CELCELUTİYE KASİDESİ
14 Kasım 2012
BERHETİYE DUASI
(DİKKAT)Uygulamaya Geçmeden Önce:Tesirli Bir Tahassun Duası:Berhetiyye Duasının uygulamasına geçmeden önce meydana gelebilecek cin musallatlarından korunmak için iki kısımdan oluşan bu duayı okumalısınız. Bu tahassun duası cinlerden, kötülüklerden, kaza ve belalardan korunmak hatta ve hatta yapacağınız cin davetlerinden önce okumanız gereken çok tesirli, koruyucu bir duadır.Birinci Kısım:BismillahirrahmanirrahimTahassantu bizil mülki vel melekut ve aksemtü zil izzeti vel ceberut ve tevekkeltü alel hayyil kayyumil halimillezi la yenamu ve la yemut. Dehaltu fi hifzillahi. Dehaltü fi emanillahi. Dehaltü fi hirzillahi. Bi hakkı kef he ye ayın sad küfiytü. Bi hakkı hamim ayın sin kaf hümiytü. Bi la havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim. Allahumme salli ala seyyidina muhammedi zil hulukil azim.bi adedi ilmillahil azim ve sallallahu ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim.İkinci Kısım:BismillahirrahmanirrahimAllahümme inni es-elüke yâ menihtecebe bi-şuâi nûrihîan nevâzıri halkıhî, yâ men teserbelebil celâli vel aameti, veştehere bittecebbüri, fî kudsihî yâ men teâlâ bil celâli vel kibriyâi fî teferrüdi mecdihî yâ memingâdet lehül ümûrü bi ezimmetihâ tav-an liemrihî yâ men kametissemavati vel erdûne mücibati li davetihi ya men zeyyenessemai binnücumittaliati ve cealeha hadiyeten li halkıhi ya men enarel kamerel münire fi sevadilleylil muzlimi bi lütfihi ya men enareşşemsel münirete ve cealeha meâşen li halgihi ve cealehâ müferrikaten beynelleyli vennehâri bi azametihi ya menistevcebeşşükre bi neşri sehâibe niamihi es-elüke bi meâkıdil ızzi min arşike ve müntehârrahmeti min kitâbike ve bi külli ismi hüve leke semi'tü enzeltehû fî kitâbik*Bu dua 2 ucu keskin bıcak gibidir ... bilenler zaten bilirler bilmeyenler icin uygulama uygun degildir...
UZAYIN YAPISI
Uzayın Yapısı
Yazar Ayşe Hakyemezoğlu
Big bang ya da Büyük patlama, evrenin yaklaşık 14 milyar yıl önce çok yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan bilimsel teori. Galaksiler nebulözler ve yıldızlararası plazmanın bu şekilde meydana geldiğini savunur. Bu ilk infilaktan bu yana çok daha küçük patlamalar halen devam etmekte (süpernovalar) ve evren, genişleyip büyümeye devam etmektedir.
Gerçekten de dünyamızdaki gözlem evlerinden izlenen uzak galaksilerin ışığındaki kırmızıya kayış, bunun ispatı olarak kabul edilmektedir.
Büyük patlamadan gelen radyasyon, ilk defa 1964′te tespit edilmiştir. New Jersey’deki Bell Laboratuvarlarından Arno Penzias ve Robert Wilson, Samanyolunun dış kısımlarından gelen belirsiz radyo dalgalarını ölçmeye çalışıyorlardı.
Fakat bunun yerine gökyüzünün her tarafından gelen bir radyasyon buldular. Bu ışınımın bütün yönlerdeki parlaklığı aynı idi ve yaklaşık 3° Kelvin sıcaklığında bir ortamdan geldiği anlaşılıyordu. Daha sonra Penzias ve Wilson, bu buluşları için bir Nobel ödülü kazandılar.
Bigbang teorisine ilişkin şekil
Bu kozmik fon radyasyonunun, büyük patlamadan hemen sonra kainatı dolduran sıcak gazdan geldiği tahmin edilmektedir. Astronomlar, 1920′lerden beri kainatın genişlediğini biliyorlardı. Bu genişlemenin hızı da, 15 milyar yıl kadar önce bütün maddenin tek bir anda aynı noktada bulunması gerektiğini gösteriyor. İşte tam bu ilk zamana büyük patlama deniyor. O zamandan beri de kainat sürekli olarak genişlemektedir.
Büyük patlamadan sonra kainat radyasyondan yayılan çok sıcak gazla dolmuştur. İlk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti: Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K’ye düşünce bu parçacıklar birleştiler ve atomlar oluştu.
Bigbang teorisine ilişkin şekil
Bu kozmik fon radyasyonunun, büyük patlamadan hemen sonra kainatı dolduran sıcak gazdan geldiği tahmin edilmektedir. Astronomlar, 1920′lerden beri kainatın genişlediğini biliyorlardı. Bu genişlemenin hızı da, 15 milyar yıl kadar önce bütün maddenin tek bir anda aynı noktada bulunması gerektiğini gösteriyor. İşte tam bu ilk zamana büyük patlama deniyor. O zamandan beri de kainat sürekli olarak genişlemektedir.
Büyük patlamadan sonra kainat radyasyondan yayılan çok sıcak gazla dolmuştur. İlk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti: Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K’ye düşünce bu parçacıklar birleştiler ve atomlar oluştu.
Bu durum, kainata büyük bir değişiklik getirdi. O zamana kadar elektrik yüklü parçacıklar radyasyonu çok kolay emerlerdi. Radyasyon çok uzağa gidemediğinden, gaz da şeffaf değildi. Fakat nötr atomlar radyasyonu iyi ememediler. Bu durumda hareketine bir engel kalmadığından, radyasyon uzayda yayıldı.
Uzay genişledikçe radyasyonun dalga boyu uzadığı için, daha soğuk bir cisimden geliyormuş kanaatini vermeye başladı. Bizim radyasyonu ölçebildiğimiz şimdiki zamana kadar radyasyon, mutlak sıfırın ancak birkaç derece üstündeki sıcaklıklara kadar soğudu.
Kozmik mikrodalga fon radyasyonu
Kozmik mikrodalga fon radyasyonu
Penzias ve Wilson tarafından bulunan kozmik fon radyasyonu, bu düşünceye mükemmel olarak uymaktadır. Hem sıcaklık doğru derecedeydi hem de radyasyon bütün gökyüzünde aynı sıcaklıktaydı; çünkü bütün yönler büyük patlamaya doğru gidiyordu.
