26 Mayıs 2018

SONUÇ Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan

Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan

SONUÇ

Osmanlı tarihe karışırken, Ulu Önderimiz Atatürk'ün belirlediği Misak-ı Milli sınırlarımıza çok sayıda devlet göz dikmiştir. Kimi İstanbul'a varmak istemiş ama Çanakkale'yi geçememiş; kimi Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa'ya elini uzatmış ve geri püskürtülmüş; kimi de İzmir'den büyük mağlubiyetle ayrılmıştır. Türk milleti, en zor zamanlarında bile mücadeleden kaçmamış, vatan topraklarının bölünmemesi uğruna canını ortaya koymuştur. 

Nitekim, son 40 yıl boyunca PKK hainlerinin kirli, sinsi ve hain pusularına kararlılıkla karşı koyan ve bu uğurda can veren Mehmetçiğimiz bunun en büyük delilidir. Bu ülkede, hainlik yapan ve tasarlayanların güç bulmalarına izin verilmediyse, o da, Allah'ın izniyle, Türk askerinin ve polisinin şehadeti göze alan kararlılığındandır. 

Türk halkı, vatanımızı korumak adına, 1. Dünya Savaşı'nın ardından yenilmiş durumda, dört bir yandan saldırı altında ve tamamen yokluk içindeyken, oldukça az sayıda insan gücü ile Kurtuluş Savaşı vermesini bilmiştir. 

Asla gerçekleşmeyecek bir Kürdistan hayali kuran derin devletlerin belki de hesaba katamadıkları en temel şey, vatan konusunda daima hassas olmuş olan Türk halkını, Türk askerini ve Türk polisini hesaba katamamış olmalarıdır. 

Hesaba katmalılar; çünkü ne bir komünist saldırı ile, ne sinsi planlar yoluyla vatanımızı böldürme gibi bir niyetimiz asla yoktur. PKK'nın Kürtlüğü kullanarak kurguladığı kirli oyunu ortadan kaldıracak ve yıllardır hakları hem derin devlet hem de PKK tarafından yenmiş olan Kürt kardeşlerimizle birlikte bölünme planlarını yıkacağız. 

Kürtler bizim kardeşimiz, ağabeyimiz, canımız, dostumuz, dürüstlüğümüz, efendiliğimiz, önemli bir değerimiz, bizim bir parçamızdır. 
Onları bizden ayırmak isteyen ve vatan, devlet, bayrak düşmanı kalleşlere yem haline getirmeye çalışan sinsi güçler, kesin olarak bunda başarılı olamayacaklardır. 


Önemli olan kurulan tuzakların farkına varılması ve bu konuda tedbir alınmasıdır. Ülkemize yönelik kurulmuş olan tuzak oldukça açıktır ve bu konuda milletçe yapmamız gereken sorumluluklarımız vardır. 

Dünya derin devletlerinin karanlık planları Türk halkı tarafından durdurulmalı ve sevgi, birlik, eğitim ve caydırıcılık yoluyla PKK'nın ideolojik varlığı yok edilmelidir. Dünyaya barış getirecek ve tüm dünyayı kucaklayacak bir birlik ruhunun, dini, vatanı, etnik kimliği ne olursa olsun doğru ve dürüst insanlarla birlikte bir İslam Birliği'nin temelleri atılmalıdır. Allah'ın adaleti her an akılda tutulmalıdır: Allah'ın kanununda imanlı milletlere karşı kurulan her tuzak kaderde bozulmuş olarak yaratılır. 

Dolayısıyla karanlık ve sinsi planlar, ne kadar büyük ve etkili görünürse görünsün, Türk milleti üzerinde etkisizdir. Bizler kararlı olur, birlik ve bütünlüğümüzü korur ve asıl olarak Allah'a dayanır ve güvenirsek, ülkemiz üzerinde yer kapma ihtirası içinde olanlara asla yol açılmayacaktır. 

Unutulmamalıdır ki, dünyayı ne derin güçler, ne süper güçler, ne de şiddet yanlıları yönetir; dünyanın ve tüm kainatın tek Hakimi Yüce Allah'tır. Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. 
(Allah'a karşı) Nitelendirdiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)
Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın. (Bakara Suresi, 32)

8. Bölüm: Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan Dünyanin Kurtuluş Vakti Yakindir

Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan
8. Bölüm: Dünyanin Kurtuluş Vakti Yakindir


Zorluklarla, belalarla, savaşlarla, adaletsizliklerle sarsılan dünyanın kurtuluş vakti yakındır. Bunun için dua etmek; biraz sebat, biraz sabır ve biraz dirayet göstermek ve Yüce Rabbimiz'in vaadine güvenerek elimizden geleni yapmak gereklidir. Çözüm yollarını göstermeden önce yıllarca zorluk altında ezilmiş Kürt kardeşlerimize ve Ortadoğu'da Büyük Kürdistan hayali kuran bir kısım Batılılara çeşitli hatırlatmalarımız vardır. Bu hatırlatmalar mutlaka dikkate alınmalıdır.

Batı Dünyasına Bir Hatırlatma

Şu an Ortadoğu planları adına PKK destekçiliğinin işe yarayacağını düşünen kişilere bir hatırlatmamız var. Her ne kadar tüm gelişmiş emperyalist ülkelerin desteğini alsanız da, çok büyük olasılıkla olaylar sizin beklediğiniz şekilde gelişmeyecek, kitabın önceki sayfalarında detaylı anlattığımız gibi, söz konusu bölge, bir komünist dünya devletine doğru çıkış kapısı olacaktır. Komünizm şiddet yüzünü kısa süre içinde gösterecek, tüm dünya komünistlerinden alınan destek ile uzun zamandır atılması planlanan o ileri adım atılmış olacaktır. Bir bakıma komünizm karşıtı bir ittifak içinde olan kapitalist dünya, -istemeden de olsakendi elleriyle komünist bir dünya devleti oluşturmuş olacaktır. Amerika'nın Kore'deki ve Vietnam'daki mücadelesi, yıllardır sürdürdüğü soğuk savaş, tümüyle boşa gitmiş olacaktır.


Eğer Türkiye'de PKK, Suriye'de PYD ve İran'da PJAK yapılanmalarının gerçek mahiyeti anlaşılmaz, gerçek hedefleri dikkate alınmaz ve bu konuda yapılan tüm uyarılara rağmen Ortadoğu'nun bu kilit noktasında tehlikeli bir oyun oynanırsa, bu, tüm dünya için büyük felaketlerin kapısını açacaktır. Komünistlerin hedefi daima dünyaya açılabilecekleri stratejik ve aynı zamanda son derece kırılgan bir coğrafyada devlet edinmek olmuştur. Ve emperyalist güçlerin desteğiyle buna adım adım yaklaşmaktadırlar. Emperyalist güçler, kendilerini de vuracak dehşetli bir sistemin destekçiliğini yapmamalıdırlar. Günümüzde Ortadoğu'da hayretle izlenen gelişmeler olmaktadır. Böyle bir plan dahilinde ortaya çıkan bir komünist devlet de beklenmedik şekilde güçlenip dünyaya dehşet saçma gücüne kısa sürede sahip olacaktır. İşte böyle bir durumda, Batı'nın "Biz karışmayalım, Ortadoğu'da ne olursa olsun" diye kenarda bekleme gibi bir lüksü olmayacak, çünkü –Allah korusun– bela mutlaka her cepheye ulaşacaktır. Ne Ortadoğu'da ne de Batı coğrafyasında böyle bir vahşetin yaygınlaşması elbette isteyeceğimiz bir şey değildir. Fakat mevcut gerçekler dahilinde, karşılaşılması kuvvetle muhtemel olan senaryo budur ve bu tehlike konusunda gerekli uyarıyı yapmamız elzemdir. Burada amaç karamsar bir bakış açısı sunmak değil, bu konuda dikkatleri açabilmektir.

Kürt Kardeşlerimize Bir Hatırlatma

Haklı gerekçeleri olsa bile öfke, insanı doğru ve akılcı düşünmekten alıkoyan, hak olanı uygulamaktan engelleyen ve en önemlisi de Allah'ın beğenmediği bir tavırdır. Geçmişte yaşananlar nedeniyle kalbindeki öfkeyi bir türlü atamayan Kürt kardeşlerimiz, bu gerçeği dosdoğru düşünmeli ve PKK belasının ortadan kalkması ve güçlü bir millet olarak birlikte var olmak için yeni bir başlangıç yapmalıdırlar. Kendilerini seven, kendilerine dostluk elini uzatan kardeşleriyle birlikte, bütün dinlerin ve bütün ırkların birlikte yaşadığı, Kuran'daki gerçek demokrasinin ve adaletin esas alındığı, bağnazlık ve hurafelerin terk edildiği, huzur ve refah ortamının hakim olduğu bir birlik için çaba göstermelidirler. Türkiye'yi ve Kürt kardeşlerimizi İslam coğrafyasından ayırmaya çalışan terörist PKK belasının bertaraf edilmesi ve Kürtlere hak ettikleri değerin verilmesi için samimi Müslümanlarla birlikte kültürel ve ideolojik bir mücadele içinde olmalıdırlar. Bu ideolojik mücadele, Kürt kardeşlerimizin başına bela olmuş her türlü illegal fikir ve örgütü bertaraf etmek ve bir daha böyle belalarla karşılaşmamak için elzemdir. Canımız gibi sevdiğimiz Kürt kardeşlerimizle birlikte yapmamız gereken gerçek İslam'ın muhteşem ruhunun yaşandığı, toplumların, halkların, ülkelerin ve insanların birlikte huzur içinde yaşadıkları bir İslam Birliği'nin bir an önce tesis edilmesidir.

İslam Birliği, Ama Nasıl?


Gerçek Kuran ahlakı, din, dil, ırk, etknik köken aranmaksızın herkesin huzurlu ve özgür olduğu bir dünya sunar. Dolayısıyla Ortadoğu için gereken asıl yöntem, Kuran'daki İslam anlayışının eğitim yoluyla yaygınlaştırılması, hurafelere dayalı sahte din anlayışının ise tümüyle ortadan kaldırılmasıdır.
Günümüzde İslamofobiyle iç içe olan Batı toplumları da, uzun zamandır dinden uzak bir çizgiye gelmiş bir kısım Kürt gençleri de, İslam Birliği ifadesini duyduklarında tedirginliğe kapılmaktadırlar. İslam adı altında bağnazlık belasının bütün dünyaya hakim olacağını, demokrasinin ortadan kalkacağını, tüm diğer din mensuplarının veya ateistlerin katledileceğini, kadınların hayatın her alanında gerek fiziksel gerekse manevi zulüm göreceklerini, dünyanın kan revan içinde kalacağı bir savaş ortamının hakim olacağını düşünmektedirler. Oysa bu tarif İslam'ın değil bağnazlığın tarifidir. Gerçek Müslümanlığın uygulanmasıyla meydana gelecek olan İslam Birliği; savaşların tümüyle sona erdiği, kadınların üstün tutulduğu, tüm toplumların ve tüm dinlerin birlikte güven içinde yaşadığı, demokrasinin ve özgürlüklerin hakim olduğu, ülkelerin kendi sınırlarını korumaları kaydıyla bütün sınırlarının açıldığı, sadece Müslüman ülkeleri değil Çin, Rusya, İsrail, ABD, Avrupa ülkeleri gibi dünyadaki tüm ülkeleri kapsayan mükemmel bir birlik olacaktır. Bu birlik, barışın ve sevincin hakim olacağı, düşmanlıkların son bulacağı, açlık, korku, kıtlık ve yoksullukların ortadan kalktığı bir birlik olacaktır. İslam adına gerçekleştirilen katliamlar, bağnazlık, radikalizm ancak ve ancak gerçek İslam çatısı altında kurulmuş olan bu birlik vesilesiyle ortadan kalkacaktır. Dünyada radikalizmin sona ermesinin YEGANE yolu budur. Bütün bu şartlar altında, ABD'nin de değerli, üstün ahlaklı Kürt kardeşlerimizin de, dünyadaki tüm diğer ülkelerin de gerçek demokrasi arayışı içinde istemeleri gereken sistem gerçekte budur.
PKK'nın hedefi, daha önce de belirttiğimiz gibi, Türkiye'nin doğudaki sınırlarına hakim olarak, Türkiye'nin İslam coğrafyasıyla tamamen arasını ayırmak ve tüm dünyayı büyük belalardan kurtaracak olan İslam Birliği'nin oluşmasını engellemektir. Dolayısıyla PKK dünyanın barış ortamına dönüşmesini tüm gücüyle engellemeye çalışmaktadır. Batı toplumlarının da Kürt kardeşlerimizin de bunun ciddi şekilde farkında olmaları oldukça önemlidir.
Batı dünyası, eğer gerçekten dünya barışını hedefliyor ve radikalizm tehlikesinin ortadan kalkmasını istiyorsa, o zaman tarifini yaptığımız ve Kuran'ın özündeki demokrasi anlayışını esas alan İslam Birliği'nin destekçisi olmalıdır. Kürt kardeşlerimiz eğer yıllardır süregelen adaletsizliklerden, ırkçılıktan, komünist terörden kurtulmak istiyorlarsa, yine Kuran'da Allah'ın bizlere tarif ettiği adaletin esas alındığı İslam Birliği'ni savunmalıdırlar. Bu birlik, Allah'ın izniyle mutlaka gerçekleşecek ve dünyaya barış ve huzur mutlaka hakim olacaktır. Fakat Yüce Rabbimiz, bunun için gayret göstermemizi ve ideolojik bir mücadele ile her türlü belayı bertaraf etmemizi istemektedir. Bunun için Batı dünyasının liderleri de, Kürt kardeşlerimiz de sadece Kuran'ı esas alan samimi Müslümanlarla ittifak etmeli ve gerçek çıkış yolunun bu ittifakla sağlanabileceğini bilmelidirler.

