülmüş bir dinî azınlık ve o mistik yolun ilginç ritüelleri ilk dönemlerinde olduğu gibi bugün de merak uyandırıyor. İşin özü; hikâyeyi ilginç kılan ve sürekli çeşitli spekülasyonların ortaya çıkmasına neden olan aslında onların takındıkları "özel" tavır. Tarih boyunca ne tam yahudi, ne de dışarıya yansıttıkları gibi gerçek bir müslüman oldular.

Kendi aralarında devam ettirdikleri gizli ve esrarengiz ritüellerle mistik, Kabalacı ve mesihçi bir Yahudi tarikati olarak devam ediyorlardı. Vakıa onlar vardı ve bir saklı boyutta bu varoluş tüm eylemleriyle gerçekleşiyordu. Buna rağmen rağmen var olup olmadıkları konusunda tartışmalar bugüne kadar sürdü. Selanikliler yahut Dönmeler ya da orijinal tabiriyle Sabetaycılar bugün hâlâ hayatiyetlerini devam ettiriyorlar mı? Bu soruya bugüne kadar Yahudi cemaati ve Hahambaşılık net bir cevap vermedi; vermek de istemedi.

Konuyla ilgili olarak görüşlerine müracaat ettiğimiz Musevî kesimin önde gelenleri bu cemaati "yadsımayı" ve "yok" farzetmeyi tercih ediyorlar. Üstelik onların artık hiçbir önemlerinin kalmadığını, daha ötesi böyle bir cemaat yapısının hayatiyetini çoktan kaybettiğini ısrarla vurgulama ihtiyacı hissediyorlar.

Peki, 1666 yılından beri süren bu reddediş, kabul etmeyiş daha ne zamana kadar devam edecek? Ve devam edemedi de. Sonunda Sabetaycı kesimin içinden çıkan Ilgaz Zorlu yazdığı kitapla tüm bu perdeleri paramparça etti. Bu meydan okuyuş mesajını kitabın başlığına taşıyor: Evet, Ben Selanikliyim. Türkiye Sabetaycılığı...
Kitap çıkar çıkmaz dilden dile dolaşmaya başladı. Kimdi bu yazar ve Türkiye'nin belki de en 'tabu' konusunda nasıl böyle bir kitap yazmaya cesaret edebiliyordu. Üç buçuk asırdır bozulmamış gizlilik prensibini niçin aşma ihtiyacını hissediyordu?

İçerden konuşan ve yazan Ilgaz Zorlu'nun yazdıkları ve söyledikleri, M. Ertuğrul Düzdağ ve M. Şevket Eygi'nin senelerdir yazılarıyla anlattıkları iddiaları tümüyle doğrular nitelikte. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Sabetaycılar geçmişte olduğu gibi bugün de "şuurlu" bir biçimde varlıklarını sürdürüyor.

Aslında salt Sabetaycı cemaatin varlığı yahudilere karşı olduğu gibi müslümanlar için herhangi bir rahatsızlık kaynağı değil. Olayı rahatsız edici kılan; bir iki yüzlülük, bir içi-dışı başka oluş ve İslâmî tanımlamasıyla "münafıkça " tavır almak. Ilgaz Zorlu da içinde bulunduğu bu sahte dünyayı sorguluyor. Sabetaycılar ya da 'gizli yahudiler' tarih boyunca Yahudilerin içimizdeki ajanları olarak görüldü. Son yüzyılda ise Batılılaşma adına yapılan her türlü icraatın başında hemen hemen tamamen onlar vardı. Mason teşkilâtlarında hatırı sayılır ağırlığa sahiptiler. Zahiren müslüman isimli ancak iç dünyalarında değişik dinî duyguların takipçileriydiler.
Sabetaycılıkla ilgili ilk ciddi tartışma 1924 ve 1925 yıllarında hem de basın önünde cereyan etti. Karakaşzâde Mehmed Rüşdü adlı Selanikli bir dönmenin ifşaatlarıyla başlayan ilk tartışma yaklaşık bir sene sonra yine Karakaşzade'nin bütün sözlerini geri alan müthiş "dönüşüyle" son buluyordu. Aradan geçen yetmiş küsur yılın ardından bugün Ilgaz Zorlu kitabıyla hiç de Karakaşzade ile kıyaslanmayacak bir samimiyetle önemli açıklamalarda bulunuyor. Öyle görünüyor ki, Sabetaycıların 332 yıl süren esrar perdesi onun kitabıyla büyük ölçüde aydınlanacak ve bu konuda yapılacak "ciddi" tartışmalar gerçekten değerli araştırmalara zemin hazırlayacak.

Şemsi Efendi'nin 6. batından torunu olan yazar Zorlu, 1969 İstanbul doğumlu. Zorlu, "Yaşanan iki yüzlülüğe artık bir son verilmesi gerektiğini" ve cemaatinin artık "dışa açılması" gerektiğini belirtiyor.

Meleklerin âhirzamanda yeniden döneceğine inanılan sabetay Sevi'ye Mesih'lik tacını taktıkları bir gravürün kapağa alındığı kitapta, "Sabetaycılık ve Yahudilik", "Sabetaycılık ve Osmanlı mistisizmi", "Sabetaycılık ve masonluk ve Kabbala'nın mistik aleminde" gibi oldukça ilginç makaleler yer alıyor. Yazarının kimliği göz önüne alındığında, konuya merak duyanların mutlaka edinmeleri gereken bir kitap Türkiye Sabetaycılığı...

Bu arada konuyla ilgili son ilginç gelişme haftalık haber dergisi Aksiyon'un 181. sayısında yaşandı. 500. Yıl Vakfı yöneticilerinden Harry Ojalvo dergiye verdiği mülâkatta, 350 yıllık alışılagelmiş suskunluğu bozarak Türkiye'de birbuçuk milyona yakın Sabetaycı bulunduğunu belirtiyordu:

"Yahudi kökenli olarak Sebati (sabetay Sevi) devrinden gelme nitekim hepimizin tanıdığı bugün Dışişleri Bakanımız olan İsmail Cem İpekçi var. O Sebati'dir. Coşkun Kırca var. Epey insan var. Canım yani bir çoğuna 'sen oradan gelmesin' dediğin zaman kendisi bilmiyor bile. Ama bu öyle bir şey ki gizlenemez. Bu ortada." (Aksiyon, 23-29 Mayıs 1998, sayı: 181, s. 13)

Ilgaz Zorlu ile kitabı ve kendisi hakkında görüştük. Anlaşılan o ki bu kitap çok ses getirecek.
Sabetaycılar bugüne kadar gizlilik prensibini hiç bozmamıştı ama siz yazdığınız kitapla bunu açıkça ihlal ettiniz. Amacınız nedir?

Amacım bir ayrımcılık değil, farklılığın tadını bulmak. Sabetaycıları bugün nasıl ayıracaksınız. Türkiye'den ayrılamaz ki. Benim ana lisanım Türkçe. Ben hiçbir lisanı Türkçe kadar iyi kullanamıyorum ve bilmiyorum. İbranice'yi de çok iyi bildiğim söylenemez. Ama bir şey söylüyorum: ister kabul etsinler ister etmesinler Türkiye'de bir Sabetaycı topluluk var. Bu insanlar ister biz yokuz desinler, isterse inkâr etsinler ama var. Çünkü en azından ben varım ve söylüyorum. Kimler var kimler yok derseniz ona girmem; ama ısrarla da var olduğunu iddia ediyorum.

Dışardan bakıldığında sizden başka kimse yok gibi.

Çünkü bir tek ben açıklıyorum. Ama bunu çok güzel şöyle görürsünüz. Abdi İpekçi'nin anılarında bu yer aldı. "Bana dönme çocuğu derlerdi, ben onun için İpekçi soyadını kullanmamayı düşündüm" diyor meselâ. Türkiye'de eğer rahat konuşulabilecek bir ortam sağlanırsa, insanlar kendilerini özgür biçimde ifade edebilirse, bir zaman sonra bu işler çıkar ortaya. İslâmcı basında 70'li 80'li yıllarda gördüğümüz şey hep şuydu; bir dönme laik-solcu-sosyalist vesaire olabilirdi ancak, o hep dönmelikle suçlanırdı. İşte bu bir suç değil. Adam köken olarak belki öyle ama o da ne olduğunu bilmiyor ki. Sabetaycı kökenli pek çok insan bugün Sabetaycılığın ne olduğunu bilmiyor. Okunup öğrenilsin diye bu konuyu araştırıyorum ve konuşuyorum. Nitekim pek çok insanla tanıştım. "Ilgaz bey bizim ailemizde de böyle bir şey var. Gerçi biz dualara bakmıyoruz, dinle de pek bir ilgimiz yok ama biz isteriz ki sizinle bir görüşelim" diyorlar. Evlerine gidip eski kitapları varsa onları inceliyorum. Bu ilişkilerle çok dokümana ulaştım. Meselâ bugün bir ailenin elinde sabetay Sevi'nin anıları var. Ben bunu buldum. Buldum ama bu anılar eğer doğruysa çok büyük bir olay olacak. İsrail'deki Sabetaycılıkla ilgili bütün yazılanları çürütecek. Çünkü genel inanç sabetay Sevi'nin bir cahil olduğu, hayatı boyunca da hiçbir şey yazmadığı idi.

sabetay Sevi'yi nasıl görüyorsunuz?

sabetay Sevi'yle ilgili araştırma yapıyorum. sabetay Sevi'nin mesih olduğuna ve bir mesih olarak yeniden geri döneceğine inanan bir grup, her ne kadar olmadığı ileri sürülse de, bugün Türkiye'de var. Ben bu gruplardan birine dahilim. Yekpare bir grup yok. Üç grup var. Bu üç grubun içinde de alt gruplar var. Ben bu gruplardan Kapancılar'a dahilim. Kapancılar, Karakaşlar ve Yakubiler'in birleşmesi gerektiği düşüncesindeyim. Kültürel bağlılıkları olduğunu düşünüyorum.

Türkiye'de Sabetaycıların varlığından ziyade gizli bir yapılanma içinde oluşları rahatsız edici bulunuyor.
Sabetaycıların müslüman kisvesi altında görünüp, müslüman kimliğine sahip olup böyle bir ikinci farklılığa sahip olmalarına karşıyım. Bunu açık söylüyorum. Sabetaycılık bir din değildir. Nasıl Müslümanlıkta Alevîlik bir farklı düşünceyse, Sabetaycılar da Yahudilikte aynı konumdadır. Alevîler müslüman değildir deyip bir kenara atılabilir mi, Sabetaycılık da aynı şekilde. Sabetaycıların içinden birisi Müslümanlık aleyhinde bir yazı yazdığı zaman bu bana çok ters geliyor.

Türkiye kamuoyuna sunulan bilgi Selanikli dönmelerin artık Yahudiliği bıraktığı ve asimile olarak müslümanlaştığı idi. Siz müslüman olmadığınızı Sabetaycı bir kitlenin hâlâ mevcudiyetini koruduğunu söylüyor ve bunu kitaplaştırıyorsunuz.

Ben Sabetaycılığın Türkiye'de araştırılmasını sağlayacağım. Ve Sabetaycılık Türkiye'de literatüre girecek. Dönmeler konusu olarak söz edilen bu konuyu kimse araştırmıyor bilmiyordu. İstanbul Ansiklopedisi'nde "Selanikliler" maddesini yazdık. "Varlık Vergisi Olayı"nda Dönmeler de ayrıma uğradılar. Bizi o zaman "D" grubu adıyla ayırdılar. Müslümanlardan farzedelim 12 binbeşyüz lira, Yahudilerden 50 bin lira vergi alındıysa, Dönmelerden de 25 bin lira vergi alındı. Bu vergiyi ödeyen Sabetaycılardan hâlâ hayatta olanlar var. Bunun belgelerini ortaya çıkarabiliriz.

Bugün bir ayrım olduğunu düşünüyor musunuz?

Geçmişte olmuştur. Şimdi olduğunu iddia ediyor değilim. Sadece şunu söylüyorum: Sabetaycılar Türkiye'nin bir parçası olduğu kadar Yahudi kültürünün, İsrail devletinin değil fakat İsrail düşüncesinin de bir parçasıdır. İsrail devleti Sabetaycıları Yahudi kabul etmiyor. Gidin Ankara'daki büyükelçiye sorun, "Sabetaycılar Yahudi değildir" diyecektir. Bana kimse İsrail'in Sabetaycıları Yahudi kabul ettiğini söyleyemez, o lâfı ona yediririm.

Niçin?

Çünkü ben İsrail'de bu konunun en uzmanı olan ve bir başka dinden Yahudilik dinine geçiş konusunda karar veren din değiştirme Hahambaşısı ile görüştüm. Adam dedi ki, "Biz sizi kabul etmiyoruz". Niye? Çünkü İsrail'in temel politikası şu: "Ülke dışındaki, diasporadaki bir Yahudi cemaatinin Yahudiliğiyle uğraşmamak." Bu çok önemli bir şey. Onu hiç ilgilendirmiyor. Eğer bir problemin varsa gelirsin buraya, burada Yahudi olup olmadığın tartışılır diyor. Bu konuda resmî bir karar alındı ve bu Türkçe'ye de çevrildi.

Siz de İsrail'i Yahudiliğin devleti olarak görmüyorsunuz.

Evet ben kişisel olarak görmüyorum. İsrail bir Yahudi devleti değildir, Yahudi ülkesidir. İsrail'deki bazı dinî gruplar da aynı görüştedir.

Bu Sabetaycıların da genel kanaati mi?

İşin gerçeği Sabetaycılar İsrail'le fazla ilgilenmiyorlar. Çünkü Sabetaycıların çok büyük bir bölümü ekonomik olarak çok iyi durumdalar. Türkiye'deki yabancı okullarda eğitim alıyorlar, hayat standartları oldukça yüksek ve onlar için İsrail'in çekici bir tarafı yok. Ama bunun yanında İsrail'deki dinî ortama girmek isteyen Sabetaycılar da var ve onlar da gidiyor zaten. Nasıl gidiyor turist olarak gidiyor. Bir Yahudi İsrail'e gidip vatandaşlık alabilir, ama bir Sabetaycı vatandaş olarak kabul edilmez.

Siz olmak istiyor musunuz?

