04 Nisan 2014

DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 6






DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 6

DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 5





DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 5

DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 4



DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 4

DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 3






DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 3

DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 2




DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 2

DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 1





DİNAZORLARIN SESSİZ GECESİ KİTAP 1

“Ey kavmim! La ilahe illallah deyin kurtuluşa erin” (ibni hibban)










Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)kavmine şöyle buyurdu: 
“Ey kavmim! La ilahe illallah deyin kurtuluşa erin” (ibni hibban)

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)kavmine şöyle buyurdu: 

“Ey kavmim! La ilahe illallah deyin kurtuluşa erin” (ibni hibban)
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)insanlara, ibadeti sadece Allah’a halis kılıp ibadetlerle Allah’ı birlemelerini, babalarının ve geçmişlerinin yaptığı heykellere, ağaçlara ve taşlara tapınma gibi Allah’a şirk olan fiilleri terk etmelerini söyledi. Müşrikler bunu reddederek:
“İlahları bir tek ilah mı yaptı? Bu cidden tuhaf bir şeydir.” Sa’d 5dediler.
Çünkü onlar heykel vb. şeylere kurban kesmeye; onlara adak adayıp ibadet etmeye alıştıkları için bu kelimeyi reddediyor, kabul etmiyorlardı. Zira bu kelime Allah’tan başka ilahların ilahlığını reddediyordu. Allah-u Teâlâ bu durumu Saffat Suresinde şöyle açıklamaktadır:
“Onlara: Allah’tan başka ilah yoktur! dendiği zaman büyüklük taslarlar. Delirmiş bir şair için biz ilahlarımızı mı terk edeceğiz? derler.”
Saffat 35, 36
Cehalet ve inatları sebebiyle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i delirmiş şair vb. isimlerle isimlendiriyorlardı. Bununla beraber, Onun insanların en doğrusu, en emini, en akıllısı olduğunu; şair ve deli olmadığını da biliyorlardı. Fakat cehalet, inatçılık vb. şeyler onları Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e iman etmelerine mani oldu. Dolayısıyla bu kelimeyi kendi nefsinde gerçekleştirmeyen manasını bilmeyen ve gereğince amel etmeyen kimse gerçek Müslüman olamaz! Müslüman; Allah’ı birleyen, O’ndan gayrı varlıkların ilahlığını terk eden ve kulluğu sadece Allah’a has kılan kimsedir.
Müslüman, Rabb’i olan Allah’a namaz kılar, O’nun için oruç tutar, sadece O’na dua eder, O’ndan yardım ister, O’na adakta bulunur, O’nun için kurban keser vb. ibadet nevilerini sadece O’na sarf eder.
İbadete müstahak olan varlığın sadece Allah olduğunu, O’ndan gayrının ibadete müstahak olmadığını bilir. Onların nebi, melek, veli, heykel, ağaç, cin ve onun dışında bir şey olması bu durumu değiştirmez. Bunların hiç biri ibadete layık değildir. Aksine ibadet olunmak sadece ve sadece Allah’ın hakkıdır. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Rabb’in yalnız kendisine tapmanızı emretti...”İsra 23La ilahe illallahın manası da budur.
Allah’tan başka gerçek bir mabut yoktur. La ilahe illallah kelimesi hem nefiy hem isbattır. Allah’tan gayrı varlıklardan uluhiyet sıfatını nefyettiği için nefiy; o sıfatı hakkıyla Allah’ı isbat ettiği için de isbattır. Allah bu hususu şöyle açıklamıştır:
“Allah haktır. O’ndan başka yalvarıp dua ettikleri ise batıldır.” Hac 62İnsanların, ibadeti, O’nun gayrı varlıklara sarf etmeleri batıldır. Bu eşyayı mahallinin dışında bir şeyde kullanmaktır. Allah-u Teâlâ şöyle emretmektedir:
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize kulluk edin ki (Allah’ın azabından) korunasınız.” Bakara 21
Allah-u Teâlâ: “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz” Fatiha 5buyurarak müminlere, sadece sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz demelerini emretmiştir. Bununla kast edilen mana, sadece ve sadece sana ibadet eder, sadece ve sadece senden yardım isteriz demektir. Allah-u Teâlâ başka bir ayetlerde ise şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın!”
Nisa 36
“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a halis kılıp, O’nu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti.”
Beyyine 5
“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a halis kılarak Ona ibadet edin.”
Gafir 14
“Biz bu Kitabı sana hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnız kendisine halis kılarak Allah’a kulluk et, iyi bil ki, halis din yalnız Allah içindir.”
Zümer 23
Bu ve benzeri birçok ayetler, sadece Allah’ın ibadete layık olduğuna; mahlûkattan hiç birinin ibadete layık olmadığına delalet etmektedir. Bu da yine ibadeti hakkıyla Allah’a has kılmanın, Allah’tan başkasından ise ibadeti yasaklamanın başka bir tefsiridir. Ancak Allah’ın gayrına da ibadet edildiği bilinmektedir. Allah’ı bırakarak heykellere ibadet edenler olmuştur; nebilere ibadet edenler olmuştur; salih kullara ibadet edenler olmuştur. Ve bu varlıklar
İbadet olunmuştur. Buların hepsi tahakkuk etmiştir. Ancak bu tür ibadet batıldır, hak değildir; gerçek mabut sadece Allah-u Teâlâdır.
Açıklamaya çalıştığımız La ilahe illallah kelimesi Allah’ın gayrı varlıklara dua edilmesini yasaklıyor; ibadetin hakkıyla ve sadece Allah’a yapılmasını ermediyor. Allah İbrahim’in babasına ve kavmine hitabını bize şöyle anlatıyor:
“Bir zamanlar İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: ‘Ben sizin taptıklarınızdan beriyim, Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, bana doğru yolu gösterecektir.’ Allah bu tevhid sözünü ardında kalıcı bir söz yaptı ki, insanlar Allah’a dönsünler.”
Zuhruf 28
“İbrahim ve onunla beraber olanlar da sizin için güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine: ‘Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz. Sizi ve taptıklarınızı reddediyoruz. Siz, bir tek Allah’a iman edinceye kadar sizin ve bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret başlamıştır.”
Mümtehine 4
Bu ifadeler bütün rasullerin sözüdür. Çünkü Allah: “İbrahim ve onunla beraber olanlar da sizin için güzel bir misal vardır...”buyruğuyla bütün rasulleri kast etmektedir. İbrahim ve onlarla beraber olanların daveti, Allah’tan gayrına ve kendilerine ibadet edilmesine razı olan kimseleri Allah’ın dışındaki sahte mabutlardan uzaklaştırmaktadır. Mümin onlardan teberri eder onlara ibadeti reddeder ve yalnız Allah’a iman eder. Bundan dolayı Allah Teâlâ, İbrahim’in babası ve kavmine karşı tavrını anlatırken mezkûr ayette şöyle buyurmaktadır:
“Bir zamanlar İbrahim, babası ve kavmine demişti ki: Ben sizin taptıklarınızdan beriyim...”
Zuhruf 28
Allah, onu ve ondan başkalarını yaratan varlık olduğuna göre İbrahim, Allah’a ibadet etmekten beri olmamış fakat Allah’tan başkasına ibadet etmekten beri olmuştur.
Kulları yaratan ve güzel nimetlerle onları rızıklandıran varlık, elbette ibadete layıktır. Bu da yine bu kelimenin gerektirdiği hakikatlerden biridir.
Allah’tan başkasına ibadet etmekten beri olmak, onu reddetmek, onun batıl olduğuna inanmak, ibadetin sadece Allah’ın hakkı olduğuna iman etmektir. Bu manayı Allah’ın şu ayetinde buluruz:
“Kim tagutu inkâr edip Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.”
Bakara 256
Ayetteki “Kim tagutu inkâr edip Allah’a iman ederse” nin manası; kim taguta ibadeti inkâr eder, ondan beri olursa demektir.
Tagut: Allah terk edilerek ibadet olunan her şeye verilen isimdir. Allah’ın gayrı ibadet ve tazim olunan ağaç, taş, heykel ve yıldız birer taguttur. Firavun, Nemrut vb. ibadet olunup, kendisine ibadet edilmesinden razı olan kimselerin durumu da aynıdır. Onlara da tagut denir. Şeytanlar da birer taguttur. Onlara da tagut denmesi, insanları şirke çağırdıklarındandır.
Fakat nebiler, salihler ve melekler kendilerine ibadet edilmesine razı olmadıkları için tagut durumunda değillerdir. Aksine insanları kendisine ibadet etmeye çağıran şeytandır, tagut da o dur. Nebiler, salihler ve melekler bu çirkin fiillerden beridirler, tagut da değildirler. Onlar, Allah’tan gayri varlıklara ibadeti yasaklamış ve sakındırmışlardır.
İbadetin sadece Allah-u Teâlânın hakkı olduğunu beyan etmişlerdir. Mezkûr ayette Allah-u Teâlâ: “Kim tagutu inkâr edip...” derken Kim Allah’ın gayrına ibadet etmeyi reddeder, ondan beri olur ve onun batıl olduğunu beyan eder “...Allah’a iman ederse...” Allah’a gerçek mabut olarak iman eder, ibadete yegâne layık, âlemlerin Rabb’i, onun yaratıcısı, ibadete layık varlık odur derse: “Şüphesiz ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır...” demektir.
