22 Kasım 2019

ATATÜRK MUAVİYE SÜFYAN İÇİN NE DEMİŞ


atatürk muaviye süfyan için ne demiştir ile ilgili görsel sonucu"
ATATÜRK MUAVİYE SÜFYAN İÇİN NE DEMİŞTİR

Muaviye ile ilgili en çarpıcı değerlendirmelerden biri de hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaleme alınmıştır.
Muaviye bin Ebu Süfyan konusu din-siyaset ilişkileri bağlamında dönem dönem işlenen bir meseledir. Dahası bu konu tarih boyunca gündemden de hiç düşmemiştir. Muaviye’nin tarihsel ve politik kimliği ve bu kimlik etrafında şekillenen olaylar hiç şüphesiz bu konunun neden sürekli işlendiğinin yanıtını oluşturmaktadır. Muaviye adını tek bir kelimeyle tanımlamak gerekirse bunu “iktidar” diye ifade edebiliriz sanırım. Zira Muaviye mensup olduğu Ümeyyeoğulları kabilesi ile dönemin iktidarının en güçlü üyelerinden biridir zaten. Anılan kabilenin İslam Peygamberine karşı çıkmasının en önemli sebebi de budur zaten. Hatırlanacak olursa Muaviye babası Ebu Süfyan’la birlikte Mekke ele geçirilene kadar İslamiyet’e karşı savaşmış biridir.  Fakat şurası çok çarpıcı ki, Mekke ele geçirildikten ve Muaviye Müslüman olduktan sonra da onun ve kabilesinin “iktidar” gücü eksilmemiştir..! Öyle ki halife Ali’ye kadar değişmeyen vali olarak görürüz Muaviye’yi. Bu arada Muaviye denilince akıldan çıkarılmaması gereken bir diğer tespitte onun temsil ettiği çevredir. Şöyle ki zenginlerin, tüccarların, kervan sahiplerinin sesidir Muaviye; dönemin aristokratlarını ve varsıllarını temsil eder. Ondandır ki, Sıffın savaşında vali olmasına karşın Halife Ali’ye karşı bir devlet başkanı gibi 100 bin kişilik ordu toplayabilmiştir. 
Bu anlamda Muaviye’nin politik söylemde ve halklar nezdinde ayrı, sembolik bir anlamı da vardır. İşte bu anlam nezdinde Muaviye ayrıca “sınıfsal” bir söylemle anılır, tartışılır, konuşulur. 
Bu tartışmada Muaviye’nin safında olup ona söz söyletmeyenler çok genel olarak “egemen İslam” yorumunun kurucuları ve o yorumun takipçileridir. 
Örneğin  8.yüzyıl "fıkıh, hadis ve tefsir bilgini" Abdullah b. Mübarek'in onunla ilgili şöyle konuşmaktadır:"Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere değerlidir." Oysa döneminde ve sonrasında Ömer b. Abdülaziz adı “Adalet” ile özdeşlemiştir. Buna rağmen Muaviye’nin burnuna giren toz daha değerlidir. 
Bu saflaşmanın arkasında dönemin iktidar ilişkileri, o ilişkilere damgasını vuran olay ve gelişmeler vardır. Tam da bu anlamda o ilişkilerin sorgulanmasını istemeyen, devrin ekonomi-politik gerçekliğini gözlerden ırak tutmaya çalışan çevreler Muaviye eleştirilerini konuşmaz, döneme dair eserleri itibarsızlaştırmaya çalışır. Öte yandan İslam tarihini emek, mülkiyet ve iktidar ilişkileri bağlamında okuyan ve bu analiz çerçevesinde tarihi yorumlayan anlayışlar da başta Muaviye olmak üzere dönemi eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutar. Şahsen 2011 yılında kaleme aldığım Muaviye isimli kitapta bu değerlendirmenin bir sonucu olarak hayat bulmuştur.[1]
ATATÜRK’ÜN KONYA’DAKİ KONUŞMASI
Muaviye ile ilgili en çarpıcı değerlendirmelerden biri de hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaleme alınmıştır. Mustafa Kemal 1923 yılında Konya’da yaptığı bir konuşmada konu ile ilgili aynen şöyle der: “Beyler! Gerçek ulema ile dine zararlı ulemanın birbirine karıştırılması Emeviler zamanında başlamıştır. Hz. Peygamber’in saadetli zamanında, Peygamberin vefatından sonra, Raşit Halifeler zamanımda, hep doğrudan doğruya, Hz. Peygamber’in yol göstermesiyle İslâm olan Râşit halifelerin aydınlatılmasıyla kurtuluşa eren halk kütleleri arasında gerçek temizlik, içten saygı, yüce bir bağlılık vardı. Ta ki Muaviye ile Hz. Ali karşı karşıya geldiler. Sıffin olayında Muaviye’nin askerleri Kur ‘an ‘ı mızraklarına diktiler ve Hz. Ali’nin ordusunda böylece kararsızlık ve zayıflık oluşturdular. 
İşte o zaman dine bozgunculuk ve Müslümanlar arasına nefret girdi. 
O zaman hak olan Kur’an haksızlığı kabule araç yapıldı.  En zorba hükümdarlardan olan Muaviye’nin nasıl bir hile ile hilâfet sıfatını takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün istibdatçı hükümdarla hep dini alet edindiler. İstibdat ve ihtiraslarını desteklemek için hep ulema sınıfına başvurdular. Gerçek ulema, dini bütün alimler hiç bir zaman bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar.
Üç buçuk dört yıl öncesine kadar hayatta olan Osmanlı Hükümdarları da aynı şeyleri yapmışlardır. Son Osmanlı hükümdarı Vahdettin’in davranışları gözünüzün önündedir. Onun emriyle bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler âsi ilan edildi. Onun emriyle millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun, isyancılar sürüsü olduğuna dair fetvalar veren ulema kıyafetli kişiler çıktı…Dört Halife’den sonra din sürekli siyaset aracı, çıkar aracı, istibdat aracı yapıldı. Bu durum Osmanlı tarihinde böyleydi. Abbasiler, Emeviler zamanında böyleydi. Böyle âdi ve sefil hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız âlimler tarihte daime rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezalarını görmüşlerdir…”[2]
DİN İLE İKTİDAR ARASINDA KOPMAZ BİR BAĞ OLDUĞUNU GÖREBİLİRİZ
Muaviye ile ilgili Yaşar Nuri Öztürk’te oldukça çarpıcı sözlere imza atmıştır. 
İşte o konuşmalardan bir kaçı:“Hz. Peygamber Cuma hutbesini namazdan sonra okudu, isteyen dinledi, istemeyen çıktı gitti. Sen şimdi Emevi’nin kafasıyla hutbenin yerini değiştirip namazdan öne aldın. Namaz farz, hutbe keyfe bağlı. Adam namazı kılmak için senin hezeyanlarını dinleyecek. Bunu Muaviye bu hale getirdi. ‘Eee biz şimdi bin yıllık şeyi mi değiştireceğiz?’
Açıkça peygamberin icraatına aykırı. İbadette içtihat olmaz. Peygamberden nasıl gördüyse öyle yapılacak. Sen Muaviye’ye mi peygamber diyorsun, Muhammed’e mi? Ben şimdi adama soruyorum bunu. Hangisinin dediğini yapacaksın?” Yine Muaviye yönelik dile getirilen şu sert eleştiriler de Öztürk imzasını taşır: “Müslüman kitlelerin Allah ile aldatılması, Emevi kralı Muaviye b.Ebü Süfyan’ın, Hz. Ali’nin ordusunu aldatmak için Kur’an sayfalarını mızrak uçlarına takıp “Aramızda bu kitap hakem olsun!” diyerek sergilediği şeytanetle başladı”[3] Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Muaviye safında yer alanlar ağırlıklı olarak İslam tarihini herhangi bir biçimde tartışmaya açmayan ve bu anlamda da anılan tarihi “sahabe” zırhı ile müdafaa eden kimselerdir. 
Örneğin Cübbeli Ahmet’e göre 
“Muaviye’yi eleştiren kimse kafir olur”[4] 
Meşhur Şeyhülislam Ebu Suud, Muaviye’ye lanet eden kimseye  “tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu” fetvasını vermiştir. 
Öte yandan  “İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır.”[5]
Konu elbet uzun. Lakin toparlamak gerekirse İslam tarihi üzerindeki perdenin kaldırılması için öncelikle o tarihe adını yazdıran kimselerin sınıfsal konumları, temsil ettikleri çevreler ve iktidarla kurdukları ilişkinin analiz edilmesi gerekir. Böylesi bir analiz neticesinde örneğin Muaviye ile Ali’nin, Mervan ile Ebuzer’in aynı olmadığını farklı söylemleri ve hatta farklı değerleri temsil ettiklerini ve nihai olarak din ile iktidar arasında kopmaz bir bağ olduğunu görebiliriz.
 [1] Aydın Tonga, Kapital İslamın Temeli Muaviye, 2011, Doğu Kitabevi.
[2]Yrd. Doç. Dr. RAMAZAN BOYACIOĞLU, Atatürk’ün Hilafetle İlgili Görüşleri.[3] Yaşar Nuri Öztürk, Allah ile Aldatmak.
[4]https://www.youtube.com/watch?v=CeYkTwvzjiU
[5]http://dintahripcileri.com/ebussuud-efendiye-gore-sianin-hukmu/
Aydın Tonga
Odatv.com

NEDİR AŞK DENİLEN ŞEY?


