18 Kasım 2012

PATRIKHANE FITNESI VE "PONTUS RUM DEVLETI HAYALI"


PATRIKHANE FITNESI VE "PONTUS RUM DEVLETI HAYALI"

Ilk, orta, lise ve hatta Harp Okulu'nda, Hukuk Fakültesi'nde okutulan Tarih kitaplarinda Birinci Dünya Savasi'nin sebebi olarak Sirp Prensi'nin katili, Alman-Ingiliz rekabeti olarak gösteriliyordu. ABD Texas El Paso'da ABD Kuvvetleri Hava Savunma ve Füze Okulu'nda iken tatil günlerimi El Paso Kütüphanesi'nde geçirirdim ve bazi notlar çikarmisim. Geçenlerde arsivimi düzenlerken bu notlardan biri elime geçti: "Birinci Dünya Savasi, Bati medeniyetine yabanci olan Osmanli Türkleri'nin, Avrupa'dan kovulmasi ve Balkanlar'in müslümanlardan temizlenmesi için baslatildi... Türkler'i Avrupa'da birakmak Bati medeniyetine karsi islenmis bir suçtur. (ABD Baskani Roosevelt)"
Birinci Dünya Savasi'ndan sonra Kibris, Ege Adalari ve Balkanlar'dan Anadolu'ya göç baslatilip yerine Hiristiyanlar dolduruldu. 10 Ocak 1923'te Lozan Konferansi'nda Ismet Inönü biraz direnseydi Patrikhane'nin Istanbul disina nakli için hazirlik yapmislardi. Ama Yunan kültürünün asiri hayrani Ismet Pasa diger delegelerin arzusunu hiçe sayarak Patrikhane'nin Istanbul'da kalisini kabul etti. Lozan'da bütün delegeler Patrikhane'nin siyasi kimliginden uzaklasarak sadece dinî faaliyetlerde bulunmasini kabul ettiler. Lozan'da agirligini hissettiren ABD gözlemcisi Richard Child ve Ingiliz Heyeti Baskani Lord Curzon Ismet Pasa'ya: "Türkiye'nin iç ve dis ticari faaliyetlerinin ve bankacilik hizmetlerimizin yaninda, sanatta ve sosyal hayatta batililasmasinda Yahudi, Rum ve Ermeniler tarafindan yürütüldügünü, bunlarin sinirdisi edilmesi halinde Türk ekonomisinin felce ugrayacagini ve bu kadar büyük kitleyi sinir disi etmeye Türkiye'nin hakki olmadigini söyleyip Ismet Pasa'yi ikna ettiler. Anadolu'dan Yunanistan'a göç eden Rumlar'in çogu Türk asilli Ortodoks idiler. Yine Amerika El Paso Kütüphanesi'nden aldigim notlar arasinda Istanbul'da 15 yil yasamis Amerikali Amiral Colby Mehester'e göre: "O tarihte çogu Istanbul'da yasayan ve Patrikhane tarafindan korunan 30 casus Türkiye'de bulunuyordu." Batili dis politika uzmanlarina göre: "Türkiye'ye basta Orta Asya Cumhuriyetleri olmak üzere bütün Rusya Federasyonu bünyesinde ve özellikle Kafkas ülkelerinde Ortadogu'da, Avrupa'da ve Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve yine Yugoslavya'da bulunan ve çogu Türk asilli olan müslüman topluluklara Türkiye tarihi ve tabii sorumluluklari bakimindan sahip çikabilse yeterli lobicilik faaliyetlerini yürütebilse dünya devletleri nezdindeki agirligi ve itibari bir kaç misli artacak.
Patrik Bartholomeos Selanik ve Iskeçe'de dört günlük ziyaret esnasinda Yunan Içisleri Bakani Teodoros Pangolos ile görüstü. patrikhane ile Yunanistan, Amerika Ortodoks kilisesi Baspiskoposlugu'na Spiridon'un tayinine tepki göstermis ve Yunan Disisleri Bakanligi'nin her yil yaptigi ödenek kesilmisti. Görüsmeden sonra Pangolos "Patrikhane'nin varligi faaliyeti ve ilgisine tesekkür ederim" derken Bartholomeos ise: "Pangolos'tan Yunanistan'i Patrikhane'ye ilgisinin gelecekte de devam edeceginin teminatini aldim" demistir. Pangolos ayrica "Patrikhane'nin günümüzde ruhî ve zihnî ihtiyaçlara cevap vermek için büyük imkanlari vardir. Buna paralel olarak helenizmin kültürel kisiligimizin temel unsurlarindan olan geleneklerimizin korunmasini saglayan bir müessese olarak Patrikhane'den ümitleri vardir" demistir. Heybeliada'daki papaz okulu 1971 yilinda askeri dönemde çikarilan özel üniversiteleri yasaklayan, devlet üniversitesine dönüstüren kanun ile kapatilmistir. Sonradan özel üniversitelerin devlet denetiminde olma sartiyla açilmasina izin verilmisse de Patrikhane, devlet denetimine karsi çikmaktadir. Su andaki Patrik Heybeliada Papaz Okulu'nu yeniden gündeme getirmistir. ABD'ye iki aylik ziyaretinde bunu Clinton basta olmak üzere Türkiye'de sikayet edecektir. Imam Hatipler'in orta kismi kapatilmistir. Yakinda Heybeliada Papaz Okulu fakülte hatta üniversite olarak açilirsa sakin sasirmayin. Çünkü Cezayir daha dogrusu Suriye'deki gibi mezhep ve ateist azinliga dayali dikta rejim pesinde olan bazi güçler dinlere degil Islam'a düsmandir.
Bizans Imparatorlugu hayali ile yanip tutusan Fener Rum Patrigi Bartholomeos ile birlikte Rahmi Koç, uluslararasi silah tüccari Aga Han, Dünya Yahudi Cemaatleri temsilcileri, bir yigin Yunanli çevre bilimci ve isadamlarindan mütesekkil 400 kisilik bir heyet "Bilim ve Çevre Sempozyumu" adi altinda Karadeniz'i kurtaralim slogani ile Pontus hayali gündeme getirildi. Bu heyetin süper lüks "Eleftherios Venizelos" adli gemi ile yolculuklari ayri bir mesajdir.
1996 yilinin 15 Agustos'unda Kutsal Sümele Yortusu'na denk gelen Karadeniz Helen topluluklari 1. Kongresi yapilmistir. 20 Eylül 1997'de ise Karadeniz'i kurtaralim slogani ile Pontus gündeme getirildi. Yorgo Andreadis kitap gelirlerini ve Yunanistan'daki bir vakif Sümela Manastiri'na, Foça Müzesi'ne yardim ediyor ve Tonya Lisesi'ni birinci bitirene burs veriyor. Gemideki 400 kisiyi devlet bakani karsiladi. Bu 400 kisi Ayasofya ve Bizans eserlerini gezdikten sonra Patrikhane'ye gittiler. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarina ve Türkiye'nin taraf oldugu (Lozan dahil) uluslararasi anlasmalara göre Istanbul Valiligi ve Fatih Kaymakamligi'na bagli Rum kökenli 3 bin civarinda vatandasin dini lideri olmasi gerekirken 270 milyon Ortodoks'un lideri rolünü oynamaktadir. Yunanistan S-300 füzeleri ile güneyden gösterip kuzeyden vurmaktadir. Patrik'in burnu dibinde Haliç dururken Trabzon'da isi ne? Kaldi ki, Karadeniz Trabzon'dan kirlenmiyor! Karadeniz turu aslinda Megalo Idea turudur. Odessa'da Fener Patrigi Bartholomeos ile Rus Otodoks (Moskova) Patrigi Alexy II "ortodoks birligi" için görüsmüslerdir. Baris treninin yapamadigi bu sempozyum ile yapilmistir. Amaç Karadeniz'i temizlemek degil Ortodoks dünyasina mesaj vermektir. Türk-Ortodoks Patrikhanesi Baskani Selçuk Erenerol, "Bartholomeos'un niyeti ortodoks dünyasinin lideri olmaktir. Bu sempozyum da çevre kilifi adi altinda düzenlenmis ekümenlik zirvesidir" demistir.
Selanik'te düzenlenen 4. Dünya Pontus Helenizm Kongresi basarisizlikla neticelenmistir. Kuzey Yunanistan, Güney Yunanistan, Avrupa Pontuslular ve eski Sovyetler Birligi'nden göç eden Pontuslular'i temsil eden dernekler katilmistir. Yunanlilar'in eski Yunanlilar ve Bizans'la ilgisi olmadigi gibi Pontus'la ilgisi yoktur. Amerikali yazar Alfred Duggan King of Pontus isimli kitabinda "Pontus Krali'nin hiç birinin Yunanlilar'la ilgisi yoktur. Hepsi kendilerini Anadolulu saymislar, Anadolu'nun bütünlügü ve bagimsizligi için çalismislardir" demektedir. Milliyetçi gençler sempozyuma degil Yunanistan'in Pontus'u yeniden kurma amacina hizmet ettigi için tepki göstermislerdir. Istanbul ve Çanakkale Bogazlari'ni tek idare altinda özerk kurulus teklifinin altinda da da Bizans hayali vardir. Fener Ortodoks Patrigi, 19 Ekim 1997'de bir ay süren bir resmi gezi yapacaktir. ABD Baskani Bill Clinton ve Disisleri Bakani Madeleine Albright ile görüsecek. ABD'de 1.5 milyon Rum azinligi vardir. Beyaz Saray'da 3 saat kalacak olan patrige Kongre "Altin Madalya" verecek. Beyaz Saray ve Kongre'de sayili devlet adami için düzenlenen bir agirlama programi hazirlanmistir.
Fener Rum Patrikhanesi'nin uluslararasi nitelikte organizasyon yapmasina "patrigin ekümenlik kimligini tescil olur" gerekçesiyle bugüne kadar izin verilmiyordu. 1997 yilinda Rahmi Koç'un ve Edinburg Dükü Prens Philip'in (Yunan asillidir) himayesinde Patrikhane'nin "Çevre Toplantisi" adi altinda uluslararasi bir toplanti yapmasi için gayret harcandi. Içisleri Bakani'nin vermedigi izni Süleyman Demirel'in sagladigi sayiasi vardir. Heybeliada'daki toplanti "Patrikhane'nin bagimsizligi için adim" olarak degerlendirildi.
Sempozyuma katilanlari tasiyan Yunan gemisinin adinin Venizelos olmasi elbette rastlanti degildir. Venizelos, 1919'da Anadolu'yu isgal için Yunan ordusunu Izmir'e yollayan basbakandir. Ayni tarihte Rumlar'i ayaklandirip Pontus devletini kurmak için Trabzon ve Samsun'a 100 subay yollayan kisidir. Fener Rum Patrikhanesi öncülügünde 20-28 Eylül 1997 tarihinde gerçeklestirilen "karadeniz'i Kurtarma Çevre Kirliligi" kilifi sempozyumunun ardinda Pontus hayali bulunuyordu. Devletin resmi haber ajansi (A.A)'nin bir haberine göre sempozyuma katilanlara Karadeniz'i "Pontus Gölü" olarak gösteren haritalar dagitilmistir. bu haritada yer alan kentler rumca isimlerle gösterilmistir. Trabzon "Trapezus olarak gösterilmektedir. Sempozyum'u düzenleyen komite tarafindan dagitilan programda Fener Rum patrigi evrensel (ekümenik) patrik olarak gösterilmektedir. Inancini yasamaktan baska bir gayesi olmayan bürokratlara kiyim yapanlar ve kiyim için emir verenler bu ihanet belgesi karsisinda susmaktadirlar. Trabzon'da Rum Halk oyunu (Pontia Dansi) yapan ekip yoktur. Bu dünya kamuoyunu aldatmak için bir yalandir. Sempozyum'da Ortodoks patrigi Bartholomeos için "the ecumenical patriarch" (Evrensel patrik) tabiri kullanilmistir. Yunan Istihbarat Teskilati Pontus propagandasi için bu sempozyum senaryosunu hazirlamistir. Venizelos Gemisi'nin Pontuslu Rumlar'in göç ettigi Batum, Yalta, Odessa, Köstence, Varna ve Selanik'e gitmesi manidardir. Bu teskilat, amacinin disina tasarak dagittigi haritalarda Karadeniz'i "Pontus Gölü" olarak göstermesi düsündürücüdür. Ege'yi gaflet ve hatta bazilarinin ihanet derecesine varan ihmalleriyle Yunan Gölü yaptiranlar simdi de Karadeniz'in "rum Gölü"ne dönüsmesi hayaline Bati'ya sirin görünmek ugruna seyirci mi kalacaklar? S-300 füzelerine gösterilen hassasiyetden daha fazla Patrikhane'ye dikkat edilmelidir.
Padisah Ikinci Mahmud'un fermani ile idam edilen Patrik II. Gregorios'un (Nisan 1821) rus Çari Ikinci Nikola'ya yazdigi mektup özetle söyledir: "Türkler'i maddeten ezmek ve yikmak mümkün degildir. Türkler, Müslüman olduklari için çok sabirli ve mukavemetlidir. Gayet magrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bagliliklarindan, kadere riza göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden, padisahlarina olan ita'at duygularindan gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müsbet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip olduklari müddetçe de çaliskandirlar. Onlarin bütün meziyetleri, hatta kahramanlik ve secâ'at duygulari da an'anelerine olan bagliliklarindan, ahlâklarinin saglamligindan gelmektedir. Türler'de evvelâ ita'at duygusunu kirmak ve ma'nevi baglarini parçalamak, din saglamligini zayiflatmak icâp eder. Bunun da en kisa yolu, millî geleneklerine ve manevîyatlarina uymayan harici fikirler ve hareketlere alistirmaktir. Manevîyatlari sarsildigi gün, Türkler'in kendilerinden seklen çok güçlü, kalabalik kuvvetler önünde zafere götüren asil kudretleri sarsilacak ve maddî vâsitalarin üstünlügü ile yikmak mümkün olabilecektir. Bu sebeble Osmanli Devleti'ni tasfiye için mücerred olarak harp meydanlarindaki zaferler kâfi degildir. Yapilacak olan; Türkler'e birsey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribati tamamlamaktir."
Kur'an-i Kerim kurslari ile Imam-hatipler'in kapatilmasinda Patrikhane'nin rol oynadigi söylenmektedir. Patrik her gittigi yerde ve Patrikhane'yi ziyaret eden her Batili devlet adam ve digerlerine; "devletin kontrolü disinda çok sayida dinî egitim kurslari bulunmakta, 5200 Kur'an-i Kerim kursunda 290 bin ögrenci egitim görmektedir" sözleri bilhassa Ingiliz heyeti ve diger Batili ülkelerce Türkiye'deki yetkililere ve bazilarina baski yapilarak Imam-Hatipler'in orta kismi kapatilmis ve Kur'an-i Kerim kurslarinin çogu kapatilmistir
1993 Agustos'unda "Sümelali Meryem Ana Vakfi"nin düzenledigi toplantida konusan o tarihteki Yunan Basbakani Mitsotakis sunlari söylemistir: "Anadolu'daki helenizmin bu bölgedeki köklerinden kopmasindan 70 yil sonra, milletimizin tarihinde bir daha böyle bir trajedi yasamamasi için dua etmeliyiz. Dedelerimiz, Pontus topraklarina dönüs hayalini size miras birakarak öldüler. Bu mirasi kalbinizin içinde koruyun. Pontus'u ve kökeninizi asla unutmayin. Kaybedilmis vatanin anasi, helen irkinin en güzel idealleri ile bagdasmistir..."
Son Karadeniz'i Kurtarma maskeli gezi ve sempozyumu yukaridaki sözlerin isigi altinda degerlendirmek gerekir. Patrikhane ile ilgili yillardir basinda yazarlar gerekli ikazlarini yapmislar, ama hükümetler bu ikazlara kulak asmamislardir. Kiymetli yazarimiz Ahmet Kabakli, 12 Agustos 1993 tarihli "Ortodoks Ajani Yakovas" baslikli yazisinda: "Günlerden beri, Ayhan Songar (rahmetli) ve Özfatura dostlarimla birlikte, dünya ortodoks ittifakindan, bize gelmis ve gelecek olan kötülükleri yaziyoruz... Hükümet, derhal en sert tavrini takinarak, Fener Patrigi Bartholomeos'a haddini bildirmelidir. Ayrica ABD ortodokslari ile Yunanistan ve Sirbistan'in kara cübbeli ajani olan (Türkiye'den vatana ihanet dolayisiyla kovulmus) Yakovas'i da artik Türkiye'ye sokmamalidir..." Maalesef bu gibi ikazlara ragmen Patrik'in ekümenik sevdasina seyirci kalinmistir.
1990 yilinda Patrik Dimitrios'un ABD gezisi krize sebeb olmustu . Bartholomeos'un 2 aylik ABD gezisi ise basimiza nice dertler açacaktir. Fener Patrigi Selanik'te Devlet Baskani töreniyle bizzat Yunan Cumhurbaskani tarafindan karsilandi. Patriklerin ekümenik olmak için faaliyetleri ciltlerle izah edilebilir.
1994 yilinda bir sempozyumda Türk Ortodoks patrigi Selçuk Erenerol sunlari söylemisti: "Barhtolomeos, ekümenikal patrik ünvanina sahip oldugu takdirde, ilk icraat olarak ruhban okulunu (Halki Teoloji Okulu) açacaktir. Ruhbanlar için Türkiye Cumhuriyeti vatandasi olma mecburiyeti kalkacak, dolayisiyla disaridan ögrenci ithal edecekler. En korkulan nokta ise bunun Vatikan usulü olmasidir. Bu noktaya gelindigi an "Istanbul bizimdir" deyip mal varliklarini talep edecekler. Zaten Istanbul için Konstantinopol lâfini kullanmalari da bugünlere hazirlik yaptiklarini gösteriyor. Atina'da Istanbul'daki Rum mal varligi ile ilgili çalismalar vardir. Münasip zamanda La Haye Adalet Divani'na gideceklerdir. 1995'den sonra Ortodoks Fener Rum Patrikhanesi "han" olmustur. Yunanistan eski kralinin torununun vaftiz merasimi, ayinler perdesi altinda ABD Disisleri Bakan Yardimcisi Richard Holbrooke, Rus gizli Istihbarat (KGB) sefi Sergei Stepasin, Uluslararasi Rotary Klübü Baskani Bill Huntery ve bu klüb üyeleri, Rusya'dan 5 kisilik milletvekili heyeti, ABD Rum lobisi ileri gelenleri, Vatikan'dan kardinal Cassidy, Vatikan Hiristiyanlarinin Birligini Gelistirme Komisyonu Baskani Kardinal Edward Cassidy baskanliginda bir heyet, (FIM) "Fortier Intershin in Mission" uluslararasi Esgüdüm Komitesi Toplantisi ve yüzlerce ziyaretçi...
Lozan'da Patrikhane'nin sadece dinî bir kurum hüviyetinde kalacagina dair taahhüt üzerine Patrikhane Istanbul'da birakildi. Lozan öncesi Cumhurbaskani Mustafa Kemal, Fransiz Le Journal Gazetesi'ne verdigi beyanatta: "Bir fesat ve hiyanet ocagi alan, ülkede ayrilik ve ihtilaf tohumlari saçan, Hiristiyan hemsehrilerimizin huzur ve refahi için de ugursuzluk ve felaket sebebi olan Patrikhane'yi artik topraklarimizda barindiramayiz..." Türkiye disinda Türkiye aleyhine yapilan gösterilerde ortodoks kilisesi ve papazlar ön safta yer almaktadirlar.
"Kartelci Basin", "Din, Bilim ve Çevre" maskeli sempozyuma tepki gösterenleri ilkellik ve gericilikle suçlarken; pontus ve bizans hayallerini hortlatma amaci tasiyan ve belgelerle (haritalarla) ispatlanan bu hareket karsisinda susmus, dolayli olarak destek vermistir. Yunan "To Vima" gazetesinde 20 Eylül 1995 tarihli "Patrikhane ve Türkiye'nin Gerçek Siyasi Çikarlari" baslikli yazi sinda; "BM, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Birligi Konseyi, dünyadaki bütün ortodoks kiliseler, ABD Baskani, Papa (Vatikan), Patrikhaneyi ortodokslarin merkezi olarak kabul ediyorlar..." diyerek Türkiye'nin de bu gerçegi kabul etmesini istemektedir. Maskeler düsmesine ragmen yetkililer halen uykudadirlar. Trabzon'da Patrik'e tepki gösterenler bu vatani seven genç kisilerdir. Asil onlari kinayanlarin halleri utanç vericidir. Günaydin Gazetesi'nde "papaz"in Istila Seferi", "Papazi Bakan Karsiladi" ve "Sevr'e Direnis Suç Oldu" mansetleri yüzlerce yaziya bedeldir. Venizelos Gemisi'nin ilk olarak Trabzon'a gelisi dagitilan haritada pontus devletinin baskenti Trabzon gösterildigi içindir. Ve su anda bölgede yasanan terör olaylari bu zemini hazirlamak, bölgeden Dogu ve Güneydogu Anadolu'da oldugu gibi halki göçe tesvik ederek bilahare buralara Rum ve Ermeniler'i yerlestirmek içindir. Bu katliamlari gerçeklestirenler Rum, Ermeni asillidirlar. Çok sayida Kibrisli Türk'ü katleden EOKA'nin kurucusu Grivas, tegmen iken Venizelos'un Samsun ve Trabzon'a Pontus için yolladigi 100 subaydan biridir. Venizelos gemisinde bulunun Avrupa Komisyonu Baskani Jacgues Santer, bir Yunan hayrani olup Türkiye'yi Yunanistan'in bir parçasi gibi gören bir Türk düsmanidir .
Devlet kadrolarindan inançli ve inanci geregi namaz kilan, içki içmeyen ve haramlardan sakinanlara rejim düsmani gözüyle bakilarak cumhuriyet tarihinde görülmeyen kiyim yapilmaktadir. Bu ise Türkiye üzerine ilahi gazaba davetiyedir. Bazilari Türkiye'yi Cezayir, dogrusu ise Suriye misali bir diktaya götürmek isterken; milletlerarasi siyasi ringte Türkiye üzerinde gözü ya da hesabi olanlar son raunt için Türkiye üzerine hazirlanan yüzlerce senaryo içinde rol almaktadirlar. Islam'a ve onu yasayanlara düsman gibi görünenler istemiyerek te olsa, art niyetli olmasalar da fiilleri; Yunanistan'in Megalo Idea'sina, Rusya'nin ortodoks kusatmasina, Suriye'nin Büyük Suriye (Iskenderun ve bazi illerin Suriye'ye ilhakina) Büyük Ermenistan, Nil'den Firat'a Büyük Israil projelerine yardim etmekle esdegerdir. Dis politika bir satranç oyunudur. Türkiye'de Islamiyet ve Islamiyet'i yasayanlar hizla tasfiye edilirken, Yunanistan siyasî satrançta ortodoks dinini ve din mensuplarini, Patrik dahil dindarlarini ön plana çikartmistir.
Patrik Bartholomeos Anayasa, Lozan Antlasmasi, 3335 Sayi ve 26.3.1997 tarihli yasa, 2908 sayili Dernekler Kanunu, Türk Medeni Kanunu'na göre kurulan Vakiflarin eylemlerini düzenleyen 25.7.1970 tarih ve 7-1066 sayili Tüzük'e göre Bakanlar Kurulu'nun izni olmadan uluslararasi faaliyetler yapamaz. Ama Patrik bu yasalari çignemekte serbesttir. Hayatini bu ülkeye adayan bir aydin, namaz kildigi için kiyima ugrarken Patrik'ten Devlet Bakani, Trabzon'daki gösteri için özür dilemektedir.