Hz. Mehdi (as) Müjdesi

Şu bilinmelidir ki, demokrasi, barış, sevgi ve dostluğu beraberinde getirecek olan gerçek İslam anlayışı, mutlaka dünyadaki radikalizm ve hurafeleri ortadan kaldıracaktır. Bunu gerçekleştiren ise Hz. Mehdi (as) olacaktır. Hadis ve rivayetlere, aynı zamanda Tevrat ve İncil'de geçen hadislerle mutabık açıklamalara göre, içinde bulunduğumuz dönem Hz. Mehdi (as)'ın zuhur dönemidir. Ahir zamana ait hadislerde geçen ve tümüyle mucize hükmündeki tüm alametlerin oldukça kısa bir zaman aralığı içinde gerçekleşmesi, Hz. Mehdi (as)'ın geleceği ahir zamanın içinde olduğumuzun çok önemli ve net delilidir. 
Hz. Mehdi (as) devrinde yaşıyor olduğumuzun tüm delillerini, gerçekleşen tüm alametleri bu kitaptan okuyabilirsiniz: Harun Yahya, Hz. İsa (a.s.) Ve Hz. Mehdi (a.s.) Bu Yüzyılda Gelecek
Hz. Mehdi (as)'ın gelişiyle beraber, Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatının ardından dünyaya yayılmış olan tüm bidatler ortadan kalkacak, hurafeler yok edillecek ve Kuran'ın özünde olduğu gibi tüm dünya tam anlamıyla bir barış ve güvenliğe kavuşacaktır.
Hz. Mehdi (as) savaştan kaçınan, barış insanıdır. Hz. Mehdi (as) savaşla değil, sevgiyle, Allah'ı anarak güzel ahlakı dünyaya hakim kılacaktır. Hz. Mehdi (as) döneminde savaşlar duracak, insanlar barışa ve sevgiye yönelecek, tek bir kişinin burnu dahi kanamayacaktır. Bu gerçek çok fazla hadis ile haber verilmiştir:
İnsanlar, bal arılarının beyleri etrafında toplanması gibi, Hz. Mehdi (as)'ın çevresinde toplanırlar. Daha önce zulümle dolu olan dünyayı, adaletle doldurur.
 Adaleti o denli olur ki, UYKUDA OLAN BİR KİMSE DAHİ UYANDIRILMAZ VE BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. 
Dünya, adeta asr-ı saadet devrine geri döner.135
Ona [Hz. Mehdi (as)'a] biat edenler, [Kabe civarındaki] rukün ve makam arasında biat ederler. UYUYANI UYANDIRMAZ, ASLA KAN DÖKMEZLER.136


Hz. Mehdi (as)'ın zuhur dönemi aynı zamanda Hz. İsa (as)'ın da nüzulünü göreceğimiz dönemdir. Hz. Mehdi (as) döneminde tüm silahların susacağı, savaşların sona ereceği; Hz. İsa (as)'ın gelişi ve Hz. Mehdi (as)'ın zuhurundan sonra yeryüzüne adalet, barış ve sevginin hakim olacağı hadislerde şöyle haber verilmiştir:
Savaş [erbabı] da ağırlıklarını [silah ve malzemelerini] bırakacak.137
Düşmanlık ve kini de kaldıracaktır... Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Din birliği de olacak, artık Allah'tan başkasına tapılmayacaktır. Savaş da ağırlıklarını bırakacak.138
Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir.139
Hz. Mehdi (as)'ın gelişi, sadece Müslümanlar, Museviler ve Hristiyanlar için değil, dünyadaki tüm insanlar için bir müjdedir. Onun gelişi ile yeryüzünde adalet tam anlamıyla hakim olacak, insanlar aradıkları sevgi, huzur, bolluk ortamına Hz. Mehdi (as)'ın gelişi ile kavuşacaklardır. Şu an yaşadığımız tüm olaylar, karşılaştığımız tüm dehşet ve vahşet senaryoları Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin öncesinde gerçekleşmesi zaten beklenen olaylardır. Hatta bu kitabın asıl konusunu oluşturan PKK'nın böyle bir dönemde ortaya çıkması dahi, hadislerde bildirilmiştir:
Şam nahiyelerinin biraz ötesinde FIRAT ETRAFINDA büyük bir ordu toplanır, mal üzerine savaşırlar. 
HER BİR DOKUZ KİŞİDEN YEDİSİ ÖLDÜRÜLÜR. 
Bu, Ramazan ayında işitilen, şiddetli gürültülü yıkılma ve korkudan sonra ve 
ÜÇ SANCAĞIN ayrılmasından sonradır. 
Onlardan her biri mülkü (idareyi) kendileri için ister, 
İÇLERİNDE ABDULLAH İSMİNDE BİR KİŞİ VARDIR.140

Hadiste açıkça görülebileceği gibi Fırat Nehri etrafında, mal üzerine savaşan bir ordu yani PKK toplanmış durumdadır ve çok büyük can kayıpları mevzu bahis olmaktadır. PKK, tıpkı hadiste belirtildiği gibi çeşitli ülkelerde çeşitli sancaklara ayrılmış durumdadır. Hadiste dikkat çeken en önemli ayrıntı ise PKK lideri Abdullah Öcalan'ın isminin net olarak bildirilmiş olmasıdır.
Hz. Mehdi (as)'ın zuhuruyla, ne PKK belası, ne de dünyayı şiddet mekanına dönüştüren unsurlar kalmayacaktır. Dünyanın bu huzur ve refah ortamına kavuşması çok yakındır. Allah bu süre içinde bizden dua etmemizi ve bela ve kötülüklerle mücadele için akıl ve kararlılık göstermemizi istemektedir. Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin öncesinde, ilmi bir çalışma yaparak, yanlış ideolojilerin ve hurafelerin etkisinde kalmış olan toplulukları uyarmamızı ve ortamı Hz. Mehdi (as)'ın gelişi için hazırlamamızı istemektedir. Kuşkusuz Yüce Rabbimiz bu güzel ortamı tek bir emri ile oluşturmaya kadirdir. Fakat Hz. Mehdi (as)'ın gelişi öncesi yaşanan zorluklar ve yapılan ilmi mücadele, dünyanın son zamanındaki altın çağın güzelliğine varabilmek, Rabbimiz'in cennetine layık olabilmek, fakat hepsinden önemlisi Rabbimiz'in rızasını kazanabilmek için çok önemlidir.


Dipnotlar
135. El Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 29 ve 48
136. El-Heytemî, El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 24
137. Sünen-i Ibn-i Mace, 10/334
138. Sünen-i Ibn-i Mace, 10/334
139. İmam Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, 496
140. Nuaym bin Hammad, El fiten, hd. No: 971

7. Bölüm:Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan Kürk Kardeşlerimizin Sorunlarını Anlamak

Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan

7. Bölüm: 

Kürt Kardeşlerimizin Sorunlarını Anlamak

Derin devletler, güçlü veya zayıf, gelişmiş ya da geri kalmış, neredeyse her ülkenin zemininde yer alırlar. Devletlerin kararları, uygulamaları, talepleri, barışları ve savaşları daima bu derin devletlerin kontrolü altında olmuştur. ABD gibi güçlü bir ülke nasıl derin devletlerin etkisiyle bugün Ortadoğu ve komünist Kürdistan projesi uyguluyorsa, İran da bu derin devlet politikası nedeniyle Ortadoğu'nun bir kısım Sünnileri tarafından tehdit olarak görülmekte; Suriye iç savaşı da, Rusya-İran-Çin derin devletlerinin nüfuzu nedeniyle çözüme ulaşamamaktadır. Çoğu zaman Devlet Başkanları ve devletler karar mekanizmaları üzerinde öylesine güçsüzlerdir ki, politize edilmemiş vicdani söylemleri uygulamalarıyla tümüyle çelişir. Çünkü uygulamada mutlaka derin devletlerin dediğini yapmak zorundadırlar. 
Türkiye'nin de geçmişi, bu karanlık derin devlet sisteminin en ürkütücü, en soğuk ve en acımasız şeklinin yaşandığı oldukça puslu bir geçmiştir. Bu dönem içinde belli kesimler üzerinde baskılar hiçbir zaman son bulmamış, ülke içinde faili meçhuller hiçbir zaman kesilmemiştir. Vesayet sistemi tüm ürkütücülüğüyle devlete egemen olmuş, Ergenekon derin devleti tüm sinsiliğiyle ülkeyi dinsiz, faşist bir çizgiye doğru götürmeye başlamıştır. 
Son 10 yılda devlet içinde çöreklenmiş olan bu terör örgütünün ifşa edilmesi ülkemizde tertemiz bir nefes etkisi göstermiştir. Faili meçhuller büyük ölçüde son bulmuş, dindar kesim üzerindeki baskılar çoğunlukla kalkmış, farklı etnik gruplara yönelik şiddet azalmıştır. Türkiye'de derin devlet mekanizmasının tümüyle yok olduğunu söylemek zordur. Böyle bir sistemin yargı veya basın gibi organların içine sızmış bazı kişiler ile varlığını halen gösterdiğini söylemek güç değildir. Fakat eski Türkiye anlayışı büyük ölçüde yenilmiş, halkımız üzerindeki baskılar azalmıştır. 
Geçmişte, Ergenekon derin devletinin çirkin yüzü tüm yurtta çeşitli şekillerde hissedilirken, kuşkusuz bunun etkilerini en fazla hisseden kesimlerden biri Kürt kardeşlerimiz olmuştur. Bunu telafi edebilmek için, onların çektiği acıları iyi bilmek gerekmektedir. 

İki Tehdit Arasında Kürtler


Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından Irak, Suriye ve Türkiye arasında dağınık durumda kalan (İran'daki nüfuslarıyla birlikte dörde bölünmüş olan) Kürt halkı, çeşitli zorluk ve baskılarla karşılaştılar. Irak'ta Saddam, Suriye'de Esad diğer bir deyişle Baas rejimleri Kürtleri yok etmeye yönelik bir baskı siyaseti izledi. Saddam, kimyasal silah kullanarak Kürtlere toplu katliam yaparken, Esad Kürt halkının hak ve özgürlüklerini kullanmalarına izin vermek bir yana, onlara nüfus kağıdı dahi vermiyor, onları tamamen yok sayıyordu. Türkiye'de ise derin devlet zihniyetinin hakim olduğu dönemlerde Aleviler, dindarlar, muhafazakarlar gibi Kürt vatandaşlarımız da şiddetli baskı gördüler.
Özellikle 90'lı yılların Güneydoğusu, terör örgütü PKK'nın tehdit ve baskılarının Kürt kardeşlerimize yöneltildiği en zorlu dönemlerden biridir. Bu dönemin, aynı zamanda Güneydoğu'da Devlet yerine derin devletin hakimiyet kurduğu ve kağıda dökülmemiş illegal uygulamalarla dehşet yaşattığı bir dönem olduğu herkesin malumudur. PKK'ya karşı mücadele veren aşiretlerin bile derin devlet tarafından sorgulandığı; Devletin atadığı vatansever korucu kardeşlerimizin PKK ajanı ilan edilip derin devlet yetkilileri tarafından defalarca işkenceye uğratıldıkları; kardeşi, oğlu veya kızı dağda olan ailelerin, PKK karşıtı olmalarına rağmen sürekli baskı altında tutulduğu korkunç bir dönemdir bu.



Solda: 1988 Halepçe Katliamı 

Kürt halkı, yıllar boyunca bölgede onulmaz acılar çekti. Saddam, Halepçe'de mazlum Kürt halkını kimyasal 
silahlarla katlederken, Suriye'de Esad, nüfus kağıdı bile vermediği Kürtlere şiddetli baskılar uyguluyordu. 


Bu dönemde hain terör örgütü PKK tarafından ciddi şekilde baskı gören köy korucularımızın aileleri dahi PKK'nın hain kurşunlarına hedef olmuşken ve canlarını Allah rızası için vatan uğruna ortaya koymuşken, bir yandan da derin devletin hedefi haline gelmişlerdir. Sorgusuz sualsiz evlerinden alınan pek çok Kürt vatandaşımızın bir kısmından bir daha haber alınamamış, bir kısmı ise günlerce korkunç sorgulara tabi tutulmuşlardır. Bu dönem, kardeşin kardeşi vurduğu, sayısız faili meçhul cinayetin işlendiği, milyarlarca dolarlık maddi zararın Türkiye'yi vurduğu bir dönemdir. 
Devletin yetkilerini haksız yollarla kullanan derin devletin oluşturduğu illegal örgütler, bölge halkına sürekli olarak baskı ve kötü muamelede bulunmuşlardır. Devlet içine çöreklenmiş bu çeteler, bölgede adeta yetki sahibi devlet gibi davranıp devlet otoritesini şahsi çıkarları doğrultusunda kullanmış, bölgede her türlü illegal faaliyeti gerçekleştirmişlerdir. Öyle ki, dönemin köy korucularının izahlarına göre, bölgede teröre karşı verilen mücadeleye en büyük zararı bu kişiler ve örgütler vermişlerdir.131 Terörün durması da, bir açıdan, bu derin örgütlerin faaliyetleri neticesinde mümkün olmamıştır. 






Türkiye, geçmişten günümüze ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış 
Kürt kardeşlerimize büyük bir onur ve sevgiyle sahip çıkmıştır. 
Solda: 1991 yılında Saddam zulmünden kaçıp Türkiye'de Çukurca 
mülteci kampına sığınan bir Kürt çocuğu. 
Sağda: Günümüzde Suriye'den kaçıp Türkiye'ye sığınan Kürt çocuğu. 


O dönemde Güneydoğu'da Devlet yoktur. Mazlum Kürt halkı iki ateş arasında sahipsiz bırakılmıştır. Yaşadıkları haksızlıkları, işkenceleri, kabusları şikayet edecekleri bir mercii yoktur. Hak arayanlar, yine, tehdit ve işkencelerle karşılaşmaktadırlar. Resmi daireler dahi derin devletin himayesi altında rüşvet çarkının gizlice işlediği yerler halini almıştır.132 Fakat halkın, bunu dahi şikayet edebileceği bir mercii bulunmamaktadır. Söz konusu derin devletin baskılarıyla medya özgürlüğü tümüyle kısıtlanmış ve bunun sonucunda da bölgede yaşanan katliamlar, faili meçhuller, sebepsiz gözaltılar, baskılar ve tüm diğer sorunlar gizli kalmıştır. 
Bölge köylerine sahte gerekçelerle derin devlet yapılanmaları baskınlar yapmaya başlamış, köy halkını meydanlara toplayarak onlara gözdağı vermiş, pek çok kişiyi sebepsiz gözaltılarla alıp götürmüşlerdir. Aynı köyler bu kez de geceleri PKK militanları tarafından basılmakta, onlar tarafından da eş zamanlı baskı uygulanmaktadır. Zalim PKK'lılar örgütün propagandasını yaparak, zorla para toplayarak, şüphelendikleri kişileri ihbarcı veya ajan diye katlederek daha korkunç bir zulüm yapmaktadırlar.133 Dindar Kürt halkımız, belki de en fazla ihtiyacı olduğu bir zamanda yanında Devleti bulamamış, hakkını arayamamış, haksızlıkların en şiddetlisiyle karşı karşıya kalmıştır. 
Ergenekon terör örgütü, Türkiye'yi her an karışıklık çıkartılabilecek bir zeminde tutarak dilediği anda, dilediği bölgede olağanüstü hal ilan edebilmiştir. Ergenekon terör örgütü tarafından, terörle mücadele adı altında köyler boşaltılmış, yakılmış, yüzbinlerce Kürt kökenli vatandaşımız yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda bırakılmıştır. Göç edilen Mersin, Adana, Ankara, İstanbul gibi şehirlerde Kürtlerin ikamet ettiği gecekondu mahallelerinde ilkel şartlarda yaşamak zorunda bırakılmaları PKK propagandalarına uygun bir zemin hazırlamış ve PKK'nın şehir yapılanmasında önemli rol oynamıştır.
Birçok Kürt aydın ya da kanaat önderi ya hukuksuzca tutuklanmış ya da suikast ile katledilmiştir. Bunların çoğunun, Ergenekon-PKK işbirliğiyle organize edildiği çok iyi bilinen bir gerçektir.
Derin devlet bölgeyi kasıtlı olarak ihmal ederken, bölge halkına sahip çıkan, iş, aş, imkan, vs. temin eden kurtarıcı görünümü verilerek, PKK ön plana çıkarılmıştır. Bölge kasıtlı olarak sosyoekonomik bakımdan geri bırakılmış, halk bilinçli bir şekilde yoksulluğa, sefalete ve cehalete terk edilmiştir. Bütün bunların sonucunda da kısıtlı iletişim imkanları da fırsat bilinerek bölge halkı "kara propagandalarla" yanıltılmış ve devlet adeta "Kürtleri yok etmek isteyen faşist bir güç" olarak gösterilmiştir. 






Masum Kürt anneleri, babaları, dünya güzeli Kürt çocukları tarihleri boyunca yüzyüze kaldıkları baskı ve zorlukların hiçbirini hak etmediler. 
Bu zor dönemlerde kardeşlerimizin yaşadıkları zorlukların farkındayız. Fakat devir artık telafi devridir. Kürt kardeşlerimiz geçmişin öfkesini taşımak yerine, artık kardeşliği isteyenler ile birlikte hareket 
etmelidirler. 