Fakat bu keşif ortaya çözülmesi gereken bir de bilmece çıkardı. Fon radyasyonu, büyük patlamadan 300.000 yıl sonra gazın son derece homojen olduğunu göstermektedir. Gazın içinde büyük topaklar ve delikler olsaydı, bunlar radyasyonun gökyüzündeki dağılımında sıcak ve soğuk bölgeler olarak gözükecekti. Öte yandan bugün çok topaklıdır. Kümeler, ince uzun gruplar halinde toplanan galaksiler ve bunların aralarında boşluklar vardı. Bu büyük yapıların orijinal gazın içindeki topaklardan çıkmış olması gerekmektedir. Tıpkı sütün topaklanarak peynire dönüşmesi gibi.
Kozmoloji ile uğraşan bilim adamları, fon radyasyonu iyi incelenirse, bunun sıcaklığında bazı sapmalar bulacaklarına inanıyorlar. Astronomlar, kozmik fon radyasyonunun sıcaklığını 1960′lardan beri giderek artan bir dikkatle ölçmektedirler. Birkaç yanılmanın dışında, yalnızca ortalama sıcaklıktan sapmalara sınırlamalar koyabilmişlerdir.
Penzias ve Wilson tarafından bulunan kozmik fon radyasyonu, bu düşünceye mükemmel olarak uymaktadır. Hem sıcaklık doğru derecedeydi hem de radyasyon bütün gökyüzünde aynı sıcaklıktaydı; çünkü bütün yönler büyük patlamaya doğru gidiyordu.
Fakat bu keşif ortaya çözülmesi gereken bir de bilmece çıkardı. Fon radyasyonu, büyük patlamadan 300.000 yıl sonra gazın son derece homojen olduğunu göstermektedir. Gazın içinde büyük topaklar ve delikler olsaydı, bunlar radyasyonun gökyüzündeki dağılımında sıcak ve soğuk bölgeler olarak gözükecekti. Öte yandan bugün çok topaklıdır. Kümeler, ince uzun gruplar halinde toplanan galaksiler ve bunların aralarında boşluklar vardı. Bu büyük yapıların orijinal gazın içindeki topaklardan çıkmış olması gerekmektedir. Tıpkı sütün topaklanarak peynire dönüşmesi gibi.
Kozmoloji ile uğraşan bilim adamları, fon radyasyonu iyi incelenirse, bunun sıcaklığında bazı sapmalar bulacaklarına inanıyorlar. Astronomlar, kozmik fon radyasyonunun sıcaklığını 1960′lardan beri giderek artan bir dikkatle ölçmektedirler. Birkaç yanılmanın dışında, yalnızca ortalama sıcaklıktan sapmalara sınırlamalar koyabilmişlerdir.
Yerden yapılan son deneyler, bunların da bir Kelvin’in 30 milyonda birinden fazla olamayacağını gösteriyor. Yerden gözlem yapan astronomlar, kozmik fon radyasyonunu incelediklerinde iki hususla karşılaşmaktadır: Birkaç santimetre daha uzun dalga boylarında gözlem yaptıkları zaman bizim galaksimiz Samanyolu’ndan gelen radyasyon, zayıf fon radyasyonundan baskın çıkıyor. Bizimi galaksimizdeki parlak ve karanlık kısımlar, fon radyasyonundaki herhangi bir sapmayı kolaylıkla maskeliyorlar.
Daha kısa dalgaboylarında ise Samanyolu daha zayıftır; fakat bu dalga boylarındaki radyasyon, Dünyanın atmosferindeki su buharı tarafından emilmektedir. Dünyanın her yerinde, çeşitli gruplar, yüksek dağlar, Antarktika ve yüksekte uçan balonlar gibi havanın kuru olduğu yerlerden gözlem yaparak bu problemi çözmeye çalışmışlardır.
Buna en iyi çözüm, bir uydudaki kısa dalga boylu bir radyo alıcısıdır. 1970′lerin ortalarında, bu gözlemcilerin çoğu, NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezindeki bilim adamlarıyla işbirliği yaparak Kozmik Fon Keşif Uydusu COBE’nin tasarımına katkıda bulundular.
18 Kasım 1989′da COBE, yörüngesine mükemmel bir şekilde oturtuldu. COBE’nin taşıdığı üç araçtan iki tanesi gökyüzünü uzun kızılötesi dalgaboylarında gözlemledi. Araçlar, uzaydan gelen zayıf sinyallerin uzay aracının kendi sıcaklığından etkilenmemesi için sıvı helyumla soğutulmaktaydı. Bu araçlar görevlerini seferin dokuzuncu ayında sıvı helyumun bittiği sırada tamamladılar. Araçlardan biri fonun ortalama sıcaklığını görülmemiş bir hassasiyetle ölçerek 2.735 °K değerini buldu. Diğeri de ilk defa olarak, uzun kızılötesi dalgaboylarında uzayın haritasını çıkardı.
Üçüncü ölçüm aleti fon radyasyonunun parlaklığındaki sapmaları aramak için tasarlanmıştı. Altı diferansiyel mikrodalga radyometreden oluşan bu düzenek gözlemlerine devam ediyor; çünkü bunların soğutulması gerekmiyor. Bunlarla gökyüzü şimdiye kadar iki kere tarandı ve üçüncü taramaya devam edilmektedir. Radyometreler gökyüzünü 3.5, 5.7 ve 9.5 milimetre olmak üzere üç kısa radyo dalga boyunda gözlemlemektedir.
Halen, dünyanın çeşitli yerlerinde aynı derecede hassas aletlere sahip ekipler COBE’nin görebileceğinden daha küçük, bir açı dakikası sapmalar bulmak için gözlem yapmaktadır.
Daha kısa dalgaboylarında ise Samanyolu daha zayıftır; fakat bu dalga boylarındaki radyasyon, Dünyanın atmosferindeki su buharı tarafından emilmektedir. Dünyanın her yerinde, çeşitli gruplar, yüksek dağlar, Antarktika ve yüksekte uçan balonlar gibi havanın kuru olduğu yerlerden gözlem yaparak bu problemi çözmeye çalışmışlardır.
Buna en iyi çözüm, bir uydudaki kısa dalga boylu bir radyo alıcısıdır. 1970′lerin ortalarında, bu gözlemcilerin çoğu, NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezindeki bilim adamlarıyla işbirliği yaparak Kozmik Fon Keşif Uydusu COBE’nin tasarımına katkıda bulundular.
18 Kasım 1989′da COBE, yörüngesine mükemmel bir şekilde oturtuldu. COBE’nin taşıdığı üç araçtan iki tanesi gökyüzünü uzun kızılötesi dalgaboylarında gözlemledi. Araçlar, uzaydan gelen zayıf sinyallerin uzay aracının kendi sıcaklığından etkilenmemesi için sıvı helyumla soğutulmaktaydı. Bu araçlar görevlerini seferin dokuzuncu ayında sıvı helyumun bittiği sırada tamamladılar. Araçlardan biri fonun ortalama sıcaklığını görülmemiş bir hassasiyetle ölçerek 2.735 °K değerini buldu. Diğeri de ilk defa olarak, uzun kızılötesi dalgaboylarında uzayın haritasını çıkardı.