NEDİR AŞK DENİLEN ŞEY?
Aşk cesaret ister, kocaman bir yürek ister.
Aşk hayata karşı işlenilen en doğru suç ortaklığıdır,
Aşk hayatıntekdüzeliğine, bütün sıradanlığına en soylu başkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz.
Ve elbetteAşkı suçlamak, yargılamak, karalamak
inkar etmek de asla yakışık olmaz
Niçin aşk?Nedir bu aşk denilen şey, elle tutulmaz gözle görülmez bir şeyse nedir bu yaşanan somut acılar,güzellikler? Tek başına aşkı tanımlamak herşeyden soyutlamak mümkün mü? Hayır ! Aşk bugünlerde bazılarına göre plastikten bile yeniden yapıldı.Dünyada yaşanan suniliğe doğru gidiş aşkın etrafını sardı.
Nedir şu aşk...? Aşk hayatın bize hazırladığı en güzel sürprizdir, bu yüzden de kalpleri ne zaman ele geçireceği hiç belli değildir. Daha ne olduğunu bile anlayamadan onun hükümdarlığına giriverirsiniz. Aşk; en yalın biçimde anlatılan tek kavramdır o, adı kendisidir zaten. Onu anlatmak için sonu gelmez cümleler kurmanıza gerek yoktur, "Aşık oldum" dediğiniz an akan sular durur, küçücük çocuk bile sizi rahatlıkla anlayabilir, çünkü aşkın dili tektir.
Aşkın zamanını biz ayarlayabilseydik eğer ve kime neden aşık olduğumuzu anlayabilseydik,aşkın sırrını da çözerdik herhalde. Ama o zaman da aşkın insanı alıp götüren büyüsü tamamen kaybolurdu.
Aşk hayata karşı işlenen en güzel ve en doğru suç ortakIığıdır, aşk hayatın bütün tekdüzeliğine, bütün sıradanIığına en soylu başkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz. Ve elbette yasanılan aşkı suçlamak ,yargılamak, karalamak, inkar etmek de aşka yakışık kalmaz. Bu önce haksızlık, kendinize saygısızlık olur. İnsan sonuna kadar savunmalı aşkını, karşılık görmesede, acı çekeceğini hissetsede, yarın terkedileceğini bilsede, ailesini karşısına alacağını bilsede taviz vermemeli aşkından, "Seni Seviyorum" diyebilmeli göğsünü gere gere. Aşk iste o zaman aşktır. 
Ve bunun dogrusu yanlışı yoktur, zaten aşkın kendisi doğrudur, kime karşı duyuluyorsa bu aşk, doğru insanda işte odur.
Aşkın zamanı yoktur, hep hazırlıksız yakalar insanı. Evli olmanız, sevgilinizin olması, bir ayrılığın taze yaralarını kurutmaya calışmanız,bağlılıktan korkmanız, ailenizden çekinmeniz, hatta sevilenin hapse girmesi bile onun hiç mi hiç umrunda değildir. İşte aşk bütün bunlara tek başınıza karşı gelebilme yurekliliğidir, belkide yeni hayata geçebilme yolu...
Aşkın ne zaman gelebileceği belli olmadığı gibi, ne zaman gideceği de hiç belli değildir. Fazla vakti yoktur onun, uzun süre beklemeye ve bekletilmeye tahammülü de yoktur. Bir başka göze bakmaya, bir başka tene dokunmaya başlaması o kadar da zor değildir...Aşktan değil, onun kaçmasından korkun ve doğruluğuna yanlışlığına bakmadan sonuna kadar savunun aşkınızı.
Biliyor musunuz, hayat zaten kocaman bir yalan, bu kadar sahteligin içinde gerçek ve doğru olan tek guzellik AŞK.!!. Lütfen ona haksızlık etmeyelim..


İnsanlar fert olarak bir meskene, oturacakları bir yuvaya muhtaç oldukları gibi millet olarak da bir vatana muhtaçtırlar. 
Evsiz barksız insanların dünyada huzur içerisinde yaşamaları mümkün olmadığı gibi, vatansız insanların da huzur ve saadet içerisinde yaşamaları mümkün değildir. Onun için dilimizde: "Allah kimseyi dünyada vatansız, ahirette imansız etmesin." denilmiştir.
Milletler, dünyada huzur, saadet ve güven içerisinde yaşayabilmeleri için mutlaka bir vatana muhtaç oldukları gibi, dinlerini rahatça yaşayabilmeleri, ibadet ve taatlarını serbestçe yapabilmeleri, çocuklarını istedikleri şekilde eğitebilmeleri için de bir vatana muhtaçtırlar. Onun içindir ki meşhur şair Namık Kemal: İnsan vatanını sever, çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı ve menfaati vatan sayesinde kaimdir."(1) der.
Asr-ı saadette Peygamber Efendimiz ve ilk müslümanlar, Mekke'de müşriklerin şiddetli eza ve cefalarına, insanlık dışı baskı ve zulümlerine maruz kalıp dinlerinin emirlerini rahatça yerine getiremedikleri, ibadetlerini serbestçe yapamadıkları için Medine'ye hicret edip orayı ikinci bir vatan edinmişlerdir. Asıl vatanları olan Mekke'ye de sevgi ve özlemleri de devam etmiştir.
Sevgili Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret ederken devesini Hazvere mevkiinde durdurarak Mekke'ye mahzun mahzun bakar ve:
"-Vallahi sen Allah'ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmin beni, senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım" demiştir. Bunun üzerine yüce Allah Peygamber Efendimize şöyle vahyetmiştir: "Elbette o Kur'an'ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere döndürecektir." (Kasas, 85)(2) Bir tefsire göre döneceği yerden maksad Mekke'dir. Gerçekten Peygamber Efendimiz ve ashabı hicretin sekizinci yılında Mekke'ye dönerek, fethetmişlerdir.
Vatan doğup büyünen ve üzerinde yaşanan toprak parçasıdır. Vatan görünüşte sade bir toprak parçasıdır. Fakat alelade, sıradan bir toprak parçası değildir. Bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, hakimiyet kurduğu, barındığı, gerekirse uğrunda canını feda edeceği toprak parçasıdır. Yurt da aynı anlamdadır. Mübarek vatanımızın her karış toprağı şehid kanlarıyla yoğrulmuştur. Şair ne güzel söylemiş:

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver: Bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.

Vatan sevgisinin gereği, Milletleri ayakta tu tan ve o fertler arasındaki birlik ve beraberliği sağlayan ahlâkî değerlerden biri de hiç şüphesiz vatan sevgisidir.
Herkes vatanını sever. Bu duygu fıtrîdir, insanın içinde yaratılıştan vardır. Vatanını seven kimseye vatansever, vatanperver denir. Vatan sevgisi övünülecek bir şeydir. Onun için herkes vatanını sevmekle övünür, iftihar eder. Vatanını sevmeyen kimselere kötü gözle bakılır, hatta vatan hâini denilir. Büyük şair Abdulhak Hamid bir dörtlüğünde vatan sevgisini şöyle ifade eder:
Fikrine girmemiş ise hüsn-i vatan
Onu sen kâle alma bari utan,
Kız! Köpekler bile vatanperver.
Vatanını sevmeyen acep ne sever?
Şairin sorduğu soruyu biz de tekrar edelim:
Sahi vatanını sevmeyen acaba neyi sever?
İnançlı kimse mutlaka vatanını sever ve inancını vatanına hakim kılmaya çalışır. Bülbülü altın kafese koymuşlar "ah vatanım" demiş. Sormuşlar: Vatanın neresi? "Bir çalının dalı" demiş.
Vatanı Korumak
İnsanların bir vatana sahip olmaları kolay değildir. Sahip olduktan sonra onu korumak daha da zordur. Atalarımız vatanımızı korumak için tarih boyunca her türlü fedakarlığa katlanmışlar, binlerce şehit vermişlerdir. Adeta her karış toprağını şehit kanıyla sulamışlardır. Merhum Mehmet Akif bir dörtlüğünde bu gerçeği şöyle ifade eder:
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
"Ben vatanımı seviyorum, vatanperverim, gibi sadece kuru iddialarla vatan sevgisi olmaz. Vatanını seven onu korumaya çalışır, her türlü düşmana karşı savunur. Vatanına sahip çıkar, gerektiğinde canını feda eder.
Şairin dediği gibi bilir ki: Sahipsiz olan vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi vatan bir toprak parçasıdır, ama her toprak parçası vatan değildir. Şairin dediği gibi:
Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
Şair Abdulhak Hamid'in dediği gibi vatanını seven, ona hizmet eder ve bununla övünür, iftihar eder.
Oldunsa hadim-i vatan az çok, sevin, övün.
Bir hayrın olmadıysa fakat mülkü millete,
Mahkum olur hayat ve mematın mezellete.
Dârü'l-bekâ o gün sana dâru'l-fenâ olur.
Hz. Ali: "Şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affediniz." Lakin vatanınıza ve milletinize kötülük eden bir kimseyi asla affetmeyiniz." der.(4)
Süleyman Nazif: "Vatan sıhhate benzer, değeri kaybedilince anlaşılır" der.(5)
Türklerde Vatan Sevgisi
Yurt edinmede, devlet kurmada mâhir olan şanlı ecdadımız, üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarını kanlarını ve canlarını feda ederek vatan edinmişler, asırlarca İslam'ın bayrağını burada dalgalandırmışlardır. Sonra da edindikleri bu vatanı canlarından aziz bilmişler, korumak için her türlü fedakarlığa katlanmışlardır. Mehmet Akif Ersoy ne güzel ifade etmiş:
Zannetme ki ecdadın asırlarca uyudu,
Nereden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıtada yer yer kanayan izleri şâhid,
Dinlenmedi bir gün o büyük şanlı mücahid.
Onlar görevlerini en güzel şekilde yapmışlar, sonra bu emaneti kendilerinden sonra gelen nesillerin omuzlarına devretmişlerdir. Yine Mehmet Akif Ersoy'u dinleyelim:
Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın
Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı
Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Vatan sevgisi çeşitli tesirler altında zamanla artar veya eksilir. Vatan sevgisi vatanından uzakta yaşayan vatandaşlarımızda daha çok görülür. Onlar vatanlarından binlerce kilometre uzakta yaşasalar da vatanlarını hiçbir zaman unutmazlar ve hep vatan hasretiyle yanıp tutuşurlar, daima vatanlarının dertlerini kendilerine dert edinirler. Herkesin evinde mutlaka çanak anten vardır. Hep Türk televizyonlarını dinlerler, Türk takımlarının maçlarını izlerler ve Türkiye'yi konuşurlar. Tabiri caizse Türkiye ile yatarlar, Türkiye ile kalkarlar ve içlerinden şu dörtlüğü mırıldanırlar:
Gurbet o kadar acı ki,




