17 Temmuz 2012

TABLO VE AFRİCAN MANGO ZAYIFLAMA KAPSÜLÜ

Dekoratif Yatay Tablo 3'lü (8 Model)

Dekoratif Yatay

Tablo 3'lü (8 Model)

12,90 TL-3,90 TL

African Mango %100 Doğal Zayıflama Kapsülü
59,90 TL
8,90 TL 

DEKORATİF YATAY TABLO

Dekoratif Yatay Tablo 3'lü (8 Model)

Dekoratif Yatay Tablo 3'lü (8 Model)

12,90 TL
3,90 TL

BİR TEK BENİ İSTEMİYORLAR

BİR TEK BENİ İSTEMİYORLAR

 

BİR TEK BENİ İSTEMİYORLAR
 
Zamanın birinde bir Allah dostu şöyle dua etmiş:
“Ya Rab, bu kadar insan Sana dua ediyor,
 Senden bir şeyler istiyorlar.
Ya Rab!
Ben merak ettim, Senden ne istiyorlar.
 Bana bunları bildir ya Rab!
” Allah bu dostunun duasını kabul etmiş ve kendisine edilen tüm duaları veliye bildirmeye başlamış.
 Mübarek edilen du…aları duydukça gitgide erimeye, kahrolmaya, üzülmeye başlamış.
Öyle ki artık dayanamaz hale gelmiş.
Ve Şöyle yalvarmış:
“Aman Ya Rab! Bunu benden al Allah’ım.”
 “Neden ya kulum?” diye Allah sorunca;
“Aman Ya Rab! Senden neler neler istiyorlar. 
Dayanamadım.” demiş.Allah :
“Evet, benden ev istiyorlar,
araba istiyorlar,aş, iş, eş istiyorlar,
sağlık mutluluk istiyorlar.
Ama BİR TEK BENİ İSTEMİYORLAR” demiş.Dualarıyla Allah’ın Zatını isteyenlerden olalım inşaallah…
Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr.
Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler
ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir.
Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir.
İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır..
13 / RAD – 22

