13 Haziran 2018

Vahiy mi, İlham mı?



Vahiy mi, İlham mı? 

Orta İslâmı anlatan kitaplara göre bağlayıcı olan ve gerçeği yansıtan bilgi üç kaynaktan alınır; sağlam duyu organları, doğru haber ve akıl. 

Doğru haber, vahye dayanan Kitap (Kur'an-ı Kerim) ve Sünnet kaynaklarında yer alan bilgidir. Bu bilgiler ile amel etmek, bunları hayata geçirerek yaşamak suretiyle olgunlaşan, nefsine hakim olan ve Allah'a has kul, Resulullah'a has ümmet olan insanlara veli (çoğulu evliya) denir. 

Daha çok Allah'ın veli kullarına bazen de sıradan insanlara gelen vasıtasız bilgiler de vardır. 

Bunların Allah'tan gelenine ve bu sebeple doğru, vahye uygun bulunanlarına "ilham" denir. Tahdîs, ilm-i ledün, doğru çıkan rüyalar da ilham çerçevesine girer. 

Ancak dinde delil ve dayanak kılınan, herkes için bağlayıcı olan bilgi yukarıda zikredilen üç kaynaktan gelen bilgidir. 

İlham kabilinden olan bilgiler ise hem -kendisine ilham vaki olan kişiden başkası için bağlayıcı ve delil değildir, hem de genel olarak muteber olması, vahiy yoluyla elde edilmiş bulunan Kur'an ve Sünnet bilgilerine aykırı olmamasına, onlara ters düşmemesine bağlıdır. 

Müslümanlar dinlerini doğru öğrenmek ve yaşamak istiyorlarsa -ki bunu istemeye mecburdurlar- önce vahye dayanan ve herkes için bağlayıcı olan bilgileri elde etmek durumundadırlar. 

Bu bilgileri elde etmek de kimsenin tekelinde değildir, dileyen her müslüman usulüne göre okuyarak, ders alarak, eğitim ve öğretim görerek bunlara sahip olabilir. 

Bu sağlam din bilgilerini elde etmedikçe müslüman, ilham, rüya vb. kaynaklara dayandığı iddia edilen bilgilere itibar edemez; çünkü henüz bunları test edecek "ölçüt, mihenk" bilgileri elde etmemiştir, böyle olunca da yanıltılması, saptırılması mümkündür. 

Vahye dayalı, bu sebeple de sağlam olan bilgileri elde ettikten sonra bir şahsa ilham kanalından bir bilgi ulaşırsa buna itibar etmeden önce bunları, sağlam vahiy bilgisi ölçütüne vurmak durumundadır. 

Kur'an'da ve Sünnet kaynaklarında bulunan, İslâm tarihi boyunca güvenilir alimler tarafından sistemleştirilmiş, tasnif ve telif edilmiş, açıklanmış olan bilgilere uymayan, bunlara ters düşen bilgi hangi kaynaktan ve kimden gelirse gelsin muteber değildir, böyle bir bilginin sahibine de veli denemez. 
Dinimizde istişare emredilmiş, istihare de tavsiye buyurulmuştur. Müslümanın kararında birinci derecede amil ve müessir istişare (erbabına danışma, müzakere etme, tartışma...) olmalıdır. 

Bu arada iki rek'at namaz kılınır ve arkasından da "işin hayırlı olması, hayırlı değilse nasip olmaması" dileğini de ihtiva eden istihare duası okunursa hem sünnet yerine getirilmiş, hem de manevi bir tedbire daha başvurulmuş olur. 

İstihareyi anlatan sağlam hadis kitaplarında bu duadan sonra uykuya yatıp rüya beklemek ve rüyada görülen işarete göre hareket etmek diye bir şey yoktur. 

Buna rağmen yapılır ve bir rüya görülürse buna da ne dereceye kadar ve hangi şartlar dahilinde itibar edileceği yukarıda açıklanmıştır. 

