02 Nisan 2019

ÖĞRETMENLER KENDİLERİNİ POLİS İLE KIYASLAMASINLAR.

ÖĞRETMENLER KENDİLERİNİ POLİS İLE KIYASLAMASINLAR.

EĞİTİMCİLER, ÖĞRETMENLER KENDİLERİNİ POLİS İLE KIYASLAMAYI ARTIK TERK ETSİNLER.

Polis teşkilatı, hemşirelik, psikiyatristlik, şefkat kurumu değildir. Polis teşkilatı, devletin yasalarını, sosyal ve bireysel güvenliğini yasalar çerçevesinde korumak, güvenlikten trafiğe, kaçakçılığa ve bir çok konuda devleti, halkın kazancını evine götürebileceği güvenlik ortamını sağlamak için, siyasal iktidarın emrinde, çalışan silahlı bir kurumdur.
Ayrıca yabancılarında güvenliklerini sağlayan, onlardan suç işleyebilecekleri de takip eden, tercüman temin eden bazı sosyal hizmet kurumları da vardır.

Her türlü emirleri siyasi iktidar verir ve günümüzde ordu dahil bütün kurumlar siyasal iktidara tümüyle bağlanmış, polisin "bu yasaya aykırı görevdir" diyebilecek hali kalmamıştır.

Polisin yakın tarihine kısaca bakarsak,1980 askeri darbesine kadar ilk okul mezunları ağırlıklı polisler vardı. Çünkü Orta,Lise mezunları bile rahat iş bulabildikleri gibi, 1970 ve 80 arası yıllarda yaşanan anarşi ortamında orta öğretim mezunlarının asla tercih etmediği bir meslekti.
Gazete ilanıyla polis alınırdı.
Köy, kasaba öğretmenlerine bir çuval Antep fıstığı götüren, okuryazar bile olmayanlara ilk, orta ve torpili varsa lise diploması bile verilir, bunlar da polis olurlardı.
Tarih boyunca devlet içine sokulmamış Türk ve doğulu aşiret kullarından oluşan köylüler "Köyden polis çıktı, devlete adam verdik" sevinciyle davullu,zurnalı, içkili eğlence yaparlardı.
Bunlara "davullu zurnalı polisler" derdik.
1980 darbesinin yaptığı en iyi işlerden birisi, polislik için en az Orta okul diploması şartı getirmesi oldu ve 1985'lerden sonra bu Lise Mezunu olma şartına yükseltildi.
1980 cuntasının yaptığı diğer önemli iş ise, polislere ilk kez "yargılanma hakkı" getirdi.
Daha önceki yıllarda, bir esnafın şikayeti, amirin olumsuz görüşü polisin işten atılması için yeterliydi.
1984'de açılan Açık Öğretim Fakültesi derece yükseltme, meslekte yükselme isteyen polislere ve diğer devlet memurlarına büyük bir olanak sağladı ve ben "4" yıllık AÖF mezunu ilk "50" polisten birisi oldum.
Kendi kendime de İngilizce öğrenip 1987'den emekliliğime kadar polis teşkilatı içinde, asliye, ağır ceza mahkemelerinde ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinde tercümanlık ve mihmandarlık yaptım.
Sayısını bilmediğim kadar çok polis arkadaşım AÖF mezunu oldu, eğitim seviyesi yükseldi.
AKP döneminde "2"yıllık Yüksek Polis Okulları" açıldı, iş bulamayan çok sayıda "4" yıllık Üniversite mezunu polis memuru olarak göreve başladı.
Poliste eğitim seviyesi artık öğretmenleri solladı. Hele hele, 1980 öncesi 15 gün Eğitim Enstitüsüne gidip öğretmen olan ve hala emekli olmayan binlerce öğretmenin yanında polisler filozoflar haline geldi.
Çünkü polisler her sabah işlerine "aileleriyle vedalaşarak" giderler. Çünkü tek parça halinde veya mesai saati bitiminde dönemeyebilecekleri,2,3,4,5 günü aşan eve dönmeden çalışma gerektiren bir iştir polislik. Bizim zamanımızda bunca mesaiye ödenen aylık fazla mesai ve yemek ücreti sadece bir paket Marlboro sigara parasıydı.
Ama bir öğretmen, kaloriferli sıcacık sınıfında, kendisinden bir şeyler öğrenmek için gelen meraklı öğrencilerle sıcacık ortamlarda çalışmakta, ikili eğitim sistemi sayesinde günü yarısı boş kaldığından, ya özel dershanelerde, ya özel ders vermekte veya emlak, arsa, otomobil komisyonculuğu yaparak ek gelir temin edebilmektedirler.
Bu şartlarda biraz insaf diyelim, polisin üç kuruşuna göz dikmeyelim.
Çünkü 1970 ile 2010 arası yıllarda terör örgütlerinden kaynaklı sayısız eylemler oluyordu ve hala dağlarda, şehir merkezlerinde çatışmalar da sürmektedir.
Artık,eğitimcilerin diplomalarını göstererek polisle kendilerini kıyaslama şansları kalmamıştır. Eğitimde polis öğretmenleri bile geçmiştir. Hepsi olmasa da öğretmenleri bırakın akademisyenleri aratmayacak polis memur ve amirleri çoğalmıştır.
Facebook gibi sosyal medya ortamlarında hala, polis ne ki benim öğretmen diplomam var diyen ahmak öğretmenlere rastladığım için bu yazıyı gerekli gördüm.
Polis ile aynı maaşı almak isteyen öğretmen, eğitimci aynı işi yapmadıkça yaptığı bu tür aşağılayıcı paylaşımlar, ifadeler terbiyesizlik, emeğe saygısızlıktır.
Bazı arkadaşlar da şunu diyorlar;
Alaeddin bey, biz, polis teşkilatı gerici ağırlıklı olduğu için, cazip meslek olmasın herkes polis olmasın diye yapıyoruz.
Ben de şöyle cevap veriyorum;
Beğenmediğiniz yobaz polisler Suudi Arabistan, İran'dan mı ithal edildiler?
Onları da yetiştiren siz öğretmenler değil misiniz?
Bir çuval antep fıstığına, bir siyasinin telefonuna bir diploma veren de sizsiniz.
Öğretmenlerin %90'ı dindar veya yobaz.
Yobaz polisleri de siz yetiştirdiniz.
Atatürk, demokrasi, adalet, diyen öğretmenler bu gün işten atılmaktadır. Bu ortamı siz öğretmenler hazırlamadınız mı?
Bunlardan sonra bu tür paylaşımlar 10 yıl içinde azalmıştı.
Şimdi bir paylaşım gördüm, "Öğretmen bilimi, polis copu temsile eder. Bir polisin aldığı maaşı, öğretmen alamıyor. İşte devletin bilime verdiği önem" ifadelerini içeriyordu.
Milli Eğitim Kurumlarında ne zaman bilim öğretildi ki? Badanacıya hakkı olan paradan fazla ödememek için evinin metrekaresini hesaplayamayan Üniversite nesli yetişti.
Bilim hangi okulda kaldı?
Kaç okulda temel matematik, geometri, Cebir dersi kaldı?
Abuk sabuk, öğretmenlerin bile anlamadığı zırvalıklar mıdır bilim?

