27 Temmuz 2018

CAMİ YALANLARINA YANIT VERİYORUM



CAMİ YALANLARINA YANIT VERİYORUM 

(Tek Parti, Atatürk, İnönü, Menderes ve Camiler)

CHP ve İnönü cami kapatmıştır! Peki ama Neden?” “Atatürk cami yaptırmıştır” “Tek Parti çok sayıda camiyi onartmıştır. İşte arşiv belgeleri” “Keşke bütün siyasiler İnönü gibi dindar olsa”“DP ve Menderes tarihi camileri yıktırmıştır. İşte o camiler”  Büyük Bir Çarpıtma
Sinan-Meydan-2012
Son zamanlarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “tarihle yüzleşmek” adı altında çok sıkça “Tek parti, İsmet İnönü camileri kapattı. Camileri, “depo”, “ahır”, “lokal”, “hatta” tuvalet yaptı” diyerek, bu iddiasını bazı belgelerle (!) kanıtlama yoluna gitmektedir.

Aslında bu iddia Türkiye’de “cumhuriyet düşmanı” kesimin “şehir efsanesi” haline gelmiş “yalanlarından” ve “çarpıtmalarından” biridir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın neden çok sık bir şekilde bu iddiayı gündeme getirdiğini anlamak mümkün değildir (!)
Sayın Başbakan’ın 24 Nisan tarihli AKP grup toplantısında dile getirdiği bu iddiaya ben yaklaşık iki yıl önce piyasaya çıkan 
“CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI, 
2. KİTAP” adlı eserimde çok ayrıntılı ve belgeli cevaplar vermiştim. (Bkz. Age, s.585-622) Anlaşılan Sayın Başbakanımız pek kitap okumadığından ve danışmanlarına çok inanıp güvendiğinden olsa gerek benim bu kitabımı da okumamış… 
Eğer adı geçen kitabımı okumuş olsaydı şu gerçeklerle karşılaşacaktı:

Tek Parti Camileri Kapattı Yalanının Kökleri

CHP, Tek Parti, İsmet Paşa camileri kapattı” yalanına 1966 yılında bizzat İsmet İnönü “Benim dönemimde camiler kapatılmamıştır” diye cevap vermiştir. Ama “cumhuriyet tarihi yalancıları”, yine bıkıp usanmadan bu yalanı sürdürmüşlerdir. Hatta “şeriatçılığıyla” ve “kışkırtıcılığıyla” ünlü “dinci yazar” Mehmet Şevket Eygi, 1966 yılında Yeni İstiklal gazetesinde vatandaşlara bir çağrıda bulunarak, “CHP döneminde yıkılan, satılan, kiraya verilen, depo ve müze yapılan camiler hakkında resim, yazı ve bilgi’’ göndermelerini istemiştir. Gelen yazı ve resimlerin bir kısmı Yeni İstiklal gazetesinde yayınlanmıştır. Bu resimleri kimlerin nasıl çekip gönderdiği ise sır olarak kalmıştır. Mehmet Şevket Eygi, bu konuyu 2003 yılında “Yakın Tarihimizde Câmi Kıyımı” adıyla kitaplaştırmıştır. Kitabın başlığının altında ise “Kapatılan, satılan, yıkılan, kiraya verilen, depo yapılan, CHP ocağı, saz ve içki evi, spor kulübü lokali haline getirilen, müzeye dönüştürülen binlerce mâbedin hazin hikayesi” şeklinde bir ibare vardır. Yani, “CHP, Tek Parti döneminde camiler kapatıldı, depo ve hatta tuvalet yapıldı” iddiasını ileri sürenlerin “en büyük kanıtı”, şeriatçılığı tescilli bir “Atatürk ve cumhuriyet düşmanı” olan Mehmet Şevki Eygi’nin yazdıkları ve söyledikleridir.

Bu temelsiz iddia, son zamanlarda, Cumhuriyeti ve değerlerini içselleştirememiş, bazı akademisyenlerce de dillendirilmeye başlanmıştır. Örneğin, Bugün gazetesinde yazan ve Habertürk tv’de “Tarihin Arka Odası Programı”nda konuşan Doç. Dr. Erhan Afyoncu, 9 Mayıs 2010’da Bugün gazetesinde yazdığı bir yazıda bu iddianın “doğru” olduğunu belirtmiştir.
Son dönemde, “CHP camileri kapattı” iddiasını en çok istismar eden AKP’dir. Aslında kurulduğu günden bugüne AKP yetkilileri, her fırsatta bu iddiayı gündeme taşımaktadır. “CHP, Tek Parti ve İsmet İnönü camileri kapattı, depo, ahır vs yaptı” diye sızlanan AKP’li yetkililerin din istismarı yaptıkları açık bir gerçektir. Örneğin, AKP Genel Başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son referandum konuşmalarında, “Biz bunların tarihini, cemaziyelevve-llerini iyi biliriz. Bunların Anadolu topraklarında camileri nasıl ahır haline getirdiklerini iyi biliriz…” demiştir.
Daha sonra 24 Kasım 2010 tarihinde AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Camiler konusunda sabıkası vardır, hem de az buz değil dosyalar dolusu sabıkası vardır. Tek parti döneminde bir yığın cami kapatılmıştır, bir yığını satılmıştır, bir yığını yıkılmıştır, kiraya verilmiştir, depo yapılmıştır, ahır yapılmıştır, kışla yapılmıştır, hapishane olarak kullanılmıştır, sazlı, sözlü, içkili eğlence mekanı haline getirilmiştir’’ demiştir.
Son olarak da 24 Nisan 2012’de AKP grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Tek parti CHP, İsmet İnönü camileri kapattı!” demiştir.
CHP, Tek Parti, İsmet İnönü camileri kapattı” iddiasını diline dolayan Başbakan ve Yardımcısı’nın, Mehmet Şevket Eygi’den fazlaca etkilendikleri anlaşılmaktadır.
Peki ama işin aslı nedir?

Cami Fetişizmi: “Amaç İbadet mi Yoksa Gösteriş mi?”

Öncelikle, İslam dinine göre “İnsana şah damarından bile yakın olan ALLAH her yerdedir.” Dolayısıyla ibadet etmek için ille de sınırları belirlenmiş ve dört duvarla çevrilmiş bir mekana ihtiyaç yoktur… İslama göre, “darül harp” (işgal edilmiş, savaş alanı) olmayan ve temiz olan her yer bir ibadethanedir. Bu mantık gereği olsa gerek, Hz. Muhammed, İslamiyeti yaymaya başladığı ilk dönemlerde dört duvarla çevrilmiş bir ibadethane olmadan Müslümanları ibadete çağırmış ve ibadet ettirmiştir. Daha sonra da “görkemli olmayan” ibadethaneler diye tanımlanabilecek olan “Mescitler” inşa ettirmiştir. Hatta bunların inşaatında bizzat yer almıştır. İslamda “cami fetişizmi” İslamı yozlaştıran Emeviler döneminde başlamıştır. Dini siyasete alet eden Emeviler, ibadetleri “şov aracı” haline getirirken büyük boyutlu ve çok sayıda cami yaparak, bir anlamda “dindarlık eşittir görkemli ve çok sayıda cami” formolüne sarılmışlardır. Emevilerden sonra devam eden bu din dışı gelenek bugüne kadar gelmiştir. Din istismarının alıp başını gitti günümüz Türkiyesi’nde küçücük bir mahallede birbirine sadece birkaç kilometre uzaklıkta birkaç cami inşa edilmesi “dindarlığın” göstergesi olarak algılanmaktadır ve dahası bu camilerin altları da çoğunlukla belli cemaatlerce dükkan-market olarak kullanılmaktadır. Anlaşılan birileri “daha çok cami” diye diye malı götürmektedir…
Cumhuriyet’in Cami Politikası: İhtiyaç kadar camidir.

Cumhuriyet’in Cami Politikası: İhtiyaç Kadar Cami

1927 yılında tüm Türkiye’de, okulların iki katı, “14.425 okula karşılık, 28.705 cami” vardır.[1]
Bu nedenle, 17 Nisan 1927 tarihli 1011 Sayılı Bütçe Kanunu’nun 14.Maddesine göre, Türkiye’ye gerçekten ne kadar cami ve nekadar din görevlisi gerektiğinin 31 Mayıs 1928 tarihine kadar belirlenmesi istenmiştir.[2]
Bu konudaki nizamname, 5 Ocak 1928’de kabul edilmiştir.[3]
Daha sonra bu nizamname biraz daha genişletilerek 25 Aralık 1932 tarihinde “Cami ve mescitlerin sınıflandırılması hakkındaki nizamname” adıyla yürürlüğe girmiştir.
Bu çerçevede Türkiye genelinde “ihtiyaç fazlası” olduğuna karar verilen camiler belirlenmiştir.[4] İşte kapatılan ve başka amaçlarla kullanılan bu “ihtiyaç fazlası” camilerdir.
İhtiyaç fazlası camilerin belirlendiği 1928’de Türkiye’nin 14 milyon nüfuslu bir ülke olduğu dikkate alınacak olursa, 28.705 caminin ihtiyaca göre çok fazla olduğu kolayca anlaşılacaktır. Son dönemlerde girilen savaşlardaki aşırı can kaybından sonra Türkiye’de ihtiyaç fazlası camilerin olması çok doğaldır.Yeni kurulan Cumhuriyet, her şeyi planladığı gibi Türkiye’nin ihtiyacına göre cami planlaması da yapmış ve ihtiyaç fazlası camileri belirleyerek tasnif etmiştir. Üstelik bu iş için neredeyse bir yıllık bir zaman ayrılmış, gayet titiz bir çalışma sonunda ihtiyaç fazlası camiler belirlenmiştir. Yanmış yakılmış, asırlarca ihmal edilmiş, yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan, sıfırdan imar edilen ve kalkındırılmaya çalışılan, genç Cumhuriyeti kuranlar; “aşırıya”, “lükse”, “gösterişe” değil, Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarına önem vermiştir. Bu çerçevede “ihtiyaç fazlası camiler” belirlendikten sonra “dönüştürülerek” başka amaçlar için de kullanılmıştır. En basit bir inşaatın bile belirli bir maddi kaynak demek olduğu düşünülecek olursa, adeta sıfırdan imar edilen yeni Türkiye için, cemaati olmayan, bu nedenle tasnif dışı bırakılan camileri “boş” veya “atıl durumda” bekletme lüksü yoktur; bu nedenle- tekrar ediyorum- tasnif dışı camiler dönüştürülerek farklı amaçlar için kullanılmıştır; ama asla, camiler, ahır, eğlence merkezi veya tuvalet yapılmamıştır. Bu konudaki bazı örnekler, dünyanın her yerinde olabilecek uç örneklerdir. Bu kötü,uç örneklerden dolayı dönemin yöneticilerini suçlamak son derece gayri ciddi ve insafsız bir yaklaşımdır. Tek parti döneminin cami politikasının eleştirilebilecek tek yanı bazı tarihi camilerin de tasnife tabi tutulmasıdır. Ancak asıl tarihi cami kıyımı DP ve Menderes döneminde yapılmıştır. (Bu konuya ilerde değinilecektir).
Emevilerden beri devam eden “cami fetişizminin” etkisiyle olsa gerek, genç Cumhuriyet’in bu çok normal kararı (ihtiyaç fazlası camileri başka amaçlarla kullanma), çok geçmeden “CHP camileri kapattı, depo yaptı, ahır yaptı” biçiminde bir “iğrenç” propagandaya dönüşmüştür. Cumhuriyeti kuran iradeyi “din düşmanı” göstermeye yönelik bu maksatlı propaganda, zaman içinde çok kişiyi etkilemiştir.
14.425 okula karşılık, 28.705 caminin olduğu bir ülkede, normal insanların, ihtiyaç fazlası camilerle değil, camilerin yarısından bile az sayıdaki okullarla ilgilenmesi gerekirken, Halkevlerinin, Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına tepki göstermesi gerekirken, bizler sabah akşam neden cami muhabbeti yapıyoruz acaba? Müslümana Müslüman propagandası yapmamızın başka bir amacı mı var acaba?

Tarihi Camilerin Yıkımını ve Amaç Dışı Kullanımı Konusundaki İstismarı Atatürk ve İnönü Önledi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bazı yerel yöneticiler tarafından eski eserlere gereken önemin verilmemesi üzerine bizzat Atatürk, aralarında camilerin ve türbelerin de bulunduğu eski eserlerin korunmasını istemiştir.Atatürk 1931 yılında bu eserlerin korunması hakkındaki Konya’dan çektiği telgraftan sonra Hükümet de bu işle daha sıkı bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır.
31.1.1934 tarih ve 6 / 370 sayılı Başvekalet genelgesiyle, “imar hevesi yüzünden eski eserlerin yıktırıldığının görüldüğü” belirtilerek, “bundan sonra Maarif Vekaleti’ne sorulmadan hiç bir eserin yıktırılmaması” istenmiştir. (4a)
3.10.1935 gün ve 6/ 5548 sayılı Başvekalet genelgesiyle, illerde idarecilerin ve belediye başkanlarının “vakıf eserleri haraptır diye çabucak yıktıklarının öğrenildiği, bu hareketi yapanların ağır mesuliyet altına girecekleri” belirtilmiştir. (4b)
Ancak bu tehditkâr genelge bile taşradaki idarecileri durduramamış olmalıdır ki Başvekaletin 14.10.1936 tarihli bir genelgesi ile “askerler tarafından kullanılırken eski eser niteliği taşıdıkları için Milli Savunma Bakanlığından alınan fakat bu defa Valilik onayı ile Ziraat Bankasına buğday ambarı yapılmak üzere verilen Diyarbakır Hüsreviye ve Behramiye Camilerinin boşaltılması ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onayı alınmadan vakıf eserlerin ve diğer idarelere ait eserlerin amaçları dışında kullanamamaları” son defa istenilmiştir. (4c)
Son olarak 12.3.1940 tarihli Başbakanlık genelgesiyle “İmar Yapı ve Yollar Kanunu“na dayanarak “belediyelerin vakıf eserlerin arsalarını parasız istimlak ettikleri, bazı belediyelerce de arsasını istimlâk etmek için önce üzerindeki sağlam binayı “haraptır” diye yıktıklarının görüldüğü, bu gibi emrivakilere meydan verilmemesi” bildirilmiştir. (4d)
Bu belgelerden de görüldüğü gibi Cumhuriyet’in ilk yıllarında “illerde idarecilerin ve belediye başkanlarının ‘vakıf eserleri haraptır’ diye aralarında bazı camilerin de bulunduğu bu eserleri çabucak yıktıkları”anlaşıldıktan sonra Atatürk ve Hükümet olaya el koyarak tarihi değeri olan bu eserlerin yıkımlarını önlemiştir.  Belgelerden ayrıca, Hükümet’ten habersiz bazı yerel yöneticilerin taşrada bazı camileri “amaçları dışında kullandıkları” anlaşılmaktadır. Hükümet bu durumu fark eder etmez yerel yöneticilere gönderdiği genelgelerle “bu camilerin derhal boşaltılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onayı alınmadan amaç dışında kullanılmamaması gerektiğini” bildirmiştir.
Yani Sayın Başbakan’ın, Tek Parti döneminde amaç dışı kullanılan camilerin fotoğraflarını göstererk, “İşte Tak Parti, İsmet İnönü camileri böyle yatakhane, depo, ahır yaptı” demesi gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü yukarıdaki beleglerde de açıkça görüldüğü gibi bu şekilde amaç dışı kullanılan bazı camiler, Hükümet’ten ve İnönü’den, hatta Atatürk’ten habersiz bir şekilde bazı işgüzar yerel yöneticiler tarafından bu hale getirilmiştir. Nitekim Cumhurbaşkanı Atatürk ve İnönü’nün başbakanlığındaki Hükümet bu durumu öğrenir öğrenmez konuya müdahele etmiş; bu eserlerin bahanelerle yıkılmamasını, korunmasını ve amaç dışı kullanım için de mutlaka izin alınmasını şart koşmuştur.