DUA,AŞIĞIN MAŞUĞUNA BİR HABER SALMASIDIR

Öğrendim ki dua,aşığın maşuğuna bir haber salmasıdır

Yürekten Rabbime Yakarış!
Gecelerden sabahlara, karanlıklardan güneşlere doğru açılan yüreklerimizin perde aralıklarından süzülen nur katreleriyle geldim kapına… 
Biliyorum, güllerden geçer sana giden yollar…
…Yakarışlarla, dualarla, tahiyyatlarla bezenir.
Ey rahmetiyle kalpleri evirip çeviren, sana kalbimi getirdim. Ey kalpleri nuruyla sarıp okşayan! Onulmaz yaralarla kan-revan kalbim avuçlarımda, kapına geldim.
“Selâm olsun ömür seccadesini gönül dergâhına serenlere” diyebilmeyi ne çok isterdim, ama biliyorum ne yüzüm var ne de hakkım…
Öğrendim ki dua, aşığın maşuğuna bir haber salmasıdır; gözyaşlarıyla yazılmış bir mektubu. Ve bir bekleyiştir, iştiyakla, korkuyla, ümitle bekleyiş… İşte, zaman her saniyesini balyozlamaktayken ömrün, verilmemiş hesapların korkusuyla, titreyen yüreklerimize bir lahza umut adına geldik kapına…
Ahh… gelebildik mi, bir haber var mı affa dair?
 Acziyetimi alarak koynuma, bir derviş hırkasıyla, sevgili Eyyub’unun sabrını yüklenerek gelebilmek isterdim kapına… Meryem örtülerimi örtünebilseydim… Tur Dağı’ndaki o ses bir yankı bulabilseydi ruhumda insanlığım adına. Önünde bütün ruhumla secde edebilseydim…
Yeri göğü bağrına basan ey! Ey gökyüzünü kudretiyle sürmeleyen! Rahmetini serp taşlaşan gönüllere ey!.. Sanadır münacatım, yalnız sana olsun aşkım, lûtfeyle…
Bir avuç ateşböceği uçuruver ne olur zifiri yüreklerimize. Kararan günlerimize, gecelerimize… Ve “ne olursan ol gel!” diyen aşıkların hürmetine, ne olur affeyle… Seni aradım durdum gönüllerin yalnızlığında çöllerinin, menzilsiz yollarında ve bir katre rahmetine muhtaç toprağımda. Ah perde, ah şahdamarım… Şefkatinin gölgesine sığınıyorum Ya Rab!
Hiçliğin zerresinde kavrulmaya can attığım demdir. Vedûdsun… İltifatına muhtacız Ya Rab. Tenezzül buyur kulunun münacatına. Dua dua açılırmış sana giden kapılar. Hüzünlü bir sonbahar günü kapında yalvarmaya geldim. Senden korkum nâr değil, kaybetme korkusudur. Dostu, en sevgiliyi, sıla-i rahimi, cânânı, canda kaybetme korkusu…
Umudumsa rızan: “İlahi ente maksudi…” Yüreklerimiz ezik Ya Rab. Yüzümüz yerde. Kaldırıp başımızı sonsuzluğa bakmaya yüzümüz yok… Layık olamadık. Pişmanlığın dehlizlerinde boğuluyorken ağlayamadık, derinden sessizce… Zayıf iradelerimizle, alacakaranlık yüreklerimizle bir damla gözyaşı getirebilseydik yürekten, ihlas adına. Biliyorum pişmanlıklara delil kabul ederdin… Yüreğin zayıf noktalarında mahkum olduk nefsimize. Ya Rab çıkar kelepçelerini o aleyhillânenin…
,
Çıkar ne olur, dostlarının hatırına. Azad et Ya Rab şüphelerin oyuncağı olmuş aklın nezarethanesinden. Kutlu sevdanın kokusundan doya doya içir sinelerimize. Diri meyyitler gibi değil, sırat-ı müstakim üzerinde günahlardan nurunla yıkanmış olarak yürümeyi nasib eyle.
Şehirler, evler mezar oldu Ya Rab. Her evden ceset kokuları yükseliyor semaya. Bedenler değil, ruhlar ölü. Bize nurunla dirilmeyi nasib eyle. Biz sanemler inşa ettik yüreklerimizde gökdelenler boyu. Biz yeryüzü tanrılarının eteğini öptük.
,
Dizboyu battık çirkefine alemin. Sahte dostları, riyakar aşkları çarparak yüzüne insanlığın, sana koşmayı nasib eyle. Tevbe kapılarının ardına değin açıldığı ve meleklerin kanatlarıyla yeryüzüne kapandığı günlerin rahmetinde yüzmekteyken, ebed aşkını gönüllerimize nakşet. İşte can pazarında canımızı satmaktayız, bir iltifatın uğruna… Gülistanında renksiz, kokusuz bir yaprak olmayı çok görme. Yüce kapında kıtmir olanlardan eyle…
,
Amin.

YAŞAMIN OLMAZSA OLMAZI EY AZİZ AŞK

Ey Aziz Aşk
Ezelde yaratılmış ebedî
Her ruha kodlanan his
Mümkünü mümkünsüz sır
İnkârsız inkârsın…
Hem zan’sın, hem de var
Kâinatta tek mizan,
En hakikî hakikat
En muhteşem yalansın…
Ne, neden, nasıl ile  
Muallâk  her sorunun,
Evet, hayır, çünkü, belki
Tarifsiz tarifi, cevapsız cevapsın…
Şekillendiremediğimiz şekil
Mânâlandıramadığımız mânâ
Sonuçlandıramadığımız dava
Hem maraz, hem ilaçsın…
Karınca’nın cüsseden büyük yükü
Bağa’nın yarıştığı yol
Kartal’ın koruduğu Serçe
Ahu’nun parçaladığı  Kaplan’sın…
Çelikten kozayı delen kelebek
Bebek dudağında nakıyy gülümseme
İpek kadar zarif ve ince
Mevcudat da ayarsın.
Dervişin dilinde hâl
Şairin parmağında sihir
Ressamın fırçasında ahenk
Ozanın  gönül mızrabıyla çaldığı sazsın…
Çölde bir avuç  bengisu
İrem  kokulu rüzgar
Suyun söndüremediği ateş
Buzun içindeki nar-ı beyza’sın
İki kirpik arası yakalanan an
Ürkekçe tutulan elde titreyiş
Tende gezinen dilde ki haz
Çift kişilik ilahî bir danssın,
Kalbi besleyen taam, ruhun aldığı nefes
Vazgeçilmez arayış, af beklenmeyen ceza
Ben’in içindeki ben, can içre Can’sın…
Her gönlün gizli niyazı
Bir ömür yaşansan da doyulamayan
İlmini öğrenmeye zaman yeter mi?
Ey Aziz Aşk sen ki!
Üç harfle ulaşılan kâmil sanat
Tek heceyle yazılan külliyatsın…
Sevgili arkadaşlar,
Sevgiyi yaşamın özüne indirgeyen her gönüle sonsuz saygı ve sevgiyle... 
Daim sevgiyle kalın, hayatınızdan gönlünüzden sevgi hiç eksik olmasın.