Öğretmenlerin sorunları varsa, kendilerine özeleştiriler yapmalı, değişikliklere gitmeli, sosyal hakları konusunda üst makamlara, sendikalarına durumlarını bildirip çareler aramalıdırlar.

Eğitimciler, polisin maaşı ile kendilerininkini kıyaslayacaklarına, en azından vatan,insan, hayvan, tabiat sevgisi ile hakka, hukuka, adalete, doğru konuşmaya, yardım severliğe, topluma saygı gösterme gibi temel ahlaki eğitimleri verebilseydiler, şimdiki sıkıntılarına neden olan toplum düzeni oluşmayacaktı, herkes rahat edecekti.
Polislik polisin kendi can güvenliğinin bile olmadığı zor meslek olduğundan şehit olmadıysa, meslekten atılmadıysa emekliliğini doldurur doldurmaz emekliye ayrılır, bazıları bunu 30 veya 35 yıla uzatabilirlerse de enderdir. Bu nedenlerle poliste kadro boşluğu çok çabu ortaya çıkar ve polis alımlarının çokluğunun nedenlerinden birisi bu diğeri de nüfusun artmasıyla yeni yerleşim yerleri kurulması, ekonomik gelir dağılımı bozukluğu yüzünden suçların artmasıdır.
Oysa bir öğretmen veya akademisyen okuldan tabutla çıkar bu yüzden yeni yetişen öğretmen eğitimci adayları çalışacak boş kadro bulamazlar ve "atanamayan öğretmen intihar etti" haberleri artar.
Öğretmenlerin tabutla çıktığı ülkede her mezun olan öğretmene okul açan bir dünya devleti yeryüzünde yoktur.
Eğitimciler de yeni yetişen gençlere ekmek yeme hakkı adına süreleri dolunca emekli olmalıdırlar. Polisin maaşına göz dikmek alçaklık, haddini bilmezliktir.
İşte facebook ortamında yaptığım bazı dokundurucu, uyarma amaçlı paylaşımlar;



Ulan sizin bu tutumlarınız yüzünde meslek hayatım boyunca defalarca alacağımız zamlara engel oldunuz,on binlerce polisin adam gibi maaş alıp çocuklarına yedirecekleri lokmalara, giydirecekleri elbiselere, yetiştirecekleri çocuklara, emekli ikramiyelerine ket vurdunuz yazıklar olsun.
Şunlara bir bakın, yıllarca yobazlığı önlemek için ekmeğimize taş koyan öğretmenler, bunları polis mi yetiştirdi?

Bunda ısrar ederseniz İngiliz öğretmenlerden beter olun. İngiltere de en az maaş alan öğretmenlerdir. Çünkü çocukları biz yetiştirip yoluyoruz diyorlar.
Bizim öğretmenler ne diyor?
Ben müfredatı uygularım, çocuğunu sen yetiştir, paraya gelince, aidat ödemeyen veliyi, çocuğunu sınıfta bırakmakla tehdit etmekten kaçınmazsınız.
Siyasi ve ekonomik durumlarına göre öğrenciye ayrım yaparsınız.
Türkiye de öğretmene verilen para haramdır.

