13 Mayıs 2012

ÖZLEDİM FLAŞH SUNUM




Bilemezsin neler gördüm
Ne düğümler çözdüm
Çok yol aldım senden sonra
Neler aştı gönlüm




Herşeye çözüm bulsam da 
Kalbim hâlâ senin sanki 
Aşkın bende çıkmaz sokak 
Çözülmeyen düğüm gibi


Sesini duymayı özledim 
Elini tutmayı özledim 
Yüzümü görmesen bile 
Adımı söylemeni özledim



Bİlemezsin neler gördüm
Ne dağlar deldim
Çok zor oldu senden sonra
Neler aştı kalbim

Neler aştı kalbim

__________________

YÜZÜNÜ GÖRDÜM BUGÜN

Gözlerinde hasretin hüznü asılı kalmış.
Kederle geçen zaman çehrene hüsün salmış. 

Dudakların tatlı bir tebessümle rızâda.
Gönlün içten içe hep, besbelli ki duâda. 

Gördüğümde yüzünü, bir daha gülümsedim. 
Sevinç kattın içime, hep, hep sevin istedim. 

İki cihânda huzur diledim senin için. 
Diledim mutluluk dol, ağlama için için…

Enginde yavaş yavaş solar günün minesi.
Yâ Râb, dedim, genişlet, engin olsun sînesi. 

Onu arasına al, sevdiğin kullarının.
Sürûrla dolsun lûtfet, her günü yıllarının.

Sebât ile sevecek olanı sevdir ona,
Mutlulukla yürüsün, ecel isimli sona. 

Şimdi âmin diyelim, belki kabul olunur.
Nice meçhûlün yolu, duâ ile bulunur. 

Saçını sakalını, haramdan korusun Hak!
Muhâfaza buyursun, kem gözler olsun ırak! 

Ömr-ü billah başın dik, alnın da açık kalsın.
Ey gezmediğim diyar! Her dem azîz olasın!

Âmin.

DOSTMUSUN...


DOSTMUSUN
Öyleyse canın canımdır.
Aynan olmalıyım,
Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi. 
Hem sakınmadan, mertçe,
Hani bilirsin, esirgemem lâfımı, 
Ne şekil gelirse, öylece... 
Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya; ama 
Seni de dupduru isterim karşımda!Dostsan, 
Gözlerimin içine baka baka yaka silk benden! 
Arkamdan şikayetlenme! 
Yiğit ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme! 
Lâf değil, icraat beklerim senden! 
Öyle bak ki, hislerini görebileyim.
Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim... 
Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı! 
Dil dönerken söylenmeli her şey... 
Kulak duyarken anlatılmalı.
Göz bakarken bakmalıyım sana, 
Can sağ iken sarılmalı... 
Keşkelere meydan vermemeli hayatım, 
Pişmanlıklarla yoğrulmamalı!Hayır! 
Dirime selâm vermeyen, 
Ölüme de fazla yaklaşmasın! 
Dostsan, ölmemi bekleme! 
Haklıysam, yaşarken savun beni! 
Yaşarken yanımda ol! 
İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan! 
Ve inanmamışsan, sakın rol yapma! 
Her söylediğimi onaylaman şart değil. 
Her yaptığımı beğenmen de gerekmez. 
Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma! 
Yadırgayabilirsin beni, 
Ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma. 
Kandırmanı aslâ kabul edemem! 
Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm; ama 
Beni, bana sormadan yargılama! 
Her yediğimiz aynı olmaz belki, 
Her dakikamız birlikte geçmez.
Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de, 
Ağladığında seninle birlikte oturup ağlarım... 
Belki her çağırdığında gelemem; fakat 
Derdine ortak ararsan, koşarım!
Ben de herkes gibi insanım elbet. 
Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok! 
Senin işin bu değil! 
Benim zaten bir yerim var herkes gibi, yer ile gök arasında... 
Dostsan, Küçümsemeden, küfretmeden, 
Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma. 
Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım; ama 
Yorulduğum zamanlarda, 
Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına... 
Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim. 
Ve bir deli kadar art niyetsiz... 
Uğruna seve seve hesabı şaşırırım! 
Görmezden gelebilirim yanlışlarını. 
Başkaları enayilik sayabilir, 
Başkaları akılsızlığıma yorabilir, 
Bunları dert bile etmem; ama
Sen, aslında aptal olmadığımı, 
Her an, tekrar tekrar hatırla! 
Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma! 
Seviyorsan, cimrilik etme, söyle! 
Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla, 
Hiç sevmediği halde, yılışıp durana sinir olurum! 
Neyse, o olmalı insan... 
Kendisi olmaktan korkmamalı! 
Kendisi olmaktan kaçmamalı! 
Bil ki, sensin diye seni bırakmam; ama 
Ben olduğum için bırakırsan beni, 
Yas da tutmam arkandan! 
Bedel mi? 
Ödemeyeceksen, çıkma yola! 
İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin. 
Kendince küser barışır, kendi kendini yersin! 
Dostsan, mevsimince yağ. 
Kışsan kar ol, güzsen yağmur... 
Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem, 
Senden, ille de bahar olmanı beklemem; ama 
Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma! 
Belki de çok geldi bunca talep.
Bana karşı hiçbir mecburiyetin yok, korkma... 
Sana fazla geldiğim ilk anda, 
Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin. 
Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden. 
Mutlaka bir açıklama da beklemem senden; ama 
Gitmeye davranırsam bir gün, 
Sen de karşımda set olma! 
Dost musun? 
Öyleyse, canın canımdır! 
Yoluna baş koymaya hazırım ya, 
Başını da yollarımda isterim, unutma!
Neslihan Nur Türk

ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN

ÜMİT OLSUN YENİ DOĞAN SABAHLARIMIZIN ADI

Ya Rab! Ümit bahşet!.. 

Ümit olsun yeni doğan sabahlarımızın adı…Ya Rab! Affını ihsan eyle nur sızmamış her hâlimize.

Ağırlığından ezildiğimiz günah defterlerimize.Günbatımlarının kuşattığı aciz sözlerimize,
 dile getiremediğimiz tövbe yüklü cümlelerimize…Ört üzerlerini Settar isminle çirkinliklerimizin…
Ya Rab! Esirgeme “sevgi” dediğin, o anlaşılmaz kalb anahtarını Mühürleme tahtını kurduğun şu kalbi sensizlikle.
Bizi bize bırakıp, yapayalnız koyma karanlıklarda.
Ya Rab! N’olur günyüzü göster bize, güneşi avuçlayalım sımsıkı.Tüllensin yeniden sevgimiz…
Ya Rab! Ümit bahşet!.. Ümit olsun yeni doğan sabahlarımızın adı…
Bir güvercin kanadında, yahut mor menekşe akşamlarda…
Buz kesilmiş hayâllerimizin yamacında beklerken, ümit yeşertsin dualarımız.
Rüzgârın hâyhûyuna takılıp sararan ömrümüze bir çiğ düşsün ümitten yana.
N’olur hiç solmasın ümidin yedi rengi içimizde Ya Rab! Unutturma kendini.. Unuttur Sen’den gayri her şeyi.
Beyhude geçen günlerimizin alacakaranlığında takılıp kaldığımız “mecâzî sevdaları.”
Şu ritmi bozuk kalb atışlarımıza şifâ sun..Acı veren isyan günlerimize, diz üstü çöktüğümüz kara gecelerimize.
Yağmuruna hasret bıraktığınız gönül mevsimlerine Yalvarıyorum! Rahmetini lûtfet günün birinde.
Ya Rab! Barış lûtfet, sekîneler indir meleklerin nurdan kanatlarıyla, 
taştan da katı yüreklere…Ve silâh gölgesinde gözyaşı döken masum çocuklara,
 güzel günler lûtfeyle…Ya Rab! Dindir içimizdeki acıları.
Bembeyaz tebessümler nakşeyle dudaklarımıza..Ölümü değil, umudu bekleyenlere, bugünü değil,
 yarını arayanlara, güller sunalım ışık süvarilerimizle…Yaşayan değil, yaşatan olalım…
 Dalgalı denizlerde alabora olanları, tanımadığı sularda yitip gidenleri,
 sâhil-i selâmete ulaştır.Günyüzü göster bize, güller açsın solgun ve yorgun şehirlerimizde.
Rahmetinin serinliğini indir toprağımıza…Ya Rab! Zaman ve mekânları aşkın bir surette gidelim 
Peygamber-i Zîşân’ın şefkât iklimine.İklimi sarsın bizi tül tül ve biz gönül kadehlerimizde sunalım dostluğumuzu…
Katık edelim gözyaşlarımızı, ‘vuslat’ı yaşayalım.Dillerimiz yana yakıla, amin velhamdülillahi rabbil alemin…

GİDİŞLER ÇARE DEĞİLDİR YÜREĞİNDEKİNİ BİTİRMEDİKÇE


Evet, belki de gitmek en iyisidir bazen... 
Yeni bir başlangıç, yeni bir sayfadır hayat sokaklarında... 
Gitmek...

Arkanda sevdiklerini gözü yaşlı bırakıp gitmek...

Yüreğinde acılarla onlardan kopmak, için yana yana terk-i diyar etmek...!

Bazen istemezsin, ölümdür sana bu gidiş, ama mecbursundur.