Kuşkusuz başından beri Ergenekon terör örgütünün de hedefi, Türkiye'yi parçalamak, canımız gibi sevdiğimiz Kürt kardeşlerimizi bizden ayırmak ve Türkiye'den ayrı bir komünist Kürdistan kurmak olmuştur. Bunun için özellikle Kürt halkı üzerinde baskı uygulayarak onları dışlamak istemiş, onların bu baskı altında Türkiye'den kopmayı talep etmelerini beklemiştir. Fakat bu karanlık derin devlet, Kürt halkının iman gücünü, vatana ve millete bağlılığını hiçbir zaman hesaba katmamıştır. Bu değerli halk, Devletin kendilerini ciddi şekilde –ve yine derin devlet baskısıyla– ihmal ettiği dönemlerde bile Devlete olan inançlarını yitirmemişler, asla kopup ayrılmayı düşünmemişlerdir. Ergenekon terör örgütü, işte bu kararlılık neticesinde Kürt kardeşlerimiz üzerinde kurguladığı senaryoda başarısız olmuş ve hesaba katmadıkları büyük bir yenilgiye uğramıştır. 
Kürt kardeşlerimiz şunu bilmelidir: O dönemde Güneydoğu'da olan bitenlerden habersiz değiliz. Kürt kardeşlerimizin ciddi şekilde baskı altında tutulduklarını, olağanüstü haksızlıklara maruz kaldıklarını, kendi ailelerinden adaletsizce kayıplar verdiklerini, bir yandan sinsi PKK belasıyla boğuşurken bir yandan derin devletin tetikçileriyle mücadele etmek zorunda olduklarını çok iyi biliyoruz. Bununla birlikte maruz kaldıkları yoksullukların, aile ve aşiret içi baskıların, feodal sistemin getirdiği acıların da farkındayız. Kürtçe'nin yok edilmeye çalışıldığından, Kürt kültür ve ananelerine şiddetle savaş açıldığından da haberimiz var. Kürt kardeşlerimiz için çözüm önerileri sunarken, PKK'ya yönelik bir üslup geliştirirken bütün bu gerçekleri bilerek hareket ediyoruz. 
Yine PKK'ya katılımlarda pek çok Kürt genci üzerinde komünist söylemlerden çok, maruz kaldıkları adaletsizliklerin etkili olduğunun, dağa çıktıktan bir süre sonra da bu gençlerin bir kısmının örgüt baskısından dolayı bir daha geri dönemediklerinin farkındayız. Pek çok genç, terör örgütünün Stalinist, komünist ve dinsiz bir teşkilat olduğunu sonradan fark ettiklerini açıkça söylemektedirler. Yine hali hazırda Güneydoğu'da ve yurdun çeşitli yerlerinde yaşayan Kürt gençleri içinde, derin devletin illegal yapılarının kendisine, ana-babasına yaptığı fena muameleler nedeniyle Devlete ve Türk kimliğine öfke duyan ve küskün olan bir topluluğun olduğunun da farkındayız. Bir kısım kişilerin yaptıkları gibi bunlara gözlerimizi kapatmış veya bunları yok sayıyor değiliz. Kürt kardeşlerimiz şu önemli noktayı unutmamalıdırlar: Buradaki amaç, bütün bunlara çözüm bulmaktır. 

Kürt ve PKK Ayrımını İyi Yapmak








İslam ahlakıyla yoğurulmuş, sevgi dolu mazlum Kürt halkı her 
şartta en mükemmel davranışı hak etmektedir. 



Öncelikle dünyanın bazı süper güçlerinin, hatta ülkemizde de birtakım kişilerin ısrarla anlamazlıktan geldiği şu gerçeğe vurgu yapalım: Kürt ve PKK ayrı şeylerdir. Kürt; nur, efendilik, onur, haysiyet, namus, güzellik demektir. PKK ise adı üstünde Pislik, Kahpe, Kalleştir. Bir Kürdü PKK'lı olmakla yaftalamak, ona yapılmış en büyük hakaretlerden biridir. Kürt kardeşlerimizin efendiliği ve asaletine gösterilen en büyük iftiradır. 
Konunun bu yönünü bilmeyen veya bu gerçeği kabul etmek istemeyenler genellikle Marksist PKK hareketini bir "Kürt direniş hareketi" şeklinde yorumlamakta ve terör eylemlerini Güneydoğu halkının tümünü kapsayan bir hareket olarak değerlendirmektedir. Oysa bu çok büyük bir aldatmaca ve haksızlıktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi PKK terör örgütü, asıl olarak Kürt kardeşlerimizi hedef almış bir örgüttür. Şu anda da korku imparatorluğu Kürtler üzerine kurulmuştur. Nitekim PKK'ya karşı vatanı koruyan askerin büyük çoğunluğu, korucularımızın ise neredeyse tamamı Kürt'tür. Allah rızası için vatan topraklarını korumak adına PKK'ya karşı kendi canlarını ortaya koymaktadırlar. 
Tüm Kürtleri sanki PKK'ya destek veren, Türkiye'den ayrı bir halkmış ve devlete kesin olarak karşıymış gibi göstermek de Kürt kardeşlerimizin üzerinde geçmişten beri uygulanmış bir başka toplum mühendisliğidir. Bu şekilde, terör yapan bir avuç komünist katille, Doğulu ve Kürt kökenli masum vatandaşlarımız bir gösterilmek istenmektedir. Bu suretle, Türkiye'nin her köşesinde Kürt kardeşlerimize karşı bir nefret ve düşmanlık ortamı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Kürtlerle PKK'yı bir gösterme gayreti çok tehlikeli ve sinsi bir taktiktir. Türkiye'nin birçok yerinde Kürt vatandaşlara "PKK'lı" denilerek saldırılar düzenlenmiştir. Bu saldırılar da PKK için bulunmaz bir propaganda vasıtası haline dönüştürülmüştür. Bölge insanına, "Bakın sizi Türkler istemiyor, size düşmanlar" imajı verilmiş ve PKK'nın kullanacağı bir ortam hazırlanmıştır. 
Güneydoğulu Kürt vatandaşlarımızın çok büyük bir kesiminin vatanına ölesiye bağlı, dindar ve Anadolu ahlakının bütün güzelliklerini taşıyan üstün insanlar olduğu gerçeği görmezden gelinemez. Allah korusun, sözün gelişi, bölgede –tüm silah baskılarından arınmış bir şekildebir özerklik referandumu gerçekleştirilecek olsa, bölünmeye ilk karşı çıkacak olanların Kürtler olacağı hemen görülecektir. Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden (BİLGESAM) Dr. Salih Akyürek'in Kürt sorunu üzerine hazırladığı rapor, bağımsızlık ya da federasyon talebinin bölge halkı arasında yüzde 90’ın üzerinde bir oranla kabul görmediğini ortaya koymuştur.




Şu bilinmelidir ki, tertemiz Kürt gençlerimizi, Kürt vatandaşlarımızı komünizme teslim etmeye hiç niyetimiz yoktur. 
PKK, asla ve kesinlikle Kürtleri temsil etmemektedir. Kürt ve PKK ayrımını çok iyi yapmak gerekmektedir.


Kürt ve Zaza vatandaşlara "Türkiye'deki Kürtlere bağımsızlık verilmesi Kürt sorunu için bir çözüm müdür?" diye sorulmuş, Kürt vatandaşların %90,1'i bu soruya "hayır" cevabını vererek bağımsızlık taleplerinin olmadığını belirtmişlerdir. "Kürtlere federatif hakların verilmesi Kürt sorunu için kalıcı çözüm sağlar mı?" sorusuna ise Kürt vatandaşlarımız %92,7 oranında "hayır" cevabını vermişlerdir.134 
PKK da bu gerçeği bildiğinden, halk üzerinde tehdit, saldırganlık ve baskı yoluyla bu hakimiyeti sağlamaya çalışmaktadır. Dolayısıyla, bir kısım kişilerin ve özellikle PKK'nın yaygınlaştırmaya çalıştığı Kürt=PKK söylemlerine şiddetli şekilde karşı çıkmak ve Kürt canlarımızın haklarını sonuna kadar korumak gerekmektedir. Kürt ile PKK ayrımını çok iyi yapmak ve bu ayrımı açıkça ve ısrarla halk arasında yaygınlaştırmak elzemdir. Bu bilgi, özellikle Batı toplumlarına ısrarla iletilmeli, dindar ve mukaddesatlı, efendi ve asil Kürt halkı ile kahpe bir komünist yapılanma olan PKK'nın ayrımı anlatılmalıdır. 



PKK'nın temsil ettiği şey kalleşliktir. Kürt kardeşlerimiz ise onuru, dürüstlüğü ve üstün ahlakı temsil ederler. 
PKK kalleşlerini Kürt olarak nitelemek Kürtlüğe hakarettir. 


Sevgi Olmadan Çözüm Olmaz


Geçmişin acıları kuşkusuz ki derin izler bırakmıştır. Fakat bugüne baktığımızda önemli olan nokta şudur: Geliştirilen sevgisizlik ve güvensizlik ortamının telafisi mümkündür. Bu telafi ise sadece ve sadece sevgi ve özgürlükler yoluyla yapılabilir. 
Kürtler, imanlı, derin ve efendi mizaçlı bir millet olduklarından daima asildirler. Nurlu ve dürüst insanlardır, insana ve dostluğa önem verirler, saygıyı mükemmel bilirler. Anadolu ahlakının güzelliğini en muhteşem şekilde yaşayan insanlardandırlar. Dolayısıyla bu güzel ahlaklı insanlar her şartta ve koşulda en mükemmel davranışı hak etmektedirler. 
Bu konuda hükümetimizin ayrı, halkımızın ise ayrı üzerine düşen görevler vardır. Geçmişin acılarını telafi etmek adına hükümetimiz de halkımız da Kürtlere özel ve ayrıcalıklı bir üslup geliştirmelidirler. Geçmişte Kürtlerin görmediği sevgiyi herkesten çok onlara göstermelidirler. Geçmişin kefaretini bu şekilde ödemelidirler. 

Hükümetimizin Üzerine Düşen Görev:


Bu konudaki önerilere geçmeden önce, Ak Parti hükümetinin 2002-2015 yılları arasındaki 13 senelik iktidarı boyunca, Güneydoğu'ya yönelik olarak, daha önceki yıllarda gerçekleştirilmemiş çok büyük yeniliklere imza attığını belirtmek gerekmektedir. Bunlar özetle: 

• OHAL (Olağanüstü Hal) uygulaması kaldırıldı.
• Vatandaşların çocuklarına Kürtçe isim vermesinin önündeki engeller kaldırıldı.
• Siyasi partilerin kapatılması zorlaştırıldı. 
• Kürtçe yayın yasağı kaldırıldı.
• Kürtçe kursların açılmasına imkan tanındı.
• Farklı dil ve lehçelerde radyo ve televizyon yayınına imkan sağlandı.
• Farklı dil ve lehçelerde reklam yapılmasına izin verildi.
• TRT 6 Televizyonu 24 saat Kürtçe yayına başladı.
• 10 Ocak 2015'te TRT 6'nın adı TRT Kurdi olarak değiştirildi.
• Özel televizyon ve radyo kuruluşlarına farklı dillerde 24 saat yayın imkanı sağlandı. 
• Üniversitelerde farklı dillerde ana bilim dalı, enstitü, bölüm açma, seçmeli ders koyma imkanları sağlandı. Kürt dili ve edebiyatı bölümleri kuruldu.
• Üniversitelerde Kürdoloji kütüphaneleri kurulmasına izin verildi.
• Farklı dillerdeki kültürel faaliyetleri destekleme kararı alındı. Kürtçe filmlere destek verildi.
• Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla anadillerinde görüşmeleri sağlandı.
• Çağrı merkezlerinde Türkçe bilmeyen vatandaşlara yönelik hizmet imkanı sağlandı.
• Önemli bölgelerde Kürt açılımı çalıştayları düzenlendi.
• Yerleşim birimlerine eski Kürtçe isimlerinin iadesi sağlandı. 
• Farklı dillerde siyasi propaganda yapılabilmesi sağlandı.
• Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Kürtçe bazı önemli eserler yayınlandı.
• Yayla ve meralar yeniden kullanıma açıldı, köye geri dönüşler başladı. 
• Kürtçe, ilk defa TBMM kataloğunda yer aldı.
• Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlarla ilgili soruşturma komisyonu kuruldu.
• Kürtçe tiyatro oyunlarının sahnelenmesine izin verildi.
• Kürtçe müzik albümü çıktı.
• Yerel din adamlarının (Mele'lerin) Devlet tarafından istihdamına imkan sağlandı.
• Sanıklar için anadilde savunma imkanı sağlandı.
• Türk Dil Kurumu Türkçe-Kürtçe sözlük yayınladı.
• Anadolu Ajansı Kürtçe yayın başlattı.
• 8 Mart 2015'te Hükümet GAP Eylem Planı'nı açıkladı. Planda, tarımdan turizme, eğitimden sağlığa, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin kalkınması için 26.7 milyar değerinde toplam 115 proje var.
• Kürtçe dilinde Kuran-ı Kerim basıldı.
• Bölgeye çok sayıda baraj, havaalanı, hastane ve okul yapıldı.
• Tüm yasalarda demokratikleşme ve çözüm süreci konusunda onlarca düzenleme yapıldı. 

Sırf bu maddelere bakıldığında dahi tarihi gelişmelerin yaşandığı, çok büyük adımların atıldığı ortadadır. 



Şanlıurfa'dan güzel bir manzara. 


Mevcut hükümetimiz geçmiş hükümetlerden oldukça farklı atılımlara imza atarak, Kürt kardeşlerimizin refahı için önemli gelişmeleri hayata geçirmiş, Kürtlerin haklarına sahip çıkmıştır. Kuşkusuz bu atılımlar sadece Kürtlere yönelik değil, ülkemizde yaşayan tüm diğer etnik gruplara, Alevilere ve azınlıklara yönelik de gerçekleştirilmiştir. Bütün bunlar oldukça sevindirici ve gurur vericidir. Ayrıca daha fazla demokratikleşmenin de gereğidir. Bütün bu açılımların yanı sıra, geçmişte çok eksik bırakılmış bir boşluğun da giderilmesi, bunun için çaba gösterilmesi gerekmektedir. Bu eksiklik sevgidir. Bu sevgi yaklaşımına -geçmişi telafi etmek adına Aleviler, Rumlar, Ermeniler, Museviler, Hristiyanlar kısacası geçmişte ihmal edilmiş tüm etnik ve inanç grupları dahil edilmelidir. Fakat buradaki konumuz Kürtler olduğu için bu konuyu ayrı ele alacağız. 






Güneydoğu'da yaşayan güzel insanlarımıza hak ettikleri değeri vermek önemlidir. Onların bölgede rahat ve huzurlu yaşamaları için gereken 
her imkanı sağlayacak bir politika yürütülmeli ve bundan taviz verilmemelidir. 


Güneydoğu'da yolların, havalimanlarının, köprülerin yapılması elbette önemli gelişmelerdir. Fakat bundan daha önemlisi Kürt halkımızın kalbini kazanmaktır. Bunun için mutlaka sevgi politikasını esas alan etkinlikler düzenlenmeli, Kürt kardeşlerimiz Devlet tarafından hem korunduklarını hem de sevildiklerini hissetmelidirler. Hükümetimizin, Kürt kardeşlerimizin hak ve özgürlükleri yönünde yukarıda saydığımız açılımlarından da anlaşılacağı üzere, bu sevgi politikasının acilen uygulamaya geçirileceğine inancımız tamdır. Fakat tabi ki bu konuda öncelikli olan PKK terörünün ve teröristlerinin bölgeden kazınmasıdır. Şu an gelinen noktada bu konuda birtakım tedbirler alınıyor olsa da çok daha kapsamlı ve organize bir müdahale ile bölgedeki tüm teröristlerin derdest yakalanması ve bir an önce tutuklanması gerekmektedir. Bu, bölge halkının güvenliği için elzemdir.
Bu konuda şu önemli husus mutlaka dikkate alınmalıdır: Hali hazırda hükümet tarafından Güneydoğu illerimize atanan bir kısım valilerin ve Devlet görevlilerinin ekabir, insanlara tepeden bakan, kibirli, onur kırıcı, alaycı, halden anlamayan ve sevgisiz tavırlarının olmamasına özen gösterilmeli, böyle kişilere görev verilmemeli ve böyle bir durumla karşılaşıldığında ilgili kişiler hemen görevden uzaklaştırılmalıdırlar. Bu bölgelere Devletin sevgi ve şefkatini sunabilecek, güler yüzlü, saygılı ve sevgi dolu, azimli ve hizmet ehli, görgülü, kaliteli, karşısındakini küçümsemekten haya eden, güzellikleri övmesini bilen valilerin atanması gerekmektedir. Hükümetimiz bu bölgelerde, toplumları birbirlerine kenetleyecek çeşitli etkinlikleri gerçekleştirmeli, onlara eğitim, sanat ve bilim gibi konularda katkıda bulunmalı, Devletin destek ve sevgisinin her an yanlarında olduğunu hissettirmelidir. 
Kürt bölgeye Kürt vali anlayışı da terk edilmeli, Kürtleri bir ırk olarak izole etme görünümü ortadan kalkmalıdır. Kürt valiler yurdun diğer kesimlerine, yurdun diğer kesimlerinden de valiler Güneydoğu'ya atanarak tek bir vatan üzerinde tek bir millet olarak kaynaştığımız gösterilmelidir. 
Hükümetimizin özgürce ve etkili şekilde hareket edebilmek için bölgedeki bir kısım Sivil Toplum Kuruluşları'ndan (STK), yerel dini liderlerden, aşiret önderlerinden, yerel radyo ve TV'lerden, sevgi üslubu kullanan, komünist ve faşist felsefeye karşı olup İttihad-ı İslam'ı savunan aydınlardan destek alması güzel olacaktır. 




