02 Kasım 2012

SOROS’TAN TÜRK MEDYASINI KULLANMA KILAVUZU


AYDIN DOĞAN’IN YAKMAK İSTEDİĞİ FOTOĞRAFLAR


80’li yıllarda çıkan ancak yayınına ara veren Erkekçe dergisinin yeniden yayınlanmaya başlayacağı haberlerini okuyunca, Medya Patronu Aydın Doğan’ın Milliyet gazetesini satın aldığında, Erkekçe dergisine verdiği ama tozlu arşivlerde gömülü kalan tarihi röportajını sizlerle paylaşmak istedik.

Şimdilerde "Gazete kendi ekonomik gücüne dayanan bir müessese olmalıdır. Ama asla üzerinde para kazanılan bir müessese değil" diyen Aydın Doğan 1981 yılında, satın aldığı gazeteyi buzdolabı fabrikasından farksız bir kâr müessesesi olarak görüyordu. 

Birden bire Milliyet gazetesini satın alarak basın dünyasına adımını attığında, herkesin “Kim bu adam, Basına neden girdi” sorularından bunalan Aydın Doğan bir seks dergisine müthiş itiraflarda bulunmaya karar veriyor... 

Nazan Şoray’ın seksi bir pozunun bulunduğu derginin kapağı:
"Büyük organ efsanesi"
"Dallas'ın Pamela'sı seks hayatını yazdı"
"Bülent Ersoy homoseksüel değil" 
ve
"Milliyet Aydın Doğan'la nereye gidiyor ?"

Şimdilerin Mega Medya İmparatoru Aydın Doğan, o sıralarda Erkekçe dergisi tarafından okurlarına “Kabzımal”, “Kamyon Şoförü”, “Arsa Tüccarı”, “Koç’un Otomobil Bayii”, “Sana ve Vita Yağlarının Dağıtıcısı” olarak tanıtılıyor.

Aydın Doğan’ın “Pornografiden uzak erotizmin kaliteyle bir arada olduğu” Erkekçe dergisi için çektirdiği "muhteşem" fotoğraflar da cabası...

Erkekçeciler Aydın Doğan’ı dönemin seksi sanatçılarının poz verdiği stüdyoya götürüp, satın aldığı Milliyet gazetesini makasla kesip bir pencere açıyor ve oradan baktırıp fotoğraflıyorlar.

Ve patlayan flaşlar, Aydın Doğan’ın şimdi yakmak istediği bu pozları ölümsüzleştiriyor…

Noktasına virgülüne dokunmadan 32 kısım tekmili birden Aydın Doğan’ın seks dergisine itirafları ve muhteşem pozları…

Aydın Doğan'ın Müthiş İtirafları 

"MİLLİYET'İ KELEPİR OLDUĞU İÇİN ALDIM..." 

"MİLLİYET YERİNE BUZDOLABI FABRİKASI DA ALABİLİRDİM..." 

"GAZETE PATRONLUĞU BUZDOLABI FABRİKASI PATRONLUĞUNA GÖRE DAHA YÜKSEK STATÜLÜ BİR İŞ..."

"- Ercüment Karacan Milliyet'i satıyormuş.." 

Türk basının kalbi Bab-ı Ali'de bu sözler yıllardan beri duyuluyor ama doğrusu aranırsa aldırış eden pek çıkmıyordu. Çünkü Türkiye'nin beş büyük gazetesi için "Satılıyor" dedikodusunun çıkmadığı gün olmuyordu. Öyle ki bir defasında Cumhuriyetin sahibi Nadir Nadi "Kendimi bildim bileli, bu gazete hep satılır" demişti. 

Ama bu kez işler biraz değişikti.. Daha doğrusu, genç, zeki, meraklı ve uyanık bir iş adamı, işlerin biraz değişik olduğunu fark etmişti. Ercüment Karacan kalp damarlarından bir ameliyat geçirmişti. Artık kendini ciddi işlere vermek istemiyordu. Oysa Abdi İpekçi gibi bir gün sağ kolu olan bir adamı kaybetmişti. Zaten Türkiye'den ayağını hemen hemen kesmişti, yılın büyük bir bölümünü yurt dışında geçiriyor, oralarda geçimini sağlayacak işletmeler kuruyordu. 

Karacan'a yakın olanlar "Ercüment artık Türkiye'yi sevmiyor bu ülkede yaşamak istemiyor" diyorlardı. Küçük bir soruşturma ile bunları öğrenen genç adam kararını verdi: Karacan satıcıysa O da alıcı olacaktı. Araya ortak dostlarından birini, Almanya baskısını başlatan Vahdet Urul'u soktu. "Sor bakalım, Ercüment Bey'e niyeti ciddi mi" dedi... Gelen haber olumluydu. Ercüment Karacan Milliyet'i satmaya kesin karar vermişti. 

Ardından olaylar hızla gelişti. Genç iş adamı Aydın Doğan, Vahdet Urul aracılığı ile Karacan ile tanıştı. Birlikte birkaç yemek yediler. Bu yemeklere daha sonra bir başka ortak dost, Koç Gurubunun en etkin adamlarından İnan Kıraç'da katıldı. 

Görüşmelerde niyetler iyice ortaya çıktı. Karacan satmaya, Doğan almaya niyetliydi. Aydın Doğan'ın gazetecilik deneyimi hiç mi hiç yoktu. Bu yüzden Bab-ı Ali'ye balıklama dalma niyetinde değildi. Zor da olsa, adım adım girecekti. Aydın Doğan "Peyder pey alırım: Sonun da hepsine sahip olurum" diyordu. Karacan ise "Peyder veririm ama hepsini değil. Bu gazete bana baba yadigarıdır. Bir bölümünün ve üzerinde adımın kalmasını isterim" diye diretiyordu. Sonunda anlaştılar. Doğan, ilk planda gazetenin yüzde 25'ini alacaktı. Sonra istedikçe hissesini artıracak ve yüzde 75'e kadar çıkabilecekti. 

Karacan-Doğan görüşmeleri Milliyet'in hisselerinin Doğan'a devredilmeye başlandığı resmen açıklanmadı ama hemen duyuldu. Dedikodularda birden Bab-ı Ali'yi sardı... 