İsmet İnönü Bazı Camileri Kapatıp Depo Yaptı, Kapısına Kilit Vurdu! Peki Ama Neden?

Cumhuriyet tarihi yalancıları ve onların yalanlarıyla beslenen “dinci partiler”, öteden beri CHP’ye ve İsmet İnönü’ye saldırmak için “Kafir İsmet İnönü camilere kilit vurdu. Etrafına asker dikti. Namaz kılmak için içeriye kimseyi sokturmadı. Camileri devamlı teftiş etti. Nöbetçilere, ‘İçeriye kimseyi sokmuyorsunuz değil mi?’ diye sordu!” biçiminde bir propagandayla, CHP ve İsmet İnönü’nün “cami düşmanı” olduğu yalanına neredeyse bütün Türkiye’yi inandırmışlardır.
Evet! Gerçekten de CHP ve İsmet İnönü, 1939-1946 arasında Türkiye’deki bazı camileri “depo” yapmış, bu camilerin kapısına “kilit” vurmuş, etrafına “asker” dikmiş ve bu camileri ibadete kapatmıştır! Burada sorulması gereken ama asla sorulmayan soru şudur: Ama neden? İsmet İnönü’yü camileri kapatmakla suçlayanların amacı İnönü’yü “cami düşmanı” göstermek olduğu için bu “ama neden” orusunu onlar asla sormaz, soramazlar.
Çünkü İsmet İnönü’nün bu davranışının nedeni “cami düşmanlığı”, “din karşıtlığı” değil; tam tersine “dinine olan bağlılığı”, “tarihine olan saygısı”dır.
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim!
Şöyle ki:
İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği 1939-1946 yılları arasında, Türkiye’ye yönelik muhtemel bir saldırıda, camilerin hedef alınmayacağını düşünerek, müzelerimizdeki “tarihi” ve “dini” değeri olan eserleri, zarar görmemeleri için, bazı camilere koydurarak koruma altına almıştır. Evet, İsmet İnönü, 1939-1946 arasında bazı camileri “depo” yapmıştır, ama bu depolar, Kutsal emanetler, Hz. Muhammed’in sancağı, kılıcı, hırka-i saadeti, Hz. Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerim”i gibi “dinsel ve tarihsel” değeri olan eşyaların deposudur. Örneğin, Topkapı Sarayı’ndaki “Kutsal Emanetler”, bu emanetlerle ilgilenen görevlilerle birlikte Niğde’ye götürülerek, Niğde’deki bazı camilere konulmuştur. Dolayısıyla, “Kutsal Emanetlerin” bulunduğu bu “cami depolar”, ibadete kapatılmış ve kapısına kilit vurulup asker dikilmiştir. Çünkü İsmet İnönü, bu “Kutsal Emanetlerin” korunmasına çok büyük bir önem vermiştir.
Ayrıca İsmet İnünü, içinde kıymetli tarihi eserlerin saklandığı bu camilere çok iyi bakılmasını istemiştir. İsmet İnönü’nün isteği ile dönemin Hükümeti de bu konuda çok titiz davranmıştır. Örneğin, 21 Ağustos 1944 tarihli bir kararla, “Milli Saraylardan Divriği’deki Ulu Camiye korunması için konulan kıymetli eşya Caminin kubbeleri aktığı için korunamayacağından süratle Caminin tamiratının yapılması” istenmiştir. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Sayı:6061 , Dosya: 25945, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.448..18.)
Kıymetli tarihi eserler, Kurtuluş Savaşı yıllarında da yine bazı camilerde saklanmış, bu nedenle yine o camilerin kapısına kilit vurulup, kapısına nöbetçi dikilmiştir. Örneğin, 14 Haziran 1923 tarihli bir belgeye göre, “Kıymetli eşyanın olduğu camiyi bekleyen tabur ile kıta arasındaki haberleşmeyi sağlayan telefon hattının bozulduğundan” söz edilmiştir. (BCA, Sayı:6061, Dosya: 16714, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 159.115..14..)
Bu nedenle gerçek bir Müslümana düşen görev, bu davranışından dolayı İsmet İnönü’yü “kınamak” değil, “kutlamaktır”.
Tufan Türenç, “Çirkin İftira ve Gerçek”, adlı yazısında, Cumhuriyet tarihi yalancılarının “bu çirkin iftirasının kaynağını”, yıllarca CHP’de görev yapmış, İnönü’nün yakınında bulunmuş, Necati Karakaya’nın anlattıklarıyla çürütmüştür.
Şimdi, Necati Karakaya’nın Tufan Türenç’e gönderdiği mektubu birlikte okuyalım:
28 Şubat 2008, Büyük Millet Meclisi’nde CHP’li bir milletvekili konuşma yapıyor. Mehmet Ali Şahin Bakan koltuğundan bağırıyor. ‘Haydi, Haydi! Biz sizin nerelere kilit vurduğunuzu çok iyi biliriz.’ Bununla, ‘siz camilere kilit vurdunuz’ demek istiyor…
1950 yılından itibaren Anadolu’nun dolaştığım her köşesinde bu iftirayı duydum. 
Gerçek şudur.
1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın en alevli günlerinde Hitler’in orduları sınırımıza dayandı. Türkiye’ye girip girmemekte kararsızlardı.
İsmet Paşa Trakya’da Çakmak hattını kurmasına rağmen İstanbul’un bombalanacağını tahmin ediyor bu nedenle de savunmayı Ankara’nın dışında yapmayı düşünüyordu. İstanbul’daki saraylarda ve müzelerde bulunan tarihi eşyaları, zarar görmemeleri için Alman uçaklarının menzil dışında kalan bölgelerdeki camilere koymayı düşündü.
İsmet Paşa düşmanın camileri bombalamayacağını biliyordu. O nedenle bütün saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırkai Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerimi’ni, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi, müzelerde ne varsa tümünü tam 48 vagona yerleştirerek Niğde’ye gönderdi.
Bu değerli eşyaları korumak için Topkapı Sarayı İkinci Müdürü Lütfü Turanbek başkanlığında 30 görevli, aileleri ve çocuklarıyla birlikte Niğde’ye gitti.
Eşyalar ve görevliler, tehlike tamamen geçene kadar Niğde’de kaldılar.
Bu değerli eşyalar Niğde’de 3 camiye yerleştirildi. Camilerin etrafına nöbetçi askerler yerleştirildi. 28 Ocak 1943 günü İnönü Adana’da Churchill ile buluşmak üzere Ankara’dan trenle yola çıktı. Tren Niğde’de durdu ve uzun süre bekledi.
İsmet Paşa tarihi eşyaları görmek üzere 3 camiyi de teftiş etti. Özellikle Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tahta iskeleyi görmek istiyordu. Saruhan Camii’ne gitti ve Tunabek’e sordu: ‘Asker nöbetini aksatmıyor, camilere kimseyi almıyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın’ dedi.”
İşte o çirkin iftiranın gerçek yüzü böyle!…
Tufan Türenç’in dediği gibi; “Aradan 70 yıla yakın zaman geçmesine rağmen AKP hâlâ bu yalanı kullanıyor. Başbakan Erdoğan bununla da kalmıyor Kurtuluş Savaşı kahramanı, Cumhuriyet’in kurucusu, İkinci cumhurbaşkanı İsmet Paşa’yı Hitler’e benzetiyor. Ve açılan davada mahkeme Erdoğan’ı, ‘İnönü’nün böyle bir kişiye benzetilmesi, hatırasına saygısızlık teşkil ettiği gibi, milleti oluşturan bireylerin de kişilik haklarını ihlal edip incitmiştir’, gerekçesiyle mahkûm ediyor.”[5]
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük savaş ve stratejistlerinden biri olan Atatürk’ün yanında, yakınında bulunmuş olan İsmet İnönü, Türk ulusunun varlık yokluk kavgasında vatan savunmasında, her türlü çareye başvuran bir neslin son temsilcilerindendir. İşte bu İsmet İnönü’nün savaş stratejilerinden biri de zorunlu hallerde “camileri asıl amaçları dışında kullanmak”tır.
Kurtuluş Savaşı’nda Batı Cephesi komutanı olan İsmet Paşa, Büyük Taarruz’dan önce I. ve II. Ordu ile bunlara bağlı karargâhların barınması için Akşehir ve Konya çevresindeki camiler, hanlar ve kervansarayları kullanmıştır. Özellikle, kışın bölgede askeri birliklerin barınması için büyük kışlalar ve misafirhaneler olmadığından bu yola başvurmuştur. İsmet İnönü, aynı yönteme II. Dünya Savaşı yıllarında da başvurmuştur.[6]
İşte İsmet İnönü’nün “bu yöntemi”, sonraki yılların “din istismarcıları” tarafından, İsmet İsmet İnönü’nün camileri kapattığı ve ahıra çevirdiği şeklinde halka yansıtılmıştır.
Çok yazık doğrusu!…
Osmanlı da Camileri Otel Yapmıştı!
İsmet İnönü’ün, Kurtuluş Savaşı ve II. Dünya Savaşı sırasındaki “camilerin amaç dışı kullanılması” uygulaması, tarihimizde sadece İsmet İnönü’ye ait bir ilk uygulama değildir. Daha önce 19. ve 20 yüzyılda Osmanlı döneminde de benzer uygulamalar görülmüştür.
Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında bazı camilerde bir süre göçmenler-mübadiller konaklamış, dolayısıyla bu camiler bir süre ibadete kapatılmıştır. Örneğin, 19 Mart 1924 tarihli “Kasabalardaki terkedilmiş evler, asker ve memurların ileri gelenlerince işgal edildiğinden mübadil olarak gelen muhacirlerin cami köşelerinde kaldıkları, söz konusu yerlerin muhacirlere verilmesi” şeklindeki bir belgeden, bazı camilerde muhacirlerin konakladığı anlaşılmaktadır. (BCA, Sayı:6061, Dosya: 13517, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 140.1..17.)
Tarihimizde camiler ilk defa, 1877/78 Osmanlı-Rus Harbi (93 Savaşı) sırasında amaç dışı kullanılmıştır. Bu savaşta Rumeli’den İstanbul’a büyük bir muhacir akını olmuştur. Rus ordusu ile Bulgar çetelerinin önünden kaçan yüz binlerce muhacir, kış mevsiminde İstanbul’a yığılınca bunların barındırılması için İstanbul’daki büyük camiler ibadete kapatılmıştır. Ayasofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Beyazıt gibi camiler muhacirlerin barınmasına ayrılmış, bu camiler ve müştemilatı bir anlamda, muhacirlerin kaldığı “oteller”, “yatakhaneler” olarak kullanılmıştır.
Rubert Furneaux’un; “Tuna Nehri Akmam Diyor”, Charles Ryan’ın; “Plevne’de Bir Avustralyalı”, Mehmet Arif Bey’in; “Başımıza Gelenler”, Turhan Şahin’in; “Öncesi ve Sonrasıyla 93 Harbi” adlı eserlerinde muhacirlerin uğradığı zulümlerle ilgili yürek burkan satırlar ve onların İstanbul’da camilerde barındırılmasıyla ilgili çalışmalar anlatılmıştır.
Böyle bir durum Balkan Savaşlarında da yaşanmıştır. İstanbul’a sığınan binlerce muhacir, yine camilerde barındırılmıştır. Balkan savaşlarını La Matin gazetesi muhabiri olarak izlemek amacıyla İstanbul’a gelen Stephane Lauzanne; “Hastanın Başucunda Kırk Gün” (Balkan Acıları), yine savaş muhabiri olan Georges Remond; “Mağluplarla Beraber” ve William M. Pickthall; “Harpte Türklerle Beraber” adlı kitaplarında muhacirlerin camilerde barındırılmasıyla ilgili gözlemlerini aktarmışlardır.[7]
20 yüzyılda girilen ardı arkası gelmeyen savaşlar yüzünden Türkiye’de camiler yatakhane ve depo olarak kullanılmak zorunda kalmıştır. Prof İlber Ortaylı bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: “Türkiye iki cihan harbinin birincisine savaşan güç olarak katıldı… İmparatorluk bu savaşta ilk defa umumi seferberlik ilan etti. Askerlikten muaf tutulan medreseliler ve gayrimüslimler bile silah altına alındı. 1.5 milyon asker bu devletin gördüğü bir kalabalık değildi. Toplanan askere ne silah, ne kalacak yer, ne de tayın verilebildi. Medreseler, camiler, zaten harap halde olan vakıf eserler ve İstanbul halkı askeri barındırıp beslemekle görevlendirildi. Zaten 1912-13 kışında Balkan felaketini yaşayan Türkiye’nin İstanbul, Bursa ve Edirne gibi şehirleri perişan muhacir dalgalarını barındırmak zorunda kalmıştı. Camiler cami olmaktan çıktı. Başka ne yapılabilirdi ki?” (7a)
İsmet İnönü’ye “camileri depo yaptı!” diye çıkışanlar, acaba bundan sonra, 19. ve 20. yüzyıl Osmanlı padişahlarına da “camileri otel-yatakhane yaptılar!” diye çıkışırlar mı?
Ne dersiniz!