EY BÜLBÜL HÜSRANDASIN

EY BÜLBÜL

Ey! Bülbül hüsrandasın
Uyan gaflet uykularından
Gerçeğin dairesi ateş’ten
İçinde yanamadığın…

Teğet bile geçemezken Aşk’a
Ne  çok masal var renkli
Kokusuyla mest olup
Hulyasına kandığın…

Şahdamarından yakın Aşk
Bir hu mesafesindeyken Maşuk
Kaf dağı yakınlığıdır masal
Masalcının dudağında sihir
Yaşadığını sandığın…

Hayallerin içine dalar hep
Taşın altına konulamayan yürek
Kalem olur, ha bire yazar da
Kelimelere hapis sevdalarla
Oyalanır gönül…

Sen kışı bekleyedur
Donar tebessüm baharda
Daha tomurcuklanamadan
Sarıp sarmalanan masalların ardında
Okunamayan mektup oysa gül

Ömür bir varmış bir yokmuş arası
Artık alamadığın nefeste biterken
Bulamadığın aşka ağlamak ne fayda
Ah! Hüsrandasın bülbül…

KUŞLAR GİBİ TUZAĞA GİTME DEMEDİMMİ


Birgün kızsan bana, alsan başını
Yüzbin yıllık yere gitsen
Dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?
Demedim mi bu görünene razı olma
Demedim mi sana yaraşır otağ kuran benim asıl
Onu süsleyen bezeyen ben’im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana
Ben bir balığım demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın
Senin duru denizin ben’im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben’im
Senin kolun kanadın ben’im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin
Demedim mi soğuturlar seni
Oysa senin ateşin ben’im
Sıcaklığın ben’im demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani BENİ!! Kaybedersin demedim mi?
Söyle bunları sana hep demedim mi?

MEVLANA

1909 ADANA İÇ SAVAŞINDA YAŞANANLAR

1909 ADANA İÇ SAVAŞINDA YAŞANANLAR



                                            
                                           Savaş sonrası Adana'nın durumu
                                          Ermeni yetimleri için açılan okul
                                           Adana şehir merkezinin görünüşü

ADANA VİLAYETİ  “ALEV ALEV” YANIYOR!…



     1909 yılı geldiğinde kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı Cebelibereket Sancağı bölgesinde… Sancağın kuruluşunda merkezi Payas şehri idi. Vali Ziya Paşa zamanında Kozanoğlu isyanından sonra 1878 yılı içinde yaylalık yerde bulunan Yarpuz Sancak merkezi oldu. Görkemli bir hükümet binası yapıldı.

    Ama yıllar sonra 1906 içinde  Cebelibereket’in Sancak merkezi, denize yakın yerdeki Erzin Beldesine taşındı. Erzin, tarihi bir belde idi. Romalılar zamanında tarihi İssos şehri burada kurulmuştu.

     1908 yılı temmuz ayı içinde Osmanlı ülkesinde yepyeni bir döneme girilmişti. Adına Meşrutiyet denilen. Demokrasiye adım atılıyor. Farklı milletlere siyasi örgütlenme hakları veriliyor, seçimler yapılıyor, anayasal idareye geçiliyordu. Meşrutiyeti sevdirmek için göstermelik de olsa İstanbul’da Müslüman bir Türk ile bir Hristiyan Bulgar veya Rum ele ele vererek “kardeşlik fotoğrafı” çektiriyorlardı.