Arkadaşlığın tarihsel köküne baktığımızda şöyle bir yaklaşım sergilenir. Savaşlarda insanlar arkadan gelebilecek herhangi bir tehdit ve tehlikeye karşı arkalarını sağlam bir kayaya veya dağa dayarlarmış. İşte arkalarını dayadıkları bu taşa arka taş, diyorlarmış. Arkadaşlıkta buradan ortaya çıkmıştır. Yani güvenebileceğin, arkanı rahatlıkla dönebileceğin, gözün arkada kalmayacak sağlam bir duvardır.
İnsanlar sosyal bir varlık olarak yalnız yaşayamaz. Sürekli olarak etkileşim içinde olacak birilerine ihtiyaç duyar. İşte bu noktada arkadaşlık insanlık için büyük bir sığınaktır. Arkadaşlık nedir sorusu her insanın sahip olduğu kültür, inanç ve yaşadığı duygusal atmosfere göre farklılık arz eder.
İhanete uğrayan birisi için arkadaşlık, sadakattir. Sorunlarının ağırlığı karşısında yalnız bırakılan için, paylaşımdır. Yanlışları gözardı edilerek sürekli pohpohlanan için, yellehçiliktir/yağcılıktır. Sıkıntısının anlaşılmadığına kanaat getiren için empati kurabilmektir. Aranmayan ve sorulmayan birisi için farkında olunmaktır. Bu tanımları çoğaltmamız mümkündür. Bunların hepsinde ortak nokta yanında olmasıdır. Yani arkadaş her zaman yanında olabilendir. Bununla ilgili çok güzel bir yaşam hikâyesi anlatılır;
Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu.
— Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim? 
"Delirdin mi? der gibi baktı teğmen.
— Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma Asker ısrar etti. Teğmen:
— Peki... Git o zaman...
İnanılması güç bir mucize... Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan askere döndü:
— Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş dedi teğmen. 
"Değdi teğmenim" dedi asker.
-         Nasıl değdi?" dedi teğmen.
-         Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-         Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı teğmene:
-         "Geleceğini biliyordum !" demişti arkadaşı... "Geleceğini biliyordum !"
İşte arkadaşlık ölümüne sevmek ve yanında olabilmektir. İnancını yanlış çıkartmamaktır. Bunun yanı sıra arkadaş şemsiye olmalıdır. Yani kötülüklere, olumsuzluklara karşı bizi koruyan ve zararlı alışkanlıkları engelleyen bir şemsiye olmalıdır. Arkadaş, kötü ve zararlı davranışlarda, alışkanlıklarda paylaşım demek değildir. Şayet bizi pozitif düşüncelerden negatif duygulara sürüklüyorsa birisi o bizim arkadaşımız olamaz. Akrepleşmiş insanlar mutlaka zehirini akıtacaktır. O halde akrep arkadaşlardan kaçınmak gerekir. Akrep ve fare arkadaşlık insanı kötülüğe doğru sinsice sürükleyen iki kötü yoldaştır. Çünkü akrep zehirlidir, fare de sinsidir. Nasıl ki fare bir yeri kemirirken orayı uyuşturarak, farkında olmamızı engelliyorsa, fare arkadaşta bizi kötülüğe farkında olmadan yavaş yavaş sürükler.
“İhanet arkadaşlık zincirini karartır, fakat vefa onu her zamankinden parlak yapar.”  (Kızılderili atasözü) Arkadaşlık ihanete kör, vefaya uyanık olmaktır. Hatırlamadığınız ve hatırlanmadığınız arkadaşlıklar sadece zaman ve şartlarla sınırlı günübirlik birlikteliklerden farksızdır. Çünkü o zaman vefa ölmüş, arkadaşlık bitmiştir. Arkadaş, sadece işimiz düştüğünde aradığımız birisi olursa, pragmatist bir mantığın sahibi olduğumuzu unutmayalım. Çünkü arkadaş sadece iş görücü değildir. İş görendir ama sadece işimiz düştüğünde hatırladığımız olmamalıdır. Vefa, duygularda sadakat ve sevgide devamlılıktır. İşte arkadaşlık, duygularda sadakat, sevgide içtenlik ve bağlılıkta daim olmaktır.

İNSAN SEVGİSİ
İnsan sevmekle yücelir.

Sevgi, Allah’ın uğruna insanoğlunu yarattığı bir kavramdır. Allah, kendisinden bir parça olan sevgiyi insan kalbine koyarak insanı yüceltmiştir.

İnsan, kainatın en şerefli, en mükemmel varlığıdır. Dolayısı ile sevgiye öncelikle layık olan da insandır.

Bedenimize konuk edilen ruhumuz sevgi ile nefes almakta, sevgi ile beslenerek değer kazanmaktadır. Sevgi, dosttur. Dost ise, içini doldurmaya gücümüzün yetmediği kadar engin bir mefhumdur.

İnsanların mutlu olmaları, birbirlerini sevip saymalarına, karşılıklı anlayışa, birbirine yaklaşımlarına bağlıdır. İnsanların bu yaklaşımlardan doğan dayanışma ruhu ve birbirlerine destek olmaları refah ve mutluluğu kolaylaştıracaktır.

Yunus Emre, sadece insanı değil, bütün yaratılmışları yaratandan ötürü sevmenin gerekliliğini vurgulamıştır. Hatta bir şiirinde kalp kıran insanın namaz kılmasının değer taşımadığını ifade etmiştir.

“Bir kez gönül yıktın ise ,
Bu kıldığın namaz değil.”
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.

“Sevgi sabırlı ve sevecendir; Sevgi kıskanç kibirli yada gururlu değildir; Sevgi hasta yapılı; Egoist yada rahatsız edici değildir; Sevgi yanlışların hesabını tutmaz; Sevgi şeytanla mutlu değil, gerçekle mutludur; Sevgi asla vazgeçmez; inancı, umudu ve sabrı asla başarısızlığa düşmez. Sevgi başı ve sonu olmayan birşeydir... İnanç, umut ve sevgi. İşte bu üçü önemlidir. Ama en büyükleri sevgidir.”

Sevgi, cümle içerisinde kullanılan “şey” kelimesi gibidir. Tek başına bir anlamı bulunmaz ama kelime içerisinde sonsuza kadar uzanan anlamlar manzumesidir.

İnsan sevgisi karşımızdakine içten gülebilmektir. Tükenme yoluna düşmüş insan sevgisini, yoluna çıkıp geri çevirebilmektir insan sevgisi. Tanıdık tanımadık her karşılaştığımıza, “seni gördüm, sana değer veriyorum” manası yüklenmiş bir selamı esirgememektir insan sevgisi. Her insani ihtirası yenip, güzel örnek olmanın en iyi nasihat olduğunu hissettirecek bir olgunlukla davranabilme gücüdür insan sevgisi.

İnsanın doğasında var olan bu hissiyatın kullandıkça çoğaldığını anlatmaktır insan sevgisi. Yere düşene el uzatmak, kılıç vurana gül verebilmektir insan sevgisi.

İlahi sevgiye mashar olmanın ilk basamağı insan sevgisi olduğunu insanlık tarihi yaşamıştır. Mecnun”a sorarlar; “sen bu kara kuru leyla’da ne gördün ki sevdin?” cevap: “siz onu bir de benim gözümle görseniz…” der. Gene bir gün alıp Leyla’yı götürürler, mecnuna sorarlar: “senin Leyla diye yanıp tutuştuğun bu kız mıdır?” Mecnun, uzun-uzun bakar ve der ki; “hayır, benim sevdiğim Leyla bu değildir” der. İşte burada sevgi kendini aşmış ilahi aşka bürünmüştür.

Ey Fuzûlî! Sevgilinin kasdı, canımızı almakmış.
Gel.. Güzel uğruna can vermeyi kendimize bir borç bilelim.

Evren döner, dünya döner, en önemlisi hayatımızın her anını belirleyen Ay döner ve bir dolunay olarak zirve yapar. Sevginin de en tepe yaptığı ay, Ramazan ayı, en yüceye ulaştığı gün de bu ayın akabindeki bayramdır. Varlığımızın bütün nüvelerine yerleştirilmiş olan bu sevgiyi hür bırakma, başı boş koyverme günü bu bayramlardır.

Kırılmış olan kalpleri de, yıkılmış olan gönülleri de, bütün umutsuzlukları da onarıp, tamir etmeye bu bayramlarda sevgiye gereken değeri vermek yetecektir. Önce buruk ve kekermsi bir tadı olsa da sonundaki lezzet doyumsuz olacaktır.
Yaradan bizi sevgi adına yaratmadı mı?

Küslüklerden arınmış, kırılganlıklardan sıyrılmış, gönüllerde beyaz çiçekler açmış bir bayram olması dileğimle bütün insanlığın Ramazan bayramını kutluyorum.

Gönderen Chucky zaman: 07:02 Hiç yorum yok: 
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
Etiketler: İnsan Sevgisi
DOĞA SEVGİSİ

   Yeşili Koruyalım...
(Bu sayfa en son 24 Ekim 2003 tarihinde güncellenmiştir.)