Allah’tan başkasına ibadeti terk, onu inkâr edip batıllığına itikat edinceye kadar, müslümanın imanı tam ve sahih olmaz. Bu ifade, aynı zamanda aşağıda gelecek ayetlerin de manasıdır:“...Allah haktır. Ondan başka yalvarıp dua ettikleri ise batıldır.”
Hac 62
“Allah haktır. Ondan başka yalvarıp dua ettikleri batıldır.”
Lokman 30
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize kulluk edin ki (Allah’ın azabından) korunasınız.”
Bakara 21
“Allah’a ibadet edin ona hiçbir şeyi ortak koşmayın...”
Nisa 36
“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a halis kılıp Onu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti.” Beyyine 5bu gibi ayetler Kur’anda çoktur.
İbni Abbas (Radiyallahu Anh)şöyle demiştir:
“İnsanlar, Âdem (Aleyhisselam)’ın zamanında ve ondan sonraki on asırlık sürede tevhid üzere idiler. Sonra Nuh’un kavminde şirk meydana geldi. Onlar Allah ile Vedd, Suva, Yegus, Yeûk ve Nesr gibi ölmüş salih insanlara da ibadet ediyorlardı.”
Taberi Tefsiri 29/62
Allah, onlara Nuh’u gönderdi. Nuh (Aleyhisselam)kavmini Allah’ı birlemeye davet etti ve onları Allah’ın cezalandırmasından sakındırdı. Çok azı müstesna onlar, sapkınlıklarında devam ettiler. Onların çoğu hakkı kabule yanaşmayıp büyüklendiler.
Bunun neticesinde Allah’ın onları, tufanda helak ettiği bilinmektedir. Gemide Nuh ile beraber olan kimselerden gayrı kurtulan olmadı. Allah-u Teâlâ buna şu ayetiyle işaret etmiştir:“Onu ve gemi halkını kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.” Ankebut 15Bu onlara dünyadaki ceza idi. Onlara bir de ahiret azabı var ki o da cehennem ateşidir.
Nuh’tan sonra Âd kavmine Hud’u gönderdi. Onlar da Allah’ı inkâr, yeryüzünde fesat çıkarma ve sapıklıkta kendilerinden önceki Nuh kavminin yollarına tabi oldular. Allah da onların üzerine akim rüzgârını göndererek onların hepsini helak etti. Onlardan Hud (Aleyhisselam)’a iman eden birkaç kimseden gayri kurtulan olmadı.
Bunlardan sonra Salih (Aleyhisselam)’ın kavmi Semud’un halkının devri geldi. Onlar da kendilerinden önceki Nuh ve Hud’un ümmetlerinin yollarına süluk ettiler.
Rasullerine isyan ederek hakkı kabullenmeyip büyüklendiler. Allah da onları korkunç bir çığlık ve sarsıntı cezasıyla yakaladı ve hepsini helak etti. Onlardan Salih (Aleyhisselam)’a iman edenlerden gayrı kimse kurtulamadı.
Semud kavminden sonra diğer ümmetlerin devri; İbrahim’in ümmeti, Lut ve Şuayb’ın ümmeti, Yakub, İshak ve Yusuf’un ümmetinin devri geldi. Bunlardan sonra Musa, Harun, Davud, Süleyman ve diğer nebilerin devri geldi.
Onların hepsi emrolundukları gibi kavimlerini Allah’ı birlemeye davet ettiler. Allah-u Teâlâ bu hususta şöyle buyurmuştur:
“And olsun biz, her ümmet içinde; Allah’a kulluk edin, taguta tapmaktan kaçının diyen bir rasul gönderdik...”
Nahl 36
“Biz, senden önce gönderdiğimiz her rasule: ‘Benden başka ilah yoktur, sadece bana kulluk edin’ diye vahyettik.”
Enbiya 25
Rasullerin hepsi dini tebliğ edip onu açıklama görevlerini yerine getirmişlerdir. Onlar ümmetlerine vahyi tebliğ ile emaneti eda ederek kavimlerine nasihat etmiş, La ilahe illallah kelimesinin manasını açıklamışlardır. İbadeti ihlâsla Allah’a yapmanın gereğini, ibadete layık olanın sadece O olduğunu beyan etmişlerdir. Kutsanan tapınan heykeller, taşlar, ağaçlar, yıldızlar, cinler, insanlar vb. yaratılmışlar ibadet edilmeye layık olmayan varlıklardır. İbadetin sadece Allah’a sarf edilmesi gerekir.
Firavun, tuğyan ve inatla Musa (Aleyhisselam)’ı öldürmek için peşine takılınca Allah, onu denize doğru götürdü. Onu ve beraberindekileri bir anda boğdu. Bu onların dünyadaki azabı idi. Bundan sonra bir de ahiret azabı var ki Allah-u Teâlâ’dan yardım isteriz.
Nebimiz de insanları Allah’a davet etti. Onlardan iman edenleri cennetle müjdelerken küfürde kalanları ateşle korkuttu. Mekke’de iman eden iman etti. Onlar adet bakımından azdır. Kendisine ve ashabına yapılan eza sebebiyle Allah, Medine’ye hicret etmesini emretti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ve ona iman edenlerden güç yetirenler Medine’ye hicret ettiler.
Böylece Medine hicret yurdu ve müslümanların ilk başkenti oldu. Kureyş’in Mekke’de Rasulullah’ave iman eden müslümanlara korkunç işkencelerinden sonra Medine’de Allah’ın dini yayılmaya ve cihad pazarı kurulmaya başladı. Bunların hepsi La ilahe illallahın tahakkuku için oluyordu.
Arap kavmi de küfür, tekzib ve inatçılık da kendilerinden öncekilerin yoluna tabi oldu. Nebimiz Mekke’de on üç yıl boyunca onları Allah’ı birlemeye ve şirki terk etmeye davet etti durdu. Kendisine çok az kimse iman etti. Medine’de hicretten sonra da müşrikler, sapkınlıklarında devam ettiler. Bedirde, Uhud’da, Hendekte inatla Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ile savaştılar.
Kâfir Araplar müşriklere yardım etti. Allah da Nebisine ve müminlere yardım etti. Bedir günü Allah düşmanlarını hezimete, dostlarını ise zafere erdirdi. Sonra Uhud’ta Allah’ın kullarına takdir ettiği imtihan tahakkuk etti. Kitabında sebeplerini beyan ettiği müslümanların öldürülmesi ve yaralanması gibi şeyler meydana geldi.
Daha sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ehli küfür arasında Ahzab savaşı meydana geldi. Allah-u Teâlâ ordusunu aziz etti, kulu Muhammed’i muzaffer etti ve kâfirlere de azabını indirdi. Kâfirler hüsrana uğrayarak bir şey elde edemeden beldelerine döndüler. Allah düşmanları aleyhine müslümanlara zafer verdi.
Bu hadiseden sonra hicretin 6. Senesinde Hudeybiye musalahası meydana geldi. Hudeybiye’de Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ile ehli Mekke arasında on senelik bir sulh yapıldı. Bununla kastedilen insanların eminliği, her iki tarafın birbirleriyle buluşmaları, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in davetini iyice düşünüp tefekkür etmeleri vb. şeylerdi.
Bu anlaşmadan sonra Kureyş anlaşmayı bozdu. Rasulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)hicretin 8. Senesi Ramazanda onlarla savaştı. Allah-u Teâlâ Rasulüne Mekke’nin fethini nasip etti. Bu hadiseden sonra insanlar grup grup Allah’ın dinine girdiler. Bu yüce din, müntesiplerine Allah için sabır ve ihlâslı olmalarını, emretmektedir.
Bu din müntesiplerinden Allah’a ve Resullerine iman etmelerini, dini hükümlere saygılı olmalarını, Allah’ın yasakladığı şeyleri terk etmelerini istemektedir. İşte bu din Allah’ın dinidir. Allah, Resullerini bu dinle gönderdi, kitaplarını da bu din için indirdi. Bu din nebimizin tebliğiyle memur olduğu dindir.
Bu din, Allah’ı birlemek, ona karşı ihlâslı olmak; Rasulü Muhammed’e iman onun şeriatına söz ve fiille bağlanmaktır. Onun aslı ve esası, Allah’ın rasullere tebliğsini emrettiği La ilahe illallaha şahadet etmektedir. Nuh’tan Muhammed(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e kadar bu kelimenin olmadığı bir şeriat yoktur. La ilahe illallah sözle, fiille ve itikatla olmadan İslam olmaz.
Müslüman, diliyle La ilahe illallah der; kalbi ve amelleri ile onu tasdik eder. Allah’ı birler, ibadetleri ona has kılar, Onun gayrına ibadet etmekten imtina eder. Bununla beraber Rasulullah’ın risaletine şahadet getirir. Artı Allah’ın birliğine iman, Ona ibadet ederken ihlâslı, gönderilen resulleri de tasdik eder. Çünkü Nuh (Aleyhisselam)’ın rasullüğünün tasdiki La ilahe illallaha şahadet ve Allah’a imanın gereğidir. Bunun dışında bir İslam yoktur.
Hud’un zamanında da durum aynı idi. Samimiyetle Allah’ı birlemeden, La ilahe illallahın manasına iman etmeden ve Hud(Aleyhisselam)’ı tasdik etmeden dine girmek yoktu. Salih(Aleyhisselam)’ın zamanında da durum böyle idi. Allah’ı birlemeden, Ona karşı samimi olmadan, Salih’e o, Allah’ın gerçek rasulü diye iman etmeden din yoktu. Bunlardan sonra her rasulün durumu aynıdır. İslam dininde de Allah’ı birlemek, rasule iman ve onu tasdik etmeden müslümanlık yoktur.
Meryem oğlu İsa (Aleyhisselam)İsrail oğullarına gönderilen nebilerin sonuncusu idi. İsa’ya iman etmeden ve getirdiği şeriata ittiba etmeden hristiyanlık olmuyordu. Dolayısıyla yahudiler İsa’yı inkâr ve tekzip edince kâfir oldular. Sonra Allah Teâlâ, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i nübüvvet ve risaleti mühürleyici olarak gönderdi. İslam dinine girişi, ona iman ve getirdiklerini tasdike bağladı.