Hak eden bazıları hariç bu zamanda onlardan kaldığını düşünmüyorum.
Takdir insanlarındır.

DÜNYANIN EN TEHLİKELİ SİLAHI DİN VE TARİHTİR



DÜNYANIN EN TEHLİKELİ SİLAHI DİN VE TARİHTİR 
Bu gün facebook paylaşımlarında genç tarihçi arkadaşımız Sinan Meydanın bu konuda bir tespitinin paylaşımına tanık oldum ve altına yaptığım yorumu da biraz açarak yazıya dönüştürdüm. Sinan Meydan kardeşim, bende öyle bir güven oluşturdu ki, hiç okumadan yazdığına imza atacak kadar güveniyorum.  
Din ve Din savaşlarından oluşan tarihi bilmezsen seni de kim olduklarını bilmezsin, dinini de nasıl değiştirdiklerini bilemezsin Çünkü başından beri benim tarzım tarihi inceleme mantığına sahiptir. Herhangi bir yazımı okuyup etkilendikten sonra mı böyle oldu yoksa kendi zekasının inceliğiyle mi bu karakteri kazandı bilmiyorum ama ne olduysa iyi olmuş, ülkemiz bir vatansever tarihçi kazandı ve öyle böyle de olmayan bir tarihçi oldu. Bu arada hala kapalı olan "Keykubat.blogcu.com" bloğumda 2004'lerde "haber-yorum" yazıları yayınlamaya başladığımı, 2006'lardan itibaren de dini ve tarihi makaleler, tarihi araştırma, çeviri yazılar yayınlamaya başladığımı bilmeyenlere belirteyim. Tarihin silah olarak kullanıldığını ilk kez Turizm polisinde yabancı misafirleri gezdirirken fark ettim. Sürekli bizi aşağılayan olayları işliyorlardı. Tarihi bizi aşağılamak, kabuğumuza çekilmemizi ve mümkünse yeryüzünden silinmemizi istercesine aşağılıyorlardı. Cevaplarını veriyordum ama daha donanımlı olmak gerekiyordu. Bu da beni araştırmaya itti. Araştırdım. Sonra ben onları ezmeye başladım. Başlangıçta heyette bulunan bazen vali bazen emniyet müdürlerimiz bana konuşmama talimatı vermişlerdi.

 
Sultanahmet Turizm Polisi Müdürlüğü Sonra baktılar ki iyi gidiyor sonra heyetlere beni istemeye başlamışlardı. Zamanı geldi, Sultanahmet camiinde misyonerlik yapan papazlara karşı duruşum ve tartışmayı kaybettiklerinde 40 papaza Kuran aldırmaya uzanan olayları yaşadım. Bu sevenlerimi arttırdığı gibi, meslektaşlarım arasında sinsi Kürtçülük yapan kripto Ermenileri de rahatsız etti. Onların oyunlarıyla defalarca karakollara sürüldüm. Bunda benim suçum yoktu, sadece devletin Turizm polisine sicili bozuk, mesleki ahlakı düzgün olmayan, küçük çıkarları kovalayan amirleri tayin etmeleri, onların istekleriyle benimkilerin uyuşmaması neden olmuştu. İnsanın da üstüne gidildiğinde hata yapmayan olmaz. Ben de üstüme gelinince savunma duygusuyla yerli yersi hatalar yapmış olabilirim. Ama sonunda yaptığım görevlerde mesleğimi milletimi her türlü kuru yaş iftiraya karşı savundum ve yabancıların da takdirini aldım. Çocukluktan beri ilgi alanım olan dinler ve tarih bana tarihin din savaşları üzerine kurulu olduğunu, dinlerin de ilahi değil siyasi olduğunu, milletlerin siyasetlerini din üzerine kurduklarını, başka milletlerin dinlerini kabul edenlerin de eriyerek asimile olduklarını öğretti. Ben hala buradayım ve bu görüşü savunuyorum. Son yaptığım çalışmalarımda da bunun delillerini verdim. Aklı olanlar bunu kavramakta sıkıntı çekmeyeceklerdir. Sadece, atalarının cahil olabileceklerini ya da düşmandan aldıkları yenilgiler sonucu başına dayanan kılıçla, sevdiklerinin boyunlarına dayanan kılıç, darağacı, ırza geçme tehditleriyle dinlere girdiklerini de düşünmeleri yeterli olacaktır. Dinlerin hiç birisi ilahi değildir. Hepsi siyasidir. Her millete adını veren bir dini vardır. Başkalarının dinlerine girenler tarihten silinmişlerdir ve kıl payı kimliklerini koruyabilenler de silineceklerdir. Sadece tarih değil din de onun en önemli parçası, bedeni olarak silah olarak düşünülmüş bir kurgudur.
 