Filler ve Çimen filmi bana
«Fillerin sürekli tepiştiği bir coğrafyada inadına yeşeren umudun öyküsü»nü yaşatmıştı.
Ben de sevginin gitgide azalmaya başladığı günümüz dünyasında
doğa ve çevre sevgisini yeniden yeşertebilmek ve içimizde oluşan bu sevginin tezahürünü insanlarımızda, dost sinelerde, can ve cane'lerde yaşatmayı arzu ediyorum.
Bolu - Yedigöller/1996

KÂİNAT KİTABINI OKUMAK
Hiç kimseyi bildiğinin ötesinde yargılayamazsın ve bildiğin ne kadar az...
                                                                                                                           Halil Cibran
Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver.
                                                                                                                                                                                                                            

BÂKİR BODRUM ORMANLARI
İstiklâl Mahkemesi, çektiğim haksızlıklar, sıkıntılar umurumda değil.
Varsın haksızlık etmiş olsunlar, haksızlık üzerinde duran kim?
Zaman zaman uçuyorum yahu! Şu güzel yaradılışa bakın.
İnsanoğlu bu güzelliklerde yaşamak için yaratılmış. İstanbul'da ağaç kurtları gibi herkes routine'iyle kendi oyduğu tünelinde ve kendi karanlığında yaşasın diye değil.
                                                                                                                        

«Şu âlem, Güneş'in ve Ay'ın ışığı ile dopdolu iken görmeyen adam,
başını kuyunun dibine eğmiş de söylenip, duruyor :
"Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa hani, nerede?"
A zavallı, başını kuyudan kaldır da bak! Bütün dünya, doğu, batı, o ışıkla aydınlanmıştır.
Fakat sen kuyudayken, o ışık sana varmaz ki...» 
                                                                                             

KENDİNİ TANIMAK
Hadis : "Kendini tanıyan, Rab'bini tanır" diyor.
En küçük sonsuzla, en büyük sonsuz arasındaki esrarlı ayniyeti ifşâ eden büyük söz.
Hint bilgeleri de «Gökte bir tek ay var, akisleri sonsuz. Her testinin suyunda başka bir ay.
O testilerden biri de sensin.» derken aynı hakikate tercüman olmuyorlar mıydı?
Kendini tanımak, marifetler marifeti.
                                                                                                                                     
«Sevgi Yılı»
denilen bir yaşam kesitinde sevgisiz bir dokunuşla soldu, kurudu, dağıldı yaşam çiçekleri...
Yeşeren dalları kesmenin vebali vardır. Çiçekli - tomurcuklu dalları kesip koparmanın,
«Sevgi dalları»nı kurutup yok etmenin çok, ama çok vebali vardır...
Çocukken görmüştüm, ağaçlar ağlar... Kesik kolundan canı - kanı damlarcasına ağlar ağaçlar...
Hiç ağacın ağaca zarar verdiğini gördünüz mü?..
Ya da ağacın insana?.. Olmaz... Yaşamak ve yaşatmak içindir, ağaç... Yok etmek için değil...
Doğayı kucaklamak, sarmak ve çoğaltmak için... İnsanı da...
Böylesine sarıp yüceltmek Sevgi değil de, nedir?..
Şu güzelim Bahar günlerinde, tüm sevgi çiçeklerinin açabileceği en güzel günlerde
ağaçlar ağlamasın, sevgili dostlarım; ağaçlar hiç, ama hiç ağlamasın...
Çiğ tanelerinin serinliğini, ıslaklığını tüm bedeninize sinmişçesine duyumsadınız mı?..
Kır kokusundan sarhoş oldunuz mu hiç?
Otların, yaprakların, çiçeklerin ve böceklerin selâmını alıp da mutlandı mı yüreğiniz?..
Biraz kelebek, biraz yaprak, bir yanınızla da kuş olmanın tadını yaşadınız mı?..
                                                                                                                             

GÖREN GÖZLERDE BOZKIRIN BAHARI
Bozkırda bahar çıldırmıştı. Her yılkinden bin beter. Kayalar, sular, dağ taş, yer gök yemyeşildi.
Ve orman tepeden tırnağa kokuyordu. Ninnileniyordu. Bir sürü de ak kuş doldurmuştu dalları.
Bozkırın baharı geç gelir. Çiçekleri de daha geç açar. Çiçeklerin sapları bir parmak boyunda var yok, kısa, küt olur. Bozkır çiçeklerinin renkleri alabildiğine parlaktır. Kırmızıysa, böyle bir kırmızı hiçbir yerde görülmüş değildir ...
Sarısı, mavisi, turuncusu da öyledir. Gece karanlığında bile gözükürler. Kokuları keskindir.
Bu yüzden, üstünde çiçek olsun olmasın, eğil, bozkır toprağını kokla, mis gibi kokar.
Bir avuç toprak alıp koynuna koy, günlerce, acı, keskin, baş döndürücü bozkır çiçekleriyle kokarsın.
İyicene, çıkmamacasına toprağa sinmiştir koku.
Dağlar, taşlar, ağaçlar, kayalar, toprak ışıyor. Hasan'ın bedeninden mutluluk, sevinç fışkırıyordu.
"Ummahan," diye bağırdı. "Ummahan gel!" Sesinde öyle bir sevinç vardı ki, Ummahan'a da geçti. Koşarak geldi. Hasan'ın baktığı yere baktı. Taşın yerinde daha yeni açmış üç çiçek, kara toprağın yüzüne yaslanmış duruyordu. Birisi kırmızı, parlak bir billûr kırmızısı ... Yalım yalım ... Uzun boyunlu.
Birisi de sarı, ekin sarısı, güneş sarısı, sapsarı, billûr sarısı ... Uzun boyunlu.
Birisi de mavi, devedikeni mavisi, camgöbeği, gök mavisi, deniz mavisi, yalım mavisi, billûr mavisi ... Uzun boyunlu.
Hasan Ummahan'ın gözlerinin içine bakarak sordu :
"Gördün mü?"
"Gördüm."
"Üçünü de?"
"Gördüm."
                                                                                                                             
Kâinat Canlı Bir Varlık mı?
Göklerde ve yeryüzünde ne varsa Allah'ı tesbih etmektedir.
                                                                                                                    
Bitkiler ve ağaçlar O'nun emrine secde ederler
                                                                                                                             
Ey Muhammed!
Biz bu Kur'an'ı bir dağın üstüne indirseydik,
onun, Allah korkusundan eğilerek paramparça olduğunu görürdün.
İşte Biz, insanlara bu örnekleri düşünsünler diye getirmedeyiz.
                                                                                                                             
MUTLU OLMAK İÇİN ...
Birkaç saat mutlu olmak için unutmaya çalışın,
Birkaç gün mutlu olmak için seyahat edin,
Birkaç hafta mutlu olmak için hırsla çalışın,
Birkaç ay mutlu olmak için âşık olun,
Birkaç yıl mutlu olmak için evlenin,
Bir ömür boyu mutlu olmak için, doğa ile baş başa yaşayın. Ama ona zarar vermeyin !!!
Mutsuz olmak mı istiyorsunuz? Şükretmemekte ısrarcı olun, ..  yeter ...

Su gibi olmalıyız. Her şeyden aşağıda ama kayadan bile güçlü.
                                                                                                                                              
Var oluşumuzun vazgeçilmez yapıtaşı olan su, bu denli önemi haiz iken
hem yok pahasına kendinin pazarlanmasına razı geliyor, hem arzda insanın yaşadığı en alt tabakada
mütevazi yerini koruyor ve hem de her türlü kirliliği bağrına kabul edip temizliyor.
Her şeyden aşağıda mekân bulma onun gücünden bir şey eksilmesine neden olmuyor.
Bilâkis gücüyle ve sabrıyla dağları delip, hedefine ulaşabiliyor. Kuraklık gizeminin ardına saklanıp canlıların ona yalvarıp, biçare kalmalarını sağlayabiliyor. Yeri geldiğinde değerini hatırlatıyor ve akaryakıttan daha da pahalıya kendine paha biçtirebiliyor. Sel ve dolu felâketlerine dönüşüp gerekenlere ibret dersi almaları için bir imtihan vesilesi olabiliyor. Her türlü element ile işbirliği yapıp kâinatın madde çeşitliliğine zemin hazırlıyor.

...... Bu; âlemin bir kitap olduğunu, tabii ki, doğruluyormuş.
Bu hayatı okumaktan, şehrin ona her an sunduğu yeni sayfalar içinde rastladığı yüzlere,
işaretlere, hikâyelere baka baka her gün saatlerce yürüyüp köşe köşe sürtmekten o kadar hoşlanıyormuş ki,
yatağında uyuyan güzel karısına ve yarıda bıraktığı hikâyesine hiç geri dönememekten korkuyormuş şimdi.
                                                                                                                    

Tabiat; sırlarını, bakmasını bilene açıklarmış.
                                                                                                                                

            Dış derilerini belirli aralıklarla değiştiren yılanları izlemek bizler için son derece eğiticidir. Eğer bir kişi yedi yaşındaki inançları ile 41 yaşında kendini halâ iyi ve mutlu hissedebiliyorsa, bu kişi  ömrünü 

boşa harcamış demektir. Eski düşüncelerden, alışkanlıklardan, inançlardan ve 

sırasında eski arkadaşlardan sıyrılmak gereklidir.
            Bir şeyleri arkada bırakıp yürüyebilmek insanlar için güç bir derstir, ama gene de eski derisinden sıyrılabildiği için yılanı ne yüceltmek ne de yermek gerekmez. Bu onun için sadece bir zorunluluktur.
Yenilikler, ancak onlar için yer açtığınız zaman yaşantınıza girebilirler. Yılan, eski yükünden sıyrıldığı zaman daha genç görünür ve kendini daha genç hisseder. Oysa elbette daha genç değildir.                                                                                                              
Yedigöller/Bolu - 1996
İNSANLIĞIN SONU ...
Bir canlının soyunun tükenmesinin, insanlığın sonuna bir adım daha yaklaşmak olduğunu
anlayıp anlamadığınızı sizlere sorabilir miyim?
Doğa insan yok olduktan sonra da yaşar, ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.
                                                                                                                                          

FÂNİLER İÇİN SONSUZLUK
Fâniler için sonsuzluk bir hiçliktir Ragıp Bey, bir hiçliği ister miydin, sor bir kendine?
Sonra sesini daha da yumuşatarak eklemişti :
- Sonu olmayan bir hayat, bizim için ölümden sonra başlar, ancak da o zaman manâ kazanır.
Dünya, bir sonsuzluğu taşıyamayacak kadar küçük,
ne bu dünya ne de bu dünyanın üstünde yaşayanlar sonsuzluğa bir manâ katamaz,
kudretimiz yetmez buna, ama vakta ki terk-i dünya eder, başka bir âleme göçersin;
orada işte, belki bitmeyen bir hayatın bir manâ kazandığını görürsün ama burada değil,
burada güzel olan, güzelliğini bir sonu olmasına borçludur.
                                                                                                                                           
..... Allah'ın asıl niteliğinin bir "gizli hazine", bir "kanz-i mahfi", bir esrar olduğuna ilişkin
sayfalarca yazı okudu. Bütün sorun bu esrara ulaşabilmenin yolunu bulmaktı.
Bütün sorun bu esrarın Dünya'da yansıdığını anlamaktı.
Bütün sorun esrarın her yerde, her şeyde, her nesnede, her insanda görüldüğünü kavramaktı.
Dünya bir ipuçları deniziydi; her damlasında arkasındaki esrara varacak bir tuz tadı vardı.
Mistepe yorgun ve kızarmış gözlerle okudukça bu denizin sırlarına gireceğini biliyordu.
                                                                                                                                                        
YEŞİLİN GİZEMLİ DÜNYASINDA
DOĞA, ÇEVRE ve ENDÜSTRİYEL İLİŞKİLER
 Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,
o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa,
o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
 Bodrum - Kale İçi/1992 - Mısır İncirleri


BÜTÜNSEL ÇABA
Hayvanlar âleminin en etkileyici yönünün,
aynı cinse ait aile bireylerinin ortak hedefler için bir araya gelmeleri ve
bütünsel hareketle hedefe ulaşmaları olduğunu düşünürüm.
Çünkü, bu bütünsel çaba ve enerji onların ölümü veya yaşamaya devamı anlamına gelir.