Resulullah (s.a.) bize en güzel ve en mükemmel örnektir, O'nun sünneti, O'nun yolu ve davranışları demektir, bunu izleyen başarı ve mutluluğa ulaşır, buna uymayan yollara (bid'ate) sapan ise doğru yoldan sapmış olur. 

GEÇMİŞİN GÖLGESİ




GEÇMİŞİN GÖLGESİ

Müftüden Fetva Almak Mı? Kalbe Danışmak Mı?



Müftüden Fetva Almak Mı?
Kalbe Danışmak Mı? 

Müftüler sana fetva verse de sen kalbine danış’ hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız? 
Bir şey hususunda bir hocaefendi helal, diğer hocaefendi ise haram diyorsa hangisine göre amel etmeliyiz?
 A) ’Müftüler sana fetva verse de sen kalbine danış’ hadis-i şerifini kahir ekseriyet hocalar ve âmme, ’kredi, faiz vb. meselelerde hem helal diyenler var, hem de haram diyenler var, benim kalbim helal diyenlere meylediyor’ deyip, az önce zikredilen hadis-i şerifi de kendilerine mesnet göstererek bu muamelelere dalmaktadırlar. 
Subhanallah, böyle bir söz Selef-i Salih’e ters ve aykırıdır. Zira onlar bu hadis-i şerif’i böyle şerh etmemişler ve böyle anlamamışlardır. İki yönden ki  Bu hadis-i şerife muhatap olan kalp, selamette olan kalptir. Yani kibirden selamette, riyadan selamette, hasetten selamette, dünya sevgisinden selamette, makam sevgisinden selamette, cimrilikten selamette, şehvetten selamette, enaniyetten selamette, kinden selamette vs. vs. hastalıklardan selamette. Aksi takdirde bu hastalıkların olduğu bir kalbe şeriat hususunda nasıl danışılır da onunla amel edilebilir.

2- Kalbe danışılacak olan durum, müftülerin helal diye fetva verdikleri durumda geçerlidir. Yani bir müftü sana bir hususta caizdir/helaldir der ise işte bu durumda sen kalbine danış ve eğer kalbin sana o şeyin haram olduğunu söylüyorsa kalbine gelen bu haram fetvası ile amel et. Ama müftü sana sorduğun şey hususunda haram fetvası vermiş ise bu durumda kalbe danışma vs. zaten söz konusu değildir, kişi müftünün haram fetvası ile amel etmek zorundadır.

B) Hâlbuki âlimlerin veya hocalarımızın ihtilaf ettikleri bir hususta Müslümanın nasıl davranması gerektiğini Ulema ve Arifler ortaya koymuşlardır. Bu zevat-ı kiramın hep bir ağızdan söyleyişleriyle; Âlimlerin veya hocalarımızın ihtilaf ettikleri bir fetvada bir meselede yapmamız gereken, ihtiyatlı olanı tercih etmek, yani helal diyeni değil haram diyeni veya helal diyeni değil mekruh diyeni tercih edip onunla amel etmektir. 

Buna misal olarak şöyle demişlerdir; örneğin bir âlim bir yiyecek hakkında helal diyor, diğer bir âlim ise mekruh diyorsa, mekruh diyenin görüşü alınıp onunla amel edilir. Cenâb-ı Hak bizleri Selef-i Salih’in anlayışı ve yolu üzere eylesin.
Hulasa;
a) Sana bir hususta ’haramdır’ diye fetva verilirse kalbine danışman vs. söz konusu değildir ve olamaz.
b) Sana bir hususta ’helaldir’ diye fetva verilirse bu durumda en azından mutmain olmuş bir kalbin sahibi isen o takdirde kalbine danışabilirsin.
c) Bir fetva/mesele hususunda hocalarımız ihtilaf edip bir kısmı ’caizdir’ diyor, diğer bir kısmı ise ’haramdır’ diyorsa sana lazım olan ’haramdır’ diyen görüş ile amel etmendir, nefsine uyup da ’benim gönlüme, kalbime helal diyen hocanın fetvası daha doğru geliyor’ dememendir, zira bu heva hevestir.