Hristiyanlığı Roma’nın resmi dini ilan eden Büyük Kontantin’in biyograficisi H.Doerries'in dediği gibi, "Devlet dini yapar, din de devletin siyasetini belirler." Halkın, ölüm sonrası ebedi yaşam umuduyla sarılıp toz kondurmadığı dini ise, devlet ve ortağı din otoritelerince sürekli kendi çıkarlarını koruyacak şekilde değiştirilmektedir. Bağımsızlığını kaybetmiş milletlerde ise dinde gizlice yapılan değişikliklerle halkın da devletin de emperyal/sömürgeci güçleri ilahi takdir olarak kabul etmeleri sağlanır. 
 Örneğin 1948 sosyalist Çin devrimin yapan MAO ZEDUNG, 150 yıl İngiliz sömürgeliği döneminde "Biz Çinliler, İngiliz efendilerimizi taşımak için kullanılan çekçek dedikleri iki tekerli yolcu arabalarını çekmek için doğmuşuz" inancını kırmakla uğraşmıştır. Din ve tarih nelere sebep olabiliyor görüyor musunuz? Bu yüzden bilinen 8000 yıllık medeniyetler hep din toplumları kurmuş, dünya tarihi din savaşlarıyla yazılmıştır. Tarihi bir silah olarak kullanan ilk yazılar da ülkemizde benim bloglarımda işlenmiştir. Memuriyetim zamanında Kadıköy Hasanpaşa Karakolunda çalıştığım yıllarda tanıştığım bir akademisyen arkadaşım, o zamanlarda Balkanlarda Türk izlerini araştıran program yapıyordu. Onunla konuştuğumuzda bana bu özelliğimi söylemişti. Alaattin, biz tarihi, geçmiş olayların kayıtları ve sadece devletin ibret alması konusunda yararlı görüyorduk. Ama sen tarihi siyaset ve silah haline getiriyorsun” demişti. Sonra o da bana benzedi. Hala Atatürkçü mücadeleyi veren, ve mücadeleye en başlarda katılan bir arkadaşımızdır. Ben, İslam’ın ilk gerileme tarihi olan M.S. 740’lardan itibaren hem İslam dininde hem de dini kaynaklarında Roma ve İslam öncesi Arap dinlerinden devşirilenlerin etkisiyle dinin de değişime uğratıldığını düşünüyorum. Bunda yalnız da değilim. En önemli İslami siyer, hadis, icma, kıyas, Kuran dahil belgelerin batılı kütüphanelerde olması, Mu Kıtası, Mu'nun Çocukları gibi kitaplarla Türklerin tarih öncesi kimliklerinin İngiliz Mason yazar James Churchward tarafından yazılması, Güneş Dil Teorisinin bile bunlardan çıkartılması, Tengrizm dini hakkında verilerin Ruslarca keşfedilip bize verilmesi, Çin'in hala Türk medeniyeti ürünü olan büyük Beyaz piramit ve diğerleri hakkındaki bilgileri gizli tutması, İran'ı işgal eden Emevi İslam ordularının Türk-İran tarihi, dini kayıtlarını yakarak yok etmesinin bizi kökenlerimizi bilme hakkından mahrum etmesi bile bunun için yeterli bir delildir. Delilleri çeşitlendirmek mümkündür. Çünkü din ve tarih dünya siyasetinin en güçlü ve tehlikeli silahıdır iddiasındayım. Bunu bir daha kanıtlayalım. Geçenlerde facebook sayfamda yayınladığım bir çalışmamı da buna eklersem uygun olacaktır. Çağımızın Roma'sı Amerika, dünyaya vermek istediği yeni düzen, "daha küçük devletler ve daha köleci dini rejimlerdir." İster kabul edin ister etmeyiniz.. İslam, Hristiyanlığı Hicaz Araplarına dayatan Roma tarafından Hicaz Araplarının ağırlıklı dinleri olan Yıldız Dinlerine uygun bir Hristiyanlık dini olarak yapıldı. İbni İshak'ın Siretül Resulullah adlı kitabında verdiği bir örneğe göre, Varak Bin Nefvel ve üç arkadaşı bir hac sonrası halklarına yeni bir din aramak için Mekke'yi terk etme kararı alırlar. Sonunda Varaka (Muhammet'in amca oğullarından) Mekke'ye dönerek Nasturi Hristiyan kilisesinin baş keşişi olur. Muhammet'in hayatında önemli yeri vardır. Buhari hadislerinde Varaka'nın ölümünden sonra üç yıl vahiylerin kesildiği kaydı geçer. Muhammet'in Suriye Büşra şehri Nasturi Episkoposu rahip Bahira, Arabistan kiliselerinden sorumlu Episkopostur. Muhammet'in dokuz yaşında onunla yaptığı görüşmede Muhammet'in sırtında peygamberlik mührünü gören bu adamdır. İbni İshak'ın kayıtlarında Muhammet ona "Mecusileri sevemediğini söyler." Hristiyanlara sempati duyar. Bu da, altı yaşında süt annesi Halime'nin dedesi Abdülmutallip'e onu getirdiğinde Mekke pazar yerinde kaybolduktan sonra onu bulan, dedesine teslim eden ve Muhammet'in peygamberliğini bile onaylayan Varaka'nın marifeti olsa gerekir. Muhammet, peygamberliği süresince etrafında daima Hristiyan kökenli kişilikleri barındırmıştır. İslam Nasturi Hristiyanlığının Hicaz Arapları için yorumlanmış halidir. Nasturiler de beş vakit namaz kılarlar. Muhammet'in halkı Hristiyanlaştıran dinine karşı çıkan amcaları Ebu Cehil, Ebu Süfyan bin Harb, oğlu Muaviye ve torunu Yezid'tir. Bu gün Kürt Yezidiliğinin din kitabı "Mushafı Reş'i okuduğumuzda, Ebu Süfyan, Muaviye "Tanrımız şeytan Azazel/Tavus" dedikleri Halife Yezid'in baba ve dedeleri olması dolayısıyla kutsal kişiler olarak anılır. Ebubekir de tanrıları arasındadır. İlginç değil mi? İşte size Emevi İslamı=Mecusilik=Şeytan ibadeti. Ebu Süfyan'ı 627'deki İran'ı kesin yenilgiye uğratmasından sonra  Şam'da gören Roma imparatoru Herakles Ebu Süfyan'ı "Muhammet'in üzerinden hazırlanmış Hicaz Hristiyanlığına ikna etmiş ve üç yıl sonra 630'da Mekke Muhammet'e teslim edilmiş, Roma'nın destekleriyle Arap yarımadası tam bir Kureyş imparatorluğu olmuştur. Muhammet sonrası üç yıl içinde (635) İran'dan Mısır'a kadar büyük topraklara egemen olan Araplar güçlenince kibir sahibi oldular Roma'ya sadık değil düşman oldular ve onları da yönetmek istediler. Düşmanlık buradan geliyor. Şimdi Roma o hatasını telafi edecek. Bu cesareti onlara Araplar verdiler. I. Haçlı seferlerinde, batılılarca Hristiyan bilinen Derezi,Hristiyan oldular. 1740’larda hilafeti Türklerden alma bahanesiyle İngiliz İslam’ı Vehhabiliğe geçtiler. Bunu aşağıda resimleri olan Mason İslam tarikatlarını kurarak ve onlara “karşı gelinirse tümden Müslüman dünyasını yok edecekleri korkusunu vermeleriyle” daha da cesaretlendiler. Bu imamlar sayesinde I. Dünya savaşından sonra Osmanlıdan çıkan toprakları “direnişsiz” teslim aldılar.
 