Ben kişi olarak Yahudiliğe geri dönmek için 1992 yılında böyle bir başvuruda bulundum ve bütün kapılar yüzüme kapandı. Bana dediler ki "Yahudi olmak istiyorsan iki sene kursa gitmen ve bir sınavdan geçmen gerekir." Ama ben Yahudiliğin dışında değilim ki bu işlemi bana niye uyguluyorsun? Ben bu noktada Sabetaycılar için bir karar çıkması gerektiğini iddia ediyorum. Denmeli ki: Sabetaycılar da Karay'lar gibi Yahudiliğin bir mezhebidir. Sabetaycıların içinde bazı kimseler Yahudi olduklarına inanıyor. İşte bu insanlar kolaylıkla Yahudi olabilmeliler. Bu arada bazı insanlar da, "Biz Dönmeyiz ama Yahudi değiliz hatta Sabetaycı da değiliz" diyor. Ben onlara bir şey demiyorum. O da ayrı bir konu.

Sonuç olarak Türkiye'deki Yahudi cemaati de Sabetaycıları kabul etmiyor yani.

Hahambaşı'ya sorun Sabetaycılar "teknik olarak Yahudi değildir" diyecektir. Bunu eleştiriyorum. 'Teknik olarak Yahudi olmak' nasıl bir şeymiş acaba? Hahambaşılık gibi bir makamda oturan kişinin bu denli politik bir dinî karar vermesi çok yanlıştır. Fakat zaten bugünkü Türkiye Hahambaşılığı dinî kararlar açısından Sabetaycıları bağlamamaktadır. Ben kurum olarak hahambaşılık makamına da karşıyım. Özel bir kanunla kamu görevlilerinin seçilmelerinden farklı olarak hem ömür boyu işbaşına gelmektedirler hem de seçim ikinci bir kez yenilenmemektedir. Her kamu görevlisi 65 yaşında emekli olmak zorunda iken bu makamdaki kişinin ömür boyu seçilmesi hususu sizce demokratik bir yöntem olarak kabul edilebilir mi? Bu makam Sabetaycıları tamamen yokmuş gibi ele almaktadır. Tabiî bu da onun ne kadar politik bir makam olduğunu belirler.

Türkiye'de önemli bir Sabetaycı grup var diyebiliriz o zaman.

Evet

Ve kendilerinin Sabetaycı olduğunu kabul ediyorlar.

Hayır kabul etmiyorlar.

O halde böyle bir grup yok!

Olur mu Halil Bezmen meselâ Amerika'ya gitti ve dönmeliğini ilan etti.
O zaman müslüman kamuoyundaki genel kanaat doğrulanmış oluyor.

Doğru tabiî. Ama gerçek böyle.

Siz diyorsunuz ki, artık yeter, bu gizliliğe ve ikili tavra bir son verilsin.

Ben açık olarak söylüyorum ki Sabetaycılık Müslümanlık dininin bir mezhebi değildir. Sabetaycılık Yahudi dininin bir parçasıdır. Ve Yahudilik Sabetaycıları kabul etmek zorundadır. Ama hahamlar diyor ki, 'Siz 350 sene önce defoldunuz gittiniz, artık bizimle hiçbir ilginiz yok!' Günü kurtarmaya çalışıyorlar.

Karakaşzade Mehmed Rüşdü 1924 yılında ilk ifşaatları çok ilgi çekti. Ancak bir sene sonra bir şekilde ikna edilmiş ya da korkutulmuş olacak ki söylediği herşeyi geri aldı ve inkâr etti.

Ona bakarsanız ben de aynı şeyi yapıyorum.

O bazı iddiaları gündeme getirmişti. "Kuzu bayramı-mum söndü" merasimleri, cemaat içinde evlilik ve benzeriyle ilgili.

Herkes bana bunu soruyor. Ben bu konuda özel bir çalışma yaptım. Kuzu bayramı konusu kitabımda yer alıyor. Benim kendisiyle görüştüğüm 1900'lü yılların başında doğan bir hanım bana Kuzu Bayramı'nda 'Mum Söndü' merasimi yapılmadığını söyledi. Fakat Abdurrahman Küçük 'ün kitabında ve Karakaşzade Rüşdü'nün açıklamalarında böyle iddialar var. Karakaşzadenin sözleri gazetelerde yayınlanırken bir yaşlı dönme 'Efendim bu bizim zamanımızda yapılıyordu, şöyle oluyordu böyle oluyordu' diye anlatmış.
Karakaşzade Rüşdü'ye baktığımızda önce herşeyi açıklıyor. Ardından demek korkutuluyor ki, bir sene geçmeden bütün sözlerini geri alıyor ve bunlar gerçekdışı sözlerdi diyor. Siz de aynı karanlık noktada bir tehditle karşılaşmayacak mısınız?

Ben 1992 yılından beri bu konudaki fikirlerimi açıkça söylüyorum. Beni herkes eleştirebilir. Ancak herhangi bir yerden destek aldığımı söyleyemezler. Çünkü ben hiçbir yerden destek almıyorum. Hiçbir Sabetaycıdan veya hiçbir Musevîden maddî ya da manevî hiçbir destek almıyorum. Karakaşzade Rüşdü'den ben farklıyım. Bana tabiî ki çok büyük baskılar geliyor cemaatin içinden. 'Konuşma', 'yazma', 'açıklama' diyenler oldu. Beni deli olarak görenler, benim Mesihlik iddiasıyla ortaya çıktığımı iddia edip araştırmalarımı küçük düşürmeye çalışanlar var. Diyorlar ki bu adam kendini sabetay Sevi gibi görüyor, tıpkı onun gibi deli, bizim başımızı belâya sokacak.

Sabetaycı düşünce yapısı içinde sizin bu açıklamalarınız çok zararlı şeyler değil mi?


Dışarıdan bakınca öyle. Şimdi bakın Karakaşzade gibi benim düşüncelerimde geriye döneceğim ne olabilir. Ben bunları yazıp ortaya koymuşum. 'Ben bunların hiçbirini yazmadım, yok sayın' diyemem ki. Bir kere bir kısmını belgeleriyle yazmışım zaten. Meselâ soyağacı konusunda yazmış olduğum yazıda Yeni Asrın Selanik Yılları kitabındaki iddiayı açıkça çürüten bir insanım.

Kitapta ne var?

Kitapta çok önemli şeyler var. Türkmen Parlak adlı yazar orada bir ailenin soyağacını yazıyor ama o kadar komik yazıyor ki. Efendim, diyor bu aile Ortaasya'nın bilmem neresinden kalkmış Selanik'e gelmiş diyor. Ben onun canına okudum makalemde. Ve nitekim de o yazıdan sonra başıma gelmedik kalmadı.

Ne gibi?

İzmir'de Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Sabetaycılıkla ilgili küçük bir konferans verecektim, o ailenin İzmir'deki gazetesi beni engelledi, Atatürk Araştırmaları'nda anlatabildim. Aslında Amerikan Kültür Merkezi'nde, Alman Kültür Merkezi'nde konuşacaktım, fakat engellendi. Sabetaycıların bana bu şekilde engellemeleri var. Evet bu yönde baskılar gelebiliyor. Bu insanların içinde beni desteklemeyenler bana karşı olanlar kimler, Türkiye'de belirli bir maddî servete ulaşmış insanlar. Bunlar tabiî ki rahatsız olacaklar benim açıklamalarımdan.

Mevcut durumlarını kaybetme tehlikesi olarak mı görüyorlar?

Tabiî bu çok önemli bir nokta. Düşünebiliyor musunuz Türkiye'de en yüksek noktaya gelmiş bir insanın Sabetaycılığı tartışılırsa ve üzerine gidilirse bu bir felaket olur onun için, herşeyini kaybeder. Gizleniyorlar ama şunu düşünemiyorlar. Tarihi açıp okuduğunuz zaman, Yahudilerin hep büyük yükselişlerden büyük çöküşlere gittiğini görürsünüz. Örneğin Alman Yahudileri... 30'larda 35'lerde Almanya'nın kaymak tabakasıydılar. Ne oldu, bir anda hepsi kaybolup gittiler. Tanrı'nın ne yapacağını hiç bilemezsiniz. Gelinen nokta önemli değildir, en son nerede olduğunuz önemlidir. Bir anda iniverirsiniz aşağıya. Ben onun için hiçbir şeyden korkmuyorum. Ben bu yüzden tamamen bağımsız çalışıyorum, hiçkimsenin yönlendirmesi altında değilim.

Cemaatinizin sayısı tahmini olarak ne kadar?

Cemaatin sayısı hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü isbat edemem. Bir rakam söylesem bile bunun dayanağı ne olacak? Ben size 'Türkiye'de organize bir Sabetaycı grup var. Bunlar dinî dersler alıyorlar, sürekli toplanıyorlar' dediğim zaman bunu ispat edemem. Kim bu tanınmış Sabetaycılar derseniz benim elim kolum bağlanır. Çünkü ben kimsenin ismini verme hakkına sahip değilim. Ben bir isim veririm, siz gidip adama sorduğunuzda o, 'Ben Sabetaycı değilim' derse bu bir yalan haber olur. Ama şunu çok iyi iddia ediyorum ve söylüyorum; Türkiye'desabetay Sevi'nin dinî düşüncelerine bağlı olan ve bu inancı sürdüren insanlar var. Günün birinde bu insanlar çıkacaklar ortaya. Yani bir tek ben olmayacağım. Ama mesela Pamir Bezmen 'Varlık Vergisi' olayında ayrı bir grup olarak değerlendirildiklerini söyledi ama çıksın bakalım 'ben Sabetaycıyım' desin, söyleyemezler. Çünkü onlar bu konuya manevî açıdan bakmıyorlar. Ben manevî olarak bakıyorum. Sadece sayı olarak bugüne kadar yayınlanan makalelerde 60 bin ve 100 bin rakamları telaffuz edildi.

Sizi niçin engelleyemiyorlar?

Beni engelleyemezler çünkü benim ailem 17 kuşak boyunca haham olarak geliyor ve aslında Sabetaycılığın dinî karakterini oluşturan insanlar. Şimdi bakın benim büyükbabamın büyükbabası olan Şemsi Efendi üç cemaati birleştirmeye çalışmış. Kapancılardan olduğu halde gitmiş Karakaşlarda din dersi vermiş. Onların okullarını kurmuş. Ve bunun sonucu olarak Bülbülderesi mezarlığında öyle bir yerde yatıyor ki, başka biri o şekilde gömülemez. Mezarlıkta böyle bir ayrım vardır, merdivenin sağ tarafında Kapancılar yatar, sol tarafında Karakaş aileleri yatar. Hiçbir Kapancı Karakaş'ların olduğu yerde yatmaz.

Bülbülderesi Mezarlığının özelliği nedir?

Talmud'a göre Mesih bülbüllerin sesine gelecek. Ve inanç o ki Mesih tekrar geldiği zaman bülbüller şakıyacak ve bütün o ölülerin ruhları ayağa kalkacak. Onun için oraya gömülüyor ve ismi de oradan geliyor.

sabetay Sevi'nin fikirlerinde Yahudi düşüncesinden ayrılan taraf nedir?

Sabetay Sevi'nin dinî düşüncelerinin Yahudi Kabalizmindeki yerini kimse ortaya koymuyor. Ne Karakaş Rüşdü yazdı bunu ne de başkası. Bunu ben ortaya koyuyorum. Bu tamamen, Tevrat'ın içinde gizli mânâlar olduğunu ifade eden Kabbalistik düşüncenin bir aşılımıdır. İzak Luria adlı bir kişi vardır ve bu Kabbalistik düşüncenin temelini atmıştır. Nitekim Sabetay Sevi de "Ben Luria'nın atmış olduğu temelin üzerinde bir bina kuruyorum" diyor. Bu konularda araştırma yapıyorum ve bazı şeyleri ben de yeni öğreniyorum.

Nasıl öğreniyorsunuz?

Karşılıklı konuşmalarda sohbetlerde ortaya çıkıyor. Geleneksel Yahudilikte de böyledir, gidip bir okulda öğrencilik yapmaktan ziyade bu konular sohbet ortamında öğrenilir. Kabala nasıl öğrenilir, bir masanın etrafında Tanrı inancı bulunan, dinî kurallara sonuna kadar bağlı dört kişinin toplanmasıyla oluşan sohbet ortamında öğrenilir. Çünkü biz şuna inanıyoruz Kabala ile herkes uğraşamaz ve uluorta konuşamaz. Yahudilikte en önemli noktalardan biri Tanrı'nın tetragram olan adının ağıza alınması yasağıdır. Eğer bir insan dinî kuralları tam olarak uygulamıyorsa, hırsızlık, zina işliyorsa o zaman bu adamın katıldığı araştırmalarda ve toplantılarda bir negatif enerji çekmesi sözkonusudur. Çünkü Yahudilik Tanrı'nın büyük bir enerji olduğuna inanarak yaklaşıyor olaya. Siz negatif enerji çektiğiniz zaman size öyle bir felâket gelir ki, bu felâket Tevrat'ta sık sık geçen bir vebadır, bir yangındır, bir yok olmadır falan. Tabiatıyla Kabala hep böyle gizli kalmıştır. Uluorta konuşulmamıştır. Kabalistler mistik olmuşlardır ve benim gibi fazla konuşmazlar!

Kitabı yazmaktaki gerçek niyetiniz ne?

Ben araştırmacı bir kişilik olarak ortaya çıkıyorum ve diyorum ki "nedir Sabetay Sevi'nin düşüncesi?" Bugün Türkiye'de herkes kendi kültürünü araştırıyor. Neden ben gizleyeyim? Kötü bir amacım yok ki. Benim sadece yapmış olduğum bir şey var farklı bir kültürü araştırmak. Siz tartışmazsanız, konuşmazsanız bu ilmî düşünce nasıl ortaya çıkacak? Bakın Türkiye'de solcular müslümanları ciddiye almıyorlardı. Ama bugün Türkiye'de artık bir İslâmcılık olgusu var. Gazeteleri, televizyonları var ve hükûmet bile oldular. Biz bu adamlarla bugüne kadar konuşmayı denememişiz. Ee bundan sonra "Türkiye'de anti-semitizm var" diyorsunuz. Var ve olacak tabiî. Biz herşeyi tartışacağız. Ve biz böyle bulacağız doğruyu. Bu zaten başka türlü de olamaz. Şimdi ben sizi yok sayarsam nereye varabilirim ki? Solcu arkadaşlar üniversite yıllarımda Nurcuların derslerine gidiyorum diye benimle alay ediyorlardı. "Yav sen deli misin, Tabiat Risalesi'ni öğrenmenden ne çıkacak?" diyorlardı. Halbuki ben Said Nursî'nin düşüncelerinde bulmuş olduğum derinliğin üzerine gittim. Çünkü bana göre mistik insanların, dine inanmış insanların yolu birdir.