MÜHÜR KUYUSU





 MÜHÜR KUYUSU

ELMALILI HAMDİ YAZIR


ELMALILI HAMDİ YAZIRElmalılı Hamdi Yazır

Hazırladığı Kur'an tefsiri ve Kur'an meali ile Kur'an'ı Cumhuriyet Türkiye'sine tanıtan, okutan alim...
1878’de Antalya’nın Elmalı ilçesinde doğdu. Aslen Burdur’un Gölhisar ilçesine bağlı Yazır köyünden olan babası Numan Efendi Elmalı Şer’iyye Mahkemesinde başkatipti. Dedeleri Mehmed, Bekir, Hasan ve Bedreddin efendiler ilmiye sınıfına mensuptu. Annesi Fatma Hanım Sarlarlı Mehmed Efendi’nin kızıdır.
İlk ve ortaöğreniminin yanı sıra hafızlığını Elmalı’da tamamlayan Muhammed Hamdi, tahsiline devam etmek üzere dayısı Mustafa Efendi ile birlikte İstanbul’a gitti ve Küçük Ayasofya Medresesi’ne yerleşti 1895 Beyazıt Camii’ndeki derslerine devam ettiği Kayserili Mahmud Hamdi Efendi’den icazet aldı. Bundan sonra hocası Büyük Hamdi, kendisi de Küçük Hamdi diye anılmaya başlandı; yazılarında da bu imzayı kullandı. 
Soyadı kanunu çıkınca babasının köyünün ismini (Yazır) soyadı olarak aldıysa da daha çok doğum yerine nisbetle Elmalılı diye meşhur oldu. Tahsili esnasında Bakkal Arif Efendi ile Sami Efendi’nin hat derslerine devam ederek onlardan da icazet aldı. 1904 yılında girdiği ruus imtihanını kazandı. Bu sırada devam ettiği Mekteb-i Nüvvab’ı birincilikle bitirdi, Bir taraftan da kendi gayretiyle edebiyat, felsefe ve musiki öğrendi.
Ülkeyi çağdaş ilim ve medeniyet seviyesine ulaştırmaya vesile olabileceği ümidiyle meşrutiyet idaresini hararetle savunmaya başladı ve bu görüşü temsil eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilmiye şubesine üye oldu.
Avrupai tarzda bir meşrutiyet yerine şeriata uygun bir meşrutiyet modeli geliştirmek için çalışmalar yaptı. Beyazıt Medresesi’nde iki yıl süren dersiamlık görevinden sonra II. Meşrutiyet’in ilk meclisine Antalya mebusu olarak girdi. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine rıza göstermeyen fetva emini Nuri Efendi’yi ikna edip fetva müsveddesini yazmak suretiyle bu konuda etkili bir rol oynadı
Daha sonra Şeyhülislamlık Mektubat Kalemi’nde görev aldı. Mekteb-i Nüvvab ve Mekteb-i Kudat’ta fıkıh, Medresetü’l-mütehassısin’de usul-i fıkıh, Süleymaniye Medresesi’nde mantık, Mülkiye Mektebi’nde vakıf hukuku dersleri okuttu. 1915- 1917 yıllarında huzur derslerine muhatap olarak katıldı. 1918’de şeyhülislamlık bünyesinde kurulan Darü’l- hikmeti’l- İslamiyye azalığına, bir müddet sonra da bu müessesenin reisliğine tayin edildi.
 Israrlı teklifler üzerine Damad Ferid Paşa’nın birinci ve ikinci hükümetlerinde Evkaf nazırı olarak görev yaptı. Bu görevde iken ikinci rütbeden Osmanlı nişanı ile ödüllendirildi. 15 Eylül 1919’da ayan heyeti üyeliğine tayin edildi: İlmi rütbesi de Süleymaniye Medresesi müderrisliğine yükseltildi.