Afgani, B.İskender'den sonra kurulan Afgan Baktriya krallığına soyunu dayandırır, Nursi, Bitlis-Tiflis'i inşa ettiren B.İskender'e soyunu dayandırır. Bunların hepsi Rum'dur. Oğuzlar da Rum Bktriya krallığı döneminde Öküz Başlı tanrılara tapınmayı öğrenmiş Türklerdir. O yüzden Osmanlı da Rum sayar kendini. Türkleri devlet içinden temizlemesi sebebi kendini soy olarak Rumlara dayandırmasındandır. Bu yüzden Osmanlı'ya Doğu Roma topraklarını bekleme görevi verilmiştir. Ama Rumlar ne Osmanlıyı ne de bunları Rum saymazlar ve "Onlar kölelerimizin soylarıdır" derler. İslam'ın başına 1919'dan önce getirmeye başladığı sayısız kripto din adamlarıyla dini "asla direnmeyi akıl etmeyecek" inananlar yaratacak, koyun, köle toplum" edecek şekilde düzenlemeyi hedeflediler ve bunu da yaptılar. Ilımlı İslam budur. AKP ile getirilmek istenilen "dini rejim" Müslümanları ve Türkleri köleleştirecek bir rejimdir. Hristiyanlar da “köleliği sevdiren Amerikan Protestan mezhebi ağırlıklı, şatanist dinleri içeren bir dine devşirileceklerdir. Süryani kilisesinin Türkçe yayın yapan kanalı Hayat Tv. bazen buna “Ey Amerika Protestan diyorsun da neyi protesto ediyorsun, biz halimizden memnunuz” dese de mecburen, ABD’nin din pompalayan kanallarında çok etkileyici bulduğu, süslü içi geçmiş ama çok bilen bir kart karının İncil övgülerinden oluşan programı Türkçe yayınlamadan edememektedir. Aslen devşire Yozgat Gregoryen Ermenilerinden olan eski Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu da TRT Belgesel kanalında yayınlanan bir Osmanlı içerikli belgeselde “Amerika’nın Protestan mezhebini dayattığını” bir cümle ile de olsa söyledi. Tesadüf ben de ona denk geldim. Roma'dan bu güne, Yemen, Bahreyn, Irak, Suriye coğrafyasında çıkartılan Şii isyanların sebebi, geçmişte Pers imparatorluğu zamanında bu coğrafyalara yerleştirilmiş, Zerdüşt, Mihri (Mitracı), Zervani, Mani, Şii İslam inançlarına sahip İran/Pers ve Türk kökenli veya her ikisinin de melezi halkların yerleştirilmeleriyle sağlanmıştır. Bu halklar İran zayıfladığında Hristiyan veya çıkarlarına uyan milletlerle, İran güçlendiğinde de İran çıkarına isyan ederek coğrafyada İran'ın etkisinin güçlenmesi için çalışırlar.