Bediüzzaman'la ilgilenmeniz ilginç. Kabalizm sizin için çok önemli bir nokta. Peki Bediüzzaman'ın ebced hesabıyla ilgili çalışmalarını biliyor musunuz?

Evet biliyorum ve o konuya girmeyeceğim. Enteresan ifadeleri var. Bence Said Nursî yazmak istediği şeylerin çoğunu yazmamış bir insan. Özellikle cifir konusunda bir hayli bilgisi var. Bunu açık bir şekilde yazmamış. Bu çok önemli. Said Nursî'yi okuduğumda karşımda sıradan bir köy imamı olmadığını gördüm. Din konusunda hakikaten derinliği olan bir insan. Ben çok açık olarak söylüyorum, onun fikirlerinden pek çok şeyin kafamı kurcaladığını kabul ederim. Ve bundan da mutluluk duyarım. Çünkü bunda bir şey yok. Zira bu insanın yazmış olduğu eserler var, ortada bir vakıa var. Gerçi ben onun bütün risalelerini okumadım, çoğunu da anlayamadım. Benim zaten onun derslerine gitmemin nedeni de oydu. Çünkü bir Tabiat Risalesi'ni, Haşir Risalesi'ni aldığınızda ağdalı ifadelerle karşılaşıyorsunuz. Dinî duyguları anlatmak zaten çok zordur. Fakat onun ben pek çok şeyi yazmadan gittiğine inanıyorum. Cifir dediğimiz beşbin yıllık bir olay... Şimdi bunu basit bir tartışma konusu da yapamazsınız. Demek ki, onu konuşabilmek için mürşid-i kâmil olmanız lâzım, üstün insan olmanız lâzım, yani bizim Kabala'da tanımlanan adam kadmon olmanız; mistik olmanız lazım ki, bunun üzerine gidebilin.

Bediüzzamanın eserlerinin sizde ne gibi tesiri oldu?

En çok ilgimi çeken Tabiat Risalesi. Dinsizlik ve materyalizm karşısında bu insan çok sağlam delillerle bu kitabı atıyor ortaya ve ben onun vermiş olduğu örnekleri kendi dinî tartışmalarımda kullanıyorum. Diyorum ki Bediüzzaman Said Nursi de böyle söylüyor. Ve ben bundan bir hicap duymuyorum. Niye duyayım? Çünkü o da aynı yola gidiyor. Şimdi burada esas olan bir şey var, Mistik insanların temelinde var olan şey "Bir"e ulaşmaktır. İster Yahudiliğe, ister Hıristiyanlığa, ister başka bir yere gidin amaç "Bir"e ulaşmak için nefsi terbiye etmektir. Gerçi din olarak Yahudiliği çok seviyorum, Yahudilik üzerine çok araştırma yapıyorum ama bu benim Bediüzzaman'ı araştırmayacağım anlamına gelmez. Eminim ki Bediüzzaman yaşasaydı ondan öğrenceğim daha çok şey olurdu.

Bediüzzaman'la kesişmeniz nasıl oldu?

Üniversitede iken her gruba girdim. Tanıştığım insana "bakın ben Yahudi asıllıyım" diye baştan söylerim, hiçbir zaman da bunu gizlemem. Her insanla her şeyi konuşurum, hiçbir şeyi gizlemem. Benim bundan bir korkum yok. O zaman arkadaşlar beni iftarlarına davet ettiler. Çeşitli Nur cemaatlerinden insanlarla tanıştım. Ve ben onlarla hep mistik konuları konuştum. Onlar sanıyordu ki ben sıkılacağım. Ama hayır ben hep sordum ve araştırdım.
İslam'ın bir "Mehdi-Mesih", bir de "Deccal" inancı vardır. Aynı şey Hıristiyanlar, Yahudiler ve siz Sabetaycılar için de geçerli. Siz Sabetaycısınız, Bediüzzaman ise sizin dinî görüşünüze sahip ya da fikren yakın insanlarla hayatı boyunca mücadele etmiş, bir insan. Şimdi sizin ondan istifade etmeniz bir çelişki değil mi?
Bu bir çelişki değil. Önce şunu sormak lâzım, acaba ben Sabetaycıların cumhuriyette üstlenmiş oldukları rolü benimsiyor muyum? Bu çok önemli. Ben o tarzı onaylamıyorum. Ben bir kere dinî bir insanın politik olmasına karşıyım. Sabetaycılar Türkiye'de niye bu hale geldiler? Bir kere Dönme denilen insan da Sabetay Sevi'yi tanımıyor. Sadece ona diyorlar ki, sen farklısın sen başkasın. Sadece bununla yetiştiriyorlar çocuğu. O çocuk büyüyor Türkiye'de bir yere geliyor. Siz şimdi hangi kültürü görürseniz o kültürün izlerini getirirsiniz yaşantınıza. Sabetaycıların Batıcı olmasının nedeni de budur. Siz hiç Adıyaman'lı, Malatya'lı bir Sabetaycı gördünüz mü? Adıyaman'da yirmi sene orada yaşayıp da orayı anlamış bir Sabetaycı gördünüz mü? Zaten Türkiye'deki en büyük problemimiz bu oldu. Biz Türk halkını tanımadık. Benim atalarımı almışlar 1924'te buraya getirmişler. Düşüncesiyle, yaşantısıyla, fikriyle kısacası her şeyiyle Anadolu Türkünden farklı bir kitle buraya gelmiş. Onların sizinle çok farklı noktaları var. Yani şimdi bugün Türkiye'den bir grubu alsalar Rusya'ya götürseler, aynı şey onların başına gelse, ne olacak, Rusya'daki insanlar karşı çıkacak.

Kitabınız çıkana kadar kimse Sabetaycılığın hâlâ devam ettiğini kabul etmiyordu. Herhalde bundan sonra bazı konular daha da netleşecek. Yakın tarihe baktığımızda dönmelerin Türkiye masonluğundaki yeri de çok ilginç.
Kitabımda var. Sabetaycı niçin mason oluyor, çünkü orada kendini manevî olarak tatmin ediyor. Bakın dinsiz insan olmaz. Ateistlere falan inanmıyorum ben. Çünkü insanın içinde bir nur vardır ve o nur mutlaka açılır. Onu ama Masonlukta açar, ama başka bir yerde açar önemli değil,mutlaka açılır. Ama Masonluk da artık sulanmış bir felsefeye dönüştü. Ben mason değilim onu söyleyeyim. Bunları yazıp söylüyorum diye benden de hoşlanmazlar zaten. Masonluk bugün bir çıkar örgütlenmesi halinde. Öyle bir hale gelmiş ki, adam İslâmî çevrelerde de saygıyla karşılanıyor. Çok garip.

Sizin kendi cemaatinizde kullandığınız ikinci bir isminiz var mı?

Annemin ailesinin soyadı Ben Zwi. Ama benim durumum biraz farklı. Babam Erzurumlu bir Türktür. Düşünce olarak da muhafazakâr ve milliyetçi bir insandır. Annem Sabetaycı kökenden gelir ama o da bunu önemsemez. Ben anneannemle büyüdüm. O bu konuyu çok iyi bilen ve inanan bir insandı. Ve aile içinde kendince İspanyolca bir isim söylerdi bana. Ama bu tarz bir ismim olmadı. Verilemezdi çünkü babam müslüman zaten.

Annenizle nasıl evlenmiş?

Annem ona Selanik'li olduğunu söylememiş. Bu bir de bir sevgi meselesi herhalde. Annem de zaten bu konulara girilmesini pek istemez. Hatta size çok ilginç bir şey söyleyeyim Fehmi Koru annemin uzun yıllar beraber çalıştığı Musevî bir işadamı ile ilgili bir yazı yazdığında ona bir cevabî yazı yazıyor ve orada kendisinin müslüman olduğunu belirtir üslûp kullanıyor. Çünkü o kendini bir müslüman olarak görüyor. Ben anneannemle ve onun çevresinde büyüdüğüm için bu kimliği seçtim.

İlginç bir olay var karşımızda. Sabetaycı kimliğini açık bir şekilde ortaya koyan ve bunu deklare edip savunan ilk isimsiniz. Kimse bunu bugüne kadar Selanik dönmelerinin aslında hiçbir zaman müslüman olmadığını, kendi içlerinde Yahudiliğin bir mezhep ya da tarikatini gizlice devam ettirdiklerini söylemedi. Söylemekten ziyade bu hiçbir zaman ciddiye alınıp da kabul de görmedi. Bunu Sabetaycı cemaatin içinden ilk olarak siz ifşaa ediyorsunuz.

Hiçbir zaman söylemedi, hiçbir zaman da belki bu kadar net bir şekilde söylemeyecek. Ama bir zaman sonra söyleyenler de olabilir, bilemem. Ben açık olarak size söylüyorum, Sabetay Sevi'nin dinî görüşlerini benimseyen ve buna gerçekten bağlı inançlı bir kitle var. Ve bunlar hiçbir zaman gerçek anlamda Müslüman olmadılar.

Başınızda bir tek lider mi bulunuyor?

Birden çok hoca var. Ben size şunu söyleyeyim. İbraniceyi Türkiye'de öğrenmiş ve Tevrat'ın Sabetaycılık açısından manalarını takip eden bir değil, birden fazla hocalar var. Bunu iddia ediyorum ben. Ama buna inanıp inanmamayı benim sözlerimin sizde bırakacağı intibaa bırakıyorum. Bu arada hiçkimsenin ismini açıklama hakkım yok. Çok da ters bir şey olur yani.

Sabetay Sevi'nin canını kurtarmak için müslüman olması rahatsız edici değil mi?

Canını kurtarmak için Müslüman olmadı, dışarıdan bakanlar böyle görebilir. Şimdi ben Yahudiliğe dönmek istedim ama kabul etmediler. Ben Sabetaycıların İspanyol Konverzolarından (dönme) ayrı tutulmasına karşıyım. Ayrıcalık falan da istiyor değilim. Yahudi kültüründen gelen bir insan sanki bu kültürden gelmeyen bir insanmış gibi nasıl değerlendirilebilir anlamıyorum.

İsrail niçin böyle davranıyor?

İsrail devleti diyor ki, sen beni hiçbir şekilde ilgilendirmiyorsun. Sabetay Sevi olayından sonra sen başka bir hal aldın, bu yolda gidiyorsun. Ben de diyorum ki sen bütün dünya Yahudi kültürünün temsilcisi olduğunu söylüyorsun. Ben Yahudi kültürünün bir parçasıyım. Hatta şöyle ifade edeyim, İsrail'de Yahudi Tarihi Müzesi'nde Sabetaycılarla ilgili bir köşe vardır. Eylül 96'da İsrail gazetelerinde bu konuda bir yazı çıkarttım. Sizinle yaptığım bu görüşmenin bir benzerini İsrail'li bir gazeteciyle yaptım. Ortalık karıştı. Açıklamalarım kabul edilmedi. 'Bu tek başına bir kişi, böyle bir cemaat yok falan' dendi. Şunu gözden kaçırdılar ben o mülakata bir arkadaşımla gitmiştim. O arkadaş bana tercümanlık yaptı. Demek ki yalnız değilim ikinci bir Sabetaycı yani bir cemaat var. Türkiye'de de Aytunç Altındal bey konuyu gündeme getirdi. Yahudilik konusunda bir şey daha var. Endülüs'te bundan 500 sene evvel Türkiye'ye gelmemiş, orada kalmış, Hıristiyanlaşmış fakat Yahudi geleneklerini sürdürmüş insanlar var. Bunlara Hıristiyan dönmeleri, yani konverzo denir. Sabetay Sevi ile de bir ilgileri yoktur. Ancak onlar İsrail'de Yahudi kabul edilirler. Yahudiliğe dönecekleri zaman Giyur li Humra denilen bir işleme tâbi tutulurlar. Siz sinanoga gidersiniz orada basit bir dua okunur, ruhun temizlenmesi için bir banyoya girer çıkarsınız ondan sonra Yahudiliğe geri kabul edilirsiniz. Bu uygulanan bir dine dönüş merasimidir. Benim istediğim tek şey Türkiye'li Sabetaycılara da bu giyurun uygulanması. Bizim İspanyol konverzolarından bir farkımız yok ki. Ben 21 yaşında cebimde 100 dolar ve bir sırt çantasıyla gittim İsrail'e. İkinci gidişimde başvuruda bulundum fakat kabul edilmedi. Bu konuda İsrail'in aldığı bir karar var.

İsrail bu hakkı tanısa Türkiye'deki Sabetaycılar vatandaşlık başvurusunda bulunur mu?

Ben gidecek insanların olduğunu söylüyorum. Kaç kişi olduğu önemli değil.

Sabetaycı bir cemaat olduğunu söylüyorsunuz ama ortada kimse yok.

Türkiye'deki bütün Bahailer ortaya çıkıyor mu? Sadece temsilcisi çıkıyor konuşuyor. Türkiye'deki Yahudiler çıkıyor mu ortaya? Türkçe isimler kullanıyorlar, Yahudiliklerini bile gizliyorlar ve sormadınız mı söylemiyorlar. Gizleme Türkiye'de hep olmuş bir olay, garip bir şey değil ki. Türkiye'de bizim bilmediğimiz adını sanını duymadığımız ne gruplar var bir bilseniz. Özellikle Anadolu'da. Benim mesela en çok ilgimi çeken şey Alevilerin içerisindeki bazı gruplar. Çünkü onların mistik inançlarıyla Yahudilik arasında o kadar çok paralellikler var ki. Bektaşilikle Sabetaycılık arasında bir ilinti ve bağlantı vardır mesela. Ben kitabımda bunu "Osmanlı Mistisizminde Sabetaycılık" başlığı altında inceledim ve bu arada Melamilikle Sabetaycılık arasında bir bağlantı olduğunu tesbit ettim.

Nasıl oluyor?

O dönem şer'î hükümlerin egemen olduğu bir dönem. Adam kalkmış Müslüman bir tarikata girmiş. Girmiş olduğu tarikat yükümlülük olarak en hafif olanı. Mesela Bektaşiliğe girmiş, üçüncü devre Melametilikte de Sabetaycılar var ve bu çok önemli. Abdülbaki Gölpınarlı da bunları yazıyor. Hatta diyor ki Seyyid Abdullah Nur isimli kişi yani üçüncü devre Melametiliği kuran kişi Balkanlarda ortaya çıkıyor. Ve bunun Selanik'teki dergahını Yahudi cemaati finanse ediyor. Ben tek tek isimleri çıkarttım oradan. Hem de nereden çıkarttım biliyor musunuz, Yeni Asrın Selanik Yılları adlı kitaptan. Adam diyor ki, 'Bizim bir akrabamız da çok Müslümandı, Melametilik dergahında şunları şunları yetiştirdi.' Komediye bakın, kardeşim senin büyük atanın kim olduğunu ben biliyorum. Bu adamın Yakubi olduğu çok açık. Ama ben yine de çok fazla yazmadım korkumdan. Karşımdaki adam da basit bir adam değil sonuçta.