Cumhuriyetin ilanı üzerine memuriyet yaptığı kurumlar lağvedilince açıkta kaldı. Milli Mücadele sırasında İstanbul hükümetlerinde görev yaptığı için İstiklal Mahkemesi’nce gıyabında idama mahkûm edilmesi üzerine Fatih’teki evinden alınarak Ankara’ya götürüldü ve kırk gün tutuklu kaldı. Mahkeme sonunda muhtemelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olması sebebiyle suçsuz bulunarak serbest bırakılınca İstanbul’a döndü. Bundan sonra camiye gitme dışında evinden hiç çıkmadı. Bir geliri olmadığından maddi sıkıntı çektiği bu dönemde Metalib ve Mezahib adlı tercüme eserini tamamladı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkçe bir tefsir hazırlatılması kararı alınınca Diyanet İşleri Reisliği bu işi kendisine teklif etti. Elmalılı teklifi kabul ederek tefsiri yazmaya başladı: Hak Dini Kur’an Dili adını verdiği eserini vefatından önce bitirmeye muvaffak oldu. 27 Mayıs 1942’de, uzun müddet müptela olduğu kalp yetmezliğinden Erenköy’de damadının evinde vefat etti ve Sahrayıcedid Mezarlığına defnedildi.
Çağdaşları arasında benzerine az rastlanan geniş kültürlü mütefekkir bir din âlimi olan Elmalılı Muhammed Hamdi aynı zamanda sanatçı bir kişiliğe sahipti. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmasına rağmen edebi yönüyle pek tanınmamıştır. Eserlerinde kullandığı dil üzerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığına göre Elmalılı yazılarında genellikle sade Türkçe kelimeleri tercih etmiş, ancak Türk dilinin öz malı haline gelen Arapça, Farsça ve Batı kaynaklı kelimeleri de ihmal etmemiştir. İlmi ve dini konulara ilişkin yazılarında ise oldukça ağır ve ağdalı bir üslup kullanmış, yer yer secili cümleler kurmuş, mantık örgüsü sağlam uzun cümleler kullanmakta başarılı olmuştur.
İlmi Şahsiyeti
Elmalılı, İslam ümmetinin içtimai vicdanını kaybetmesinin büyük felaketlere sebep olacağını, müslümanları Avrupalılaştırmanın bir hata olduğunu ve kurtuluşun Avrupa’yı içimizde eritip kendi değerlerimizi korumakla mümkün olabileceğini yazılarında ısrarla belirtmiştir. Ona göre Batı’nın değerlerinden değil ilminden faydalanmak gerekir. Çünkü insanlar ancak İslami esaslara bağlı kalmakla mutlu olabilirler. Esasen insanlık kendi türünü devam ettirebilmek için bir gün mutlaka İslamiyeti benimsemeye mecbur kalacak ve gelecekte İslam dini daha iyi anlaşılıp uygulanacaktır. Muhammed Hamdi, İslami ilimlerdeki derin vukufunun yanı sıra felsefi düşünce ve pozitif ilimler alanında da sağlam bir anlayışa sahipti. 
Nitekim dini endişelerle pozitif ilimlerin önüne engel konulmaması gerektiğini kuvvetle savunmuştur. Dini, kendi arzularıyla iyilik yapacak ve kemale erecek insanlar yetiştiren bir eğitim müessesesi veya insanları kendi istekleriyle tabiatta gözlenen zorunluluk ve baskıların üstüne yükseltecek olan bir hürriyet yolu olarak görür.
Elmalılı’ya asıl ününü kazandıran eseri Hak Dini Kur’an Dili adlı meşhur tefsiridir. Ona göre Kur’an-ı Kerim hiçbir dile hakkıyla tercüme edilemez. İhtiva ettiği manaları keşfetmek çok zor olmakla birlikte Kur’an’ı tefsir edebilmek için kelimelerin gerçek anlamını belirlemek, lafız ve mana bakımından ilişkili olan kelimeler arasında bağlantı kurmak, lafızların yer aldığı metnin genel kompozisyonunu dikkate almak ve neticede kastedilen asıl mana ile tali manaları ayırt etmek gerekir.