La İlahe İllallahın Manası

La ilahe illallah kelimesine iman; onun manasına itikat ve Allah’ı birlemekle olur. La ilahe illallahın manası; Allah’ı ibadetlerle birlemek, bütün ibadetleri ona has kılmak, Onun gayrına ibadetlerden hiç bir şeyi sarf etmemek,  Rasulullah’tan sonra nebi gelmeyeceğine iman etmektir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ümmetine La ilahe illallahı böyle öğretti.
Kur’an da La ilahe illallaha aynen böyle işaret etmektedir.“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyliği)dir ki, Allah’a ahiret gününe, meleklere, kitaba ve nebilere iman etti.”
Bakara 177
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)şöyle buyuruyor:
“İman; Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Rasullerine, ahiret gününe iman etmen ve bir de kadere onun hayrına ve şerrine iman etmendir.”
Müslim 8/1

İslam Dinin Manası

İslam dini; “La ilahe illallah Muhammeder Rasulullah” sözcüğünün yanı sıra rasullere, meleklere, kitaplara, kadere onun hayrına ve şerrine ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, cennete, cehenneme ve bunların gerçek olduğuna iman etmek demektir. Ama bunun aslı ve esası, Allah’a iman ve sadece Onun ibadete layık olduğunu ikrar etmektir.
İşte bu hem asıldır hem de esastır. Geri kalan meselelerse bu asla tabidir. İslam’a girmek, cenneti kazanmak ve ateşten kurtarmak isteyen kimse, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ittiba etmelidir. Bu da o kimsede “La ilahe illallah Muhammeder Rasulullah” kelimesinin manasını ve gereklerini yerine getirmekle mümkündür.