Bazı çok tanınmış insanların Sabetaycı olduklarına dair söylentiler dolaşıyor. Özellikle basın dünyasında. Geçmişte mesela bir Ahmet Emin Yalman bu konuyla ilgili olarak çok şey yazdı.

Ama Yalman dönmeliği tartışmış, bu konuyu yazmış ve reddetmemiş bir insandır. Ben kişisel olarak inanıyorum ki insanlar yavaş yavaş belirli aşamalardan geçecekler. Bildiğimi kimseden saklamıyorum. Siz çok daha uç bir kesimden de gelseniz yine konuşurdum. Ben konunun tartışılmasını istiyorum. Konuşmaktan korkmuyorum.

Sabetaycı Yahudilerin Alevilerin içine sızması...



Sabetaycı Yahudilerin Alevilerin içine sızması...

Sabetaycı Yahudiler Alevilerin içine 19.-20. yüzyıldan itibaren sızmış, Alevilerin güvenini kazanarak temel öğretilerini değiştirmiş, Alevilik tarihi kitapları yazarak Aleviliği mecrasından saptırmışlardır. Alevi gençlerin pek çoğunu kültürel değerlerinden kopararak rijit, protest birer ateist haline getirmeyi başarmışlardır.

Toplumda yanlış olarak Bektaşilere mal edilen “mum söndü” olayı da aslında Sebataylara ait dini bir ritüeldir. “Dört Gönül Bayramı” veya “Mum Söndü” diye de bilinen Kuzu bayramı 22 Adar’da (Mart) yapılır. Her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebeti ile ve hususi merasimle yenir. Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Bu çiftlerin sayısı artırılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır…

Bu bayram vesilesi ile doğacak çocuklar bir nevi kutsiyeti haiz tanınırlar.” (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 64)

Ilgaz Zorlu da “toplu seks ve mum söndü olayının Tanah’taki birtakım dualardan kaynaklandığını” vurgulamakta, (Zorlu, Evet Ben Selanikliyim, S.51), hatta; “bazı Sabataycı din adamlarının Lut örneğinden hareketle ensest ilişkiyi meşru kabul eden kararlar verdiklerini” ifede etmektedir.


Ilgaz Zorlu, Evet Ben Selanikliyim kitabı a.g.e.S.62

HANGİSİ GERÇEK HANGİSİ YALAN İŞTE DERİNLERİN SAVAŞI



HANGİSİ GERÇEK HANGİSİ YALAN İŞTE DERİNLERİN SAVAŞI

BUGÜN DE HER TAŞIN ALTINDAN SABETAİSTLER ÇIKMAKTADIR: KEMAL GÜRÜZ, İSMAİL CEM (İPEKÇİ), RAHŞAN ECEVİT, ÇEVİK BİR, AZİZ YILDIRIM COŞKUN KIRCA, DİNÇ BİLGİN... ATATÜRK'ÜN HOCASI ŞEMSİ EFENDİ DE ASLINDA ŞİMON ZWİ ADINDA ASLEN YAHUDİ OLAN BİR ZATTIR. ÜSKÜDAR BÜLBÜLDERESİ'NDE FEVZİYE HATUN CAMİİ, SELANİKLİLER SOKAK'DAKİ SABETAİST MEZARLIĞINDA YATMAKTADIR. BU CAMİ'İ DE GÖSTERİŞ AMAÇLI OLARAK SABETAİSTLER YAPTIRMIŞTIR. HANGİSİ GERÇEK HANGİSİ YALAN İŞTE DERİNLERİN SAVAŞIBUGÜN DE HER TAŞIN ALTINDAN SABETAİSTLER ÇIKMAKTADIR: KEMAL GÜRÜZ, İSMAİL CEM (İPEKÇİ), RAHŞAN ECEVİT, ÇEVİK BİR, AZİZ YILDIRIM COŞKUN KIRCA, DİNÇ BİLGİN...

ATATÜRK'ÜN HOCASI ŞEMSİ EFENDİ DE ASLINDA ŞİMON ZWİ ADINDA ASLEN YAHUDİ OLAN BİR ZATTIR. ÜSKÜDAR BÜLBÜLDERESİ'NDE FEVZİYE HATUN CAMİİ, SELANİKLİLER SOKAK'DAKİ SABETAİST MEZARLIĞINDA YATMAKTADIR. BU CAMİ'İ DE GÖSTERİŞ AMAÇLI OLARAK SABETAİSTLER YAPTIRMIŞTIR.

FEVZİYE MEKTEPLERİ VAKFI IŞIK LİSESİ, IŞIK ÜNV. ŞİŞLİ TERAKKİ LİSESİ V.B. OKULLAR, BU CEMAATE AİTTİR. BU CEMAAT EĞİTİME BÜYÜK ÖNEM VERMİŞ, BİR ÇOĞU İKİ, ÜÇ DİL BİLEN İNSANLAR YETİŞTİRMİŞTİR.

1924 YILINDA YUNANİSTAN İLE YAPILAN VATANDAŞ MÜBADELESİ İLE TÜRKİYE'YE İSTEMEYEREK GELMİŞLERDİR. YUNAN MAKAMLARINA, "BİZ MÜSLÜMAN DEĞİL YAHUDİ'YİZ, BİZİ TÜRKİYE'YE GÖNDERMEYİN" DEDİKLERİ HALDE YUNANİSTAN BUNLARIN BÜYÜK KISMINI SELANİK'DEN ÇIKARIP TÜRKİYE'YE GÖNDERMİŞTİR. BU SAYEDE DE HİTLER'İN YAHUDİ KATLİAMLARINDAN KURTULMUŞLARDIR. TÜRKİYE'DE, ALDIKLARI EĞİTİMDEN DOLAYI KÖŞE BAŞLARINA GELMELERİ UZUN SÜRMEMİŞ, TÜRKİYE SAYESİNDE ÖLÜMDEN KURTULMALARININ TEŞEKKÜRÜNÜ(!) MİLLETİ BU HALE GETİREREK EDA ETMİŞLERDİR.

(1924 ahali mübadelesine kadar, Selanik’te; Merkezi otoriteye uzak ve Avrupa’ya yakın olması itibariyle gerek ticari-kültürel ve gerekse siyasi açıdan, çok canlı ve etkin bir konuma ulaşmışlardır.

İttihat-Terakki’nin kurulmasıyla siyasi rolleri belirginleşen SABETAYcılar Masonluk ve Melamiliğe (Niyazi-i Misri’nin kurduğu tarikat) karşı da özel bir ilgi göstermişlerdir. Mesela, Abdülhamit’e tahttan indirilme kararını tebliğ eden İttihat ve Terakki heyetinde, Selanik Yahudi cemaatine mensup Emanuel Karasu da bulunmaktadır.

Yine Selanik’te o dönemde, mason locaları ve tarikatlarda etkili olan Türk ve Müslüman kimlikli aydınların pekçoğu SABETAYcı’dır. Örneğin 1908 başında tarihçi Dumont Veritas’ın locaya bağlı Müslüman üyeler diye sunduğu; Osman Adil, Faik Nuzhet (daha sonra bakanlık da yapacaktır), Talat İsmail, Fazlı Necip ve Mehmet Servet Bey’in SABETAYci kökenli oldukları sonradan anlaşılmıştır.

Nitekim günümüzde bile (2004 yılı itibariyle) Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın Grand Comandorleri’nin (Hakim Büyük Amir) Kapancılar koluna mensup aileden olduğu bilinmektedir.

SABETAYcılar, Yakubiler, Kapancılar ve Karkaşlar olmak üzere, –değişik dini yorumlar sonucunda– üç kola ayrılmışlardır. Mesela Selanik’te çıkan Yeni Asır’ın kurucusu Fazıl Necip, Vatan’ın başyazarı Ahmet Emin Yalman, Dr. Şefik Hüsnü, Halide Edip Adıvar Yakubi’dirler. İdam edilen eski maliye bakanı Cavid Bey, İzmirli Hasan Tahsin, bakanlık yapan Faik Nuzhet, Milliyet’in eski başyazarı Abdi İpekçi ve kardeşi İsmail Cem (kızı Barzanilerden Safin Dizayni ile evlenmiştir) Karakaşlar kolundandırlar.

Atatürk’ün Selanik’te ilk eğitimini aldığı okuldan hocası Şemsi Efendi, Zekeriya ve Sabiha Sertel, Bezmen ve Atabek aileleri de Kapancı kolundandırlar. İsim listesini, Fikret Bila, Çetin Emeç, Kemal Derviş, Tansu Çiller, Ziya Gökalp, Bilgin ailesi, Talat Paşa, Aytaç Yalman, Orhan Gencebay, Ajda Pekkan, Zeki Müren, Ahmet Ağaoğlu (Türkçü-Agayef), Coşkun Kırca, Celal Bayar, Fahri Korutürk, M. Ali Birand, Ali Kırca, Altemur Kılıç vb uzatmak mümkün.

SABETAYcılar’a ait dikkate değer belgelerin İsrail’de Ben Zvi Enstitüsü’nde olduğu bilinmektedir. İsrail’in ikinci Cumhurbakani Izhak Ben Zvi’nin de SABETAYci kökenli olduğu ileri sürülmektedir. Buna benzer tanınmış birçok ailenin de SABETAYcı olduğu söylenmektedir.

Ayrıca genel kanı olarak 1942 yılındaki Varlık Vergisi uygulamaları dışında, Türkiye’de yaşayan SABETAYcı kökenli vatandaşların herhangi bir baskıya ve ayrıma tabii olmadıkları, (24 Şubat 1997 Jerusalem Post’ta verilen mülakat) beyan edilmiştir.

Anlaşılıyor ki: SABETAYcılar, Osmanlı ve Türkiye tarihinde gözardı edilmeyecek derecede, siyasi, sosyoekonomik ve kültürel gelişmelere olumlu-olumsuz damgasını vurmuşlardır. Bu arada malasef belirtilmeli ki bazı SABETAYcılar; Türkiye’nin demokratikleşmesi ve iç barışını oluşturması çabasına, sürecine karşı, çok olumsuz bir tutum ve faaliyet içinde olmuşlardır.

ERDİNÇ BAYSAL: Rav sabetay Zvi -II-YENİ ÖZGÜR POLİTİKA )YAŞANTISINI, AHLAKINI VE İNANÇLARINI HİÇ BİLMEDİKLERİ, ASLA TANIMADIKLARI HALDE KİN DUYDUKLARI ANADOLU HALKINI BİRBİRİNE DÜŞÜRMEK İÇİN ELLERİNDEN GELENİ YAPMIŞLARDIR. BU GÜNÜN ALEVİ-SÜNNİ, LAİK-ANTİLAİK TARTIŞMALARI BU ÜÇÜNCÜ GRUBUN EKMEĞİNE YAĞ SÜRMEKTEDİR.

SON OLARAK Mehmet Emre Güreli'nin SABETAYcı Yapılanmaya Karşı Bilinç ve Tercihli Alışveriş İnsiyatifi İSİMLİ SİTTEDE AKTARDIĞI BİR BİLGİ İLE GÜNÜMÜZE DÖNELİM: 


(Ünlü SABETAYci yazar Orhan Pamuk'un New York'ta bir özel sohbette "Bizim bir devlete ihtiyacimiz vardı. Önce Müslüman olduk ve uzun maceralardan sonra Türkiye'yi elimize geçirdik" diyerek neyi kastettigini, Okan Bayülgen'in İstanbul kökenli olmayan insanları neden hor gördüğünü, Yalçın Küçük'ün neden 'Türkiye İsrail'in rezerv devletidir' ve 'bu ülkede bir yere gelebilmek için SABETAYcı olmak gereklidir' dedigini anlayacaksınız 

(Buna bir ekleme de ben yapayım: SABETAYcı degilseniz bir yere gelebilmek için mason olmak çok fayda sağlar). Her din ve etnik kimlikten Türk vatandaşı bunların derinligine bilincine varmadıgı sürece Türkiye'nin mutlu ve basarılı insanların özgür iradelerince yasadıgı adil bir ülke olabilecegini sanmıyorum. 

DERİNLERİN EN DERİNİ REJİM VE KURUCULAR İÇİN NE SÖYLESE KENDİSİNE DOKUNULAMAYAN AMA ERGENEKONA BULAŞTIĞI İÇİN NAZİKÇE ALINIP DİNLENEN YALÇIN KÜÇÜK'E GELELİM. BAKIN BU DERİN AĞIZ NELER DİYOR: Ona göre, son 150 yıllık Türk tarihi, aslında Yahudilerle Hıristiyanların mücadelesidir ve Türkler bu sahnede figüran dahi olamamıştır. Türkiye'de ister İttihat Terakki'nin içinde, ister dışında, ister onlarla beraber, ister onlara karşı 1906 ile 1926 arasındaki 20 yıllık süreçteyse, en önemli kavga Siyonistlerle (Yahudilerle), Sabetaycılar (İbraniler) arasında yaşanmıştı. Çünkü Siyonistler ayrı bir devlet isterken, Sabetaycılar, Anadolu'yu 'vaat edilmiş toprak' olarak görüyorlardı da ondan! Zaten İttihat Terakki Partisi'ni ve onun gizli örgütü olan Teşkilatı Mahsusa'yı da Selanik'te Sabetaycılar kurmuştu. Bunlar Balkan Savaşlarında Selanik elden çıkınca, Anadolu'yu vatan yapmak için Ermeni ve Rum tehcirini organize ettiler. Ermenilerin ve Rumların boşalttığı yerlere de Sabetaycıları yerleştirdiler. Kurtuluş Savaşı, bu amaç doğrultusunda Sabetaycıların örgütlediği ve önderlik ettiği bir hareketti. Kurtuluş Savaşındaki direnişi Teşkilatı Mahsusa ateşlemişti. Bu mücadele içinde sabetayist olmayan bir tek Enver Paşa ile Cemal Paşa vardı. Onlar da 1922'ye gelindiğinde tasfiye edilmiş ve Sabetayistlerin rezerv devleti (Türkiye Cumhuriyeti) kurulmuştu.
Çerkez Ethem Kemalistlerce "hain" ilan edildi. Halbuki Çerkez Ethem, Türk askerine değil bir mermi, sapanla taş bile atmamıştı. Ama onu tasfiye ettiler. O hain olduğu için, birilerinin kahraman olması gerekirdi. Onun için de İnönü zaferi icat edildi. İnönü zaferleri diye bir şey yoktur. "Mübadeleyi hâlâ anlayamıyorum" diyor Küçük, Yunan ordusu Sakarya'ya kadar geldiği halde . Yerli Rumlar onlara en ufak yardımda bulunmadı. Ama onları gönderdik. Zengindiler. Mübadele ile gönderilenlerin yerine gelenlerin tümü Sabetaycıydı. 1919-20 yıllarında nerede çok zengin Rum varsa, şimdi orada yoğun olarak Sabetaycılar vardır. İzmir'de, Antalya'da, Kayseri'de, Samsun'da, Zonguldak'ta, Adana'da, Trabzon'da. Anadolu'dan Rumları, Ermenileri Sabetaycılar çıkardı. Sonraları 6/7 Eylül'ü vesaireyi de onlar yaptı. "Küçük, Jön Türkizm: Doğu Birliği adlı yazısında Mustafa Kemal'i İngiliz ajanı, dolayısıyla Kurtuluş Savaşını da İngiliz operasyonu olarak itham etti ve bununla da yetinmeyip, Cemal Paşa'yı, İngilizlere Mustafa Kemal'in ihbar ederek öldürttüğünü ima etti."