Mustafa Necati Özfatura



Kaynak: Islam dergisi, 05/98

İSRAİLİN KİRLİ TARİHİ


firavun.jpg (5837 Byte)

Israil'in Kirli Tarihi
Bazi devletlerin kirli çamasirlari vardir. Ortaya çikmasini istemedikleri, bilinmesinden rahatsizlik duyduklari ve bu nedenle resmi tarihlerinden çikardiklari tarihsel gerçeklerdir bunlar. Örnegin Vietnam Savasi sirasinda ABD birliklerinin o ülkedeki sivil halka karsi uyguladiklari iskence ve katliamlar—ki bunlarin sonucunda 1.5 milyon Vietnamli yasamini yitirmistir—Amerikalilar tarafindan mümkün oldugunca unutturulmak istenir. Bu gerçek savas sirasinda ört-bas edilmeye çalisilmistir, savas sonrasinda ise Vietnamla ilgili olarak çevrilen Hollywood filmleri ile ayni yol denenmistir. Bu "Rambo" filmlerinde hep Amerikan askerlerinin Vietnam'da yasadiklari zorluklar anlatilir, Amerikali birliklerinin diri diri yaktiklari köylüler degil.
Yine de Vietnam savasinin içyüzü pek çok insan tarafindan bilinmektedir. Çünkü savas dünyanin gözleri önünde yasanmis bir olaydir ve bu nedenle tam anlamiyla ört-bas edilmesi mümkün olmamistir.

Ancak baska bazi devletler, kirli çamasirlarini çok daha basarili bir biçimde gizleyebilmislerdir. Bu devletlerin belki de en basarilisi ise, Israil'dir. Siyonizm'in 1930'lu ve 40'li yillardaki tarihi sözkonusu kirli çamasirlarla dolu iken, Yahudi Devleti bu gerçekleri yalnizca gizlemekle kalmamis, dahasi kendi lehinde bir propaganda aracina dönüstürmüstür. 

Öncelikle Israil'in nasil bir imaja sahip olduguna bakalim.


Israil'in Iki Yüzü
Israil, onyillardir tüm bir ulusu isgal altinda yasamaya zorlayan dünyadaki yegane devlettir. 1948'de Filistin topraklarinin önemli bir bölümünü isgal etmis ve Filistinlilerin bir kismini kendi yönetimi altinda yasamaya zorlamis, bir kismini sürmüs, hatta bir kismini da "imha" etmistir. 1967'de tüm Filistin topraklari Israil isgali altina girmistir. Ayrica Israil; Misir, Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarini isgal etmis, yillarca bu topraklardan çekilmemistir. Israil'in isgal ettigi bölgelerdeki halka karsi uyguladigi devlet terörü ise oldukça ünlüdür. Israil ayrica dünyanin baska bölgelerindeki acilarda da pay sahibidir: Dünyanin dördüncü büyük askeri gücüne sahip olan Yahudi Devleti, Üçüncü Dünya'daki baskici diktatörlere, fasist rejimlere destek olmus, onlara silah satmis, onlarin ordu ve gizli polislerini egitmistir. Pinochet, Idi Amin, Bokassa, Mobutu, Marcos, Noriega gibi eli kanli diktatörlerin tümü, Israil'in yakin birer müttefiki olmuslardir.
Kisacasi, Israil, oldukça "kirli" bir devlettir. Birlesmis Milletler'de aleyhine en çok karar çikartilan, ama bu kararlarin hemen hiç birini tanimayan Yahudi Devleti, dünyanin dört bir yanindaki pek çok insanin gözünde saldirgan, zorba ve küstah bir çete devletidir.
Ancak Israil'in bir baska yüzü daha vardir. Daha dogrusu Israil çogu zaman bir baska yüzle insanlarin karsisina çikar. Bu yüz, Israil'in bir "çete devleti" degil, aksine bir "mazlumlar ve magdurlar yuvasi" oldugu imajini verir. Bati'daki pek çok insan da Israil'i bu yüzüyle tanir. Bu görüse göre, Israil, dünyanin dört bir yaninda irkçilarin hedefi olan yahudilerin yegane siginagidir. Bu düsünce, temelde "yahudi soykirimi"na dayanir: Buna göre Israil, Naziler'in Yahudi irkina yönelik korkunç iskence ve katliamindan kurtulan yahudiler tarafindan kurulmus bir siginaktir. Naziler 6 milyon yahudiyi acimasizca öldürmüslerdir. Bu bir daha asla yasanmamalidir. "Bir daha asla" seklinde sloganlasan bu mantik, Israilliler tarafindan son derece ustalikla kullanilmakta ve üstte sözünü ettigimiz tüm "kirli" isler, bu yolla hasir alti edilmektedir.
Bu yolla Israil'in isgalleri ve devlet terörü mesrulastirilir: "Israil, güvenligini saglamak zorunda, yeni bir soykirim mi yasansin?" mantigi kullanilir. Israil Devleti sürekli olarak soykirim konusunu gündemde tutmakta ve bunu varliginin bir numarali mesruiyet kaynagi olarak göstermektedir. Israil'i ziyaret eden her yabanci devlet adami, ilk olarak mutlaka Yad Vashem adli "Soykirim Müzesi"ne götürülür.

Tarihin Perde Arkasi
Israil'in sözünü ettigimiz iki farkli imaji, takdir edilir ki, birbiriyle uyusmasi oldukça zor olan imajlardir. Bir yanda açikça saldirgan, irkçi, isgalci ve baskici bir devlet, öteki yanda "mazlumlarin siginagi" seklinde bir görüntü vardir.
Iste "Soykirim Yalani" adli kitabi ortaya çikaran arastirmayi yapmamiza neden olan sey de, bu iki zit görüntüdür. Bu iki zit görüntünün ardinda farkli bir gerçek olabilecegini düsündügümüz için bu kitaba konu olan tarihsel bilgileri arastirdik. Ve sonuçta ortaya pek az kimsenin farkinda oldugu bir gerçek çikti.
Bu gerçek, özetle sudur: Israil devleti, ikili bir karaktere sahip degildir. Yani bir yandan baskici ve saldirgan, bir yandan da "mazlumlarin siginagi" degildir. Aksine, baskici ve saldirgan karakter, Israil devletinin, bu devleti kuran ve yasatan siyasi kültürün yegane özelligidir. Israil'in "mazlumlarin siginagi" olarak bilinmesine neden olan sey de, aslinda bu siyasi kültürün kendi halkina reva gördügü bir takim zulümlerden ibarettir.
Bu genel yorumu yapmamiza neden olan somut gerçek ise, öncelikle Nazizim ve Siyonizm arasindaki bilinmeyen tarihsel iliskidir. Soykirim Yalani adli kitabimizda bu konuyu ayrintilariyla gözler önüne serdik. Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için yeterli sayida Yahudiyi Avrupa'dan göç etmeye bir türlü ikna edemeyen Siyonistlerin, II. Dünya Savasi öncesi dönemde Naziler'i—ve diger pek çok fasist hareketi—destekleyerek zoraki bir göç sagladiklarini ortaya koyduk. Almanya'yi Yahudiler'den arindirarak etnik yönden "saf" hale getirmek isteyen Nazilerle, bu ülkedeki sözkonusu Yahudiler'i Filistin'e götürmek isteyen Siyonistlerin nasil dogal müttefik olduklarini inceledik. Naziler'in Alman Yahudilerine yaptiklari baski ve zulümlerin, Siyonist liderler tarafindan neden sevinçle karsilandigini ve iki tarafin ne gibi isbirlikleri gelistirdiklerini ortaya çikardik.
Bu tablo açikça göstermektedir ki, Israil, antisemitizm (Yahudi düsmanligi) tehlikesinden kaçan Yahudiler için bir siginak degildir, aksine bu Yahudileri tehdit eden antisemitik hareketler, Siyonizm tarafindan en basindan beri desteklenmistir.
Bu gerçegin bilinmesinde ise büyük yarar vardir, çünkü bu gerçek, Israil devletinin kendi mesruiyetinin dayanagi olarak gösterdigi en büyük gerekçeyi çürütmektedir. Nitekim bugün Israil'in politikalarina, hatta varligina karsi çikan "anti-Siyonist" Yahudiler de bu tarihsel gerçege isaret etmekte ve Siyonizm'in Yahudiler için bir kurtulus degil, aksine en büyük tehlike oldugunu savunmaktadirlar.
"Soykirim Yalani" kitabinin verdigi en önemli mesaj, bizce budur. Israil, hem isgal ettigi Arap topraklarinin gerçek sahiplerine, hem de bu topraklara zor yoluyla getirdigi Yahudiler'e baski ve zulüm uygulamis bir devlettir. Israil'in resmi ideolojisi olan Siyonizm, bu nedenle asla ve asla gerçek anlamda baris yanlisi olamaz. Baris ve huzura dayali bir siyasi kültür, her irkçi ve fasist hareket gibi Siyonizm'in de yok olmasina neden olacaktir çünkü.
Israil'in bir "baris ve demokrasi" ülkesi olarak tanitildigi Türkiye'de, bu gerçeklerin bilinmesi gerekmektedir. "Soykirim Yalani", iste bu yönde atilmis önemli bir adimdir.