La İlahe İllallahı Gerçekleştirmenin Şartları Vardır

Birinci Şartı: Allah’ı ibadetlerle birlemek ve ibadetleri Ona has kılmak; başkalarına ibadet etmemek; Allah’ın cennet, cehennem, kitaplar, rasuller, ahiret günü, kader vb. şeylerle ilgili Rasulüne bildirdiği haberlerine iman etmektir.
İkinci Şartı: Muhammeder Rasulullah’ın gerçekleşmesiyledir. Yani bütün rasullere imanla beraber Rasulullah’ın Allah’ın kulu ve rasulü olduğuna, Allah’ın onu bütün insan ve cinlere Allah’a iman etmeye çağırması için gönderdiğine, onun getirdiği dine tabi olmanın gerekliliğine iman etmektir.
Bundan sonra Allah’ın kulları için vazettiği, Rasulünün eli ve diliyle uygulanan şeriata Namaz, zekât, oruç, hac, cihad vb. şeyler sarılmak gelir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e hangi amelin kulu cennete sokup ateşten kurtardığı sorulduğunda:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etmektir.”
Buhari, Müslim
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)bu hadisini tefsir ederken:
“Allah’a ibadet et ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma”buyurmuştur.
Müslim 13/14
Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)İslam’ı tarif ederken:
“İslam; Allah’a ibadet etmen ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamandır” buyurmuştur.
Müslim 9/5
Ömer (Radiyallahu Anh)’ın rivayet ettiği hadiste ise:
“İslam; Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şahadet etmendir...” buyurmuştur.
Hadislerin biri diğerini tefsir etmektedir. Çünkü Allah’tan başka ilah olmadığına şahadetin manası, Allah’ı ibadetlerle birlemek ve şirki terk etmektir.
Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şahadetin manası; Allah’ın Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in dili üzere şeriat yaptığı hükümlere iltizam göstermektir. Allah’a ibadet de budur. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bir adam gelerek:
−Ya Rasulullah! Bana cennete girip ateşten kurtulacağım bir amel göster dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Allah’a ibadet et ve O’na hiçbir şeyi ortak koşma...” buyurdu.
Dolayısıyla Allah’a ibadet etmek ve ona şirk koşmamak; La ilahe illallahın manasıdır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah’tan başka ilah olmadığını bil ve kendi günahın için Allah’tan bağışlama dile...” Muhammed 19ayette kast edilen mana, bil ki ibadete yegâne layık Odur. Onun gayrine ibadet uygun değildir demektir.
Müşriklerin La ilahe illallahı reddetmeleri, onun manasını bize açıklamaktadır. Onların o kelimeyi reddetmeleri, ilahlarını iptal ettiği ve kendilerinin de delalette olduğunu açıkladığı içindir. Onların: “İlahları bir tek ilah mı yaptı? Bu cidden tuhaf bir şeydir.” Sa’d 5demeleri de bundandı. Allah-u Teâlâ onların halini şöyle haber vermektedir:
“Onlara: Allah’tan başka ilah yoktur dendiği zaman, büyüklük taslarlardı. Delirmiş bir şair için biz ilahlarımızı mı terk edeceğiz? derlerdi.”
Saffat 35, 36
O kutlu kelimenin, ilahlarını iptal ettiğini, onların sahte ve ibadet edilmeye layık olmayan batıl birer ilah olduğunu, gerçek ilahın ise sadece Allah-u Teâlâ olduğunun manasına geldiğini iyi biliyorlardı. Onların zarardan korunma ve yardım görme amacıyla ağaçlara, taşlara, ölülere vb. şeylere tapınmaları batıldır.
Çünkü mahlûkatın tamamı Allah’ın mülkü ve tasarrufu altındadır. Dolayısıyla onların ne bir zarar ne de bir fayda verme gücü yoktur. Aksine onların hepsi Allah’ın kuludur. Onlardan hiçbiri ibadet edilmeye layık değildir. Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“İlahınız tek bir ilahtır, ondan başka ilahınız yoktur, O Rahmandır, Rahimdir.”
Bakara 163
“İlahınız kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.” Ta-Ha 98Her mükellefin bu meseleyi iyi anlaması gerekir. Dinin aslı ve esası sadece Allah’a ibadet etmektir. Çünkü Allah-u Teâlâ cinleri ve insanları bunun için yaratmıştır. İnsanların birçoğu ne yaparsa yapsın, La ilahe illallah demenin kişinin müslüman olması için yeterli olacağı zannediyor. Bu büyük bir cehalet ve gaflettir. La ilahe illallah, sadece dille söylenen bir kelime değildir.
Aksine bu kelimenin dille söylendiği gibi, onun gereği amellerin de tatbik edilerek, gerçekleştirilmesi şarttır.Kul şirk işleyerek yahut Allah’a ibadet etmeyerek, Allah ile kavgalı olduğu halde La ilahe illallah derse, o kimse bu kelimenin gereğini yerine getirmemiş olur. Bu mübarek kelimeyi münafıklar da hatta onların reisi Abdullah b. Selul da söylüyordu. Bununla beraber onlar ateşin en alt tabakasındadır. Allah şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Onlar için hiçbir yardımcı bulamazsın.” Nisa 145bunun sebebi onların kalpleriyle küfrettikleri halde dilleriyle o kelimeyi söylüyor onun gereğine itikat etmiyorlardı. Dolayısıyla salt dilleriyle o kelimeyi söylemeleri onlara fayda vermedi. Yahudi, hristiyan ve putperestler de La ilahe illallah dedikleri halde münafıkların yolu üzeredirler.
Manasına inanıp ibadeti Allah’a has kılarak Onun şeriatına bağlanana kadar bu kelime onlara fayda vermeyecektir. Museylemetu’l-Kezzab, Esvedu’l-Ansi, Muhtar bin Ebi Ubeyd Es-Sakafi gibi yani Yemame ehlinden Museylemeye, Yemen ehlinden Esvedi’l-Ansi’ye ve Irak ehlinden Muhtar’a tabi olanlar gibi nebilik iddiasında bulunan kimselere tabi olanlar da “La ilahe illallah Muhammade’r-Rasulullah” diyorlardı. Onlar Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den sonra nebilik iddia edenleri tasdik ettikleri için küfre girip, mürtet oldular. Zira onlar bu tutumlarıyla Allah’ın şu ayetini yalanlamış oldular:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değildir, fakat Allah’ın rasulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.”
Ahzab 40
Bu yalancı nebileri, nebilik iddiasında tastik ettikleri için küfre girmiş ve kendilerine savaş açılmaya müstahak olmuşlardır.
Batılın davetçilerine akıllı kimselerin aldanması yaraşmaz. Onlar Allah’tan gayrına dua eden, Allah’a gayrıyla dua eden, Allah’a gayrıyla şirk koşan, Allah’ı bırakarak yaratılmış mahlûklara kulluk eden davetçilerdir. Bu amellerle birlikte hala küfre düşmediklerini zannetmekteler. Çünkü onlar La İlahe İllallah demekteler. Evet dilleriyle onu diyorlar fakat amelleri ve küfri sözleriyle onu bozuyorlar. Dilleriyle La İlahe İllallah diyorlar, Allah’a şirk koşmalarıyla o sözü ifsat ediyorlar.
Allah’tan gayrına ibadetleri sebebiyle La İlahe İllallah demeleri onların ne kanlarını ne de mallarını korumamıştır.
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma)Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Onun Rasulü olduğuna şehadet, namazı ikame, zekâtı eda edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslam’ın hakkı mukabili olmak, müstesnadır. İnsanların gizli işlerinden dolayı olan hesapları da Allah’a aittir.”
Buhari 178, Müslim 22/36
Bu hususların gerekliliğini Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)işte böyle açıklamıştır. Tarık bin Eşyem’in babası tarikiyle rivayet ettiği hadiste ise, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Herkim Allah’tan başka hak ilah yok der ve Allah’tan gayrı ibadet olunan şeyleri tanımazsa onu malı ve kanı haram (dokunulmaz)dır. Hesabı Allah’a aittir” buyurmuştur.
Müslim 23/37
Diğer bir rivayette ise Rasulü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Herkim Allah’ı birler ve Allah’tan gayrı ibadet olunan şeyleri tanımazsa onun malı ve kanı haramdır. Hesabı da Allah’a aittir”buyurmuştur.
Müslim 23/38
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu ve benzeri hadislerle, Allah’ı birlemek Ona ihlâslı olmak; Allah’tan gayrına ibadeti reddetmek; Ondan gayrını inkâr ve ondan beri olmanın şart olduğunu; ifade ederken şehadet getirmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi ve İslam’ın diğer vecibelerini yerine getirmeyi açıklamıştır. Gerçek İslam işte budur.
Bunun zıddı ise Allah’a isyandır. Bu esasa gereği gibi sarılıp onun üzerinde yürümek gerekmektedir. Nerede olursan ol Allah’ın farz kıldığı hakları eda edip haram kıldığı şeyleri de terk ederek Allah’ı birlemen ve ibadeti Ona has kılman gerekir. Bu şekilde hareket ettiğin zaman müslüman olur, Allah’ın dünya ve ahiret sevabına mazhar olup Onun ikramını elde edersin. Bu sebeplerden dolayı Allah-u Teâlâ:
“Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat 56buyurmuş ve onları yaratmadaki hikmeti beyan etmiştir. Onlar, abes ve başıboş yaratılmamışlardır. Aksine büyük bir iş için halk edilmişlerdir. Allah’a kulluk etmek ve Ona hiçbir şeyi ortak koşmamak, dua, korku, ümit, namaz, oruç, kurban kesme, nezir yapma vb. ibadetleri sadece Ona has kılmak için yaratılmışlardır. Aynı zamanda bütün Resuller de bu gibi ibadetlerle gönderilmişlerdir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Yemin olsun biz, her millet içinde Allah’a kulluk edin taguta tapmaktan kaçının diye bir elçi gönderdik...”