Milliyet'i meçhul bir iş adamı satın alıyordu: 

Hayır, meçhul bir iş adamı değil, Vehbi Koç'un adamı alıyordu. Gazete artık Koç'un ve sermayenin sözcüsü olacaktı. Karacan gazetenin tümünü satmıştı. Hayır tümünü değil, bir bölümünü satmıştı... Dedikodular kısa zamanda Bab-ı Ali sınırlarını atı, yurdun dört bucağına ulaştı. Abdi İpekçinin ölümünden beri zaten herkes tarafından merakla gözlenen ve "Ne olacak" denen Milliyet, şimdi bir de patron değiştiriyordu. Asıl şimdi ne olacaktı?.. Bu sorunun yanıtını en çok merak edenler ise Milliyet'in yıllanmış elemanlarıydı. Bunların içinde gazeteye kuruluşu ile giren ve yükselişte başrolü oynayanlarda vardı: Bunlar yıllar yılı Ercüment Karacan ile kader birliği etmişler, ona inançlarından çok daha parlak teklifleri elleriyle kenara itip, Milliyet'e hizmete devam etmişlerdi. Bu emektarlar, şimdi Ercüment Karacan'ın gazeteyi büyük bir gizlilik içinde, kendilerine bile haber vermeden satmasını bir türlü hazmedememişlerdi. "Ercüment, Milliyet'i değil, bizi sattı" diyorlardı.. Hatta gazetenin en önde gelenlerinden biri bu cümleye aynen ve Aydın Doğan'ın önünde Karacan'a söylemekten çekinmemişti. 

Aslında, okuyucu ve kamuoyunun asıl meşgul eden şey, Ercüment Karacan'ın kimi sattığı değil Milliyet'i kime sattığıydı. 

6 Ekim 1980'de, dedikodular resmiyet kespetmiş Milliyet Abdi İpekçi'nin mektup yazdığı sütunda gazetenin el değiştirdiğini açıklamıştı. İpekçi'nin köşesinin yeni imzasız yazarı "Şimdiye kadar gazetenin sahibi olan ve 30 yıllık bir tecrübesi bulunan Ercüment Karacan, Milliyet'in bünyesine Yönetim Kurulu Başkanı olarak geçmektedir. Bir yıldan beri Milliyet gazetecilik anonim şirketinin büyük hissedarı olan başarılı iş adamı olan Aydın Doğan'da aynı künyede şirket adına gazetemizin sahibi olarak yer almaktadır" diyordu. 

Kimdi bu Aydın Doğan peki?.. 

Yoksa bir ara TV reklamlarında çok sık adı görülen arsa satıcısı Aydın Doğan mıydı bu?.. 

Milliyet'i niye almıştı, nereye götürecekti?.. 

Türkiye'nin fikir hayatına olduğu kadar sosyal yaşamına da etkinliği bilinen, ülkenin en ağır gazetelerinden biri olarak dünya çapında tanınan bir gazetenin el değiştirmesi elbette ki, o gazeteyi okuyanın da, okumayanın da ilgisini çekecekti.. 

Kimdi bu Aydın Doğan?.. 

1936 yılında Gümüşhane'nin Kelkit ilçesinde, Doğan ailesinin bir oğlu dünyaya geldi. Doğanlar ilçenin önde gelen ailelerinden biriydiler. Deyim yerindeyse, Baba Doğan, Kelkit'in ağalarındandı. Doğanlar geleneksel olarak Halk Partiliydiler. 

Baba Doğan'ın en büyük arzusu kendi yapamadığını oğluna yaptırmak, onu dünyanın en iyi mekteplerinde okutmaktı. Bu amaçla yaşı gelince yurtdışına bile göndermeyi planlamıştı.. Ama genç Aydın bu konuda babası ile pek aynı fikirde değildi. O, okumakla pek fazla zaman kaybetmek istemiyor, derhal hayata, ticarete atılmak istiyordu. 1958 yılında, 22 yaşındayken bir kamyon nakliyeciliği işine girdi ve bu ilk sermayesini çabucak batırdı. Ama ikinci işini iyi yürüttü. Otomobil alım satımı yapıyordu. Pek çok şirketin bayii olmuştu. Bunların arasında Koç da vardı. Yeni iş hızla gelişti. Genç Doğan'a bir yandan o para, bir yandan güçlü dostlar kazandırdı. Bunların arasında Koç'un en önemli adamlarından damadı İnan Kıraç'da vardı Doğan'ın Koç Grubu ile ilişkileri de büyük bir hızla gelişti. Magirus fabrikasını birlikte kurdular. Akü fabrikası yaptılar, dağıtım şirketi oluşturdular. Aydın Doğan bu arada kendi başına da işler yaptı. Sebze, meyve işine girdi. Taban lastiği fabrikası kurdu. Unilever'in, yani Sana ve Vita yağlarının dağıtıcısı oldu. Kazanıyor, kazandıklarını kar getiren yeni yatırımlara yöneltiyordu... 

"- Milliyet'i niye mi aldım" dedi, Aydın Doğan, Milliyet'te eskiden Ercüment Karacan'a ait olan odadaki ofisinde... "Öyle kolay ki bunun açıklaması.. İki cümleyle biter... Ben bir iş adamıyım. Milliyet bana çok ucuza önerildi. Hani ticaret dilinde kelepir derler ya işte öyle... Ve bu çok ucuza önerilen şirket iyi parada kazanıyordu. Hangi iş adamı, iyi para kazanan bir şirketi, üstelik bir de ucuz bulursa almak istemez...?" 

Aydın Doğan Bab-ı Ali'nin klasik patron tiplerine hiç benzemiyordu. Nasıl benzesin ki... Klasik patron değildi O... Gazeteyi babasından miras almamıştı. Oysa Bab-ı Ali'de özellikle büyük gazetelerin hemen hepsi babadan gelmişlerdi. Bu yüzden çocuklar daha çocukken, matbaaya girmiş, orada büyümüş, gazeteciliği, çağlarının kuralları ile öğrenerek büyüyüp işin başına geçmişlerdi. Aydın Doğan'ın ise bu konuda en küçük bir bilgisi, bırakın bilgiyi, en küçük ön fikri bile yoktu.. Ama insanlarla hemen dost olu veren yakınlık kuran, yeni tanıştığı kişilere bile, inanırsa hayatının sırlarını açmaktan çekinmeyen Milliyet'in yeni patronu için gazeteyi babadan devralmamak bir dezavantaj değil, tersine avantajdı... 

"- İnsan bir işin içinde doğar ve büyürse o işin geçmişine ve geleneklerine çok bağlı kalır... Belki kendisi farkında olmaz bile olmaz ama dünyanın o konuda en tutucu insanı haline gelir... Bugün ülkenin düzenini değiştirmeyi amaçlayan en ilerici gazetemize bakın... Bir fıkranın yerini kolay kolay değiştiremezsiniz bu gazetede... Çünkü ilerici gazetenin ilerici başyazarı ve sahibi, gazetesinde ki yeni bir hurufata dahi tepki gösterecek kadar tutucudur. Belki çelişki ama gerçek bu... Bab-ı Ali'de yıllar yılı bir yenilenme olmadıysa bunun sebebi, 30 yıl önce öğrendiklerini bugün hala yürütenlerdir. Yanlış anlamayın. Asla kınamak için söylemiyorum: Okuyucuda yıllar bu gazeteye alışmış... O da tutucu olmuş. Belki değişikliğe o da tepki gösterecek. Bu yüzden, alan razı veren razı gidiyorlar birlikte... Ama ben öyle değilim... Benim gazetem öncelikle bir işyeri olacaktır. Milliyet' satın aldığım gibi bir buzdolabı fabrikası da satın alabilirdim. 