Soykirim Efsanesi Nasil Dogdu?
Nazi Almanyasi'ndaki Yahudilerin baski ve iskence politikasina maruz kaldiklari konusu, Nazilerin iktidara geldikleri 1933 yilindan itibaren Bati'daki yayin organlarinda islenmeye baslamisti. Medyayi bu konuda besleyen en önemli kaynak ise birer sivil toplum örgütü niteligindeki Yahudi kuruluslariydi. Nazilerin Yahudilere karsi toplama kamplarinda sistemli bir "soykirim" yürüttügü yönündeki iddialar ise, 1942 yilinda yogunluk kazandi. Bu iddialari dile getirenler Dünya Siyonist Örgütü ve onun Batili ülkelerin hemen hepsinde kurulmus olan kollariydi. Örnegin Yahudilerin Nazi toplama kamplarinda "sabun" haline getirildiklerine dair saiyalar, ilk kez Amerika'daki Siyonist hareketin lideri ve Amerikan Yahudi Kongresi'nin (AJC) baskani olan Stephen Wise tarafindan duyuruldu. Wise, 1942 yilinda resmi bir açiklama yaparak, "yahudi cesetlerinin Almanlar tarafindan sabun, yag ve gübreye dönüstürüldügünü" iddia etti. Gaz odalari iddialari da yine ayni dönemde resmi siyonist kuruluslarin temsilcileri tarafindan duyuruldu.
Bu iddialarin genel medya tarafindan desteklenmesinin ise iki nedeni vardi: Birinci neden, Yahudi sermayeli yayin organlarinin bu konuya gösterdikleri özel ilgiydi. Ikinci ve daha önemli olan neden ise, bu haberlerin Batili ülkelerin savas halinde olduklari Nazi Almanyasi'na karsi kullanabilecek iyi bir karsi-propaganda malzemesi olusuydu. ABD yönetimi bu propagandayi çok gerekli buluyordu; çünkü "kendi çocuklarimizi neden Avrupa'da savasmaya gönderdik" diye düsünen genis halk kitlelerini savasin gerekliligine ikna etmek için, "gaz odalarinda öldürülüp sabun yapilan" masum insanlari kurtarmak kadar iyi bir gerekçe bulunamazdi. Nitekim Almanlar hakkinda buna benzer gerçek disi bazi vahset hikayeleri, I. Dünya Savasi sirasinda da Amerikan kamuoyunu ülkelerinin savasa girmesine ikna etmek için üretilmisti.
Savas yillarinda bu sekilde üretilen Soykirim söylentileri, Nazi toplama kamplarinin Amerikan, Ingiliz ya da Sovyet birlikleri tarafindan 1945 yili içinde ele geçirilmesiyle birlikte iyice güçlendi. Çünkü müttefik ordulari bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya'daki Belsen'de binlerce yahudi tutuklunun korkunç durumdaki cesetleriyle karsilasmislardi. Bunlarin fotograf ve filmleri dünya medyasinda yayinlandi. Bu cesetler soykirimin açik birer delili sayildilar. Oysa sözkonusu cesetlerin ölüm nedeni Nazilerin her türlü önleme ragmen bir türlü basa çikamadiklari tifüs salgini ve savasin son aylarinda Alman tasima sisteminin çökmesi nedeniyle bazi kamplarda, özellikle Dogu Polonya'daki büyük kamplarda basgösteren açlikti. Buna karsilik, daha Bati'da yer alan kamplardaki Yahudi tutuklularin gayet sihhatli ve psikolojik yönden de rahat bir durumda oldugu gözlenebiliyordu.

Nürnberg Mahkemesi
Soykirim efsanesini "adli" bir anlamda tarihsel literatüre geçiren en önemli gelisme ise, 1946 yilinda Nazi savas suçlularini yargilamak için düzenlenen Nuremberg Mahkemesi oldu. Bu mahkemede bazi "tanik"lar kürsüye çikarildilar ve toplama kamplarindaki yahudi tutuklularin gaz odalarinda sistemli bir biçimde ihma edildigini anlattilar. Bu verileri degerlendiren mahkeme, "6 milyon Yahudinin Nazi toplama kamplarinda imha edildigini, bunlarin dört milyonunun özel üretilmis imha araçlariyla katledildigini" kabul etti. Bu mahkemede delil olarak sunulan malzeme ve ifadeler, Soykirim literatürünün hala en büyük dayanagidir.
Ancak mahkeme gerçekte pek dürüst ve tarafsiz bir ortamda yapilmamisti. Nazi Almanyasi'ni yenilgiye ugratmis olan müttefikler-ABD, SSCB, Ingiltere ve Fransa-Nazi rejimini ne kadar korkunç ve acimasiz gösterebilirlerse, kendi argümanlarini o kadar iyi savunacaklarini düsünüyorlardi. Bu nedenle Siyonistlerin savas sirasinda ürettikleri tüm Soykirim hikayeleri mahkeme tarafindan ciddiye alindi ve hepsi kabul edildi.
Yahudi kuruluslari tarafindan mahkemeye getirilen "görgü taniklari", toplama kamplarinda sahit olduklari gaz odasi manzaralarini anlattilar. Bu sahitlerin verdikleri ifadelerin çok büyük bölümünün gerçeklerle uyusmadigi bugün biliniyor. Örnegin mahkemeye çikarilan ve Dachau toplama kampindan kurtulduklari söylenen pek çok tutuklu bu kamptaki gaz odalari hakkinda detayli ifadeler vermislerdi. Oysa Dachau'da "gaz odasi" olarak gösterilebilecek tek bir bina dahi olmadigi için, Soykirim literatürünün savunuculari ilerleyen yillarda bu iddiayi geri almak zorunda kaldilar. Bugün Dachau'da gaz odasi oldugunu savunan hiç kimse yoktur.
Diger toplama kamplarindaki sözde gaz odalari ile ilgili ifadelerin çogu da çeliskiliydi. Bazilari gerçeklesmeleri bilimsel yönden imkansiz hikayelerdi.
Nuremberg Mahkemesi'ne sahit olarak çikarilan en önemli kisi ise Auschwitz toplama kampinin kumandani Rudolf Höss"tü. Höss, çok önemliydi, çünkü mahkemeye çikarilan sahitlerin ezici çogunlugunun aksine bir Yahudi degil, bir Nazi subayiydi. Hem de Auschwitz'de iki yildan uzun bir süre en üst düzey yetkili olmustu. Höss "itiraflarinda", Auschwitz'in içinde "Wolzek" adi verilen özel bir imha kampi oldugunu, kendi komutasi altinda burada 2.5 milyon yahudinin öldürüldügünü söyledi. Ama "Wolzek" diye bir yer hiç bir zaman bulunamadi, dahasi Auschwitz'de 2.5 milyon Yahudinin öldügü iddiasi da bir süre sonra Yahudi tarihçileri tarafindan geri alindi. Rakam önce 1.25 milyona, en son olarak da Yahudi tarihçi Jean Claude Pressac tarafindan 775 bine düsürüldü.
Peki Höss neden yalan ifade vermisti? Basit; Höss'ü sorgulayan Ingiliz gizli servisi, ona agir bir iskence yapmis, dahasi ailesini ve çocuklarini öldürmekle tehdit etmislerdi!... Bu, bugün ispatlanmis tarihsel bir gerçektir. Höss bu durumda kendisini ve ailesini kurtarmak için her seyi imzalayabilirdi, nitekim öyle yapti.
Soykirim hikayesi Nuremberg mahkemesine dayanarak hizla büyüdü. Yahudi tarihçiler mahkeme tutanaklarindan alintilar yaparak kitaplar yazdilar. Baska tarihçiler bu kitaplardan alintilar yaparak yeni kitaplar yazdilar. Ilerleyen yillarda yeni bazi "soykirim sahitleri" çikti ve bunlar yazdiklari kitaplarla Nuremberg'teki verilmis olan ancak sonradan "siritan" bazi ifadelerin yerlerine yenilerini koymaya çalistilar. Israil'de özel bir Soykirim Arastirmalari Merkezi kuruldu. Dünya kamuoyunun soykirimi kesin bir tarihsel gerçek sanmasinin en önemli nedeni ise, Hollywood'un Yahudi sermayeli film sirketleri ve Yahudi yönetmenleri tarafindan çevrilen 100'e yakin Soykrim filmi oldu.

Soykirimin sorgulanmasi ise 60'li yillarda basladi. ABD'deki Northwestern University'den Dr. Arthur Butz, Fransa'daki Lyon Üniversitesi'nden Robert Faurisson ve pek çok "best-seller" kitabin yazari Ingiliz tarihçi David Irving sözkonusu revizyonist akima öncülük ettiler. Revizyonist akimin bugün en önemli entellektüel merkezi, California'daki Institute for Historical Review adli kurumdur. 


Israil'in Terör Gelenegi

Bir süredir "baris" rüzgarlarinin estigi Ortadogu, son bir hafta içinde Israil'in Lübnan'da gerçeklestirdigi bombalamalarla yeniden isindi. Bu durum, bazilari için sasirticiydi. Bir "baris ve demokrasi sembolü" olarak gördükleri Israil'in, içi küçük çocuklarla dolu bir ambulansi nasil olup da havaya uçurdugunu, ya da sivil yerlesim bölgelerini nasil olup da fütursuzca bombaladigini anlamakta güçlük çektiler.
Oysa, Bati medyasinin propaganda ilüzyonundan kurtularak ve Israil'in gerçek kimligini göz önünde bulundurarak vaziyete bakildiginda, Israil'in sözkonusu "gazap üzümleri" operasyonunun hiç bir sasirtici yönü olmadigini görebiliriz. Çünkü Israil, bir terör devletidir; terör, Yahudi Devleti için olagan bir dis politika aracidir.
Israil'in geçmisine bir göz attigimizda ise, bu tanimi kesinlestiren yüzlerce örnek bulmak mümkündür.

Terörizmden Basbakanliga
Israil'in kuruldugu yillar, ayni zamanda Ortadogu'nun da terörle tanistigi yillar olmustu. Yüzyilin basindan beri sistemli bir "devlet kurma" programi izleyen Siyonist hareket, 1940'li yillarda Filistin'de olusturdugu terör örgütleri ile bölgeyi kan gölüne çevirdi.
Sag kanat Siyonistler, Filistin'deki Araplara ve ilerleyen yillarda da Ingilizlere karsi savasacak olan Irgun Zvei Leumi (Ulusal Askeri Örgüt) ya da kisaca Irgun adli silahli yeralti örgütünü kurdular. Irgun ve 1940 yilinda ondan ayrilan Avraham Stern'in kurdugu LEHI (Lomamei Herut Yisrael-Israil'in Özgürlügü Savasçilari), Araplar'a ve Ingilizlere karsi kanli terör eylemleri gerçeklestirdiler (LEHI, kurucusunun adindan dolayi Stern Çetesi olarak da anilir). Irgun ve Lehi'nin iki aktif teröristi, yillar sonra tüm dünyanin taniyacagi isimler haline geleceklerdi: Menahem Begin ve Yitzhak Samir!   Ikisi de, sirasiyla, Basbakan oldular.
Bu sag kanat teröristler ile sol kanat Siyonistler arasinda da gizli bir ittifak vardi.  16 Eylül 1948 günü Stern örgütünün teröristleri, Birlesmis Milletler'in Filistin arabulucusu olan ve Siyonistlerin isgal politikalarini elestirmesiyle taninan Kont Folke Bernadotte'u Kudüs'te öldürdüler. Yeni kurulmus olan Israil Devleti'nin Basbakani Ben Gurion, Stern militanlarinca gerçeklestirilen suikasti lanetledi ve Bernadotte'un BM karargahindaki cenazesine de katilarak taziyelerini sundu. Suikastin sorumlusu olan Stern üyeleri ise kayiplara karistilar. Ancak bir süre sonra bu militanlar ortaya çiktilar, hem de çok ilginç bir biçimde... Bernadotte'u vuran Joshua Cohen adli tetikçi, Basbakan Ben Gurion'un özel korumasi oluverdi birden bire.! Suikast emrini verenlerden Yitzhak Samir ise Mossad'in Avrupa masasi sefligine getirildi.(1) Ben Gurion'un basbakanliginin sürdügü bu dönemde, Samir'in de katkisiyla, çok sayida "Israil düsmani" Mossad ajanlarinca Avrupa'da öldürüldü. Kisacasi Israil'in liderleri aktif birer teröristtiler, ya da terörizmi el altindan destekliyorlardi.
Terör, Israil'in kurulmasiyla bitmedi, azalmadi da. Aksine, daha da çok kan dökmeye basladi.

Israil Tarzi Terör
... 80-100 kadar erkek, kadin ve çocuk öldürülmüstü. Çocuklari kafalarina sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir kisinin canina kiyildi. Köylerde erkek ve kadinlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatildilar. Sonra da sabotajcilar gelip evleri havaya uçurdu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istedigi bir evin içine 2 kadin kapatmasini söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadinin irzina geçtigini anlatti. Yeni dogmus bir çocugu olan Arap kadinina birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadin ve çocuk öldürüldü. 'Harika bir adam' diye nitelenen iyi yetistirilmis, iyi bir egitim görmüs kumandanlar, asagilik katiller haline gelmisti. Hem de gelisen korkunç olaylarin içinde ister istemez bu duruma düsmüs degillerdi. Aksine soykirimi ve yoketme metodlarini bilinçlice kullaniyorlardi. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalirsa, o kadar iyiydi...
Üstteki satirlar, Israil'in Davar gazetesinin 9 Haziran 1979 tarihli sayisinda yayinlandi. Yazilanlar, 1948'de Dueima adli Filistin köyünün ele geçirilmesi sirasinda yapilanlara taniklik eden Israilli bir askerin katliam hatiralariydi.
Önemli olan bu satirlarda anlatilanlarin, istisnai bir terör eylemini degil, Israil'in kutsal terörünün siradan bir örnegini tarif etmesidir. Bir diger "siradan örnek", Israillilerin devlet kurduklari yilda, 1948'de Deir Yassin köyündeki Arap halka giristikleri katliamdir. Menahem Begin'in yönettigi Irgun ve Stern teröristleri, Kudüs yakinlarindaki Deir Yassin köyüne düzenledikleri baskin sirasinda, hamile kadinlarin ve çocuklarin da dahil oldugu 280 kadar Arap köylüsünü önce sokaklarda dolastirdiktan sonra kursuna dizmislerdir. Ancak bir de önemli "detaylar" vardir: Öldürülen genç kizlarin çogunun irzina geçilmis, erkeklerin cinsel organlari koparilmistir. Siyonistler bazi kurbanlari öldürmek için biçak kullanmislardir. Raporlarda "ortadan ikiye biçilen" küçük bir kiz çocugundan da söz edilmektedir.(2)
Bu sekilde alti ay içinde Arap köylerine düzenlenen sayisiz baskinlarla 400 bine yakin Arap, yurdunu terketmek zorunda kaldi. Deir Yassin Katliami bu baskinlarin sadece birisiydi. Israilliler'in yillar içinde terör yoluyla bosalttiklari köy sayisi, Israil'in az sayidaki "muhalif" seslerinden biri olan Israel Shahak'in tespit ettigi rakama göre, 385'tir. Bu köylerde yasayanlarin içinde korku yöntemiyle kaçirilanlarin yaninda, Deir Yassin'le ayni kadere ugrayanlar da vardir.
Israil'in terörü, ilerleyen yillarda da kan dökmeye devam etmistir. Kibya ya da Sabra Satilla katliamlari, yine buzdaginin görünen kisimlaridir. Israilliler çogu kez bu açik eylemleri bile üstlenmemeye çalismislardir. Örnegin Israil'in 1982 yazindaki Lübnan'i isgali sirasinda Sabra ve Satilla mülteci kamplarinda öldürülen 1.500'ün üstündeki Filistinli'ler hakkinda Begin "yahudi olmayanlar, yahudi olmayanlari öldürdü, bize ne!" demisti. Oysa kisa süre sonra katliami gerçeklestiren Falanjistlerin Israil subaylarinin komutasinda oldugu ve Israil ordusunca silahlandirildiklari ortaya çikti.