Nahl 36
İslam’ı bozan her hangi bir fiili işleyen kimse, La İlahe İllallah kelimesinin manasını iptal etmiş olur. Çünkü bu kelime sahibine Allah’ı ibadetlerle birlemeyi ve bunda samimi olmayı gerektiriyor. La İlahe İllallah ın anlamını bozucu bir şeyi yapmazsa bu kelime sahibine fayda verir, Allah’ın ikramına, dünya ve ahiret saadetine erer. Fakat bir kimse, La İlahe İllallahın manasını söz veya amelle bozarsa, o kelime sahibine saate bin kere dese de asla fayda vermez.
O kimse La İlahe İllallah Muhammede’r-Rasulullah dese, namaz kılsa, oruç tutsa, zekât verse, hacca gitse buna rağmen Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ve sahabe zamanında ortaya çıkıp kendisini nebi olduğunu iddia eden Müseylemetü’l-Kezzab için onun nebiliği doğrudur dese, o kimseye amellerinin hiç biri fayda vermez.
Irak’ta nebi olduğunu iddia eden Muhtar bin Ebi Ubeyd için o sadık bir nebidir, ona karşı savaşanlar hata etmişlerdir diyen kimseler veya Yemen’de nebilik iddiasında bulunan Esved’il-Ansi veya ondan sonra ortaya çıkan yalancı Nebiler hakkında o sadık bir nebidir diyen bir kimse La İlahe İllallah dese ve bunu binlerce kez tekrarlasa da kâfirdir, La İlahe İllallah ona fayda vermeyecektir.
Şeyh Bedevi, Hüseyin İbni Ulvan, Abdulkadir Geylani vb. kimselere ibadet eden, onlara bir şeyler nezreden, onlardan medet ve yardım talep eden kimseler La İlahe İllallah dese de onlara bu kelime fayda vermeyecektir. O gibi kimseler bu fiilleriyle La İlahe İllallahın manasını bozarak sapıklığa düşmektedirler.
Bir kimse, La İlahe İllallah dese, namaz kılsa, oruç tutsa buna karşılık Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e sövse onu küçük görse onunla eğlense, risalet görevini gereği gibi tebliğ etmedi dese veya ayıplardan herhangi bir ayıpla Rasulullah’ı ayıplasa o kimsede kâfir olur. O gibiler, isterse binlerce kez La İlahe İllallah desin, namaz kılsın, oruç tutsun durum aynıdır. Çünkü bu gibi fiiller ve sözler kulun dinini iptal eden itikadını bozan şeylerdir. Bundan dolayı âlimler, kitaplarında ‘Mürtedin hükmü’ başlığı altında bir bölüm açmaktadırlar. Mürtet diye; İslam’a girdikten sonra tekrar küfre giren kimseye denir.
Âlimler o kısımda itikadı bozan şeylerin çeşitlerini zikretmektedirler. Bizim, biraz önce zikrettiğimiz şeyler de o kısımdandır. Başka bir kimsede La İlahe İllallah dese ve namazın vucubiyetini inkâr ederek namaz vacip değil, dese veya oruç tutmak vacip değil, zekât vermek vacip değil, hac etmek vacip değildir dese, müslümanların icmasıyla küfre girer, La İlahe İllallah demesi ona fayda vermez.
Farziyetini inkâr ettiği halde namaz kılsa veya oruç tutsa bunlarda o kimseye fayda vermez. Bir kimse de namaz kılsa, oruç tutsa ve ibadet etse fakat zina helaldir veya ümmet haramlılığına icma ettiği bir şeye helal dese bu kimse de müslümanların hepsinin yanında küfre girmiş, bu sözüyle dinini bozmuştur. Her ne kadar bu kimse La İlahe İllallah Muhammeder Rasulullah diye şehadet getirse, namaz kılsa ve oruç tutsa da zinayı helal sayarak Allah’ı şu ayette yalanlamaktadır.
“Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, açık bir fuhşiyat ve çok kötü bir yoldur.”
İsra 32
Bir kimse, içki ve kumar helaldir dediği halde namaz kılsa, oruç tutsa ve La İlahe İllallah dese bu tutumuyla bütün müslümanların yanında küfre girmiş ve müşrik olmuştur. Çünkü o kimse Allah-u Teâlâyı şu ayetinde yalanlamaktadır.
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (heykeller, üzerine işaretler konmuş) şans okları şeytanın işi birer pisliktir. Bundan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”
Maide 90
Şarap, kumar vb. şeylere helal diyen kimse, müslümanların beldelerinden uzak bir yerde yetişip o hükümleri bilmeyen biriyse biz ona bu hükümleri şer’i delillerle beyan eder açıklarız. O kimse zina, içki ve benzeri haramlığında icma olan şeylerin helâlılığında ısrar ederse, müslümanların icmasıyla küfre girer. Bu ifadelerden kastedilen La İlahe İllallah Muhammede’r-Rasulullah diyerek İslam’a giren kişinin bunları bozan şeyleri yaptığında bu kelimenin onun kanı ve malını korumaya yetmeyeceğinin bilinmesidir.
Bir kimse namaz kılsa, oruç tutsa, diğer ibadetleri yapsa ve bir oturuşta binlerce kez bu kelimeyi söylese bununla beraber annesiyle veya kızıyla vb. kimselerle cinsi münasebetin kendisine helal olduğunu söylese müslümanların hepsinin yanında küfre girmiş ve Allah’ın haram yaptığı bir şeyi helal yaptığından dolayı kâfir olmuştur.
Bir kimse nebilerden bir nebiyi yalanlasa ve Muhammed Allah’ın Rasuludur, ben buna iman ediyor, Allah’ı birliyor ve La İlahe İllallah diyorum. Ancak Meryem oğlu İsa’nın yalancı olduğu, onun Allah Rasulu olmadığını söylüyorum dese, müslümanların icmasıyla küfre girer. Nebiliğine nas olan Musa, Harun, Davud, Süleyman, Nuh, Hud, Salih vb. nebiler için, onlar nebi değildir dese ve onlara sövse, icmaen küfre girer.
La İlahe İllallah Muhammede’r-Rasulullah demesi, namaz kılması ve oruç tutması ona fayda vermeyecektir. Çünkü o kimse Allah ve Rasulunu yalanlayıcı fiilleri yapmış, rasullere de tan etmiştir. Bir kimse Allah-u Teâlânın namaz, oruç vb. şeriat yaptığı her şeyi yerine getirerek Ona kulluk etse, fakat zekât farz değildir; dileyen verir, dileyen vermez dese, müslümanların icmasıyla küfre girer.
Aynı zamanda o kimse kanı akıtılmaya müstahak mürtetler durumuna düşer. Çünkü bu kimse zekât farz değildir diyerek Allah’a muhalefet etmektedir. Allah-u Teâlâ:
“Namazı kılın, zekâtı verin.” Bakara 43buyurmaktadır.
Mümin dininden basiret üzere olmalıdır. Muhammede’r-Rasulullah’a şehadetle beraber La İlahe İllallah’ ın dinin aslı milletin esası olduğunu, onlar olmadan din ve imanın olmayacağını bilmelidir. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in getirdiği şeylere inanarak onlara iltizam göstermek, Allah ve Rasulünün haber verdiği şeyleri tastik etmek, Allah’ın koyduğu sınırını aşmamak gerekir. Bu hususları âlimler kitaplarında beyan etmişlerdir. Bu aynı zamanda ehli ilim arasında icma meselesidir.
Değerli Kardeşim! Sana yaraşan basiret üzere olman, kabirleri tazim eden ve Allah’tan gayrına ibadet eden cahil sapıklara aldanmamandır. Onların dünya hayatındaki say-u gayretleri boşa gitmektedir. Dinlerini bilmediklerinden Allah ile beraber başka varlıklara da ibadet etmektedirler.
Bununla beraber küfre girmediklerini zannediyorlar. Çünkü onlar La İlahe İllallah diyorlar. Oysa onlar, La İlahe İllallahı şirki söz ve amelleriyle bozmaktadırlar. Dinin aslı olan şehadet kelimesinin manası, İslam’ı nakzeden bir fiili işleyen kimse hakkında bozulmuştur.
Bir kimse La İlahe İllallah Muhammede’r-Rasulullah dese, namaz kılsa, oruç tutsa ve benzeri amelleri yapsa, buna rağmen cennet veya cehennem gerçek değildir, cennet ve cehennem hakikati olmayan boş sözlerdir dese o da müslümanların icmasıyla küfürdedir.
Bir kimse, namaz kılsa, oruç tutsa, kendini şirki terk eden muvahhid bir müslüman olduğunu iddia etse, buna karşılık amellerin tartılacağı terazi, kıyamet vb. şeylerin aslı yoktur dese bu kimse de müslümanların indinde mürtet ve kâfirdir.
Bir kimse, Allah gaybı bilmez veya Allah eşyayı mahiyeti üzere bilmez dese bu sözden dolayı o kimsede kâfir olur. Çünkü Allah’ı “...Allah her şeyi bilendir.” Mücadele 7ayeti ve bu ayetin manasına gelen başka ayetlerde yalanlamaktadır. Bu kimse aynı zamanda Rabb’ini noksan görmekte ve ona hakaret etmektedir.
Ey Kardeş! Bu açıklamalardan sonra La İlahe İllallah Muhammede’r-Rasulullah’ın dinin aslı olduğunu bilmelisin. Bununla beraber şehadet kelimesinin söyleyen bir kişi, onun hükmünü bozan bir şey yaptığında o kelimenin kendisini koruyamayacağını o kelimeye ek olarak Allah’a meleklerine, kitaplarına, Rasullerine, ahiret gününe, kadere, onun hayrına ve şerrine de iman etmenin gerektiğini bilmelidir.
Bunlara ek olarak Allah’ın farzlarını eda ve haramlarını da terk etmek lazımdır. İtikadı bozan hususlardan birini irtikâp eden kimse için La İlahe İllallah sözü hükümsüz olup küfre girebilir. Bir kimse, haramlılığına inandığı sürece masiyetlerden zina, içki vb. büyük günahlardan bir masiyeti işler ama şirkten uzak kalırsa, o kimse tekfir edilmez.
Fakat o kimsenin imanı bu fiilleri işlediğinde zayıflar ve günahkâr olur. Bu şekildeki kimsenin dini noksan imanı da zayıftır. O kimse ateşe girme ve orada azap görme yönü ile tehlikededir. Onların Allah’ın meşietine göre ateşte kalma ve oradan çıkma müddeti vardır. Sonra öyle kimseler, ateşe girmekten emin olamazlar, aksine ateşe girme tehlikeleri vardır. Çünkü onların imanı zayıftır. İmanlarını çeşitli masiyetlerle noksanlaştırdılar ve onlardan tevbe etmeden öldüler.