Peki şirketlerde hayat farklı mı?
Birçok şirket için hedeflere ulaşmak ölüm - kalım meselesidir.
Sadece değişen koşullara hızla adapte olabilen, değişim kapasitesine sahip, bütünsel olarak hareket eden organizasyonlar pazarda kendilerine gelecek bekleyebilirler.                                                                                
Bir iplikle kumaş, bir ağaçla orman olmaz.
                                                                                                              

İNSANOĞLUNUN ANLAYAMADIĞI ŞEYLER

            Sizlere bir şeyi açıklayabilirim. Birlik içerisinde her şeyin bir amacı vardır.  Yanılgılar, yanlışlar ya da kazalar yoktur. Sadece insanoğlunun anlayamadığı şeyler vardır. Sizler, çöl sinekleri sürüsünün kötü olduğuna, 

cehennem olduğuna

 inanıyorsunuz ve onlar sizler için gerçekten böyleler, ama bunun nedeni sadece sizin gerekli anlama ve bilgelik düzeyine erişememiş olmanızdan kaynaklanıyor.
            Gerçekte onlar yararlı ve gerekli yaratıklardır. Kulaklarımızın içine dalarlar, çünkü her gece çölde çıplak uyurken kulaklarınıza dolan kumu ve kiri temizlerler. Evet, onlar burnunuza da girerler ve orayı da temizlerler.  İnsanlar, hoşlarına gitmeyen her şeyi anlamaya çalışmaktansa yok etme yoluna gitselerdi var olamazlardı. Sinekler sürü halinde geldiği zaman bizler çölde onlara teslim oluyoruz.
Belki artık sizler de aynı şeyi yapmaya hazırsınızdır?
                                                                                                                                                                                                                        


Tek gerçek başarısızlık, asla denememektir.

            Kendinizi kâinat havuzunun dibine düşmüş bir tahta parçası olarak düşününüz.
Yağan yağmur suları, havuzu doldurdukça bu tahta parçasını daima üstte tutacak ve zirvelere taşıyacaktır. İşte hikmeti kavrayabilen insanoğlu da karanlık kuyulardan aydınlık ufuklara yükselebilecek ve galaksiler gizeminde daima sırların yücesine vâkıf olabilecektir.
Şu halde sizi terbiye edecek ve yüceltecek her türlü yöntemi, havuzu dolduran su misali
siz de gerekli bir araç olarak telâkki ediniz ve ondan faydalanınız.
                                                                                                                                                                                                                           



Orta Asya'dan Anadolu'ya
Türk'lerin yaşadığı coğrafî alanların çölleşmeye mâruz kalmasını mâkus talih olarak yorumlayabilir miyiz?

Yüksek tepelerde kartallara da yılanlara da rastlanabilir.
O zirvelere birisi uçarak, diğeri sürünerek gelmiştir.
                                                                                                                                                                    
            Amaca ulaşmanın çeşitli araçları vardır. Bazen dişinizi tırnağınızı ortaya koymak suretiyle, bazen de (ve genellikle) işi bilenlerin sırtına binmek suretiyle amaç gerçekleştirilir.
Er kişi helâlinden sabahtan akşama kadar mesaisi başında yılan gibi sürünerek
sabırla mücadele verirken; namert kişi siyasîlerin peşinde, içki ve kumar masalarında geleceğine uçmak için kanat çırparak yatırım yapar. Biri işinin uzmanı olurken,
diğeri devletin imkânlarıyla ağaları ağırlamanın uzmanı olur.
            O halde gaye, zirveye ne pahasına olursa olsun varmak olmamalı; kişi,
"Nerede olduğun önemli değil, bulunduğun yerde ne yaptığın önemli" düsturundan hareket etmelidir. Kul hakkı yiyerek insanların omuzlarında yükselmeyi tercih etmek de
bir dünya görüşüdür. Kişi ahiretini dünyalığa satmıştır.

İNSANLARIN DA EKİLMESİ
Tarımda ekmeden önceki işlemlerin ve ekmenin kesin ve kolay olması, ancak
bitki canlandıktan sonra, onu büyütmenin çeşitli yolları ve pek çok sorunu bulunması gibi, insanların da ekilmesi pek az beceri gerektirir, ancak doğduktan sonra onların eğitilmesi ve büyütülmesi bir sürü korku ve sıkıntı da içeren çok farklı bir özen ister.
                                                                                                                                    

Bir şeye ışık tutmak, aslında onun arkasını karanlıkta bırakmaktır.
 Zaferle taçlanan her savaş size yeni dostlar kazandırır : düşmanlarınızın düşmanları.
                                                                               
SOSYAL SERMAYE
Kuruluşları makinalardan ya da rast gele birey topluluklarından ayırt eden,
onlara hayat veren, canlı bir organizma kılan, insanların birbirleriyle kurdukları güvene dayalı bağlantılardır. İşbirliği temelinde faaliyet göstermelerini sağlayan şebeke ve topluluklar, örgütlerdeki Sosyal Sermaye'nin kaynağı ve biçimidir. Örgütler artık zorlama temelinde değil, güven temelinde inşa edilmelidir.
Gerekli olan bağlılıktır ve bağlılık da güven olmadıkça var olamaz.

Hiç kimse tümüyle kendinden ibaret bir adacık değildir; herkes anakaranın bir parçası, okyanusun bir kısmıdır. İnsanların bir araya gelmelerini ve
birbirleriyle bağlantılar kurmalarını sağlayan mekân ve zaman, Sosyal Sermaye'nin toprağı ve suyudur. Bu yüzden mekâna ve zamana birlikte yatırım yapmak gerekir. Dünyanın en iyi yıldızlarını toplamış olabilirsiniz,
ama bunlar birlikte oynamıyorlarsa, takım beş para etmez.
                                                                                                               
 KADERİ ETKİLEMEK
"Hepimiz kendi kaderimizden çok bir başkasının kaderi üstünde etkili oluyoruz, ne garip değil mi,
bazen düşünüyorum da, başkalarının müdahale edemediği bir hayatı ve kaderi yaşayabilseydik
her halde hepimizin hayat hikâyesi çok değişik olurdu ama ne yazık ki bu mümkün değil,
Yaradan sanki hepimizi birbirimize bağlamış, birimiz kıpırdayınca hepimiz kıpırdıyoruz."
                                                                                                                                  
Bir kapan nasıl bir farenin peşinden gitmezse,
bir genç kız da elde etmek istediği bir erkeğin peşinden hiçbir zaman gitmemelidir.
                                                                                                                             

Bolu/Aladağ - 1992


Her Nîmetin Bir Külfeti Vardır
            Her nimetin külfete ve külfetin nîmete göre olması genel bir kaidedir. Her nîmet bir külfet doğurur. Her hak, bir vazife karşılığı olarak bulunur. Her kim hak elde ederse, karşılığında mutlak surette bir vazife ile mükellef tutulur. Mâdem ki böyledir, Allah Teâla'nın bize lûtfettikleri birçok nîmetlere karşı, o nîmeti vereni tanımak, O'nun söylediklerini tutmak gerekir. Akıl ve vicdan bu mükellefiyeti emretmektedir.
                                                                                                                                                                                                                                     Yeni Asya Takvimi, 3 Mart 2001

Dünya'yı Tasvir
Sonra birden Evliya'nın okuyucusunu kandırmak için, hile yaptığını düşündüm.
Belki o da benim gibi biriydi, ama yalnızca iyi yazmayı biliyordu; iyi yalan kıvırmayı : Belki o da ağaçları ve kuşları, evleri ve duvarları benim gördüğüm gibi görüyor da yalnızca bir yazı hüneriyle beni aldatıyordu.
Ama kendimi inandıramadım, biraz daha okuduktan sonra bunun bir hüner değil, bir bilinç olduğuna karar verdim.
Evliya'nın dünyayı, ağaçları, evleri, insanları gören bilinci bizimkinden bambaşkaydı. Birden, bu nasıl oluyor,
Evliya'nın bilinci nasıl öyle kurulmuş diye meraklandım. Çok içip, iyice dertlendikten sonra, karımı düşününce, bazen, bir türlü uyanıp kurtulamadığım bir rüyadan birilerine umutsuzlukla seslenirim. Aynı çaresizlikle seslenir gibi düşündüm :
Ben de onun gibi olamaz mıyım, düşüncemin, beynimin yapısını onunkine benzetemez miyim,
onun gibi ben de dünyayı olduğu yalınlıkla baştan sona tasvir işine girişemez miyim?
                                                                                                                                                                                                               

Maçka Meryemana Ormanı/Göknarlar - 1976


Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir.
                                                                                                                                                                                                                                B.S.N., Yeni Asya Takvimi 3 Mart 2001

BİR DUA PATLATMAK
Sonunda dayanamayacak kadar acıkınca, benden dua etmemi istiyorlar.
"Başlangıçta işler böylece çözümlenir sanmıştım. Bir dua patlatırsın, bütün dertler sinek kâğıdına yapışan sinekler gibi o duaya yapışır, dua uçar gider, dertleri de birlikte götürür. Ama artık öyle olmuyor."
                                                                                                                                  

Havuza dalmadan önce
derin nefes almak iyi fikir, havuza daldıktan sonra derin nefes almak ise kötü fikirdir.