Israil Tarzi Iskence
Israil'in kutsal terörünün önemli bir parçasini ise iskence olusturmaktadir. 1967'den bu yana iki milyondan fazla Filistinli'yi isgal altinda yasamaya zorlayan Yahudi Devleti, bu Filistinlilerin muhalefetini kirmak ve onlari göçe ikna etmek için sistemli bir iskence politikasi uygulamistir.
Yahudi Devleti'nin korkunç iskence yöntemleri, ilk kez Londra'da yayimlanan Sunday Times'in 1977 yilinda yayinladigi uzun bir arastirmada ortaya çikti. Belgelenen vakalar, 1967'den itibaren on yillik Israil isgali sirasinda iskence gören kirkdört Filistinlinin durumlarini ortaya koyuyordu.
Buna göre, Israil'in; Nablus, Ramalla, Hebron ve Gazze'deki hapishanelerinde, Kudüs'teki Rus sitesi ya da Moskoviya olarak bilinen sorgu ve gözalti merkezinde ve Yona, Ramle, Sarafand, Nafha gibi özel askeri hapishanelerde inanilmaz iskenceler uygulaniyordu. Sistemli dayak disinda, Israillilerin kullandigi iskence türleri arasinda; cinsel organlara elektrik verme, tutukluyu çirilçiplak buzlu suya sokma, gözleri baglanmis olan tutuklunun üzerine özel egitilmis köpekleri saldirtma, vücudun degisik yerlerinde sigara söndürme, arkadan tecavüz, tirnaklarin ve saglam dislerin sökülmesi gibi yöntemler vardi. Bazi tutuklularin kizlari da tutuklanmis ve bunlara babalarinin gözü önünde tecavüz edilmis, sonra da tutuklu kendi kiziyla cinsel iliskiye girmesi için zorlanmisti. Bazi erkek tutuklularin cinsel organlarina ince cam çubuklar sokulmus ve sonra da bu çubuklar organin içindeyken iskenceciler tarafindan kirilmisti. Erkek tutuklularin hayalarinin sikistirilmasi da çok kullanilan yöntemlerin biriydi. Bu iskenceler sonucunda çok sayida Filistinli tutukluda kalici sakatliklar meydana geldi. Çogunun cinsel fonksiyonlari sona erdi, görme ve isitme duyularini ve akli dengelerini yitirenler oldu. Bu fiziki iskencelerin yaninda psikolojik yöntemler de vardi. Siyasi tutuklular, kasten, Israil ordusuna çizme, kamuflaj agi, vb. malzeme imal etme islerine kosuluyorlar, reddettiklerinde fiziki yöntemlere basvuruluyordu.(3)
Sunday Times'in ortaya çikardigi bu vakalar, 1967-1977 yillari arasindaki iskence vakalariydi. Ilerleyen yillarda da Israil'in kutsal terörü ve kutsal iskencesi sürdü. Yalnizca 1987-1993 döneminde; Israil birlikleri tarafindan 1.283 Filistinli öldürülmüs, 130.472 tanesi hastaneye kaldirilacak derecede yaralanmis, 481 tanesi sürülmüs, 22.088 tanesi gözaltina alinmis, 2.533 ev mühürlenmistir. (4) Gözalti ve tutukluluk sirasinda kullanilan iskence yöntemlerinin hangi boyutlara vardigini bilmek de mümkün degildir.
Israil iskence gelenegi ile ilgili olarak en son 1995 Agustosunda ortaya bazi yeni bilgiler çikti. Emekli Albay ve tarihçi Mose Givati, "Çöl ve Alevlerin Içinde" adli kitabinda, 1948, 1956 ve 1967'deki Arap-Israil savaslarinda Israil ordusunun savas esirlerine inanilmaz iskenceler yaptigini yazdi. Buna göre, esir alinan Misirli askerlerin gözleri sigara ile oyulmus, cinsel organlari kesilerek agizlarina tikanmisti...
Burada önemli olan bir nokta var. Israil devlet aygiti, terör ve iskenceyi yalnizca pragmatik bir uygulama olarak degil, bunun da ötesinde kutsal bir misyon olarak görmektedir. Israil'in terörü, Livia Rokach'in ifadesiyle, "kutsal" bir terördür. Çünkü bu terör, yahudi dini kaynaklari tarafindan emredilir.

Terörün "kutsalligi"
Eski Ahit'in Tesniye kitabinda, 7. Bap söyle baslar:
"Allahin Rab, mülk olarak almak için gitmekte oldugun diyara seni götürecegi ve senin önünden çok milletleri, Hittileri ve Girgasileri ve Amorileri ve Kenanlilari ve Perizzileri ve Hivileri ve Yebusileri, senden daha büyük ve kuvvetli yedi milleti kovacagi; ve Allahin Rab onlari senin önünde ele verecegi ve sen onlari vuracagin zaman; onlari tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acimayacaksin ve onlarla hisimlik etmeyeceksin; kizini onun ogluna vermeyeceksin ve onun kizini ogluna almayacaksin... Çünkü sen Allahin Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allahin Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden kendine has bir kavim olmak üzere seni seçti."
I. Samuel kitabi 15. Bap'in basinda ise su ayet yer alir:
"Ordularin Rabbi söyle diyor: Amalek'in Israil'e yaptigini, Misir'dan çiktigi zaman yolda ona karsi nasil durdugunu arayacagim. Simdi git, Amaleki vur ve onlarin herseylerini tamamen yok et ve onlari esirgeme ve erkekten kadina, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden esege kadar hepsini öldür."
Ayetlerde geçen Hittiler, Yebusiler, Amalekler gibi kavimler, M. Tevrat'in yazildigi dönemlerde Ortadogu'da bulunan toplumlardir. Bu nedenle bu ayetlere (ve M. Tevrat'in içindeki yüzlerce benzerlerine) göz atan pek çok kisi, tarihin derinliklerinde kalmis birer siddet olayinin hikayesini okudugunu sanabilir. Oysa gerçek böyle degildir... Israil'in "güvercin" siyasetçilerinden Amnon Rubinstein, su satirlari yaziyor:
"(Israilli radikallerin) kullandigi lisanda, günümüzdeki Araplar; Yebusiler'dir, Amalekler'dir ya da Kenan diyarinin Tevrat tarafindan lanetlenen yedi kavminden herhangi birisidir... Tesniye'de, 'geride hiç bir sey kalmayacak sekilde' Amalek'i yok etmek üzere verilen emir, dogrudan bugünkü Araplar'a yönelik olarak yorumlanmaktadir... Israil'in savaslari da bu çerçevede anlasilmakta ve bu savaslarda bu 'yeni Amalekler'e karsi insancil davranilmamasi gerektigi söylenmektedir. Haham Menachem M. Kasher, 1967 savasindan sonra yazdigi bir yazida, Tevrat'in 'onlari sizin önünüzden yavas yavas azaltacagini ve yurtlarina sizi yerlestirecegim' seklindeki ifadesinin, Israil'in Araplar'la olan iliskisini tarif ettigini yazmistir... Bar Ilan Üniversitesi'nden Haham Israel Hess, daha da ileri gitmis ve 'Tanri'nin Amaleklere karsi girisilen savasa bizzat katildigini' söylemistir. Israel Hess'in konuyla ilgili yazisinin basligi ise, 'Tevrat'in katliam emirleri'dir." (5)
Kisacasi, Israil kimligi olusturan en büyük faktör olan "dinci" ekol, Muharref Tevrat ayetlerini bu sekilde yorumlamakta, ve böylece Yahudi Devleti'nin uyguladigi teröre teolojik bir mesru temel olusturmaktadir. Iste bu nedenle terör ve Israil, birbirinden ayrilmaz iki parçadir. Yahudi Devleti, mevcut ideoloji ve kurumlariyla ayakta kaldikça, terörü mesru bir siyaset araci olarak görmeye devam edecektir.
"Gazap üzümleri"nin bombalariyla ambulans içinde parçalanan çocuklar, bu gerçegin ne ilk ne de son kurbanlaridir.
DIPNOTLAR

1) Richard Curtiss, "The Good Cops and Bad Cops Who Killed the Peace Process". Washington Report on Middle East Affairs. Haziran 1995 
2) Lenni Brenner, The Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir, London: Zed Books, 1984, ss. 141-143
3) Ralph Schoenmann, Siyonizm'in Gizli Tarihi, Kardelen Yayincilik. 1992. ss. 79-95 
4) Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 1994 
5) Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited: From Herzl to Gush Emunim and Back, 1.b., New York: Schocken Books, 1984, s. 116 

SİLSİLE-İ ALİYYE BÜYÜKLERİ (VİDEO)


Silsile-i Aliyye Büyükleri (Video)


MÜSLÜMANLARI KATLEDEN YAHUDİLERİ KAHRU PERİŞAN EYLE


EY KAHHAR OLAN ALLAH'IM 

MÜSLÜMANLARI KATLEDEN 
YAHUDİLERİ 
KAHRU PERİŞAN EYLE
AMİN İNŞALLAH

YAKUB PEYGAMBER KISSASI VE İSRAİLOĞULLARININ OLUŞUMU


YAKUB PEYGAMBER KISSASI 
VE İSRAİLOĞULLARININ OLUŞUMU

Giriş:
Kur’an-ı Kerim’de kıssaları anlatılan peygamberlerden, İsrailoğulları ile alakalı olan resuller silsilesi içerisinde sıralanan Hz. Yakub; Ulul’l-Azm peygamberler olarak vasıflandırılan, Hz. İbrahim ile Hz. Musa ve onların hitap ettikleri toplumlar arasında biyografik, tarihi ve coğrafik geçişi sağlayan resullerden birisidir. 
Dolayısıyla Yakub(a.s), "Kenan" merkezli, Hz. İbrahim soyunu devam ettirmesi ve bu topluluk ile Hz. Musa ve Harun’un içinden yetiştiği, Mısır’daki İsrailoğulları toplumunun etnik oluşumunu sağlayan bir resul olarak çok önemli bir kavşak noktasındadır. 
Yani Hz. İshak’tan sonra oluşan ve önceleri İsrailoğulları daha sonra Yahudi olarak adlandırılan, etnik-dini kavmin oluşumunun kodlarının iyi anlaşılabilmesi için Yakub peygamberin kıssası ve hayatının iyi bir şekilde idrak edilmesi gerekmektedir. 
Kıssası, Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra Tevrat’ta da anlatılan Yakub peygamberin ve oğullarının hayatı hakkında dini ve tarihi, ilk kaynak olan Tevrat’ta; biyografik, tarihsel ve coğrafik bilgilerin oldukça yoğun işlendiği müşahede edilmektedir. 
Tevrat'taki Yakup kıssası, Hz. Yakub ve oğullarını etnik bir temele oturtturarak daha sonraki süreç içerisinde yapısallaşacak olan ırkçı yaklaşımın ürünü etnik-dini “İsrailoğulları” temasının alt yapısını oluşturmuştur. Veya bir başka ifadeyle; ırkçı yaklaşımın ürünü etnik-dini “İsrailoğulları” anlayışı, Tevrat metinlerinde yaptığı tahrifatla bu olumsuzluğun yer almasını sağlamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen Yakup(a.s) ve Yusuf(a.s) kıssasında ise Yakub peygamberin yaşamından mücmel/öz olarak ve Tevrat'ta yer alan etnik olumsuzluklar temel alınmadan sadece inanç perspektifinde açıklamalara ve mesajlara dayanan ayetlerin yer aldığı görülmektedir. 
Mesela Kur’an, İsrailoğulları’nın ilk nesli olan Yakub’un çocuklarından bahsederken onlar hakkında biyografik ya da etnik bilgi beyan etme amacında değildir. Bunu şu Kur’an ayeti ile örneklendirelim: “…(Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.”[1]
Bu ayetle Kur’an’ın maksadı, Yakub’un(a.s) ataları hakkında biyografik bilgi vermek ya da İsrailoğulları etnisitesini kutsamak! Değil; Yakub ve oğullarının akidevi niteliğini tespit ederek bu olguyu kıssa okuyucu ve dinleyicilerinin gözleri önüne sermektedir. Böylece muhataplardan da onların bu akidevi vasıflarından ders almalarını istemektedir. 
Yine Kur’an, Yakub peygamber kıssasından mücmel olarak bahsederken onun hayatına dair detay malumat için referans alınabilecek kaynağın Tevrat olduğunu ihsas etmektedir. Bunu Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Muhammed dönemi Yahudilerine uyarıda bulunurken, Tevrat’a yaptığı atıftan çıkarabilmekteyiz. “Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Ya'kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.” [2]
Dolayısıyla Yakub ve oğulları kıssasının mufassallaştırılmasında bir metot olarak Tevrat’a başvurulabileceğimiz anlaşılmaktadır. Hz. Yakub’un kıssasını inceleyeceğimiz bu yazımızda bizler de Kur’an’da mücmel olarak yer alan Hz. Yakub’un yaşamının detaylarına ulaşmak için, Tevrat metinlerinde yer alan Kur’an doğrultusunda anlatımlarla, Yakub kıssasını mufassallaştırma yoluna gideceğiz. 

Yakub’un(a.s) şeceresi:
Kur’an, Yakub’un(a.s) soyundan dikey ve yatay olarak bahsetmekte ve bazı spesifik bilgiler de vermektedir. Buna göre Yakub (a.s), Hz. Nuh soyundan gelen bir kişi olarak tavsif edilmektedir. Bunu Kur’an’daki şu ayetten anlayabilmekteyiz: ”Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebûr'u verdik.” [3]
Bu ayet-i Kerime’ye göre Hz. Yakub’un, dikey çizgide yukarıdan doğru gelen soy silsilesi, Nuh’tan(a.s) başlamakta ve İbrahim, İshak silsilesi olarak kendisine ulaşmaktadır. Buna göre Yakub(a.s), Hz. İbrahim’in oğlu İshak’tan torunudur. “Biz O'na İshak ve Yakub'u da armağan ettik…”[4] “O esnada (İbrahim’in) hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.” [5]
Yine Kur’an, Yakub peygamber sonrası onun soyunu ise, dedesi Hz. İbrahim’e izafeten şöyle beyan etmektedir: “…(İbrahim’in)O'nun soyundan, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u…” [6] Bu ayete göre Hz. Yakup sonrası silsile şöyle sıralanmaktadır. Yusuf, Musa, Harun,Davud, Süleyman ve Eyyub. 
Kur’an-ı Kerim’deki Yakub(a.s) hakkındaki soy bilgisinde önemli gördüğümüz bir noktanın altını çizelim. Kur’an’da verilen soy silsilesinde Yakub(a.s) soyunun etnik yapısının tespitinden ziyade soyunun akidevî özelliği ön plana çıkarılmaktadır. Böylece Hz. Yakub’un bizatihi kendisinin olduğu gibi, onun soyundan geldiği ataları ve ondan sonra giden silsiledeki İslam peygamberlerine dolayısıyla “İslam” inancına dikkat çekilmektedir. 
Kur’an’ın soya bu atfının altında aynı zamanda Hz. Muhammed öncesi resullerinin inanç temasına dikkat çekilerek; Kur’an’ın nüzul sürecindeki Yahudilerde bulunan olumsuz etnik-dini bakışın kırılarak, İslam çizgisinde gelen Arap kökenli Hz. Muhammed’e ve onun getirdiği vahye temayül edilmesi isteği yatmaktadır. 
Bu amaçla Kur’an, Yakub peygamberin kıssasını vazederken, Yahudi ve Hıristiyanlarla ortak bir noktada buluşulmasını temin etmeye çalışmaktadır. Şu ayeti kerimeler bunun en iyi delilidir: “Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâtın Yahudi, yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?...”[7] “Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? Demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.” [8]
Kur’an, Yakub(a.s) soyunu sıralarken İsrailoğulları ve Yahudi unvanları ile anılan etnik-dini kavmin oluşumunu belirtmekte ancak süreç içerisinde oluşmuş bu yapının etnik temasından ziyade dini muhtevasına dikkat çekerek, İsrailoğulları veya Yahudi olarak adlandırılan bu oluşumun İslam üzere olduğunu vurgulamaktadır. 
Aynı zamanda süreç içerisinde oluşan Yahudi ve Hıristiyan dini ayrımına temas ederek peygamberler arasında yapılan bu ayrımın yanlış olduğunu belirtmektedir. Dini ayrım yapılan bu peygamberlerin İslam üzere olduğunu beyan ederek önemli olanın, peygamberler arasında etnik ve dinci ayrıştırıcılık değil, bu resuller ve onlara uyanlardaki, Allah’a kulluk ilkesinin yani İslam çizgisi olduğunun altı çizilmektedir. 
Yakub peygamberin nesebi hakkında dikkat çekmemiz gereken bir diğer husus ise şudur: Kur’an’ın, Yakub peygamberin soyu hakkında verdiği bilgiler, tamamen Tevrat’ta yer alan Yakub peygamber soy bilgileriyle örtüşmektedir.
Bunun yanı sıra günümüzde bazı Kur’an okuyucuları yaptıkları yorumlarda; “Hz. İbrahim’in ikinci oğlunun, Hz. Yakup-Esbat olduğu anlaşılmaktadır.”[9] Diyerek; Kur’an-ı Kerim’de, Hz. İbrahim, İshak(a.s) ve Yakub(a.s) peygamberlerin birlikte anıldığı aşağıda verdiğimiz ayetlere dayanarak, Hz. Yakub’un, Hz. İbrahim’in oğlu olduğu hükmüne vardıkları görülmektedir. “Biz O'na İshak ve Yakub'u da armağan ettik…”[10] “O esnada (İbrahim’in) hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.” [11] “Ona İshak’ı hediye ettik, üstelik Yakup’u da fazladan verdik. Hepsini de salihler yaptık.”[12]“İhtiyarlık çağımda bana İsmail ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamd olsun.”[13]
Bu anlayış, tarihi olarak tamamen yanlış bir vakıadır. Kur’an bu üç peygamberi ard arda veya birlikte andığı zaman bunlar silsilesi ile oluşan İsrailoğulları olgusuna dolayısıyla bu olgunun Kur’an’ın iniş sürecinde devam ede gelen üyeleri Yahudilerin algılarına atıfta bulunmaktadır. 
Binaenaleyh Kur’an’ın amacı İsrailoğulları kavramının oluşturduğu toplumun muharref inançlarını, yeni gelen vahye yöneltmektir. Bu amaçla Kur’an’da, Yahudilerin kabulleri olan İbrahim, İshak ve Yakub ve Esbât silsilesi ile oluşmuş İsrailoğulları gerçeğine temas ederek, bu oluşumun akidevi yönünü gündem etmektedir. Bu yüzden İbrahim, İshak ve Yakub peygamberler bir arada ya da arda arda sıralanmaktadır.
Eğer Kur’an, Ya'kub'un(a.s) şeceresi üzerinde durduğu ayetlerde, Yakub peygamberin, Hz. İbrahim’in oğlu olduğunu iddia etmiş olsa idi, bunun ilk itirazcıları öncelikle Medine Yahudileri ve onları takip eden süreçteki İslam karşıtı fırsatçılar, oryantalistler ve misyonerler olacaktı. Oysa tarihen böyle bir olguya rastlanmamaktadır. 
“Hz. Yakub, Hz. İshak’ın oğludur. “Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.” Bakara 133. ayette İbrahim ve İsmail de Yakub’un babası gibi gösterilmiştir. Bu, dedenin ve amcanın baba gibi insanın kökü olduğunu belirtmek içindir. Bazı durumlarda amcaya da baba denir. Yakub oğulları, Yakub’un dedesi İbrahim’i ve amcası İsmail’i de onun babası saydılar ve kendilerinin sadece İsrailoğulları değil, İbrahim oğulları olduklarını ifade ettiler….Ünvanı İsrail olan Yakub’un oğulları, amcaları İsmail’e de baba diyerek Araplara olan kardeşliklerini belirtiyor ve tevhid dininden asla ayrılmayacaklarını söylüyorlar.”[14] Yani Kur'an'da yer alan bu ayetle şecereye dayanan; Arapçılık-Yahudilik ırkçı yaklaşımı değil, soy silsilesindeki Allah inancına dikkat çekilmektedir.
Buna benzer bir duruma örnek olarak Lut peygamberi anlatan bir ayeti ve ona yapılan yorumları örnek verebiliriz. “Lut, aynı zamanda İbrahim peygamberin zürriyeti içersinde sayılmıştır. “Biz O’na (İbrahîm) İshak’ı ve Yakub’u da hediye ettik; hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh’a ve O’nun soyundan gelen Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da. Hepsi iyilerden idi. İsmail’le, el-Yesa’a, Yunus’a ve Lût’a da (yol gösterdik), hepsini âlemlere üstün kıldık.”[15] “Hz. İbrahîm(as)’in kardeşinin oğlu olmasına, yani soyundan gelmemesine rağmen Lût ismi burada iki sebepten dolayı (İbrahim) zürriyetinden sayılmıştır; birincisi, ilk gençlik yıllarından itibaren Hz. İbrahîm (as)’i babasının ardından giden bir çocuk gibi izlemesidir. İkincisi ise eski Arapça kullanımda amcanın çoğunlukla baba olarak, yeğenin de oğul olarak tanımlanmasıdır. “[16] Yani Kur'an'da yer alan bu belagat ve icazat yüklü mücmel ifadeler tarihi gerçeklerin üstüne örülen Arap dil ve örfünün yansımasıdır.
Bunun yanı sıra Kur’an’ın anlattığı kıssa ve resuller silsilesi anlatımlarında, Tevrat’ta yer alan kıssa ve resuller sıralama ve silsilesine muhalefet eden bir durum müşahede edilmemiştir. Bundan ötürü Hz. Yakub, Hz. İbrahim’in oğlu değil torunudur, “Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Yakub’un, İshak’ın oğlu olduğuna işaret edilir”[17] gerçeğinin altını çizmekte bir kez daha yarar görmekteyiz.