İŞTE MECLİS  ZABITLARI: Tek Parti Döneminde Tamir Edilen Camiler ve Türbeler

Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğu 1930’lu ve İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu 1940’lı yıllarda tek parti CHP, Türkiye’de pek çok tarihi camiyi ve türbeyi tamir ettirip koruyup kollamıştır.
1930’lu ve 1940’lı yılların Meclis Zabıt Cerideleri incelendiğinde birçok CHP’li  milletvekilinin partilerinden-hükümetten, kötü durumdaki tarihi camilerin aslına uygun bir şekilde onarılmasını istedikleri görülmektedir. Dahası aynı milletvekillerinin, bu isteklerinin aksatılması veya gerektiği şekilde yerine getirilmemesi durumunda, yeri geldiğinde, ilgili genel müdürlüğü (Vakıflar Genel Müdürlüğü) ve hükümeti alabildiğince eleştirdikleri de görülmektedir. Çok daha önemlisi, dönemin tek parti hükümeti CHP, bu konudaki istekleri dikkate alarak, başta kötü durumdaki tarihi camiler olmak üzere Türkiye’deki birçok camiyi ve türbeyi tamir ettirmiş, camii ve türbe onarımları için özel tahsisatlar ayırmıştır. Vakıflar Genel Müdürleri, yeri geldiğinde Meclis konuşmalarında hükümetin onarttığı camileri, yapılan tamir işlemlerini, harcanan para miktarını  tek tek açıklamışlardır.

İşte o Meclis Zabıt Ceridelerinden birkaç örnek:

27 Mayıs 1937’de, TBMM 4. Dönem, 46. Birleşimde söz alan Refik Şevket B. bazı camilerin tamirinden söz ederek, bu konuda Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bazı eleştirilerde bulunmuştur:
 
Vakıf bütçesi söz konusu olduğu zaman, hiç bir zaman hatırımızdan geçmez ki bize ecdadımızın bıraktığı hayır kurumlarının imdadına koşan tek kurumdur. (…) Onun için bizim elimizde bulunan, gayet mazbut bir şekilde elimize verilmiş olan, ecdadımızın bir hayır ifadesi olan camilerin, çeşmelerin şu veya bu müesseselerin gözümüzün önünde nedensiz yıkılmasına  meydan verecek kadar âciz bir nesil olmadığımızı ispat etmek bize düşer (Alkışlar). Onun içindir ki arkadaşlar, vakıf idarelerinin bilhassa kırtasiyecilikten doğan tahsisatsızlık yüzünden memleketimizin bir çok yerlerindeki 300, 400, 500 sene evvel kurulmuş ve hayırsever adamların bir nişanesi olan bu güzelim müesseseleri tamir ve ihya ve korumaya imkân bulunamamaktadır. Bırakanları rahmetle andığımız bu kurumlara daha çok gayret sarf ederek bakılmasını Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden özellikle ricayı vazife bilirim. Bizim görevimiz yıkmak değil, yapılanları tamir etmektir. Korumak göreviyle yükümlü olan bu nesil dünkü güzel eserler karşısında sessiz kalamaz. Vakıflar Genel Müdürlüğünden kendi hesabıma bir ricada bulundum, hüsnü telâkki ettiler. Meşhur Mimar Sinan’ın Manisa’daki Muradiye camimin tamiri için 1500 liralık tahsisat verdi ve tamir edildi. Fakat bu muazzam ve emsali artık yapılamayacak olan eserin maalesef 1500 liralık tamiratı, bilâkis onun büyük bünyesinde en ufak bir tesir bile meydana getirememiştir. Oradaki vatandaşlar ve onu gören her vatandaş bu müessesenin çatısını kurşunlarının açıldığını ve aktığını görmekle elbette ıstırap duyar. Türkiye B. M. Meclisi yürekten duyulan ıstırapların çaresine bakmakla  mükellef olduğu için bizim namımıza görev yapan  eden Vakıflar Genel Müdürlüğü, millî bir duyguyla hayırsever bir imanın icap ettirdiği dikkatle hareket etmelidir…”
Vakıflar Genel Müdürü Rüştü B., Refik Şevket B’nin ince eleştirilerine şu yanıtı vermiştir:
 
Refik Şevket Beyefendi kanun meselesinden sonra hayrata iyi bakılmaması konusunu söz konusu  ettiler. Son zamanlarda bunu pek iyi yapamadığımızı itiraf ediyoruz. Fakat iki sene öncesiyle kıyaslanırsa bu konudaki çalışmalarımızın, vakıfların en parlak devri olan Meşrutiyeti takip eden devirde bile görülmediği anlaşılacaktır. 339’dan beri yalnız hayrata ait 4000 küsur ve akar olarak tamir ettiğimiz 900 ve yeni yaptığımız 400 bu kadardır. Bunlar hiç bir devirde böyle yapılmamıştır. (…)  Manisa’daki camilerin tamiri meselesi: bunun önemlice bir tamir olduğu izaha muhtaç değildir. Kurşunlarını tamir için orada mütehassıs bulamadığımızdan İstanbul’dan bir adam göndermek gerekti. Geriye kalan tamirini bu sene yine yapmağa çalışacağız.”
 
Görüldüğü gibi Vakıflar Genel Müdürü konuşmasında, son yıllarda aralarında Manisa’daki camilerin de olduğu yüzlerce  tarihi eserin tamir edildiğini belirtmiştir.
Bu sırada Kocaeli Milletvekili Sırrı B.,
 
Bildiğiniz gibi İstanbul’da, Tophanede iki sebil vardır. Onların şekli inşaları evvelce birer pırlanta gibi o havaliye süs vermekte idi. Fakat bir kaç seneden beri ihmal edildiği için yıkıldılar, birer harabe haline girdiler.” diye bir eleştiride bulununca, Vakıflar Genel Müdür Rüştü B., “Efendim, söz konusu ettiğiniz, Nusratiye camiinin sebilleridir. Kapının tarafeyninde sebilin parmaklıkları vardı. Gayet kıymettardı. Fakat çalındığı için kaldırıldı. Bu suretle sebil de yıkıldı. Bu sene bu konu incelendi. Gereken   tahsisat ta verildi. Geçen gün gittim, gördüm, sebil yerine kondu.” 
diye yanıt vermiştir.  (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 1, C.8, Birleşim 46, 4. Dönem, 12.5.1932, s.107-110)
TBMM’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1937 Bütçesi dolayısıyla söz alan Kütahya milletvekili Naşid Uluğ,hükümetin tamir edip onardığı camilerden şöyle söz etmiştir:
 
Arkadaşlar; Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sayın Başbakanımızın pek yakından gösterdiği alâka ile, son senelerde hakikaten çok faydalı işler gördü. Memleketin millî eserlerini teşkil eden çok kıymetli camilerimizi ve daha bazı abidelerimizi tamir etti. Bu faydalı hizmetlerden dolayı Vakıflar yönetiminin manevî şahsiyetine bu kürsüden teşekkür etmek isterim. Arkadaşlar; ellimizde iki milyon sekiz yüz küsur bin liralık bir vakıf bütçesi var. Daha bir çok muhtacı tamir camilerimiz, tarihî abideler bulunduğu halde, bu gibi eserlerin tamiri için buraya konan para, 159. 010 liradır. Geçen yıl Beyoğlu’nun ortasında bulunan Ağacamii hakikaten millî bir üslûpta yeniden tamir edilmiştir. Evkaf idaresinin gelecek bütçelerinde memleketin, Anadolu’nun Rumeli’nin her tarafında vaktiyle yapılmış olan yüzlerce ve yüzlerce camiyi tamir edecek, bahçelerini ve etrafı harap olmaktan kurtarıp çiçeklerle, parklarla donatacak bir hizmete hazırlanmasını temenni ediyorum.(TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 6, C.18, Birleşim 66, 5. Dönem, 27.5.1937, s.292)
 
Naşit Uluğ’un Meclis kürsünden belirttiğine göre hükümet, 1930’ların sonlarında “çok kıymetli camileri” tamir etmiştir.  Örneğin, 1936 yılında Beyoğlu’ndaki Ağa Camii aslına uygun olarak tamir edilmiştir.  Vakıflar bütçesinin artırılmasıyla ülkenin değişik yerlerinde tamir bekleyen çok sayıdaki cami de tamir edilebilecektir.
TBMM’de 1930’lardaki cami tartışmaları, 1940’larda da devem etmiştir. Örneğin, 24 Aralık 1945’te, 7. Dönem, 17. Birleşimde konuşan Antalya Milletvekili H.Dağlıoğlu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bütçesiyle bazı camileri ve türbeleri tamir ettirdiğini anlatmıştır:
 
Arkadaşlar, bu yıl Vakıflar İdaresi bütçesi geldiği zaman arzedeceğim. Vakıflar İdaresi bütçesine Millî abideler ve camilerin tamiri için beş yüz bin lira ödenek konmuştur. Yüksek Meclis bu parayı vermekte hakikaten cömert davranmıştır. Gönül istiyor ki, Millî Eğitim Bakanlığın’ın eski eserler ve müzeler kısmına da bu kadar bir para vermekten çekinmeyelim. Arkadaşlar, geçen sene Yüksek Meclis pek yerinde olarak bazı türbelerimizin tamirini, bilhassa bir işaret olarak, bir direktif olarak Millî Eğitim Bakanlığı’ndan istemişti. Yaptığım tahkikat ve aldığım izahata göre geçen sene Maliyeden verilen 30 bin liralık bir tahsisat ile 5 – 6 türbe tamir edilmiştir. Bunların arasında Gazi Osman Paşa’nın türbesi olduğu gibi II. nci Bayazit’in ve Selçuk Hatun’un türbeleri de vardır. Bilhassa Osman Paşa gibi bir milletin şanını ve şerefini bütün dünyaya kanıtlamış olan büyük bir adamın türbesinin bilhassa böyle bir zamanda tamir edilmesi hakikaten bizi sevindirecek mahiyettedir. Ben kendi hesabıma Millî Eğitim Bakanlığı’na bu bakımdan teşekkür ederim. Abidelerin tamiri için bir koordinasyon yapmak lâzımdır. Vakıflar İdaresi, Millî Emlâk ve Millî Eğitim Bakanlığı elele vermelidir. Bunların üçünün vazifeside bir olduğu halde bazen aralarında anlaşmazlıklar yüzünden ihtilâf çıkmaktadır. Halbuki dâva abidelerimizi korumak, onarmaktır. Onun için ne yapmak lâzım geliyorsa yapmalı, bu üç idare birleşmeli ve esaslı tedbirlerle karşımıza çıkılmalıdır. Arkadaşlar, bu eserlerin onarılmasıyla, hakikaten sistemli ve programlı şekilde tanzimiyle memleket turizmi de bundan çok istifade edecektir. Arkadaşlar; bildiğiniz gibi bu memleketten bir çok ‘tevaifi mülûk’ gelip geçti. Bunlardan birisi Hamidoğullarıdır. Bunların merkezi Eğridir’dir, Bunların Dündarbey medresesi vardır. Hakikaten fevkalâde bir eserdir. Bilhassa ecnebi seyyahlar mükemmel bir eser diye üzerinde durmuşlardır. Bunu da kurtaralım, hattâ oraya mahallî bir müze de yaparak bütün mezarları vesaireyi de içine koyarak teşhir ederlerse çok iyi olur. Bunu da bilhassa rica ediyorum….” (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 2, C.20, Birleşim 17, 7. Dönem, 24.12.1945, s.315-317)
Antalya Milletvekili Dağlıoğlu’nun bu konuşması son derece önemlidir. Dağlıoğlu’nun verdiği bazı bilgiler cidden dikkat çekicidir. Örneğin, 1945 yılında camilerin ve eski eserlerin tamiri için Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine 500.000 lira ödenek konmuştur. 1944 yılında TBMM, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bazı türbeleri onarmasını istemiştir. Maliye bu için 30.000 lira ödenek vermiştir. Bu para ile, aralarında Gazi Osman Paşa, Selçuk Hatun ve II. Beyazit’in türbelerinin de bulunduğu 5-6 türbe onarılmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1940 yılı Bütçesi görüşülürken söz alan İstanbul milletvekili Ziya Karamürsel,Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün cami tamir çalışmalarını şöyle eleştirmiştir:
 