Eski ve yeni ilmi teorilerin hepsi doğru veya yanlış addedilmemeli, Kur’an tefsirini, bir zaman için geçerli görülen belli ilmi ve felsefi görüşlerin sınırlarına çekerek fikirleri ve vicdanları daraltmamalıdır. Tefsirde hem rivayet hem dirayet metodunu kullanan Elmalılı lbn Cerir et-Taberi, Zemahşeri, Ragıb el-İsfahani. Fahreddin er-Razi, Ebu Hayyan el-Endelüsi, Şehabeddin Mahmud el-Alusigibi belli başlı müfessirlerin eserlerinden geniş ölçüde faydalanmış. tasavvufi konularda Muhyiddin lbnü’l-Arabî’nin kitaplarından alıntılar yaparak fikirlerini bazen tasvip etmiş bazen eleştirmiş, fıkhi konularda genellikle Hanefi kaynakları ile yetinmiştir.
Kur’an’ı tefsir ederken döneminin tartışma konularına da yer verip bunlardan Kur’an’a uygun olan görüşleri belirlemeye çalışmıştır. Akli bir zaruret olmadıkça ayetleri mutlaka zahiri manada anlamayı gerekli görmüş, Muhammed Abduh’un, Fil süresini tefsir ederken ebabil kuşlarının Ebrehe ordusuna attığı taşların kızamık veya çiçek mikrobu taşımış olabileceğini ileri sürmesi örneğinde olduğu gibi zorlama tevilleri Kur’an’ı tahrif olarak kabul etmiştir. Elmalılı ilmi tefsir tarzına da önem vererek çiçeklerin rüzgar vasıtasıyla aşılanmasından söz eden ayetin(el-Hicr 15/22) çiçeklerin de erkek ve dişilerinin bulunduğuna işaret ettiğini belirtmiş, bu tür bilgileri Kur’an’ın ilahi menşeli bir kitap olduğunu kanıtlayan mucizeler saymıştır.
Hak Dini Kur’an Dili’nin umumiyetle geleneksel tefsir çizgisinde yer aldığı kabul edilmekle birlikte Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelişini, monomer (bir analı) bir hücreden teşekkül etmiş olabileceği şeklinde açıklayan yorumunda olduğu gibi çağdaş ilmi verilerden hareketle Kur’an’a yeni yorumlar getiren Muhammed Hamdi’nin önceki alimlerin bazı ayetlere verdiği manaları isabetsiz bularak onlara yeni anlamlar vermesi onun orijinal tefsir yapabilen bir alim olduğunu kanıtlar mahiyettedir.
Kendi ifadesine göre ictihad ehliyetine haiz bir âlim olan Elmalılı, fıkıh ve usul-i fıkıh sahasında derin vukuf sahibi idi. Ona göre delillerini ve illetlerini anlamadan hükümleri ezberleyip nakletmek fıkıh bilmek demek değildir. Fıkıh bilmenin en aşağı mertebesi mansus bir illetin tatbikinden ibaret bir tahkik’tir. Müslümanlar meselelerini çözmek için mucize beklememeli, bunları yetiştirecekleri âlimlerin yapacakları ictihadlarla halletmelidirler. 
Müslümanların İslami esaslara dayanmayan kanunlara boyun eğmesi zor olduğundan ihtiyaç duyulan kanuni düzenlemeler mutlaka İslam hukuk felsefesine göre hazırlanmalı, bunun için uzmanlardan oluşan bir ilim heyeti oluşturulmalı, bu heyet öncelikle Hanefi fıkhından başlayıp cem’ ve telif yapmalı, kanun haline dönüştürülmeye uygun hükümler hangi mezhebe ait olursa olsun alınmalı, hiçbir mezhepte hükmü bulunmayan meselelerde ise Avrupa kanunlarından aktarmalar yapmak yerine usül-i fıkıh esasları çerçevesinde ictihadlar yapılmalıdır. 