En çok da bu koyar insana...! 
Parçalanan bir yürek, geride kalan anılar...

Bazen bıkarsın her şeyden, ne var ne yok bırakır gidersin, kaçarcasına...

Tek kurtuluşun, tek çıkış yolunun gitmek olduğunu düşünürsün...

Ve gitmek....
Süslü bir intihar ya da içi giyisilerden çok anılarla dolu bir valiz...
"GİDİŞLER ÇARE DEĞİLDİR YÜREĞİNDEKİNİ BİTİREMEDİKÇE...!!!"
Evet öyle...! Sana terk-i diyar ettiren gönüldeki her neyse o bitmediği sürece hayatın her karesinde karşına çıkıyor...
Bir lanet gibi bırakmıyor yakanı, zindan ediyor sana hayatı...! 
İşte bu yüzden gidişler çare değildir hiç bir zaman.... 
"HAYATI SİL BAŞTAN YAŞAMAK"Peki içindeki illeti söküp atmak, herkesi, her şeyi unutmak...! bu nasıl olacak...?
Yok sayabilecek misin yaşananları? Yapabilecek misin?
Her şeyin içinde bir yerde mutlaka kalacağını bile bile gidebilecek misin?
KADERİMSE ÇEKERİM!"mi diyeceksin..?
Peki hazır mısın şimdi gitmeye? Ama dur şunu bir daha dinle;
"GİDİŞLER ÇARE DEĞİLDİR YÜREĞİNDEKİNİ BİTİREMEDİKÇE...!!!"

CUMHURİYET'E TOKAT ATILIYOR.. HEDEF MUSTAFA KEMAL'İ LEKELEMEK

İskilipli Atıf Hoca şapka takmadığı için asılmadı...



Atıf Hoca neden asıldı?
İskilipli Atıf Hoca şapka takmadığı için asılmadı.
Bunun sebebi...

İskilipli Atıf Hoca 1926 yılında İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanıp idam edildi. Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı konularından biri olan idamla ilgili Yaşar Nuri Öztürk, Yurt gazetesinde bir yazı kaleme aldı. Öztürk, "İskilipli şapka takmadığı için değil vatana ihanet ettiği için idam edildi" dedi.
İşte Yaşar Nuri'nin o yazısı..

HEDEF MUSTAFA KEMAL'İ LEKELEMEK

Cumhuriyet devri tarihimizin en büyük saptırma ve yalanlarına âlet edilmiş isimlerinden biri de Âtıf Hoca diye bilinen İskilipli Âtıf'tır. Bu zatın dirisinden İngilizlerle onlara destek veren Damat Ferit ekipleri yararlanmıştı, şimdi de ölüsünden İngilizlerle Damat Ferit yolundan giden başka bazı ekipler yararlanıyor. Hedef belli: Âtıf Hoca'yı 'mazlum' göstererek onu asanları, özellikle Mustafa Kemal'i lekelemek, itham etmek.

CUMHURİYET'E TOKAT ATILIYOR

Son günlerde, bu Damat Ferit damarı yeniden depreşmiş görünüyor. Âtıf Hoca'nın itibarının (!) iadesinden söz ediliyor. Memleketi olan Çorum'da adı parklara, hastanelere veriliyor. Cumhuriyet Parkı'nın adı değiştirilip 'Âtıf Hoca Parkı' yapılıyor. (6 Mayıs 2012 tarihli gazeteler) Yani, örtülü bir biçimde Cumhuriyet'e tokat atılıyor.

BU OYUN DEŞİFRE EDİLMELİ

Cehalet veya gaflet eseri oynanan bu oyunun deşifre edilmesi gerekiyor. Biz bu oyunun veya cehaletin arka planını, baskı aşamasında olan 'Kur'an Perspektifinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış' adlı eserimizde, kaynakları ve belgeleriyle gösterdik. Bu sütunda, o eserdeki açıklamaların kısa bir özetini vereceğiz.
Âtıf Hoca'nın idamına yol açtığı söylenen, gerçekte ise idama mahkûmiyetle hiç alakası olmayan risalesi 'Frenk Mukallitliği ve Şapka', dinî ve ilmî açıdan hatalarla dolu, İslam fıkıh ve tefsir kaynaklarının temel kabullerine aykırılıklarla dikkat çeken, kişisel kin ve saplantıların hükme esas alındığı, halkı sinsi ve maskeli bir biçimde tahrik eden ve belli bir ekibi, cihat açılması gereken 'mürted-kâfirler' olarak hedef gösteren bir kitapçık.