Yakub’un doğumu:
Kur’an, Yakub’un(a.s) soyu hakkında bir ölçüde mufassal addedilebilecek bir malumat verirken onun doğumu, çocukları ve onlarla ilgili dönem hakkında Hz. Yusuf kıssasında yer alan bilgiler haricinde detaya girmemektedir. Bu yüzden Tevrat’ta yer alan malumattan istifade ederek Hz. Yakub’un hayatının bu dönemini mufassallaştırmaya çalışacağız.
Tevrat’a göre Hz. Yakub, İshak’ın oğludur. Annesi ise babasının dayısı Laban’ın kızı Rebeka’dır.“İshak Aramlı Laban'ın kızkardeşi, Paddan-Aramlı Betuel'in kızı Rebeka'yla evlendiğinde kırk yaşındaydı.”[18]
Yine Tevrat kayıtlarına göre Yakub(a.s); Arâmi/İbranî kökenli İshak ve Rebeka çiftinin ikiz oğullarından ve son doğan çocuklarıdır. “Doğum vakti gelince, Rebeka'nın ikiz oğulları oldu. İlk doğan oğlu kıpkırmızı ve tüylüydü; kırmızı bir cüppeyi andırıyordu. Adını Esav koydular.Sonra kardeşi doğdu. Eliyle Esav'ın topuğunu tutuyordu. Bu yüzden İshak ona Yakup adını verdi. Rebeka doğum yaptığında İshak altmış yaşındaydı.”[19]
Tevrat geleneğinde olduğu gibi Ya'kub'un adı da kendisi ile oluşan olaya istinaden "topuk tutan" anlamına gelen Ya'kub olarak isimlendirilmiştir. Benzer olguyu; İsmail, İshak peygamberlerin isimlerinin verilmesinde de gözlemlemekteyiz. "..Sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın ve onun adını “İshmael”(rabbin işitir) koyacaksın rabbin sana olan cefayı işitti.”[20] "…karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak(güldü) koyacaksın.."[21]
Kur’an, Müslüman müfessir ve tarihçilerin “Ays”[22] veya “İs bin İshak”[23] adını verdikleri İshak’ın(a.s) diğer oğlu Esav’dan hiç bahsetmemektedir. Buna mukabil Tevrat metinlerinde; Yakub ve ilk doğan kardeşi Esav ile aralarındaki analarının karnında başlayan çekişmeden, doğduktan sonraki peygamberliğin Yakub tarafından hile ile elde edilmesine ve ondan sonraki yaşamlarındaki düşmanlığa varan nefret boyutuna kadar tüm safhaları ayrıntılı olarak işlemektedir. Bu safhalardan küçük boyutta bilgiler vererek bu hususta değerlendirmelerde bulunalım. 
“Yakup'a, "Lütfen şu kızıl çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim" dedi. Bu nedenle ona Edom adı da verildi.Yakup, "Önce sen ilk oğulluk hakkını bana ver" diye karşılık verdi.Esav, "Baksana, açlıktan ölmek üzereyim" dedi, "İlk oğulluk hakkının bana ne yararı var?"Yakup, "Önce ant iç" dedi. Esav ant içerek ilk oğulluk hakkını Yakup'a sattı.” [24]
“Büyük oğlu Esav'ın en güzel giysileri o anda evdeydi. Rebeka onları küçük oğlu Yakup'a giydirdi.Ellerinin üstünü, ensesinin kılsız yerini oğlak derisiyle kapladı. Yaptığı güzel yemekle ekmeği Yakup'un eline verdi. Yakup babasının yanına varıp, "Baba!" diye seslendi. Babası, "Evet, kimsin sen?" dedi. Yakup, "Ben ilk oğlun Esav'ım" diye karşılık verdi, "Söylediğini yaptım. Lütfen kalkıp otur, getirdiğim av etini ye. Öyle ki, beni kutsayabilesin."İshak, "Nasıl böyle çabucak buldun, oğlum?" dedi. Yakup, "Tanrın RAB bana yardım etti" diye yanıtladı. İshak, "Yaklaş, oğlum" dedi, "Sana dokunayım, gerçekten oğlum Esav mısın, değil misin anlayayım." Yakup babasına yaklaştı. Babası ona dokunarak, "Ses Yakup'un sesi, ama eller Esav'ın elleri" dedi.Onu tanıyamadı. Çünkü Yakup'un elleri ağabeyi Esav'ın elleri gibi kıllıydı. İshak onu kutsamak üzereyken,bir daha sordu: "Sen gerçekten oğlum Esav mısın?" Yakup, "Evet!" diye yanıtladı İshak, "Oğlum, av etini getir yiyeyim de seni kutsayayım" dedi. Yakup önce yemeği, sonra şarabı getirdi. İshak yedi, içti." Yaklaş da beni öp, oğlum" dedi.Yakup yaklaşıp babasını öptü. Babası da onun giysilerini kokladı ve kendisini kutsayarak şöyle dedi:"İşte oğlumun kokusu Sanki RAB'bin kutsadığı kırların kokusu…İshak Yakup'u kutsadıktan sonra, Yakup babasının yanından ayrıldı.“[25]
“Babası Yakup'u kutsadığı için Esav kardeşi Yakup'a kin bağladı. "Nasıl olsa babamın ölümü yaklaştı" diye düşünüyordu, "O zaman kardeşim Yakup'u öldürürüm." Büyük oğlu Esav'ın ne düşündüğü Rebeka'ya bildirildi. Rebeka küçük oğlu Yakup'u çağırttı. Ona, "Bak, ağabeyin Esav seni öldürmeyi düşünerek kendini avutuyor" dedi, "Beni dinle, oğlum. Hemen Harran'a, kardeşim Lavan'ın yanına kaç.Ağabeyinin öfkesi dininceye, sana kızgınlığı geçinceye, ona yaptığını unutuncaya kadar orada kal. Birini gönderir, seni getirtirim. Niçin bir günde ikinizden de yoksun kalayım?"[26]
Tevrat metinlerindeki bu çekişme, hile ve nefret dolu satırlara, Kur’an perspektifinde bakıldığında, tevhidi değerlere aykırı birçok noktanın bulunduğunu müşahede etmekteyiz. Bazıları üzerinde duralım. 
Öncelikle resullüğün ilk doğanlar statüsüne göre verilmesi gibi bir teamül Tevrat’ın geneline uymadığı gibi tevhidi gerçeğe de aykırı bir durumdur. Bu yüzden Hz. İshak’ın oğlu Ya'kub'u, onun hilesine kanarak kutsayıp, resul olmasının yolunu açması anlatımının, Tevhide uygun bir tarafı yoktur. Çünkü resulleri Allah tayin eder, onun kulları değil. Resullük, soy-sop, hilafet, saltanat gibi beşeri teamüllere göre değil, gaybı bilen Allah’ın takdirine göre tevdi edilir. 
Tevrat'ın tekvin kitabı diğer Bab'larındaki anlatımlar da bu olguya tamamen zıt anlatımlardır. Nitekim Tevrat'a göre Hz. Yakub’un ilk doğan oğlu “Ruben”dir.[27] Oysa peygamber olan oğlu on birinci sırada doğan Yusuf’tur(a.s).[28] Hz. Yusuf sonrası resul olan Hz. Musa, Davud, Süleyman’da(a.s) babalarının ilk oğulları yani Tevrat dogması “İlk doğanlar” statüsünde olmamalarına rağmen resul olmuşlardır. 
Ancak Kur’an’i perspektiften baktığımızda; Hz. Yakub’un kardeşi Esav’a göre resul seçilmesini, Yahudilikteki “ilk doğan” dogmasına göre değil, yine Allah’ın geçmişte Hz. İbrahim’e verdiği bir söz, müjdeden dolayı olduğunu yorumlamamız doğru olacaktır. Çünkü Allah, Hz. İbrahim’e oğlu İshak’ı kurban etmesini bildirdiğinde bu emre uyan İbrahim’e hem İshak’ı hem onun ve kendisinin neslini devam ettirecek Yakub’u müjdelediğini görmekteyiz. “Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn”Ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik.” [29] Bu Allah'ın bir takdiridir. Eğer bu takdir Ya'kub'un Tevrat'ta belirtilen diğer kardeşi Evs yönünde olsaydı, İsrailoğulları atası Evs olarak anılacaktı. Her iki kardeş arasında tercih Cenab-ı Hakk tarafından yapılmıştır. Dolayısıyla Tevrat metinlerinde anlatılan "İlk doğan" dogması ve İshak'ın yanlışlıkla ve sanki kendi inisiyatifinde gibi Hz. Ya'kub'u kutsayarak onun peygamber olmasını sağlaması anlatımı Kur'an'i ilkelere aykırıdır.
Bu tamamen Allah’ın takdiri ile olan bir durumdur. Kur'an bu olguyu şöyle ifade eder: "…kullarından dilediğine iradesiyle ilgili vahyi indirir."[30] "Allah'ın tekelindedir. İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir."[31]
Hz. Yakub’un resul seçilmeyen oğlu Evs’in silsilesinden ise Hz. Eyub peygamber olarak seçilmiştir. Bu konuda Mevdudi şunu kaydetmektedir: “Eyyub…..Hz. Vehb ibni Münebbih’e göre o Hz. İshak’ın (a.s) oğullarından biri olan Esau’nun(Esav) torunlarından olabilir.”[32]

Yakub’un(a.s) evliliği: 
Hz. Yakub, annesi ve babasının isteği üzerine dayısı Laban’ın Mezopotamya’daki Paddan-Aram adı verilen mevkideki yerleşim yerine gider. “İshak Yakup'u çağırdı, onu kutsayarak, "Kenanlı kızlarla evlenme" diye buyurdu,"Hemen Paddan-Aram'a, annenin babası Betuel'in evine git. Orada dayın Laban'ın kızlarından biriyle evlen.”[33]
Yine Tevrat bilgilerine göre Yakub aynı zamanda “İlk oğul”luk hakkını hile ile aldığı kardeşi Esav’ın hışmından kaçmaktadır.“Rebeka küçük oğlu Yakup'u çağırttı. Ona, "Bak, ağabeyin Esav seni öldürmeyi düşünerek kendini avutuyor" dedi, "Beni dinle, oğlum. Hemen Harran'a, kardeşim Laban'ın yanına kaç.”[34]
Yakub(a.s) dayısı Laban’ın yanında ücretli bir hizmetkâr olarak “..Yirmi yıl..”[35] Boyunca çalışmak zorunda kalır. Yakub peygamber dayısıyla yaptığı anlaşmalarda dayısının bu şartlardan bazılarına uymamasına rağmen çalışmasının karşılığı olarak onun iki kızı ile evlenir ve bunun yanı sıra birçok malın sahibi olur.“Laban'ın iki kızı vardı. Büyüğünün adı Lea, küçüğünün adı Rahel'di.”[36] Bununla birlikte hanımlarına ait cariyeleri ile de “Rahel'in cariyesi Bilha…Lea'nın cariyesi Zilpa”[37] evlenerek onlardan da çocukları olmuştur. 