Allah’a Muhalefet İki Kısma Ayrılır

Birinci: İrtidat gerektirip İslam’ı tamamen bozan ve sahibini kâfir yapan hususlardır. Bunların açıklaması geçti.
İkinci: İslam’ı tamamen iptal etmeyen fakat onu noksanlaştırıp zayıflatan ve tevbe etmediği sürece sahibini Allah’ın gazabı ve cezalandırması gibi tehlikeye atan kısmıdır. Bu kısım masiyetleri irtikâp eden kişi, onları masiyet olarak bilir, fakat onu helal saymazsa Allah’ın masiyetindedir.
Dilerse azap eder dilerse affeder. Mesela zina, içki, ana babaya asi olma, vb. masiyetler üzere ölen kimseler bu kısma girerler. Bu kimseler, Allah’ın dilemesi altındadırlar. Allah, onları dilerse azap eder, dilerse affeder. Bu hususta Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşanda uzak bir sapıklığa düşmüştür.”
Nisa 116
Kişi bu masiyetleri helal sayıp irtikâp etmediği için onları işlemekle küfre girmez. Çünkü o kimse bu fiilleri hevasına ve şeytana tabi olduğu için işlemiştir. Ancak kim bu masiyetleri helal sayarsa izah edildiği gibi o kimse küfre girer.
Bu meselelere mükelleflerin dikkat etmesi için onların uyarılması ve sakındırılması gerekmektedir. Dolayısıyla müslümanın dinini iyi bilmesi gerekiyor. Buraya kadar izah etmeye çalıştığım meseleler, Ehl-i Sünnetin, Sahabelerin ve onlara güzellikle tabi olan âlimlerin ifadeleridir. 