Üçüncü ölçüm aleti fon radyasyonunun parlaklığındaki sapmaları aramak için tasarlanmıştı. Altı diferansiyel mikrodalga radyometreden oluşan bu düzenek gözlemlerine devam ediyor; çünkü bunların soğutulması gerekmiyor. Bunlarla gökyüzü şimdiye kadar iki kere tarandı ve üçüncü taramaya devam edilmektedir. Radyometreler gökyüzünü 3.5, 5.7 ve 9.5 milimetre olmak üzere üç kısa radyo dalga boyunda gözlemlemektedir.
Halen, dünyanın çeşitli yerlerinde aynı derecede hassas aletlere sahip ekipler COBE’nin görebileceğinden daha küçük, bir açı dakikası sapmalar bulmak için gözlem yapmaktadır.
700.000 KM.BOYUNDAKİ ALEV
700 000 Km. Boyundaki Alev
Yazar Serdar Hakyemezoğlu
Güneş olmasaydı biz olmazdık. Ya da şöyle söyleyelim; güneş şimdiki gibi olmasaydı ya da olduğundan biraz değişik yapıda olsaydı biz olmazdık.
Güneşin büyüklüğü dünyanın büyüklüğünün yaklaşık 103 katı kadar. Bir örnek verirsek, saate 800 km. hızla giden ve hiç inmeden havada kaldığını varsaydığımız bir uçakla dünyanın çevresini 50 saatte, yani yaklaşık iki günde dolaşabilirdik. Aynı uçak güneş büyüklüğündeki bir kürenin çevresini 5150 saatte, yani 214 günde dolaşabilir.
Güneş sürekli yanan gazlardan oluşuyor. Güneşin üzerinde her an, her saniye milyonlarca atom bombasının aynı anda patlaması kadar büyüklükte patlamalar oluşuyor. İnanılmaz büyüklükteki manyetik fırtınalar oluşuyor. Güneşteki patlamalardan yayılan alev dilleri devasa uzaklıklara kadar ulaşıyor ve bazen aylarca asılı kalıp, bilim adamlarınca gözlemlenebiliyor.
Güneşin yüzey sıcaklığı yaklaşık 6000 derece. Çekirdek sıcaklığı ise 12 milyon derece tahmin ediliyor. Güneş ile dünyanın arasındaki uzaklığı yaklaşık 150 milyon kilometre. Güneşten çıkan bir ışık, ancak 8 dakika sonra dünyaya ulaşıyor.
Çıplak gözle bakamadığımız ve yazın açık alanda fazla kalırsak hastalandığımız, bizi çarpan güneşin sıcaklığının ancak binde 2'si yeryüzüne ulaşabiliyor. Yani dünyamız güneşe öyle bir konumda yerleşmiş ki; güneşe biraz daha yakın veya biraz daha uzak olsa, üzerinde bizim yaşam formumuzdaki bir yaşam gelişemezdi.
Güneşte zaman zaman meydana gelen patlamaların alev dillerinin çok uzak mesafelere kadar uzandığından söz etmiştik.
Bir kaç örnek verelim.
Bu patlama 6 Aralık 2010 tarihinde meydana geldi. Nasa'nın yakaladığı görüntü, alevden dev bir yılana benzetiliyor. Patlama nedeniyle açığa çıkan alevin 700 bin kilometre boyunca uzandığı açıklanmış. Bu alev dili diğerleri gibi uzun süre asılı kalmayacakmış.
Bu patlama ise 6 Kasım 2010 tarihinde meydana geldi. Bu patlamanın alev boyu 600 000 Km. Canlandırmanız için ay ile dünya arasındaki uzaklğının iki katı uzunluğunda olduğunu söyleyelim.
6 Kasım2010'da meydana gelen bu patlamanın etkileri 12 Kasım'da dünyaya ulaşmış, elektromanyetik haberleşme sistemleri etkilenmiş. Atmosferik şartlarda değişimler meydana getirmişti. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Astrofizik Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Osman Demircan, güneşin 11 yıllık bir döngü boyunca manyetik açıdan çok hareketli olduğunu, bu döngünün ortasında bulunduğumuzu belirterek, altı yıl içinde güneşte çok büyük bir patlama olabileceği ve bu patlamadan dünyanın şimdiye kadar hiç etkilenmediği ölçüde etkilenebileceğini söylüyor. Maya takvimine göre 2012'de dünyanın yerle bir olacağını iddia eden 2012 lobisi de, bu durumdan iddialarına destek payı çıkararak, yarım kıyamet senaryolarına gök taşı çarpmasının yanında, güneş patlamasını da eklediler.
Güneş patlamalarının sadece elektromanyetik cihazlarda değil, insan sağlığı üzerinde de etkisi olduğu söyleniyor. Rus bilim adamları da, "gezegenimizin manyetik alanı Güneş’ten bize ulaşacak dalgalarla büyük çalkantı geçireceği için insanların reflekslerinde bozukluklar gözlenebilir. Uykulu hal, acil durumlarda yeterince süratli karar verememe, sinir sistemi bozuklukları ve baş ağrısının yanı sıra kalp hastalarında kriz durumları da ortaya çıkabilir” diyorlar.
Kuzey yarımkürede oluşan kutup ışıkları da güneşteki patlamalar nedeniyle oluşmaktadır.
Dünya sürekli güneş rüzgarının etkisi altındadır. Güneş rüzgarı güneşin en son katmanındaki milyon dereceye ulaşan korona tabakasından her yönde yayılan ve yoğun olmayan sıcak plazmadır. Plazma gaz haline serbest elektronlar ve pozitif iyonlardır. Güneş rüzgarı genellikle Dünya’ya 400 km/saniye hızında ulaşır. 11 yıl süren güneş lekeleri (güneş üzerindeki patlamalar) boyunca kutup ışıkları artar. Patlamalar döneminde dünyaya ulaşan güneş rüzgarı arttığı için, tamamen manyetik etkileşimden kaynaklanan kutup ışıkları da artar.