Ancak sabetayist Cavit Beyin torunu, Şiar Yalçın'ın oğlu, 'Efendi'nin yazarı olup santrforluğa soyunan Soner Yalçın da topu kaleye atamamıştır.

Sabetaycı Adnan Adıvar ve Sabetaycı Halide Edip ikilisi, İttihat Terakki Hükümetinin son derece isabetli ve insani bir uygulaması olan Ermeni yer değiştirmesini "katliam" olarak nitelemiş ve sonra yurttan firar etmişti. 1939'da yurda dönen Adıvarlar'ı, Küçük'ün "Yahudi Kürt" diye tanımladığı Musa Anter ve adamları korumuştu!

Kurtuluş Savaşı yıllarında Avrupa'da yan gelip yatan Sabetaycı İttihatçıların Türk zaferine el koymak istemeleri görmezden geliniyor. Bunlardan Maliyeci Cavit'in Lozan pazarlığı sırasında karşı tarafa bilgi aktardığı unutuluyor. 1926 yargılamalarında Dr. Nazım ve Cavit'in, araya Rothschild gibi dünyayı yöneten 12 Yahudi ailenin girmesine rağmen asılmaktan kurtulamadıkları görmezden geliniyor.

Tansu Çiller, 24 Aralık 1995 seçimlerinden hemen önce Abdullah Öcalan'a karşı Şam'da yaptıracağı suikast, Mesut Yılmaz tarafından bir şekilde haber alınıp, Paris'teki Küçük'e, Küçük tarafından da Öcalan'a bildirildi. Böylece Çiller'in oya dönüştürmeyi tasarladığı suikast, Küçük aracılığıyla önlenmiş oldu. Nitekim Çiller bu seçimlerde ancak üçüncü olabildi.

Küçük, baba tarafında Türk, anne tarafından Kafkasya kökenliğini olduğunu ve ana tarafında İbrani kökenli kimselerin bulunduğunu itiraf etti.

(Ada Bayazıt / Chronicle)Ve son olarak DERİN DEVLET hakkında Fikret Başkaya'dan çarpıcı sözler. " Olmayan laikliği korumaya çalışıyorlar... Ulusalcılar radikal Atatürkçüler... CHP tipik bir siyasi parti değil... Hedefleri 1930 modelini ihya etmek..." ( İktidar kavgası var tabii onun sonucunda rant var ama öncelikle iktidar kavgası var. İşte 1908'den beri gelen bir ekip var. İşte bunların bir kısmı orduda, bir kısmı “sivil bürokraside” bir kısmı, yargıda, bir kısmı işte başka kurumlarda, medyadavb. Bunlar 1930'ları, 1930 modelini ihya etmek gibi bir hezeyan içindeler ama bunu yapmaları mümkün değil çünkü köprülerin altından çok su akmış durumda. Bu odak veya odaklar bugünün sorunlarına eskiye ait yöntemlerle çözümler bulunabileceği yanılsaması içindeler. Oysa bu güne ait sorunları düne ait yöntem ve araçlarla çözmek mümkün değildir. Şimdi tabii CHP'yle ordunun ortaklığı çok eskilere dayanan bir şey, o kadar eskiye gidiyor ki 1908'e kadar götürebilirsin onu. Fakat en azından Milli Mücadele dönemine kadar gerilere giden bir ortaklık söz konusu. Sanıyorum son dönemde CHP, rejimin tamamen kompradorlaşmış olduğunu iyi göremedi ve eski yöntem ve araçlarla yoluna devam edeceğini sanıyor.

Halbuki köprülerin altından çok su akmıştı. Artık rejim tamamen kompradorlaşmış bir rejim. Amerika'nın etkisi Türkiye'nin tarihinde görülmemiş kadar fazla, yani Amerika'nın rejim üzerindeki etkisi belki Türkiye'nin tarihinde hiç bu kadar yoğun, açık ve belirleyici olmamıştı. Tabii orduya gelince ordu da biliyorsun bir NATO ordusudur. NATO, başkomutanı Amerikalı bir general olan askeri bir pakt. Tabii yani ordu da Amerikancı, AKP'de Amerikancı şimdi tabii bunların uzlaşması çok şaşırtıcı değil. Zaten iki tarafa da Amerika'nın baskısı var. Hem orduya baskısı var hem hükümete baskısı var. Amerikalılar bu ikisini böyle bir temelde uzlaştırdı. Bu durumu kavramakta yaya kaldığı için CHP Türbanla ilgili Anayasa değişikliklerinde. vb. ordudan farklı bir tepki bekliyordu.

CHP zaten tipik siyasi parti değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Devletin bir parçasıdır. O yüzden pazara geldiklerinde Pazar çoktan dağılmıştı...) Evet 1908 den beri devlete hakim bir yapı 1923 de CHP adını aldı ve icra vekilileri oldu. Türkiyeyi benim asıl devlet partisi dediğim iktidar odağı ülkeyi 1908den beri yönetiyor yada genel doğrultuyu belirliyor. Bu odak kendini memleketin sahibi olarak görüyor ve kimseye hesap vermek zorunda da değil. Onlar için yargı, yapılanı kitabına uydurmak içindir. "Gerekirse" kendi adamlarını öldürürler sonra da müthiş bir cenaze töreni yaparlar... Bu tür eylemlerle iktidarlarını, dokunulmazlıklarını ve ayrıcalıklarını sürdürmeyi amaçlarlar bir yandan da hukuk devletinden vb. söz ederler. Amaç ayrıcalıklı konumlarını, statülerini,iktidarlarını sürdürmektir.

Şimdi bu ekip 1908den 1950ye kadar ki dönemde sadece 1918-22 arasında bir bocalamadan sonra duruma hakim oldular. Bu durum 1946-50ye kadar devam etti o dönemdeki rejim tipik bir otokrasiydi... Fakat 1946-50 den sonra otokratik yapıda bir rötuş gerekti, birden fazla devlet partisine izin verdiler. Ben bunlara taşeron devlet partileri diyorum. Uzaktan kumandayla yönetim biçimi gerekiyordu. Bir tarafta kurulmasına izin verdikleri siyasi partiler, diğer tarafta asıl rotayı belirleyen asıl devlet partisi... )

ÇOĞU SELANİKLİ VE İTTİHATÇI MASON I. İcra Vekilleri Heyeti (3 Mayıs 1920 - 24 Ocak 1921) İcra Vekillleri Heyeti Reisi: Mustafa Kemal Atatürk. Umuru Şeriye ve Evkaf (Diyanet ve Vakıflar) Vekili: Mustafa Fehmi Gerçeker - Adliye Vekili: Celalettin Arif Bey » (v.) Zekai Apaydın - Erkan-ı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) Vekili: İsmet İnönü - Müdafa-i Milliye Vekili: Fevzi Çakmak Dahiliye (İçişleri) Umuru Vekilleri: Cami Baykurt (») Hakkı Behiç Bayiç (») Nazım Resmor (») Refet Bele
Hariciye Vekili: Bekir Sami Kunduk - İktisat Vekili: Yusuf Kemal Tengirşenk - Maliye Vekili: Hakkı Behiç Bayiç (») Ahmet Ferit Tek - Maarif Vekili: Rıza Nur (») Hamdullah Suphi Tanrıöver - Nafia (Bayındırlık) Vekili: İsmail Fazıl Cebesoy (») Ömer Lütfi Argeşo - Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye (sosyal yardım) Vekili: Adnan AdıvarYusuf Gezgin “Kraliçe'nin gelişi ve Anglosaksonlar” adlı makalesinde diyorki: Osmanlı devletini yıkan ve geride kalan coğrafyayı kan, kavga alanı haline getiren; bu coğrafyadaki bütün milletleri birbirine düşüren (Arap-Kürt-Türk-Şii-Sünni, vs.) yine Anglosaksonlardır.Ortadoğu’daki devletlerde mevcut statükoyu kuran, devletlerin şifrelerini oluşturan İngilizlerdir. Türkiye’deki derin yapının mimarı, mühendisi, müteahhidi de İngilizlerdir.

Ülkemizdeki temel dengeler ve kurumlar İngilizler tarafından yapılandırılmıştır. Devlet-toplum-kurumlar arasındaki hassas dengenin ince ayarlarını İngilizler yapmışlardır. Uzun yıllar sonra yıkabildikleri Osmanlı devletinin yerine; bir biriyle kavgalı, vatandaşından kopuk, kendi dinamiklerinden uzak devletçikler kurarak çekilmişlerdir. Ve maalesef Türkiye dâhil bu devletlerin kodlarını, anahtarlarını hep ellerinde tutmuşlardır. Kurdukları yapılar ne zaman raydan çıkma eğilimi gösterse, sistem içine yerleştirdikleri müdahale araçlarıyla sistemi yeniden kendi lehlerine dengeye getirmeyi başarmışlardır.Malumunuz Türkiye’de İngilizlerin kurduğu, ABD-Yahudi ittifakının yürüttüğü "derin sistem" S.O.S vermeye başladı. Milleti çelik bir çeper içine hapsederek kuşatan, milli ve dini değerleri tehdit olarak gören yapıda çatlaklar oluşmaya başladı. Millet ve onu kontrol etmek üzere yapılandırılmış (derin) devlet arasındaki sıkıntılar yüzeye vurmaya başladı.

BAKIN SİZE BİR DERİN GIRTLAK DAHA, TUNCAY GÜNEY .
BÜYÜK KLÜPTEN, ENCÜMENİ DANİŞ’İN ÜSTÜNDE Kİ MİLLİ BİRLİK KOMİTESİNE (BUNLARIN 27 MAYISTA ATADIĞI KURUCU MECLİS ÜYELERİNİN TAMAMINA YAKINI sabetay İDİ. ), ÖZAL’IN AMAN DİKKAT EDİN DİYE UYARDIĞI AMA SEMRA HANIMIN (YEĞİNMENLERDEN) TUTTUĞU MESUT YILMAZDAN JİTEMİN ZAHODAKİ SİLAH DEPOSUNA, ÜZEYİR GARİH’İN MASON LOCASINDA ÖLDÜRÜLÜP YENER YERMEZE TESLİM EDİLDİĞİNDEN MARAL ADLI SEVGİLİSİNİN TÖMERDE TÜRKÇE ÖĞRENEN YABANCI UYRUKLU BİRİ OLDUĞU VE OPERASYONDAN SONRA ÜLKESİNE DÖNDÜĞÜNE KADAR ÇOK DERİN AMA DOĞRU BİLĞİLER. BUNLARI NEREDEN BİLİYOR. YOKSA KANADA NEREYE BAĞLI İSE ORANIN AJANI BİR DERİN GIRTLAK MI? , Bir Numara Görevdeki Bir AskerBir numara, görevdeki bir asker, danışmanı ise emekli bir orgeneral.. Silah deposu devlet binasıydı.. Encümen-i Daniş'in bağlantıları... Mesut Yılmaz'ı iyi araştırın.. Esra Coşkun röportajı

İşte Güney'in açıklamalarından satır başları: “Bir numara, halen görevde olan bir asker, danışmanı ise emekli bir orgeneral. Sivil baron ise eski baronla organik ve yakınlık ilişkileri bulunan bir medya patronu. “

SİLAH DEPOSU DEVLET BİNASIYDI
“JİTEM’in işkence merkezlerinden biri Kuzey Irak'ta Zaho'daydı. Hilali Ahmer Cemiyet'inin arkasındaki binanın alt katıdır. Mesela Yaprak TV'nin sahibi Mehmet Ali Yaprak burada sorgulandı. Gizli silah depoları Güneydoğu'da büyük bir bayrakla simgelenmiş bir devlet binasındaydı.”

ENCÜMEN-İ DANİŞ ŞAŞIRTTI
“Encümen-i Daniş’in üstünde Milli Birlik Komitesi var. Ortaya çıkmalarına şaşırdım. Altında ise Büyük Kulüp bağlantılı mason locaları var.”

MESUT YILMAZ'I İYİ ARAŞTIRIN
CHP'li Mehmet Sevigen'i, Susurluk ve Ergenekon'un üstünü örtmeye çalışan Mesut Yılmaz'ı araştırın. 2001'den bu yana Ergenekon'un üstünü kimlerin örttüğüne ulaşırsınız. CHP'de çok Ergenekon malzemesi var.