Bu şekilde bütün medeniyetlerin takdir edeceği kanunların hazırlanması mümkündür. Bu ameliye mezheplerin telfiki olarak da anlaşılmamalıdır. Zira burada bir meselede iki mezhebe göre amel etmek söz konusu değildir. Hanefi usul-i fıkıh ekolüne bağlı olan Elmalılı’ya göre icmaa dayalı meselelerin esasını teşkil eden şura müzakereleri ashap devrinden sonra Kur’an’ın konuya atfettiği öneme uygun şekilde geliştirilmemiştir. 
Her ne kadar bir kişinin şaz görüşlerle amel etmesi caizse de icmai hususlarda ittifak noktaları araştırılmadan şaz görüşlerin dikkate alınması tevhid şiarına aykırıdır. Naslardaki hükümlerin değişmesi mümkün değildir. Zira bu nevi hükümler insanların değişmeyen özellikleriyle ilgilidir. İctihada dayanan hükümler ise zamana ve fertlere göre değişebilir. Hüküm koymakta kıyasın kullanılmasını Kur’an’ın bir emri olarak gören Elmalılı’nın seferle ilgili görüşleri dikkat çekicidir. 
Ona göre yolculuk sırasında namazların kısaltılmasından maksat rekat sayısını azaltmak değildir. Çünkü ilgili ayete bu şekilde verilecek bir mana akşam ve sabah namazları için geçerli olmaz. Şu halde namazları kısaltmaktan maksat, “kıyam” yerine “kuud” veya “rüküb” (binekli), rükü ve sücud yerine de ima ile iktifa ederek namazın keyfiyetinde kısaltma yapılması olmalıdır. Tren gibi vasıtalarla üç günden az bir süre yolculuk yapanlara seferi ruhsatı verilemez. 
Çünkü yolculuk için kullanılan nakli vasıtası kendi yolu ve kendi hızıyla nazarı itibara alınır. Yolculuk süresi ise asgari üç gündür. İki gün yaya yolculuk yapan kimseye sefer ruhsatı verilemezken bir gün, hatta yarım gün yolculuk yapan tren yolcusuna sefer ruhsatı tanımak şeriata aykırıdır ve dolayısıyla günahtır. Bu görüşünden dolayı dönemin Diyanet işleri Reisi Ahmed Hamdi Akseki tarafından tenkit edilen Elmalılı fikrinde ısrar ederek karşı görüşleri eleştirmiştir
Muhammed Hamdi tasavvufla da ilgilenmiştir. Tefsirini hazırlarken vahdet-i vücud konusunda yer yer tenkit ettiği İbnü’l-Arabî’den bol miktarda iktibaslar yapması ve zaman zaman sufi meşrepli bir üslup kullanması tasavvufi temayülünün işaretleri sayılmalıdır. Ayrıca onun şabaniyye tarikatına mensup olduğu da söylenir. Elmalılı’ya göre insanın ferdi ve içtimai hayatına ait hazlarını ve fıtri ihtiyaçlarını akamete uğratacak bir hayat tarzı, başka bir ifadeyle insanı beşeri ve cismani bütün özelliklerinden ayırıp onu sırf ruhani bir varlık gibi yaşatma eğilimi İslam’da makbul sayılmamıştır. 
Zühd ve takvanın manası nefse eziyet etmek değil onu itidal çizgisine çekmektir. “Her mevcut Allah’tır” demek şirktir. Bununla birlikte. “Allah’tan başka mevcut yoktur” tarzında özetlenen vahdet-i vücud nazariyesini Allah’ı yegâne vacibü’l-vücud, masivayı da ona bağlı olan mümkin ve izafi varlıklar şeklinde anlamakta sakınca yoktur. Keşfe mazhar olan havas marifetullah konusunda ileri merhalelere ulaşabilir. Ancak bunların görüşleri vahiy gibi telakki edilmemeli, zahir ulemasının her söylediği de mutlaka doğru görülmemelidir. “Hakikat-i Muhammediyye’in zuhuru bütün hilkatin gayesidir.