"- Doğru: Niye buzdolabı fabrikası değil de Milliyet'i aldınız ?." 

"- Milliyet'i niye aldığım o kadar çok söylendi öyle şeyler anlatıldı ki?.. Ben faşist mişim, gazeteyi faşist yapmak için almışım... Yok ben Koç'un adamıymışım, gazeteyi Koç adına iktidarla ve Sabancı ile savaş için almışım.. Yok yığınla kara param varmış, Bunları legalize etmek için almışım... Şuymuş, buymuş... Oysa daha öncede söyledim ya, Milliyet'i her şeyden önce bir kar müessesesi olduğu için aldım. Bakın rakamlar vereyim de, özellikle aldığım zaman ne kadar karlı bir iş olduğunu anlayın. Ben Milliyet'i aldığımda yıllık ücretlerin toplamı 120 milyon liradı. İki ay sonra toplu sözleşme yaptık. 350 milyon lira oldu. Ben aldığımda kağıt 9 liraydı. İki ay sonra 54 lira oldu. Daha geçen Ekim'de, kıdem tazminatından vergi alınacağı dedikoduları çıkınca bir çokları gazeteden bir an önce istifa edip, paralarını kurtarma yolunu seçtiler. Onlara bir kalem de 140 milyon ödedim. Yani evdeki hesabın çarşıya uymaması için ne lazımsa oldu. Ama Milliyet 1980 yılını gene de karla kapıyor. Demek ki iş iyi... Ha... Biraz da samimi olalım... Gazete patronluğu buzdolabı fabrikası patronluğuna göre çok daha yüksek statülü bir iş... Gazete patronu oldunuz mu bir başka bakıyorlar insana hele bu gazete bir de Milliyet olursa.." 

Aydın Doğan, Milliyet'i aldıktan sonra, herkes gazeteyi ve orada olup bitenleri bir başka izler olmuştu... Öküz altında buzağı arayanlar çıkmıştı, bunlar çok abartmalı şeyler yazıyor söylüyorlardı ama gazetede bir şeyler oluyordu? Peki ama ne oluyordu? 

Güngör Uras'ın Ticaret odalarından ayrılıp Milliyet'e gelmesi, Aydın Doğan'ın gazeteyi aldığı söylentileri ile başlayınca, damga vuruldu. Gazete sermayenin olacaktı.. Oysa Güngör Uras ile Aydın Doğan'ın ilgisi yoktu. Gazetenin devrinin söz konusu olduğu günlerde bir gün Ercüment Karacan'ın, bugün Aydın Doğan'ın oturduğu odasında ikisi, bir de Karacan'ın sekreteri Filiz, konuşuyorlardı... Abdi İpekçi'nin yerine gazeteye bir adam gerekiyordu. Adı Genel Yayın Müdürü olmayacaktı... İleride belki olabilirdi ama önce denenecekti... Bu adamın önce özellikleri belirlendi. Medeni prezentabl olmalıydı. Gazeteciliği iyi bilmeli, ekonomiden da iyi anlamalıydı... 

Karacan'ın sekreteri, Atilla Karaosmanoğlu'nu önermişti. Karacan ise Güngör Uras demişti. Bilmediği işlerde fikir yürütmeyi hiç sevmeyen Aydın Doğan'a söz bile düşmemiş, Karacan, Güngör Uras'ı seçip getirmişti. Ama Uras başta Turhan Aytul olmak üzere, gazetede çalışanların tepkisi ile karşılanmış onlarla bir türlü geçim sağlayamamış Karacan Aytul tarafını tutunca da iki yıl içinde tasını tarağını toplayıp, soluğu Sabancı Holding'te almıştı.. 

Aydın Doğan ile birlikte, Milliyet'te ki en önemli değişiklik İsmail Cem'in TRT'de ki sağ kolu, Cumhuriyet'in eski dış politika yazarı Mehmet Barlas'ın İpekçi sütununda imzasız başyazılar yazmaya başlamasıydı. İpekçi'nin pazartesi konuşmalarını da sürdüren Barlas burada imza kullanırken, başyazılarını sessiz sedasız yazıyordu. Mehmet Barlas hem Bab-ı Ali'de hem de ülkede ilerici olarak ün yapmıştı. Doğrusu aranırsa, Milliyet'teki başyazıların ise aynı doğrultuda olduğu pek söylenemezdi. Bu durumda Milliyet'i ellerine alanlar, "Hah işte bak, Aydın Doğan geldi Barlas bile sağa kaydı, adamın niyeti gazeteyi iyice sağa kaydırmak" deyivermişlerdi. 

"- Mehmet Barlas'ın eskiye göre sağa kaydığı bir gerçek. Ama bu olayı, benim gazetenin politikasını yönlendirmem olarak görmemek gerek. Bana kalırsa, Barlas kendi anlayışına göre Abdi İpekçi'nin çizgisini sürdürmeye çalışıyor. 

Gazeteyi sağa kaydırma amacım olsa, başka şeylerde yapardım... Yazarların hiçbirisine, Mümtaz Hoca'ya, Çetin Altan'a bu konuda bir şey söylenmiş mi?.. Bir yazıları geri dönmüş mü?.. Döndü diyeni alnını karışlarım. Oysa benden önce tek tük de olsa, bazı yazıların çevrildiği olurmuş.. Benim gazetemin yazarları şimdi eskisinden de özgür yazıyorlar Milliyet'i olduğu yerden alıp, hiç bir yere götürmeğe niyetim yok.. Milliyet'in yayınları anayasası ile sınırlıdır. Milliyet'in tek ilkesi ise Atatürkçülüktür.. Ama sağcının ya da solcunun kendine göre yorumladığı Atatürkçülük değil, Atatürk'ün bizzat kesin çizgilerle çizdiği Atatürkçülüktür bu.. Bu yüzden bize sağdan da soldan da kızanlar olacaktır. Ama bu gazee Atatürk'ün yolunda kayacaktır. Ben gazeteyi şuraya, buraya kaydıracağım da, gazetenin okuyucusu bunun farkına varmayacak olur mu?.. Milliyet çizgisinde yürüyecektir.. Gelelim Koç hikayesine.. Vehbi Bey bir gazete almak istese alır, üstüne adını da yazar. Paravan gazete almak istese alır, paravan olarak adı kendisi ile kolayca birleştirilmeyecek Aydın Doğan'ı almayacak kadar kurttur... Bunu da böylece cevapladık mı?.. Bir de sermayenin gazetesi olacağımız hikayesi var. Gene rakamlara bakıyorum, tersine bir gelişme var. Ben gazeteyi almadan önce, Milliyet, Tercüman ve Günaydın'dan yüzde 30 daha fazla ilan alıyormuş. Ben geldikten sonra bu fark yüzde 5'e düştü. Bizim ilanlarımız artmadı ama onlara verilenler çoğaldı. Biz sermayenin gazetesi olsak, adamlar bizi besler başkasını mı?.." 