Güneş içinde sürekli kütle enerjiye çevrilmektedir. Bu güne kadar 100 dünya kütlesi enerjiye çevrildiği tahmin ediliyor. Güneşimiz 10 milyar yıl daha ana dizi yıldızı olarak yaşamaya devam edecek. Patlayacak kadar güçlü bir yıldız olmadığından süper nova olamayacak: Bunun yerine başka bir yazıda anlatmaya çalışacağımız kırmızı dev aşamasına geçecek. Çekirdekteki hidrojeni bitirdikçe dış katmanları genişleyecek ve dış kabuk dünyanın bugün bulunduğu konuma kadar büyüyecek. Ancak o sırada dünyada, güneşteki kütle kaybı nedeniyle kütlesel çekim gücü azalacağından, güneşten şimdi olduğundan çok daha uzağa kaçmış olacak. O yüzden güneşin dünyayı yutma olasılığı yok ama 900 milyon yıl sonra dünya aşırı derecede ısınacağından, şimdiki yaşam formunu destekleyemeyecek. Yani dünya yaşanmaz bir yer haline gelecek. Dünyanın bütün okyanusları kaynayacak, atmosferinin büyük kısmı uzaya dağılacak. Bir kaç milyar yıl daha sonra ise dünyada hiç su kalmayacak. Tıpkı şimdi başka gezegenlerde su olmadığı gibi. Ancak bunun için çok fazla üzülmemize gerek yok. Çünkü, o zamana kadar, zaten biz kendi kendimizi bir şekilde yok etmiş oluruz.
Güneş daha sonra dış katmanlarından da kurtulacak ve geriye sadece aşırı sıcak çekirdeği kalacak. Milyarlarca yıl içinde de bu çekirdek soğuyacak. Soğumuş ölü bir yapı olarak uzayda var olmaya devam edecek. Burada anlattığımız yıldız döngüsü düşük ve orta kütleli yıldızlar için tipik evrim döngüsü. Biz güneşimiz ise orta kütleli bir güneş sınıfındadır. Bir yıldızın yaşam döngüsünün bir aşamasında patlayarak süper novaya dönüşebilmesi için bizim güneşimizden yaklaşık 1,5 kez daha büyük olması gerekiyor.
Süper nova oluşumunda bahsettiğimiz büyüklükteki bir yıldızda iç çekirdekten kaynaklı bir patlama ile kütlenin yüzde 10'u tahrip oluyor ve elementlerden oluşan bir bulut saniyede 10 000 km. hızla uzaya yayılıyor. Bu element fırtınası aynı zamanda içinde yeni gezegenler oluşturmak için kozmik anlamda hayatı da barındırıyor.
Temmuz 2010'da Rus bilim adamları, yerküreye 500 ışık yılı uzaklıktaki Orion Takımyıldızı'nda yer alan dev Betelgeuse yıldızının şeklinin çok hızlı olarak değiştiğini ve kutuplarından içeri doğru göçmeye başladığını bildirmişler. Dolayısıyla 4,5 milyar yaşındaki Güneş'e karşılık sadece birkaç milyon yaşında ve bizim güneşimizin 1000 katı büyüklüğündeki Betelgeuse için bu çökme, çok yakında bir süpernova'ya dönüşme patlamasının bir işareti sayılıyor. Önümüzdeki bir kaç ay içinde bu patlama gerçekleşebilir. Bu patlamalar sonucu yldızların parlaklığı aşırı derecede artıyor. Dünyadan da bu parlaklık izlenebiliyor.
Tarihte 1054 yılında Çin ve Arap astronomlar tarafından kayıtlara alınan bir süpernova neticesinde oluşan Yengeç Bulutsusu (Crab Nebula), bize uzaklığının 6000 ışık yılı olmasına rağmen haftalarca Venüs'ten daha parlak görünmüş ve yaklaşık iki yıl boyunca da çıplak gözle izlenecek parlaklığa sahip olmuş.
Bilim adamları bu kez, dünyadan sadece 500 ışık yılı uzaklıkta olan Betelgeuse patlarsa, bu patlamanın 5-6 hafta süreceğini ve patlama zamanı yayılan ışık nedeniyle gezegenimizin bazı bölgelerinde, insanların "beyaz geceler"le tanışacağını (kutuplar ve yakınlarındaki aydınlık geceler), bazı bölgelerde ise gündüz aydınlığının 2-3 saat uzayacağını söylüyorlar. Ancak, ben uzay ölçeğindeki zamanın bizim bildiğimizden çok farklı olduğundan yola çıkarak, bilim adamlarının küçücük bir yanılgısının bile, bir kaç bin yıla denk geleceğini söyleyebilirim. Yani şimdiden bir, "beyaz geceler" fantesizine kapılmamıza hiç gerek yok.
Serdar Hakyemezoğlu
Kaynaklar: 1. Wikipedi
NE ŞEHİTTİR NE GAZİ....ÖYKÜSÜ
Resneli Niyazi
(Nam-ı diğer, .ok Yoluna Giden Niyazi)
Tarihimizde Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Resneli Niyazi adı ile bilinen kişi bugün kullandığımız iki deyimin kaynağıdır;
"Geyik muhabbeti" ve "Ne şehit, ne gazi, .ok yoluna gitti Niyazi." Nasıl mı? Bakalım nasıl olmuş?
1873'te Resne'de doğan “Resneli Niyazi Bey”, fırtınalı kısa bir yaşam geçirdi. Harbiye Mektebi'ni bitirip teğmen rütbesi ile 1879 Osmanlı-Yunan savaşına katıldı. Savaşta büyük yararlık gösterip Üsteğmenliğe yükseltildi. Balkanlar'da ayaklanan Sırp ve Bulgar çetecilerle göğüs göğüse çarpışıp büyük şöhret kazandı. Vatanseverliği ve silahşörlüğü, imparatorlukta muazzam hayranlık uyandırdı. Evladı gibi sevdiği bir geyik ile dolaşıyordu.
İttihat ve Terakki gizli cemiyetinin devrim stratejisi doğrultusunda, 3 Temmuz 1908'de Selanik'ten 200 fedaisi dağa çıkarak Sultan 2.Abdülhamit'in istibdat rejimine karşı başkaldırdı. Bu olay Avrupa ülkelerinde ve ülke içindeki azınlıklarda büyük yankı yaptı. Adı Enver ile birlikte Hürriyet kahramanı olarak anılmaya başlandı. Balkan dağlarından padişaha "bre deyyus zalim" türünden yolladığı mektuplarla nam saldı. Meşrutiyetten sonra adına marşlar, şarkılar bestelendi.