Bu destek ile özellikle bölgede milli ve manevi birlik, kardeşlik üzerine konferanslar, filmler, belgeseller yayınlanması önemlidir. Kültürel yozlaşmaya değil; Allah'a, Kuran'a, iman hakikatlerine, Kuran mucizelerine, bilime, sanata, estetiğe, kaliteye, kültüre, sevgiye, insanları sevk eden politikalar izlenmelidir. Bunlar için internet ve medya yoluyla büyük bir seferberlik yapılmalıdır. 
Özellikle sosyal medyada sevgi, barış temelli, modern, kaliteli, ilmi bir vizyonla Büyük Türkiye, İslam Birliği ideallerini benimsetecek bir seferberlik yapılmalıdır. Bu politika dahilinde kalitesizliğe, sevgisizliğe, nefrete, bağnazlığa asla izin verilmemelidir. Hurafelere, bidatlere yol verilmemelidir.
RTÜK'e bağlı tüm televizyon ve radyolar bu eğitim seferberliğine dahil edilmelidir.



Saddam rejiminin zulmünü gösteren bu toplu mezar Kürt kardeşlerimizin yaşadıkları kabusun sadece 
bir bölümünü temsil etmektedir. 

Bütün dünyanın sırtını döndüğü bir anda aralarında Kürtlerin de bulunduğu mülteci kardeşlerimize 
kapılarını 
ve vicdanını açan ülke Türkiye oldu. Kürt kardeşlerimiz sınırda Türk askerinin şefkati ile karşılandılar. 


Saddam Kürtlere zulmettiğinde, Esad katliam yaptığında veya PYD'nin zulmü sırasında Kürtleri hep Türkiye kollamış ve kurtarmıştır. Her türlü ihtiyaçlar samimice ve güzellikle karşılanmıştır. Kobanili Kürt kardeşlerimiz ülkemizde en güzel şekilde kucaklanmıştır. Tüm bu gerçekler tarihi bilgi ve belgelerle ayrıntılı olarak anlatılmalı, Kürt kardeşlerimize yönelik geçmişteki sevgisiz yaklaşımların, hedefleri farklı olan Ergenekon terör örgütü ve PKK belalarından kaynaklandığı ısrarla belirtilmeli, Kürt kardeşlerimizin daima Türk Devletinin ve milletinin koruması altında olduğu hissettirilmelidir. 

Halkımızın Üzerine Düşen Görev:








Irkçılık, cehaletin de ötesinde bir ruh hastalığıdır. Dünyadaki tüm 
insanlar Hz. Adem (as)'ın soyundan gelir ve İslam dini ırkçılığı kesin 
olarak lanetlemiştir. Dolayısıyla Kürt kardeşlerimiz, ülkemizde sayısı 
pek az olan bir kısım Beyaz Türklerin ırkçılık politikalarına tevessül etmemelidirler.


Türk halkı içinde kendisini "Beyaz Türk" olarak tanımlayan insanlardan bir kısmının bu tanımlamanın ardına sığınarak ürkütücü bir ırkçılık politikası sürdüren, bu politika gereği Türkiye üzerinde sadece Kürtleri değil başka ırkları da istemeyen bir güruh olduğu bilinmektedir. 
Irkçılık, cehaletin de ötesinde bir ruh hastalığıdır. Dünyadaki herkes Hz. Adem (as)'ın soyundandır, dolayısıyla herkes eşit yaratılmıştır. Kendisini Darwinizm'in saptırıcı etkileri veya başka sebeplerle üstün gören anlayış, söz konusu kişinin hem Darwinizm safsatasına inanacak kadar cahil hem de bundan nefret söylemi çıkaracak kadar hasta bir zihniyet olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla ırkçılık yapan bir insanı, normal ve sağlıklı akılda biri olarak tanımlamak ve onu bu anlamda muhatap almak doğru değildir. 
Yüce Rabbimiz Kuran'da üstünlük ölçüsünün ırk değil, sadece ve sadece takva olduğunu belirtmiştir: 
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)

Yine kendilerini bir şekilde "Beyaz Türk" olarak tanımlayan bu insanlar arasında, Kürtlerin kültürlerini ve kişiliklerini kendine uygun bulmayan, enaniyet ve kibirden gözleri ve ruhları körelmiş, maddiyat ve eğitim ile üstünleştiğini zanneden bir kesim, ülkenin sadece Batı hattından oluşmasını istemekte ve Güneydoğu'nun ayrılmasında kendilerince sakınca görmemektedirler. Bu kişilerin, Kürt kardeşlerimizin komünistlerin ellerine düşmesi ve ezilmeleri umurlarında bile değildir. Bela kendilerine dokunmadığı sürece, bencillikleri içinde kavrulur ve materyalist dünyalarının içinde sevgisiz bir hayat yaşamaya devam ederler. 
Unutulmamalıdır ki, söz konusu "Beyaz Türkler"in bir kısmı, bahsettiğimiz enaniyet ve kibir dolu tavırlarını sadece Kürt kardeşlerimize değil, ülkedeki tüm azınlıklara, hatta fakirlere, köylü kardeşlerimize, eğitim seviyesi düşük kişilere, daha da ileri giderek hastalara ve sakatlara dahi gösterebilmektedirler. Bunun kuşkusuz en temel sebebi, etkisinde kaldıkları materyalist zihniyetin üzerlerinde bıraktığı müthiş olumsuz ruh hali ve vicdan zafiyetidir. Söz konusu kişiler, ne yazıktır ki, bu sevgisiz ruh halinin ceremesini asıl olarak kendileri çekmekte, içlerinde yaşattıkları sevgisizlik asıl olarak kendilerine zarar vermektedir. 







Kürt kardeşlerimizin üzerindeki, zulmün, baskının, gözyaşının 
hakim olduğu günleri geride bırakma zamanıdır. Komünist tehdidi 
ortadan kaldırarak gözyaşının olmadığı bir ortamda kardeşçe ve 
huzur içinde yaşayacağız. 

Diyarbakır Ulu Cami'de namaz kılan kardeşlerimiz.


Şu da bir gerçektir ki yukarıda saydığımız bu görüşteki kişiler, ülkemizin çoğunluğunu oluşturmamaktadırlar. Halkımızın çoğunluğu, Kürtlerin, dürüstlük, efendilik, doğruluk bakımından çok üstün bir topluluk olduğunun farkındadır. Kürtlerin onuru, bütün milletimize örnek olacak güzelliktedir ve bu kardeşlerimiz, yüksek ahlakın en mükemmel tecelli ettiği kişilerdir. Asla yalan söylemez, onurlarına yakışmayan bir işe girişmez, dürüstlükten taviz vermezler. Yıllarca acı çekmiş olmak, çileden geçmiş olmak insanı çok güzel eğitir ve acı çeken insanlar hep nezaketi ve sevgiyi en fazla bilen insanlar olurlar. İşte bu nedenle Kürtlerin değeri pek çok insandan kat kat fazladır. 
Milletimize düşen, kendini bilmez bir kısım "Beyaz Türklerin" iddialarını ve taleplerini boşa çıkaracak şekilde Kürtlere sahip çıkmaktır. Gerek gösterilecek sevgi ile, gerek kardeşliği teşvik eden yazılar ile gerekse de sosyal medyadaki kampanyalar ile bu sevgisiz azınlığın kötü telkinleri bertaraf edilebilir. Halkımız, Kürtlerin yıllarca çektikleri acılara ortak olduklarını, PKK'ya ve zalim derin devletlere karşı birlikte mücadele edeceklerini gösteren bir çaba içinde olmalıdır. 
Kürt kardeşlerimize düşen ise söz konusu kendini bilmez azınlığın sözlerine ve uygulamalarına hiçbir şekilde itibar etmemeleridir. Allah mutlaka Hakkı ve doğruyu hakim kılar. Zalimce düşünenler, Allah Katında ne kadar aciz olduklarını bilmeksizin, cahilce büyüklük taslamaya kalkanlar, Allah'ın kanununa göre mutlaka yenilgiye uğrayacaklardır. Dolayısıyla Kürt kardeşlerimize düşen, doğru ve dürüst davranmaya devam etmeleri ve daima iyilerle birlikte hareket etmeleridir. Kürtlerin hakkını savunan bu ülkede çok fazla doğru, vicdanlı ve dürüst insan vardır. 
Unutulmamalıdır ki: Her acı, daha fazla sevgi ve daha fazla özgürlükle telafi edilir. Bizler bu acıları sevgi ve özgürlüklerle telafi etmeye hazırız. Bunun için de tüm gücümüzü kullanacağız. Dolayısıyla bundan sonra olması gereken, sevgi insanlarıyla ittifak içinde yepyeni bir başlangıç yapmaktır. İttihad-ı İslam, ırk ve din ayrımı olmadan tüm insanları kapsayacak büyük bir ülküdür. Kürt kardeşlerimiz bizimle bu ülküyü paylaşmalı ve zalimin gücünün olmadığı, haksızlıkların kalmadığı, adil ve huzurlu bir dönem birlikte inşa edilmelidir. 
Rabbimiz bildirmiştir:


... Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle hakkı hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir. (Şura Suresi, 24)

Dipnotlar


131. Bedran Akdağ, Dağın Ardındaki Gerçekler, Ozan Yayıncılık, 2012, s. 35
132. A.g.e. s. 36
133. A.g.e. s. 37
134. Dr. Salih Akyürek, Kürtler ve Zazalar Ne Düşünüyor? Ortak Değer ve Sembollere Bakış, BİLGESAM, rapor no. 26, İstanbul 2011, http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-91-2014040810rapor 26. pdf 

6. Bölüm: Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan Türkiye Ne Yapmalı?


Sevr'in Özlemi: Büyük Kürdistan

6. Bölüm: Türkiye Ne Yapmalı?

Kitabın şimdiye kadarki bölümlerinde verilen deliller ve açıklamalardan, Türkiye'nin PKK belasıyla farklı açılardan ciddi şekilde sarılmış olduğu, KCK'nın bir virüs gibi ülke içinde yapılanmış olduğu açıkça görülebilmektedir. Bu yapılanma ile PKK'nın ülkeyi içten içe fethetmek üzere olduğu ortaya çıkmakta ve bu yapılanma çeşitli sebeplerle Batı'dan destek almaktadır. Dolayısıyla şu an, sinsi ve kahpe terör örgütü PKK, her zamankinden daha farklı yöntemlerle ülkeyi kuşatma altına alıyor görünümü sergilemektedir. Bunu yaparken de ülkeyi savaş alanına çevirmeye çalışmaktadırlar. Fakat bunlar olurken, bir kısım aydınlarımız, yazarlarımız, politikacı veya bürokratlarımız, PKK'nın eylemlerine ve pervasızlığına ses çıkarmamış, hatta bir kısmı şaşılacak şekilde katil gerillaları temize çıkarma operasyonuna girişmişlerdir. Ancak PKK'nın her gün ısrarla devam eden kahpece eylemleri karşısında onların da bir kısmı PKK'nın gerçek yüzünü anlamış, PKK aleyhine dönmüş durumdadır. 
Ülkemizin özellikle Güneydoğusu bu kadar kapsamlı kuşatma altına alınmışken bu kişilerin söz konusu tavırları da halkımız nezdinde bir rehavet oluşturmuş, tehlikenin kapsamı tam olarak anlaşılamamamıştır. Büyük bir kesim tarafından ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlikeye bir isim konulamamakta, nasıl çözüm alınacağı bilinmemektedir. Söz konusu tehlikeyi bertaraf edebilmek için yapılması gereken en önemli şey, önce tehlikenin tarifini yapabilmek ve buna uygun bir tedavi belirlemektir. İkinci önemli unsur ise, bu tedaviyi yaparken tüm siyasi partilerimiz ve Türkü, Kürdü, Lazı, Abazası, Romanı, Çerkezi, Ermenisi, Rumu, Müslümanı, Hristiyanı, Musevisi hatta ateisti ile tüm halkımız olarak topyekûn olarak hareket etmemizdir. Aramızdaki bölünmelerin ve anlaşmazlıkların, komünist terör örgütlerini her zamankinden daha fazla güçlendireceği unutulmamalıdır. 
Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeye karşı alınması gereken önlemler aşağıda, kısa vadeli ve uzun vadeli tedbirler olarak maddeler halinde belirtilmiştir. 



Önemli Hatırlatma


Türkiye, oldukça stratejik bir coğrafyada, çatışmaların ortasında ve komünizm tarafından tehdit altında bulunan bir devlet olarak kuşkusuz ki güçlü bir orduya sahip olmak mecburiyetindedir. Bunun gerekliliği, bir sonraki başlık altında da detaylı olarak anlatılacaktır. Fakat bir ordunun veya silahların var olması, hiçbir zaman adam öldürmek için hazırlık yapmak anlamına gelmeyeceği gibi mühimmat ve askerin mutlaka kullanılacağı anlamına da gelmemektedir. İnsanları yanlış yapmaya sürükleyen, onları tuzağa düşüren sebepler yanlış ideoloji ve fikirlerdir. Dolayısıyla yanlış fikre sahip insanları öldürmeyi hedefleyen hastalıklı ve ürkütücü anlayış, korkunç bir barbarlıktır ve çok daha önemlisi haramdır. Şu anda Ortadoğu'yu bir korku ve savaş ortamına sürüklemiş olan da işte bu korkunç zihniyetin sonucudur. Yanlış fikirleri ortadan kaldırmanın çözümü daha fazla insan öldürmek değil, bu fikirlere sahip insanlara doğru eğitim vermektir. 
Dolayısıyla hangi din, hangi görüş, hangi ırk ve milletten olursa olsun bir insanın öldürülmesi daima karşı olduğumuz ve tüm gücümüzle mücadele ettiğimiz bir zihniyettir. Caydırıcılık unsurlarını tartışırken bu önemli gerçeğin mutlaka hatırda tutulması gerekmektedir. Caydırıcılık başkadır, savaş ve adam öldürme başkadır. Kuran'da Allah caydırıcı davranmayı teşvik etmiş, fakat saldırganlığı yasaklamıştır. 

1. Devletin caydırıcı yönü hissettirilmelidir








Kuran'da Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: 
Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)

Ayette Cenab-ı Allah, bildiğimiz veya bilmediğimiz tüm düşmanlara karşı "bir caydırıcılık unsuru olarak" askeri hazırlık yapılmasını öğütlemektedir. Ayetten açıkça anlaşılabileceği şekilde bu askeri hazırlık, düşmanlık yapan veya bunun hazırlığında olanlara korku salmakta ve onların güçlerini kırmaktadır. Söz konusu tedbirler neticesinde saldırganlar, planladıkları ataklardan caymak zorunda kalmakta, etkisizleşmektedirler. Dolayısıyla askeri anlamda güçlenip kuvvet toplama ve bu konuda hazırlık yapma, tehlikeleri sindirmek için Müslümanların başvurması gereken önemli bir yoldur, gereklidir. 
Güneydoğu'da oluşan ve PKK'nın şehir içlerinde güçlenmesine olanak veren vahim duruma karşı bölge halkı, Devletimizin kendisini daha fazla hissettirmesini ve bunun için de çok acele edilmesini sıklıkla dile getirmektedir. PKK, kahpece eylemlerine göz göre göre devam etmekte, askerimize, polisimize sokak ortasında pusu kurmakta, kalleş yöntemlerini arsızca sürdürmektedir. Bu sinsi tuzakları, sokaklarda KCK mahkemelerinin çadırlarını gören, YPG sözde asayiş birimlerinin her fırsatta devrede olduğuna şahit olan, sıklıkla PKK tarafından tehdit edilen, haraca tabi tutulan halkımız; Devletimizi ve askerimizi daha güçlü şekilde bölgede görmek istemektedir. Aksi takdirde şüpheye düşmekte, korunamayacaklarına inanmakta ve mecburen bölgede güçlü gördükleri KCK'nın dediklerini yapmakta, destekçisi gibi gözükmektedirler. Tehdit o kadar büyüktür ki, bu insanlarımız PKK'ya karşı mücadele ettikleri surette Devletin kendilerini koruyup korumayacağı konusunda şüpheye düşebilmektedirler. 

Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için caydırıcı unsurların devreye sokulması gerekmektedir. Caydırıcılığın başlıca şartı kuşkusuz ki silah ve güçlü bir ordudur. Ordumuzun güçlü ve ihtişamlı bir şekilde özellikle Güneydoğu illerimizde sıklıkla kendisini göstermesi elzemdir. Ordumuz daha kapsamlı, menzili yüksek olan silahlarla donatılmalı, mühimmat bakımından güçlendirilmeli ve askerlerimiz mutlaka toplu halde dolaşmalıdırlar. Geniş yetkili polisimizin yanı sıra bölgede özel harekat birimlerinin sürekli olarak bulunması şarttır. Etrafta umarsızca asılmış PKK paçavralarına izin verilmemesi, kurulan çadırların hemen yıkılması, provokasyonlara göz açtırılmaması hayatidir. 





Özel harekat, bölgede sürekli bulunmalı, kalekolların yapımı devam etmelidir. Kalekolların hem sayısı hem kalitesi artmalı; kalekollar, güvenliğin yanı sıra bölge halkına da katkı sağlayacak yaşam
alanlarına dönüştürülmelidirler. 


Yolların kesilmesi, tırların yakılması gibi kalleşçe eylemlerin en sert tedbirlerle önüne geçilmelidir. Tehdit mektuplarının kaynağı hemen tespit edilmeli ve ilgili kişiler hızlı bir şekilde gözaltına alınmalıdır. PKK, azgınlaşmaya teşebbüs ettiğinde karşısında özel eğitimli, gerilla savaşını yakından tanıyan ve geniş yetkili özel harekat birimlerini mutlaka görmelidir. Bu birimler, sayıca oldukça fazla askerlerden oluşmalı, küçük bir kasabaya dahi büyük birlikler gönderilmelidir. PKK'nın azgınlaştığı ve şehit haberlerinin arttığı şu günlerde ise yapılması gereken seferberlik ilan edip, kısa süre içinde 4 milyon askeri toplayıp, PKK ile ilgili sorunları bir veya birkaç gün içinde bitirmektir. 
Güneydoğu illerimizin merkezlerinde ve caddelerinde söz konusu özel harekat birimlerinin Allah-u Ekber nidalarıyla yürüyüş yapmaları, ellerindeki mühimmatları PKK'ya tanıtacak şekilde bir resmi geçiş düzenlemeleri tedirgin kalpleri teskin edecektir. Tekrar hatırlatalım bu silahlar saldırı ve öldürme amaçlı değil, sadece caydırma amaçlı sergilenecektir. 
Kalekolların yapımına devam edilmelidir. Özellikle son dönemlerde PKK'nın gözü dönmüşçesine askerimize ve polisimize yönelik saldırıları, pervasızca gerçekleştirilen sokak çatışmaları, askerimize ve polisimize kurulan hain pusular bile kalekolların yapımının devam etmesi için yeterli bir sebeptir. Zaten hali hazırda savaşın devam ettiği Suriye ve Irak sınırımız itibariyle de Güneydoğu bölgemiz riskli bir coğrafyanın içindedir; kalekol yapımlarının sürmesi bu bakımdan da büyük önem taşımaktadır. Kalekolların sayısı artarken kalitesi de artmalı, bu birimler birer güvenlik noktası özelliğini taşırken aynı zamanda sağlık, eğitim, sosyal aktiviteler gibi hususlarda da bölge halkına katkı sağlayacak yaşam alanlarına dönüştürülmelidir. Bölgenin en iyi ve en kapsamlı şekilde gözetlenebilmesi için MOBESE sistemlerinin çok profesyonel hale getirilmesi şarttır.


"Düz ovada gerilla savaşı yapan IŞİD'e yenildiğini”113 itiraf eden Cemil Bayık hatırlanacağı gibi Die Zeit gazetesine ise,“Türkiye artık düzenli orduyla bize karşı bir savaş yürütemez”114 demiştir. Kendilerinin de yaptığı gibi enseden vuran kahpece saldırılara karşı çaresiz olduğunu açıkça dile getirirken, Türkiye'yi de –sırf kahpece bir gerilla mücadelesi yapmadığı içinkendince güçsüz görmektedir. Bunun için uzun menzilli füze üretiminin veya alımının hızlandırılması ve söz konusu füzelerin özellikle riskli bölgelere, hatta doğrudan Kandil'e doğru konuşlandırılması gerekmektedir. Füze kuşkusuz ki tank, tüfek, top, hatta uçak gibi tüm diğer savunma silahları arasında en etkili ve en caydırıcı olandır. Bu sebeple menzili oldukça uzun olan füzelere ağırlık vermek elzemdir. 







İran'ın şiddet, saldırı, idam gibi uygulamalarını tasvip etmemiz 
mümkün değildir. Fakat caydırıcılık ve güç gösterisi bakımından 
İran örneğinin dikkate alınması önemlidir. PKK ile mücadele 
konusunda İran ile ittifak yapıldığı takdirde, PKK'nın büyük 
bir güç ve moral kaybına uğrayacağı açıktır. Bu ittifak kısa süre 
içinde gerçekleştirilmelidir. 


Bu noktada İran örneğini hatırlatmak yerinde olacaktır. İran, hatırlanacağı gibi, 2011 yılında PJAK'a (PKK'nın İran kolu) yönelik olarak ani bir operasyon başlatmıştır. Söz konusu operasyon sırasında İran içlerine girmiş olan PKK militanları geri çevrilmekle kalmamış, İran Devrim Muhafızları Kandil dağına kadar militanları kovalamış, PKK'ya ait bir kampı tümüyle ele geçirmiş ve kamplara yönelik kapsamlı bir operasyona başlamak üzereyken PKK'ya geri çekilmeleri için süre vermiştir. Irak'taki Peşmergeler de sınırları koruma altına almaları konusunda uyarılmıştır. O dönemde PJAK, şiddetli korku sebebiyle, İran Devrim Muhafızları'nın verdiği süreden çok önce geri çekilmiş ve "tek taraflı" ateşkes ilan etmek mecburiyetinde kalmıştır. İran'dan ise bu tek taraflı ateşkese uymasını "rica etmiştir". Karayılan'ın o dönemdeki açıklamaları, İran yönteminin PKK'nın üzerinde nasıl bir deprem etkisi yarattığını açıkça göstermektedir: 
...Kandil alanında ve yine daha değişik alanlarda artık sınır üzerinde PJAK gerillaları olmayacaktır. Bu, İran'ı yeni bir saldırıya tahrik etmemek için tek taraflı olarak alınmış bir tedbirdir ve umarım İran tarafından da dikkate alınacaktır. Gelinen aşamada İran ile çatışma durumu çok kritik bir noktaya gelip dayanmış bulunmaktadır. Çünkü bu aşamadan sonra İran tekrar saldırılarını başlatırsa, artık sadece PJAK değil, biz de PKK olarak devreye girmek durumunda kalacağız... Oysa biz PKK olarak İran'a karşı herhangi bir savaş ilan etmedik. İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşmak da istemiyoruz.



Karayılan'ın İran'la savaşa karşı bu isteksizliği, İran'ın elindeki silahlar ve güçlü ordusu nedeniyle korku duyması ve yenileceğinden emin olmasındandır. Karayılan'ın yana yakıla yaptığı açıklamalar da bunu teyit eder niteliktedir: 
İran, PJAK şahsında ifadelendirdiği bu saldırısıyla tüm Kandil'i işgal etmek istemektedir... Tankını, topunu, modern bütün silahlarını, değil sadece Kandil'i, Hewler'i ve daha da ötesini vurabilecek füzelerini, roketatarlarını ve bütün tekniği ile 30 bin askerini Kandil'in karşısına konumlandırmıştır.115

Burada şunu hatırlatmak gerekir: İran'ın şiddet, saldırı, idam gibi uygulamaları hiçbir şekilde tasvip edebileceğimiz yöntemler değildir. Fakat caydırıcılık ve güç gösterisi bakımından İran örneğinin dikkate alınması önemlidir. Karayılan'ın açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi sınıra dizilmiş olan İran füzeleri, roketatarları ve İran askeri PKK üzerinde çok ciddi bir panik meydana getirmiş; PKK adeta kendi parçası olan PJAK'la alakası olmadığını iddia eder bir aşamaya gelmiştir. 





Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin 
düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız...(Enfal Suresi, 60)



PKK açıkça İran'dan af dilemekte, mecburen aldıkları ateşkes kararına İran'ın da uyması için yalvarmaktadır. Bütün bunlar İran'ın güç gösterisinin bir sonucudur. Türkiye'nin de elinde oldukça güçlü bir ordusu ve imkanı olduğu açıktır. İran'ın anti-demokratik uygulamalarını değil, fakat caydırıcı vasfını bu konuda uygulamaya geçirmesi, hatta PKK ile mücadele konusunda İran ile işbirliği yapılması faydalı olacaktır. İlerleyen satırlarda bu konunun üzerinde durulacaktır. 




Özel Harekat birimlerimiz, özellikle Güneydoğu bölgemizde kendilerini göstermeli, Devletin caydırıcı gücü 
özellikle bu birimler vesilesiyle hissettirilmelidir. Daha fazla özel harekat okulu açılması elzemdir. 



2. Koruculuk sistemi güçlendirilmelidir


Koruculuk sistemi, geçmişten beri PKK'ya Güneydoğu'da en büyük darbeleri vurmuş, en sağlam savunma mekanizmalarının başında gelir. Güneydoğu'nun güzel Kürt halkı, Kürt milliyetçiliğini kullanarak ortaya çıkmış komünist terör örgütüne, yıllarca canları pahasına hiçbir şekilde geçit vermemişlerdir. Ergenekon terör örgütünün bölgede korkunç zulümler gerçekleştirdiği dönemlerde bile –bu konuya ilerleyen satırlarda değinilecektir– yılmamışlar; Allah korkuları, imanları, vatan ve millet sevgilerinden güç alarak canlarını siper etmişlerdir. Güneydoğu'nun pek çok beldesi ve köyü, bu isimsiz kahramanlarımızın cesur ve yürekli mücadeleleri nedeniyle asla PKK yuvası haline gelememiş, bu bölgelerin pek çoğuna PKK hiçbir şekilde adım atamamıştır. PKK militanlarına karşı vatanına bağlı 70 bin köy korucusu görev yapmıştır. Bu uğurda pek çok korucumuz şehit olmuş, kahpe PKK tarafından aileleri dahi hedef alınmış, köylerine PKK tarafından baskınlar düzenlenmiştir. Bütün bunlara rağmen köy korucularımız, korkusuzca, yalnızca Allah'a bir can borçları olduğunu bilerek, Allah'a tevekkül ederek vatan için görevlerini yerine getirmiş ve bundan da daima gurur duymuşlardır. 




Koruculuk sistemi, geçmişten beri PKK'ya en büyük darbeleri vurmuş sistemlerden biridir. Bu nedenledir ki her ateşkes döneminde PKK'nın ilk şartı bu birimin kaldırılması olmuştur. İşte bu yüzden koruculuk sistemi mutlaka daha da güçlendirilmeli, daha fazla korumaya alınmalı, şartları iyileştirilmelidir.


Dikkat edilirse PKK'nın da tarihi boyunca en zorda kaldığı ve rahatsız olduğu konu köy korucularının varlığı olmuştur. 26 Mart 1985 tarihinde 422 sayılı Köy Kanunu'nda yapılan değişiklikle Geçici Köy Koruculuğu uygulamaya konulmuştur. Devlet yanlısı köylülerin korucu olmasından hemen sonra, PKK, kahpe kurşunlarını koruculara yöneltmiş; hatta daha da ileri giderek onların köylerine girip eşlerini, yaşlılarını, çocuklarını katletmiştir. İşte böyledir; PKK, namlusunu kalleşçe sadece savunmasız askere veya korucuya değil, mazlum kadına, çocuğa, yaşlıya dahi uzatan, kundakta bebeklerin bulunduğu evleri ateşe veren kalleş bir terör örgütüdür. Nitekim Öcalan birçok talimatında köy korucularını ve ailelerini hedefleyerek şu emri vermiştir: 
Köy, kişi, aile olarak onları ablukaya almalıyız. Böyle özel bir intikam havasıyla onlara yaklaşmak gerekiyor. Göz ardı edemeyiz, sindirmek şart.116
Ümit Özdağ'ın bu konuda kitabında verdiği rakamlar oldukça ürkütücüdür: 
PKK'nın devrimci şiddetinin sınır tanımadığı bu süreçte 243'ü bebek ve çocuk, 172'si de kadın ve çocuk olmak üzere toplam 799 sivil katledildi. Süreç sonunda korucular toplam 1614 şehit verdiler. Gazi olan korucu sayısı ise 1856'yı buldu.117
PKK'nın "Kürtlük" propagandası, Kürt milliyetçiliğini kullanarak insanları manipüle etmeye çalışması da koruculuk gerçeği ile tümüyle geçersiz kılınmaktadır. Korucularımızın büyük bir kısmı Kürt ve Zaza kökenlidir. Geçici Köy Korucu Dernekleri ve Şehit Aileleri Federasyonu Genel Koordinatörü Ata Altın'ın ifade ettiği gibi, aileleriyle birlikte 1 milyonluk bir kitleye karşılık gelen köy korucuları "Kürt kökenlidir, Kürtçeyi konuşmaktadır, Kürt kültürünü yaşamaktadır; fakat terör ve bölünme istememektedirler.”118
Ergani Kortaş Köyü Korucubaşı Adem Çakmak ise şu güzel açıklamaları yapmaktadır: 
Bizler devlet yanlısıyız. Ergani'de 2 yıl önce ilk ben silah aldım. PKK'ya o zaman da karşıydık, şimdi de karşıyız. Buralar elden gitmesin diye silah aldık. Çapulcular eline silahı alıp buraları 'Kürdistan' ilan edemez. Bunu kabul etmiyoruz, bu arada aslımızı da inkar etmiyoruz. Biz de Kürtüz ama bölücü değiliz.119





Geçici Köy Korucuları Haklarını Koruma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı: "Biz mücadelemizin başında iken, PKK, nerede gölgemizi görse kaçacak delik arıyordu. PKK diye bir şey yoktu."


Tarih boyunca bütün silah bırakma şartnamelerinde PKK, ilk şart olarak köy korucularının devre dışı bırakılması maddesini dayatmış ve bunun acilen uygulanmasını istemiştir. Hatırlanacağı gibi çözüm süreci kapsamında yine silah bırakma bahanesiyle PKK tarafından 10 maddelik bir şartname dayatılmış, bu 10 madde içinde "Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları" başlığı altında özellikle korucular hedef alınmıştır. Bu maddeye göre "başta koruculuk sistemi ve boşaltılan köyler sorunu olmak üzere yaklaşık 30 yıldır süregelen çatışma ortamının yarattığı tüm sosyo-ekonomik sorunların giderilmesi" istenmiştir. Bu şart tekrar göstermektedir ki, koruculuk, PKK'nın oldukça zayıf noktası, bir yürek acısıdır.
Hal böyleyken köy korucuları konusu Devletimiz tarafından daha ciddi şekilde ele alınmalıdır. Köy korucu sistemleri çok daha ciddi şekilde güçlendirilmeli, korucularımızın sayısı iki katına çıkarılmalı ve Devletimizin daha fazla koruması ve desteği altına alınmalıdır. Bu konuda hükümetimiz tarafından hali hazırda çalışmalar yapıldığı bilinmekte ve bu çabalar bizleri sevindirmektedir. Köy korucularına güçlü silahlar verilmeli, bu silahları gittikleri her yerde taşımalarına olanak sağlayacak kanunlar çıkarılmalıdır. 
Maaşları tekrar düzenlenmeli, maaşlarda iyileştirme yapılmalı, aileleriyle birlikte rahat edecekleri ve güvende olacakları bir ortam sağlanmalıdır. Geçici köy korucularının sigorta kapsamında olmamaları büyük bir sorundur; bu sorunun hemen bertaraf edilmesi ve gerekli sigorta işlemlerinin mutlaka yaptırılması gerekmektedir. Bu kişiler, canlarını Allah rızası için vatan adına ortaya koymuş kişilerdir, onlara bir zarar geldiğinde hem onların hem de ailelerinin rahat ettirilmesi ve sosyal güvence altında olmaları Devletin sorumluluğunda olmalıdır. Korucularımızın emekliliklerinde ellerinden silahlarının alınmaması elzemdir. Çünkü bilinmektedir ki, PKK bu kişileri bellemekte, onların savunmasız olacakları zamanı beklemektedir. Dolayısıyla emeklilik sonrası bu kişileri savunmasız bırakmak PKK'ya hedef göstermek anlamına gelir. Emekliliklerinin sonrasında da belli bir maaş ile bu kişilerin aileleriyle birlikte rahat etmeleri sağlanmalıdır. 
20 yıldır kolluk kuvvetleriyle birlikte PKK ile mücadelede doğrudan aktif görev almış olan korucularımızla sık sık durum değerlendirilmesi yapılmalı, onların tecrübelerinden ve istihbaratlarından her daim faydalanılmalıdır. Çoğu zaman araziyi bilmeyen askerlerin yanlarına korucuları alarak hareket ettikleri bilinmektedir. Dolayısıyla korucuların her açıdan etkisinin çok yüksek olduğu açıktır. 