    Anadolu’nin göbeği sayılan bir bölgesinde Adana vilayetinde ise durum farklı idi. Yıllar önce (1895) Maraş’ın Zeytun yöresinde Ermeni Hınçak Partisi militanlarının çıkardığı iç savaş hafızalarda idi. Aylar süren Zeytun savaşları sonrası Zeytun kışlasındaki 600 civarında  Türk askerine savaş süresince işkence yapılmış, feci halde öldürülmüşlerdi.  İsyan sonrası teslim alınan Ermeni elebaşılar Halep’ten savaş bölgesine gelen Fransız konsolosu ve diğer Avrupalı diplomatların yardımı ile af edilerek ellerini kollarını sallayarak Mersin limanından Avrupa’ya gitmişlerdi. Bu olaylar bölgede yaşayan Türkler ve Ermeniler arasında derin düşmanlık duygularını güçlendirmişti.


    Türklerin kadim yurdu Çukurova veya batılı dillerde  tanımlanmasıyla Kilikya’da ise toplumlar arası ilişkiler sancılı bir döneme girmişti. Kısa süre önce Ermeni Kilisesi marhasası (delegesi) olarak Adana’ya gönderiler Başpapaz Muşeg, Kilikya üzerindeki siyasi amaçlarına ulaşabilmek için örgütlü çalışmalarına başlamıştı. Aynı dönemde 1909 yılı Aralık ayı içinde yapılan seçimler sonrası ünlü Hınçak örgüt başkanı Haçin’li Hamparsum  Boyacıyan veya “Muradyan”  Kozan Sancağından milletvekili seçilerek İstanbul’a Osmanlı Parlamentosuna gitmişti.

    Yıllardan beri bilinen bir başka husus daha vardı ki: para sahibi zengin Ermeniler,bölgenin sarraflık/bankerlik işleri karşılığında kazandıkları paraları toprak satın alma işine yöneltiyorlardı. İstanbul’dan gelen Nalbantyan ailesinin Kozan yakınlarında tırmılhöyük civarında önce 10 bin dönüm arazi almaları ve onları diğer Ermeni zenginlerin arazi alımlarının izlemesi… Adana şehir merkezi ve Seyhan nehri kıyısında Gülbenkyan, Bezdikyan ailelerinin geniş arazi sahibi olmaları bölgenin mülkiyet, nüfus dengelerini değiştirecek kadar önemli idi. Adana barosu avukatlarından ve örgüt üyesi Karabet Çallıyan, Gökdereliyan gibi önde gelen komite liderleri de  Ermeni siyasi amaçları için çalışmalarını yoğunlaştırdılar.


    Ermeni Papazı Muşeg, Osmanlı yönetiminin “Ademi merkeziyet”e geçmesi gerektiğini savunuyordu. Ki bu kavramın anlamı bölgesel farklı yönetimler, federasyonun gerçekleşmesi olarak kabul ediliyordu. Muşeg, Adana vilayetinde Vali dahil, Türk yöneticileri küçümsüyor,  basına verdiği demeçler ile kamuoyunu yanlış yönlendiriyordu. Ve Ermeniler, siyasi amaçlarına varabilmek için muhtemel bir çatışma ortamında örgütlü güçleri ile Osmanlı/Türk yönetimine karşı gelecekler, Batılı ülkeleri yardımları ile de önce askeri müdahale ve sonra da adım adım Ermeni siyasi haklarının korunduğu federasyon yönetimine kavuşacaklardı.

     Ve Ermeni ileri gelenlerinin sistemli çalışmaları sonucu deniz sahilinden kaçak getirilen silahlar dağıtılmaya başlandı.

    Cebelibereket sancağında ise durum farklı değildi. Ancak Sancak merkezi Erzin’e Mutasarrıf olarak gelen Mehmet Asaf Bey, gözlemleri ve gezileri esnasında Ermeni siyasi amaçlarından dolayı kanlı olayların çıkacağının farkına vardı. Ermeni örgütler Dörtyol merkezli çalışmalara başlamışlardı. 1908 yılı içinde Maraş yöresindeki Zeytun ve Fındıcak köyünden 2000 civarında Ermeni’nin Dörtyol bölgesine getirildiğinin tesbiti yapıldı. Dörtyol askeri kışlasının yakınlarındaki arsalar Ermeniler tarafından işgal edilmiş, savunma amaçlı askeri istihkam duvarları örülmeye başlanmıştı. Yine Dörtyol’un Çayağzı denilen yerde portakal bahçelerinin bulunduğu yer iskele gibi kullanılmaya başlanmıştı. 