Sultan Abdülhamit 1878'de ortadan kaldırdığı 1.Meşrutiyet rejimini, 23 Temmuz 1908'de yeniden ikinci kez ilan etmek ve Anayasa'yı (Kanunu Esasi) yürürlüğe sokmak zorunda kaldı. 24 Temmuz'da Meşrutiyet resmileşti. 2.Meşrutiyet'in sloganları “Hürriyet, Adalet, Eşitlik ve Kardeşlik” idi. Bu sloganlar, ne yazık ki imparatorluğun 10 yıl sonra batmasını durduramadı. Resneli Niyazi Bey, “Kahramanı Hürriyet” ünvanı ile dağdan şehre büyük gösteriler içinde indi. 31 Mart Olayı'nda yanındaki fedailerle Hareket Ordusu'na katıldı. İstanbul'a geldi. Hem Meşrutiyet hem de 31 Mart sırasında İstanbul’a gelen kuvvetlerin içerisinde Niyazi Bey en önde gidenler arasındaydı. Başındaki şapkanın üzerinde “Vatan Fedaisi” yazmaktaydı. Türk Yunan savasında gösterdiği başarı ve esir aldığı Rum askerlerinden dolayı kendisine Padişah yaverliği unvanı verilmek istenmiş ancak kendisi ,kazaskerin 13 yaşındaki oğluna da aynı unvan verilmesi üzerine bunu reddetmiştir.
İstanbul'un içinde serbestçe gezen geyiği, gazetelere konu oldu. Gazeteler siyaseti ve 1 Mart vakasını bir yana bırakıp, bugünün magazin gazetecileri misali, Resneli Niyazi beyin geyiğinden o ka dar çok bahsettiler ki, "geyik muhabbeti" deyimi doğdu.
İsyan bastırılınca Niyazi bey Resne'ye döndü. İttihat ve Terakki Fırkasının diğer ileri gelenleri gibi siyasete girmeyip, Resne'de çiftle çubukla uğraşmaya başladı. Ama Balkan Savaşı patlak verince birlikleriyle Cevdet Paşa ordusuna katıldı.
23 Temmuz'da ilan edilen Meşrutiyet'in anlamını anlatan bu 100 yıllık kartpostalda, devletin başındaki “Sultan Abdülhamit Han” ile onun iki baş muhalifi “Enver Bey” (Paşa) ile “Resneli Niyazi Bey” yanyana gösterilmiştir. |
Balkan savaşından sonra, 17 Nisan 1913'te Arnavutluk'un'un Avlonya limanında İstanbul'a gitmek üzereyken İttihat ve Terakki Fırkası'nın kendisine gönderdiği "koruma"sı tarafından öldürüldü.
1913 yılı Nisan ayının 29’unda, yani 95 yıl önce Arnavutluk’un Avlonya limanına 8 kişi geldi. Sivil giyimliydiler. İstanbul’a kalkacak vapuru bekliyorlardı. İçlerinden biri bilet almaya gitmişti. Tam bu sırada üç el silah patladığı duyuldu. İki kişi yere yuvarlandı. Birkaç el daha ateş edildiği görüldü. Herkes kaçışmıştı. Orada bulunanlar, kırçıllı bir paltonun içindeki sivil giyimli şahsı zar zor tanıdılar. Bu, Resneli Niyazi Bey idi.
İttihat ve Terakki'nin kendisini İstanbul'a sağ salim getirsin diye, İstanbul'dan gönderdiği koruma, Niyazi beyi öldürdü. Acaba, İttihat ve Terakki ileri gelenleri mi Niyazi beyin İstanbul'a gelmesini istememişmiydi? Öldürülme sebebi karanlıkta kalması ve kendi koruması tarafından vurulması nedeniyle "Ne Şehittir Ne de Gazi, .ok Yoluna Gitti Niyazi" deyimi doğmuştur.
Kaynaklar;
* 23 Temmuz 2008 Yaşar Aksoy-Hürriyet
* Resneli Niyazi beyin Hatıratı (Hatırat-ı Niyazi) - İSmail Hakkı Uzunçarşılı -Örgün Yayınevi
* Ekşi sözlük, Vikipedi, İtü sözlük
EMPERYALİST İŞGALİ SIRASINDA İLK KURŞUN....
EMPERYALİST İŞGALİ SIRASINDA İLK KURŞUN....
İlk Kurşunu Hasan Tahsin Değil, Mehmet Çavuş sıktı.
Yazar Ayşe Hakyemezoğlu
1. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ve Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasının ardından, yöreden göç ettirilen Ermenilerin, Fransızların desteğinde geri döneceği ve yöreyi işgal edeceği söylentileri yayılmıştı.
Nihayet 11 Aralık 1918'de Dörtyol'u işgal eden Fransızlar, bu işgalde dört yüz Ermeni’den oluşan bir Fransız taburundan faydalanmışlardır. Bu işgal birliklerine bağlı askerler, Türklere ait on iki evi basarak eşya ve paralarını gasp etmiş, bir kadını boğazından yaralamış ve Osmanlı jandarmasını kasabadan çıkarmışlardı.
İşte Ermeni şiddet hareketlerinin daha önceleri Türkler arasında yol açtığı hoşnutsuzluk, Ermenilerin Fransızlar desteğinde bölgeyi işgal edeceği söylentilerinin yayılması ve gerçekten de, Fransızların işgal sırasında Fransız askeri üniforması giydirdikleri Ermenilere, işgal kuvvetleri arasında yer vermeleri ve bunların işgalle birlikte hareket, gasp, yaralama olaylarına girişmeleri, Türklerin, Ermenilerle birlikte Dörtyol,Adana ve havalisini işgal eden Fransızlara da sert tepkiler göstermesine yol açmıştır. Fransızlar, işgalden sonra, daha önce Suriye ve Lübnan'a göç ettirilen Ermenileri, Dörtyol'a ve yörenin diğer şehirlerine naklederek yerleştirdiler. Az zamanda Dörtyol'a yerleştirilen Ermenilerin sayısı on iki bin kişiye ulaştı.