Üç dört yıl aralıksız felsefe ile meşgul olan Muhammed Hamdi. Batılı bazı yazarların mantık ve felsefe kitaplarını tercüme etmek, pozitivizm, materyalizm ve tekâmül nazariyesi başta olmak üzere çeşitli felsefi sistemleri eleştirmek suretiyle felsefede de söz sahibi bir âlim olduğunu göstermiştir. Bilgiler arasındaki ilişkileri düzenleyerek mutlak senteze varmayı önemli gören Elmalılı, diğer mütefekkir ve alimlerden bağımsız olarak düşünebilmesi ve onları yer yer eleştirerek farklı görüşler ortaya koyması açısından müslümanların tefekkür hayatının canlanmasına katkıda bulunmuştur. 
Elmalılı varlık şuurundan insanın açık seçik bilgisine, oradan da Allah’ın varlığına ve idealist bir âlem anlayışına ulaşabilmiş, nübüvvet konusunu felsefi problemler arasına alarak felsefe – din kavgasına köklü bir çözüm getirmeye çalışmıştır. Ona göre mutlak olarak dinle çatışan filozoflar gerçeğe ulaştıklarından değil gerçeği kavrayamadıklarından bu tavır içine girmişlerdir. Gözlem ve deneycilikte bir taassup olan pozitivizm gerçekte fikri taassuba kapılmış ve duyu ötesini inkâr etmek suretiyle aklın ilkelerine, hatta tecrübî verilere aykırı düşmüştür. 
Zira hiçbir akli ilkeye veya deneye göre “tecrübe sınırlarının ötesi yoktur” denemez; aksine bütün deneylerin verilen bize gözlemle deneyin ötesinde bilemediğimiz bazı gerçeklerin bulunduğunu öğretir. Mukaddesatı ortadan kaldırmak isteyen ve sonunda kendi vicdanında mahkûm olarak putperestliğe yakın bir inanca sığınma ihtiyacını duyan Auguste Comte, “üç hal kanunu” teorisini ileri sürerek önce Allah’ın varlığına ilişkin bilginin kendi fıtratında bulunduğunu itiraf etmişse de daha sonra bu selim yaratılışının sürekli olarak bozulduğunu ilan etmiş oldu. Ancak Comte kendisindeki değişikliğin bütün insanlarda da mevcut olduğu vehmine kapılmıştır. Elmalılı’ya göre gerçeği kavramak için akıl tek başına yeterli değildir, onun da ötesinde iman alanı vardır. 
Akıl bu alanın gerçekliğini kavrayıp doğrulayabilir. Gerçekliğin bütününü felsefi tefekkürüne konu edinen Elmalılı tekâmül nazariyesinin tutarlı olmadığını söyler. Zira canlı varlıkların meydana geliş biçimlerini ortaya koyarken spekülasyon yerine gözlem ve deneye dayanmak gerekir. Ancak hiçbir gözlem ve deney, tekâmül nazariyesinde iddia edildiği gibi bir canlı türünün başka bir canlı türünden meydana geldiğini göstermemiş, aksine her canlının kendi türünden bir canlıdan doğduğunu kanıtlamıştır. Bundan dolayı insanların maymunlardan türediği iddiasının kesinlikle ilmi değeri yoktur. 