1 NCİ DÜNYA SAVAŞI NEDENLERİ VE BAŞLANGICI


1 NCİ DÜNYA SAVAŞI NEDENLERİ VE BAŞLANGICI
I. Dünya Savaşı, 1914 yılında Avrupa’da başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle "dünya savaşı" olarak adlandırılmıştır. 1914’te başlayan savaş 1918 yılında sona ermiştir.
Savaşın nedenleri ve başlangıcı

Almanya, ekonomisi için kendisine "hayat alanı" olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu seçmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurup, İngiltere’nin Hindistan yolu için büyük tehlike olan, "Bağdat Demiryolu" projesini kabul ettirmişti. Böylece Üçlü İttifakla, Üçlü İtilafın çatıştığı önemli bir alan da Osmanlı İmparatorluğu oluyordu. 1905 yılından itibaren Almanya’nın her olayda karşı tarafla arası açıldı. Fas Buhranları’nda bir şey elde edemeyen Almanya, Balkan Savaşları’nın çıkmasına da engel olamadı. Oysa, Balkan Savaşı Almanya’ya ekonomik açıdan büyük zarar vermişti. Ayrıca Bağdat-Berlin Demiryolu’nun gerçekleşmesi de, Almanya ile Bulgaristan’ın dost olup olmamalarına bağlı idi. 1914 yılına gelindiğinde blokların çatışmasının temel sorunları olan ekonomik çıkar, Alses-Loren sorunu, üstünlük kurma, deniz silahlanması, Fas Buhranları, Bağdat Demiryolu sorunu, Balkanlar’da Avusturya-Rusya çatışması, Balkan Savaşı gibi nedenlerden dolayı savaşın çıkması yalnızca bir bahaneye bakıyordu.

Savaşın yakın nedeni de hazırdı. Avusturya’nın Sırbistan üzerindeki üstünlüğünü sürdürmek ve kendi sınırları içindeki Sırpların yaşadığı şehirleri kaybetmemek için her fırsatta Sırbistan üzerine baskı yapıyordu. Bu sürtüşmeler, 28 Haziran 1914’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinant ve eşinin bir Sırplı tarafından öldürülmesi nedeniyle dünyayı 4 yıl kana bulayacak bir savaşa dönüştü.

Sırp sorununu kökünden çözmek isteyen Avusturya, Almanya’nın da ayni görüşte olduğunu öğrenince Sırbistan’a 23 Temmuz’da sert bir nota verdi. İçişlerine karışma hükümleri taşıyan bu nota, Rusya’nın Sırbistan’ı yalnız bırakırsa, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde Almanya-Avusturya egemenliği kurulacağı endişesiyle Sırbistan’ı desteklemesi üzerine reddedildi. Rus desteğini sağlayan Sırbistan seferberlik ilan edince de, Avusturya Sırbistan’a 28 Temmuz’da savaş ilan etti. Almanya’nın uyarılarına rağmen Rusya’nın 30 Temmuz’da seferberlik ilan etmesi üzerine, Almanya 1 Ağustos’ta Rusya’ya savan ilan etti. Ayni tarihlerde Fransa da seferberlik ilan etmişti. Fransa’ya Belçika üzerinden saldırmayı planlayan Almanya Belçika’ya bir nota vererek, bütün zararlarının ödeneceğini ve toprak bütünlüğüne dokunulmayacağı konusunda güvence vererek, topraklarından geçiş izni istedi. Belçika bunu reddedince de 3 Ağustos’ta Belçika’ya saldırdı. Bunun üzerine İngiltere 4 Ağustos’ta Almanya’ya bir nota vererek Belçika’yı boşaltmasını istedi. Almanya bu isteği reddedince, İngiltere ayni gece Almanya’ya savaş ilan etti. Böylece Avrupa Savaşı çıkmış oldu.

Başlangıçta hemen herkes bu savaşın 19. yy.daki gibi cephe savaşları olacağını, en çok 1-1,5 yıl süreceğini sanıyorlardı. 1871’den beri Avrupa uzun bir barış dönemi geçirmişti. Bu arada ekonomik ilişkiler, teknik buluşlar savaş sanayiinin gelişmesi ile yeni savaş silahlarının tahrip gücü artmış, savaş yöntemleri değişmişti. Bu savaş yalnız Avrupa topraklarında kalsaydı belki bu tahminler doğru çıkabilirdi. Fakat savaşın gerek yer, gerekse zaman bakımından sınırlarını büyüten bir olay oldu. Osmanlı İmparatorluğu kısa bir süre sonra savaşa katildi. Bu yüzden savaş bir Dünya Savaşı niteliği kazandı