KUYU DEĞİL ASİT VARİLİ
Genelkurmay'dan bir yetkili bir aracıyla kuyuları yalanlamamı talep etti. Boş yere asit kuyusu aramasınlar. Bunlar kuyu değil asit dolu varillerdi. Öldürülecek insanlar içine bandırılıyordu, kemiklerini bile bulmaları mümkün değil. Asitleri yurt dışından Veli Küçük'ün mafya kolundaki yardımcısı Sami Hoştan getiriyordu.-

ÜZEYİR GARİH CİNAYETİ
Üyesi olduğu mason locasında ihanet eden hainlere uygulanan infaz şekliyle öldürülüp mezarlığa cesedi bırakıldı. İshak Alaton tüm ayrıntıları biliyor. Suçu üzerine almak zorunda kalan Yener Yermez'in cinayetten önce ilişki kurduğu Meral adlı kız yabancı uyruklu biri. Şişli'deki TÖMER'de Türkçe öğrendi. Operasyondan sonra geldiği ülkeye döndü. (Garih'i öldür 5 milyon $ al İşadamı Üzeyir Garih'i öldürmek suçundan müebbet hapse mahkum olan Yener Yermez, cezaevinden gönderdiği mektupta cinayetle ilgili çarpıcı itiraflarda bulundu. Yermez'i cinayetten öncesi ve sonrasında gözlerini bağlayarak kaçıran kişiler, günlerce rolünü ezberlettiler. 'Konuşursan seni ve aileni öldürürüz. Cezan bitince, 5 milyon dolar hesabında' dediler. Yener Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya, müvekkilinin daha önce adam yaralamaktan sabıkalı olduğu için bu iş için seçildiğini de ileri sü-rererek, Yener Yermez'in, Garih cinayetinden on gün önce ve cinayetten sonra gözleri bağlanarak, yüzlerini görmediği kişiler tarafından bir yere götürülüp, rolünün ezberletildiğini söyledi. Yalçınkaya, cinayeti nasıl senaryo gereği işlediğini anlatacağının detaylarının Yener Yermez'e ezberletildiğini söyledi.
Yermez'in yeni ifadeleri sonrasında Ergenekon" soruşturmasını yürüten savcılık, işadamı Üzeyir Garih'i öldürdüğü gerekçesiyle müebbet ağır hapis cezasına çarptırılan Yener Yermez'in bilgisine başvurdu. Sabancı cinayetinde Ergenekon bağlantısı Ergenekon terör örgütü soruşturması ülkenin karanlık bir dönemini de aydınlatıyor. DHKP/C ve Fehriye Erdal'ın Ergenekon bağlantısı da bu belgeler yardımıyla anlaşıldı. Suikastıın kilit ismi Fehriye Erdal'ı, kale gibi korunan Sabancı kulelerine 'çaycı' olarak Ergenekon'un yerleştirdiği iddia edildi. Mahkemeye teslim edilen Ergenekon terör örgütü soruşturmasına ait iddianame, geçmiş yıllarda işlenen birçok faili meçhul cinayete de değiniyor. Soruşturma kapsamında örgüt üyelerinin ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu cinayetleri ile Sabancı suikastına ilişkin belgeler çıktı. İddianamede, bir dönem kanlı siyasi cinayetlere imza atan DHKP/C terör örgütü ile Sabancı suikastı zanlısı Fehriye Erdal'ın Ergenekon bağlantısının tespit edildiği bilgisi yer aldı. Bu tespitin ardından, Özdemir Sabancı, Nilgün Hasefe ve Haluk Görgün'ün can verdiği kanlı saldırıya ilişkin dosya yeniden incelemeye alındı. Ersever'in silahı Albay Doğan'ın deposunda çıktı Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan Veli Küçük'ün sağ kolu emekli Albay Arif Doğan'ın deposunda ele geçen silahlardan birinin öldürülen Binbaşı Cem Ersever'e ait olduğu belirlendi. Ersever, Eşref Bitlis Paşa'nın uçak kazasında ölmesinden sonra "G. Doğu'daki olaylar Türk milletinden gizleniyor" diyerek askerlikten istifa etti. Kısa bir süre sonra Ankara, Elmadağ'da Ersever'in ceseti jandarma tarafından bulundu.
Danıştay ile sekiz bağlantı Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün, 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği 500 sayfalık özel soruşturma dosyası, Ergenekon'un, Danıştay saldırısıyla bağlantısını ortaya koyuyor. Özel dosyada, Ergenekon ile Danıştay saldırısı arasındaki bağlantı 9 başlık altında kurulmuştu. · Ergenekon zanlıları Muzaffer Tekin ve 10 zanlının ifadeleri, · Eski uyuşturucu hükümlüsü Engin Bağbars'ın Muzaffer Tekin ve Danıştay saldırısıyla ilgili beyanları, · Semih Tufan Gülaltay'ın bilgisayarından çıkan 53 kişilik liste, · Doğuş Factoring'in sahibi Ayhan ve İlhan Parlak hakkındaki soruşturmalar, · Ayhan Parlak hakkında haraç suçlarıyla alakalı açılan dosya, ·

Banker Yalçın Doğan'ın öldürülmesine ilişkin soruşturma, · Danıştay saldırısı öncesi Cumhuriyet'e atılan bomlara ilişkin raporlar, · Fikret Emek'de ele geçirilen el bombalarıyla ilgili olarak alınan ve Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların numaralarıyla benzer olduğu düşünülen Bomba Bilgi Merkezi İrtibat Raporu ile diğer raporlar.

Savcı Öz tarafından hazırlanan 500 sayfalık, 2007-1536 sayılı özel dosya, 24.12. 2007 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne teslim edilmişti.

-Özal'a suikast girişimi
-Turgut Özal'a suikast girişimi,
-Eşref Bitlis'in ölümü
-Mesut Yılmaz'a Budapeşte'de saldırı
-Özdemir Sabancı suikasti
-Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi
-Söylemezler çetesi
-Mehmet Hadi Özcan çetesi
-Yaşar Öz davası
-Tevfik Nurullah Ağansoy cinayeti
-Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması
-Kurye kız Dilek Önder olayı
-Tekin Baykal çetesi
-Alparslan Pehlivanlıoğlu'nun öldürülmesi
-Tarık Ümit'in kaybolması
-Yüksekova çetesi
-Hrant Dink'in öldürülmesi
-Üzeyir Garih cinayeti
-Atabeyler çetesi
-Sauna çetesi
-Mustafa Duyar'ın öldürülmesi
-Albay Rıdvan Özden'in öldürülmesi
-Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın öldürülmesi
-Necip Hablemitoğlu suikasti.)

BÜTÜN BU KARANLIK OLAYLARIN AYNI MERKEZDEN YÖNETİLDİĞİNİN ISPATI KARA ÇARŞAMBA!!!Neden Hep Çarşamba ? Ülke gündemine bir anda oturan, milyonların tepkisini çeken çok sayıda suikast ve faili meçhul cinayetler neden çarşamba günü gerçekleştiriliyor?

Türkiye'yi sarsan suikastlar, neden özellikle çarşamba gününe denk geliyor?
Yetkililer, şimdi bu ortak noktanın gizemini, çarşambanın sırrını çözmeye çalışıyor. Acaba bir tesadüf mü, bilinçli tercih mi sorusuna yanıt aranıyor.

Akşam'ın haberine göre, ülke gündemine bir anda oturan, milyonların tepkisini çeken çok sayıda suikast ve faili meçhul cinayetin çarşamba günü gerçekleştirilmiş olması, polis, jandarma ve MİT'in dikkatini çekti. Güvenlik güçleri bu raslantıyı mercek altına aldı. Bir tesadüf olup olmadığı inceleniyor.

Silahlı ve bombalı saldırılara ilişkin 'Çarşamba' gizemi, Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar dayanıyor. Son anda ortaya çıkartılarak engellenen Atatürk'e yönelik suikast girişimi de, yine bir çarşamba günü 16 Haziran 1926'da gerçekleştirilecekti. Malatya'daki Zirve Yayınevi'nde üç misyonere yönelik katliam ile Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Mumammer Aksoy ve MİT eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abbas'a yönelik suikastler de yine çarşamba günü işlendi.

'Ergenekon' soruşturması ile yeniden gündeme gelen Danıştay saldırısı, Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması ve Necip Hablemit-oğlu'na düzenlenen suikast da yine aynı gün gerçekleştirildi.

NEDEN PSİKOLOJİK Mİ?
Güvenlik birimleri, henüz yanıtını bulamadığı 'Çarşamba laneti' konusunda bilim adamlarının görüşlerine de başvuracak. Üniversitelerin psikoloji bölümleri ile irtibata geçecek olan güvenlik birimleri, kanlı saldırıların çarşamba günlerine denk gelmesinin, sadece bir tesadüften mi? Yoksa saldırganları etkileyen psikolojik bir nedenden mi kaynaklandığının yanıtını arayacak.

SUİKASTLARDAKİ KARANLIK GİZEM
1990'lı ve 2000'li yıllarda gerçekleştirilen ve çarşamba günlerine denk gelen önemli suikast ve kanlı saldırılar şöyle:
- 26 Eylül 1990 Çarşamba. MİT eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, İstanbul'da çapraz ateş sonucu öldürüldü.
- 31 Ocak 1990 Çarşamba. Gazeteci ve Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy evinin az ilerisinde yine en az iki kişi olduğu zannedilen kişilerce çapraz ateşe tutularak öldürüldü.
- 30 Ocak 1991 Çarşamba. Jandarma Asayiş Birlikleri Kolordusu'nun komutanı emekli Orgeneral Hulusi Sayın, kimliği belirlenemeyen kişi veya kişilerce düzenlenen suikast sonucu öldürüldü.
- 29 Temmuz 1992 Çarşamba. Gazeteci Çetin Ababay Batman'da başına sıkılan kurşunla öldürüldü
- 17 Şubat 1993 Çarşamba. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in bulunduğu askeri uçak Ankara Güvercinlik üssünden kalktıktan hemen sonra düştü. Bitlis ile beraberindeki üç subay ve bir astsubay hayatını kaybetti.
- 3 Eylül 1997 Çarşamba. TGS üyesi Gazeteci Ayşe Sağlam Terince'de öldürüldü
- 24 Ocak 2001 Çarşamba. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 4 koruması ve şoförü ile birlikte otomatik silahlarla düzenlenen saldırı sonucu sokakta şehit edildi.
- 18 Aralık 2002 Çarşamba. Ankara Üniversitesi öğretim üyesi araştırmacı yazar Dr. Necip Hablemitoğlu evinin önünde başına ateş edilmesi sonucu öldürüldü.
- 10 Mayıs 2006 Çarşamba. Cumhuriyet Gazetesi'nin Şişli'de bulunan merkez binasına el bombaları ile saldırı düzenlendi.
- 17 Mayıs 2006 Çarşamba. Danıştay'a düzenlenen saldırı da Danıştay İkinci Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybederken 4 üye yaralandı.
- 18 Nisan 2007 Çarşamba. Malatya'daki Zirve Yayıncılık'ta meydana gelen katliamda, Necati Aydın, Uğur Yüksel ve Alman vatandaşı Tilman Ekkehard Geske öldürüldü.
- 25 Nisan 2007 Çarşamba. YÖK'e saldırı girişiminde bulunuldu. YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç'e silahlı saldırıda bulunmak isteyen Nurullah İlgin yakalandı.

VEFAT İLANLARINDAN SABATAYCILARIN İZİNİ SÜRELİM


VEFAT İLANLARINDAN SABATAYCILARIN İZİNİ SÜRELİM

KERİM AKMAN ve İPRAGAZ

Bugünkü (15.4.2002) Hürriyet’te İpragaz’ın Kerim Akman için verdiği "Vefat ve Başsağlığı" ilanı var. İlandan, müteveffa Kerim Akman’ın İpragaz’ın Hukuk Müşaviri olduğunu öğreniyoruz. İpragaz ve sahibinden Koç Ailesi ve bağlarında bahsetmiştik, bir iki yeni bilgiyle yineleyelim.
Rahmi Bey, Çiğdem Meserretçioğlu’yla evleniyor. Bu evlilikten Mustafa, Ömer ve Ali Koç doğuyor. Çiğdem Meseretçioğlı yine İzmir’in eski çok zengin ailelerinden sanayici ve armatör Avni Meserretçioğlu ile eşi Suat Hanım’ın kızı. Çiğdem Hanım, Rahmi Koç’tan sonra Erol Simavi’nin oğlu Günaydın’ın da sahibi Haldun Simavi’yle evlendi. Suat Hanım ünlü armatör Kemal Sadıkoğlu’nun kızkardeşi. Armatör Sadıkoğulları’nın kızlarından Varlık Hanım, Alp Yalman’la, Berna Hanım bir diğer Bilderbergli Feyyaz Tokar’la, Rabia Hanım ise Boğaziçi Lisesi Yıllıkları’nın sponsoru (ve çocukları da oradan mezun zaten) Çapamarka’nın oğlu Vecdi Çapa’yla, Esin Hanım ise Milliyet Gazetesi yazarlarından Yılmaz Çetiner’le evlenmiş. Ömer Çavuşoğlu’nun eski eşi de Çapa’larla evlilik yapmış. Bu hanımın kızı da Çarmıklılar ile evli.

Meserretçioğlu çiftinin Çiğdem Hanım’ın dışındaki diğer iki çocuğundan biri olan Güldem Hanım da, İpragaz’ın sahibi Yücel Kurttepeli’yle evlenmiş.



Kalkavan Ailesi ve Bağlar

"Rize Eşrafından merhum Binbaşı kalkavan ve merhume Hüsniye Kalkavan’ın kızları, Vuslat Sadıkoğlu’nun sevgili kız kardeşi, Berna, Esin Rabia, merhume Varlık, Celal Kahraman’ım biricik teyzeleri, KALKAVAN, SADIKOĞLU, MESERRETÇİOĞLU Ailelerinin TARZAN teyzeleri, Yeniköy’ün göz bebeği….

MUAZZEZ KALKAVAN’ı kaybettik.

Merhumenin cenazesi 4.4.2002 Perşembe günü (buün) Yeniköy Yeni Camii’den öğle namazına müteakiben Zincirlikuyu Aile Mezarlığı’nda toprağa verilecektir.
AİLESİ

Çelenek gönderilmemesi, arzu edenlerin T.E.V’na bağışta bulunmaları rica olunur.
**********
(4.4. 2002, Hürriyet)

Muazzez Kalkavan’ın yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dilerim.

Bu ilandan Kalkavan’ların da Meserretçioğlu ve Sadıkoğlu Aileleri ile akraba olduğunu öğreniyoruz. Muazzez Hanım’ın, Mehmet Emin Yalman’ın yeğeni GS eski Başkanı Alp Yalman’ın mütevevfa eşi Varlık Hanım da teyzsei oluyormuş. Fethullah Gülen’in adamlarından İhsan Kalkavan’ın da Fethullahçılığını böylece anlıyoruz. Koç Ailesi’nden bahsederken şöyle demiştik :

" Gelelim ikinci çocuğa yani Rahmi Koç’a Rahmi Bey, Çiğdem Meserretçioğlu’yla evleniyor. Bu evlilikten Mustafa, Ömer ve Ali Koç doğuyor. Mustafa Koç, İzmir’in ünlü zenginlerinden, İzmir Yün Mensucat’ın da sahibi olan Giraud’ların kızı Caroline ile evleniyor.