Aydın Doğan, Milliyet ile birlikte Almanya Milliyet'i Tele Magazin'i ve Çocuk dergisini aldı. Milliyet Sanat'ın sadece adını aldı. kadrosunu bıraktı. Milliyet yayınlarını ve Milliyet Holding'de, adlarını değiştirmek Karacan Yayınları ve Karacan Holding yapma koşulu ile Ercüment Karacan'a bıraktı. 

Satın aldıkları ile birlikte Aydın Doğan'a transfer olanlar önceleri sıkıntılı günler geçirdiler.. Ama ya Aydın Doğan... Kısa zamanda endişeler dağıldı... Aydın Doğan'ın kimseyi atmaya niyeti yoktu. Tersine kadroyu güçlendirmek, geliştirmek, yeni adamlar yetiştirmek istiyordu... 

"- Bab-ı Ali'de kimse adam yetiştirmemiş.. Her gazete bir kişinin adı ile anılıyor. Nezih Demirkentsiz Hürriyet.. Turhan Aytulsuz Milliyet olmaz deniyor Olur mu?.. Bir müessese kaderini bir tek kişiye bağlar mı?.. Hastalık var, ölüm var, transfer var, emeklilik var... İnsanlar gider müesseseler kalır... Abdi İpekçi gibi bir dev öldü ama Milliyet yaşıyor... İpekçi yerine adam yetiştirmiş olsa, sarsıntı da geçirmezdi... Şimdi ben adam yetiştirme işine el atıyorum ilk. Gazetenin adını kullanmadan ilanlar verdik. Türkçeyi iyi yazan, bir yabancı dili çok iyi bilen, genç, gazeteciliğe meraklı gençler aradık... Bunlardan on tane seçeceğim... Rotasyonla gazetenin dizgisinden baskısına, fotoğrafından yazıişlerine her yerde çalıştırıp, bu işin tüm püf noktalarını öğrenmelerini sağlayacağım. Bu 10 kişiden gelecekte üç kişi elimde kalsa, yeter de artar bile... Bu arada Milliyet eski kadrosu ve gerekirse yeni takviyelerle (Almanya'ya giden Örsan'ın yerine Teoman Erel'i almamız gibi) sürüp gidecek. Ben kimseyi çıkarmadım, niyetim de yok. Ama kıdem tazminatı için gitmek isteyenler oldu, onlara da Dur demedim. Giden gider kalan kalır... Ben gazetenin yönetimi ile meşgulüm şimdi, içeriği ile değil. Çünkü ben yöneticiliği bilirim gazeteciliği değil. Bilmediğim işe de karışmam... Bazı öneriler getiriyorum... Arkadaşlar toplanıyoruz... 'Bu olmaz' diyorlar... Niye olmaz diyorum.. Ya 'Olmaz da ondan olmaz' diye gerekçesiz konuşuyorlar, ya gerekçeyi açıklıyorlar... Aklım yatarsa, onları dinliyorum... Ama olmaz Milliyet'e yakışmaz gibi soyut laflara gelince dayatıyorum. Okuyucuya da hizmet götüren, asla kuponculuk yapmayan Milpa'ya itiraz ettiler, kabul ettirdim... Pek dediğim gibi olmadı ama ikisi de oldu...Bu arada pek çok önerimi itirazlara aklım yattığı için geri aldım. Gazetenin yönetimi böyle devam edecek..." 

"- Ya gazete dışında.." 

"- Milliyet yayınlarını sembolik olarak sürdüreceğiz. Gazeteye çağdaş teknik getireceğiz. Faks alacağız, kompüterli dizgi, sayfa hazırlanması ve baskı tekniklerini getireceğiz. Bir haftalık siyasi dergi çıkarmayı düşündük Akis'i planladık. Ama bu dergi konusunda aceleci değiliz. Daha başka planlanan dergilerde var. Ama ön planda ajans kurmayı düşünüyoruz. Milliyet'in değil, tüm basının hizmetinde bir ajans... Türk Haberler Ajansını mı satın alırız, yenisini mi kurarız bilmem ama, bir ajans, hem de çok iyi bir ajans kuracağız... Zeki Sözer'i Almanya'ya gönderdik. Orada yepyeni bir Almanya Milliyet, Almanya'da çıkacak. Orada büyük bir potansiyel var. Tesis kuracağız. Sonra Almanya'da ki gençlik için dergiler çıkaracağız. Orada doğup büyümüş bir gençlik var, bunlara hizmet götürmek gerek. Spor, müzik, gençlik dergileri düşünüyoruz." 

İşte size Milliyet'in arkasında ki yeni adamın öyküsü ve söyledikleri... 

"- Milliyet'i satın alan adam kim?" sorusuna biz yanıt getirdik böylece. 

"Milliyet nereye gidiyor" sorusuna yanıtı da , bunları okuduktan ve 30 yıllık Milliyet'inize baktıktan sonra siz rahatça verebilirsiniz herhalde..."

SOROS’TAN TÜRK MEDYASINI KULLANMA KILAVUZU


SOROS’TAN TÜRK MEDYASINI KULLANMA KILAVUZU


Dünyanın dört bir yanında milyonlarca dolar harcayıp darbeler tezgahlayan Komplo Hokkabazı George Soros, Türkiye’de fonladığı STK- Sivil Toplum Kuruluşları için Medyayı Kullanma Kılavuzu hazırlattı.

Soros’un Truva Atları olan STK’ların medya ve gazetecileri parmağında oynatmak için neler yapması ve hangi taktikleri uygulaması gerektiği “SESİMİZİ NASIL DUYURURUZ? Kamuoyu Oluşturmanın ve Medyaya Ulaşmanın Yolları” adlı kitapçıkta sıralandı.

Alp Biricik, Hale Akay ve Sinan Gökçen tarafından kaleme alınan, Helsinki Yurttaşlar Derneği (Helsinki Citizens' Assembly/Human Rights Watch) tarafından yayınlanan kitapçığın giderleri, NED-National Endowment for Democracy tarafından karşılandı.