Ya'kub'un evlilikleri hakkında bir tespit:
Ya'kub peygamberin evliliklerini anlatan Tevrat metininde Kur'an ve Tevrat perspektifinden bakıldığında dikkat çeken önemli bir husus ortaya gelmektedir. Yakup, dayısının kızları olan iki kız kardeş ile evlenmiştir. Bilindiği gibi Kur'an, iki kız kardeşi bir arada nikâhlamayı men etmiştir. "…ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."[38]
Ayetin sonundaki "…ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir." ifadesinden iki hüküm çıkarmak mümkün gözükmektedir. İlki,Kur'an'ın nazil sürecine kadar yapılan/yapılmış olan bu cahiliye toplum âdetinin, Kur'an-ı Kerim'in mezkûr ayetinin nüzulü ile birlikte men edildiğidir. 
İkincisi ise Kur'an'ın, iki kız kardeş ile bir arada evlilik yasağına kadar bu tip evliliğin meşru olduğudur. Ancak Tevrat'ın, şeriat/hukuk kuralları ile ilgili kitabı Levililer'de benzer bir nikâhın yasaklanmış olduğunu gözlemlemekteyiz. "Karın yaşadığı sürece onun kız kardeşini kuma/karı olarak almayacak ve onunla cinsel ilişki kurmayacaksın."[39]O halde Yahudiler ve dolayısıyla Tevrat'ı da yasa kitabı olarak tanıyan Hıristiyanlarca da yasak addedilen bu tip evlilik sadece müşrik toplumların bir âdetidir ve Kur'an bu tip evliliği yasaklamıştır. Bu hususta müfessirler şu şekilde yorum yapmaktadırlar: "Hişam b. Abdullah, Muhammed b. el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet ed­er: Cahiliye dönemi insanları, iki tanesi müstesna, bu âyet-i kerimede zikre­dilen bütün muharrematı biliyorlardı. Bu iki muharremattan birisi babanın ha­nımı, diğeri ise iki kız kardeşi bir arada bulundurmaktı. Nitekim yüce Allah: "Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın. Ancak geçmiş olan müstesna diye buyurmuştur. Yine : "iki kız kardeşi birlikte almanız da (size haram kılındı). Ancak geç­miş olan müstesna" diye buyurmuştur. Fakat diğer haram kılınanlar hakkında ise; "ancak geçmiş olan müstesna" ibaresini tekrarlamamıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır."[40]
Bütün bu açıklamaların ışığında Hz. Ya'kub'un, dayısının iki kızı ile bir arada evlilikleri hakkında en makul açıklama; Tevrat'taki iki kız kardeş ile bir arada nikâh yasağına kadar bu tip evlilikler helal idi görüşüdür. Ne zaman ki Hz. Musa döneminde Tevrat'taki mezkûr emir gelmiştir o andan itibaren bu evlilik yasaklanmıştır. Bundan dolayı Hz. Ya'kub yaşadığı dönemde bir yasak olmaması hasebiyle ve de dayısının hileleri karşısında oluşan fiili bir mecburiyetten, iki kız kardeşi bir arada nikâhladığı zorunlu bir evlilik yapmıştır.
Ya'kub (a.s)ın iki evliliği haricinde karılarının kendilerine hediye ettikleri iki de cariye ile meşru birlikteliği vardı. "..Rahel cariyesi Bilha'yı eş olarak kocasına verdi…"[41]"…Lea artık doğum yapamadığını görünce, cariyesi Zilpa'yı Yakup'a eş olarak verdi…."[42]
Hz. Yakub’un, cariye hanımları hakkında Taberi şunları kaydeder: “Bu iki cariyenin her birinden Sıbt’ler… türedi….Rahil’in (Rahel) cariyesi olan Zelfe’den(Zilpa), Yakub’un, Dan ve Naftali adında iki çocuğu olmuştur…Leyya’da(Lea)..Belhayı yakub’a vermiş ve ondan çocuğu olmasını dilemişti. Yakub’un bu cariyeden Cad(Gad) ve Aşır(Aşer) adlı oğulları doğdu.” [43]
Bunun yanı sıra altını çizeceğimiz önemli bir olgu vardır. Tevrat'ta yer alan Ya'kub'un cariyelerinin olduğu hakkındaki bilgiye rağmen bu cariyelerin etnik kökeni belirtilmemektedir. Bunun altını çizdikten sonra şu önemli vurguyu yapmamız gerekmektedir. Tevrat'ın muharref olmayan halinde; daha sonra oluşan ırkçı İsrailoğulları/Yahudi yaklaşımı yoktur. Çünkü Yakuboğulları/İsrailoğullarından bazıları hem köle/cariye bir anneden ve hatta muhtemelen ibranî olmayan başka bir etnik kökenden gelmektedirler. 
Bunun benzer bir yansımasını İbrahim-Sara çiftinin; Köle/cariye ve Mısır'lı olan Hacer ile evledirme isteği ve gerçekleşmesinde görmekteyiz. Hacer'in ne cariye ne Mısır'lı olması; ne Sara ne de Peygamber İbrahim(a.s) açısından sorun teşkil etmemiştir. Yani onların daha sonraki nesillerinde oluşan Arî ırk anlayışı asla olmamıştır. 
Hatta Hz.Davud'un ve Süleyman'ın(a.s) evliliklerinde de bu olguyu gözlemlemekteyiz. Bu hususun üzerinde ayrı bir inceleme yapacağımızı belirterek konumuza devam edelim.
Tevrat, Yakub’un hanımlarından şöyle bahsetmektedir. “Yakup…İki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı'nın sığ yerinden karşıya geçti.”[44] Yakub’un on ikinci oğlu Bünyamin; Mezopoyamya’dan, Kenan’a yapılan yolculuk esnasında doğar ve onun doğumu esnasında, Yusuf ve Bünyamin kardeşlerin annesi olan Yakub’un ikinci hanımı ve aynı zamanda dayısının kızı “Rahel” ölür.


Hz. Ya'kub'un çocukları ve "Esbat":
Kur’an, Yakub’un(a.s) çocuklarından şu şekilde bahsetmektedir: “Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma…”[45] “Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır.”[46]
Yine Kur’an’da, Yusuf ve kardeşlerinin sayısını; Yusuf’un(a.s) gördüğü rüyadaki yıldızların sayısından kinaye anlamaktayız.“Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.”[47]
Kur’an, Yusuf’un kardeşlerinin sayısını bariz olarak belirtmez ve kardeşler hakkında diğer konularda bilgi vermezken, bu ayrıntılar Tevrat metninde en ince detaylara kadar anlatılmaktadır. Buna göre Yusuf’un kardeşlerinin sayısı ve isimleri ve çocukların analarının adları şunlardır: “Yakup'un on iki oğlu vardı. Lea'nın oğulları: Ruben (Yakup'un ilk oğlu), Şimon, Levi, Yahuda, İssakar, Zevulun. Rahel'in oğulları: Yusuf, Benyamin. Rahel'in cariyesi Bilha'nın oğulları: Dan, Naftali. Lea'nın cariyesi Zilpa'nın oğulları: Gad, Aşer. Yakup'un Paddan-Aram'da doğan oğulları bunlardır.”[48]
Tevrat’a göre Yakup’un oğulları ve aynı zamanda İsrailoğulları sıbtlarının adları şunlardır: Ruben-Şimeon-Levi-Yahuda-İssakar-Zebulun-Dan-Naftali-Gad-Aşer-Yusuf- Bünyamin'dir. Tevrat'ta bu erkeklerin yanı sıra Hz. Ya'kub'un ilk karısı Lea’dan doğan Dina adında bir de kız çocuğu bulunmaktadır. Hz. Ya'kub'un toplam on üç çocuğu olmuştur. Yahudi tarihinde İsrailoğulları sıbtları olarak adlandırılan Yakub oğulları bu on iki erkek kardeşten oluşmuştur. 
Kur’an-ı Kerim’de, Sıbt/oymak/boyların adı verilmeden mevcut durum genel haliyle şöyle anlatılmaktadır “De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve vel (esbât) Yakuboğullarına indirilene...”[49] “"Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve esbâta indirilene…”[50]: “Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya, "Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı.”[51]
Kur’an-ı Kerim’de, Yakub’un(a.s) soyundan resuller ve çocukları hakkında geçen “Esbat” kelimesi “sözlükte “torun” anlamına gelen sıbt(çoğulu esbat), ayette özellikle Hz. Yakub’un on iki oğlundan torunları olan peygamberleri ifade eder. “ Yukarıda verdiğimiz iki ayet Yakub soyundan “İsrailoğulları” resullerine delalet etmektedir.“Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim…” “De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve vel (esbât) Yakuboğullarına indirilene...” Araf suresi 160. ayet ise Musa peygamber zamanındaki Yakub’un(a.s) oğullardan “İsrailoğulları” oluşmuş kabile olgusunu anlatmaktadır.“Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ” Biz onları on iki kabile/sıbt/oymak hâlinde topluluklara ayırdık.” 
“Esbat” kelimesi hakkında; Tabarra şunları kaydetmektedir:“..Esbat’ın tekili Sıbt’tır. Sıbt ise oğul veya oğul’un oğlu manasına gelmektedir. Araplara göre kabile ne ise Yahudilere göre de sıbt o demektir. Bunlar bir babada birleşen çocuklardır, Yakub’un oğullarından her biri bir sıbtın babası idi. Bütün İsrailoğulları, Yakub’un bu on iki oğlundan gelme ve üremedir.”[52]
İmam Kurtubî’ye göre esbat’ın açıklaması şöyledir; “el-Esbat: Yakub (a.s)'ın çocuklarıdır. Bunlar on iki tanedir. Onlardan her birisinin soyundan bir ümmet gelmiştir. Tekili sıbt gelir. İsrailoğullannda sıbt, İsmailoğullarında kabile durumundadır. Onlara "el-esbat" denilmesi, peş peşe demek olan "es-Sabt"tan alınmadır. Onlar arka arkaya gelen topluluktur­lar. Bunun aslının "es-sebat" olduğu da söylenmiştir ki ağaç demektir. Yani onlar çoklukları itibariyle ağaca benzerler. Ebu İshak ez-Zeccâc der ki: Bu hususu bize Muhammed b. Ca'fer el-Enbarî'nin şu anlattıkları açıklamakta­dır: el-Enbarî dedi ki: Bize Ebu Büceyd (bazı nüshalarda Mecid) ed-Dekkâk anlatarak dedi ki: Bize el-Esved b. Amir anlatarak dedi ki: Bize İsrail, Simak'tan, o İkrime'den o İbn Abbas'tan rivayetle dedi ki: On peygamber dı­şında bütün peygamberler İsrailoğullarındandır. Bu on peygamber: Nuh, Şuayb, Hud, Salih, Lut, İbrahim, İshak, Yakub, İsmail ve Muhammed (s.a)'dır…Sıbt ise asılları bir olan topluluk ve kabile demektir.”[53]
Süleyman Ateş Esbat hakkında şu tespitlerde bulunmaktadır: “Ayette geçen el-esbât: sıbt ve sebit şeklinde de söylenen ve Kitabı Mukaddes’te sebat şeklinde geçen bu kelime, bir kökten türeyen cemaat anlamındadır. Arapçadaki kabilenin karşılığıdır. Yakub oğullarından türeyen kabilelerden her birine sıbt denmiştir. Yakub oğulları, Tekvin sifrinin 46 ncı babında açıkalndığı üzere şunlardır: Ruben, Şimeon, Levi, Yehuda, Peretsin, İsakar, Zebulun, Cad, Aşer, Beria, Yusuf ve Bünyamin.”[54]
Tevrat ise bu hususu şöyle kaydeder: “Yakup oğullarını çağırarak, "Yanıma toplanın" dedi, "Gelecekte size neler olacağını anlatayım…. İsrail'in on iki oymağı bunlardır.”[55]
Yeri gelmişken bu aşamada Tevrat’ın, Yakub’un çocukları ve sayısı hakkında bir sislemesi ya da gerçeği örtmesini gündeme getirmemiz gerekmektedir. Tevrat’a göre Yakub’un on iki oğlundan başka bir de kızı vardır ama o da Hz. İsmail ve Yakub’un(a.s) ağabeyi Esav gibi İbranî/İsrailoğulları/Yahudi tarihinden birden bire silinmektedirler. Erkekler sıralanırken kız çocuğu ortadan kaybedilmektedir. Oysa Tevrat’ın bir başka yerinde oğulları ile birlikte ve kızlarının da olduğu belirtilmektedir. “Bütün oğulları, kızları onu avutmaya çalıştılarsa da o avunmak istemedi.”[56]
Tevrat, Yakup’un kızı hakkında şunları kaydetmektedir. “Lea'yla Yakup'un kızı Dina bir gün yöre kadınlarını ziyarete gitti. O bölgenin beyi Hivli Hamor'un oğlu Şekem Dina'yı görünce tutup kızın ırzına geçti.” Yakup'un oğullarından ikisi - Dina'nın kardeşleri Şimon'la Levi - kılıçlarını kuşanıp kuşku uyandırmadan kente girdiler ve bütün erkekleri kılıçtan geçirdiler. Hamor'la oğlu Şekem'i de öldürdüler. Dina'yı Şekem'in evinden alıp gittiler.”[57]
Başından olumsuzluklar geçtiği anlatılan Yakup’un kızı Dina birdenbire Tevrat kıssası anlatımlarından kaybolmaktadır. Bütün bunlar Tevrat’ın müstakil bir İbranî ve İsrailoğulları tarihi oluşturduğu yani tahrifat gördüğü anlamına gelmektedir. Tevrat’ın İbranî ve İsrailoğulları hakkında anlattıkları tamamen subjektif ve çelişkilerle dolu, beşerî müdahalelerin olduğunu ihsas eden ifadeler içermektedir.
Yine Tevrat’ın, Tekvin kitabında yer alan bir başka ifadede ise Hz. Yakub’un çocuklarının sayısı hakkında değişik bir bilgi sunulmaktadır. “…Yakup'un bu oğullarıyla kızları toplam otuz üç kişiydi.”[58]
Üstelik Tevrat’ın, Hz. Yakub’un çocukları ile ilgili verdiği bu sayının yanlış olduğu üzerinde iddialar İslam ve Yahudi âlimlerinin tenkiti de bulunmaktadır.: “İbni Hazm, Yakub’un otuz üç çocuğunun bulunduğunu belirten Tekvin46:15. cümlenin yanlışlığını tespit etmiş, Tekvin’de adları belirtilen Yakub’un çocuklarının sayısının aslında otuz üç değil, otuz iki olduğunu ortaya koymuştur. Karaî Yahudilerinden İsmail El-Ukbarî de, yaptığı tenkitler sonucu, Tekvin’in ilgili cümlesinin yanlış olduğunu belirtmiş ve bu cümlenin “kızları ve oğulları, hepsi otuz üç idi” değil, “kızları ve oğulları hepsi otuz iki idi.” Şeklinde olması gerektiğini söylemiştir.”[59]
Bu aşamada yeni bir olgu olarak gördüğümüz bir durum hakkında tespit yapmamız gerekmektedir. Yukarıda bir diğer husus için temas ettiğimiz günümüz Kur’an okuyucusu bazı kişiler; Esbat, kabile, grup anlamlarına gelen bir kavram olup, Hz. Yakup’un ikinci özel ismidir.”[60] Diyerek,Yakub’un(a.s) iki adının olduğunu bunun da Kur’an’da geçen Yakub ve Esbat olduğunu iddia etmektedirler.
Oysa Kur'an-ı Kerim'de anlatılan resuller içerisinde “İsa ile Yakub dışında hiç birisinin iki ismi olmamıştır.”[61] Hz. İsa’nın, İsa ve Mesih; isim ve lakab olarak iki adı vardır. Yakub’un(a.s) da iki ismi ya da doğru ifade ile bir ismi ve bir lakabı olduğu bir gerçektir. Bunun bir tanesi Yakub diğeri ise lakap olarak İsrail’dir. Nitekim Tevrat’ta anılan önemli bir olaya binaen aldığı lakabı daha ağır bastığından soyu da bu isimle anıla gelmiştir. Kur’an ve Tevrat bu olguya ortak olarak temas etmektedirler. Ancak Yakub’un(a.s) esbat diye bir adı yoktur. "Esbat" kelime ve kavramı hakkında yukarıda bilgiler vermiştik.