Kısa zaman sonra, Dörtyol ve yakınlarına yerleştirilmiş olan sivil Ermeniler de, Fransız işgal kuvvetlerinden cesaret ve destek alarak, Dörtyol civarındaki köylere baskınlar düzenlemeye başladılar. Bunların yaptığı zulümlerden ve işkencelerden bıkan ve endişe içinde sıranın kendilerine geleceği günü bekleyen Dörtyol'a bağlı Özerli Köyü halkından Hacı Hüseyin Oğulları'ndan Emin Hoca başkanlığında üç kişilik bir heyet de, bölgenin İngiliz Komutanlığına müracaat etti. Heyet, köylerinin ve çevrenin, Fransızlar ve özellikle Ermeni zulmünden korunmasını istedi. Bunun üzerine, İngiliz Komutanlığı, Hintli Müslümanlardan oluşan bir müfrezeyi Dörtyol'a gönderdi. Bu müfreze, asayiş ve sükuneti geçici bir zaman için sağlamayı başardı. Fakat, bir süre sonra, Fransızlar ve Ermeniler, Özerli Köyü'ne saldırdılar ve halka hakaret ettiler. Bu kötü tutum ve hakaretlerine tahammül edemeyerek karşı koyan Özerli Köyü İhtiyar Heyeti'nden Muhtar Şeyhmuzzade (Şeyh Musazade), Mehmet Ağa ile üye Abdülkadir Ağazade Yusuf Ağa'yı elleri bağlı olarak, Fransız işgal komutanının kapısı önünde süngü ile şehit ettiler. Ayrıca Ermeniler, Türklere ait hayvanlara el koyarak, zorla götürmek istediler. Buna katlanamayan Ömer Hoca Oğlu Mehmet Çavuş (Mehmet KARA), kavga yapar, Karakese Köyü'ne kaçar. Ermenilerin bu olayı Fransızlara bildirmesi üzerine, sayıca daha fazla bir müfreze ile Karakese Köyü'ne taarruza geçen Fransız ve Ermenilere karşı köylüler taştan kurdukları barikatla yolu kapatarak ve silahla ateş açarak karşı koydular. ''İlk Kurşun'u'' sıkan ve ''Ateş'' emrini veren Ömer Hocaoğlu Mehmet Çavuş'tur. Beklemedikleri bu mukavemet karşısında şaşkına dönen Fransızlar, Dörtyol'daki karargahlarına çekilmek zorunda kaldılar (19 Aralık 1918).
Yakın zamana kadar Milli Mücadele'de ''İlk Kurşun'un '' İzmir'in işgali sırasında Hasan Tahsin (Asıl adı Osman Nevres)'in Yunanlılara attığı kurşun,Milli Mücadele'nin İlk Kurşunu olarak biliniyordu. Son yıllarda yapılan araştırmalarda, Milli Mücadele'de düşmana karşı sıkılan ''İlk Kurşun'un,(İzmir'in 15 Mayıs 1919'daki Yunanlılara sıktığı ilk kurşundan 5 ay önce) Dörtyol'da 19 Aralık 1918'de Mehmet Çavuş (Mehmet KARA) tarafından atıldığı ortaya çıkmıştır.
Bu çarpışmaların ardından Dörtyol'a dönen Fransız askerleri, Jandarma Komutanı Teğmen Hasan'ı sebepsiz olarak ağır şekilde yaraladılar.
Dörtyol civarındaki Çaylı Köyü'nde Mehmet (Osmanoğlu lakaplı) oğlu Mustafa da Kurtkulağı Köyü'nde şehit edildi. Bu ve buna benzer haksız davranışların devamı, Türk halkını direnişe sevketti. Yöre halkı canını ve namusunu kurtarmak için her türlü imkanını kullanarak silah satın almaya başladı.Kara Hasan da Fransızlardan kardeşinin intikamını almak için Kuzuculu Köyü'nde bir teşkilat kurarak direnişe geçti. Mal ve hayvanlarını satarak silahlanan yöre insanları da Kara Hasan'a katıldılar. Böylece, zamanla sayısı 300-400'e varan bir milli teşkilat ortaya çıktı.1919 yılı başlarında harekete geçen Kara Hasan Paşa ve çetesi de, Türkiye'de işgal güçlerine karşı milli direnişi ilk başlatan teşkilat olmuştur.
Kara Hasan'a halk ''PAŞA'' unvanını verir. Çetesi de ''Kara Hasan Paşa Çetesi'' olur. Kara Hasan Paşa artık Fransız ve Ermenilerin korkulu rüyası olmuştur.Kara Hasan Paşa, halkın dilinde bir milli kahramandır artık. Çetesi ile Gavur Dağları, Antakya, Adana, Maraş, Antep, Osmaniye, Ceyhan dolaylarında Fransızlara baskınlar yapıyordu. Türklerin can, mal ve namuslarını korumaya alışıyordu. Kara Hasan Paşa, Türkiye'nin en büyük Kuvay-i Milliye Teşkilatını kurarak Fransız ve Ermenilerle mücadele ederek 9 Ocak 1922'de düşmanların bu vatan topraklarından kovulmasını sağlamıştır.
Bu da belgesi:
T.C.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA
ATASE: 3214-4-92 Arşiv 29 OCAK 1992
KONU: Kadir ASLAN 'ın dilekçesi
HATAY VALİLİĞİNE
İLGİ : Hatay Valiliği'nin 18 ARALIK 1991 gün ve sayı: Ya.
İş : 16 (işl. 12) 2325 / 4407 sayılı yazısı
1.Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığına gönderilen ilgi yazıyla, İşgalci güçlere karşı ilk kurşun'un 19 Aralık 1918'de Dörtyol ilçesinde Mehmet Kara tarafından atıldığından bahisle, ilgi yazı ekindeki belgelerinde incelenerek konuya açıklık getirici bilgiler istenilmektedir.
2.Konuyla ilgili olarak, arşiv uzmanınca ATASE Başkanlığı arşivinde gerekli incelemeler yapılmış olup; inceleme neticesi hazırlanan uzman raporu ekte gönderilmiştir.
3.Uzman raporu ve konuyla ilgili Başkanlık yayınlarının tetkiki neticesinde, Birinci Dünya Savaşından sonra galip devletlerin yurdumuzda ilk işgal ettiği yerlerin İskenderun ve Dörtyol olduğu bu düşmana karşı ilk direniş hareketlerinin yine bu bölgede başladığı buna bağlı olarak da ilk silahlı direniş hareketinin de 19 Aralık 1918'de Dörtyol ilçesi Karakese köyünde gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. Bilgilerinize arz ederim.
GENELKURMAY BAŞKANI NAMINA
Erdoğan ÖZNAL
Hv. Plt. Korgeneral
As. T. ve Str. E. Bşk.
Kaynak: Karakese Belediyesi resmi sitesi (http://www.karakese.bel.tr/default.aspx?pid=8)
BİR GÜLÜMSEME..................
BİR GÜLÜMSEME..................
Bir gülümseme ; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Bir gülümseme ; iç dünyamızın güzelliklerini , dışa yansıtır.
Bir gülümseme ; bir külfeti yoktur , fakat çok şey kazandırır.
Bir gülümseme ; evde saadet , iş yerinde muvaffakiyet.
Bir gülümseme ; başkalarına ikramda bulunmak demektir.
Bir gülümseme ; vereni fakirleştirmeden , alanı zenginleştirir.
Bir gülümseme ; bir an sürer , bazen ise ebediyen yaşar.
Bir gülümseme ; yorgun olan insanı dinlendirir.
Bir gülümseme ; ümitsiz olana neşe ve hayat bahşeder.
Bir gülümseme ; karanlık bir çehreyi aydınlatabilir.
Bir gülümseme ; satın alınmaz , rica ile elde edilemez.