Çiğdem Meseretçioğlı yine İzmir’in eski çok zengin ailelerinden sanayici ve armatör Avni Meserretçioğlu ile eşi Suat Hanım’ın kızı. Çiğdem Hanım, Rahmi Koç’tan sonra Erol Simavi’nin oğlu Günaydın’ın da sahibi Haldun Simavi’yle evlendi. Suat Hanım ünlü armatör Kemal Sadıkoğlu’nun kızkardeşi. Armatör Sadıkoğulları’nın kızlarından Varlık Hanım, Alp Yalman’la, Berna Hanım bir diğer Bilderbergli Feyyaz Tokar’la, Rabia Hanım ise Boğaiçi Lisesi Yıllıkları’nın sponsoru (ve çocukları da oradan mezun zaten) Çapamarka’nın oğlu Vecdi Çapa’yla, Esin Hanım ise Milliyet Gazetesi yazarlarından Yılmaz Çetiner’le evlenmiş.

Meserretçioğlu çiftinin Çiğdem Hanım’ın dışındaki diğer iki çocuğundan biri olan Güldem Hanım da, İpragaz’ın sahibi Yücel Kurttepeli’yle evlenmiş."

************************************************** ******************

DOSTLARA DUYURU
Yitirdigim efsane insanlarım sevgili eczacılar İzzet ve Samime ÖZ’ün kızları, canım kardeşim Gamze Öz Kıraner‘in sevgili kardeşi, yine zamansız yitirdigimiz Ali Dilaverler’in sevgili baldızı, Altınok Dilaverler’in cok sevgili teyzesi, Mine ve Lale’nin sevgili ablaları, genc yaşında yitirdigimiz en kücügümüz, yeri doldurulamaz Mete Öz’ün ablası, sevgili yegenim Ahmet Engin’in biricik sevgili annesi, 32 yıllık dostum, arkadasım, kardesim gezegenimizin ve Türkiyemizin eşsiz mimarlarından
Yüksek Mimar
ŞULE ÖZ ENGİN İ
7 Mart 2002 günü saat 08.00 de yitirdigimizi soyledi doktorlar.
ŞULE yitirmek olasi degil seni,kavusmak üzere
AVUKAT
Natali Uluhan Walker

************************************************** *****************

ACI KAYBIMIZ
Merhum Sadrazam Mustafa Reşit Paşa Hafidi Merhum Sedat ve Merhume Leman Urul un oğulları Jale Roof un Kardeşi Cem Gökçen in Dayısı Merhum Ahmet Salih Korur ve Nezihe Korur un damadı Merhum Binhan Korur Aynur ve Sinan Korur un enişteleri Enver Caroline ve Nihat Urul un Aylin Güney Özbay ın sevgili babaları Emre Berk Alara ve Ali nin sevgili dedeleri Bengü Urul un kıymetli eşi
Eski Emlak Bankası Genel Müdürü ve
Bayındırlık Bakanlığı Hava Meydanları Genel Koordinatörü
Özel Kemerköy Okulları Kurucu Temsilcisi Yüksek İnşaat Mühendisi

MEHMET VEDAT URUL
Sevdiklerine derin acılar içinde bırakarak 06 Mart 2002 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Cenazesi 08 Mart 2002 Cuma günü öğle namazını takiben Bebek Camii nden alınarak Zincirlikuyu Mezarlığındaki Aile kabristanına defnedilecektir.
AİLESİ
Hürriyet 7 Mart

Yazan Savaş Dost

************************************************** ******************

O da gitti

Osman ve Belkıs İpekçi’nin kızı, Rikkat ve İhsan İpekçi, Şehnaz ve Mehmet Balcı, Fatma ve Mehmet Cezzar, Azra ve Kenan İnal, Afet Baler, Adnan İpekçi’nin yeğeni, Alev ve Ulvi Ersoy, Elçin ve İsmail Cem, Nükte ve Uğur Canal, Mine ve Engin Cezzar, İbrahim Çamlı ve Ergun Balcı, Servet ve Mehmet İpekçi, Bilkay, Ferdi, Emel ve Emin Veral, Güner ve Süheyl Fansa, Ahmet ve Sumru İnal’ın kardeş çocuğu, Öz ve Tanaçan ailelerinin dünürü, Saniye ve Erdal Öz ile Zeynep ve Tekin Tanaçan’ın annesi, Ela, Ömer, Can ve Zeynep’in anneannesi,

İNCİ İPEKÇİ

Çarşamba günü aramızdan ayrıldı. Kendisini, 2 Mart 2002 Cumartesi günü, öğle namazından sonra Teşvikiye Camii’nden Zincirlikuyu mezarlığına uğurlayacağız. Toprağına yıldız yağsın.

(Cumhuriyet, 01.03.2002)

************************************************** *****************

Bu ilandan öğreniyoruz ki, daha önce yazmadığımız Ergun Balcı ile İsmail Cem kardeş çocuklarıymış.Cumhuriyet’in uzun yıllar dış politika yazarlığını yürüten eski Maocu Ergun Balcı da cematten ve daha önce vurguladığımız basındaki bütün dış politika yazarlarının Sabetaycılardan olduğu gerçeğine bir isim daha ekleniyor. Sadece Dışişleri Bakanları, diplomatlar değil bu konuda yazan gazeteciler de cemaatten ve böylece "çatlak" bir ses çıkmıyor. Haklı ve gariban Filistinliler’in ne ünlü film yönetmenleri, ne lobileri, ne adamları ne madamları var ve paylarına düşen sadece ölmek.
ABD’den ithal Maoculuğun ilk isimlerinin kolejli olduğu gerçeğinin yanı sıra Maoculuğun gerisindeki SSCB düşmanlığı ile dolayısıyla İsrail yandaşlığı arasındaki Sabetaycı bağı da görüyoruz.
Erdal Öz’ün de İpekçi Ailesi’nin damadı olduğunu öğreniyoruz, Orhan Pamuk’u ilk basan ve şöhrete kavuşturan Can Yayınları sahibi Erdal Öz bizim için yeni bir isim. Endogamik bir evlilik mi, değil mi henüz bir bilgi sahibi değiliz; dolayısıyla Erdal Öz için bir ihtiyat payı bırakmak gerekiyor.

Tiyatrocu Engin Cezzar’ın babası Feyziye Mektepleri Vakfı’nın ilk kurucularından; Engin Cezzar, Robert Kolej ve ABD Actors Studio ‘da okumuş. Hayatı boyunca yalnızca Cumhuriyet’te çizmiş olan Ali Ulvi’yi daha önce yazmıştık : Ali Ulvi Selanikli ve İsmail Cem’in ablasıyla evli.

Kuşkusuz çok taze bir ölüm ve yakınları da üzüntü içinde; kendilerini incitmeyi asla istemem ve yakınlarına, sevenlerine başsağlığı dilerim.

************************************************** ******************

X İlişkiler kitabından bir ölüm ilanını verirsek daha iyi anlaşılacaktır.

" Merhum Prof. Dr. Hasan Tahsin Ayni ve merhume Nimet Hanımefendi’nin kızları, merhume Nevin Tektaş ve merhume Berin Öker’in kardeşleri, Merhum Besim Tektaş, Nimet Kerimzade, Yıldız Gölönü ve Mine Koyuncuoğlu’nun teyzeleri, merhum Gündüz Garan, Cemile Garan, İnci Sayman, Ömer Garan’ın yengeleri, Süheyla Altundağ’ın ablası, Saliha Söymez’in dünürü, Mutlu, Neyzi, Oralbi, ve Tarcan ailelerinin kuzini, E. Büyükelçi ve Elinor Garan’ın kayınvalidesi, Nur Söylemez ve Porf. Dr. Hasan Garan’ın sevgili anneleri, Belmin, Timur, Reşat ve Nesrin’in büyükanneleri ve merhum Prof. Dr. Reşat Garan’ın çok sevgili eşi Emine Nesrin Gayan’ı kaybettik"

Şimdi yukarıdaki ölüm ilanından bir isim seçelim : Cemile Garan

1- Cemile Garan, M. Ali Birand’ın eşi Cemre Garan’ın annesidir.
2- Cemile Garan, Milliyet’in kurucusu ve sahibi Ali Naci Karacan’ın, gazeteyi devrettği oğlu Ercüment Karacan’ın eski eşidir.

************************************************** ******************

Hürriyet'teki Vefat İlanı

AP'li parlamenterlerden Turgut Göle ölmüş. Daha önce yazdığım Kemal Derviş',n yılbaşınbda beraber olduğu SBF Dekanı Celal Göle ve Boğaziçi'nde öğretim üyesi Nilüfer Göle'nin babası.

Celal Göle, İnci Hanım'la evli; İnci Hanım Ero-Destine Bükey çiftinin kızı. Nilüfer Göle, Asaf Savaş Akat'la evli.

Vefat İlanından öğreniyoruz ki, Turgut Göle; Bozer Ailesinin de damadıymış. Eski bakan Ali Bozer'in kızkardeşiyle evliymiş. Bozer'lerin diğer ünlü oğlu Yüksel Bozer, Hacettepe'nin Rektörlüğünü de yapan profesör bir ara Kızılay Genel Başkanlığı da yaptı.

İlhami Soysal, kitabında Bozer'den için ünlü masonlar olarak bahsediyor.

Halkalar tamamlanıyor.

************************************************** ******************


VEFAT

Bir Duayen
Bir Çınar
Bir Kadın
Alnı Açık
Atatürk’e Şükran
Halide Edip’e Asistan
Cumhuriyet’le Doğdu
Hep Gençti
Hepimizin Öğretmeni
İlkleri Yaratan Turizmci
Dünyaları Gezdiren
Türkiye’yi Sevdiren
Bir Düşünür, Bir Lider
Bir İş Kadını
Bir VIP
Sadece Türkiye’de değil
Tüm Dünyada da Dost İnsan

Hayrunisa
İNCİ PİRİNÇÇİOĞLU

Şirketimizin Kurucusu
Hepimizin ANNESİ
17 Aralık 2001
Bir Bayram Günü Aramızdan Ayrıldı.
Ruhu Şad, Mekanı Cennet Olsun

VIP Turizm Ailesi

Merhumenin cenazesi 19 Aralık 2001 Çarşamba
(Bugün)Teşvikiye Camiinde- Öğle Namazını takiben
Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilecektir.


(19.12.2001- Hürriyet Gazetesi)



VEFAT

Merhum Dr. Sezai ve merhume Fitnat Çomo’nun kızları, merhum Namık Sılay’ın eşi, Berrin Çetintaş’ın ablası, Osman ve Ayşe Çetintaş’ın teyzesi, Merve ile Aziz Üstel ve merhum Enis Üstel’in sevgili anneleri

YETA ÇOMO SILAY

10 Haziran 2002 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 12 Haziran Çarşamba günü Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verilecektir.
Allah rahmet eylesin

OĞLU AZİZ ÜSTEL



PİRİNÇCİOĞLU’NA HÜZÜNLÜ VEDA ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Geçtiğimiz hafta hayata gözlerini yuman VİP Turizm'in kurucusu İnci Pirinçcioğlu'nun cenazesi, Teşvikiye Camii'nde kılınan öğle namazının ardından, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. 1923 yılında İstanbul'da dünyaya gelen İnci Pirinçcioğlu, ilk profesyonel turizm rehberi ve Türk turizmciliğinin duayeniydi. Cenaze namazının kılındığı camii avlusunda 'L' şeklinde bir tente çadırın içine yerleştirilen ayaklı gaz sobaları, törene gelenlerin ısınmalarını sağlıyordu. Cenaze törenine katılanların taziyelerini, İnci Pirinçcioğlu'nun eşi Feti Pirinçcioğlu ile çocukları Ceylan ve Yasemin Pirinçcioğlu kabul ederken, taziyeye gelenler, cami avlusunun ayrı yerlerine açılan defterlere, merhum İnci Pirinçcioğlu ile ilgili duygu ve düşüncelerini yazdılar. Cenaze törenine Mustafa Koç, Semahat Arsel, Çiğdem Simavi, Alinur Velidedeoğlu, Ümit Boyner, Osman Çarmıklı, Cem-Bettina Hakko, Oya Eczacıbaşı, İzzet Garih, Sedat-Yasemin Aloğlu, Akın-Gülin Öngör, Ayşegül Dinçkök, Barbara Pensoy, Aslı Üstünkaya, Selma Türkeş, Murat Beyazıt, Erol-İnci Aksoy, Mustafa Taviloğlu gibi tanınmış isimler katılıp, Pirinçcioğlu'nu son yolculuğunda yalnız bırakmadılar. Kılınan cenaze namazının ardından İnci Pirinçcioğlu, Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki ebedi istirahatgahına uğurlandı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitiren Pirinçcioğlu, Halide Edip Adıvar'ın asistanı olarak üniversitede öğretim üyeliği de yapmıştı.

http://www.alem.com.tr/arsiv/2001/al...davetler2.html
----------------------------------------------------------------------------------------
ACI KAYBIMIZ

Merhum Ismail Sabri Bumin ve Hidayet Bumin’in oglu, merhum Faik ve Nahide Eke’nin damadi, merhume Pakize Südor, Nigar Bumin ve Sabahat Yanç’in kardesi, Prof.Dr.Muzaffer ve Aysel Baykal, Tansel Südor,Esin ve Engin Yanç’in dayisi, Ünal Örsmen ve Doç.Dr.Feral Eke’nin enistesi, Y.Mimar Çetin Örsmen in bacanagi, Erkut Baykal ve Prof.Dr.Tülin Berk’in büyük dayisi, Afife Büyükbaykal, Teoman ve Ediz Terim in dünürü, merhume Gülay Bumin ve Selen Bumin’in kayinpederi, Hande Begüm Bumin ve Orhan Onur Bumin’in dedesi, Prof.Dr.Cihan Bumin ve Mak.Y.Müh. Feyhan Bumin’in sevgili babasi, Füsun Bumin’in aziz esi, Türk tibbina uzun yillar hocalarin hocasi olarak hizmet etmis, Türkiye’de ilk kalp ameliyatini gerçeklestirmis olan Ankara Üniversitesi Tip Fakültesi Genel Cerrahi Klinigi Emekli Ögretim Üyesi
Prof. Dr. Orhan BUMIN
Hakk’in rahmetine kavusmustur.
Aziz naasi 25 Temmuz 2002 Persembe günü Ankara Kocatepe camiinde öglen namazini müteakiben kilinacak cenaze namazindan sonra 26 Temmuz 2002 Cuma günü Istanbul Üsküdar Bülbülderesi kabristanina defnedilecektir.
AILESI
HÜRRIYET 25 Temmuz 2002

************************************************** ******************
Âşiyandaki Kapanîler / Civaoğlu & Uluğbay Akrabalığı

Akciğer ve karaciğer kanseri nedeniyle tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi'nde üç gün önce vefat eden başyazarımız Güneri Cıvaoğlu'nun ablası ve emekli Orgeneral Ragıp Uluğbay'ın eşi Sevgi Uluğbay (69), dün toprağa verildi.
Teşvikiye Camii'nde kılınan öğle namazının ardından düzenlenen cenaze töreninde Sevgi Uluğbay'ın eşi, NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Ragıp Uluğbay, oğlu Nadir Uluğbay ve kardeşi başyazarımız Güneri Cıvaoğlu başsağlığı dileklerini kabul etti. Cenazeye Ragıp Uluğbay'ın kardeşi Devlet eski Bakanı Hikmet Uluğbay'ın da aralarında bulunduğu birçok siyasinin yanı sıra emekli komutanlar da katıldı. Sevgi Uluğbay'ın cenazesi, daha sonra Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verildi.