Ülkenin ekonomik yapısında bir çok kriter iyimser yönde bir eğilim gösteriyor iken
özelleştirmeyi yapmayan ya da geciktirenlerin, bir kriz ortamında bu tip uygulamaları gündeme getirerek kurumları sefil halde bırakmalarının hesabını gelecek nesillere verebilmesi,
sanıldığı kadar kolay mıdır dersiniz?

YAPAYLAŞTIRILAN MEKÂNLAR
....  her yöne çevirdiği uzun boynuyla, adları aurus ile biten nesli tükenmiş hayvanlardan birine benziyordu.
Bu hayvanlara, günümüzde ancak, traktörlü - vinçli - betoniyerli inşaatçıların avlanma sahalarının dışında, kazma girmemiş ahşap ev ormanlarında rastlanmaktadır. Yırtıcı teknisyenlerin bulunmadığı
böyle uzak bölgelerde yaşayan bu tarih öncesi hayvanlar, sakin yaşayışlarının doğal bir sonucu olarak
uçucu ve koşucu özelliklerini kaybetmişlerdir. Çevrelerindeki doğal beslenme şartlarının esnaf avcılar tarafından sistemli bir şekilde yok edilmesi, bu nazik hayvanların gittikçe azalmasına ya da ehlileştirilerek özelliklerini kaybetmesine yol açmaktadır. Bazıları, kat karşılığı, ahşap evlerdeki yuvalarından çıkmakta
ve yeni yerleştikleri beton kafesler içindeki yaşayışa uyamayarak mahzunlaşmaktadırlar.
Son yapılan geri kalmış hayvanlar sayımında bunlardan ancak dört bin iki yüz kadar kaldığı ve kilometre kareye
üç tane düştüğü tespit edilmiştir. Yakında bunlara sadece biyoloji kitaplarında rastlayabileceğiz.
                                                                                                                                      

EN AZ SIRTLAN KADAR AKILLI DAVRANALIM ...
Avını elde etmiş ve yemekle meşgul olan bir sırtlanın yanına bir arslan ya da kaplan geldiğinde,
sırtlan etrafı kollar ve emin adımlarla geri çekilir. Israrcı olup, hayatını tehlikeye atmaz,
ama umutla nasibini aramaya devam eder.

Çalıştığınız işyerinde umarım bileğinizin gücüyle belli bir mevkiye gelmişsinizdir.
İşyerinizi iyi etüd ediniz.
Orada insanî meziyetler mi hâkim, yoksa hayvanî duygular ve nefis mi ön plânda?
Eğer insanî temayüller kaybolma eğilimindeyse mevkinizi elinden alacak,
siyasî arkası olan ya da menfaat çarkında ipleri ellerinde tutan insanlar göreceksiniz.
O zaman sırtlanın stratejisini unutmayın. Çevrenizde sizinle aynı düşünceyi paylaşan insan topluluğu göremiyorsanız, geri çekilin ve o andaki uygulamaya boyun eğin
ve kendinizi güçlü hissettiğiniz anda arslanlar gibi hakkınızı koparıp alın.
Materyalistler «yaşam bir mücadeledir» derler;
inananlar ise hayatı bir yardımlaşma mücadelesi şeklinde yorumlarlar. Kendinizi inançlı (!) görünen münafıklara karşı daima tedbire dayanmış halde bulundurunuz.

ZİHİNLERİ MEŞGUL ETMEK
Zengin ve bereketli olduğu halde nadasa bırakılmış bir arazinin sayısız
yabani ve faydasız bitki ile dolduğunu gördüğümüzde, araziyi kullanışlı hale getirmek için
onu idare etmemiz ve bizim için kullanışlı olan ürünler ekmemiz gerektiğini gözlemleriz;
ve kadınların bedenlerinden zaman zaman cansız ve şekilsiz et topakları çıkardıklarını görünce, sağlıklı ve doğal bir doğum için farklı tohumların döllenmesi gerektiğini anlarız
ki bu döllenmeyi yapacak olan da zihinlerimizdir.
Zihinlerimizi onlara hâkim olan ve baskı yapan belirli bir konuyla meşgul etmezsek,
hayal gücünün tam tanımlanmamış alanında çılgınca bir oraya bir buraya koştururlar.
                                                                                                                                  


DEFORMASYON PROFESYONEL
"Deformasyon Profesyonel" olarak adlandırılan bir hastalık
tüm sorunların çözümünü bir süre sonra yalnızca
kendi ilgi ve uzmanlık alanları içinde değerlendirmektedir. Amerikalılar, bu hastalıkla
"eğer elinizdeki tek araç çekiç ise tüm sorunlar size çivi gibi görünür" diyerek dalga geçerler. Ceviz ağacı dikerek tüm ülke sorunlarını çözen ziraatçiler,
her yıl denize sürüklenen toprak metreküpüne ağlayan çevrecilerin bir kısmı,
devleti kaldırmaktan umut kesip küçülmesine fit olmuş anarşistler,
"arz -  taleptir efendim" diye kafa sallayan ekonomistler,
"bi tuşa basacaksın..." diyen bilgisayar meraklısı siyasîler ve iş adamları, kimlik numarasını sigortalılara yeniden vermekle SSK'nın soyulmaktan kurtulacağını sanan - ya da bize yutturmaya kalkan - saftrik/uyanık "bilişimci"ler hep bu hastalıkla malûldürler.
                                                                                                                            

   
KANUN
Kanun, eski Yunan'dan beri
"büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı" Avrupalı için.
                                                                                                    
GÜNAHI OLMAYAN TİPLER
Casy yavaşça, "Elbette günahlarım var benim de," dedi. "Herkesin günahları olur.
Günah dediğin şey, emin olamadığın bir şeydir.
Hani o her şeyden emin olan, hiç de günahı olmayan tipler var ya ...
Ben Tanrı olsam o itlerin kıçına tekmeyi patlattığım gibi Cennet'ten atıverirdim!
Hiç dayanamam öylelerine!"
                                                                                                                                  

Sen bir saksı çiçeğisin Mistepe.
Yapraklarını birbirine sürterek varlığını duyamazsın. Bir ormanda olmalıydın.
Ölünceye kadar yerinden kımıldamayacağını bilen bir ağacın rahatlığını duymalıydın.
Bütün ağaçlara bakarak, kimsenin yer değiştiremeyeceğini düşünerek ferahlamalıydın.
Hayır, bir su yosunu olmalısın. Suyun serinliği ve ıslaklığını duyarak dalgalanmalısın.
Bütün istediğin, uçsuz bucaksız bir sudur ve her zaman bütünlüğüyle saracaktır seni.
                                                                                                                                

MUTLULUĞU YAKALAMAK
Yaşlı kedi küçük kediye gülümsedi :
"Gençken ben de senin gibi, mutluluğun kuyruğum olduğuna inanıyordum" dedi.
"Yıllar geçtikçe anladım ki, ne zaman kuyruğumu kovalasam, o benden uzaklaşıyor,
ne zaman kendi işime baksam, kuyruğum hep peşimden geliyor."
                                                                                                                                
Sanatı başıboş bıraksaydık, onun yapacağı ilk iş,
gelip de bizim felsefe fabrikasyonumuzu alt üst etmek olacaktı. Bundan dolayı, 'sanat sanat içindir' diyerek, onu, hızla döne döne kendi kuyruğunu ısıran bir köpeğe döndürdük.
Çirkinliği dolayısıyla, sanatçılar, kendi kuyruğunu ısıran ve kudurmuş köpeğe benzeyen bu çemberi alıp, boğazlarına geçiremezlerdi. Bu çemberlerimizi satın alanlar toplanınca, birisi, halkanın bir noktası için 'başıdır' der. İşte o zaman öteki, 'hayır, başı değil, kıçıdır' der.
                                                                                         

ADALET
Doğanın kendisi birçok görevinde adalete karşı çıkar.
Sirenaikalılar'ın iddia ettiği gibi aslen âdil olan hiç bir şey yoktur.
                                                                                                                           

APTAL PUMA
Puma ile avının «ölüm-yaşam koşusu», her zaman ormanların bu en hızlı koşucusunun zaferiyle bitmez. Koşuyu zaman zaman, yaşamı için kaçan avın kazandığı da görülmektedir.
Bir ceylanı yakalamak için onun peşinden koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden koştuğu süre hiçbir zaman aynı olmamaktadır. Puma avının peşinden koşarken harcadığı enerji düzeyinin,
onu yakaladıktan sonra sağlayacağı enerji düzeyini aştığını anlayınca,
koşusunu bırakmakta, enerjisini gereksiz yere harcamamaktadır.
Puma avını yakalayamadığı bu koşuların hiçbirini başarısızlık olarak kabul etmemektedir.
Çünkü yarışı, kendinin bıraktığını bilmektedir.
Bu nedenle puma, ceylanın peşinden daha uzun, tavşanın peşinden ise daha kısa süre koşmaktadır.
                            