Bir gülümseme ; ödünç verilmez , çalmak da mümkün değildir.
Bir gülümseme ; kendiliğinden verilmedikçe işe yaramaz.
Bir gülümseme ; ona ihtiyacı olanlara ilaç gibi gelir.
Bir gülümseme ; sevgi köprülerini sağlamlaştırır.
Bir gülümseme ; bazen bir hayat kurtarır.
Bir gülümseme ; bazen bir savaşı da önler.
Bir gülümseme ; bazen gülümsemeyemeyeni gülümsetir.
Bir gülümseme ; sadaka yerine geçer , sevap kazandırır.
Bir gülümsemeyi , gülümsemeye ihtiyacı olana bol bol verin.
Bir gülümsemeye, gülümseyemeyenlerin ihtiyacı olduğunu unutmayın!
Bir gülümseme ; için hiç kimse , ona ihtiyaç duymadan yaşayacak kadar zengin ve kuvvetli değildir.İKİ İNSAN ARASINDAKİ EN KISA MESAFE GÜLÜMSEMEKTİR.
Bir gülümseme ; sevginin ve insan olmanın anahtarıdır.
Bir gülümseme ; iç dünyamızın güzelliklerini , dışa yansıtır.
Bir gülümseme ; bir külfeti yoktur , fakat çok şey kazandırır.
Bir gülümseme ; evde saadet , iş yerinde muvaffakiyet.
Bir gülümseme ; başkalarına ikramda bulunmak demektir.
Bir gülümseme ; vereni fakirleştirmeden , alanı zenginleştirir.
Bir gülümseme ; bir an sürer , bazen ise ebediyen yaşar.
Bir gülümseme ; yorgun olan insanı dinlendirir.
Bir gülümseme ; ümitsiz olana neşe ve hayat bahşeder.
Bir gülümseme ; karanlık bir çehreyi aydınlatabilir.
Bir gülümseme ; satın alınmaz , rica ile elde edilemez.
Bir gülümseme ; ödünç verilmez , çalmak da mümkün değildir.
Bir gülümseme ; kendiliğinden verilmedikçe işe yaramaz.
Bir gülümseme ; ona ihtiyacı olanlara ilaç gibi gelir.
Bir gülümseme ; sevgi köprülerini sağlamlaştırır.
Bir gülümseme ; bazen bir hayat kurtarır.
Bir gülümseme ; bazen bir savaşı da önler.
Bir gülümseme ; bazen gülümsemeyemeyeni gülümsetir.
Bir gülümseme ; sadaka yerine geçer , sevap kazandırır.
Bir gülümsemeyi , gülümsemeye ihtiyacı olana bol bol verin.
Bir gülümsemeye, gülümseyemeyenlerin ihtiyacı olduğunu unutmayın!
Bir gülümseme ; için hiç kimse , ona ihtiyaç duymadan yaşayacak kadar zengin ve kuvvetli değildir.İKİ İNSAN ARASINDAKİ EN KISA MESAFE GÜLÜMSEMEKTİR.
YÜZÜ GÜZELE KIRK GÜNDE DOYULUR AMA.....
Yüzü güzele kırk günde doyulur,huyu güzele kırk yılda
doyulmaz…
Kuran’da ve tabiatıyla Arapçada ailenin
karşılığı “ehl” dir. Kişinin ailesine kişinin ehli denir. Ehl-i beyt de bu
manadadır, ev halkı demektir. Ehl kelimesi yolun bir yerinde aileyi kuran
nikahla da kesişir. Evlenmek için ehlin türevi “teehhül” kelimesi kullanılır
mesela. (Lafzî anlamı: ehillenmek-eşlenmek demektir.) Zemahşerî’nin naklettiği
bir Arap duasında da yine aynı kelimenin bir başka türevi çıkar karşımıza:
Âhelekellahü fil cenneh. (Allah seni cennette evlendirsin) Bir adım daha ötesi
var, meşhur Kuran semantikçisi Rağıb Isfehânî’nin belirttiği gibi,
“ehlu’r-racül” münhasıran kişinin hanımı demektir. Kullanım halen böyledir.
Türkçede de mesela bir davete çağrılırken “siz ve aileniz” dendiğinde hususen
karı kocalar kastedilir. “Anan ağlasın” derler ya, hep analar ağlar. Şimdi
analara ağlamanın sırası değil mi dostlar? Oğul hanımını, kız kocasını
bulduğunda evi birer birer terk ederler, kendi ehl/ailelerini oluştururlar.
Analar-babalar ıssız hanede bir başlarına kalırlar. Annesinin göğsünden
kopartılan bebeğin bağımsız beslenme/toprak anayla temas çağına adım atması
gibi, evlilik de gencin sığındığı anne yüreğinden kopup kendi yüreğini bir
başkasına açıp sığınak kılma zamanıdır. Şimdi ana yüreğinden ne kadar
beslenebildiyse, hanımının yüreğine de o kadar ülfet-sükûnet sağlayacaktır.
Anneler! Kızlarınızı engin gönüllü damatlara emanet etmek istiyorsanız
oğullarınıza yüreklerinizdeki sevgiden kana kana içirin…
Fıkıhta seferilik meselesinde bu ehl
kelimesinin mısdakı üzerinde düşündüren yaygın bir soru vardır. Memlekette
anne-babasının evine giden evli bir oğul burada müsafir midir, mukim midir?
Kitaplar genel olarak ehlinin olduğu yerde mukim, değilse müsafirdir diyor…
Peki, ehli kimdir kişinin? Kabaca ailesi diyoruz. Hanımı yanında değilse,
memlekete, anne-babasının yanına tek başına geldiyse ne olacak? Memleketimin
aile fotoğraflarındaki gibi önde sandalyelerde oturan yaşlı ebeveynden başlayıp
çocuklara ve torunlara doğru yayılan geniş aile modeline alışık olduğumuz için
burada biraz duraklıyoruz. Ve sanıldığının aksine kültürel aileyle fıkıhtaki
ailenin sınırları kesişmiyor.