Bu iki kuruluşun Soros’un çökertme operasyonlarında nasıl sıkça kullanıldığı Amerikalı yazar Heather Cottin tarafından kaleme alınan Emperyal Büyücü Çifte Ajan:GEORGE SOROS başlıklı makalede (George Soros: Imperial Wizard/Double Agent Covert Action Quarterly, December 9, 2003) detaylarıyla anlatılıyor:

“Helsinki Watch

Helsinki Watch, 1975’te Human Rights Watch (İnsan Hakları Gözlem Örgütü) olmuştu. Soros şu sıra onun Amerikalar, Doğu Avrupa ve orta Asya danışman heyetlerindedir; ve onun Açık Toplum Enstitüsü sponsorlar listesinde yer alır. Soros Helsinki Watch ile daimi ilişkiler içindedir.

Soros Helsinki Watch ile ilişkisini saklamak için elinden geleni yapar. Sadece programları finanse ederek planladığını ve yürüttüğünü söyler; ama onlar yürütücüsünün felsefesinden uzakta değillerdir. Helsinki Watch ve Açık Toplum birbirine yakındır. Görüşlerinde pek fark yoktur. Tabii ki, başka kurumlar da bu kurumu finanse etmektedir; ama Soros ideolojisi burada hakimdir. 

George Soros’un faaliyetleri 1983’te National Endowment for Democracy’nin kurucusu Allen Weinstein tarafından kurulan bir yapının çerçevesi içine düşer. Weinstein, “Bugün bizim açıkça yaptıklarımız 25 yıl önce CIA’ce gizlice yapılıyordu” der. Soros, tam da bu istibarat yapısı içinde çalışmaktadır.”

Araştırmacı Yazar Mustafa Yıldırım'ın "Sivil Örümceğin Ağında-Şifre Çözücü: Project Democracy" adlı kitabında ise National Endowment for Democracy şu şekilde anlatılıyor:

"1983 sonlarında ABD Kongresi'nin onayıyla NED-National Endowment for Democracy yani 'Demokrasi için Ulusal Fon' kuruldu. CIA emeklisi Ralp Mcgehee , bu kuruluşun işlevini, deneyimli istihbaratçı söylemiyle şöyle yorumluyor: 

'CIA'nın ülkelerin karıştırılması operasyonlarında kullanılan birçok işlevinin NED'e transfer edilmesiyle, Demokrasi İçin Ulusal Fon'un kullanımına gidildi. CIA'nın örtülü eylemlerine ek olarak, Uluslararası Kalkınma Ajansı (AID) ve Birleşik Devletler İstihbarat Ajansı (USIA) da 'demokrasi yayma' operasyonlarında yer almaktadır. Avrupa'da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler tarafından parayla beslenen hükümet dışı örgütler (NGO) doğrudan ya da dolaylı olarak bu operasyonlarda yer alıyorlar. Bu tür örgütler ve ajanslar aşağı yukarı açıktaysalar da CIA hükümetleri destekleme ve yıkma gibi birincil rolünü elinde bulundurmaktadır.' 

NED aslında, parasal desteğin kasasıdır. Ana para kaynağı, doğrudan ABD hazinesi yani devlettir. Ayrıca vakıflar ile 'konsey' ya da 'enstitü' ve 'merkez' adı altında örgütlenmiş seçkinler kulüpleri, AID ve hatta Amerikan sendikaları, şirketler işadamlarıdır. 

NED'in 'project' denilen etkinliklerinin, ABD Dışişleri Bakanlığı ve yabancı ülkelerdeki ABD misyonları ile birlikte yürütülmesi kaçınılmazdır. NED'i denetlemekle yükümlü ABD resmi organı General Accounting Office GAO'dur... 

NED için çalışacak bir sivil toplum örgütüne para verilmesi için, projenin ABD'nin MGK'si NSC (National Security Committee/Milli Güvenlik Kurulu) isteği doğrultusunda olmasıdır.

Soros tarafından fonlanan ve başkanlığını Murat Belge’nin yaptığı HelsinkiYurttaşlar Derneği kurucu ve üyeleri şu isimlerden oluşuyor:

1. Abdullah Kıran
2. Adalet Ağaoğlu
3. Ahmet Fadıl Kocagöz
4. Ahmet İnsel
5. Ali Bayramoğlu
6. Ali Bulaç
7. Ali Fuat Bucak
8. Alp Biricik
9. Aslı Misoğlu
10. Ayda Arel
11. Ayşe Buğra
12. Ayşe Silivri
13. Ayşen Anadol
14. Bülent Atamer
15. Bülent Tanık
16. Bülent Tanör
17. Büşra Ersanlı
18. Canan Arın
19. Cengiz Turhan
20. Ceyda Can
21. Cüneyt Ozansoy
22. Çağatay Anadol
23. Çiğdem Yalçın
24. Emel Ataktürk
25. Emel Kurma
26. Emil Galip Sandalcı
27. Emine Uşaklıgil
28. Ercan Karakaş
29. Esra Koç
30. Fatma Artunkal
31. Ferhat Kentel
32. Fikret Toksöz
33. Haldun Ünlü
34. Hale Akay
35. Halil Berktay
36. Haluk Şahin
37. Hırant Dink
38. İlhan Tekeli
39. İştar Bedriye Gözaydın
40. Mahmut Ortakaya
41. Mebuse Tekay
42. Mehmet Ali Aslan
43. Mehmet Ali Birand
44. Melek Taylan
45. Meltem Toksöz
46. Mensur Akgün
47. Mete Tunçay
48. Muhsin Kızılkaya
49. Murat Belge
50. Murat Çelikkan
51. Murat Gültekingil
52. Murat Karayalçın
53. Murtaza Çelikel
54. Müslüm Akalın
55. Nazan Aksoy
56. Neşe Erdilek
57. Nilgün Uysal
58. Nurcihan Hamşioğlu
59. Nurdan Arca
60. Orhan Pamuk
61. Osman Kavala
62. Ören Altmışyedioğlu
63. Özlem Dalkıran
64. Rezzan Atlan
65. Selim Ölçer
66. Sinan Gökçen
67. Süleyman Çelebi
68. Şerafettin Elçi
69. Şirin Tekeli
70. Şule Kut
71. Taciser Ulaş
72. Tangül Özer
73. Tangül Ünsever
74. Tarık Ziya Ekinci
75. Turgut Tarhanlı
76. Umur Coşkun
77. Ümit Fırat
78. Ümit Kıvanç 
79. Yasemin Şan
80. Z. Füsun Üstel


Derneğin, Soros’un fonladığı STK’lar için hazırlattığı ve içinde olumsuz haber yapan gazetecilerin fişlenmesi, muhabirler için “küçük bir kaynak ayırma”, “göz teması”, “vücut dilini kullanma”, “otoriter olmayan bir ses tonu kullanma” gibi teknik ve taktiklerin bulunduğu Medyayı Kullanma Kılavuzu’nda dikkat çeken bölümler:

STK’lar İçin Kılavuz Bilgiler-IV

SESİMİZİ NASIL DUYURURUZ? 