Aptal puma tanımlaması, bu vahşi hayvanın yaptığını örnek almayıp, yaşamlarında
bu uygulamayı akıl edemeyen insanlar için kullanılmıştır. Bir başarının temelinde, o başarıya ulaşabilmek için harcanan emek ve zamanın, kazanılan başarı karşısındaki "değer"i yatmaktadır.
Düşünün bir bakalım : Peşinden koşmakta olduğunuz tavşan,
onu yakalamak için harcadığınız emeğiniz ve zamanınızdan daha mı değerli???
                                                                                                                                             

DOSTLUK VE KİBARLIK

Rüzgâr bir gün Güneş'e, kendisinin ondan daha güçlü olduğunu ileri sürdü ve bu savını kolaylıkla kanıtlayabileceğini söyledi. "Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun?" dedi.
"Kuvvetlice estiğimde onun sırtındaki paltoyu, senden daha çabuk söküp, alabilirim."
Güneş, rüzgârın bu sözlerini duyunca onunla yarışa girmeyi kabul etti
ve bir bulutun arkasına çekilerek, rüzgârın yapacaklarını seyretmeye hazırlandı.
Meydanın kendisine kaldığını gören rüzgâr, bir fırtına gücüyle esmeye başladı.
Fakat şiddetini arttırdıkça, yaşlı adam da paltosuna o kadar daha sıkı sarıldı.
Rüzgâr, bu işi başaramayacağını anlayınca yarışı bırakmak zorunda kaldı.
 Onun tüm yaptıklarını bulutun arkasından izleyen Güneş,
rüzgârın yarıştan vazgeçmesi üzerine bulutun arkasından sıyrıldı ve
büyük bir sevecenlikle yaşlı adama bakarak, ona tüm içtenliğiyle
sımsıcak bir biçimde gülümsemeye başladı.

Güneş'in sıcaklığını giderek arttırması karşısında yaşlı adamın yüzünde
bir rahatlama ifadesi belirdi. Sırtından paltosunu çıkardı ve arkasındaki tümseğe yaslanarak, Güneş'in karşısında keyifle uzandı. Güneş, daha güçlü olduğunun bu kanıtı karşısında
rüzgâra bir de şu öğütte bulundu :
"Dostluk ve kibarlık, her yerde ve her zaman kabalık ve zorbalıktan daha güçlüdür."
                                                                                                                                    

 BİRİNİN ÇIKARI, BİRİNİN ZARARI
.
Gerçeği söylüyorum size, gerçeği;
Buğday tanesi yere düştükten sonra yok olmazsa, bir buğday tanesi olarak kalır;
ama yok olursa, o zaman bereketli ürün verir.
                                                                                                                           

Olgunlaşma çürümenin başlangıcıdır.
Tohum çürümeden bitki filizlenmez.
 Düşündükçe anlıyorum ki, doğanın sabit düzeni hiç değişmiyor.
Doğa fizikçilerine göre her şeyin doğması, çoğalması ve büyümesi,
bir başka şeyin bozulup çürümesi anlamına geliyor.
Ne zaman bir varlık değişir ve doğasını başkalaştırırsa,
o anda önceki hali için ölüm başlıyor demektir.
                                                                                                Lukretius
                                                                                                                             

 Her kısmı iyi yazdığı halde son perdeye aldırış etmeyen beceriksiz şair gibi
tabiatı öbür çağlara ehemmiyet verip de ihtiyarlığa aldırış etmemesi olacak şey değil.
Fakat tıpkı ağaçta ve yerde yetişen meyvaların zamanı gelince olgunluktan geçmesi ve düşmesi gibi insan ömrünün de bir sonu olması zaruri idi. Bilge insan buna uysallıkla katlanır :
Tabiata karşı gelmek devlerin yaptığı gibi Tanrı'lara (!) kafa tutmak değil midir?
                                                                                                                                                                        


YETENEKLERİ GELİŞTİRMEK
General Electric'in efsanevî başkanı Jack Welch kendi yaptığı işi şöyle değerlendirmiş :
«Benim temel işim yetenekleri geliştirmek oldu.
Üst düzey 750 yöneticimize su ve gıda sağlayan bir bahçıvan gibiydim.
Kuşkusuz, orada yabani otları temizlemem de gerekiyordu.»
                                                                                                                                            

Boş bir çuvalın dik durması zordur.
                                                                                                                                              

HAYATIN GERÇEĞİNİ KAVRAYAMAMA
Şimdiden gayri bir şey yok. Ne dün var kesinlikle, ne de bir yarın.
Bunu anlamak için kaç yaşında olman gerekiyor?
Güzel bir yaşantı kutsal kitaplardaki sürelerle ölçülemez.
                                                                                                                                                  
Acaba zaman geçiyor mu, yoksa biz zamanın içerisinden mi geçiyoruz?
Kâinatın farklı bir boyutu olan zamanın durduğu ve yaratılanın onun içerisinden geçtiği söylenilir oldu son zamanlarda. Ernest Hemingway belki bunun farkında değildi?
Romanında maddeci düşüncenin yansıması olarak bugünü yaşamayı prensip olarak kabul etmiş, dünü yaşanmamış olarak nitelendirerek ders ve ibret alınabilecek bir olağanüstülük bulamamış ve gelecek için de ümitvâr olabilmek gibi bir gayret içerisine girmemiştir.
O halde doğa sevdasını ve yeşil özlemini kaleminde nasıl yansıtabilecektir?
Geçmişin nostaljik anıları ve geleceğin tatlı beklentileri bulunmasaydı;
bugünü kotarabilmek için insanoğlunun nasıl egoistçe bir mücadele içerisinde
hemcinslerini paralayabileceğini düşünebiliyor musunuz?


Özgürlük, insanın yaptığı pisliği ortalıkta bırakması değil, diye düşündü.
Hiçbir hayvan kediden daha özgür değildir, ama o bile pisliğini toprağa gömer.
Kediler en iyi anarşistlerdir.
Bu adamlar kediden anarşizmin ne olduğunu öğreninceye değin onlara saygı duyamam.
                                                                                                                                                  

HAYVANÎ DUYGULARDAN İNSANLIĞA ...
Doğarken bir saat içinde ayaklanıp koşmaya başlayan antilop yavrusu değiliz.
El bebek, gül bebek bir ihtimam istiyoruz. Eğitilmemişsek ayı, öküz, kedi, köpek, yılan, akrep, eşek vs. davranışları gösterebiliyoruz. Burada varolanı almak yok. Varolan o bencil, ilgi merkezi olmaktan memnuniyet duyan, o şımarık, kıskanç, bir damlacık haliyle herkesi parmağında oynatan, sevimli insan yavrusuna insanî değerleri yüklemek ve kişiliğini bina etmek var.
İnsanlar öğrenir, gelişir, deri ile sarmalanmış ego olmaktan insan olmaya dönüşür;
ham iken pişer, acı iken tatlanır, koruk iken helva olur.
                                                                                                        
Sıpa inadını, kararlılık ve ısrarcılığa; akrep hırsını ataklığa, acarlığa; yılan sinsiliğini esneklik
ve ustalığa dönüştürmek var. Bütün bunlar da ciddî bir çaba gerektiriyor.
İnsanı adım adım, tek tek, oya gibi işlemek ve dönüştürmek gerekiyor.
                                                                                                               

ORMANLARIN SAVAŞI
Kazdağları'nı dolaşırken Kayın ormanı yapmak için yapılan girişimlerin sonucunda
Göknar'ların fırlayıp büyüdüğünü ve Kayın'ları boğduğunu görebilirsiniz.
Anlayacağınız ağaçların arasında bile bir düzen, bir sistem var.
Ve buna dışarıdan siz müdahale etmeye kalkıştığınız zaman tepki gösteriyorlar.
Sanırım doğada ne yapacağını bilmeyen insandan başka varlık yok.
Ağaçların sesi soluğu çıkmıyor ama bizden daha akıllılar. Ne yapacaklarını biliyorlar. Kendilerine özel bir sistem ve düzen içinde bulunuyorlar. Sadece şu ormanları inceleyerek kendi düzeninizi oluşturabilir, mükemmel bir sistem geliştirebilirsiniz.
Üstelik onlar da savaşıyorlar. Yaşamak için hem ağaç olarak yani birey olarak, hem de orman olarak yani kitlesel savaşları da var. Ama bütün bunlar belli bir sistem ve ahenk içinde gelişiyor. Aslında ormanları inceleyerek evrenin sırrına ulaşabilirsiniz diyorum, Yasemin'ce ...
                                                                                                                                 

Bu Dünya'da insanın kötüsü her zaman insanlara kötülük düşünür,
kötülük yapabilir. Kurdukları tuzaklar etkili olur. Bugünkü Dünya toprağı kötü insanların
ektiği acıların, alçaklığın, aşağılığın bitmesine, gelişmesine elverişli topraktır.
                                                                                                                                                         

Doğru bir teraziye eşit ağırlıklar yüklendiğinde, kefelerin biri alçalırken diğeri yükselmez.
                                                                                                Tibbullus
                                                                                                                                    


EŞEK TEKME ATARSA
Liman, yabancı savaş gemileriyle doluydu.
Üsküdar'a, Boğaziçi'ne gidip gelen küçük vapurlar, savaş gemilerinin yanından geçerken bayraklarını indirerek selâmlamazlarsa vay gidi hallerine!.. İkide bir olur olmaz nedenlerle,
hattâ ortada hiçbir neden yokken bile, sert ve hoyrat bir tavırla, şehirlilere,
«Unutmayınız ki, yenik bir ulussunuz!..» denirdi.
Sözlerin böylesi, on, onbir yaşındaki Türk kızlarına bile söyleniyordu.
«Aman diyene pala çalınmaz!» denir; ama
dayananın önünde kuzu kesilen bunlar, kaçanın ardında kurt kesiliyorlardı.
Bir gün Büyükada'ya gidecektim. İşim yoktu; vapurun kalkacağı saatten çok daha önce
vapura bindim. Güvertenin en arka tarafına gidip oturdum. Benden başka kimse yoktu. Sarayburnu'nun ötesindeki açıklığa dalgın dalgın bakarken, başıma bir sopayla fena halde vuruldu. Başımdaki kalpak çöktü. Başım acıdı, hayret içinde ayağa fırladım.
Önümde işgal kuvvetlerine mensup bir polis dikiliyordu. Çetrefil bir İngilizce'yle :
«Burada ne oturuyorsun?» diye gürledi. «Büyükada'ya gideceğim bu vapurla. Onun için oturuyorum.» dedim İngilizce. Bir an için Türk değil, yabancı olduğumdan kuşkulanarak, kibirli ve meymenetsiz suratında bir saygı belirir gibi oldu. «Bu yer, işgal kuvvetlerine aittir!» dedi. «İşgal kuvvetlerine ait olduğunu bileydim oturmazdım.» dedim. Gerçekten de oturmazdım. Durup dururken bir eşeğe sataşılır da eşek tekme atarsa, kabahat eşekte değildir.
Neyse ...
                                                                                                                                       