    Papaz Muşeg, Cebelibereket gezilerinde Hristiyan Ermenilerin “askerlik bedeli” karşılığı devlete vergi vermemeleri çağrısında bulundu. Bedros Paşa, adındaki bir Ermeni Dörtyol’da “karapostallı” adı verilen silahlı milis gücü bile kurmuştu.


    Rumi takvim’in 31 Mart 1325’i (miladi-13 Nisan 1909) gösterdiği günde İstanbul’da Padişah II. Abdülhamit’i devirmek için irtica isyanı çıkarılmış, Hareket ordusu olaylara müdahale etmişti.  Ertesi 14 Nisan günü Adana şehir yakınlarında bahçelerde 2 Türk öldürüldü. Ölen Türk’ün yakınları Adana Valiliğine suçluların yakalanması için şikayette bulunmak üzere gittiler. Olayları planlayan Ermeni silahlı güçler, silah atışı yaparak Türklerin gözünü korkutmak istediler. Adana şehir merkezindeki Türk ve Ermeni mahalleler arasında çatışmalar yaygınlaştı, ölen ve yaralananlar vardı. Atışmalar bir hafta kadar sürdü. İngiliz Askeri Ataşesi Dougthy Wylie, Mersin’den Adana’ya geldi. Türk ve Ermeni ileri gelenlerinden “nasihatçı heyetleri” kurdu. Şehir mahallelerinde gerilimi azaltmaları için çağrıda bulunmaları görevi verdi. Bu arada Osmanlı Hükümeti de Adana’da kanlı olayların yayılmaması için İstanbul’dan gemiler ile asker göndermişti. Askerler Seyhan nehri kıyısındaki Kumluk denilen yerde çadır kamp kurdular.

     25 Nisan 1909 günü. Adana şehrinin Tepebağ bölgesinden yüksekçe bir yerden askerlerin çadır kampına makineli tüfenkler ile ateş açıldı. Askerlerden ölenler oldu. Yaşananlar planlı bir “iç savaş”ın ayak sesleri idi. Askerler savaş düzeni aldılar. Ermeni mahallelerine doğru askeri harekat başladı. Sokak sokak, ev ev çatışmalar bütün şehre yayıldı. Adana yanıyordu. Binlerce yılın hatırası tarihi Adana şehri kısa sürede yandı, enkaza dönüştü. Şehrin ana caddelerinde hayatta kalan insanlar harabeler ve cesetler arasında yürümeye başladılar. Türkler ve Ermeniler’den binlerce insan ölmüştü. Adına “İğtişaş” denilen bu iç savaşın bilançosu ağır oldu. Ermeni örgütlerin beklentisi olan denizden yabancı ülkelerin gemilerle müdahale etmesi hayalleri gerçekleşmedi. Mayıs 1909 başlarında Adana yanmış yıkılmış harabe bir şehirdi, binlerce insanın öldüğü. Ve savaş içinde bitiminde Adana şehir merkezindeki ABD’li misyonerler olayları belgelemek için fotoğraflar çekmeye başladılar.


    Cebelibereket Sancağında ise durum farklı değildi. Olaylar başladığında Türkleri silah kullanmaması için nasihatçilik yapan Koziçli Gök Müftü, saldırıya uğradı ve öldürüldü. Ceyhan yakınlarındaki Nacarlı köyü Ermenileri silahları ile birlikte toplu halde Erzin’e ve Dörtyola yürüyüşe başladılar. Ermeni yürüyüşü esnasında sayıları 50’yi bulan Türk köylülerinin “zekerleri (s.kleri) kesilerek ağızlarına konduğu öğrenildi. Bu yönde raporu Binbaşı Ömer Lütfi Bey ağlayarak yazdı ve görgü tanıkları ile birlikte imzaladı. Payas hapishanesine saldıran Ermeniler, kilitleri kırarak kendi yandaşlarını çıkardılar. Dörtyol’da bulunan Türk kışlasında yeterli asker ve cephane yoktu. Çatışmalar köylere yayıldı. Yönetim kontrolü elinden kaçırdı. Osmaniye şehir merkezinde Türkler karakollara başvurarak silah istediler. Ancak Mehmet Asaf Bey’in talimatları ile bir tarafa silah yardımı yapılarak iç savaşın çok kanlı sürmesinin önüne geçildi.  Çukurova’nın ve onu çevreleyen Toarosdağlarının her yerinde Türkler ve Ermeniler arasındaki derin nefret kin ve intikam duyguları patlak vermişti. Her yer “Alev alev yanıyordu”… Olayları çıkaran papaz Muşeg, sahilden Mısır’a kaçarak canını kurtardı.