Kamuoyu Oluşturmanın ve Medyaya Ulaşmanın Yolları

HAZIRLAYANLAR: Alp Biricik, Hale Akay, Sinan Gökçen

Bu yayının kağıt ve baskı giderleri National Endowment for Democracy tarafından karşılanmıştır.

ÖNSÖZ

“Sivil toplum kuruluşlarının (STK), çalışmalarında karşılaştığı en büyük problemlerinden biri, desteğini kazanmak istediği veya eyleme geçirmeye çalıştığı toplum kesimlerine ulaşmaktır. STK’ların, etkinlikleri konusunda toplumu bilgilendirmesinin en kolay yolu, medya organlarından faydalanmaktadır. Ancak, STK’lar medya kuruluşlarına ulaşmada, bu kurumlara dertlerini anlatmada zaman zaman sorunlarla karşılaşmaktadır.

Bu kitapçık, STK’ların seslerini topluma daha fazla duyurabilmelerine yardımcı olmayı amaçlıyor. Kitapçığın Sivil Toplum Kuruluşları ve Toplumsal İletişim bölümünde, STK’lar için iletişimin ve iletişim stratejisinin önemi üzerinde duruluyor. Daha sonra ise, bir iletişim stratejisi ve medya bilgi bankası oluşturmak için temel kılavuz bilgilere yer veriliyor. Medya ile İletişim Teknikleri bölümünde, tanıtım ve basın dosyası, basın duyurusu ve basın toplantısı gibi en çok bilinen yöntemlerle ilgili ayrıntılı bilgiler ve dikkate alınması gereken noktalar ele alınıyor. İletişim Becerileri bölümünde ise, STK çalışanları, üyeleri ve gönüllülerinin toplum kesimleri ile iletişim kurmakta kullanabilecekleri sunum teknikleri ile basın-yayın organlarına röportaj verirken bilinmesi gereken hususlar açıklanıyor. Son bölümde ise, Türkiye koşullarında çalışan bir STK’nın gözardı etmemesi gereken noktaları bulabilirsiniz.”

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE TOPLUMSAL İLETİŞİM

İster etkinliklerimiz ile ilgili olarak toplumu bilgilendirmeye ve gerekli parasal kaynağı yaratmaya çalışalım, ister belli bir hedef doğrultusunda insanları bilinçlendirmek ve eyleme geçirmek yönünde faaliyetler yürütelim, kendi toplumsal davamızı savunmak için topluma ulaşmak, dolayısıyla da gerekli iletişim kanallarının, yani medyanın desteğini almak zorundayız. 

Başarılı bir toplumsal iletişim, medya ile kurulacak ilişkilerde bir strateji çerçevesinde ve planlı hareket etmeyi gerektirir. Bu nedenle, medya ile ilişkilerde “oyunu kuralına göre oynamak”, bizi arzuladığımız hedeflere yaklaştıracaktır.

Neden bir iletişim stratejisine ihtiyacımız var? 

Kuruluşumuzun yürüttüğü faaliyetleri tanıtmak açısından, kontrollü ve hazırlıklı bir iletişim programına sahip olmak büyük önem taşır. Yine de genellikle iyi bir iletişim etkinliğinin önemini gözardı ederiz. Halbuki, toplumsal iletişim bazen küçük bir kaynak, birkaç eleman veya gönüllü ayırmamız durumunda, çok kolay sonuçlar alabileceğimiz bir çalışmadır. 

Yürüttüğümüz etkinliklerin başarısı ve örgütümüzün varlığını güçlendirmesi, yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde ilgili yazılı ve elektronik medya organları yoluyla, olabildiğince geniş bir yurttaş kesimini, yaptıklarımızla ilgili olarak bilgilendirebilmemize bağlıdır. Diğer yandan, birçoğumuz yürüttüğümüz faaliyetlerin sürekliliği için, çalışmalarımıza destek verecek gönüllülere, yapılacak maddi bağışlara ve bazen de siyasi desteğe gereksinim duyarız. Toplum, faaliyetlerimizin içeriği ve faydalarından ne kadar haberdar olursa, bu tür destekleri sağlamamız da o kadar kolay olur. 

STK’LAR İÇİN İLETİŞİM STRATEJİSİ

Medyaya yönelik faaliyetlerimizde, halkla ilişkiler, reklamcılık, gazetecilik ve sivil toplum lobiciliği alanlarında kullanılan taktik ve tekniklerden faydalanabiliriz. Çünkü kendi ilkelerimizle çelişmediği sürece, bu teknik ve taktikler topluma sesimizi duyurmakta, derdimizi ve tavrımızı anlatmakta ve toplumun desteğini kazanmakta başarı sağlamamız için bize yol gösterir. Unutmayalım ki, stratejik planlama, medyada, dolayısıyla toplumun gündeminde yer almak isteyen her kuruluş için gereklidir. 

Dikkat! 

• Eğer medyaya yönelik çalışmalarımızı planlamaz ve organize etmezsek, zamanımızı ve enerjimizi, gündemi etkilemek yerine, medyanın oluşturduğu gündemi izlemek için harcamak zorunda kalabiliriz.

• Bazen çalışma arkadaşlarımızı planlı ve hedefli bir medya stratejisinin önemi konusunda eğitmek gerekebilir. Kuruluşumuzdaki herkes, önemli olanın, adımızın gazetelerde geçmesi değil, hedeflediğimiz şekilde geçmesi olduğunun bilinciyle hareket etmelidir. 

• Yürüttüğümüz faaliyetlerle, iletişim planlamamız arasında mutlaka bir ilişki kurmalıyız. Örneğin, yapacağımız düzenli toplantılar yoluyla, yürüttüğümüz faaliyetlerden en fazla ilgi çekici olanını belirleyebilir ve bu faaliyetler üzerinde yoğunlaşabiliriz. Diğer yandan, medya ile ilişkilerimizden elde ettiğimiz tecrübeler doğrultusunda, faaliyetlerimizi nasıl daha ilgi çekici hale getirebileceğimiz üzerinde de tartışabiliriz.

MEDYA BİLGİ BANKASI OLUŞTURMA

Medya bilgi bankası, kuruluşumuzun genel bilgi bankası içinde yer alabileceği gibi, ayrı olarak da oluşturulabilir. 