Yakup’un(a.s) “İsrail” lakabını alması:
Hz.Yakub’un peygamber tayin edildiği bir dönemde bir gün; güreş yaptığı biri ile yenişemeyip, güreş yaptığı kişinin uyluk kemiğini incitmesi üzerine bu olaya istinaden aldığı İsrail lakabı ile İbranî tarihi İsrailoğulları tarihine dönüşür. Tevrat’a göre Hz. Yakub ile güreşen kişi Yehova’(Tanrı)dır!... 
Dolayısıyla Yakup, bu olay sebebiyle “tanrı ile güreşen” veya “Tanrı ile uğraşan” manasına gelen “İsrail” lakabını alır. Tanrıyla güreşmesine dair anlatılan bu muharref kıssadan itibaren Yakub’un adı onur ünvanı olarak “İsrail” (Yisrael) adıyla; O’nun çocukları da “İsrailoğulları” (Bney Yisrael) unvanıyla tarihe geçmiştir.[62]Tevrat’ta bu olay şöyle kıssa edilmektedir: “Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti. Yakub'u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakub'un uyluk kemiği çıktı. Adam, "Bırak beni, gün ağarıyor" dedi. Yakub, "Beni kutsamadıkça seni bırakmam" diye yanıt verdi. Adam, "Adın ne?" diye sordu. "Yakup." Adam, "Artık sana Yakub değil, İsrail denecek" dedi, "Çünkü Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin." Yakub, "Lütfen adını söyler misin?" diye sordu. Ama adam, "Neden adımı soruyorsun?" dedi. Sonra Yakub'u kutsadı. Yakub, "Tanrı'yla yüz yüze görüştüm, ama canım bağışlandı" diyerek oraya Peniel adını verdi. Yakup Peniel'den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakub'un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.”[63]
Kur’an-ı Kerim’de “kırk”[64] ayeti kerimede, İsrailoğulları kelimesi yer almaktadır. Kur’an, İsrailoğullarının sıbtlara bölündüğünü şöyle beyan etmektedir: “Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa'ya, "Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı.”[65]
Kur’an-ı Kerim, Yakub’un adının İsrail olduğunu şu iki ayeti ile tasdik etmektedir: “Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Yakub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi.”[66] “…İbrahim ve İsrail (Yakub) 'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.”[67]
İslam tarihçileri ve müfessirler; Arapça olmayan İsrail kelimesine, Tevrat’ta yüklenen manadan başka bir anlamlar yüklemişlerdir. “Yahudi kaynaklarında bu kelimenin anlamı konusunda verilen bilgiler İslâm'ın ulûhîyyet ve peygamberlik inancıyla bağdaşmadığı için Müslüman bilginler bu hususta farklı açıklamalar getirmişlerdir.”[68] “İsrâîl kelimesinin anlamı Allah'ın kulu (Abdullah)tır.”[69] “İbn Abbas der ki: İbranicede "isra" kul demektir, "il" de Allah demektir. "İsra" kelimesinin Allah'ın seçtiği, "il" kelimesinin ise Allah demek olduğu söylendiği gibi "isra" kelimesinin sağlam yapmak ve bağlamaktan geldiği de söylenmiştir. Buna göre İsrail, Allah tarafından sağlam bir şekilde güçlü olarak yaratılmış gibi bir anlam ifade eder. Bunu el-Mehdevî zikretmektedir. Es-Süheylî der ki: Hz.Ya'kub'a, İsrâîl adının verilmesi, onun yüce Allah için hicret ettiği vakit bir gece yürümesinden dolayıdır. Bundan dolayı ona "isrâîl" adı verilmiştir, yani: Yüce Allah'a geceleyin giden ve yürüyen, anlamındadır. Bu son açıklamaya göre ismin bir bölümü İbranice bir bölümü de Arapların söyleyişine uygun olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.”[70]
Taberî bu hususta şunları kaydetmektedir: “Allah’ın gece yolcusu olduğu için Yakup’a İsrail adı verildi.”[71] Tabbara ise İsrail kelimesini; “İsraîl; kul veya safvet yahut da insan yahut da göçmen manasına gelen (isra) ile, Allah manasına gelen (il)den meydana gelme bir isimdir. Bu duruma göre manası; Allah’ın kulu, Allah’ın safveti demek olur.“[72] Şeklinde tanımlamaktadır. Süleyman Ateş ise; “İsrail, kelime itibariyle Allah’ın kulu manasına gelir. Hz. Yakub’un unvanıdır. Onun Allah’ın halis kulu olduğunu belirtir.”[73] Demektedir.
Muharref olmayan Tevrat’ta; Allah’ın mücessem hale getirilerek, Yakub ile güreştirilmesinin anlatılamayacağı gerçeğinden hareketle; Tevrat’taki muharref unsurların doğrularını beyan eden Kur’an-ı Kerim, tasdik ettiği ve kullandığı İsrail kelimesinin “Allah’ın kulu/Allah’ın safveti/Allah’ın seçkin kulu/Allah’ın güçlü kıldığı” manasında olan gerçek anlamını kastettiğini kabul etmemiz en doğru tavır olacaktır. 
Bilindiği gibi Hz. İbrahim oğlunu kurban ederken onun oğlu Yakub da müjdelenmiştir. “O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik.”
[74] Dolayısıyla Yakub’un İsrail lakabı “Allah’ın seçkin kulu” şeklinde mana verilmesi Yakub peygamberin hayat çizgisini en iyi anlamlandıran bir ifade olacağı kanaatindeyiz.

Hz. Yakub’un peygamberliği:
Kur’an-ı Kerim Hz. Yakub’un bir peygamber olduğunu beyan etmektedir. “Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebûr'u verdik.”[75]
Hz. Yakub tüm diğer resullerde olduğu gibi Allah’tan vahiy almıştır. “De ki: Biz, Allah a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırdetmeyiz. Biz ancak O'na teslim oluruz.”[76] “(Yakub) "Allahtarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim"”[77] “…Yakub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik.”[78]
Tevrat ise Hz. Yakub’un peygamberliği ve vahye muhatap oluşunu ayrıntılar halinde anlatmaktadır. Buna göre Yakub (a.s) Dayısı Laban’ın yanına giderken Kenan toprakları sınırlarında olan Beyt-El mevkiinde vahye muhatap olur. Tevrat’ta anlatılan meşhur merdiven rüyası bu olayı hikâye etmektedir: “Yakub Beer-Şeva'dan ayrılarak Harran'a doğru yola çıktı. Bir yere varıp orada geceledi, çünkü güneş batmıştı. Oradaki taşlardan birini alıp başının altına koyarak yattı. Düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini, başının göklere eriştiğini gördü. Tanrı'nın melekleri merdivenden inip çıkıyorlardı.RAB yanı başında durup, "Atan İbrahim'in, İshak'ın Tanrısı RAB benim" dedi, "Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar senin ve soyunun aracılığıyla kutsanacak. Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım."[79]
Hz. Yakub, Kenan toprakları içerisindeki ve eski adı Luz olan bu mevkie “Beyt-El” “Allah’ın evi” ismini vererek orayı mabed yeri olarak, taşlarla nişanlar ve yoluna devam ederek dayısı Laban’ın yanına ulaşır.
Hz. Yakub’un vahiyle muhatap olduğu bu mevkide geçenler arasında onun resullükle görevlendirilmesi haricinde vaat edilmiş toprak “Kenan”ın da müjdesi verilmektedir. “İbrahim'e, İshak'a verdiğim toprakları sana da vereceğim ve senden sonra soyuna bağışlayacağım."[80]
Bunun yanı sıra soyunun büyüyüp çoğalacağı müjdesini de almıştır. Nitekim Mısır’da yerleşen Yakub oğulları diğer ismiyle “İsrailoğulları”; Mısır yöneticisi Firavun’u bile korkutacak sayıda çoğaldığı yine Tevrat kaynaklarında belirtilmektedir. "Ve Mısır üzerine Yusuf'u bilmeyen bir kral çıktı. Ve kavmine dedi: İşte İsrailoğulları'nın kavmi bizden çok kuvvetlidir. Gelin, onlara karşı akıllıca davranalım, yoksa çoğalacaklar ve olur ki, cenk vuku bulunca, onlarda düşmanlarımızla birleşirler ve bize karşı cenk edip memleketten çıkarlar."[81] Tevrat’ın Tekvin kitabında, Mısır’dan çıkan İsrailoğullarının sayısını “603.550 kişi...”[82] olarak sayıldığını kaydetmektedir. 
Bu rakam abartılı bir rakam olsa dahi; Mısır’a, Hz. Yusuf’un daveti ile Kenan diyarından hicret edenler sadece “Oğullarının karıları dışında Yakup'un soyundan gelen ve onunla birlikte Mısır'a gidenler toplam altmış altı kişiydi. Bunların hepsi Yakup'tan olmuştu. Yusuf’un Mısır'da doğan iki oğluyla birlikte Mısır'a göçen Yakup ailesi toplam yetmiş kişiydi.[83] Kenan'dan hicret eden bu kadar az sayıda bir topluluğun ilerleyen süreçte, Mısır Firavununu korkutacak derecede çoğalması İsrailoğullarının, Mısır'da ne denli çoğaldığının bir göstergesi olarak fehmedilmelidir.

Hz. Yakub’un tebliğinin vasıfları:
Hz. Yakub peygamberliği esnasında, ataları Nuh, İbrahim, İsmail ve İshak’ta olduğu gibi tek İlah’a inanmaya ve ona ortak koşmadan kulluk etmeye davet eden biriydi. “Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz.”[84] “O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."[85]
Davetini, oğullarından başlayarak yapıyordu. Kur’an bu hususu şöyle belirtmektedir: “Yakub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz (dedi). (Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? Demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.”[86]
Hz. Yakub, İslam’ı yaymak için ataları ve kendisine vaat edilmiş toprak olan “Kenan”ı bırakıp, Mısır diyarına gitmiş ve orada tevhid mücadelesi vermiştir. “İsrail Mısır'da Goşen bölgesine yerleşti. Orada mülk sahibi oldular, çoğalıp arttılar.”[87] Nitekim bu amaçla Mısır’a hicret eden ve orada yerleşen Yakub’un(a.s), Mısır firavun’u ile diyalogları yine Tevrat metinlerinde yer almaktadır. “Yusuf babası Yakup'u getirip Firavun'un huzuruna çıkardı. Yakup Firavun'u kutsadı. Firavun, Yakup'a, "Kaç yaşındasın?" diye sordu… Sonra Firavun'u kutsayıp huzurundan ayrıldı.”[88]
“Kur’an’da ayrıca onun Salih kullardan olduğu…Allah’ın güçlü ve basiretli kulları arasında yer aldığı bildirilir.”[89]“Ona (İbrahim'e), İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kub'u lütfettik; herbirini sâlih insanlar yaptık.”[90] “Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya'kub'u da an.”[91]
Böylece Allah, Hz. Yakub’un ve oğlu Yusuf peygamberin, tevhidi gayret ve çabalarını mükâfatlandırarak, İsrailoğullarının, Mısır’da; Allah’a itaatten yüz çevirinceye kadar barınmalarını ve mülk sahibi olmalarını takdir etmiştir.

Hz. Yakub’un çocukları ile imtihanı:
Yakub peygamberin, Kur’an-ı Kerim ve Tevrat’ta yer alan kıssalarının önemli özelliği onun evlatları ile olan ilişkilerinin ağırlıklı olarak işlenmesidir. 
Yakub peygamber kıssası, Hz. Ya'kub'un, ikisi hür ikisi cariye, dört hanımından olan çocuklarının yetişmesi ve eğitimleri ve onların başlarından geçenleri konu almaktadır. Bu olgu, her iki kitapta yer alan kıssaların başlıca ve ortak konusunu teşkil etmektedir. 
Kur’an-ı Kerim, Tevrat’taki kıssada yer alan, Yakub’un oğulları ve kızı ile ilgili birtakım olaylara, yer vermez. Buna mukabil Kur’an ve Tevrat, Yakub’un oğullarından Yusuf ve diğer oğulları arasında geçen olayları değişik metinlerde de olsa yakın muhtevada anlatırlar. 
Bu aşamada biz, Kur'an'da, Yusuf peygamber kıssası olarak bağımsız işlenen bölümde geçenler ile ilgili olarak bu olayları baba Yakub’un açısından pedagojik anlamda değerlendirmeye çalışarak verilen mesajları anlamaya çalışacağız.

a- Hz. Yakub’un sevgi hususunda çocukları arasında ayrım yapması:
Hz. Yakub’un dört karısından biri olan dayısının ufak kızı Rahel, aslında onun Paddan-Aram’da iken evlenmek istediği ve bunun için dayısı ile yedi yıl çalışma karşılığı anlaştığı Tevrat metinlerinde kayıtlıdır. Gelişen olaylar sonucu ilk olarak dayısının ufak kızı Lea ile evlenmek zorunda kalan Yakub(a.s); arzu ettiği Rahel’le sonradan evlenmesine ve çok arzu etmesine rağmen uzun süre Rahel’den çocuğu olmamıştır. Tevrat bu vakıayı şöyle anlatır: “Tanrı Rahel'i anımsadı, onun duasını işiterek çocuk sahibi olmasını sağladı. Rahel hamile kaldı ve bir oğlan doğurdu. "Tanrı utancımı kaldırdı. RAB bana bir oğul daha versin!" diyerek çocuğa Yusuf adını verdi.”[92] Paddan-Aram’da doğan Yusuf’tan sonra “Kenan”a dönerken son çocuğu ve Yusuf’la aynı anadan olan Bünyamin doğar. “Ama Rahel ölmek üzereydi. Can verirken oğlunun adını Ben-Oni koydu. Babası ise oğlana Benyamin adını verdi.”
Bu yüzden çok sevdiği Rahel’den doğan çocuklara karşı duyduğu sevgi, diğer hanımlarından doğan çocuklarına olan sevgisinden ağır basmaktadır. Kur’an bu durumu şöyle beyan eder: “Dediler ki: Yusufla kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Hâlbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.”[93]
Kur’an, Yakub’un(a.s) çocukları ağzından, onun çocuklarının yetişmesinde yaptığı hatayı beyan etmektedir. Bu hata aynı zamanda Kur’an’daki kıssa yoluyla kıyamete dek tüm Müslümanlara, çocuklarının yetiştirilmesinde ibret alınması gereken bir örneklik olarak sunulmaktadır. 
Kabul edilmelidir ki, kardeş öldürmeye kastetmeye kadar varacak olan bu yanlışın Yakub kıssası yoluyla mesaj olarak sunulması, hem tarihi olarak Yakub’un(a.s) çocukları ile imtihanını gündem ederken hem de Kur’an muhataplarının bundan ders alması istenmektedir. 
Kur’an’ın beyan ettiği mücmel Yakub kıssasında, Tarih, coğrafya ve biyografiye önem vermeyerek, Yakub kıssasının vermek istediği mesajları iletecek bölümlerini fragman olarak aktarmasının nedeni de budur. Mufassal malumat zaten Tevrat’ta vardır. Nitekim bu satırlardan önce biz bu işlemi yaparak sizlere sunduk. Mufassallaştırma olmadan da sadece Kur’an ayetlerinin sunduğu kadarı ile ders almak mümkündür ancak realitenin önüne geçmekte mümkün değildir. Bu konuyu biraz açalım.
Kur’an’ın, Yakub kıssası ile ilgili ayetleri nazil olurken hem Tevrat ve hem de İncil gibi Kur’an öncesi inen aynı muhtevalı kitaplar ve onların içeriğinde, Kur'an'da da anlatılan benzer muhtevalı kıssalar mevcuttu. Bundan dolayı Kur'an, Tevrat ve İncil'de yer alan kıssaları aynen veya onlar gibi detaylı anlatmamaktadır. Onun için Yakup peygamberin şeceresi, çocuklarının sayısı, anneleri ayrı olan çocukları v.s gibi detayları tasdik ederek aynen vermektedir. 
Kur’an, Tevrat ve İncil'de yer alan kıssalardan, onların mesaja –tevhid ve hidayete- müteallik sapmalarını düzelterek, mücmel olarak vermektedir. Yani Kur'an nazil olurken mevcut Tevrat ve İncil kıssalarını tamamıyla neshetmemektedir. Onlardaki detaylı anlatımdaki muharref unsurları beyan ederek tahriften arındırmaktadır.
İlk dönem Kur'an muhataplarına ve kıyamete kadar her dönem mutataplara düşen ise Kur'an'ın bu mücmel anlatımları doğrultusunda Tevrat ve İncil kıssalarındaki benzeşen ve farklı hususları Kur'an perspektifinde olumlu ve olumsuz açıdan içselleştirmeleridir.
Bunu şöyle ifade edebiliriz; Hz. Muhammed dönemi bir Yahudi ve Hıristiyan, sahip olduğu kıssalar hakkındaki Tevrat kaynaklı muharref bilgilerini, yeni gelen vahiy Kur'an tarafından mücmel olarak sapma noktalarında yapılan açıklamalarını itibara alarak düzeltecektir. Yani belleğinde olan Tevrat ve İncil kaynaklı kıssanın tüm içeriğini silmemiş, dolayısıyla yeni bir kıssa muhteviyatına inanması gerekmemiştir. Yalnızca bilgisinde olan Tevrat ve İncil kaynaklı kıssa malumatındaki muharref yanları, Kur'an'ın temas ettiği şekilde düzeltmesi gerekmiştir. Bunun için sahabenin, sonradan Müslüman olan Yahudi âlimlerinden olan Ka'bu'l Ahbar'a, kıssalar hakkında müracaatı vardır. Bu yüzden hadis külliyatında Ka'bu'l Ahbar'a rivayetleri yer almaktadır. "Ka'b'ın güvenilirliği ve kişiliğiyle ilgili tartışmalar günümüze kadar gelmiştir. Aralarında Hazreti Ömer (ra) gibi büyük sahabelerin kendisinden istifade ettiği, öğüt ve tavsiyelerinden yararlandığı şeklindeki rivayetlerin yanında; naklettiği şeylerden vazgeçmediği takdirde, Medine dışına sürülmekle tehdit edildiği de ifade edilmektedir. İbn Mesud, rivayetlerinde yer verdiği bazı hususlardan dolayı Ka'b'ı eleştirmiştir. Diğer taraftan Ebu Derda'nın görüşünü nakleden İbn Hibban ise bilgili bir âlim olduğu, geniş bilgisi konusunda ittifak bulunduğuna yer vermektedir. Ayrıca, biyografisi üzerinde çalışma yapan Zehebi, engin bilgi ve dindar kişiliğine vurgu yaparken, Ka'b'ı yalanlayıcı her hangi bir beyana yer vermemiştir. Bunların dışında başka müellifler de kendi eserlerinde Ka'b'a geniş yer vermekle, ona büyük önem ve değer verdiklerini göstermişlerdir."[94]
Ancak altını çizmemiz gereken bir husus vardır. Kıssaların mufassallaştırmasındaki ölçünün belirlenememesi ve İslami ilimlerin tedvini dönemdeki usul yanlışlıkları kıssalarda "İsrailiyat" denen olumsuzluğu doğurmuştur.
Bunun yanı sıra geçmişte olduğu gibi günümüzde ve gelecekte yaşayacak Kur’an muhatapları; Yahudilik, Hıristiyanlık ve ilk dönem oluşturulan İslam kültüründe yer alan, Yakub veya diğer kıssalarla ilgili bilgilerle yüklüdürler ya da bir şekilde karşılaşacaklardır. Kur'an muhataplarının yapması gereken Kur'an kıssaları ve onun doğrultusundaki Tevrat, İncil ve kültürel muhtevayı değerlendirerek kıssaları mufassallaştırarak onlardan geniş açıdan dersler çıkarmalarıdır. 
Bu metod sayesinde, Kur’an kıssalarını daha detaylı anlamanın yanında, diğer kutsal kitapların ve resullerin aynı doğrultuda indiği bilgisini sunulmaktadır. Böylece Hz. Âdem'den, Hz. Muhammed'e kadar süren İslam dini ve bu dinin son kitabı Kur’an’a ve peygamberine iman tekid edilmekte hem de geçmiş kutsal kitaplardaki sonradan oluşturulan muharref yapının daha iyi görülerek, Kur’an’ın son kitap olarak nuzülü ve önemi daha güzel bir şekilde içselleştirilmektedir.