Esasen insanla maymun arasındaki gerçek fark kıl ve kuyruk farkı değil akıl, mantık ve ahlak farkıdır. Bütün hüneri taklit içgüdüsünden ibaret olan maymun, önünde günlerce ateş yakılsa ve kendisine ateş karşısında ısınma eğitimi verilse bile tek başına terk edildiği soğuk bir ortamda önündeki kibritle ateş yakıp ısınmayı düşünme mantığını yakalayamaz, aklın ürünü olan ahlaki davranışları ise hiçbir zaman gösteremez. Ontolojik delile yönelttiği tenkitlerden ötürü Kant’ı da eleştiren Elmalılı, onun vacibü’l -vücud kavramını tahlil ederken hataya düştüğünü söyler. Elmalılı, gerçeği veya doğru olanı değil sadece faydalı olanı bulmayı amaçlayan pragmatizme de ciddi eleştiriler yöneltmiştir.
Kelami Görüşleri
İtikadi konuları desteklemek maksadıyla felsefeye yönelen Elmalılı aynı zamanda yeni devrin önemli bir kelam âlimidir. Her ne kadar kelam ilmine dair müstakil bir eseri yoksa da tefsirinde kelami problemlere büyük bir yer ayırmış ve hemen hemen hepsine çözümler getirmeye çalışmıştır. Ona göre bir din felsefesi sayılması gereken kelam ilmi İslam felsefesinin asıl temsilcisidir ve varlık problemiyle marifetullah bahsinde büsbütün ayrıldığı Stoacılar’a benzer bir yaklaşım içindedir. Bilgi probleminde ise kelam ekollerini iknai (dogmatik) ve tedribi (tecrübeci) olmak üzere iki gruba ayırır. Ehl-i sünnete bağlı olan Elmalılı, İslam akaidine aykırı bütün akımları takip ederek bunlar karşısında yeni deliller geliştirmiş, Vehhabilik gibi yeni ortaya çıkan bazı mezhepleri de tenkit etmiştir.
Eserleri
1. Hak Dini Kur’an Dili. Kırk sekiz yaşında iken başlayıp altmış yaşında tamamladığı tefsiri olup en meşhur eseridir, ilk defa Diyanet işleri Reisliği tarafından yayımlanan eserin daha sonra birçok baskısı yapılmıştır.
2. İrşadü’l-ahlâf fi ahkami’l- evkaf. Mülkiye Mektebi’nde okutmak üzere hazırladığı bir ders kitabıdır.
3. Hz. Muhammed’in Dini İslam. Anglikan Kilisesinin sorularına şeyhülislamlık adına verdiği cevaplardan oluşan bir risaledir. Tefsirinin sonraki baskılarının baş tarafına eklenerek yayımlanmıştır.
4. Metalib ve Mezahib. Fransız felsefe tarihçisi Paul Janet ve Gabriel Sealles tarafından yazılan Histoire de laphilosophie adlı eserin tercümesidir. Tahlili Tarih-i Felsefe başlığını da taşıyan esere yazdığı mukaddime ile tahlil ve tenkit mahiyetindeki geniş dipnotları felsefi bakımdan büyük değer taşımaktadır.
5. İstintcai ve İstikrai Mantık. İngiliz müellifi Alexander Bain’e ait eserin Fransızcaya yapılan tercümesinden Türkçeye çevirdiği bu kitabı Süleymaniye Medresesi’nde öğrencilere ders notu olarak vermiştir.
Bunların dışında ilhadın temelsizliği, inkar ve şirkin insan ruhunda uyandırdığı ıstırap, İslamiyet’in ilerlemeye engel olmadığı, orduya yapılan yardımların zekat yerine geçebileceği gibi değişik konularda Beyanülhak ve Sebilürreşad dergilerinde Küçük Hamdi veya Elmalılı Küçük Hamdi imzaları ile yayımlanmış yirmiyi aşkın makalesi vardır.
Kaynak: Diyanet Ansiklopedisi

İhyâu Ulûmid'd-Dîn Cilt:8




İhyâu Ulûmid'd-Dîn Cilt:8

İhyâu Ulûmid'd-Dîn Cilt:8 ile ilgili görsel sonucu

İçime Doğmuştu Bunun Böyle Olacağını



İçime Doğmuştu Bunun Böyle Olacağını

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...