    Adana’da yaşanan İğtişaş olayı sonrasında İstanbul’dan Askeri Teftiş (Soruşturma) Heyeti ve karma parlamento üyeleri Adana’ya geldiler. Sorgulama ve Askeri mahkemelerde yargılamalar başladı. Askeri mahkemelerin tespitlerine göre Ermenilerin toplam kaybı 6.000 , Türklerinki ise 4.500’e yakında. Sayıları 50’in üzerinde Türk için kanunlara göre idam cezası verildi. 40 küsür Ermeni içinde  idam cezası verilmişti. Ancak Askeri mahkemenin başkanı kumandanın bir isteği vardı: kan dökülmesinden sonra idamları infaz etmek bir çözüm değildi. Bayram yakın olduğu için genel af çıkarılması ve mağdurlara sahip çıkmak gerekiyordu.

    İstanbul’daki ermeni Patrikhanesi, olay sonrası yargılamadan memnun olmadı. Hristiyan dünyası ve batılı ülkeler nezdinde girişimler başlatıldı. Cemal Paşa, Adana’ya “Sıkıyönetim Valisi” olarak geldi. Askeri Divanıharp mahkemeleri yeniden kuruldu. Ermenilerin yönlendirmesi sonucu Cemal Paşa’nın açıklamalarına göre Adana şehir merkezinde 30, Erzin’de de 16 Türk idam edilmişti. Sadece 1 Ermeni idam edilerek dosya kapatılmıştı. Cebelibereket Sancağında Bahçe Müftüsü İsmail, kardeşi Yusuf ve Abdino’nun idamları hüzün verici idi. İdam infazları gerçekleştirilirken sanki Osmanlı yönetimi batının büyük baskı ve tehditleri karşısında kendi insanlarını idam ederek “dosyayı kapatıyordu”…

    Cebelibereket Mutasarrıfı Mehmet Asaf Bey, Askeri mahkemede idam cezası alması için defalarca yargılandı. Ve sonunda Dörtyola gelerek Türkler arasında yalancı şahit bulmak isteyen subayların aldıkları rüşvet ve orospularla keyif çatmaları içkili alemlerde bulunmalarına rağmen belgelerle kendini savundu. Ama sonuçta 4 yıl görevinden alınması cezasını aldı. Mehmet Asaf, olaylarla ilgili hatırasını yazarken “100 askerim olsaydı, Erzin ve Dörtyol’da olayların çıkmasını önlerdim” diyordu.

    Bu satırların yazarı (Cezmi YURTSEVER) , tarih öğretmenliği mesleği gereği 1988-2006 yılları arasında Adana şehir merkezinde Fen Lisesinde görev yaptı. Fen Lisesi’nin tarihi Eytamhane (Yetimler) Mektebi, 1909 İgtişaş olayı sonrası Osmanlı Hükümeti’nin 10 bin altın lira vererek yaptırdığı Ermeni Yetim Kızlar Okulu idi. Tarihci Yurtsever, Adanalı tarihin görgü tanığı Kasım Ener ile yaptığı görüşmeler sonrası Eytamhane Mektebinde Müdürlük yapan Datevyan Efendi’nin 1. Dünya Savaşı esnasında Adana’ya hava saldırısı yapan İngiliz uçaklarına telsiz sinyalleri gönderdiği ve aletlerin Eytamhane binasının çatı katında bulunduğu, Datevyan’ın da Türk ordusu 1918 yılı sonlarında Adana’dan ayrılışı esnasında Valilik binasında idam edildiği bilgisine ulaştı.