^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^ ^^^^^^
Vefat İlânı

Merhum Feridun Manyas ve merhume Emine Safvet Tali’nin kızı, merhum Nezih Manyas, merhume Berin Manyas, merhum Mübin Manyasığ ve merhume Berter Tali’nin kardeşi, Leman Manyasığ’ın görümcesi, Gülen ve Jack Lukas, Ayşe Kenmore, Yeşim Manyasığ, Berçin-Ömer ve Kerim Güvengil’in halaları, Nebil Suzan Ve Kenan Değim’in teyzesi, Necla , Erhan, Gülsen ve Ceylan Erad’ın halazadeleri, merhum Kenan Yalter ‘in baldızı, Selma Yalter ‘in ablası , merhum Recep Erkman ‘in sevgili eşi

Fatma Eyman Erkmen

18 Ekim 2002 Çarşamba günü vefat etmiştir. Cenazesi 20 Ekim 2002 Cuma günü Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazını takiben Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecektir. Allah Rahmet Eylesin

Ailesi
Hürriyet Gazetesi 19-9-2002

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ ~~~~~~

ACI BİR KAYIP

Berat Arman ile merhum İsmail Arman'ın oğulları, Lütfiye Tokalp ile merhum emekli Albay Edip Tokalp'ın kıymetli damatları, Rezzan Tokalp'in sevgili eniştesi, Sunay Eralp'in biricik ağabeyi, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi Başhekimi Tabip Albay Bülent Eralp'in kayınbiraderi, Aylin ve Pelin Eralp ile merhum Başak Eralp'in sevgili dayıları, Gülen Arman'in canından çok sevdiği eşi, Deniz Arman'in sevgili babası
Milliyet Gazetesi Genel Haberler Müdürü
ÜLKÜ ARMAN
Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 19 Haziran 1982 Cumartesi günü (Bugün) Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazından sonra, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Allah rahmet eylesin.

AİLESİ
Milliyet, 19.6.1982

************************************************** ******************
ACI BİR KAYIP

Merhume Rebia Emeç ve merhum Selim Ragıp Emeç'in oğlu, Hadiye Emeç'in yeğeni, Çetin Emeç, Zeynep Gezgin ve Leyla Tavşanoğlu'nun kardeşi, Nakime Çullu ve Tayyar Çullu'nun damadı, Ahmet Çullu'nun eniştesi, Bilâl Gezgin, Bilge Emeç, Sedat Tavşanoğlu ve Semra Çullu'nun kayınbiraderi, Mehveç Emeç, Mehmet Emeç'in amcası, Revan Gezgin ve Doğan Gezgin'nin dayısı, Leyla Çullu ve Canan Çullu'nun eniştesi, Ali Selim Emeç'in babası, Naziye Emeç'in eşi,
AYDIN EMEÇ
hayata veda etti. Cenazesi 25 Nisan 1986 Cuma günü (bugün) Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecektir.
AİLESİ
Not: Çelenk gönderilmemesi önemle rica olunur.
Milliyet, 25.04.1986, s.7

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

HATİCE SAADET ATAÇ (ARGUN)

Çok kıymetli annemiz Sayın Hatice Saadet Ataç (Argun) Hınımefendiyi kaybetmenin büyük acısı içindeyiz. Aziz naaşı 10.3.1986 Pazartesi günü öğle namazından sonra Şişli Camii’nden alınarak ebedi istirahatgahı olan Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilecektir.
Allah rahmet eylesin.
Evlatları: Em. Tbp. Tuğamiral Necdet Ataç, Perihan Ataç, Nüzhet Ataç, Suat Ataç, Birsen Üretener, Dinçer Ataç, Tülin Maktav, Neşe Argun
09 Mart 1986 Hürriyet


"Gülçin Telci'yi kaybettik"

Merhume Münevver Telci ve merhum İbrahim Telci'nin kızı Elçin Öngüt ve merhum Nadir Ergin Telci'nin kızkardeşi, İbrahim Öngüt'ün baldızı, Alim Telci ve Ayşe Telci'nin halası, Malta, Bezmen, Esen, Edin, Yonsel ailelerinin kuzeni, Mehmet Öngüt'ün sevgili annesi Gülçin Telci'yi zamansız kaybettik. Cenazesi 8 Nisan 1999 Perşembe günü (yarın) Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra Zincirlikuyu Aile Kabristanı'nda toprağa verilecektir.
AİLESİ
[/COLOR]


Hürriyet, 7 Nisan 1999.

BÜLBÜLDERESİ KABRİSTANINDAKİ ( SABATAYCI MEZARI ) MEZAR TAŞLARINDA YERALAN SOYADLARI LİSTESİ

BÜLBÜLDERESİ KABRİSTANINDAKİ 
( SABATAYCI MEZARI ) 
MEZAR TAŞLARINDA YERALAN SOYADLARI LİSTESİ





Acar, Acıman, Acuner, Ağaoğlu, Adar, Akagün, Akal, Akaltın, Akan, Akaslan, Akbaş, Akbay, Akbil, Akbörü, Akçil, Akdinçer, Akduran, Aker, Akgün, Akkanat, Akkum, Akman, Akosman, Akoy, Aksel, Aksoy, Aktel, Aktepe, Akyol, Akyüz, Alever, Alfan, Alp, Alpaslan, Alpgünay, Alsancak, Altav, Altıner, Ambarcı, Anafarta, Antmen, Arasıl, Arabacı, Arcan, Arman, Arığ, Arslan, Arısal, Atak, Atakol, Atalar, Atam, Ataman, Atamer, Atatür, Atay, Ateş, Atiker, Atuk, Atılgan, Avcı, Ayaz, Ayfer, Aykan, Ayker, Aykoler, Aykut, Aytun, Ayzit

Babacan, Baha, Bakal, Bakar, Balcı, Baler, Balkan, Balkanlı, Baran, Barda, Barutçu, Basmacı, Başal, Başaran, Başaraner, Başer, Başkurt, Başol, Baydar, Baydın, Bayer, Baykal, Bayraktar, Baysal, Baytar, Belgü, Beller, Bengisu, Beri, Berker, Betil, Beykont, Biber, Bilan, Bildacı, Bilen, Biler, Bilge, Bilget, Bilgili, Bilgin, Bilgör, Bilimli, Bilkur, Billisoy, Birben, Birced, Bircet, Birder, Biren, Birincikonuk, Birol, Bitek, Bleda, Boduroğlu, Boysan, Büke, Bumin, Bursin, Büyükdoğanay, Büyükol, Büyüktankaya, Büyüktunca,





Çağdaş, Çağrıcı, Çakır, Çaldıran, Çamuran, Canal, Canıtez, Çankaya, Çankayaoğlu, Canlısoy, Çavuşoğlu, Çeçener, Çelik, Çeliker, Çelikkol, Çenikçi, Cercis, Ceylaner, Cezzar, Çiçek, Çifçioğlu, Cinoğlu, Ciyavil, Çıkrıkçı, Cizer, Coşkuner, Cömert, Çubukçu, Cüman, Cümbüşel, Çınar, Dağlı, Darman, Dayıoğlu, Değerli, Demir,

Demirel, Denel, Denizmen, Derman, Dertli, Devirdi, Dikmen, Dikmenoğlu, Dilber, Dilmaç, Dişmen, Dolunay, Dorman, Dorsay, Dörtköşe, Duhani, Dündar,

Eğinler, Edgüer, Edis, Ediş, Egemen, Ehat, Ekemen, Ekin, Ekinci, Elçin, Elibol, Elöve, Emilli, Eminoğlu, Emsel, Emsem, Erpul, Er, Eralp, Eraltan, Erbelger, Erbiber, Erbütün, Ercan, Erdal, Erel, Erem, Eren, Erenler, Erer, Eresen, Eresin, Ergay, Ergin, Ergüç, Erhat, Eriş, Erkorkut, Erkun, Erkut, Erler, Erman, Ersin, Ersunay, Ertan, Ertedemir, Ertek, Ertem, Ertetik, Erşahin, Erşan, Erşen, Ertürk, Esgeç, Esim, Esin, Esrigün, Etan, Etkin, Evin, Evizi, Evren, Evrenk, Ezel

Felek, Ferman, Fişekçi, Fikriğ, Fırat,

Gemici, Gen, Genç, Gencer, Gençer, Gençoğlu, Gençoğuz, Ger, Gerçel, Geren, Germen, Gevgilili, Girgin, Gökçen, Göker, Göksel, Göksu, Göksun, Gökşen, Gökşingöl, Gönç, Gonca, Gönüllü Görgül, Görk, Görüngeç, Gözen, Gül, Gülleci, Gültekin, Gün, Günay, Güner, Güney, Günkut, Günsav, Günseli, Güratay, Gürdal, Gürdemirel, Gürışık, Gürsan, Gürsel, Güventürk, Güzekin

Harmancı, Hamarat, Hascan, Hekiman, Hısım, Hoşgel, Hun, Hürol,

Içözü

Idemen, Ilkin, Imili, Imre, Imren, Ince, Insel, Ipekçi, Irışık, Işmen, Iyibilek,

Kadı, Kadıoğlu, Kafadar, Kahya, Kalyoncu, Kandel, Kaner Kanul, Kapancı, Kaptana, Kaptanoğlu, Kara, Karaakın, Karaaslan, Karakaş, Karanfil, Karaokçu, Karul, Karyüz, Kasapoğlu, Kavrem, Kaya, Kayatür, Kaymak, Kaymakcı, Kaynak, Kazmirci, Kent, Kermen, Kılıç, Kılıççı, Kılıçerli, Kızıltuğca, Kibar,Kireççi, Kocaoğlu, Koçer, Kökmen, Kor, Koray, Korman, Köse, Kösem, Köseoğulları, Koyuncu, Koyuncuoğlu, Könik, Köylüoğlu, Kubilay, Kublay, Külahlı, Kunal, Kızılgül, Kuşcu, Kuşçu

Laçin, Laleli

Madra, Malta, Mayadağ, Melek, Mesci, Mescioğlu, Mesciye, Mestçi, Mete, Minisker, Moran, Mörekli, Müftüoğlu, Mutlu, Mısırlı, Mısırlıoğlu,

Narter, Nasır, Nazlı, Nevber, Nilli, Növber, Nurtopu,

Öder, Öge, Öğet, Öğüt, Öğütmen, Ogan, Öget, Okandan, Okay, Olcay, Ölçer, Olgun, Onbaşıoğlu Onbiner, Öncel, Öncü, Önder, Öndoğan, Onuk, Onur, Önür, Oray, Örer, Ortaç, Oruntak, Osmanoğlu, Oymak, Ötgünç, Özaltan, Özant, Özaral, Özatay, Özbabacan, Özbaydar, Özbel, Özberk, Özbilek, Özbilgin, Özbiricik, Özcengiz, Özçubukçu, Özdal, Özdemirler, Özden, Özdikmen, Özdiren, Özen, Özer, Özerdem, Özeren, Özerman, Özgen, Özgirgin, Özgörener, Özgül, Özkaynak, Özmen, Özmete, Özören, Öztaş, Öztürk, Özver,

Pakelli, Pakin, Pakman, Pakerman, Pakoy, Paksever, Paksoy, Pakyüz, Palacan, Pamuk, Payzın, Pekin, Peymançakır,

Sağ, Sakarya, Sakaryalı, Saker, Sakman, Saldak, Salma, San, Sancaktar, Sandalcı, Santur, Sargun, Sarp, Sarıdeniz, Sarıer, Satkın, Saygın, Saygun, Seferoğlu, Selem, Seler, Serpen, Serpil, Seval, Sevand, Sever, Sevinç, Seviş, Seyal, Seydi, Seynur, Sezen, Sezerman, Sezgin, Silman, Sirman, Sirmen, Sirmay, Sofyalılar, Solakoğlu, Somay, Somer, Somman, Sonal, Sonant, Soner, Soyarslan, Soydan, Soysal, Subaşı, Sunam, Suner, Suntay, Suntekin, Sunter, Sürel, Süser, Süslü, Susmuş, Susmuşoğlu, Sütmen,

Şencan, Şengül, Şensoy, Şahinalp, Şamlı, Şamlıoğlu, Şefkati, Şercan, Şişli, Şuhubi,

Tabuman, Talu, Tamel, Tamtürk, Tan, Tanca, Tangüner, Tanır, Tanga, Tangı, Tanju, Tankaya, Tansu, Tarı, Taşbaş, Tegin, Tekant, Temel, Tendar, Tercanlı, Tezcanlı, Tolu, Tamer, Tameroğlu, Togay, Tokay, Toker, Tokses, Tolunay, Toner, Toparlak, Topçu, Topçimen, Töredi, Törüsel, Tuğlan, Tuğlay, Tuğtekin, Tüfekmen, Tuncel, Tuncelli, Tuncer, Tur, Turaç, Tünel, Türedi, Türel, Turhan, Türkölmez, Türüdü, Tüyel, Tüzecan

Uçkan, Uçman, Uğurel, Ulcay, Ülgen, Ülger, Ülkenli, Ulukut, Uluöz, Uluman, Ulusan, Uluskan, Ulusoy, Ulutaş,

Ünel, Ünlüsoy, Uras, Ürer, Ürkün, Ürün, Usmangil, Üstüngör, Uşen, Uysal, Üzenli,

Veral

Yal, Yalınçetin, Yalman, Yaltı, Yalın, Yasa, Yassıtepe, Yayalar, Yazgan, Yenen, Yeşildal, Yeter, Yılmazer, Yonsel, Yönter Yurtbay, Yuvalıoğlu, Yücesan, Yücel, Yücer,

Zadiş, Zeybek, Zeybeker, Zekavet, Zeren, Zorlukol, Zorluuysal 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...