İstanbul’daki Kıymetli eserlerin tamiri konusunda Muhterem Vakıflar Genel Müdürü’nün göstermekte olduğu hassasiyet ve sarf ettiği gayret ne kadar şükranla karşılanmağa lâyik ise bu hassasiyet ve gayretin fîili sahaya intikalinde meydana gelen hatalar da o oranda teessürle karşılanacak bir mahiyet arz etmektedir. Bendeniz daha evvel Mahmutpaşa, Sinanpaşa, Lâleli ve Hüseyinağa camileri gibi bazı eski  eserlerin tamiratı dolayısıyla yapılan hatalı işler hakkındaki mütalaa ve teessürlerimi kendilerine özel olarak söylediğim için burada tekrara lüzum görmüyorum. Gerçi sonraları İstanbul’da pek o kadar belli başlı tamirat yapılmamış ise de yine az çok bazı şeyler meydana getirilmiş olduğundan bunlar hakkındaki görüş ve eleştirilerimi, hiç olmazsa bundan sonra yapılacak tamirat esnasında dikkate alınır ümidi ile gerekli görmekteyim. Önce şurasını belirmeliyim ki, o gibi nefis tarihi eserlerin restorasyon usul ve kaidesine uygun olarak tamir edilmesi gerekirken  bu konuya kesinlikle önem verilmemektedir Bilginiz dahilindedir ki her bina asrına göre bir malzeme ile yapılmıştır. Buna dair bazı örnekler vereyim: Karagümrük’teki Atikalipaşa camiinin hariç kubbeler evvelce ref edilerek yapılmış olan son cemaat yeri tamirat esnasında kamilen kaldırılarak camiin methali açıkta bırakılmış ve yağmur sularının içeri girmesine uygun bir vaziyet ortaya çıkmıştır. Hırka-i Şerif’teki Mesih Alipaşa camiinin tamirinde ise büyük bir dikkatsizlik göze çarpmaktadır. Camiin haricî ve dahilî duvarları baştan başa raspa edilerek bina bembeyaz ve cascavlak bir hale getirilmiştir. Bundan başka alçı pencereler ve kadim renkli pencere camları değiştirilmiş ve acayip bir manzara hâsıl olmuştur. Sultan Ahmed camiinin yan kapılarının dehlizleri üzerinde bulunan çifte örtülü 12 kubbenin bilmem ne vakit üst kubbeleri imha edilmiş olduğu gibi son cemaat yerinin ve şadırvan avlusunun revakları içindeki kıymetli malakârî rozetler  bozulup üzerleri düz sıva ile sıvanmıştır. Sırası gelmişken şurasını da arz edeyim ki, camiin  mahfeli ahşaptır ve sitile de uygun değildir. Fakat yapıldığı zamanın mantalitesini ve bir devri ifade ettiğinden dolayı hususiyeti vardır. Orasını kaldıracaklarını işittim. Halbuki, bu binayı yıkmak değil tamir etmek lâzımdır. Köprü başındaki Yenicaminin durup dururken kapı methalinin raspa edilmesinin anlamını anlayamıyorum. Bundan başka caminin saçakları betonarme yapılmıştır ki, bu da restorasyon usulüne külliyen muhaliftir. Kadırgadaki Sokullu camii muazzam bir camidir. Medrese tekke, darülhadis ve cami hep bir aradadır. Mimar Sinan’ın şaheserlerindendir. Burada yapılan tamirat arasında kubbe kenarlarındaki istalaktitlerin yine eskisi gibi taştan yapılması gerekirken bunlar alçıdan yapılmıştır. Senelerin tesir ile tarihî bir nefaseti ihzar etmiş olan iç cidarlarının kefeki taşları zamanla bağladığı esmer renkle bozulmuş çinilerin ahengini teşkil ettiği halde bunlar baştan başa raspa yapılmakla bembeyaz meydana çıkmış ve eskilik ahengi ve rengi tarihisi bozulmuştur. Dahilinde bulunan sekiz parça 12.nci asra ait yaldızlı yazılar da bozulup bunlardan bir kısmı yeniden yazdırılmıştır. Binaenaleyh, yazıların eskiliği ve eserin kıdemi feda edilmiştir. Tekke binasının kurşunları sökülmüş başka yerlerde kullanılmış ve  bu binanın bir kısmı kiremitle örtülmüş ve bir kısmı da açık ve yağmur sularının tahribine maruz bir halde bırakılmıştır. Azapkapısı’nda kıymeti tarihi özelliği olan cami haricen çimento sıva ile berbat bir hale konulmuştur. Şimdi evkafın tamir hususundaki hatalarından söz edeceğim.
 
1 – Bir mahal tamir edilirken diğer vakıf binanın malzemesi sökülerek kullanılmaktadır.
 
2 – Klâsik tipte olan alçı pencereler çimentodan yapılmakta veya tamir edilmekte ve bu suretle kıymet bozulmaktadır. Eski çerçevelerdeki camlar renk ve şeffaflık itibarı ile hususiyet taşımakta ve yeni yapılan çerçevelerde kullanılanlar ise malûm olan mavi, sarı, kırmızı, ve yeşil renklerdeki adi camlardan ibaret olup çok çirkin bir manzara teşkil ve eserin mimarî ve tarihî kıymetini bozacak bir vaziyet ihdas eylemektedir. Bu görüşümün isabeti Topkapı müzesinde ve Ayasofya türbelerindeki alçı çerçevelerle yeni yapılan Lâleli, Mesihpaşa ve Bayazıd camilerindeki çerçeveler mukayese edilirse derhal tezahür eder. Bu camiler bu çerçevelerle birer ucube halini almışlardır.
 
3 — Eski eserlerin bir çoğu harap olup bunların çoğunun da sakafları açık ve çerçeveleri ve camları kırık olduğu halde gereken bu çeşit tamirat yapılmayarak raspa, boya ve yaldız gibi süs tamirat ile uğraşılmakta ve bu suretle lüzumsuz şeyler için ve bazen de ikinci ve belki de üçüncü derecedeki işler için bir çok masraflar yapılmaktadır ki bu da başarılı olmasa gerektir. Bu cümleden olmak üzere Süleymaniye camii kubbesini bir örnek olarak arz edebilirim: Bu cami kubbesinin sıvaları eski kalemkâri nakışlar meydana çıkarılacak diye bozulmasıdır. Halbuki o kalemkârî işler esasında bozuk olmamış olsaydı üzerine sıva vurulur mu idi? Bu kadar basit bir şeyin düşünülmemesi, boşuna masraf ile muazzam bir iskele kurulmasını ve binlerce amele çalıştırılmasını icap ettirmiştir.
 
4 — Görünüşe uygun olarak yapılan bu işler ya proje ve keşif gibi esaslı noktalara dayandırılmamakta veyahut keşiflere önem veren bir kişinin tamamıyla arzusuna ve keyfine bağlı bırakılmaktadır.
 
5 – Bazı mabetlerin işlerinde, sonradan yapılmış olan ve periyodik ifadeleri taşıyan mahfel, merdiven, maksure, dolap ve emsali parçalar gereksizdir diye sökülüp atılmakta ve bu suretle o mabet bütün bu hususiyetlerden mahrum bırakılmaktadır. Yapılan tamirat esnasında sona asrın icadı olan çimento, frenk kiremidi, Avrupakârî kilitler ve son sistem çerçeveler kullanılmaktadır. Bir devir sonra, bunların her hangi birini inceleyecek olan bir âlim, bir müdekkik bu yeni eserleri görünce hayret edecek ve eski ecdad ile yeni torunu karşılaştırmada bu devrimizi eleştirecektir. Bilginiz dahilindedir ki bu eski mabetlerin her biri tarihte nam bırakmış, büyük mimarlardan birinin eseri sanat ve maharetidir. Mimar Ayaş, Hayreddin, Acem Ali, Sinan, Kasım ve Memed Ağalar gibi sermimarı devlet unvanını almış olan bu önemli kişiler memleketin imarında pişüva olmuşlar ve hattâ vazifelerinde kusurları görülenler bu kusurlarını hayatları ile ödemişlerdir ve bu eserler için milyonlarla ölçülecek servet sarf olunmuştur. Bu gün bu eserleri göstererek medeniyette bizim de çok yüksek nasibimiz olduğunu çok haklı olarak iddia edebiliriz. Takdir buyurursunuz ki, bu kıymetli eserler Vakıfların malı, mülkü değildir. Vakıflar onların muhafızı ve bekçisidir. 3 odalı bir evi tamir ederken bir takım şartlara uyuyoruz. Binaenaleyh ecdadımızdan intikal eden ve millete mal olmuş olan bu kıymetli eserleri birer meşheri sanat ve maharettir. Binaenaleyh bunların tamirinde de o kadarcık olsun özen göstermek lâzımdır. Halbuki bu gün seçilen usulle bu eserler bozulmağa yüz tutmaktadır. Son hareketi arz faciasında Amasya’da şurada, burada harap olan bazı nefis ve kadîm eserlerin Vakıflarca tamiri için bir takım teşebbüsatta bulunulduğunu kemali şükranla haber almaktayım. Temenni ederim ki, bu eserlerin tamirinde ayni hatalar yapılmasın  ve yapılan işler restorasyon usul ve kaidelerine uygun olarak bu uğurda harcanan paralar heder edilmesin. Bendeniz bütün bu yanlışlıkların ve usulsüzlüklerin vukuunu yalnız mimar vasfını taşıyan  kişilere ve müteahhitlere tamiratın verilmesinde görüyorum. Gerçi ortada bir danışma komisyonu vardır. Fakat bu komisyon her nedense fiili bir netice vermemektedir. Bu da görülen sakatlıklarla sabittir. Binaenaleyh buna ihtimal vermemekle beraber bu heyetin adeta görünüşü kurtarmak için teşkil edildiği zannı hâsıl olmaktadır. Gerçek amacı ise bittabi bu değildir. Hastalık meydandadır. Bu nasıl düzeltilebilir. Şimdi müsaadenizle kısaca buna da temas edeyim. Bu gibi eski nefis eserlerin fennî usul ve kaideye uygun tamirini temin için restoratörlerden, tarih müdekkiklerinden ve sanayii tezyini ustalarından oluşan kuvvetli bir heyet kurmak lâzımdır ve yapılacak bütün işlerin bunların kararı ile yapılması ve bilhassa, bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gördüğü teşvik ve himaye ile mütevazi şekilde çalışarak meydana getirdiklerini bizzat gidip gördüğüm, mesai semerelerini bu kürsüden yüksek bir şükran ile ve ciddî bir takdir ile arz etmeyi vicdan borcu bildiğim Topkapı müzesindeki abideleri koruma komisyonunun en evvel görüşünün alınması ve yani onlarla teşriki mesai edilmesi lâzımdır. Belki böyle bir komisyonun kurulması biraz masraf ihtiyarını icap ettirecektir. Fakat bu gereklidir. Yapılan masrafların heba edilmemesinden ise bu kadarcık masraf ile daha seçkin işlerin dürüst ve muntazam bir şekilde yürütülmesi çok yerinde olacaktır.
 
Sözüme nihayet verirken beyanatımın başlangıcında da arz ettiğim şekilde muhterem Vakıflar Genel Müdürü’nün, eski ve nefis eserlerin tamiri hususunda şahsen gösterdikleri arzu ve gayret ve samimî yardım cidden şükranla karşılanmağa lâyıktır.  (..) Gayet açık ve samimî olan bu beyanatımı iyi niyetle dikkate alacaklarından eminim.”
 
İstanbul milletvekili Ziya Karamürsel, 31 Mayıs 1940 tarihli Meclis oturumunda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü, tarihi camilerin tamiri yapılırken aslına uygun olarak yapılmadığı gerekçesiyle böyle eleştirmiştir. Karamürsel’in eleştirileri, tek parti CHP’nin iyi-kötü birçok tarihi camiyi tamir ettirdiğini göstermesi bakımından da dikkat çekicidir. Karamürsel, “Son hareketi arz faciasında Amasya’da şurada, burada harap olan bazı nefis ve eski eserlerin Vakıflarca tamiri için bir takım teşebbüste bulunulduğunu kemali şükranla haber almaktayım” diyerek Türkiye’nin değişik yerlerdeki camilerinin onarıldığını belirtmiştir. Karamürsel’in konuşmasında verdiği bilgilere göre, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Mahmut Paşa, Sinan Paşa, Laleli, Hüseyinağa, Beyazid, Atikalipaşa, Mesihalipaşa camileri, Yenicamii, Sokullu camii, Azapkapı camii gibi çok sayıda caminin tamir edildiği, onarıldığı anlaşılmaktadır.
Daha sonra Tokat Milletvekili Nazım Poray söz alarak CHP’nin İstanbul’da tamir ettiği camilerden söz ederken eleştirilerini de şöyle dile getirmiştir:
 
Evkaf idaresinden istediğim meseleler şunlardır: İstanbul’da bir çok camiler tamir ediliyor, kendi semtime yakın olan Üsküdar’da kemali şükranla gördüm ki çok güzel camiler tamir edilmiş ve edilmektedir. Geçen sene Kösemvalide’nin eseri olan Çinilicami, ki Üsküdar’ın adeta cevheridir, çok güzel bir surette tamir edilmiştir. Boğaza bakan Şemsipaşa camisi tamir edilmektedir. Bu bina Mimar Sinan’m en güzel eserlerinden birisi, adeta Boğazın incisidir. Maalesef İnhisarlar idaresi bunun ön tarafına depolar ve bürolar inşa etmiş ve bu güzel eserin perspektifini kapamıştır. Vakıflar şimdi bu camii tamir ediyor. Yalnız arkasında bir takım medreseler vardır. Malûmu âliniz bu medreseler bir özel kanunla özel idareye verilmiştir. Vakıf camileri tamir ediyor. Fakat medreseler eski hali harabe ve pislikte kalmaktadır. Acaba Vakıf idaresi için özel idarelerde anlaşarak böyle bir tamir yapıldığı zaman cami ve medreseleri beraber tamir etmeğe imkân yok mudur, bu imkân bulunamaz mı? Birinci sualim budur. İkinci olarak anlamak istediğim nokta, haber aldığımıza göre yine Üsküdar’da Üçüncü Sultan Mustafa’nın inşa ettirdiği Ayazma camii yakında tamir edilecekmiş. Bu cami tabi daha eski zamanlardan kalmış olduğu için çok kıymetli olmakla beraber biraz mimarisine ecnebi kokusu karışmıştır. Yani Türk mimarisindeki seciyeyi, sağlamlığı, vakarı korumuş bir bina değildir. Bu gibi binalara gelmektense, bu gün İstanbul’da daha eski ve çok harap olmuş camilerimiz vardır. Bunları tamirle işe başlamak daha doğru değil midir? Bence önemli olanı tercih etmek doğru olur. Meselâ Kasımpaşa’daki Piyale camimin çok harap olduğu söylenmektedir. Ben yakınlarda görmedim. Tamamen yapılmasının çok masraf gerektirdiğini takdir ederim. Acaba burasını kısmen olsun tamir etmek mümkün değil midir? Yine Üsküdar’da iskele başında Mihrimah camisi vardır. Bu cami de Sinan’ın eseridir ve gayet güzel, insana ferah verecek bir mabettir. Camiin yamadaki medrese, vaktiyle özel kanunla özel idareye terk edilmiş ve bu medrese çocuk bakım evi olarak kullanılmakta bulunmuştur. Bu medresenin tamiri esnasında, anlaşılan daha uygun bir yer bulamamış olacaklar ki, medresenin bir duvarını yıkarak kapı açmak suretiyle Mihrimah camimin harimine kömürlük yapmışlardır. Bunu hangi kötü eller, hangi mimar yapmıştır bilmiyorum. Mihrimah caminin hariminde, Sinan Paşa’nın kabrinin karşısına demirden yapılmış gayet adi, en kaba hisleri bile rencide edebilecek bir kömürlük. Şehremaneti ile Evkaf arasındaki anlaşmazlıkların çözümü bir hakem heyetine havale edilmişti. Bu davalar sırasında bu kömürlüğün de oradan kaldırılması Evkaf tarafından pek haklı olarak istenmişti, hakem heyeti de bu kömürlüğün kaldırılmasına karar vermişti. Bu karar verileli üç sene olduğu ve hüküm de kati olduğu halde bu gün halâ oradan geçenler kömürlüğü orada görmektedirler. Bunun kaldırılmasını rica ederim. Diğer sual: Rüstem Paşa camii hakkındadır. Bu cami Kanunî Süleyman’ın damadı Rüstem Paşa’nın camisidir ki, çinileri ile meşhurdur. Süleymaniye’nin altında, Haliç’in üstünde olan  bu cami pis barakalar altında kalmıştır. Bu pislikler oradan kalkarsa bu eserler birbirini tamamlayan iki abide olacaktır. Rüstem Paşa camiinin çinilerinin dünyada emsali yoktur. Bu da Mimar Sinan’ın eseridir. Sinan denize yakın olması itibar ile camii bir bodrum üzerine yapmıştır. Altını kazmış ve biraz yükseltmiştir. Bu caminin altındaki bodrum Vakıflar tarafından kiraya verilmektedir. Burasını tutanlar bir şeker fabrikası haline getirmişlerdir. Bonbon, yemek için aldığınız ve içinden manasız ve hatta  küçük yazılar çıkan şekerler orada yapılmaktadır, Bunların bir takım kızlar tarafından kâğıda sarıldığını gördüm. Günün birinde bir yangın vuku bulursa cami yanmazsa da çok hasara uğrayacaktır. Bu camiin avlusu da pek kötüdür. Yalnız bu değil, daha bir çok camilerin de avluları kötüdür. Bilhassa Rüstem paşa camisi berbat bir haldedir. Vakıflar buradan ne kadar kira alır bilmiyorum. Fakat bu bodrumun boşaltılması iyi olacaktır. Üsküdar’da Ahmediye camimde haftanın belirli bir gününde fukaraya çorba tevzi edilmektedir. Bunu pek yakında oradan bir gün geçerken kemali şükranla ve aynı zamanda da teessürle gördüm. Çünkü manzara hakikate insana teessür verecek mahiyette idi
Tokat milletvekili Nazım Poray’ın bu eleştirileri ve önerileri de dikkat çekicidir. Öncelikle Poray da bu konuda konuşan diğer milletvekilleri gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün tamir ettirdiği camilerden söz etmiştir.  Poray, “İstanbul’da bir çok camiler tamir ediliyor, kendi semtime yakın olan Üsküdar’da kemali şükranla gördüm ki çok güzel camiler tamir edilmiş ve edilmektedir..” diyerek, İstanbul’da Çinili Camii ve Şemsi Paşa Cami’nin tamir ettirildiğini, Ayzama Cami’nin de tamir ettirileceğini belirtmiştir. Poray ayrıca Üsküdar’daki Mihrimah Camisi’nin harimine yapılan kömürlüğün, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün isteğine rağmen hala kaldırılmamasını eleştirerek bunun biran önce kaldırılmasını istemiştir. Rüstem Paşa Camii’nin altındaki bodrumun kiraya verilmesinin doğru olmadığını belirterek, o bodrumun da boşaltılmasını istemiştir.
Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper bu “cami eleştirilerine” şu yanıtları vermiştir:
 