b- Hz. Yakub’un çocukları hakkında tedbiri:
Oğlu Yusuf’un rüyasına istinaden peygamberi bilgisi ile olayların derununu algılamasına rağmen, tedbir aldığını gözlemlemekteyiz. “Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. 
Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz." (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.”[95]
Oğullarının Yusuf’a karşı tuzaklarına tedbir alan yine de olayların gidişatının Allah’ın elinde olduğunu bilerek olayların akışına uyan Yakub peygamber benzeri bir tedbiri tüm oğulları için Mısır’a tekrar gidişlerinde göstermelerini ister. “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir.”[96]

c- Hz. Yakub’un sabır ve tevekkülü:
Yakub peygamber tedbir almasına rağmen gelişen olaylara karşı Allah’a şikâyetçi veya gidişata isyankâr değil, sabır ve tevekkül sahibidir.“Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.”[97] “Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.”[98]“(Yakub)dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."[99] “(Yakub Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arz ediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.”[100]
Kur’an’da beyan edilen Yakub ve Yusuf kıssalarının bu ortak mesajları, aynı zamanda tarihi olayları anlatıyor olmuş olsa da Kur’an bu kısma yüzeysel değinip, sadece mesajlarına yönelik mücmel kısımlardaki fesahat, belagat ve icazatı ile muhataplarını ikaz etmektedir. Kur’an’a göre; kıssa’nın tarihi, yeri, zamanı, kişileri önemli değil, verdiği mesajları asıldır ve kıyamete kadar bakidir. 
“Kur’an Ahdi Atik’te söz konusu edilen ve Yakup oğullarının Goshen topraklarına nasıl yerleştikleri, orada nasıl büyük mülkler edindikleri gibi ayrıntıları bir kenara bırakır. Çünkü İsrailoğullarının tarihini anlatmak onun meselesi değildir. Onun ilgilendiği husus, geçmiş nesillerin manevi amelleri, ahlaki öğretileri ve hayat biçimleridir. Yani bir bütün olarak milletin hayatını etkileyen ve onun kaderini biçimlendiren faktörlerdir, onu ilgilendiren, İbrahim’in zürriyetinden olan, Yakup, belirli bir hayat biçiminin numunesi olan ve halkının maddi ve manevi durumunu iyileştirmeyi düşünen Yusuf’a oranla, Kur’an’da ikinci planda yer tutar.”[101]
Yakub peygamberi diğer İsrailoğulları peygamberlerinden ayıran özellik İsrailoğulları peygamberlerinin içinden çıktığı etnik toplumun çekirdeğinin oluşmasını sağlayan kişiliğidir. Yahudilik, Hz. İbrahim ile başlattığı tarihini Hz. İshak ile ayrı bir etnik kola ayırır. İşte bu kolun başlangıcında İshak’ın oğlu Hz. Yakub vardır. Hz. Yakub’tan itibaren Yahudilik, kendisini diğer insanlara karşı, seçkin etnik-dini bir yapı olarak nitelemeye başlar. 
Bu olgu Hz. Yakub’un, İsrail lakabına dayanan bir tanımlamayla belli bir süreç İsrailoğulları olarak sürer. Bir dönem sonra Hz. Yakub’un oğlu ve İsrailoğulları kollarından Yahuda’ya izafeten Yahudi ismini alır. 
Hz. Yakub’un soyundaki bu bereket, onun dedesi İbrahim’e; babası İshak ile birlikte müjdelenmesinden bellidir. “Vemreetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya'kûb.” “İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın arkasından da Yakûb’u.”[102]
Dolayısıyla İsrailoğulları da önem kazanmaktadır. Çünkü bu nüvenin çoğalmasıyla birlikte onların içerisinden nice muvahhidler ve resuller çıkmış ve kitaplar inmiştir. Bu yüzden Yakub ve Yakub’un oğulları, yani İsrailoğulları da Cenab-ı Hakk’ın terbiyesinden birlikte geçmişler ve sınanmışlardır. Kur’an-ı Kerim’deki Yakub ve Yusuf kıssaları bu olguyu Kur’an muhataplarına Tevrat'a göre mücmel nitelikte tevhid ve hidayet içeriğiyle mesajlar yüklü olarak anlatmaktadır.



Yakub’un(a.s) ölümü:
Tevrat, Hz. Yakub’un yaşamının “...toplam yüz kırk yedi yıl sürdü”[103]ğünü belirtmektedir.Hz. Yakub, bu uzun yaşamının Kenan’da geçen kısmını “Gurbet yıllarım yüz otuz yılı buldu" diye Firavuna anlatmaktadır.[104] Mısır’da, Yusuf peygamberin yanındaki hicreti “17 yıl”[105] sürmüştür. 
Kur’an-ı Kerim, Hz. Yakub’un, Mısır hicreti ve ikametine şu ayetinde değinmektedir. “(Yakub ve hanımı)Yusuf’un yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, "Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!" dedi.”[106]
Yakub’un(a.s) Mısır yaşamında öleceği günler yaklaştığında tüm oğullarını yanına toplayarak onlara son nasihatlerini yapar. Tevrat’ bu nasihatleri uzun bir metin olarak aktarmaktadır. Tevrat’ın, Tekvin kitabında yer alanYakup oğullarını çağırarak, "Yanıma toplanın" dedi, "Gelecekte size neler olacağını anlatayım. "Yakupoğulları, toplanın ve dinleyin, Babanız İsrail'e kulak verin.”[107] Diye başlayan konuşmasında Yakub peygamber oğullarına yaptığı nasihatlerinde, İsrailoğulları sıbtlarını oluşturan oğullarının gelecekteki keyfiyetleri ve özellikleri anlatılmaktadır. 
Oysa Kur’an-ı Kerim’de yer alan aynı konuşmadaki nasihatte ise İsrailoğulları etnik ve diğer vasıflarından asla bahsedilmemektedir. "Mısırlıların türlü türlü putlara taptıklarını gören Hz. Yakup, onların içinde yaşayacak olan oğullarına, daha önce yaptığı çeşitli tavsiye ve uyarılara titizlikle uyulmasını ve kendisinden sonra da dinin elden bırakılmamasını hatırlatmak için, aynı vasiyeti son nefesinde bile oğullarına bir kere daha hatırlatmak gereğini duymuştu."[108]
Kur’an’da yer alan Yakub’un bu son nasihati ve aynı zamanda vasiyeti tamamen tevhidi bir metin olarak ve gelecekteki tüm muhatap toplumlara mesaj niteliğinde verilmektedir. “Ve vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb(ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn” “İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.”
“Em kuntum şuhedâe iz hadara ya’kûbel mevtu, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne min ba’dî kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ilâhen vâhidâ(vahiden) ve nahnu lehu muslimûn” “Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?”[109]
Yakub kıssasının, Kur’an ve Tevrat’ta yer alan anlatımları her iki kitap arasındaki kıssalara yaklaşımı da sergilemektedir. Tevrat, Yakub’un(a.s) son anlarına biyografik, tarihi, coğrafik açılardan yaklaşırken; Kur’an tamamen tevhidi yani akidevi açıdan yaklaşmaktadır. Tevrat, İsrailoğulları ve onların beşeri vasıflarını ön plana alırken; Kur’an, Yakub ve oğullarının inanç temalarını gündem etmekte ve kıyamete kadar tüm insanlara örneklik kılmaktadır. 
Hz. Yakub yaşamının sonlarında, öldüğü zaman “Kenan” diyarında ataları ile gömülmesini vasiyet eder. “Yakup oğullarına şu buyrukları verdi: "Ben ölmek, halkıma kavuşmak üzereyim. Beni Kenan ülkesinde atalarımın yanına, Mamre yakınlarında Hititli Efron'un tarlasındaki mağaraya, Makpela Tarlası'ndaki mağaraya gömün.”[110]“Yakup oğullarına verdiği buyrukları bitirince, ayaklarını yatağın içine çekti, son soluğunu vererek halkına kavuştu.”[111]
Yakub’un (a.s) bu vasiyeti üzerine İsrailoğulları babalarını “Kenan” diyarında bu günkü El-Halil adı verilen Hebron şehrindeki, Makpela mağarasının bulunduğu mevkide; dedesi İbrahim, babası İshak, babaannesi Sare, annesi Rebeka ve karısı Lea’nın’nın mezarları yanına gömerler.[112]

Ya'kub kıssası geneli hakkında bir değerlendirme:
Bilhassa Tevrat 'ta yer alan Ya'kub kıssası baz alındığında Ya'kub peygamberin resullüğünün büyük bölümünün çocukları ile ilişkileri biçiminde aktarıldığını görmekteyiz. Yani Ya'kub kıssası ve buna bağlı olarak Yusuf kıssası; gerek Kur'an gerek Tevrat metinlerindeki anlatımlarında; ebeveyn-çocuk ve kardeşler arası, aile içi ilişkileri gündem etmektedir.
Kardeşler arası çatışmanın, Hz. Âdem zamanında, onun oğulları Habil-Kabil'le başlamış olduğu her iki kitapta[113] da kıssa edilirken; bu olgunun ilânihaye süreceği Ya'kub ve Yusuf kıssalarında beyan edilmektedir. 
Âdem'in çocuklarının, Allah'a sundukları kurban'ın sonuçlarının manevi menfaatleşmedeki değerlendirmeler yüzünden oluşan nefret ve birbirlerini katletmeleri vakıası anlatımı; Hz. İshak'ın çocukları, Ya'kub ve Esav ikiz kardeşler arasında ana karnında başlayan bir çatışmanın öyküsü olarak devam eder. 
Doğumları sonrası yetişme çağlarındaki menfaat çatışmaları ve anne- babalarının bu çatışmalardaki davranışları kıssa edilerek pedagojik anlatımlar halinde sürer. Ya'kub'un çocukları arasında oluşan nefret ve onun uzantısı öldürme kastı ile yapılanlar ve bundan sonraki pişmanlığa doğru giden süreç sanki Habil- Kabil kıssasının geniş bir açılımıdır. 
Dolayısıyla Ya'kub kıssası pedagojik bir okuma ile Âdem ve Habil-Kabil kıssalarıyla birlikte okunarak bir arada fehmedilerek dersler çıkarılmalıdır.

Sonuç:
· Yakub peygamber, Ulul’l-Azm peygamberler olarak vasıflandırılan, Hz. İbrahim ile Hz. Musa ve onların hitap ettikleri “Kenan” ve “Mısır” toplumları arasında biyografik, tarihi ve coğrafik geçişi sağlayan resullerden birisidir. 
· Yakub(a.s), Hz. İbrahim’in “İbranî” vasıflı toplumunu, Hz. Musa ile Harun’un içinden yetiştiği Mısır’daki “İsrailoğulları” toplumuna dönüştüren bir resul olarak çok önemli bir kavşak noktasındadır.
· Dinler tarihinde bir realite olan ve önce İsrailoğulları daha sonra Yahudi olarak adlandırılan, etnik-dini kavmin oluşumunun kodlarının iyi anlaşılabilmesi için Yakub peygamberin kıssası ve hayatının iyi bir şekilde idrak edilmesi gerekmektedir. 
· Kur’an ve Tevrat’ta yer alan Yakub kıssası, benzer muhtevada iseler de Tevrat kıssası; Hz. Yakub ve oğullarını etnik bir temele oturtturarak daha sonraki süreç içerisinde yapısallaşacak olan ırkçı yaklaşımın ürünü etnik-dini “İsrailoğulları” temasını anlatmak ve kutsallaştırmaktadır. 
·Kur’an-ı Kerim ise Yakub peygamberin kıssasından mücmel/öz olarak ve sadece tevhid inancı perspektifinde anlatımlarda bulunmaktadır. Kur’an’ın mücmel Yakub kıssasında, diğer Kur’an kıssalarında olduğu gibi Tarih, coğrafya ve biyografiye önem vermeyerek, Yakub kıssasının mesajını iletecek bölümleri, fragmanlar/parçalar halinde aktarır. 
·Kur’an, Yakub peygamber kıssasından mücmel olarak bahsederken aynı zamanda onun hayatına dair detay malumat için referans alınabilecek kaynağın yine Tevrat olabileceğini ihsas etmektedir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’deki, Yakub kıssasının daha kapsamlı anlaşılması açısından mufassallaştırılmasında bir metot olarak Tevrat’a başvurulmasında sakınca olmadığı gibi; her iki kitap arasındaki mukayeseden Tevhidi noktalar ayrıştırıldığında Tevrat’ın muharref yapısı daha iyi müşahede ve idrak edilebilecektir. Bu da ayrı bir ders alma unsuru olacaktır.
· Kur’an, Yakub kıssasında Yakub’u(a.s) ve oğullarını anlatırken, onların etnik yapısına değil, inanç temasına -İslam- dikkat çekmektedir. Böylece Kur’an’ın nüzul sürecindeki Yahudilerde bulunan olumsuz etnik ve dini –Yahudilik- anlayışını kırarak, İslam çizgisinde gelen Arap kökenli Hz. Muhammed’e ve onun getirdiği vahye temayül edilmesini sağlamaya çalışmaktadır. Bu aynı zamanda Yakub kıssasının nazil olmasının asli gayesidir.
·Hz. Yakub peygamberliği esnasında, ataları Nuh, İbrahim, İsmail ve İshak’ta olduğu gibi tek İlah’a inanmaya ve ona ortak koşmadan kulluk etmeye davet eden bir resuldü. Dolayısıyla Yakub kıssası anlatımları ile; Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın da, geçmişteki İsrailoğulları soyundan aynı resullerin ve getirdiği vahyin devamı olan bir resul ve kitap olduğunu beyan etmektedir. Böylece Kur’an’ın nuzül süreci Yahudilerini Hz. Muhammed’e ve getirdiği vahye inanmaya davet etmektedir. 
·Yakub peygamberin, Kur’an-ı Kerim ve Tevrat’ta yer alan kıssalarının önemli özelliği onun evlatları ile olan ilişkilerinin ağırlıklı olarak işlenmesidir. Nitekim Yakub peygamberin, oğulları arasında yaptığı ayrımcılığın, oğulları arasında kardeş öldürmeye kastetmeye kadar varacak çok büyük bir yanlışa neden olduğu, Yakub kıssası yoluyla mesaj olarak sunulması, hem tarihi olarak Yakub’un(a.s) çocukları ile imtihanını gündem ederken hem de Kur’an muhataplarının bundan ders alması istenmektedir. Bilindiği gibi Âdem’in(a.s) çocukları arasındaki çekişme, kardeş katline kadar varmıştı. Her iki kıssanın birlikte tefekkür edilerek dersler çıkarılması, ebeveyn-çocuk ilişkileri, birey ve yaratıcı arasındaki kulluğun mahiyeti gibi konuların idraki açısından önemli bir işlev olacaktır.
Cengiz Duman
Araştırmacı-Yazar

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...