Güneydoğu illerimiz, insanıyla, tarihiyle, güzelliğiyle bizim için birer nimettirler. Kürt kardeşlerimiz, 
komünist terör tehdidi olmadan orada huzur içinde yaşayacaklardır. 
Şanlıurfa'dan muhteşem bir manzara. 


Son dönemlerde korucularımıza yöneltilen kaçırma, rehin alma olaylarının sıklaşması, PKK'nın korucu sisteminden tedirginliğinin bir diğer göstergesidir. Ancak bu tip olaylar kimi zaman korucularımızın şehit olmasıyla sonuçlanmakta ve korucularımıza gerekli koruma sağlanamamaktadır. Dahası söz konusu korucularımız tehdit mektuplarıyla uzun süredir PKK'nın gözdağı ve yıldırma taktiklerine maruz kalmaktadır. Söz konusu tehdit mektuplarında "Düşman! Silahını iade et ki, Kürdistan'da yaşama hakkın olsun!” denilmekte, Devletin verdiği silah düşman silahı olarak tanımlanmakta, ülkemizin Güneydoğusuna ise "Kürdistan" adı verilmektedir. Bu pervasızlık devam ederken, Güneydoğu'da yaşananları görmezden gelmek kuşkusuz ki akla ve vicdana aykırıdır. 
Geçici Köy Korucuları Haklarını Koruma ve Yardımlaşma Derneği Başkanının A9 Televizyonu'nda yaptığı şu açıklamalar oldukça önemlidir:
Biz var iken, Devletimiz bize görevde ihtiyaç duyar iken, mücadelemizin başında iken, PKK, nerede bir gölgemizi görse, kaçacak delik arıyordu. PKK diye bir şey yoktu.120
Açıktır ki korucu sistemi, PKK'nın hem korku duyduğu hem de çaresiz kaldığı hayati sistemlerden biridir. Cumhurbaşkanımız'ın bu konuya ehemmiyet verdiği, korucubaşlarıyla yaptığı toplantılar neticesinde açık şekilde görülmektedir. Bu hassasiyeti hükümetimiz mutlaka devam ettirmeli, koruculara Devletin desteğinin her zaman süreceğini hissettirmelidir. 

3. Kürtçe Anadil: Taktik mi, zorunluluk mu?








Kürtçe konusunda son dönemdeki atılımlar, özellikle Diyanet'in bastırmış olduğu Kürtçe Kuran meali 
çok önemli ve sevindirici gelişmelerdir. 


"Kürtçe anadil" konusunun bir kısım Kürt kardeşimiz için oldukça hassas bir konu olduğu aşikardır. Güneydoğu'da pek çok ana-baba sadece Kürtçe bilmekte, dolayısıyla pek çok Kürt kardeşimiz ilk öğrendikleri dillerinin yok olup gitmesinden endişe duymaktadırlar. Kürtçe diye bir dilin unutturulmaya çalışıldığı, Kürtçe konuşan veya yazanların dışlandığı, hatta hapislerde yattığı geçmiş Türkiye'ye bakıldığında bu çekincelerinde haklı oldukları görülmektedir. İlerleyen satırlarda daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, Ergenekon terör örgütü pek çok konuda olduğu gibi Kürtçe konusunda da Kürt kardeşlerimize büyük eziyetler çektirmiştir. 
Şunu öncelikle belirtelim: Kürt dilinin unutturulması ve tümüyle dışlanması gibi bir konu bu ülkede asla bir daha olmayacaktır, buna kesin olarak izin vermeyeceğiz. Hatta Kürtçe, ülkemizin önemli bir değeri olarak çok daha fazla bilinmeli, bunun için çeşitli kurslar ve dernekler açılmalı, çok daha geniş bir alana yaygınlaşmalıdır. Kürtçe eserler çoğalmalı, Kürtçe türküler daha fazla dinlenir hale gelmelidir. 
Bu konuda hükümetimizin son on yılda başlattığı girişimler oldukça güzel olmuştur. TRT Kurdi'nin açılması, çeşitli Kürtçe açılımları ve asıl olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kürtçe Kuran meali hazırlanması oldukça önemli gelişmelerdir. Kürtçe Kuran mealinin bunca yıldır basılmamış olması, zaten Kürtçe üzerinde uygulanan baskının vahametini göstermektir. Diyanet İşleri'nin ülkemizdeki başka dil ve lehçeler için de Kuran meali basma hazırlıkları olduğu bilinmektedir. Bu çok güzel bir haberdir; ülkemizde Arnavutça, Ermenice, Yunanca gibi çeşitli dillerde bu çalışmanın yapılması oldukça faydalı olacaktır. 
Anadil konusuna gelince: Bu noktada Kürt kardeşlerimiz oldukça dikkatli olmalıdırlar. Çünkü anadil konusu, PKK tarafından, özellikle aynı vatan içinde Türkler ve Kürtler diye bir ayrımı yapmak için özel olarak kurgulanmış bir taktiktir. Komünist eylemleri için daima Kürt milliyetçiliği kılıfını kullanmış olan PKK, uyguladığı terör eylemlerini yine aynı kılıfa uygun hale getirebilmek, müzakereler sırasında sanki hedefleri Kürtleri kurtarmakmış gibi görünebilmek adına anadil konusunu gündeme getirmişlerdir. Burada tekrar belirtmekte fayda vardır: PKK'nın yeniden başlattığı kanlı eylemlerle amacının aslında Kürt kardeşlerimizi kurtarmak olmadığı gün yüzüne çıkmış durumdadır.
Şemdin Sakık, 2012 yılında Öcalan'ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi için PKK'lı ve PJAK'lı 483 hükümlünün Türkiye genelinde 58 cezaevinde "PKK zoruyla" başlattıkları açlık grevinin istekler listesine "Kürtçe'nin anadil olarak kamuda kullanılması" şartının sonradan eklenmesi konusunu şu şekilde açıklamaktadır:
Örneğin başlangıçta 'Anadilde Eğitim' isteği eylemin hedefleri arasında yoktu, belli ki planlamayı yapanlar bu sloganı istekler listesine eklemeyi unutmuşlardı. 
Peki neden? 
Unutmak, beynin gereksiz şeyleri temizleme faaliyetidir. Unuttular zira PKK'nın ... 'Anadilde Eğitim' gibi bir sorunları hiç olmadı. Aksine hükümetin Kürt dili ve kültürüne yönelik olarak attığı her adım, TRT-6'nın yayına başlamasında ve Kürtçe'nin seçmeli ders olarak müfredata dahil edilmesinde görüldüğü gibi onların tepkisini çekti ve var güçleriyle bu adımları boşa çıkarmaya çalıştılar. TRT-6'da çalıştığı için Kürt kızı Rojin'i bile ölümle tehdit ettiler. Bunlar özünde Kürt kültüründen o kadar uzaktırlar ki, Kürtçe'yi günlük hayatlarında bile kullanmıyorlar. Dolayısıyla 'Anadilde Eğitim' maddesini istekler listesine eklemeyi unutmaları tamamen böylesi amaçlarının olmayışından kaynaklandı. Bu isteği sonradan eklemeleri ise bu sözde eyleme Kürt kitlesinin desteğini kazandırmak ve eylemin gerçek amacını gizlemek içindi. 121
Gerçekten de, PKK'da özellikle basılı yayın ve yazışmaların Türkçe ile yapıldığı, zorunlu olmadıkça toplantılarda Türkçe konuşulduğu iyi bilinmektedir. 122 Pek çok kişinin Kürtçe hakimiyeti bulunmamakta, hemen hiçbir köyün, hiçbir beldenin konuştuğu Kürtçe birbiriyle benzeşmemekte, bu nedenle iletişim yolu olarak Kürtçe tercih edilmemektedir. Bu nedenle kendi aralarında da en iyi anlaşma dili Türkçedir. Kendi ideolojilerini okuyup iyi anlamak için de hep Türkçe eserlerden faydalanmışlardır. Çünkü Kürtçe yayınlar her ne kadar var olsa da aslında oldukça yetersizdir. 
Dolayısıyla PKK'nın gerçekte Kürtçe anadil gibi bir derdi yoktur. Örgüt, anadil kavramını daima "Kürtlerin hakkını savunuyoruz" görünümünü vermek için kullanmakta ve Kürt halkının olurunu almaya odaklanmaktadır. Keza Kürtçe, özellikle genç Kürt nesil arasında da çok fazla tercih edilen bir dil değildir. Dünyaya açılmak, tarihi bilgiler edinmek, edebiyat, bilim, teknoloji, tarih, genel kültür ve siyaset gibi hiçbir konuda Kürtçe eserlere ulaşmak mümkün olamamaktadır. Hemen her ülkede çeşitli dillerde yayınlanan ünlü bir eseri Türkçe olarak bulabilmek mümkünken, Kürtçe olarak bulabilmek mümkün değildir. 21. Yüzyıl Enstitüsü'nün Diyarbakır'da gerçekleştirdiği bir analiz şu şekildedir: 
Diyarbakır'da Türk olduğu için Kürtçe bilmeyen önemli bir nüfus olduğu gibi, Kürt veya Zaza olmakla beraber Kürtçe'yi ve Zazaca'yı az bilen veya günlük yaşamında sadece Türkçe konuşan çok önemli bir nüfus yaşamaktadır. Belediyelerin bütün Kürtçeleştirme çalışmalarına rağmen, işçi arayan esnafın ilanlarını Türkçe vermekte ısrar etmesi, Kürtçeleştirme çabalarının doğal bir süreç değil, siyasal bir süreç olduğunu göstermektedir.123







UNESCO Kültür Mirası kapsamında bulunan muhteşem Diyarbakır surları ve Hevsel Bahçeleri. Ne komünist teröristler, 
ne de Kürtleri bizlerden ayırmaya çalışan derin güçler, bu güzel diyarlarda Kürt kardeşlerimizle birlikte 
yaşamamıza engel olamayacaklardır. 


Bu elbette siyasal bir süreçtir. Osmanlı'dan beri bu topraklar üzerinde yaşayan hiçbir halkın dil ile ayrılma gibi bir derdi olmamıştır. Osmanlı Devleti çok çeşitli ve birbirinden tümüyle farklı etnik gruplardan oluşmasına rağmen Osmanlı'nın dili daima Türkçe olmuştur. Vali ve milletvekillerinin Türkçe bilmesi zorunludur. Devlet memurları yetiştiren Enderun'un dili Türkçe olduğu gibi, mahkeme sicilleri de Türkçe olarak tutulmuştur. Bu durum Arabistan, Mısır, Bingazi, Trablus, Rumeli, Balkanlar, kısacası Osmanlı'nın hakimiyeti altındaki her yerde bu şekilde olmuştur. Bunun nedeni, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan her ferdin din ve ırkına bakılmaksızın bir milletin temsilcisi olarak Türk sayılmasıdır. Buradaki "Türklük" ve Türkçe'nin anadil olarak kullanımı ırka yönelik bir tutum değil, bir bütünlük içindeki milleti tasvir eden bir tanımlamadır. 
Günümüz demokratik ülkelerine bakıldığında da uygulamaların bundan farklı olmadığı görülecektir. Uluslararası sözleşmelerde, özellikle insan hakları konusunda bugün Avrupa'da yürürlükte olan ve dünyaca en kabul edilir ve yaptırım gücü yüksek kararlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarıdır. Dolayısıyla insan hakları yönünden olduğu kadar, yine insan hakları konusunun bir parçası olan dil, kültür ve kimlik konularında başvuru kaynağının AİHM olması en doğru olandır. AİHM içtihatları ise, üniter devletlerin içinde farklı bir dil arayışını reddeden çok sayıda kararı içermektedir. Birkaç örnek şöyledir: 
AİHM'e Türkiye'den bir müracaat yapılmış; isim değiştirmek ve Türkiye alfabesinde bulunmayan q, w ve x harflerini kullanmak isteyen bir vatandaş, iç hukuk yollarını tüketince AİHM'e başvurmuştur. Mahkeme, talebi reddetmiştir. 
İsviçre Federal Mahkemesi, anayasanın dillerle ilgili hükmünü dikkate alarak milli diller Almanca, Fransızca, İtalyanca, Reto Romanca ve resmi diller; Almanca, Fransızca ve İtalyanca dışında vatandaşların anadili hangisi olursa olsun, bu dillerin dışında başka bir dille okul açmasını, eğitim ve öğretim talebinde bulunmasını reddetmiştir.124
PKK, Güneydoğu'nun kendince doğal aşamalarla Türkiye'den kopmasını sağlamaya çalışmaktadır. Dili ayırmak, bu komünist örgüt için bu kopuşu en fazla hızlandıracak unsur olacaktır. Çünkü bunu yapınca, Güneydoğu'dan Ankara veya İstanbul'a gelmiş olan bir Kürt vatandaşımız tümüyle yabancılık çekecek, Ordu'dan Güneydoğu'ya atanan bir doktor hastasıyla iletişim kuramayacak, Antalya'dan atanan bir öğretmen öğrencilerine hiçbir şey anlatamaz hale gelecektir. Bir ülkenin, birbiriyle iletişim kuramayan, farklı dil konuşan, birbirinden kopuk toplumları ortaya çıkacaktır. "Doğal bölünme" zeminini oluşturabilmek için PKK bu anadil maskesini kullanmaktadır. Güneydoğu'yu tümüyle izole bir hale getirip orada komünist bir yönetim kurmak, halkın üzerinde istedikleri gibi baskı oluşturabilmek için kendilerince en kısa yol olarak bunu bulmuşlardır. 
Eski Bakanlarımızdan Sadi Somuncuoğlu bu olayı şöyle özetlemektedir: 
Buradaki dil tartışmalarının birinci amacı, varlığımızı hedef alan kanlı terörü 'dil ve kültürel haklar' perdesi altında legalleştirmek ve meşrulaştırmaktır; ikinci amacı ise; 'iki dilli – iki kimlikli' devlet yapısına geçişi sağlamaktır. Böylece ülkemizin bölünmesinin yolu da açılmış olmaktadır.125
Kürt kardeşlerimiz, yüzlerce sene aynı topraklar üzerinde birlikte yaşamış olan Türk milletini ayırmak için kurgulanmış bu oyuna gelmemelidirler. Kürtçe elbette okullarda ders haline gelmeli, mutlaka öğrenilmesi teşvik edilmeli, daima canlı tutulmalı ve edebi, siyasi, sanatsal eserlerle zenginleştirilmelidir. Türk halkının önemli bir değeri ve parçası olarak varlığını korumalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Fakat Türkçe'yi unutturup sadece Kürtçe öğreterek Kürt annelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin, kardeşlerimizin Türkiye'nin geri kalanında adeta bir yabancı gibi kalmalarının hedeflenmesi ve dil meselesinin kalleş terör örgütü tarafından bölünme unsuru olarak kullanılması çok köklü bir sorunun zeminini oluşturmak içindir. 