    İnsanın insanı öldürmeyi amaç bellediği savaş ortamında  acıları yaşayanlar ve olayların planlayıcıları “Nerede hatalar yaptık” sorusunu kendi vicdanlarına sorup samimi itirafları gerektiren açıklamaları belge halinde bıraktılar mı?  Maalesef Hayır! Olaylar sonrası ABD’ye dönen Haçin Kolijinde çalışmışy misyoner öğretmen Rosa Lambert kendi hatıralarının yer aldığı Haçin ve Ermeni Katliamları (Hadjine and Armenian Massacres) kitabını yayınladı. Kitabın  parasal desteğini İstanbul Ermeni Patrikhanesi üstlendi. Patrik, kitabın önsözünü de yazdı. Kitabın içinde yaşanmamış hayali bir hikaye kurgulanarak Türklerin Saygeçit köyü civarında 70 küsür Ermeni din adamını katlettikleri bilgilerine yer verildi. Böyle bir olay olsaydı, Adana’da batılı ülkeler konsolosları vardı. Yazışmalara yansır ve divanıharp mahkemesinin de gündemine gelirdi.  Daha da düşündürücü olan ise: Adana olaylarını kendisine göre yorumlayan bir ressam Adana’nın Tepebağ semtinde dar bir caddede sakallı pala bıçaklı Müslüman Türk hocaların masum Ermenileri boğazladığının görüntüsünü çizdi ve Arşivde koruma altında tutulmasını sağladı, olaylardan nerede ise 100 yıla yakın zaman geçmesine rağmen gizli bir el bahsi geçen fotoğrafı ve belgeleri yerinden çıkararak dünya kamuoyuna propoganda görüşü olarak sunuyor: Adana olaylarının bir soykırım olduğunu, 30.000 Ermeni’nin öldürüldüğünü ileri sürerek…

    Tarih bilimi neden önemlidir? Öncelikle insanların yaşadığı olayları kayıt altına alır ve hatırlatır, insanlar ders alsınlar diye.. Görünenler odur ki insanlar yalan yanlış bilgilerle yanıltılır, adına insan denilen “canavarlar” gündeme getirilir… Dünyayı cehenneme çevirmek için.



 HAKLARINDA İDAM KARARI VERİLEN TÜRKLERİN LİSTESİDİR



 1909 Adana “İğtişaş” olayı sonrası gerçekleşen yargılamalar sonrası haklarında idam kararı verilen Türklerin listesidir: (1)

     “ Bahçe Müftüsü İsmail Hakkı ve kardeşi Belediye Başkanı Yusuf, Abdioğlu köyünden Kibaroğlu Mehmet Ağa,İsmail Ağa, Karaisalı’dan Hasan oğlu Hüseyin, Mehmet oğlu Hasan, Ahmet, Mehmetoğlu Abdürrezzak, Şükrü oğlu İsmail, Mustafa oğlu Osman, Jandarma Süvarisi Mehmet oğlu Mustafa, Malatyalı Mehmet oğlu İbrahim, Mısırlı Beşir oğlu Hasan Hüseyin, Tarsuslu Sakallı Ali’nin oğlu Ahmet, Ayaslı Muhtar İbrahimin oğlu Cin Ahmet, Jandarma Süvari Çavuşu Yusuf oğlu Şaban, Abdioğlundan Hadme Vakkas’ın oğlu Süleyman, Abdioğlundan Yusuf Çavuş’un oğlu Mehmet,  Misis’in Çakalderesi köyünden Tütüncü Deliahmet’in oğlu Hacı Şerif, Misisli Nalbantzade Azmi,  Misisli Ali Veysel, Misisli Hoca oğlu Abdüllatif, Misisli Gazyağcı Halil oğlu Halil,  Havutlu bucağından Kürt Ali oğlu Osman, Kaysberiden Senem kadının oğlu Hasan, Adanalı Tahsildar Mustafa Efendi, Kozanlı Menemencioğlu Hüseyin oğlu Osman, Kamalı Aşiretinden Delihacı namlı Hüseyin oğlu Ali, Adana’dan arkacı Hasan oğluAbdullah, Tarsuslu Mavili Mustafa oğlu Ali, Tarsuslu Molla Arif oğlu Hacı Ahmet, Mihmandarlı Hacı Mahmut oğlu Abdullah, Tarsuslu Ömer hoca oğlu Mustafa, Gemisuralı Potuk Ali oğlu Mehmet, Çotlu’dan Ganbur ali oğlu Hacı Osman,İncirlikten Seydinin oğlu Mustafa, Buruk’tan Hevan Ömer oğlu Halil Kahya, İranlı olarak bilinen Ali, Asker Ruhi Çavuş…



Kaynaklar:

1.Yusuf Delikoca, Kuvayı milliye, Adana-2006, s. 19

                   ERMENİLER TARAFINDAN ÇEKİLEN SAVAŞ FOTOĞRAFLARI





































Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...