Fıkıh kitaplarındaki bilgiye bakarsan
müsafir olacak. Çünkü ehl demek kişinin hanımı demektir. Hanımın yanında
değilsen müsafirsin, seferdesin. (Burası kendi kültür şartlarımıza göre
tartışılabilir, ama yeri olmadığı için giremiyorum.) Demek ki neymiş, hanımın
yanında olmadan tüm dünya sana bir gurbetlikmiş, bir misafirhaneymiş… Fazla
kalma, hemen hanımının yanına, vatanına dön, demekmiş. Yeter baba ocağında bunca
yıl tıfıllandığın, şimdi dön kendi tıfıllarını yetiştir… Ayrıca yetişkin
olduysan hemen evlen, ehilleş, ehlîleş, ehliyet kesbet demekmiş. Bekar insan,
ister kadın ister erkek olsun az biraz yabanidir, ünsiyet, ülfet edilebilirlik
katsayısı düşüktür… Doğrusu ülfet alamadığından pek ülfet verebilecek durumda
değildir. (Fâkıdü’ş-şey’i lâ yu’tîh) Bunun için biraz agresiftir. Tepkileri
beklenmedik olabilir ve bazen kontrol edilemez boyutlara varabilir. Çünkü ehl
demek ünsiyet demektir. Ehli/hanımı olmayanda ülfet, ünsiyet az olur. Büyük Arap
lügatçisi Ezheri der ki, ehl kelimesi, ünsiyet ve ülfet anlamına gelir. Ülfet,
ünsiyet; yakınlık, sıcaklık, sevgi ve kaynaşma demektir. Ne kadar ünsiyet peki?
Yine Rağıb diyor ki, ehl, kişinin aynı çatı altında birlikte yaşadığı
kimselerdir. Öyleyse ehl, küçük ve özel bir mekanı yani yuvayı-ocağı uzunca
yıllar paylaşabilecek kadar yakınlık ve ünsiyet demektir. Ey genç! Evleneceğin
kimsenin kaşına-gözüne, boyuna-endamına, malına-mevkiine bakıp duruyorsun, hiç
düşündün mü bu kimse bana “ehl” olur mu diye? Bu kimseyle ünsiyet-ülfet edebilir
miyim, bir evcikte kırk yıl geçirebilir miyim diye soruyor musun? Ne demiş
atalarımız: Yüzü güzele kırk günde doyulur, huyu güzele kırk yılda doyulmaz…
NİKAH HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER
NİKAH HAKKINDA HADİS-İ ŞERİFLER
Evleniniz! Zira ben çokluğunuzla iftihar edeceğim."
Hz. Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Evleniniz! Zira ben (Kıyamet günü diğer ümmetlere karşı) çokluğunuzla
iftihar edeceğim."
(Kütüb-i Sitte, 6536 )
Kadınlar ...kocalarına
eziyet vermeseler, namazlarını kılanlar cennete girerler!"
Ebu Ümame
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam'a bir kadın geldi,
yanında iki de çocuğu vardı. Kadın bunlardan birini sırtına almış, diğerini de
yediyordu.
Aleyhissalatu vesselam onu görünce (takdirlerini) şöyle ifade
buyurdular:
"(Kadınlar çocuklarını karınlarında) taşırlar, doğururlar ve
onlara merhamet beslerler. Bunlar bir de kocalarına eziyet vermeseler,
namazlarını kılanlar cennete girerler!"
(Kütüb-i Sitte,
6586)
Barsakları birbirinden ayıran miktarda süt emilmedikçe
..."
Abdullah İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anh üma anlatıyor:
"Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"Barsakları birbirinden ayıran miktarda
süt emilmedikçe evlenme yasağı hasıl olan emme vuku bulmaz."
(Kütüb-i Sitte,
6564)
O hülle yapandır. Allah hülle yapana da hülle yaptırana da lanet
etsin!"
Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam (bir gün):
"Sizlere kiralık döl hayvanını haber
vereyim mi?" buyurdular. (Yanında bulunanlar
"Evet ey Allah'ın Resulü! Haber
verin!" dediler.
"O hülle yapandır. Allah hülle yapana da hülle yaptırana da
lanet etsin!" buyurdular."
(Kütüb-i Sitte, 6563)
Sizin en
hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi davrananlardır."
Abdullah İbnu Amr
(İbni'I-As) radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki:
"Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en iyi
davrananlardır."
(Kütüb-i Sitte, 6573)
Hz.Hatice radıyallahu
anha'ya duyduğum kadar hiçbir kadına karşı kıskançlık ..."
Hz. Aişe
radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Hatice radıyallahu anha'ya duyduğum kadar
hiçbir kadına karşı kıskançlık duymadım. Bu da, Resulullah aleyhissalatu
vesselam'ın onu çok zikretmesinden ileri gelmişti. Nitekim Resulullah'ın Rabbi,
ona, Hz. Hatice'yi cennette kamıştan İbnu Mace der ki: yani altından mamul bir
evle müjdelemesini emretmişti."
(Kütüb-i Sitte, 6582 )
Her
biriniz,...ahiret işinize yardımcı olacak mü'mine bir kadın
edinsin"
Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın azadlısı Sevban radıyallahu
anh anlatıyor: "Gümüş ve altın (biriktirme) ile ilgili ayet (Tevbe 34) nazil
olduğu zaman halk:
"Öyleyse hangi malı biriktirmeliyiz?" diye birbirlerine
sordular.
Hz. Ömer: "Bunu, ben sorup size haber vereyim!" dedi ve hemen
devesine atlayıp gitti. Ben de peşinden gittim.
Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulü
hangi maldan edinelim?" diye sordu.
Aleyhissalatu vesselam da: "Her biriniz,
şükreden bir kalp, zikreden bir dil, ahiret işinize yardımcı olacak mü'mine bir
kadın edinsin" buyurdular."
(Kütüb-i Sitte, 6531)
Sizin en
hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. ..."
İbnu Abbas
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. Ben aileme en
iyi olanınızım."
(Kütüb-i Sitte, 6572)
Sevişenler için nikah kadar
sevgiyi artırıcı bir şey görmedik veya görülmedi."
İbnu Abbas radıyallahu
anhüma anlatıyor: Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki:
"Sevişenler için nikah kadar sevgiyi artırıcı bir şey görmedik veya
görülmedi." (Kütüb-i Sitte, 6528 )
En hayırlı şefaatlerden biri,
evlenecek iki kişinin arasında yardımcı olmaktır."
Ebu Rühm radıyallahu
anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"En hayırlı
şefaatlerden biri, evlenecek iki kişinin arasında yardımcı
olmaktır."
(Kütüb-i Sitte, 6570 )
Resulullah aleyhissalatu
vesselam benimle koşu yarışı yaptı. ..."
Hz. Aişe radıyallahu anha
anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam benimle koşu yarışı yaptı. Yarışı
ben kazandım."
(Kütüb-i Sitte, 6574
Resulullah aleyhissalatu
vesselsm'ı işittim, şu iki nikahı yasaklamıştı: ..."
Ebu Sa'idi'l-Hudri
radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselsm'ı işittim, şu iki
nikahı yasaklamıştı:
"Kişinin, kadınla kadının halasını, veya kadınla kadının
teyzesini bir nikahta birleştirmesi." (Kütüb-i Sitte, 6560
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...