4. Dindarlığın güçlendirilmesi


PKK'nın tüm baskılarına rağmen bunca yıldır Güneydoğu bölgemizde egemenlik kuramamasının en büyük sebebi Kürt halkımızın dindarlığıdır. Bölgede yeni neslin de dindar yetiştirilmesi PKK'ya en büyük darbelerden biri olacaktır. 


Kürt, Zaza ve Arap kökenli kardeşlerimizin çoğunlukta yaşadığı Güneydoğu bölgemizin en önemli özelliklerinden biri dindar olmasıdır. O topraklar İslam'ın sıcaklığı, güzelliği, güzel ahlakı ile yoğrulmuştur; Allah'a derin sevgi ve muhabbet ile güçlenmiş ve ayakta kalmıştır. Kürt kardeşlerimiz dinden ayrı düşünemez, dinden ayrı yaşayamazlar. Bu nedenledir ki tüm baskılarına rağmen kalleş PKK'nın tehditlerine sonuna kadar göğüs germiş, geçmişte derin devletin baskılarına rağmen iman gücüyle vatanın bütünlüğünü korumaya kararlı davranmışlardır. PKK'nın bunca yıldır Güneydoğu bölgemizde bir egemenlik elde edememesinin en büyük sebebi, bölgeye hakim olan dindarlık olmuştur. 
Geçmişte aşiretlerin hakim oldukları bölgelerde feodal sistemi yıkabilmek için farklı ve oldukça hatalı bir yaklaşımda bulunulmuş ve bu bölgelerin dinden uzaklaştıkları takdirde feodal düzenden kurtulabilecekleri gibi yanlış bir anlayış gelişmiştir. İşte bu nedenledir ki bölge gençlerine genellikle dinden uzak, çoğunlukla sol eğilimli bir eğitim şekli sunulmuştur. Sol söylemlerin yaygın olduğu bir nevi özenti kültürü geliştirilmek istenmiştir. Son yıllarda Kürt gençleri arasında dindarlık oranının azalması bu metodun getirdiği vahim sonuçlardandır. Yeni nesil bir kısım Kürt gençler bu zihniyet esasına göre yetişmiş, aldıkları bu yanlış eğitim neticesinde "dinsizlik – Kürt ırkçılığı – PKK" ekseninin ortasında kalmışlardır. Bu gençlik, geçmişte yaşananlar nedeniyle öfkelidir; çözümün PKK'da olmadığını bilmekte ama yine de Kürt toplumlarını yıllarca Devletimize kenetlemiş olan ortak din duygusu kendi açılarından sekteye uğradığı için isteksizce de olsa PKK'ya yönelmektedirler.



Diyarbakır'da Ulu Cami'den güzel bir görüntü. 
Sol üstte: Dünya güzeli bir Kürt çocuğu. 


Birazdan eğitim konusu çok daha detaylı anlatılacaktır. Fakat özellikle bu durumdaki gençlere yönelik geliştirilmiş eğitim politikasına burada odaklanmak gerekmektedir. Güçlü aile bağlarını simgeleyen aşiretlerin varlığı güzeldir ve bu aşiretler Güneydoğumuz için birer süstürler. Fakat aşiretler içinde pek çok genci dağa çıkmaya mecbur etmiş olan feodal sistemin verdiği zararları ortadan kaldırmak, gençleri dinden uzaklaştırarak değil gerçek İslam eğitimi vererek mümkün olur. Kadını ikinci sınıf vatandaş olarak görmek gibi din içine dahil edilmiş hurafeleri gidermek sosyalist yaklaşımlarla mümkün olmaz. Sosyalizm kısa zaman içinde PKK zihniyetindeki komünizm ve terör anlayışını getirecek ve toplumlar eşitlik beklerken anarşi, adaletsizlik, yoksulluk, korku ve sevgisizlik belasının içine düşeceklerdir. Güneydoğu'da gözlerimizin önünde böyle bir yapının gelişmesine izin vermemiz imkansızdır. 



Güneydoğu'da kadının üstünlüğü, demokrasi, adalet, sanat, bilim, barış gibi kavramları Kuran ayetleriyle anlatan bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Kuran'da tarif edilen gerçek İslam'ın tanınması, yeni nesil Kürt gençliğinin yetişmesi bakımından 
önem taşımaktadır. 


Toplumda yer etmiş hurafelerden kurtulmak ancak Kuran'da tarif edilen gerçek İslam'ın tam anlamıyla anlaşılabilmesi ile mümkün olur. Bunu başarabilmek için de Güneydoğu'da kadının üstünlüğü, demokrasi, adalet ve barış kavramlarını Kuran ayetleriyle açıklayan bir eğitim sistemi geliştirilmelidir. Gerçek İslam'ın sanat, müzik, bilim gibi değerleri teşvik ettiğini, en mükemmel demokrasi şeklini tarif ettiğini, ırkçılığı lanetlediğini, kadını hiçbir toplumda yaşanmadığı şekilde üstün tuttuğunu göstermek gerekmektedir. Bu eğitimi alan gençler, kendi aşiret – aile bağlarını ve imanlarını güçlü tutmaya devam ederek saygı temelli ve Kuran'a dayalı bir düzeni inşa edebilirler. Yeni nesil Kürt gençlerimiz için bunu yerleşik kılmak çok kolay olacaktır. Yeter ki Devletimiz eğitim şeklini bu şekilde düzenlesin. 
Böyle bir eğitim, bir kısım Güneydoğu gençlerini PKK'ya iten eşitsizliği ortadan kaldırırken, bir yandan da PKK'ya vurulmuş ağır bir darbe olacaktır. Çünkü dindar gençler, PKK'ya tevessül etmedikleri gibi aldıkları eğitimle PKK'nın çarpık ideolojisine karşı koyabilecek şekilde donanımlı hale geleceklerdir. Böyle bir ideolojik donanım, birazdan detaylarını görebileceğimiz gibi, PKK'yı halkımıza daha fazla acı çektiremeyeceği şekilde, tümüyle etkisiz hale getirmek için yeterlidir. 

5. Irak Kürt Bölgesi ve İran ile ittifak


PKK ile mücadele konusunda özellikle Irak Kürt yönetimi lideri 
Mesud Barzani ile ittifak büyük önem taşımaktadır. 


Daha önce detaylı belirttiğimiz gibi, Batı'nın Büyük Kürdistan hayalinde dört ülkenin adı geçmektedir. Bunlardan Suriye, yıllardır içinde bulunduğu iç savaş ve kargaşa ortamının bir neticesi olarak ittifak veya çeşitli işbirliği önerileri açısından devre dışı kalmıştır. Fakat İran ve Irak özerk Kürt yönetimi ittifakımızın güçlü olduğu iki sınır komşumuzdur. Her iki ülkenin toprakları üzerinde PKK'nın komünist Kürdistan kurma hayali vardır ve her iki ülke liderleri de PKK'nın varlığından rahatsızdır. Bu son derece önemli ayrıntılar, üç ülkeyi PKK'ya karşı ittifak konusunda eşsiz birer aday haline getirmektedir. Şu durumda Türkiye'nin yapması gereken, PKK'ya karşı İran ve Irak'ı yanına alan büyük, etkili ve güçlü bir birliktelik kurmaktır. 
İran'ın PKK'ya yönelik caydırıcı tutumundan daha önce bahsetmiştik. Elbette İran tarafından gerçekleştirilen demokrasiye aykırı uygulamaları tasvip etmemiz mümkün değildir; fakat İran ile özellikle sınırda PKK'yı caydırmaya yönelik çok güçlü bir ittifak mümkündür ve mutlaka gerçekleştirilmelidir. Tarihe baktığımızda, İran ve Türkiye'nin ciddi dostluk kurduğu zamanların PKK açısından oldukça zorlu dönemler olduğu, iki ülke arasında soğukluk yaşandığı dönemlerde ise PKK'nın hemen durumu yeni saldırılar için fırsat olarak değerlendirdiği bilinmektedir. Demek ki PKK'yı, ciddi şekilde caydırıcı güç olarak gördüğü İran'ın Türkiye gibi güçlü bir devlet ile ittifakı korkutmaktadır. 
Bu fırsat iyi değerlendirmelidir. Türkiye ordusu ve imkanlarıyla birlikte İran ile PKK'ya karşı işbirliğini hissettirmeli, hatta bunu yeni stratejik anlaşmalarla resmi hale getirmeli, istihbarat bilgileri paylaşılmalı ve PKK, herhangi bir şımarıklığın nasıl sonuçlanabileceğini tahmin edebilmelidir. Böyle bir ittifak, tek başına, PKK'nın tüm eylemlerini sona erdirecek güçtedir. 


Barzani, Duran Kalkan gibi PKK liderlerinin Kuzey Irak'ta seslerinin çıkmasını ve PKK'nın bölgede varlık bulmasını engellemek için 
Irak Kürt Parlamentosu'na çağrı yapmıştır. 

Irak Kürt Özerk yönetimi açısından ise, Cumhurbaşkanı Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani dindar kişilikleriyle bilinen güvenilir insanlardır. Türkiye ile bağlarının güçlü olması son derece güzeldir ve bu birlikteliğin mutlaka daha güçlü dostluk ve ittifaklarla pekişmesi gerekmektedir. Şu anda Irak Kürt bölgesinde ciddi şekilde PKK hakimiyeti olduğu, hatta Peşmerge'nin bir kısmının PKK destekçilerinden oluştuğu bilinmektedir. Zaman zaman Kandil'de mağaralarda saklanan PKK yöneticilerinden Barzani'ye yönelik tehditler gelmekte ve Barzani açıkça baskı altında tutulmak istenmektedir. Hatta bilindiği gibi 2015 yılı başlarında PKK, bölgedeki karışıklıklardan faydalanarak, Irak Kürt bölgesinde Ezidilerin yaşadıkları bölgeyi kendince kanton ilan etmiş ve Barzani bu duruma oldukça ciddi tepki göstermiştir. Türkiye tarafından Kandil'e yönelik hava operasyonları sırasında da PKK'ya ciddi tavır alan ve bu terör örgütüne "Kürdistan'ı terk edin" şeklinde ültimatom veren yine Barzani'dir. Barzani, PKK ile ilgili şikayetlerini zaman zaman dile getirmekte ve Türkiye'den açık veya kapalı bir üslupla destek beklemektedir. 
Barzani, kendisine suçlamalarda bulunan PKK yöneticilerinden Duran Kalkan ile ilgili IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) Parlamentosu ve hükümetine şu çağrıları yapmıştır: 
Vatana ihanet içindeki bu oluşuma karşı uygun tedbirleri alın. Bu tür oluşumlar tehlikelidir. ... Bu sesin (Duran Kalkan) çıkmaması için bütün gücünüzle çaba gösterin. Vatana ihanet suçu olan bu görüşlerin önünü kesin. Şerefli Kürdistan halkına da çağrım şudur: Böyle grupların Kürdistan'da varlık bulmasına izin vermeyin. Vatana ihanet içindeki bu unsurlar iç savaş çıkarmak istiyor. Fitne çıkarmayı amaçlayan bu oluşumlara imkan tanımayın. Kürdistan'ın savunulması ve halkımızın birliğinin sağlanması için elinizden gelen çabayı gösterin. 126




PKK, Irak Kürt yönetimi için de geçmişten beri tehdittir. O bölgenin de refaha kavuşması, Iraklı Kürtlerin çocuklarını huzur içinde yetiştirebilmeleri için Türkiye ile ittifak yapılması şarttır. 
Açıktır ki Barzani, Kürtlerin ve kendi özerk bölgesinin selameti ve bütünlüğü için endişe etmekte ve PKK'yı fitne çıkaran, birliği bozan ve terör saçan bir virüs olarak nitelemektedir. Kuşkusuz, kuruluşundan itibaren ABD'nin denetimi altında olması Irak Kürdistan Özerk Yönetimi açısından riskli bir durumdur; çünkü söz konusu yönetim bu sebeple ABD'nin yaptırım ve koşullarının dışına çıkamamakta, özgür karar verememekte, denetim altında tutulmaktadır. Bu sebepledir ki Irak Kürt Özerk Yönetimi, bir dönem gereksiz şekilde IŞİD ile bölgede çatışmaya girmiş, bunun sonucunda da Peşmerge acı kayıplar vermiştir. Fakat bütün bunların yanı sıra, ABD'nin bölgeden çekilmiş olduğunu da dikkate almak gerekmektedir. Irak Kürt Bölgesi, ABD vesilesiyle elde ettiği ayrıcalıklı statüyü muhafaza etmek için dost ve güçlü bir komşu ülkenin varlığına muhtaçtır. Bu şartlar da göz önüne alındığında, Kürt Özerk Bölgesi'nin Türkiye desteğine her zamankinden daha fazla ihtiyacı olduğu görülebilmektedir. Barzani bu talebi zaman zaman dile getirmektedir. Elbette öncelikle sağlanması gereken Barzani'nin can güvenliğidir. PKK tarafından sürekli tehdit altında tutulan ve ordusunda gizli PKK'lılarla baş etmek zorunda kalan Barzani'nin içinde bulunduğu tehlike göz önüne alınarak, Türkiye'deki özel birimler ve MIT tarafından korumaya alınması elzem ve son derece acildir. 
Büyük Ortadoğu Projesi'nin felakete dönüştüğünü söyleyen ve "Türkiye'nin Amerikan planlarına dahil olması, idam fermanını imzalaması anlamına gelir" itirafını yapan CIA eski ajanı Graham Fuller'in bir başka doğru tespiti de şu olmuştur: "Türkiye, Iraklı Kürtlerle diyaloğunu arttırabilirse PKK sorununu çözebilir.”127
Bu oldukça doğru ve önemli tespit mutlaka dikkate alınmalıdır. Irak Kürt yönetimi, İran ve Türkiye gibi üç sınır komşusunun PKK'ya karşı müttefik olması, her türlü caydırıcı unsuru PKK'ya yönelik olarak sergilemesi, istihbarat bilgilerini ve lojistik desteklerini paylaşmaları, imkan olan her fırsatta PKK'ya yönelik dev bir tehdit olduklarını hissettirmeleri, kısa süre içinde teröristleri caydıracak ve susturacaktır. Türkiye'nin en kısa zamanda bu ittifakı sağlamak için harekete geçmesi ve üç ülkenin PKK ile mücadele konusunda birlikte hareket etmesi gerekmektedir. 


Solda: İran Devrim Muhafızları 
Sağda: Kahraman Türk askeri Bordo Bereliler. 
PKK'ya karşı etkili bir caydırıcılık oluşabilmesi için hem Irak Kürt 
yönetimi hem de İran ile yapılacak bir ortak hareket, oldukça olumlu sonuçlar getirecektir. 

6. Batı ile yakın çözüm ittifakları sağlamak

Amerika başta olmak üzere Batılı düşünce kuruluşları ve siyasiler içinde, Ortadoğu'daki kargaşayı insani bir sorun olarak ciddiye alan ve bu konunun çözümü konusunda samimi şekilde çaba gösteren kişilerin varlığı kuşkusuz bilinmektedir. Burada, Ortadoğu üzerinde bölme planlarının aslında sayıca oldukça az bir kesime ait olduğu hatırlatılmalıdır. Pek çok politikacı, bürokrat ve kanaat önderinin odaklandığı nokta "insan" ve "barış" olmuştur. Dolayısıyla Ortadoğu'da olup bitenler onların da canlarını yakmakta ve çözüm için gayret göstermektedirler. 
Söz konusu kişiler, Ortadoğu'ya dehşetli bir felaket getirecek olan PKK gibi bir komünist harekete karşı ittifak içinde olunması gereken kişilerdir. Özellikle bölgedeki Müslümanlara yönelik ılımlı ve sıcak politikaları olan ve aynı zamanda Ortadoğu problemine çözüm arayan yurt dışındaki bir kısım isimlerle mutlaka bağlantıya geçilmelidir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantı kurulmalı ve PKK tehlikesi konusunda her biri ayrı ayrı bilgilendirilmelidir.
Etkili sosyal medya kullanımı ile hem Türkiye hem de yurt dışında editörler, köşe yazarları, TV yapımcıları ile tek tek bağlantıya geçilmelidir. Bu kişilere PKK'nın bölgedeki komünist/materyalist özerk bir devlet kurma emelleri anlatılmalı ve bunu elde etmek için sürdürdükleri sinsi, kanlı eylemler konusunda bilgilendirilmelidirler. Yurtdışına ve ülkedeki bazı kesimlere karşı adeta barış elçisi görüntüsüne bürünen PKK teröristlerinin ilk fırsat buldukları anda sokaklarda pusu kurarak polisleri ve askerleri şehit ettikleri, evlerinde uyuyan polislere kahpece silah doğrulttukları, kadınlara ve çocuklara dahi saldırmakta tereddüt etmedikleri anlatılmalıdır. 