Ülkemizdeki Pkk Yezidi Kürt, Gregoryen Ermeni, Nasturi, Derezi, Alevi isyanlarının da kökenleri İran'a dayanır ve bunlar bazen Hristiyan haçlılar tarafından da kullanılırlar. Bu gün iki tarafça da kullanılmaktadırlar. Peki ya Osmanlı ve günümüz Türkiye'si? İnanın Osmanlı Vatikan destekli büyüdü ve kendisine verilen doğu Roma sınırlarında hükümran edildi. Sonra gerek kalmayınca da bitirildi. Bu günkü Türkiye de, Muhammet'e "şeytan Bizbat, Marsın kılıcı kan dökücü Ahmet" dedikleri için soykırıma tabi tutulan, önceden de Roma tarafından İsa'ya şeytan dedikleri için Roma tarafından kıyılan devşirme Süryani, Nasturi, Keldani, Ortodoks Rumlar ile Gregoryen Ermeni dönmelerinin idaresinde tam bir Vatikan kumandalıdır. Bizim Atlantik okyanusunda kıyımız olmamasına rağmen Kuzey Atlantik Ülkeleri Ticaret Örgütü olan NATO üyesiyizdir, bu örgüte girmek için yok yere Kore'ye asker göndermişizdir, Amerikan üslerini korumak için Kıbrıs'a girmişizdir ama burası bize asla verilmemiş, bir de sırtımıza kambur edilmiştir. Kıbrıslılar da bunun ağır mağduru olmuşlardır. Ama bu Amerikan siyasetidir, bizim yapacağımız şey sadece verdikleri emirleri yerine getirmektir. Çünkü başımızdaki kripto devşirmeler iktidarlarını bu güçler sayesinde sürdürmektedirler. Siyasi iktidarlarımız, bu gün de "Ilımlı İslam" adlı siyaset ile, işte bu yeni Roma’nın yeni dini” üzerine kurulacak rejimin icracılarıdır. Din ve tarihin, Emperyal güçlerin egemenliklerini sürdürmelerinde ne kadar etkili bir silah olduğunu umarım anlatabilmişimdir. Tarihlerine, kültürlerine sahip çıkmayan, eğitimden, okuryazarlıktan uzak kalan, halkını eğitmekten iktidarlarını koruma uğruna kaçınan devlet adamları, siyasetçiler ve bunlar başına iktidar eden milletler, tarihe ve dinlere hükmeden milletlerin kölesi olurlar. Diğer blog başlıklarında kullandığım, bana ait olan ve artık ülke genelinde kabul görmüş olan bir sözüm ile bitireyim. "Kendileri için plan yapmayan milletler, başkalarının kendileri için yaptıkları planlara razı olurlar".
 

Bu gün yaşadığımız Türkiye maalesef, başkalarının bizim için yaptıkları planlara razı olmuş ve bunu zorla halkına kabul ettiren bir ülkedir. Ama taç giyen baş akıllanır demiş atalarımız, bir yerde bu sapıklıktan dönülebileceği ümidimi hiç kaybetmedim. 
Dinlere dayalı siyasetler terk edilmeli, bütün kavimlerin yaşadıkları ülkenin toprağının ve halkın özgürlüğünün savunulmasında ortak hareket etmeleri aşamasına geçilmelidir. 
 Bu coğrafyada, yukarıdaki tespitler ışığında dün üzerinde birlik sağlanması mümkün olamayacağı için, her dinin ve milletin inançlarında serbest bırakılıp, bastığı toprağa sahip çıkmasını sağlayacak özgürlük anlayışında birleşmeleri acilen menfaatleri icabıdır. Takdir sizindir. Alaeddin Yavuz keykubat

%50-%50 ORTAKLIK YAPISINA SAHİP LİMİTED ŞİRKETLERDE ORTAKLARDAN BİRİSİNİN ORTAKLIKTAN ÇIKMASI VEYA ÇIKARILMASI

%50-%50 ORTAKLIK YAPISINA SAHİP LİMİTED ŞİRKETLERDE ORTAKLARDAN BİRİSİNİN ORTAKLIKTAN ÇIKMASI VEYA ÇIKARILMASI


6762 sayılı Eski Türk Ticaret Kanunu (ETTK) meriyeti zamanında, Limited Şirketlere ait hükümlere dayanılarak, iki kişilik bir Limited Şirketin ortaklardan birinin haklı sebebe dayanarak diğer ortağın şirketten çıkarılmasına yönelik açmış olduğu davalara, Yargıtay tarafından ETTK 504/2. fıkrası gereği şirketin feshi davası olarak devam edileceği, içtihatlarla ortaya koyulmuştu. 