Abidelerin tamirinde restorasyona uygun hareket edilmesi istendi; Bu zaten çalışmalarımızda öteden beri göz önünde bulundurduğumuz bir konudur.bunun içindir ki, biz teşkilâtımız haricinde memleketimizin yetiştirdiği yüksek uzmanlardan oluşan bir heyet meydana getirdik. Her ne yaptırırsak onlar gidiyor, inceleme yapıyorlar, yapılan şeylerin uygun olduğunu veya değiştirilecek şeyler varsa düzeltilmesi gereğini söylüyorlar, biz de tamamen buna uyuyoruz. Bu böyle olmakla beraber bilhassa saydıkları noksanlar hakkında benim de kulağıma gelen bazı konular oldu. Bunların içerisinde bu işler pek güç, her birinin ayrı ayrı uzmanlarının bulunması gereklidir. Belki hata edilmiş noktalar olabilir. Yalnız bir kaç tanesinde de yaptığımız incelemelerle söylenilen şeylerin pek de muvafık olmadığı neticelerine vardık. Meselâ Yeni Camiin raspa vaziyetinde. Bunu defalarca incelettik, raspa edilen yerler esasen taşların üzerini tekrar kazımak gibi değildir. Yapılan işte kireç ve saire bir kısmına evvelce sürülmüş, sürülen sıva bir şeyler olmuş, tabiî öbür tarafı böyle olmayınca sonradan görüldüğü zaman zannediliyor ki, üst tarafı da böyle idi.Halbuki bazı yerlere sıva sürmüşler, bazı yerlere sürmemişler. Bunlar yine görülebilir. ikincisi daha ziyade uzman heyetin arzusudur. Elbette daha iyi bir neticeye varılabilir. Abdileri koruma komisyonu hakkında tabi bir şey söylemek bendenize düşmez, onların da mesaisini takdir ederim. Esasen onların da bize karşı bazı talepleri olmuştur. Bir kısımlarını haklı olarak yaptırmışızdır, bir kısımlarını da inceletmişizdir. Merhum Halil B. bizzat gerek Azabkapı’daki cami hakkında, gerek bilhassa Kadırgadaki eserler hakkında dikkatimizi çekti. Biz bunları ayrı ayrı inceledik. Hepsinin yapılmasını arzu ederim. Bir de, camiler tamir olunurken medreselerin de tamiri ve bunların birlikte halinde bulunduğu, birisinin tamir edilirken diğerlerinin de tamirsiz kalmamasını söylediler. Bunun için Başvekâlet yüksek makamından istirhamda bulunduk. Vakıflar idaresinden, Maarif vekâletinden, İstanbul vilâyetinden ortak bir heyet teşkil edilerek İstanbul’u semt semt gezdiler. Süleymaniye Camisi’nin altındaki demirci dükkânları senelerden beri orada devam eden bir bozukluktur. Lâleli Cami’inin bir kapısında iki tane kömürcü dükkânı vardır. Sultanahmet’in yanı başında turşucu dükkânı vardır Rüstempaşa Camisi’nin altında belki de meyhane ve buna mümasil bir takım şeyler hemen hepsinde vardır. Kadırgadaki Şehit Mehmet Paşa Camisi’nde çerçeve şeklinde dükkânlar vardı ve pis pis, kirli kirli bezler asılı vaziyetler vardı. Bunları yavaş yavaş istimlâk ederek eski haline getirmeye çalışıyoruz. Fakat bunların hepsine birden yetişmeğe bu gün imkân yoktur. Zaten bu iş ufak, tefek bir iş değil, milyonlar gerektiren bir iştir. Düzgün bir programla yavaş yavaş üzerinde işlemek zarureti vardır.”
 
Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper’in “camilerin tamiri” konusundaki bazı eleştirilere verdiği bu yanıtın satır aralarında çok önemli bazı gerçekler saklıdır. Şöyle ki: Öncelikle, Kiper,  “Biz teşkilâtımız dışında memleketimizin yetiştirdiği yüksek uzmanlardan oluşan bir heyet meydana getirdik. Her ne yaptırırsak onlar gidiyor, inceleme yapıyorlar, yapılan şeylerin uygun olduğunu veya değiştirilecek şeyler varsa düzeltilmesi gereğini söylüyorlar, biz de tamamen buna uyuyoruz.” demiştir. Yani tarihi camilerin restorasyonu sırasında aslına uygun olmayan onarımların, eksik ve yanlışların sorumlusu bu uzman ekiptir. Vakıflar Genel Müdürü bile “Biz tamamen uzmanların önerilerine uyuyoruz” dediğine göre camilerin tamiri, onarımı sırasındaki hatalardan ve eksiklerden Atatürk’ü veya İsmet İnönü’yü sorumlu tutmak hiç de doğru ve gerekçi bir yaklaşım değildir.Kiper ayrıca, camilerle birlikte türbelerin de onarımının yapılması için uzman bir ekip görevlendirildiğini ve bu ekibin bütün İstanbul’u gezerek incelemelerde bulunduklarını belirtmiştir. Kiper, cami altlarındaki dükkanların da zaman içinde temizleneceğini ifade etmiştir.
Konya milletvekili Dr. Osman Şevki Uludağ, söz alarak Vakıflar Müdürü’ne hitaben;
 
Efendim bir sorumu cevapsız bıraktılar. Bendeniz dedim ki; bundan üç sene evvel Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camii ile Edirne’deki Bayazıd Darüşşifası hakkında o zaman bunların geçici olarak tamirlerinden bahsetmiş ve önemle nazarı dikkate alacaklarını cevaben söylemişlerdi. Bunlar nazarı itibara alınması tarihi ne zaman gelecektir?. Bu hususta hiçbir ifadede bulunmadılar?
 
diye sormuştur.
Bu soruya Vakıflar Genel Müdürü Fahri Kiper şu yanıtı vermiştir:
 
“Efendim Beyşehrin’deki Eşrefoğlu camii ile Edirne’deki Darüşşifadan hakikaten üç sene evvel söz edilmişti. Ben bunların o vakit nazarı dikkate alınacağını belirtmiştim ve bunlara da bakılmıştır. Bu Eşrefoğlu Camisi hakikaten çok yüksek bir eserdir. Bu gün buna başlanacak olsa elimizdeki arkadaşlarımız kendilerinden başka ayrıca bunlara bakacak uzmanlara gerek olacağını söylemişlerdir. Bu çok paraya dayanan bir iştir. Tahsisatımız 100. 000 liradır. Bütün bunlar nazarı dikkate alınmamış değildir. Hepsini yapmağa kudret ve kifayetimiz yoktur. Bir soru da Amasya’daki Bayazıd Camisi hakkında idi. Bayazıd Camisi meselesine gelince; o da maatteessüf diğerleri gibi yıkılmıştır. Bu gün onun tamiri için 200. 000 liraya ihtiyaç vardır. Amasya’daki güzel eserlerden çoğu kalmamıştır ve halkın arzusu bunun yapılmasıdır. Başvekilime verdiğim raporda bu da vardır. Zamanın uygunluğu nispetinde gelir temini ile yapılma noktası vardır.Vaziyet budur.“(TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 7, C.11, Birleşim 60, 6. Dönem, 31.5.1940, s.482 vd.)
 
Vakıflar Genel Müdürü bütün açık yürekliliğiyle Beyşehirde’ki Eşrefoğlu Camii, Edirne’deki darüşşifa, Amasya’daki Beyazid Camisi gibi çok sayıda caminin ve tarihi eserin yeterli ödenek olmaması yüzünden maalesef zamanında tamir edilemediğini ancak gelir temin edilir edilmez bunların da onarılacağını ifade etmiştir.
Cami, tamiri ve onarımı konusundaki eleştirilere İzmir milletvekili Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 31 Mayıs 1944’te, 7. Dönem, 65. Birleşimde şöyle yanıt vermiştir:
 
Arkadaşlar ortada büyük bir hakikat vardır. O da memleketimizin bir abideler memleketi olmasıdır. Tarihin tanıdığı günden beri milletin üstünde, oturduğu yerlerde yaptığı eserler o kadar çok, o kadar büyük ve abideler o kadar zengindir ki, bunların ince bir hesaptan geçirilmeksizin hepsini ayakta tutmak istemek, korkarım ki, en büyük abide olan hayatta olanları fazla rencide eder. Bunları iyi bir yöntemle tasnif ve tespit ederek – ki Vakıflar Genel Müdürlüğü de bunun üzerindedir – bunların başta gelenlerini, kaça mal olursa olsun, ihya etmek veya ayakta tutmak için elden gelen gayretin azamisi yapılır, bunda ben de tamamen sizinle beraberim.Yine doğru olan bir hakikat vardır ki, o da bu, işe şimdiye kadar kâfi ehemmiyet vermemiş olmamızdır. Şimdiye kadar fakir bir bütçe ile, fakir bir teşekkülü bu işi başarmağa memur etmiş bulunuyoruz. Bu nispeten çok az para ile çalışan idare, elinden geleni yapmış ve kurulduğu günden beri büyük abide sayılan müesseselerden yüze yakınını ya ihya etmiş veya ayakta duracak hale getirmiştir. Eğer bu teknik itibariyle, para itibariyle biraz daha takviye edilecek olursa bunun verimi, biraz önce arz ettiğim sahaya intikal etmiş olacaktır. Arkadaşlarımla beraberim, verdikleri izahatı dinledim, Vakıflar Müdürü ile de konuştum, ümit ediyorum ki, gelecek sene daha az kusurlu olarak huzurunuza çıkmış bulunacağız (Alkışlar).” (TBMM Zabıt Ceridesi, Sıra 8, C.10, Birleşim 65, 7. Dönem, 31.5.1944, s.434,435 vd.)
 

Başbakan Saraçoğlu’nun sözlerini özetlersek:

Ülkemiz, abideler ülkesidir.
Ülkemizde o kadar çok abide vardır ki, hesapsız bir şekilde bunların tamamını ayakta tutmak imkansızdır. Bu nedenle bunları iyi bir yöntemle belirlemek gerekir.
Bu işe şimdiye kadar gerekli önemi veremedik.
Bunun temel nedeni bütçemizin fakirliğidir.
Buna rağmen çok az bir para ile de olsa hükümet elinden geleni yapmış ve büyük abidelerden 100’e yakınını onarmıştır.
Eğer biraz daha paramız olursa daha çok abide tamir edilip, onarılacaktır.
Görüldüğü gibi tek parti CHP, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda çok sayıda tarihi camiyi, mümkün olduğunca, aslına uygun olarak tamir ettirmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü, uzmanlardan kurulu heyetler oluşturarak, cami restorasyonlarını o heyetlere denetletmiştir. İstanbul dışında Amasya gibi Anadolu kentlerinde de çok sayıda tarihi cami onarılmış, tamir edilmiş ve yıkılmaktan kurtarılmıştır. Bu onarımlar, zaman zaman aslına uygun olarak yapılmasa da, bazı tarihi camiler ödenek yetersizliği nedeniyle onarılamasa ve yıkılsa da, bu konuda CHP’li milletvekillerin, ilgili müdürlüğün ve başbakanların “art niyetli” olduklarını söylemek olanaksızdır.
O dönemin ulaşım ve haberleşme koşulları da dikkate alındığında, Türkiye’nin her hangi bir yerindeki her hangi bir caminin onarılması, tamir edilmesi veya camilerin başka amaçlarla kullanılması, yıkılması gibi ayrıntılardan hükümetin başındakilerin (Atatürk’ün ve İnönü’nün) bazen çok geç haberleri olmuştur. Nitekim -yukarıda belgesini sunmuştum- İsmet İnönü birkaç kere yayınladığı genelgelerle, Anadolu’nun değişik yerlerindeki yerel yöneticilerden, tarihi camilerin başka amaçlarla kullanıldığının veya yıkıldığının haber alındığını, bu gibi durumlara biran önce son verilmesini istemiştir. Buna rağmen o dönemde yıkılan ve amaç dışı kullanılan camilerin baş sorumlusu olarak doğrudan Atatürk ve İnönü’nü görülmeye başlanmıştır. Bu son derece yanlış bir yaklaşımdır.
Tek parti CHP’nin camileri tamir ettirdiğini, onarttırdığını, bu konu için özel bütçeler ayırdığını Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgeler de kanıtlamaktadır.