Batı, PKK konusunda kapsamlı şekilde bilgilendirilmelidir. PKK'nın hainlikleri anlatılmalıdır. 
Türkiye'den başlayarak kurulacak komünist bir devletin nasıl korkunç sonuçlar getireceği 
Batı'ya her fırsatta izah edilmelidir. 
Türkiye'nin bölünmesinin bütün dünyayı da etkileyecek zararları, olumsuzlukları anlatılmalı, Türkiye'den başlayacak komünist odaklı bir parçalanmanın domino etkisiyle tüm İslam ülkelerine, oradan da tüm kıtalara yayılacak bir savaş ve terör ortamını tetikleyeceği izah edilmelidir. PKK'nın gerçek mahiyetinin pek çok Batılı tarafından bilinmediği akılda tutulmalıdır. Komünist-Stalinist bir terör örgütünün güçlenmesinin Ortadoğu için nelere mal olacağı mutlaka ikna edici gerçeklerle izah edilmelidir. 
Batı ile işbirliği esnasında ve ikna çabaları sırasında çeşitli zorluklarla karşılaşılabileceği, PKK gerçeğinden habersiz insanların bu izahlara direnebileceği dikkate alınmalıdır. Bu sebeple anlatımlarda düşmanca veya ırkçı söylemlerden kaçınılmalı, güzel, akılcı, sabırlı, samimi, ılımlı sözlerle anlatım yapılmalıdır. Anlatılacakların fikri altyapısı kurulmalı ve bilimsel metotlar seçilmedir. İlmi ve akılcı temellere dayanmayan, romantik, zayıf, delilsiz anlatımlara kesinlikle yer verilmemelidir.
Batı'daki duyarlı kişiler, "medeniyetler çatışması" fikri yerine "iyilerin ittifakının" mutlaka zafere ulaştıracağı konusunda ikna edilmelidirler. Sorunlara karşı, Hristiyan, Musevi ve Müslümanların ortak bir birlik içinde hareket etmelerinin önemli olduğu ve Türkiye'nin bu konuda hazır olduğu mutlaka vurgulanmalıdır. Gerçek İslam ve Kuran'ın yeterliliği anlatılmalı, Ortadoğu politikamızın İslam'ın gerçek ruhunu yansıtan bir barış politikası olduğu vurgulanmalıdır.
Türkiye'nin bir NATO üyesi olduğunu fakat NATO'nun ülkemiz söz konusu olduğunda üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği hatırlatılmalıdır. NATO, tarafımızdan yapılan toplantı çağrılarına icabet etse de ülkemizin bölünme tehdidi altında terör saldırıları ile karşı karşıya olduğu gerçeğine karşı büyük ölçüde ilgisiz kalmaktadır. Amerika'ya yönelik bir terör saldırısına karşı Afganistan ve Irak gibi iki ülkenin haksız yere işgal edilmesi normal karşılanmıştır. Fakat Türkiye'ye 40 yıldır saldıran terör örgütüne karşı elle tutulur hiçbir şey yapılmadığı, örgütün sadece ilgili devletler tarafından terör listesine alındığı, bu şartın da PYD/YPG üzerinden bozulduğu, dolayısıyla terör örgütü PKK'nın çeşitli kurumlar ve derin devletlerce doğrudan destekleniyor olduğu herkese duyurulmalıdır.


YPG, PKK'nın bir koludur. Batılı devletler tarafından PKK terör listesindeyken YPG'nin listeye alınmaması ve dolayısıyla YPG'nin Batı tarafından rahatlıkla destekleniyor oluşu sadece PKK'yı beslemektedir. Batı, nasıl bir belaya ortaklık ettiğinin henüz farkında değildir ve mutlaka bilgilendirilmedir.

7. Kesin çözüm: PKK'nın ideolojisine vurmak!

PKK'nın ideolojisi komünizmdir. Komünizmin kökeni ise Marksizm'dir. Marks ise, kendi geliştirdiği bu ideolojiye neyi temel aldığını şu sözleriyle açıklar: 
(Charles Darwin'in Türlerin Kökeni kitabını kastederek) Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte budur. 128
Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor.129
Hatırlanacağı gibi Öcalan, kendisini çağımızın Lenin'i olarak tanımlamıştır ve Stalin'in uygulamalarını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Öcalan'ın kendisine rehber edindiği Stalin ise, kendi uygulamalarının temelini şu sözlerle açıklamıştır: 
Genç nesillerin zihnini yaratılış düşüncesinden arındırmak için onlara tek bir şeyi öğretmeliyiz: Darwin'in öğretilerini.130 
Görülebileceği gibi dikkat çekici ortak nokta, Darwin'in evrim teorisidir. Komünizm için bu teori çıkış noktası olarak alınmış, komünist liderler daima evrim fikrinin yaygınlaşmasını savunmuşlardır. Daha önceki satırlarda detaylı değindiğimiz gibi Öcalan bir Darwinist'tir ve PKK yapılanmasını bu ideoloji üzerine şekillendirmiştir. 
Şu an ülkemizde uygulanan terör eylemleri ve Sovyetler Birliği, Çin, Kamboçya, Vietnam, Kore gibi ülkelerde yaşanmış olan korkunç katliamlar hep tek bir ideolojiyi esas almaktadır: Evrim teorisini. Bu şu demektir: Eğer evrim teorisi yıkılırsa, komünizmin kendisine temel aldığı diyalektik ve komünal sistem gibi kavramlar ortadan kalkacak, güçlünün zayıfı ezerek ayakta kalması ve doğadaki yaşam mücadelesi kavramları yıkılarak komünizmin şart koştuğu terör ve anarşi zemin bulamayacaktır. 
Komünistlere ise kötü bir haberimiz var; EVRİM TEORİSİ BİR SAFSATADIR..



PKK'nın ideolojisi, Çin'de kan akıtan Mao'nun, Rusya'da dehşet saçan Stalin'in, Kamboçya'da kitle katliamları yapan Pol Pot'un ideolojisiyle aynıdır. PKK, Ortadoğu'da ve ardından tüm dünyada aynı korkunç sistemi inşa etmeye çalışmaktadır.
PKK'nın dağda militanlara verdiği ilk eğitim Darwinist eğitimdir. Ardından Darwinizm-komünizm birlikteliği üzerine propaganda çalışmaları yapılır ve verilen tek yanlı eğitim sonucunda terörü gerçekleştirmek, insan öldürmek veya ölüme gitmek son derece kolaylaşır. Terör örgütünün ortadan kaldırılması için komünist ideolojinin ortadan kaldırılması gerekir ki bu ancak Darwinizm'in bir safsata olduğunun anlatılmasıyla mümkün olabilecektir. Fakat kendi okullarımızda kendi çocuklarımıza Darwinist eğitim resmi olarak veriliyorken (bu konu önceki bölümde detaylı olarak açıklanmıştır), değil dağa çıkan PKK'lılara doğru eğitimi verebilmek, kendi çocuklarımıza bile hakim olmak oldukça güç olacaktır. Allah vermesin, şiddetin ve vahşetin, tahammülsüzlüğün ve nefretin, saldırganlaşmaların bu kadar yayılmasından şikayet eden toplumumuz içinde komünist terörist zihniyetin yerleşmesi de bu eğitim sistemi dahilinde oldukça kolaylaşacaktır. Dolayısıyla gençlerimiz PKK ile ideolojik anlamda savaşa son derece hazırlıksızdır. Okullarda PKK militanlarıyla aynı yanlış eğitimi aldıklarından, doğru eğitim onlara hiçbir koldan verilmediğinden, PKK'ya karşı ideolojik mücadele zeminine sahip değildirler. 
Kuşkusuz Darwinist diktatörlük köklü bir yapılanmadır ve tüm ülkeler üzerinde etkili olduğu gibi bizim ülkemizde de etkilidir. Dolayısıyla müfredatlarda değişiklik çok kolay olmayabilir. Bu konuda yetkililer çözümsüz durumda kalıyor olabilirler. Fakat yine de şu yöntem izlenebilir: 
Okullarda genel kültür olarak evrim teorisinin okutulması devam edebilir, bizim buna bir itirazımız yoktur. Fakat aynı zamanda teorinin yanlışlığına dair cevapların da verildiği çeşitli derslerin eklenmesi veya mevcut dersler içinde bu cevapların anlatılması oldukça hayatidir. Bu konuda takdir öğrenciye bırakılacak; öğrenciye sadece yeryüzü katmanlarından çıkarılmış çeşitli fosil örneklerinden sunulacaktır. Çamurlu suda bir proteinin neden tesadüfen meydana gelemeyeceğinin bilimsel delilleri anlatılacaktır. "Evrim tesadüfen bir canlı hücrenin kendi kendine ortaya çıktığını söyler, bilimsel deneyler ise bunun aksine şu sonuçları vermiştir" şeklinde bilimsel sonuçlar aktarılacaktır. Bu bir Yaratılış dersi olmayacaktır. Sadece biyoloji dersinde evrimsel sahtekarlıklar anlatılırken aynı zamanda bilimsel deliller verilecektir, o kadar. 
Bütün bunların dışında özellikle Güneydoğu bölgemiz için özel bir eğitim programının gerçekleştirilmesi şarttır. Bölge halkının anti-komünist eğitim alması ve aynı zamanda bu eğitimin dağdaki teröristlere de ulaşması komünist terörün sona ermesi için tek etkili yoldur. Bunu yapabilmek için özellikle Güneydoğu'da Darwinizm'in ve komünizmin ideoloji olarak temelinin olmadığını bilimsel delillerle açıklayan kitapların ve broşürlerin dağıtılması, konferanslar verilmesi, sinevizyon gösterileri yapılması, aydınlatıcı eğitim programlarının gerçekleştirilmesi hayatidir. Özellikle TV programlarıyla Güneydoğu'ya ulaşmak gerekmektedir. Bu konuda Devletin kanalları devrede olmalı, TRT ve TRT Kurdi gibi kanallar vasıtasıyla bu eğitim seferberliği acil olarak yerine getirilmelidir. [İzlenecek eğitim programlarının detayları için bkz. Harun Yahya, Komünist Kürdistan Tehlikesi (internette tam metin olarak mevcuttur)]

Bütün bunların dışında özellikle Güneydoğu bölgemiz için özel bir eğitim programının gerçekleştirilmesi şarttır. Bölge halkının anti-komünist eğitim alması ve aynı zamanda bu eğitimin dağdaki teröristlere de ulaşması komünist terörün sona ermesi için tek etkili yoldur. Bunu yapabilmek için özellikle Güneydoğu’da Darwinizm’in ve komünizmin ideoloji olarak temelinin olmadığını bilimsel delillerle açıklayan kitapların ve broşürlerin dağıtımı, konferanslar verilmesi, sinevizyon gösterileri, aydınlatıcı eğitim programlarının gerçekleştirilmesi hayatidir. Özellikle TV programlarıyla Güneydoğu’ya ulaşmak gerekmektedir. Bu konuda devletin kanalları devrede olmalı, TRT ve TRT Kurdi kanalları vasıtasıyla bu eğitim seferberliği acil olarak yerine getirilmelidir. [İzlenecek eğitim programlarının detayları için bkz. Harun Yahya, Komünist Kürdistan Tehlikesi (internette tam metin olarak mevcuttur)]

Eğitim Olmadan Komünist Terör Son Bulmaz



Komünist bir Kürdistan için oluşturulmuş bu sahte harita asla gerçekleşmeyecektir. Terörün ve komünist zihniyetin tam anlamıyla son bulması ise yalnızca eğitimle mümkündür. 
Şu unutulmamalıdır: Komünist terör için her türlü caydırıcı tedbire başvurulabilir, fakat komünistlerin silaha sarılmalarına sebep olan şey ideolojileridir. İdeolojiyi çürütmeden barış anlaşmaları, karşılıklı müzakereler veya caydırıcı yöntemler hiçbir şekilde kesin sonuç vermeyecektir. Hiçbir komünist kalkışma, müzakere ile dindirilememiştir. Günümüzde İrlanda'daki IRA'yı veya İspanya'daki ETA'yı örnek vermeye kalkışanlar çok büyük yanılgı içindedirler. Ülkemizdeki terör, komünist Kürdistan inşa etme hayali üzerine kuruludur ve eğer bir eğitim politikası başlatılmazsa, bu hedef oluşana kadar sona ermeyecektir. 
Gençlerimiz komünist tehlikeye yönelik eğitilmeli, ne ile karşı karşıya olduklarını bunu hangi bilimsel yöntemlerle ortadan kaldıracaklarını öğrenmelidirler. Güneydoğu'daki kardeşlerimiz, hem Darwinist-komünist tehlikeyi çürütecek bilimsel bilgilere vakıf olmalı, hem de Kuran'daki gerçek İslam anlayışını tanıyarak bağnaz zihniyetin oluşturduğu arazlardan, hurafelerden kurtulmalıdırlar. Özellikle Güneydoğu bölgemize yönelik eğitim politikası son derece önemlidir. Bu eğitim politikası, oradaki kardeşlerimize yönelik sevgi politikasıyla birlikte yürümeli, bu eğitim hem Devletimizin hem de halkımızın sevgisiyle beraber verilmelidir. 
Eğitimcilerin, kendilerini üstün gören, kibirli bir görünüm vermeleri çok büyük sakıncalar doğurabilir. Özellikle Kürt gençlerinin uzun zamandır yaşadıkları rahatsızlığın temelinde bu gerçek olduğu unutulmamalıdır. Bu ülke içinde her vatandaş her yönüyle eşittir ve birinin diğerine üstünlük iddiasında bulunması, sadece o kişinin cahilliğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla eğitim, mutlaka Güneydoğu'nun hasret kaldığı sevgi ile birlikte sunulmalıdır. 
Güneydoğu halkımızın yıllar içinde ezilmişliği, gayet iyi bildiğimiz, sonuçlarını hayretle izlediğimiz oldukça vahim bir konudur. Her ne kadar Kürt kardeşlerimiz yıllar boyunca çok acı çektilerse de bu, mutlaka telafi edilebilir bir hatadır. Bu asla unutulmamalıdır. 
Bir sonraki bölüm, detaylı olarak bu önemli konuya ayrılmıştır. 

Dipnotlar

113. http://www.ensonhaber.com/pkkli-cemil-bayiktan-isid-itirafi-2014-09-26.html
114. http://www.rotahaber.com/m/guncel/cemil-bayik-isidin-halifesi-erdogandir-h505532.html 
115. http://metinozkanvadisi.com/haber/ pjakhaberi.html
116. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 126
117. A.g.e. s. 127
118. A.g.e. s. 137
119. A.g.e. s. 138
120. http://a9.com.tr/izle/196084/ 
121. Şemdin Sakık, Çözüm Süreci, Andaç Yayınları, 2014, s. 52
122. Cemal Temizöz, Siyasallaşan PKK Terörü, Togan Yayınları, Bakırköy, Şubat 2012, s. 184
123. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Özel rapor, PKK'nın kontrolündeki Diyarbakır, Eylül 2013, s. 5
124. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 232
125. A.g.e. s. 248
126. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/ 28757933.asp
127. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 188
128. Marx ve Engels, Mektuplar, s. 42
129. MARXISM IN OUR TIME, by Leon Trotsky, Coyoacan, D.F., Mexico., April 18, 1939., http://www.marxist.com/science/marxismanddarwinism.html
130. Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4 vol/evolve/ndxng.html

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...