Buna göre, iki kişilik limited şirkette ortaklardan birinin, diğer ortak aleyhine haklı nedene dayanarak mahkemeden ortağın çıkarılmasını talep etmesi durumunda, Yargıtay tek kişilik limited şirket olamayacağını gerekçe göstererek bu davaların aslında bir fesih davası olduğuna hükmetmekteydi. 

Yargıtay’ın bu tutumu doktrinde eleştiri konusu olmuştur nitekim Pekdinçer, Yargıtay’ın, “süresi sona eren anonim şirketlerde, şirketin faaliyetlerine devam etmesi halinde, şirket sürenin uzadığına ilişkin kararına” hakim olan “kurulu düzeni bozmama” görüşü burada da uygulanmalı ve şirketin devamı teşvik edilmelidir demiştir. 

Ayrıca Helvacı ve Pekdinçer ; iki ortaklı limited şirketlerde ortağa, çıkma ve çıkarılma hakkının tanınması ve bu yönde talep bulunması durumunda, mahkemenin sebebin haklılığını inceleyerek, kalan ortağa şirkete yeni bir ortak bulması amacıyla uygun bir süre vermesi gerektiği kanaatindedir. 

Fakat Yargıtay, ETTK 504/2. fıkrasında belirtilen “ortakların sayısı sonradan bire iner veya şirketin zaruri organlarından biri mevcut olmazsa, münasip bir müddet içinde bu eksiklikler tamamlanmadığı takdirde, ortaklardan birinin veya şirket alacaklısının talebi üzerine mahkeme şirketin feshine karar verir…” şeklindeki düzenlemede belirtilen bu münasip müddetin “

…ortaklardan birinin ölümü, medeni hakları kullanma ehliyetinin kaybetmesi gibi hallerde, diğer bir deyişle o ortağın kendi iradesi dışında oluşan sebeplere hasredilerek ”yorumlanması gerektiği kanaatindeydi 
(Yargıtay 11.HD 1991/3056 E. 1991/6358 K).
 
6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu (YTTK) Limited Şirketlerin tek kişi ile kurulmasına engel bir hüküm içermemektedir. 

Bu nedenle, yeni kanunun uygulamaya girmesinden sonra, iki ortaklı bir Limited Şirketin ortaklarından birinin ötekisi aleyhine haklı nedene dayanarak mahkemeden o ortağın şirketten çıkarılmasını talep etmesi yahut kendisinin şirketten çıkarılmasını talep etmesi veyahut şirket sözleşmesinde belirtilen nedenlerle ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılması durumunda (YTTK. 640), ETTK dönemindeki gibi şirketin feshi gerekmeyecektir. 

Fakat bazı özel durumlarda ETTK dönemindeki gibi şirketin feshi söz konusu olabilir mi ? Mesela %50-%50 ortaklık yapısı bulunan bir limited şirkette ortaklardan birinin diğerini şirket sözleşmesinde yer alan sebeplere dayanarak ortaklıktan çıkarabilir mi ?
 
Bilindiği üzere yeni kanun’un Limited Şirketlere ait hükümlerinde, hangi genel kurul kararlarının önemli karar olduğu 621. maddede tek tek belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasının h. Bendine göre “bir ortağın haklı sebepler dolayısı ile şirketten çıkarılması için mahkemeye başvurulması ve bir ortağın şirket sözleşmesinde öngörülen sebepten dolayı şirketten çıkarılması önemli kararlardandır” ve bu nedenle ortağın şirket sözleşmesinde belirtilen nedenlere dayanarak şirketten çıkarılmasına dair genel kurul kararı, genel kurulda temsil edilen oyların en az üçte ikisinin ve oy hakkı bulunan esas sermayenin tamamının salt çoğunluğunun bir arada bulunması halinde alınabilir (621/1).YTTK’da Anonim Şirketlere ait hangi hükümlerin Limited Şirketlere de uygulanacağı 644. Maddede ayrıca belirtilmiştir. 

Buna göre Anonim Şirketlere ait olan “müzakereye katılma yasağı” başlıklı 393. Madde, 644. maddede belirtilmediğinden Limited Şirketler hakkında uygulanmayacaktır. Keza Limited Şirketlere ait “oy hakkından yoksunluk” başlıklı 619. maddede de, çıkarılan ortağın, o genel kurul kararına katılmaması gerektiği hususu düzenlenmemiştir. 

Dolayısı ortağın haklı nedene dayanarak şirketten çıkarılmasını talep etmesine yönelik açabileceği davanın ön şartı olan genel kurul kararı alınamayacaktır. Keza, bir ortağın şirket sözleşmesinde belirtilen nedenlere dayanarak şirketten çıkarılmasına dair genel kurul kararı da alınamayacaktır. 

Bunun somut olayda tezahürü ise şu şekilde olacaktır, yüzde 50’şer paya sahip İki ortaklı bir Limited Şirkette, ortaklardan biri diğer ortağının şirkete zarar verdiğinden bahisle, onu şirket sözleşmesinde bulunan sebeplere dayanarak genel kurul kararı ile şirketten çıkarmak istemektedir fakat diğer ortak yapılan genel kurulda aleyhine oy kullanmamaktadır veya oylamaya katılmamaktadır. Bu durum mahkemelere intikal ettiğinde çözüm nasıl olmalıdır ?
 