İŞTE CUMHURİYET ARŞİVİ: Tek Parti Döneminde Tamir Edilen ve Yaptırılan Camiler

Normal 0 21 false false false MicrosoftInternetExplorer4
Genç Cumhuriyet, asla “cami düşmanlığı”, yapmamıştır. Tam tersine Atatürk döneminde Cumhuriyet hükümetleri, gerektiğinde cami inşa ettirmiş, camilerin bakım ve tamirini yaptırmış, hatta kullanılmayan bazı kiliseleri camiye dönüştürmüştür.
İşte Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ndeki belgelerle Atatürk ve İnönü dönemlerinde tek parti CHP’nin yaptırdığı, onarttığı camilerden bazıları:
1922 yılında Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında konuşan Atatürk, Yunan çekilişi sırasında birkaç bin caminin yakılıp yıkıldığını belirtmiş ve “Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan, gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim.” demiştir.[8] Nitekim, 26 Aralık 1922 tarihli bir belgeye göre, “Düşmandan kurtarılan yörelerdeki cami, hayrat ve vakıflarda meydana gelen zararın tesbiti için kurulan komisyonun hazırladığı raporun ilgililere sunulduğu” belirtilmiştir. (BCA, Sayı: 6061, Dosya: 13712, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 140.4..12.)
Atatürk 1 Mart 1923’te yaptığı Meclis konuşmasında, “Efendiler!Geçen yıl içinde Vakıf Bakanlığı, dini yapılar ve hayır kurumlarının onarım ve inşaatında oldukça önemli bir çalışma yapmıştır. Yapılan onarım içinde ülkemizin çeşitli yerlerinde olmak üzere 126 cami ve mescit ile 31 medrese ve okul, 22 su yolu ve çeşme, 175 gelir getiren yer ile 26 hamam bulunmaktadır” diyerek, 126 cami ve mescitin onarılıp inşa edildiğini belirtmiştir. (“Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin I.Dönem, 4. Yasama Yılını Açış Konuşmaları”, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. 1, C. 28, 1 Mart 1923, s. 2 )
Bu doğrultuda onarım ve inşa kararı çıkan camilerden bazıları şunlardır:
– 26 Mart 1923’te Hamidiye Camii’nin tamir ve tefrişatının umum evkaf malından yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 14005, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 2.12..6..)
12 Şubat 1924 tarihli bir belgeye göre, “Turgutlu’da tamiratı devam eden Pazar Camii için 1500 Türk Lirası gönderildiği” belirtilmiştir. (BCA, Sayı: 14005, Fon Kodu: 51..0.0.0, Yer No: 13.109..4.)
– 25 Temmuz 1925 tarihli bir belgede “Bitlis Camiinin tefrişi için 3000 liranın gönderildiği” belirtilmiştir.(BCA, Sayı:14005, Dosya: 22911, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 192.313..11.)
– 7 Aralık 1925’te Niğde’nin Fertek Köyü’ndeki bir kilisenin camiye çevrilmesine karar verilmiştir.
– 28 Eylül 1930 tarihli bir belgeye göre, “Fırtınadan hasara uğrayan camilerin tamiri için Edirne Vakıflar Müdürlüğü’ne 11 000 lira tahsisat gönderildiği” belirtilmiştir. (BCA, Sayı:790, Dosya: 22939, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 192.314..20.)
-9 Aralık 1931 tarihli bir kararla, “İstanbul Eyüp Camii kurşun ve sıva tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 11987, Dosya: 229-59, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 24.77..9..)
– 1 Mayıs 1932 tarihli bir kararla, “İstanbul Edirnekapı’daki Neslişah Camii’nin emanet usulüyle tamir ettirilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 12791, Dosya: 229-63, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 28.36..8.)
– 17 Eylül 1933 tarihli bir kararla, “Babaeski’deki Cedit Ali Paşa Camii ile Manisa’daki Muradiye Camiinin tamiri” istenmiştir. (BCA, Sayı: 14960, Dosya: 229-68, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 39.64..19.)
– 18 Mart 1933’de “Edirne’deki üç şerefeli camiinin sıva tamirinin yapılması” istenmiştir.[9]
– 26 Mayıs 1937 tarihinde “Ankara’daki tarihi eser niteliğindeki camilerin tespit edilerek tamirlerine başlanıldığı” belirtilmiştir. (BCA, Sayı:73362, Dosya: 25919, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.447..3.)
– 27 Ekim 1937 tarihli bir kararla, “Kiğı’da tamiri mümkün olmayan Bültenbey Camii’nin yerine Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yeni bir cami yaptırılacağı” belirtilmiştir. (BCA, Sayı: 5016, Dosya: 22966, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 192.316..10.)
– 13 Ağustos 1937 tarihinde tamir ettirilen camilerin tekniğe uygun yapılıp yapılmadığının tespiti için kurulan komisyon ve bu komisyonun vermiş olduğu rapordan” söz edilmiştir. (BCA, Sayı:73362, Dosya: 25922, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.447..6.)
– 14 Temmuz 1938 tarihli bir kararla “Üsküdar’daki Şemsi Paşa Camii tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 92582, Dosya: 229-113, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 84.65..17.)
– 14 Temmuz 1938 tarihli bir kararla “Havsa’daki Sokullu Mehmetpaşa Camii tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir. (BCA, Sayı: 92492, Dosya: 229-156, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 84.65..8.)
– 14 Temmuz 1938 tarihli bir kararla “Kadırga’daki Sokullu Camii’nin tamiratının emaneten yaptırılması” istenmiştir.(BCA, Sayı: 92352, Dosya: 229-155, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 84.64..14.)
– 16 Mayıs 1938 tarihli bir kararla “İstanbul’daki Haseki, Mahmutpaşa ve Mihrimah camileriyle etrafındaki binaların ne şekilde tamir edileceklerine dair üç adet rapor hazırlanması” istenmiştir. (BCA, Sayı:73362, Dosya: 25922,Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 213.447..6.)
– 6 Mart 1939 tarihli bir kararla, “Malatya’daki Hacı Ömer Camii tadilat ve inşaatı için gelecek yıla geçici taahhüde girişilmesine izin verilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 105102, Dosya: 229-158, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 86.19..4.)
– 25 Mart 1939 tarihli bir kararla “Konya’daki İplikçi Camii restorasyon işi için gelecek yıla geçici taahhüde girişilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 106382, Dosya: 229-159, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 86.25..12.)
– 30 Mart 1939 tarihli bir kararla, “Kars’ın Sarıkamış İlçesi’nde yaptırılacak cami inşaatı için gelecek yıla geçici taahhüde girişilmesi” istenmiştir. (BCA, Sayı: 106692, Dosya: 229-160, Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 86.27..3.)
– 9 Mart 1940 tarihli bir kararla,”İstanbul’daki Şemsipaşa ve Azatkapı Camilerinin onarımının devamı için 5000’er lira daha sarfına” izin verilmiştir. (BCA, Sayı: 130012, Dosya,  Fon Kodu: 30..18.1.2, Yer No: 90.22..3.)
– 21 Ağustos 1944 tarihli bir kararla “Milli Saraylardan Divriği’deki Ulu Camiye korunması için konulan kıymetli eşya Caminin kubbeleri aktığı için korunamayacağından süratle Caminin tamiratının yapılması” istenmiştir. (BCA, Sayı:6061, Dosya: 25945, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 213.448..18.)

Atatürk’ün Yaptırdığı Camiler

Atatürk’ü, “din düşmanı” diye adlandıran “utanmazların”, “Atatürk’ün camileri kapattırdığı” yalanını yerle bir eden çok önemli bazı belgeler var elimizde… Bu belgeler, Atatürk’ün bırakın camileri kapattırdığını, tam tersine cami yaptırdığını kanıtlamaktadır.
Atatürk, Erzurum Kongresi`nden ölümüne kadar hep yanında ve hizmetinde olan Mihallıççıklı Emir Çavuşu Ali Metin aracılığıyla 5 bin lira gönderip, Yunanlılar`ın işgal sırasında yakıp yıktıkları ve imkanları olmadığı için Mihallıççıklıların yaptıramadığı kasabanın tek camisini yeniden yaptırmıştır.
Atatürk`ün tüm masraflarını bizzat karşılayarak yaptırdığı bu cami, bugün Mihallıççık`tadır ve `Aşağı Camii` veya “Mihalıççık Atatürk Camii” diye adlandırılmaktadır.
Ali Çavuş (Metin), Atatürk’ün en yakınlarındandır. Ailesi aslen Malatyalı’dır. 1877-78 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı sırasında, aile Eskişehir’e göçmüş, eski ismiyle Mihalıççık “Çukurviran” köyüne yerleşmiştir. Bilahere babası Hacı İsmail, aileyi Mihalıççık’a getirmiştir. Babasından dolayı da “Hacıların Ali” diye anılmıştır.
Ali Metin Çavuş, Birinci Dünya Savaşı’nın en hızlı olduğu dönemde 1915 yılında, daha 18 yaşındayken askere alınmıştır. O zamana göre iyi bir eğitimi vardır. Bunun için de Sivas’ta askerken “Küçük Zabit Mektebi”ne alınmış. Burada Enver Paşa’nın dikkatini çekmiş, onun karargahında hizmet vermiştir. Savaştan yenilgiyle çıkmamız üzerine tekrar Anadolu’ya dönmüş, Kazım Karabekir Paşa’nın başında bulunduğu 15. Kolordu’da askerliğine devam etmiştir.Orada da kendisini göstermiş. Atatürk’ün Erzurum’a gelmesi üzerine Karabekir Paşa, Ali Metin’i, 3 Temmuz 1919 günü Atatürk’ün hizmetine “Emir çavuşu” olarak vermiş, Atatürk’ü ölümüne kadar, özellikle Kurtuluş Savaşı süresince yakınlığı devam etmiştir. Atatürk’ün yemeklerini Ali Çavuş yapmıştır.
Halk dilinde “Aşağı Cami”, asıl ismiyle “Cami-i Kebir” 1302(1886) yılında Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. O tarihlerde Mihalıççık, Sivrihisar’a bağlı bir kasabadır. Mihalıççık da Yunan işgaline uğramıştır.Cami, Yunanlılar tarafından tahrip edilmiştir. Uzun süre tamir edilememiştir. Ta ki, Atatürk yeniden yapımı için 5 bin lira gönderinceye kadar.
Özetle, Ali Metin’in vesile olmasıyla Atatürk, 5000 lira vererek Mihalıccık Camii’nin yeniden yapılmasını sağlamıştır.[16]
– Atatürk’ün çizdiği, “İdeal Cumhuriyet Köyü’nün” tam merkezinde bir de camiye yer verilmiştir. Atatürk, çizdiği projede 22 numarayla gösterdiği camiyi, köy hamamı ve etüv makinesinin hemen yanına yerleştirmiştir.(10 )
– Atatürk, çıkan büyük bir kasırgada hasar gören Edirne Selimiye Camii’nin onarılması için ödenek göndermiştir.[11]

– Atatürk, sadece Türkiye’deki değil yurt dışındaki camilerle de ilgilenmiştir. 1919’da başlanıp 1926’da tamamlanan Paris Camii’ne yardım yapanlar arasında Atatürk de vardır. Paris Camii’nde büyük emekleri olan Bencheikh El Hocine Abbas “Mustafa Kemal Atatürk’ün de Paris Camii’nde izleri bulunduğunu” ifade etmiştir. Şeyh Hamza Ebubekir’in, Bencheikh El Hocine Abbas’a anlattıklarına göre: Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid’in ölümünden sonra 1938 yılına kadar her yıl Paris Camii’ne “bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek, bir miktar para göndermiştir.[13] Caminin şeref defterine göre de II. Abdülhamit ve Atatürk’ün caminin yapımına katkıları olmuştur.[14] Batı’da Paris Camii’ne yardım eden Atatürk, Doğu’da ise Tokyo Camii’nin yapımına katkıda bulunmuştur. 1931 yılında Türkiye’ye gelip Atatürk’ü ziyaret eden Japon Elçisi Torijori Yamada, Atatürk ile yaptığı görüşmede Türklerin Tokyo camiinin yapımına katkıda bulunmasını istemiştir. Yamada’nın bu isteğini geri çevirmeyen Atatürk, iddiaya göre Tokyo Camii’nin yapımına da katkıda bulunmuştur.[15] Bu nedenle olsa gerek ki, Tokyo Caimii’nin 1938’deki açılış töreni sırasında camiye Japon bayrağı ile birlikte bir de Türk bayrağı asılmıştır. (15a)

Atatürk Edirne Selimiye Camii’nde

7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir Paşa Camii’nde öğle namazı kılan ve bir hutbe veren Atatürk, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında öğle ve Cuma namazlarını, Anadolu’nun değişik şehirlerindeki (Havza, Amasya, Ankara, Balıkesir gibi) değişik camilerde kılmıştır. Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra da yurt gezilerinde özellikle tarihi camileri ziyaret etmeye büyük özen göstermiştir.
Örneğin Atatürk, Edirne ziyaretinde Edirne Selimiye Camii’ne gitmiştir.
Sinan-Meydan-Cami-01 Atatürk Edirne’de Selimiye Camii ve Külliyesini gezerken. (25 Aralık 1930)*
Caminin giriş kapısının üstündeki kitabeyi inceleyen Atatürk, orada yazılı olan AYETİ okumuş ve caminin imamı Fereli Ahmet Efendi’ye bu ayetin anlamını sormuştur. Daha sonra da camiye girerek incelemelerde bulunmuş ve bazı açıklamalar yapmıştır:
Atatürk, caminin içinde minberle avize arasında durmuş ve, Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur” diye söze başladıktan sonra şunları söylemiştir:
Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.”
Daha sonra avizenin üzerinde yarım kubbede yer alan Arapça yazıyı okuyan Atatürk, Müftü’ye dönerek Hocam, bu ayet Tövbe Suresi’nin 18. Ayeti değil mi?” diye sormuş, Müftü, Evet Paşa Hazretleri cevabını vermiştir. Atatürk, tekrar Müftü’ye dönerek, Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz? diye sormuştur. Müftü de, “Bildiğim kadarıyla bu ayette ‘Allah’ın, mescitlerini, camilerini yapan ve imar edenler Allah’a ve ahiret gününe iman edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ancak Allah’tan korkanlardır. Onlar doğru yoldadır’ demektedir.” demiştir.[17]

Atatürk’ün Cami Araştırmaları

Atatürk, ayrıca belki de Türk siyasetçileri arasında ilk ve tek “cami araştırması” yapan liderdir. İslam tarihinde ilk camilerin nasıl ortaya çıktığını merak eden Atatürk, Leon Caetani’nin “İslam Tarihi” adlı eserinin 3. cildinde “Caminin Kökeni”, “Medine’de Caminin Kurulması” başlıkları altındaki satırlarla ilgilenmiş, önemli bulduğu satırların altınız çizmiş ve sayfa kenarlarına bazı notlar almıştır.[18]

Keşke İnönü Gibi Dindar Olabilseniz!