Medya bilgi bankasında yer alacak kişi ve kuruluşları belirlerken değişik yöntemler kullanabilirsiniz. Mesela basın-yayın organlarında kuruluşunuz hakkında ya da çalıştığınız alanla ilgili çıkan haberleri takip ederek bu listeyi hazırlayabilir, böylece olumlu ve olumsuz tavır takınan medya mensuplarını belirleyebilirsiniz. 

MEDYA İLE İLETİŞİM TEKNİKLERİ

Medya ile iletişim kurarken basın bülteni göndermekten, yüz yüze görüşmelere uzanan değişik yöntemleri kullanabilirsiniz. Ancak, iletişim stratejimizin başarısı için, hangi tekniği, ne zaman kullanacağımızı ilk başta belirlemiş olmalıyız. Ayrıca, istediğimiz hedefe varırken iletişim açısından karşılaşabileceğimiz risklere karşı hazırlıklı olmalı, gerektiğinde değişiklik yapılabilecek esnek bir iletişim planlaması hazırlamalıyız.

Basın toplantısı 

Önemli haberleri ya da etkinlikleri duyurmanın en verimli yollarından biri, basın toplantısı düzenlemektir. Bu haber yayma yöntemi; basit, ucuz ve son derece etkilidir. Ancak, bu tarz bir toplantıyı hazırlarken ve düzenlerken göz önünde bulundurulması gereken önemli noktalar vardır. 

Basın mensuplarının işini ne kadar kolaylaştırırsanız, toplantıya katılmaları ve haberinizi yayınlamaları da o kadar kolaylaşır.

Basın toplantısına tam zamanında ya da en fazla 10-15 dakikalık bir gecikme ile başlamak son derece önemlidir. Bundan daha uzun süren gecikmeler, toplantıya zamanında katılmış olan basın mensuplarını kaçırmamıza neden olabilir. 

Toplantıda, hakkında bilgi sahibi olmadığınız sorular sorulduğunda bunu açıkça dile getirmelisiniz; haberciler bu cevaptan hoşlanmasalar da anlayışla karşılayacaklardır. Hassas bir konu hakkında bilgi verirken, söylediklerimizin anlaşıldığından emin olmalıyız. Olumsuz herhangi bir bilgiyi sorulmadan aktarmamalıyız. Konuyu daha fazla dağıtmak, tartışmayı istemediğimiz noktalara çekebilir. 

Basın mensuplarından gelen soruların anlamsızlaşmaya başlaması, yeteri kadar bilgi aldıklarının işaretidir. Çok kısa sürse bile, esas amacına ulaştıysa, toplantıyı bitirme zamanı gelmiştir. Eğer soru-cevap bölümünden sonra bile bazı önemli noktalar gündeme gelmediyse, kilit isimlerden birinin “Şunları bilmenizin de faydalı olduğunu düşünüyorum,” diyerek gerekli açıklamaları yapması uygun olur. Basın toplantılarının süresi 20 dakika ile yarım saat arasında olmalıdır.

Basın toplantılarının başından sonuna kadar ses ve mümkünse görüntü kaydı alınmasında ve bu kayıtların saklanmasında büyük yarar vardır. Bu kayıtlar, bilgilerin ya da açıklamaların gazeteciler tarafından çarpıtılması durumunda belge olarak kullanılabilir.

Basın toplantısının ardından önemli kişilerden kişisel yorumlar almaları ya da belirli bir konu üzerinde daha detaylı bilgi edinmeleri için habercilere süre tanımak önemlidir. Bazı basın mensuplarının bu sürede sormak istedikleri daha özel konularla ilgili soruları olabilir. Buna karşın, bir basın toplantısının 30 dakikadan fazla uzamasına izin vermek sakıncalıdır.

Medyada çıkan olumlu haberlerin ardından yazarlarını aramak ve teşekkür etmek, ilişkinin sürekliliğini sağlamak açısından iyi olacaktır.

İLETİŞİM BECERİLERİ

Unutmayın! 

• İyi hazırlanmamış bir sunum, içeriği gölgeleyecektir. 

• Kalabalık bir topluluğa sesleniyorsanız, yakınınızdaki kişilerle göz teması kurabilirsiniz. Dinleyiciler arasında ilgili bir kimseyle iletişim kurmanız, konuyu daha rahat anlatmanıza yardımcı olur. 

• Sunumu doğrudan kağıttan okumamalısınız. Yürümek, konuyu anlatırken vücut dilini kullanmak, dinleyicilerle yakın mesafede olmak iletişiminizi güçlendirir. 

• Kendine güvenli ama otoriter olmayan bir ses tonu kullanmalısınız.

• Konuşma hızı, sunumun etkili olmasında hayli önemlidir. Dinleyiciler hızlı konuşan konuşmacıları pek iyi dinlemez ve onların gergin olduğu kanısına varır. Bazı noktaları ele alırken, özellikle yavaşlamalı, dinleyiciye dikkatini toplama fırsatı verilmelidir.

• Dinleyicilerin yeterince bilgi aldığını düşünüyorsanız, onları bilgiye boğmadan sunumu sonlandırmalısınız. Kısa ve net bir sunum hepsinden daha etkilidir! 

Röportaj 

Medya organlarına röportaj vermek, sahip olduğumuz bilgiyi kısa ve kolay yoldan topluma ulaştırmanın bir yoludur. Röportaj yaparken bazı önemli noktaları göz önünde bulundurmak gerekir: 

Soralım: Röportajı yapacak kişiye konuşulacak konuların içeriğini, gazete röportajı ise fotoğraf çekimi yapılıp yapılmayacağını, görüşmenin kaydedilip edilmeyeceğini, televizyon programında kullanılacak ise ne tür kıyafetler kullanmamızın doğru olacağını sormalıyız. 

Düşünelim: Hangi sorular sorulabilir? Röportajı yapacak kişi, konuyu hangi açıdan derinleştirmek isteyebilir? Hangi soruları cevaplamakta zorlanabiliriz? Konuyu saptırabilecek sorular hangileri? 

Hazırlanalım: Muhtemel sorulara ne şekilde cevap vereceğimizi planlamalıyız. Görüşme sırasında üzerinde durmak istediğimiz, kilit öneme sahip noktaları belirlemeli ve cevaplarımızı bu doğrultuda tasarlamalıyız. Bu cevapları notlar haline getirip basına ve radyoya vereceğimiz mülakatlar esnasında kullanabiliriz. Televizyon programlarında ise bu tür notları kullanmamız görüntü açısından hoş olmayacaktır. 

Deneyelim: Röportaj öncesinde söyleyeceklerimizi prova edelim. Radyo röportajlarında uzun cümleler, konuşma akışında uzun sessizlikler dinleyiciyi rahatsız edecektir. Sesinizin kayıt cihazında nasıl duyulduğunu test etmek, bu açıdan yardımcı olabilir.