Kanaatimce, Yargıtay bu spesifik durumda da ETTK dönemindeki içtihatlarına çok önemli bir değişiklik yaparak devam edecektir. 

Yargıtay’ın önüne böyle bir somut vaka geldiğinde, bunun bir haklı nedene dayanarak ortaklıktan çıkarma davası olmadığına ve bu talebin aslında YTTK 636. maddesine göre haklı nedenle fesih talebi olduğuna kâni olacaktır çünkü ortada her ne yapılırsa yapılsın, alınamayan bir genel kurul kararı vardır. 

Fakat yeni kanun maddesi çok önemli değişiklikler içermektedir. 
Buna göre, Yargıtay ve Mahkemeler bu spesifik durumla karşılaştıklarında bunu 636/3. fıkrası içine dahil edip geniş takdir yetkilerini kullanarak sorunu çözmelidir. 

Bu maddeye göre mahkeme “…istem yerine, davacı ortağın payının gerçek değerinin ödenmesine ve davacı ortağın şirketten çıkarılmasına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme hükmedebilir” 

Şüphesiz ki, mahkemeler bu hükmü uygularken çok seçici davranması gerekecektir. 
İsviçre öğretisinde mahkemenin, duruma uygun düşen ve kabul edilebilir bir çözüm olarak, şirketin kâr dağıtma zorunluluğunu karara bağlayabileceği; yeni bir pay sahibinin şirkete alınmasını uygun bulabileceği; hatta şirketi sağlığa kavuşturabilecek kısmî tasfiyeye de hükmedebileceği belirtilmekte, ancak yargıcın davacıya iptal veya yöneticiler hakkında sorumluluk davası açması önerisinden bahsedilmemektedir (Pulaşlı, Şirketler Hukuku Genel Esaslar,güncellenmiş 2.bası sf.744 ve 636. maddenin 3.fıkrasına ait gerekçe).
 
Bu durumda; YTTK döneminde de, %50-%50 ortaklı limited şirketlerde haklı nedenle ortaklıktan çıkarılmayı mahkemeden talep etme veya ortaklıktan çıkarma davaları Yargıtay tarafından yine bir fesih davası olarak addedilecektir ve 636. maddenin 3. fıkrası uygulanacaktır. 

Bu maddenin uygulanmasının pratik hayatta da menfaati çoktur. 
Şöyle ki, mahkeme kanaat getirmesi durumunda şirketin devamına ve davacı ya da davalı ortağın şirketten çıkarılmasına karar verebilecektir. 

Bu durumda Pekdinçer’in bahsettiği Anonim Şirketlere ait “kurulu düzeni bozmama” görüşü Limited Şirketler bakımından da uygulama alanı bulacaktır. 

ETTK dönemi uygulamasında, şirketin feshedilmesi durumunda, feshi talep etmeyen diğer ortağın şirketin feshi dolayısı ile zarar görmesi muhtemeldi. 

Fakat yeni Türk Ticaret Kanunumuzun bu maddesi sayesinde işini doğru yapan ortak, şirketinden olmamış olacak ve ticari hayatına devam edebilecektir.
 
Hukukumuzda bulunan pozitif düzenlemeler arasında buna benzer bir kurum aslında vardır. Boşanma davalarında, kusursuz ya da kusuru daha hafif olan taraf, kusuru daha ağır olan taraftan tazminat talep edebilmektedir. Hakim bu tür davalarda eşlerin karşılıklı fiillerini, sözlerini, hareketlerini vs. kıstas alıp, bu fiiller arasında eşlerden birinin yaptıklarına ağırlık verip tazminata hükmetmektedir. 

Ticaret Mahkemesi Hakimleri de bu tür davalarda, ortakların şirketi temsil ederken yaptıklarını göz önüne alabilmelidir. Bu sayede, hangi ortağın şirkete faydasının dokunduğunu, hangi ortağın ise şirketi zarara uğrattığını görebilecektir. 

Tüm bunlar göz önüne alındığında Hakim, şirketin feshi yerine, istemde bulunan davacıyı şirketten çıkarabileceği gibi davalı ortağı da şirketten çıkarabilir. Burada Hakim, somut olaydaki verilere göre şirketin devam edip etmeyeceğine karar verecektir, daha sonra da şirketin hangi ortakla birlikte faaliyetlerine devam edeceğine dair hükmünü açıklayacaktır. 

Mahkemenin, yukarıda açıklananların yanı sıra YTTK’nun 636. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen tedbir mahiyetinde hükmü de göz ardı etmemesi gerekir. Zira, bir ortağın şirkete zarar verdiği somut delillerle gözler önüne serilmişse, Hakim, o ortağın yönetici sıfatını ve yetkilerini kullanmasını tedbiren durdurmalıdır. 08.07.2013
 
 
Av. Mesut KAYA
İstanbul Barosu
45024
Galatasaray Üniversitesi SBE
Özel Hukuk Tezli YL öğrencisi.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...