Sinan-Meydan-Cami-02
Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün veya tek partinin “Cami düşmanı” olduğu kocaman bir cumhuriyet tarihi yalanıdır. Evet, daha öncede anlattığımız gibi İnönü döneminde bazı camiler kapatılmış , bazı camiler başka amaçlarla kullanılmıştır. Ancak bu durumun nedeni İnönü’nün “din düşmanlığı” değil, Türkiye’nin o dönemdeki iç ve dış koşullarıdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında askeri nedenlerle, silah ve cephaneyi saklamak için bazı camiler kapatılarak depo olarak kullanılmış, Cumhuriyet döneminde nüfus oranına göre ihtiyaç fazlası olan camiler tespit edilerek başka amaçlarla kullanılmak için tasnif edilmiş, II. Dünya Savaşı yıllarında ise Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Niğde’deki bazı camilere taşınmış, dolayısıyla bu camiler ibadete kapatılmış, kapsına kilit vurulmuştur. Çok daha önemlisi Tek parti CHP, Atatürk ve İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan’ın kaçarken ateşe verdiği çok sayıda camiyi ya yeniden yaptırmış ya da tamir ettirerek yeniden ibadete açtırmıştır.

Değişik kaygılarla “cami kapatan”, “din düşmanı” diye belletilen İsmet İnönü, mitinglerinde, “din istismarı olur” diye “Allah” sözünü ağzına almaktan çekinen, yatak odasındaki “ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR” levhasının fotoğrafının bir gazetede yayınlanmasına çok kızan, buna karşın geceleri gizlice namaz kılan, gerçek ve samimi bir Müslüman’dır.
İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’ın yazdığı “Mevhibe” adlı kitapta, İnönü’nün bazı notları da yayınlanmıştır. O notlar içinde İsmet İnönü’nü, zaman zaman namaz kıldığından söz etmiştir.
İşte o notlardan bazı bölümler:
“Saat altı, sabah namazı vaktinden evvel Mevhibe beni uyandırdı…Kalkıp kırmızı odaya geçtik. Sabah namazını kıldım”
Mevhibe Hanım’ın notların da İsmet İnönü’nün “son derece dindar” bir insan olduğunu kanıtlamaktadır.
İşte o notlardan bir bölüm:
“22 Nisan 1922’de Konya’ya giderken, saat 15:00’da Malatya’dan ahreket ettik… Hamdi Bey’in evinde misafir ettiler… Ramazanın ilk günü oruçlu olduğumuzdan fena halde acıkmıştık. Ertesi gün 12’de yola çıkıp Kangal’a vardık… oraya yerleştik. Yemekten sonra namazlarımızı kıldık”
“3. Mayıs 1922’de bizi otelden aldılar. Dört arabayla Abdülvehap Gazi’yi ziyerete gittik. Kurban götürerek orada kestik. Etini türbedara bıraktık”
İnönü’nün kızı Özden Toker de 2000 yılında Vatan gazetesine verdiği bir demeçte babası İnönü’nün ve İnönü ailesinin “dindarlığını” şöyle anlatmıştır:
“Annem (İnönü’ün eşi) kuran okurken başını örterdi.Evimizde ramazanlarda huzur dolu bir hava yaşanırdı. Ev halkı, başta Cevriye ve Mevhibe olmak üzre İslam dinine tümden saygılı ve bağlı kişilerdi. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım’ın yatak odalarındaki duvarda kocaman harflerle ‘ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR’ yazılı bir levha asılıdır. Bu yazı hiçbir zaman yerinden kaldırılmamıştır. Mevhibe, resmi ve sosyal görevlerinin yanında dinin vecibelerini de mükemmel olarak yerine getirirdi. Alice sahura kalkılır, iftarlar neşe ile yapılırdı.”[19]
Bu İnönü mü “din düşmanı”, “cami düşmanı”!
Atatürk’ün ölünceye kadar yanından ayrılmamış Fevzi Paşa da beş vakit namazını kılan, dinini gösterişten uzak biçimde yaşayan gerçek ve samimi başka bir Müslüman’dır… Dahası, Atatürk’ün en yakın dostlarından biri Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’dir.
Atatürk’e ve cumhuriyeti kuran kuşağa, “din düşmanı” demek her şeyden önce “günahtır”.

Bugün Camiler Açıksa ve Ezan Sesleri Hala Yankılanıyorsa…

Her şeyden önemlisi, “Cami düşmanı” olmakla suçlanan Atatürk ve İsmet İnönü gibi silah arkadaşları olmasaydı, bu vatanseverlerin “kelle koltukta” verdikleri o “kutsal mücadele” olmasaydı, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan çoluk çocuk demeden korkunç bir katliama başlayan Yunanlılar, camileri yakıp yıkacak, ezanları susturacak ve işte o zaman camiler; ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılacak, hatta Ayasofya’ya çan takılacaktı. Nitekim İzmir’in işgal edildiği günlerde, Yunanlılar camilere saldırmış, camileri yakıp, minareleri yıkmış, Yunanlılardan cesaret alan Rumlar da camilerdeki halı ve kilimleri çalmışlardır. Örneğin, o günlerdeki bir gazete haberine göre, “Şehrin camilerinin de Rumlar tarafından basıldığı ve birçok kıymetli halı ve kilimin kaçırıldığı da tespit edilmiştir. Bu arada Hisar ve Bölükbaşı camilerinde bir tek halı ve kilimin kalmadığı görülmüştür.”
Sinan-Meydan-Cami-03 Fotoğraf altı: Yunanlılar tarafından yakılan Orhangazi kasabası cami-i şerifi. (Orhangazi kasabası tahminen 1000 haneli olup yunanlılar tarafından bilcümle emakini diniyye ve resmiyesiyle kamilen ihrak ve ahalinin kısmi azami katil ve imha ve eşya ve nakitleri gasb ve yağmalanmıştır.)**
Sinan-Meydan-Cami-04
Yunanlılar tarafından yakılan Nasrettin Paşa Camii***
Bugün bu ülkenin camileri açıksa ve bugün bu ülkenin semalarından hala ezan sesleri yükseliyorsa bunu “cami düşmanı” ilan ederek saldırdığınız o Atatürk’e, o İsmet İnönü’ye, o cumhuriyeti kuran iradeye borçlusunuz beyler.

Atatürk Adlı Camiler

Bugün Türkiye’deki 83.000 camiden sadece 6’sının adı “Atatürk Camisi”dir. Benim tespit edebildiklerim şunlardır:
  1. Bitlis, ATATÜRK CAMİ-İ ŞERİFİ,
  2. Mardin-Kızıltepe ATATÜRK Camii,
  3. Eskişehir-Mihallıçcık ATATÜRK Camii,
  4. İstanbul-Kartal Soğanlık ATATÜRK Camii,
  5. İzmir-Karşıyaka MUSTAFA KEMAL PAŞA Camii,
  6. İstanbul-Büyükçekmece Beykent ATATÜRK Camii…
Bırakın Atatürk adını taşıyan camileri, bugün Türkiye’de “Atatürk rozetine” bile tahammül edemeyen sözde “imamlar” vardır: Örneğin, 27 Kasım 2010 tarihli Hürriyet’in haberine göre: “Trabzon’un Beşikdüzü İlçesi Merkez Camii İmamı Sezai Yaşar, yakasında Atatürk rozeti ile gelen 80 yaşındaki Ömer Atalar’a, “Bunu takıp camiye gelmeyin, günah işliyorsunuz” demiştir.[20]