Rahat davranalım: röportaj sırasında gülümsemeli ve dürüst olmalıyız. Hızlı ve uzun konuşmamaya dikkat etmeli, soruları iyice anlamadan cevap vermemeliyiz. Soruyu tam olarak anlamadığımızda, sorunun tekrar edilmesini rica etmekten çekinmemeliyiz. 

Kaydedildiğimizi unutmayalım: Kaydedilmesini istemediğiniz bilgi ve görüşlerden bahsetmemelisiniz. 

Kendi kaydımızı yapalım: Özellikle canlı yayın değilse, röportaj sırasında muhakkak kendi ses (mümkünse görüntü) kaydımızı yapalım ve bunu arşivleyelim. Bu kayıtlar çarpıtma ve yanlış aktarma durumlarında işimize yarayacaktır.

Teşekkür edelim: Görüşme başarılı bir şekilde yansıtılmışsa, röportajı yapan kişiye teşekkür etmeliyiz. Herhangi bir yanlış varsa, gerekli düzeltmenin yapılması için uyarıda bulunmalıyız. 

Arşivleyelim: Görüşmenin basılı ya da yayınlanmış halini incelemeli ve eğer mümkünse arşivlemeliyiz.

Bir haberin yayınlanmasını sağlamak konusunda eş-dost ilişkisi önemlidir; genelde işe yarar, ancak bu kısa vadeli bir çözümdür. STK’ların ihtiyacı, basınla uzun soluklu ilişkiler kurmaktır.
kuvva@kuvayimedya.net

Küresel Emperyalizmin Dini: EVANJELİZM -VII-


Küresel Emperyalizmin Dini: EVANJELİZM -VII- 

Evanjelizm ve İsrail

“Amerika, tarlalarının ekinle beyaz; bilimsel araştırmalarının ilgi çeken ve özgürlüğünün sağlama alınmış olarak devam etmesini istiyorsa, İsrail’i desteklemeye devam etmelidir.” Jerry Falwell (1)

Evanjelizmin çağdaş önderleri Evanjelizmin savunduğu inancı anlatırken, Kutsal kitapta anlatılan “siyon toprağı” ve çağdaş İsrail devletinin aynı şey olduğunu söylemekteler: Tanrı insanları iki kategoriye ayırır. Yahudiler ve Yahudi olmayanlar. Tanrı´nın bir dünyevi bir de uhrevi planı vardır. Dünyevi olan Yahudiler içindir, uhrevi olan ise yeniden doğmuş Evanjelik Protestanlar içindir. Öteki insanlar, örneğin Budistler, Müslümanlar ya da Evanjelik olmayanlar Tanrı için önem taşımazlar. Yahudilerin Mesih inancı ile Evanjeliklerin ilahi sandıkları bu plan aynı şeydir. Bu yüzden Amerika´da milyonlarca Evanjelik, Mesih geldiğinde Yahudiler ve onlara yardımcı olacak Evanjelikler bir yanda, diğer tarafta da Yahudilerin düşmanları Müslümanlar ve Katolikler arasında “Armageddon" denilen bir savaş olacak. Hz. İsa geri dönecek ve onun önderliğinde Yahudiler savaşı kazanacaklar ve bin yıl süren bir dünya egemenliği elde edecekler! 
Bu inanış çoğu Evanjelistleri “Keşke Yahudi olsaydım" anlayışına götürüyor. Evanjelistler, kıyametten önce yedi alametin vuku bulacağına inanırlar. Bu alametlerin ikincisi Büyük İsrail’in kurulmasıdır. Bu nedenle Evanjelist liderler Büyük İsrail’in kurulması için çalışırlar. Mesela Jerry Falwell, 6 Şubat 1983’te yaptığı bir konuşmada, “İsrail’in Nil ve Fırat nehirleri arasında kalan tüm toprakları işgal etmesini rica etmiştir.” (2)

ABD Başkanı Bush ve ekibi Evangelizmin hem şaşmaz birer müridi, hem de İsrail için dünyayı ateşe verecek kadar Yahudi sempatizanı. Bu sevgi O’nun dini tercihinin teolojik altyapısından kaynaklanıyor.

ABD´nin İsrail ile olan ilişkisi ve İslâm coğrafyasındaki tasarrufları büyük bir planın uygulamasıdır. Cumhuriyetçilerden Oklahoma senatörü James Inhofe, İsrail-Filistin sorunu hakkında şunları der:

"Bu bir politik savaş değildir. Tanrı´nın sözünün doğru olup olmadığı üzerine bir mücadeledir" (3).

Evanjelistler “Büyük İsrail” devletinin gerçekleşmesi konusunda bazen İsraillileri dahi geride bırakırlar. Bunun en ilginç örneklerinden biri 1985 yılında Basel kentinde yapılan I. Hıristiyan-Siyonist Kongresi´nde yaşanır. Üç gün süren kongrenin sonunda bir dizi tavsiye kararları alınır. Bunlar arasında tüm dünya Yahudilerinin İsrail’e göç etmeye çağrılması ve İsrail’in 1967’de işgal etmiş olduğu Batı Şeria’yı resmen işgal etmesi de vardı. Kongreye katılan Yahudilerden biri ayağa kalkarak ‘son cümledeki ifadenin biraz yumuşatılmasında yarar olabileceğini, çünkü İsrail halkının yaklaşık üçte ikisinin Batı Şeria’nın ilhakına karşı olduğunu’ söyleyince Uluslararası Hıristiyan elçiliği temsilcisi Van Der Hoeven şöyle bağırır: 

“İsraillilerin ne düşündükleri umurumuzda değil; biz Tanrı’nın ne söylediğine bakarız ve Tanrı, o toprakların Yahudilerin malı olduğunu söylüyor.”

Bugün ABD, Evanjelistlerin isteği üzerine İsrail´e her yıl 5-6 milyar dolar yardım yapmaktadır. Bu yardımlar ve destekler sayesinde İsrail sadece Orta Doğu´nun değil, Dünya´nın en büyük nükleer silaha sahip devletlerindendir. Bu yüzden Evanjelikler için “Hıristiyan Siyonistler” tabiri de kullanılmaktadır. (4)

DİPNOTLAR
1- Journal of Ecumenical Studies, pg. 182-183. Spring, 1988.
Aynı zamanda Liberty Üniversitesi´nin sahibi olan Falwell, CBS kanalının “60 Dakika” programında, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in “terörist olduğunu” söyleyecek kadar fanatik bir İslam düşmanı.
2- Grace HALLSELL Prophecy and Politics: Militant Evangelits on the road to Nuclear War, pg. 77, Lawrence Hill Books, 1986.
3- David COM, Washington Editor of The Nation, AlterNet, April 19, Washington, USA, 2002

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...