BASTIRILAN CIVA KÜTLESİ
Siz hiç cıva kütlesini parçalara ayırmaya çalışan bir çocuk gördünüz mü?
Çocuk ne kadar bastırıp sıkıştırıp cıvayı kontrol altında tutmaya çalışırsa, cıva da o kadar kurtulmaya çalışır. Çocuktan kurtulur ve parçalanıp durmadan şekillenmeye devam eder.
İşte olay burada : kurnazlıkları açarak, insanoğluna şüphelerini arttırmayı öğretiyoruz. Sıkıntılarımızı düzenleyip, çeşitlendirip, sürdürüp, yayma eylemleri içindeyiz.
Küçük soruları yayarak ve parçalayarak, dünyayı eminsizlikler ve tartışmalarla dolduruyoruz ve hattâ toprak daha çok çatlayıp daha derin kazıldıkça, daha verimli oluyor.
                                                                                                                                 

YOL KISALDIKÇA...
Yol kısaldıkça yolluğu artırmaktan daha saçma bir şey olabilir mi?
İhtiyarların hasisliğine (cimriliğine) gelince, buna aklım ermiyor!
Söz gelişi yedi dairesi olan ve sekizinciyi almak için kiracılarını sık boğaz eden
ve hele hele camiden de çıkmayan bir ihtiyar çifti düşününüz.
Ölüm pençesini vurmaya hazır beklerken, zavallılar halâ mal mülk biriktirme peşinde...
Boşuna dememişler «Toprak gözünü doyursun, teneşir paklasın» diye.
Siz, akl-ı selîm ihtiyarlar, unutmayın (!) Yol kısalıyor...
Yapmamız gereken daha asil işler olmalı.

BİR KUCAK ODUN
Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.
                                                                                                                                                                           
DÖNÜM YERLERİ
Dönüm yerleri köpüklü olur, bulanık olur... Dönüm yerinde su dalgalıdır...
Türkçe bir dönüm yerindedir.
Dilimiz de dönümünü dönerken köpüklenecek, bulanacak, dalgalanacak...
Bu köpüklenmeden, bu bulanmadan tiksinenler, korkanlar olacaktır...
Tiksinenleri böğürtüleriyle, korkakları korkularıyla baş başa bırakalım...
Her yazıcı elinden geleni yapsa, taşlı tarla ayıklanırdı.
O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı...
İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha kolaylıkla ekebilirdik.
                                                                                                

                                     
ATASÖZÜ  ya da TEKERLEMELER
Her atasözü ya da tekerleme mutlak bir gerçeği anlatmaz.
Lafonten, «Ağustos Böceğiyle Karınca» masalında ağustosböceğine haksızlık etmiştir.
Hiç yarını düşünmeden, her dakikanın zevkine varmaya çalışan başıboş,
artist ruhlu insanı - yani ağustosböceği -, ihtiyatlı ve dizel motoru gibi hesaplı, kafalı adamı - yani karınca - temsil eden ve sözüm ona insanlara eğitici örnek veren bu masalda
uçarı ve artist ruhlu insan yerini tutan, ihtiyatsız, zevkine düşkün
ağustosböceğinin gerçek hayatı bambaşkadır ve pek acıklıdır.
Ağustosböceği yaza doğru yumurtadan bir kurt olarak çıkar, sonra kanatlı bir böcek olur.
Gebe kalan dişi böcek tohumla dolu yumurtalıklarını ısıtmak zorundadır.
Güneşli bir dala kancalı ayaklarını takarak sımsıkı yapışır.
Sırtında bir sürü halkalar vardır, onları, akıldan öte bir zevk ve vahşi bir inatla, sürter durur.
Bu sürtüş sonucu olağanüstü bir sıcaklık olur
ve annenin hemen hemen yanması pahasına yumurtalıktaki tohumlar olgunlaşır.
Derken günler kısalır, havalar soğur, işte o zaman karnı çatlamış, ipince
zar kabuğu halinde kalmış bir böcek kabuğu görürsünüz; ağaca takıla kalmıştır.
Kış rüzgârları o ince kabuğu, yüreklerin acıyla cızz etmesi gibi, yoksul ve acıklı öttürür.
                                                                                                                                                     

Çınar ağacı büyürken patırtı yapmaz, ama yıkılırken yapar.
                                                                                                                                       

ÜSTLEKLER - AŞAĞILIKLAR
Her şeyi para ölçüsüyle ölçmeye alışkın olan üstlekler, hamal ve çakkalın,
gönül verseler bile, züğürtlükleri dolayısıyla para veremeyeceklerini bildiklerinden,
onların kendi aralarına karışamayacağından emin olurlar.
Böylece soyula soyula, er geç sıfırı tüketerek tepetakla, ayak kaldırımına düşerler ve
var kuvvetlerini, yeni baştan para biriktirmeye verirler.
İşte bunlar, bizim su dolabının kovalarıdır. Motor işledikçe, çark döner.
Üstlekler, içleri boş olarak kuyuya dalar çıkarlar, dönerken sularını bizim havuza boşaltırlar.
Ve yine boş olarak, aşağılıkların arasına düşüp dalarlar. Bu suretle, gerek kazananın kazandığı, gerekse yitirenin yitirdiği - yaz olsun, kış olsun, savaş ya da barış zamanı olsun - döner dolaşır eninde sonunda gelir, bizim kasalarımıza boşanır.
                                                                                          

DİN VE FELSEFE
- Bir yaz gecesinde küçük kızım, otların üstüne uzanıp yıldızlarla dolu gökyüzüne baktığında,
eğer bu, bir yaz romantizminin, dans ya da şarkı gibi o geceye tat katan bir süsü değilse,
gerçekten gökyüzüne ve yıldızlara bakıyor ve onları görüyorsan,
o gökyüzünün kapıları iki yere açılır o zaman, dine ve felsefeye...
Din, o muhteşem kâinatın yaradılışını Allah'a bağlar
ve huzura kavuşur, onun için din insanlara huzur ve güven verir,
insanoğlunun en çok merak ettiği sorunun cevabını kendince bulmuştur çünkü;
felsefe ise, demin de söylediğim gibi dinin huzursuz kardeşidir,
o, bulunan hiçbir cevaptan tatmin olmaz, her cevaptan sonra yeni bir soru daha sorar.
                                                                                                                                    

DOĞALLIK
'Ve bilgeler der ki, beden ve ruhta hiç fire vermemiş,
dünyaya güzelliğin gülüşüyle doğmuş olanlar, eşyayı adıyla anarlar,
doğal olanı ayıplamaz, doğallığın dışa vurulmasını da utandırıcı bulmazlar.'
dedi baygın baygın gülümseyerek.
                                                                                                                                       


"Parlak ve gösterişli mantarlarla, yılanlar zehirlidir!"
                                                                                                    


Felsefî Antropoloji :
«Hayvan, çevresini hazır bulur ve asla bu çevreyi değiştirmeyi düşünmez.
Ne bulduysa onu yemeye devam eder» der.
Oysa insan, buldukları ile beklentilerini karşılaştıran ve isteklerini gerçekleştirmek için
zamanı ve çevreyi zorlayan varlıktır.
Sanayileşme ile birlikte çalışan, kazanan ve kendisini rahat ettirecek araçlar satın alan insan...
Daha çok çalışan ve daha çok satın alan... «Bu sınırsız koşu nereye kadar?..»
...Evet, ne zaman durup çevresine bakacak insanoğlu?..
Doğayla, kendi kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde olmayı nasıl sağlayacak?..
Nasıl zaman bulacak kendi uyumu, mutluluğu için?..
Doğayı, hayvanları, çiçekleri nasıl unuturuz?..
Cama gagasıyla vurup seslenen kuşu nasıl unuturuz?.
Sulanmak için boyun büken, sonra da çiçek çiçek teşekkür eden saksıları, bitkileri nasıl unuturuz?...
Doğa'nın bir parçası olurken, Doğa'yı gönüller dolusu kucaklamak ne güzel...
Yüreğinizde çiçeğiniz yoksa, çiçeği, otu, ağacı sevemezsiniz.
Kuşun kanadıyla gökyüzüne uçabiliyorsanız, o kanat çırpıntısı yine sizin yüreğinizdedir...
                                                                                                                                                              

· Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor.
Geçin efendiler,
Ehemmiyetsiz şeylerle fazla meşgul oluyoruz. (Pericles)
Dr. Harry Emerson'un naklettiği en istifadeli hikâyelerden biri şudur :
Colorado Eyaleti'nde Long's Peak denilen bir dağın yamacında dev gibi bir ağacın enkazı yatmaktadır. Tabiatçılar diyorlar ki dörtyüz sene yaşamıştır. Kristof Kolomb San Salvador Adası'na ilk adımı bastığı zaman tohumdan yeni çıkmıştı. Muhacirler Plymouth'a yerleşirlerken yarı büyümüştü. Uzun ömrü esnasında ondört defa yıldırım çarptı, dört asrın sayısız çığları, fırtınaları üzerinden geçti. Hepsine dayandı. Sonunda bir sürü böcekler, ağaca saldırarak yere devirdiler. Böcekler ağacın kabuğunu kemirdiler, küçücük fakat sonsuz taarruzlarıyla ağacın iç kuvvetini tahrip ettiler. İhtiyarlıktan kurumayan, yıldırımdan yanmayan, fırtınalardan yılmayan bir orman devi nihayet, bir insanın iki parmağı arasında ezilebilecek kadar küçük böcekler karşısında devrildi.
                                                                                                                       

bambu ağacı
> > Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir.
> > Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir :
> > Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
> > Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
> > Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
> > Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve
      gübrelenir.
> > Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.
> > Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
> > Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir
      sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
> > Akla gelen ilk soru şudur :
> > Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
> > Bu sorunun cevabı : Tabii ki beş yıldır.
> > Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın
      büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?...
> > Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
> > Bir süre için çalışın, bir süre tahammül edin.
> > Her zaman inanın ve hiçbir zaman geri dönmeyin.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...