Menderes’in Yıktırdığı Camiler ve Mescitler

AKP’nin “cami söyleminin” Mehmet Şevket Eygi’den etkilendiği açık. Ancak başta Başbakan olmak üzere AKP’li yetkililer, Mehmet Şevket Eygi’nin yazıp söylediklerini bile işlerine geldiği şekilde kullanmışlardır. Şöye ki, Eygi “Cami Kıyımı” adlı kitabında, “Cami kıyımı 1950-60 arasında da devam ederek yol açma bahanesiyle nice tarihi caminin temellerine kadar yıkılmasına sebep oldu” diyerek 1950-1960 arasında DP ve Menderes döneminde yıkılan ve satılan camilerden de söz etmiştir. Ancak başta Başbakan olmak üzere AKP’li yetkililer “cami söylemlerinde” hiç bir zaman bu durumdan söz etme gereği duymamışlardır.
Bu nedenle ben de DP lideri Menderes’in sattırdığı ve yıktırdığı camilerden söz edeyim. Kim bilir belki Sayın Başbakanımız gelecek grup toplantısında da DP’nin ve Menderes’in yıktırdığı camilerden söz eder!
Araştırmalarım sonunda Menderes zamanında sadece İstanbul’da 54 tane caminin yol açma ve değişik imar faaliyetleri sebebiyle yıkıldığını öğrendim. DP döneminde İstanbul Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş’da tam anlamıyla bir tarihi cami katliamı yaşanmış.
DP ve Menderes döneminde İstanbul’daki tarihi cami ve mescit katliamı İstanbul’un imarı için getirilen Fransız Mimar Henry Prost eliyle gerçekleştirilmiştir. Zeki Bağlan Hoca, 2010 yılındaki bir konferansında bu gerçeği  şöyle ifade etmiştir:
İlk darbeyi Saraçhane-Unkapanı arasında vurur. Çandarlı ibrahim Paşa Hamamı, Altuncuzade Tekkesi ve Süleyman Halife Mektebi bir yana Hoca Teberrük Mescidi sanat değeri çok yüksek bir binadır. Revani Mescidi hiç gereği yokken yıkılır. Divan Edebiyatının ünlü isimlerinden Revani Çelebi’nin mezar taşı dahi kırılır. Bir Bayezid devri eseri olan Firuzağa Mescidi yola tesadüf etmez. Buna rağmen bileti kesilir, ortadan kaldırılır.
Hoca Sinan tarafından yaptırılan Azepler Mescidi Fatihli yıllardan kalmadır ama hamamı ile birlikte yola katılır. Kanuni devri hatırası Tüfenkhane Mescidi üç kuruşa satılır. Saraçhane Mescidinin üzerinde ise şu an resmi daireler vardır.
Prost, bu kadarla yetinmez. İkinci yıkım Furyası ile (1955-57) yol kenarında kalan mescidleri de ayıklar. Zeytinciler Mescidiyok edilir.. Voynuk Şücaeddin Camii’nin yıkım emrini kimin verdiği hiç anlaşılamaz. Hazire bile darma duman edilir, istanbul’un ilk Belediye Başkanı Hızır Bey’in mezarı ortada kalır. Arsalar tekrar camileştirilemesin diye hızla betonlaştırılır ki bu alanda iMÇ blokları yayılır…. Sadece 56-57 yılları arasında 54 camiyi yıktırır. Bunun yanında hamamların, tekkelerin, sebillerin, çeşmelerin hesabı yapılmaz…”(20a)
Prof. İlber OrtaylıMilliyet gazetesinde “Cami Olmaktan Çıkan Camiler” başlıklı yazısında Menderes’in İstanbul’da Mimar Sinan’ın mescitlerini, camilerini buldozerle yıktırdığını, ancak hiçbir Müslümanın nedense bu gerçekten söz etmediğini şöyle ifade etmiştir: “70 ila 50 sene evvelinin camiyi ambar yapma, kışla yapma olaylarını tekrarlamak ne tarihi açıklamaya yeter ne de politika yapmaya, üstelik yeterince delil de ileri sürülmüyor. Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes’in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt’ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve medresesinden, Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa’nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden (ki bence istisnai bir Rönesans tipi fontanaydı, inşaat makinelerini dayayıp yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Toptan yaptığımız bir kepazeliktir.” (20b)
İstanbul’un tarihini en iyi bilen Türkiye’nin sayılı sanat tarihçilerinden Prof. Dr. Semavi EyiceMilliyet gazetesinde Neşe Mesutoğlu’na verdiği röportajda, Menderes’in bazı camileri yıktırdığını ileri sürmüştür.
1950’lerde Yeni Sabah gazetesinde yazar olan Semavi Eyice, Adnan Menderes’in Sekban Paşa Mescidi, Mimar Ayaz Camii, Velide Camii’nin türbesi gibi dini eserleri yol yapmak için yıktırdığını anlatmıştır.
Eyice, kendisinin bu cami, mescit ve türbelerin yıkılmasına gazetesinde itiraz ettiğini ancak uyarıldığını da belirtmiştir. Eyice, Türk tarihi için önemli olan Zeyrek evlerinin de bu dönemde yıkıldığını söylemiştir.[21]
Prof. Semavi Eyice, “Sanat Alemi” dergisinden Ülkü Ö Akagündüz’e verdiği röportajda da bu gerçeğin altını çizmiştir:
İşte Semavi Eyice’in o röportajından bazı bölümler:
Menderes döneminde nice ibadethaneler şuursuzca yıkıldı. (Menderes’in) adına görkemli bir türbe yapıldı; ama günahı da çoktu hani.” diyen Eyice, İstanbul’da geniş caddelere, meydanlara ve yeşil sahalara karışıp giden elliden fazla caminin bazısı, projeleri hiç tehdit etmediği hâlde biraz da keyfî uygulamalarla ortadan kaldırılmış. Semavi Hoca, Menderes’in açtırdığı Atatürk Bulvarı’na kurban giden iki camiden şöyle söz ediyor:
Bozdoğan kemerinden Aksaray’a inerken sağda iki küçük cami vardı. Baba Hasan Alemi ve Oruç Gazi Camileri. Baba Hasan Alemi’yi daha o zaman vakıflar kiraya vermişti. Hatta bir öğretmen oturuyordu içinde. Cadde üstünde olmamasına rağmen yıktılar onu. Oruç Gazi mamurdu, kullanılıyordu. Hiç lüzumu yokken yıkıldı o da. Bulvar açıldığında, dört tarafında servi ağaçlarıyla çok şirin bir durumu vardı, caddeden dışarıda ve biraz çukurdaydı zaten. Kimin aklına estiyse, lüzumsuz burada dediler, yıktılar.
Adana’da kentin göbeğinde, camisi, medresesi, kütüphanesiyle görkemli bir külliye düşünün. 1650’lerde Cafer Paşa yaptırmış, 1950’de cadde genişleyecek bahanesiyle yıkılmış. Ne var ki arsa hala boş, külliye yıkıldığı ile kalmış, şehrin anıtsal yapısının yerinde şimdi çömlekçi var“.[22]
İşte İstanbul’da DP döneminde Menderes’in yıktırdığı ve tahrip ettirdiği tarihi camilerden bazıları:
-1465 tarihinde inşa edilmiş olan tarihi Murat Paşa Camii Vatan caddesi yapılırken 1957’de yıkılmıştır.
-Pertevniyal Lisesi yakınlarında bulunan tarihi Oruç Gazi Camii, 1956 yılında yol yapım çalışmaları sırasında yıktırılmıştır.
-Yeni Kapı yakınlarında Fatih döneminden kalma 1479 tarihli Çakır Ağa Camii yine yol yapım çalışmaları nedeniyle 1958’de yıkılmıştır.
-Aksaray’da Vatan cadesinin başlangıcında yer alan Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri,1957 yılında yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.
-Aksaray’da,1555 yapımı tarihi Kazasker Abdurrahman Camii 1957’de yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasında -bugünkü Mimar Sinan Üniveristesi’nin tam karşısındaki- Salıpazarı Süheyl Bey Camii 1957’de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki 1878-1879 yapımı, özgün mimariye sahip çok nadide eserlerden biri olanKaraköy Mescidi veya camisi 1958’de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki II. Mahmut döneminden kalma, 1826 yapımı, tarihi Nusretiye camii ve sebili1958’de yol yapımı sırasında tahrip edilmiştir.
-Karaköy Kabataş arasındaki Mimar Sinan eserlerinden Kılıçali Paşa Camii ve dükkanları 1958’de yol yapım çalışmaları sırasında tahrip edilmiş, bazı duvarları yıkılarak yeniden yapılmıştır. (20c)
 Sinan-Meydan-Cami-05
Menderes döneminde yıkılan camilerden biri
Sinan-Meydan-Cami-06
Adana’da cadde genişletmek bahanesiyle 1950’lerde yıkılan Cafer Paşa Camii
Sinan-Meydan-Cami-07
Sinan-Meydan-Cami-08
İstanbul’da yol yapım çalışmaları sırasında 1956’da yıkılan Oruç Gazi Camisinden iki ayrı görüntü****
Sinan-Meydan-Cami-09
İstanbul’da yol yapım çalışmaları sırasında 1958’de bazı bölümleri yıkılıp yeniden yapılan Nusretiye Camii
Sinan-Meydan-Cami-10
İstanbul’da yol yapım çalışmaları sırasında 1957’de yıkılan Süheyl Bey Camii (yakından görünüm)
Sinan-Meydan-Cami-11
İstanbul’da yol yapım çalışmaları sırasında 1957’de yıkılan Süheyl Bey Camii (uzaktan görünüm)
Sinan-Meydan-Cami-12
İstanbul’da yol yapım çalışmaları sırasında 1957’de yıkılan Murat Paşa Camii (uzaktan görünüm)
 Sinan-Meydan-Cami-13
 Sinan-Meydan-Cami-14
DP ve Menderes döneminde İstanbul Aksaray’da Vatan Caddesi yapılırken birçok tarihi cami yıkılmış ve zarar görmüştür*****
 Sinan-Meydan-Cami-15
Karaköy’de kıyıda, Galata Köprüsü’ne bakan Ziraat Bankası’nın (bir zamanlar Avusturya Bankası) hemen arkasında yer alan, fotoğraftaki bu küçücük şirin  ve zarif cami, 1958’de DP döneminde Menderes tarafından meydan genişletmesi bahanesiyle yıkıldı. Oysa ki uzmanlara göre, eğer amaç, gerçekten de meydan veya yol genişletmesi ise camiin yıkılmasına gerek yoktu. Nitekim bu cami ile aynı hizada bulunan Ziraat Bankası’na dokunulmadan yol genişletilmiştir.
 Sinan-Meydan-Cami-16
Menderes döneminde Bayrampaşa’ya Stadyum Yapılması için Yıktırılan Tarihi İstanbul Surları
İstanbul’un birçok tarihi camisini yıktıran DP ve Menderes, (tarihi camilerin bakım ve onarımı konusunda çıkarılan yasaya rağmen)İstanbul’un abidevi camilerine de ilgisiz kalmıştır. Bu durum dönemin basınınca eleştirilmiştir. Örneğin, Sultanahmet Camii’nin etrafının gecekondularla kuşatılmasını ve bakımsızlığınıMetin Engin, 1953 yılında Cumhuriyet gazetesinde şöyle eleştirmiştir: “İstanbul’un en büyük tarihi abidelerinden olan Sultanahmet Camisi gecekonduların ve usulsuz inşaatın istilası altında… üç beş teneke parçası ya da taş bulan her şahıs caminin duvarına bitişik bir gecekondu inşa ediyor. Sultanahmet Camisi’nin hali ise büsbütün utanç verici.1950’de Vakıflar tarafından tamir edilirken bir amalenin dikkatsizliği yüzünden kül olan, camiye bitişik mahfil-i hümayun üç seneden beri harap ve yanık bir vaziyette bırakılmış.Bu feci manzara muhteşem caminin bütün güzelliğini ortadan kaldırmaya kafi geliyor. Vakıflar Umum Müdürlüğü acaba neden burasını tamir edip camiyi bu çirkin vaziyetten kurtaramaz.” (22a) 
Bu noktada insanın aklına birkaç soru geliyor:
1. İsmet İnönü keyfi nedenlerle camileri kapatmadığı halde “İsmet Paşa camileri kapattı!” diye birileri yıllardır milleti kandırırken; Adnan Menderes, bazı tarihi camileri ve mescitleri yıktırdığı halde neden hiç kimse “Menderes camileri ve mescitleri yıktırdı!” diye çıt bile çıkarmamıştır.
2. Menderes döneminde Türkiye’nin dört bir yanındaki tarihi kiliseler, cemaati olmadığı halde, törenlerle ibadete açılırken, neden hiç kimse “Menderes Türkiye’de Hıristiyanlığın yayılmasını sağladı!” diye bağırıp çağırmamıştır.[23]
3. Çok daha önemlisi AKP döneminde 2010 yılında satışa çıkarılan İzmir Foça’daki Kozbeyli köyü camiinden neden hiç söz eden yoktur?[24]
4. “Tek parti CHP camileri kapattı” diye sızlananlar neden hiçbir zaman “Tek parti döneminde açılan Halkevleri ve Köy Enstitülerini DP kapattı. Böylece Türk aydınlanması büyük bir darbe yedi.” demez? 1951’de DP ve Menderes, Türkiye’nin dört bir yanındaki 478 Halkevi merkezini, 5000 Halkevi şubesini ve 4000 Halkodasını kapatmıştır. 1954’te de o güne kadar 25.000 öğretmen yetiştiren Köy Enstitülerini kapatmıştır.[25]
Sonuç olarak diyeceğim şu ki: Tarih üzerinde işinize geldiği gibi tepinemezsiniz beyler…
Cumhuriyet tarihi yalanlarına cevap vermeye devam edeceğim…
NOT: Bu konunun ayrıntılarını CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI, 2. KİTAP ve Kasım 2013’te çıkacak olanEL-CEVAP adlı kitaplarımdan öğrenebilirsiniz.
ÖNERİ: Sabah akşam, “CHP, İnönü camileri kapattı, sattı, ahır, tuvalet yaptı!” diyerek “cami siyaseti” yapanBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’si döneminde Türkiye’de 10 yılda açılan KİLİSELERİ görmek için lütfen tıklayınız...

Sinan MEYDAN
 25 Nisan 2012
Kaynaklar-Dipnotlar
[1] Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamcılık, Ankara, 1972, s.65,66.
[2] Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, İstanbul, 2009, s. 655.
[3] Jaeschke, age, s.64, 65.
[4] Vakit gazetesi, 30 Kanunu Evvel 1928.
(4a) Remzi Oğuz Arık, Halkevlerinde Müze Tarih ve Folklor Çalışmaları Klavuzu, Ankara, 1947, s.49Halit Çal, Türkiye’de Cumhuryet Deveri Taşınmaz Eski Eser Tahribatı ve Sebepleri, s.372.http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1249/14313.pdf, (erişim tarihi, 25 Nisan 2012)
(4b) Arık, age, s. 55; Çal, agm, s. 372.
(4c) Feridun Akozan, Türkiye’de Tarihi Anıtları Koruma Teşkilatı ve Kanunlar, İstanbul, 1977, s. 38.Çal,agm, s. 372. (14 Nisan 1936’da doğrudan Başbakan İsmet İnönü, “Diyarbakır’daki Hüsreviye ve Behramiye camilerinin derhal boşaltılması ve bundan sonra camilerin ve eski eserlerin asıl görevinin dışında başka amaçla kullanılmamasına dair” bir tamim yayınlamıştır. (BCA, Dosya: 1354, Fon Kodu: 30..10.0.0,Yer No: 15.84..4.)
(4d) Akozan, age, s. 38; Çal, agm, s. 372.
[5] Tufan Türenç, “Çirkin İftira ve Gerçek”, Hürriyet gazetesi, 11 Ocak 2011.
[6] Ramazan Balkan, “İsmet Paşa’nın Yıktırdığı Camiler”Kocatepe gazetesi,
[7] Balkan, agm.
(7a) İlber Ortaylı, “Cami Olmaktan Çıkan Camiler”Milliyet gazetesi Pazar, 29 Nisan 2012.
[8] Turgut Özakman, Cumhuriyet, II. Kitap, Ankara, 2011, s.15
[9] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nden nakleden Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, s.656.
[10] A. Afet İnan, Devletçilik İlkesi, (İlk baskı 1937) Ankara, 1972, ek 7.
[11] Abdurrahman Kasapoğlu, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İstanbul, 2006, s.390.
[13] Üzeyir Lokman Çaycı’nın Paris Camii ve Enstitüsü rektörü Abbas Bencheikh El Hocine’le yaptığı röportajdan; Üzeyir Lokman Çaycı, “Paris Camisinde Atatürk’ten Işıklar ve İzler Var”Aktüel dergisi, 26 Eylül 2009.
[14] İsmail Yakıt, “Birikimli ve Bulunmaz Bir Dost Prof. Dr. Hüseyin Ayan Hoca”,AÜ, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.39, Erzurum, 2009. s.1.
[15] Hakan Yılmaz, “Yamamada Torijori: Abdülhamit’ten Türkçe Öğrendi Atatürk’e Japonca Öğretti”, Zaman gazetesi, 6 Mayıs 2006; Torijori Yamada’nın Türkiye anılarını anlattığı kitaplarından biri “Toruko Gakan” (Türkiye’ye Resimli Bir Bakış) adını taşımaktadır. Yamada’nın isteğiyle Atatürk’ün Tokyo Camii’nin yapımına katkıda bulunduğunu anlatan belgesel bir roman için bkz. Erdal Güven, Yumi-İstanbul’da Bir Geyşa, “Japon Kara Ejder Teşkilatı’ndan Kuvayı Milliye’ye, İstanbul, 2010.
(15a) Ahmet Uzunoğlu, Tokyo Camii, Ankara, 2003, s.12 (Fotoğrafta japon ve Türk bayrakları açıkça görülmektedir.)
[16] Ali Metin Çavuş’tan nakleden Yurdakul Yurdakul, Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, İstanbul, 2005, s.156.
[17] Kasapoğlu, age, s.390, Meydan, age, s.656,657.
[18] Ayrıntılar için bkz. Meydan, age, s.657 vd.
[19] İbrahim Ural, Bu da Bilmediklerimiz, İstanbul, 2009, s.24, 25.
[20] Hürriyet gazetesi, 27 Kasım 2010.
(20a) Zeynep Şahiner, “Menderes Camileri Tekkeleri Neden Yıktırdı“, HABERKÜLTÜR.NET. 5 Ocak 2010.
(20b) Ortaylı, agm.
(20c) Barış Ertem-Mustafa Cevdet Altunel, “İstanbul İmarındaki Tarihi Eser Kaybının Tarih ve Turizm Açısından İncelenmesi: Karaköy-Kabataş Bölgesi”Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, C.2, S.4, Aralık 2011, s.69-72;Behçet Ünsal, “İstanbul’un İmarı ve Eski Eser Kaybı”, Türk Sanat Tarihi Araştırma ve İncelemeleri Dergisi,Cilt 2, s.46-49; Müge Ceyhan, İstanbul’da Tarihi Çevre Koruma ve Basın, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.41-42.
[21] “Meğer Menderes Camileri Yıktırmış” Odatv.com, 30 Mart 2011.
[22] “Sanat Alemi”nden naklen, “Satılan Cami ve Mescitler Ne Oldu?”, Haber 7.com, 19 Şubat, 2008.
(22a) Metin Engin, Cumhuriyet gazetesinden naklen Ceyhan, age, s.37.
[23] Menderes döneminde açtırılan kiliseler için bkz. Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, s. 612 vd. “Menderes’in Açtırdığı Kilise ve Diyalogculuk”
[24] “AKP’den Satılık Cami”Yeniçağ gazetesi, 08.11.2010.
[25] Sinan Meydan, Akl-ı Kemal “Atatürk’ün Akıllı Projeleri” 2.cilt, İstanbul, 2012, s.101,104.
* www.isteataturk.com’dan alınmıştır. (erişim tarihi, 25 Nisan 2012)
 ** www.orhangazim.net’den alınmıştır. (erişim tarihi, 25 Nisan 2012)
*** www.hayirlarkoyu.com‘dan alınmıştır. (erişim tarihi, 25 Nisan 2012)
**** www.wowturkey.com‘dan alınmıştır. (erişim tarihi 25 Nisan 2012)
*****www.dunyabulteni.Aksaray’ın Kayıp Hazineleri” Dünya Bülteni, 28 Eylül 2010.
Dikkat: Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...