İSKİLİPLİ NEDEN NASILDI

Saltanat dincilerinin hemen hepsi bu soruyu "Şapka Risalesi'ni yazdığı için" diye cevaplarlar. İşin aslının böyle olmadığını bildikleri halde böyle söylerler; bir yalanı tekrar eder dururlar. Ve İskilipli'yi 'şehit' ilan ederler.
İskilipli 'şehit' ise Müdafaai Hukuk mücahitlerinin hiçbirisinin şehit sayılmaması gerekir. Çünkü İskilipli, Müdafaai Hukuk mücadelesine hainlik ettiği için asıldı. O halde, Müdafaai Hukuk mücahitleri şehit ise İskilipli şehit olamaz.

DİYORLAR Kİ ŞAPKA KANUNU'NA MUHALEFETTEN ASILDI

İskilipli'nin anılan risalesi (Frenk Mukallitliği ve Şapka Risalesi) şapka kanunundan bir buçuk yıl kadar önce yayınlanmıştı. Siyaset dincilerinin açık iftiraları işte burada sergileniyor. Diyorlar ki, "İskilipli Âtıf, ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı olarak Şapka Kanunu'ndan bir buçuk yıl önce yazdığı bir risaleden ötürü suçlanıp idam edildi."
Bu iddia, tarihî kayıtlara tamamen aykırı bir iftiradır. İstiklal Mahkemesi zabıtları ortada. İskilipli'nin idam gerekçesi şapka risalesi değildir, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu tamamen veya kısmen tağyir'dir.

RİSALEDEN DOLAYI İDAM EDİLDİ

Dinciler bunu zabıtlardan alarak kayda geçirirler, birkaç sayfa sonra da fesat ağıtları yakmaya başlayarak meselenin esasını bilmeyen halkı şöyle kandırırlar: "Âtıf Hoca, Şapka Kanunu'ndan iki yol önce yazdığı bir risaleden dolayı idam edildi." Böylece İstiklal Mahkeme-leri'ne ve tabiî ki Atatürk'e saldırmak isterler.

MİLLİ MÜCADELEYE KARŞI ÇIKMIŞ ZAT

Belgelere dayalı gerçek şudur: İsikilipli'nin Şapka Risalesi'inden yargılandığı mahkeme Giresun İstiklal Mahkemesi'dir ve bu yargılamanın tarihi 16-18 Aralık 1925'tir. İskilipli, bu yargılama sonunda, Şapka Risalesi'nin, geçmiş bir tarihte yazıldığı ve binaenaleyh buna dayanılarak yeni kanun muvacehesinde suçlama yapılamayacağı gerekçesiyle beraat ettirilmiş ve mahkeme heyetiyle aynı gemide İstanbul'a dönmüştür. Ne var ki, hayatı bir yığın kanunsuzluk içinde, özellikle Millî Mücadele'ye karşı çıkışla geçmiş bu zât, başka suçları tespit edildiğinden yeniden derdest edilip bu kez, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edilmiştir. Burada yargılanması 1926 yılı Ocak ayında başlamış ve Şubat ayı başlarında suçu sabit görülerek Ceza Kanunu'nun 55. maddesine uygun şekilde mahkûm edilmiştir.
İdam hükmü, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin Teşkilat-i Esasiye Kanunu'nu tamamen veya kısmen tağyir gerekçesiyle verilmiştir. İskilipli, aynı suçtan hüküm giyen Babaeski müftüsü Ali Rıza Efendi ile birlikte 4 Şubat günü Ankara'da Meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı'nda asılmıştır.

BUNLAR HANGİ DİNİN ADAMLARI?

Aynı kararla aynı gün idam edilen Babaeski Müftüsü Ali Rıza ile Âtıf Hoca'nın Millî Mücadele'de batı Anadolu'yu işgal etmiş olan Yunan ordusuna direnilmemesi için faaliyet gösterdikleri mahkemece belgelenmiştir. Müftü Ali Rıza'nın, Yunan işgaline karşı çıkanları şikâyet ederek cezalandırdığı da belgelenmiştir. Bu müftü, Millî Mücadele devam ederken vatana ihanet suçundan on yıl ceza yemiş, fakat genel aftan yararlanarak kurtulmuştu. Hoca Âtıf ise başında bulunduğu Teâlî-i İslam Cemiyeti'nin (ada bakın!) imkânlarını kullanarak İngiliz ve Yunan işgallerine karşı çıkılmaması için çalışmış, bu yolda hazırlattığı beyan-nameleri Türk köylerine dağıtmıştır. Mahkeme bunların tümünü belgelemiş ve hükmünü buna göre vermiştir.

Adamın, 'Şapka Risalesi' dışında suçları varsa ve bunlardan mahkûm olmuşsa, mahkeme ne yapsın! Ve Şapka Risalesi ne yapsın...

Yaşar Nuri Öztürk

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...