Osmanlı’nın savaşa girişi
Osmanlı hükümeti Almanya ile ittifak anlaşmasının imzalandığı gün genel seferberlik ilan edilmişti.(2 Ağustos 1914) Bu karardan iki gün sonrada Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti. Almanya Osmanlıyı bu tarafsızlıktan ayırmak ve Almanya safında savaşa katılmaya zorlamıştır. Çünkü Osmanlı savaşa girerse yeni cepheler açılacaktı ve Almanya kendi yükünü hafifletmiş olacaktı. Ayrıca Osmanlı Devleti Süveyş Kanalı’nın denetimini ele geçirirse, İngiltere sömürgelerine giden yol kapatılmış olacaktı. Diğer taraftan Almanya, Osmanlı padişahı’nın halifelik nüfusundan yararlanarak İngiliz sömürgelerindeki Müslümanlar’ı da etkilemeyi düşünüyordu. Boğazların denetiminin Osmanlının denetimi altında olmasıyla da Rusya’ya gidebilecek yardım engellenecek ve Rusya saf dışı bırakılacaktı.
Bu sırada Akdeniz de İngilizlerden kaçan iki Alman savaş gemisi (Goeben-Breslav), Çanakkale’yi geçerek Osmanlılara sığındı. (10 Ağustos 1914) İngiltere bu gemilerin teslim edilmesini istedi. Aslında Osmanlı Devleti tarafsızlığını koruması için, bu iki gemiyi elinde tutarak mürettebatını göz altına alması gerekirdi. Daha önceki yıllarda İngilizlere ısmarlanan “Sultan Osman ve Reşadiye” harp gemilerinin taksitinin ödendiği halde, Osmanlıya verilmemesi üzerine donanmamızın yükünü hafifletmek için, bu iki Alman gemisinin “Yavuz ve Midilli” adi verilerek satın alındığı söylendi.
Bunu tanımayan İngilizlerin Çanakkale Boğazı’na Abluka koyması, karakol görevi yapmak için dışarı çıkan savaş gemimize ateş açması yüzünden boğaz kapatıldı.(27 Eylül 1914) Kabine üyelerinin büyük bir bölümünün harp taraftarı olmadığı halde, Alman Amirali Souchon, Harbiye Bakanı ve Başkomutan Enver Paşanın uygun görmesiyle, Türk Donanması Karadeniz’e çıkarıldı. Donanma Rus gemilerini batırma ve Rus limanlarını (Odesa, Sivastopol) topa tutmaya başlayınca ,Rusya Osmanlıya karşı 2 Kasım 1914 de savaş ilan etti. 5 Kasım 1914‘te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne harp ilan ettiler. Osmanlı devletinin buna 14 Kasım 1914 de “cihad” (din uğruna savaş) ilan etmekle cevap verdi.
Boğazların Rusya’ya Verilmesi
Savaş çıktıktan sonra Çar’ın yaptığı açıklama ile, Rusya’nın bu savaşta en büyük kazancının Boğazlar olacağı anlaşılmıştı. Yaklaşık 120 yıldan beri Boğazları koruyan İngiltere ve Napolyon’un "Boğazlar tek başına bir ülke eder" sözü ve Akdeniz sınırlarının ve güvenliğinin Boğazlarda başladığını belirten Fransa, Rusya’nın Boğazları ele geçirmesini engellemek için 120 yıldır Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı korumuşlardı. Hatta Kırım Savaşı’na fiilen katılmışlardı. Fakat simdi Alman tehlikesi karşısında, her ikisi de Rusya’yı kendi yanlarına almak için her şeye razı oluyorlardı. Çar, İngiltere ve Fransa’nın bu durumundan yararlanarak, Boğazların mutlaka Rusya’ya ait olacağını kabul ettirdi.
Çanakkale Savaşı’nın başlamasından sonra Rusya endişeye düştü. Eğer İngiltere ve Fransa Boğazları ve İstanbul’u ele geçirirse, onları oradan bir daha çıkarmak mümkün olamazdı. Hele İngiltere’nin ve Fransa’nın Yunanistan’ı da Çanakkale Savaşı’na katmak için baskı yapmaları, İngiltere Ege ve Boğazları Yunanistan’a vereceği endişesini doğurdu ve Rusya’nın tepkisine yol açtı. 4 Mart 1915’de İngiltere ve Fransa’ya verdiği notalarla, İstanbul ve Marmara Denizi Rusya’ya katılacak, İmroz ve Bozcaada için ise Rusya’nın oyuolmadan karar alınmayacaktı. İngiltere ve Fransa bu Rus notasından hoşlanmamakla beraber, Alman tehlikesi karşısında, 12 Mart 1915’de İngiltere ve 10 Nisan’da da Fransa Rus isteklerini kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık da Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğudaki çıkarlarını kabul ediyordu.
İtalya’nın savaşa katılması
Avusturya, 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a nota verirken İtalya’ya haber vermemişti. Almanya, İtalya ile iyi geçinmesi için Avusturya’yı uyarmasına ve İtalya’ya ödün vererek desteğini sağlamasını istemesine rağmen Avusturya bu uyarıyı dikkate almamış ve İtalya’ya danışmadan Sırbistan’a savaş ilan etmişti. Almanya ve Avusturya, İtilaf Devletleri’ne savaş ilan edince, İtalya 3 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etti. Avusturya’nın İtalya’ya hiç ödün vermemesi İtalya’nın tarafsız kalması için yeterli değildi. İtalya’nın içte huzuru yoktu. Ülkü yanlısı olanlar, savaşın nimetlerinden yararlanmak için mutlaka savaşa girilmesini savunuyorlardı. İtalya 3 Ağustos tarihli tarafsızlık kararını açıklarken, İtilaf Devletleri’ne, iyi bir öneri yapılırsa İtalya’nın, onların yanında savaşa katılabileceğini de hissettirmişti. 4 Ağustos’tan itibaren de Petersburg ile ilişki kurdu. İtalya’nın amacı, kim daha çok çıkar sağlarsa onun yanında savaşa katılmaktı. Kaldı ki Alman-Avusturya tarafının savaşı kazanması durumunda İtalya’nın çıkarı bulunmuyordu. Çünkü İtalyan çıkarları ile Avusturya çıkarları çakışıyordu. İngiltere, Fransa ve Rusya İtalya’ya 12 Ağustos’ta Trentino, Trieste ve Vallona’yi önerdiler, fakat bunu yazılı sekle dönüştürmek istemiyorlardı. Ayrıca Fransa’nınve İtalya’nın askeri yardim istemesi üzerine görüşmeler kesildi. Bu sefer Avusturya ile görüşmelere başlayan İtalya, İtilaf Devletleri’nin endişeye düşürüp daha fazla pay almak istiyordu. Rusya’nın Adriyatik’teki İtalyan çıkarlarına karşı çıkması da İtilaf Devletleri ile İtalya’nın anlaşmasını geciktiriyordu. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’ye saldırması ve Boğazların Rusya’ya verildiğinin anlaşılmasından sonra İtalya, İngiltere, Fransa ve Rusya ile yeniden görüşmelere başladı ve 26 Nisan 1915’te Londra’da yapılan antlaşma ile Adriyatik’te istediği çıkarları İtalya elde etti. Ege’deki 12 ada veriliyor ve Anadolu’nun paylaşılmasında ise Antalya bölgesi İtalya’ya kalıyordu. Yine bu antlaşmaya göre İtalya, sömürgesi olan Trablusgarp ve Eritre’de topraklarını genişletebilecekti. İtalya buna karşılık bir ay içinde savaşa katılacaktı. İtalya bu antlaşmadan bir ay sonra, 20 Mayıs’ta Avusturya’ya savaş ilan etti. Ağustos ayında bile Almanya ve Osmanlı Devleti ile savaş durumuna girdi. Görülüyor ki; İtalya’nın savaşa katılması için Anadolu topraklarından çok önemli bir bölüm savaş nimeti olarak kendisine verilecekti. İtalya’nın Anadolu üzerindeki isteklerini ise Almanya kabul edemezdi. Nasıl ki, Rusya’yı kendi yanına çekmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya’ya Boğazları ve Doğu Anadolu’yu veriyorsalar, İtalya’yı da kendi yanlarına çekmek için yine Türk topraklarını vaat ediyorlardı.
Bulgaristan ve Romanya
Bulgaristan bu savaşa, Balkan Savaşı’nda Yunanistan, Sırbistan ve Romanya’ya kaptırdığı toprakları geri almak ve Ege Denizi’ne inmek için katılmak istiyordu. Onun bu isteklerini ise ancak İttifak Devletleri gerçekleştirebilirdi. İtalya’nın çıkarları nasıl İtilaf Devletleri yanında ise, Bulgaristan’ınki de İttifak Devletleri’nin yanındaydı. Savaşın başında duraksayan Bulgaristan, İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’de hem de Almanya’dan yeterli silah ve malzeme almamış olan Osmanlı Devleti’ne yenilmeleri üzerine kararını verdi. İsteklerinin İttifak Devletleri tarafından kabul edilmesi üzerine Bulgaristan, Ayastefanos Antlaşması ile gerçekleştiğini gördüğü "Büyük Bulgaristan" ni yaratmak amacıyla 6 Eylül 1915’te İttifak Devletleri’yle antlaşma imzaladı ve 12 Ekim’de Sırbistan’a savaş ilan etti. Böylece Berlin’den Bağdat’a uzanan zincirin halkaları birbirine bağlanmış oldu.
1915’den itibaren Rus baskısı altında bulunan Romanya ise kim kendisine daha çok ödün verirse onun yanında savaşa katılmak isteğinde idi. Fakat bir yandan Alman-Avusturya, diğer yandan Rus tehdidi altında bulunuyordu. Avusturya’nın ödün vermek yerine Sırbistan işgalini örnek gösterip Romanya’yı tehdit etmesi Romanya’nın İtilaf Devletleri’ne kaymasına yol açtı. 17 Ağustos 1916’da Romanya İtilaf Devletleri’yle anlaştı. Ağustos sonunda da savaşa katildi. Rusya’da ihtilal çıkmasından sonra yalnız kalan Romanya’yı İtilaf Devletleri’nin galibiyeti kurtardı.
Rusya’da Devrim
1917 yılının en önemli olaylarından birisi Rusya’da devrim çıkması oldu. Birinci Dünya Savaşı Rusya’da büyük bir yokluk ve sefalete yol açtı. Boğazların kapalı olusu yüzünden dış yardim alamıyordu. 1916-1917 kışı ise çok sert geçmiş, açlık ve yakacak, giyecek bulunamaması bütün Rusya’yı etkilemişti. 8 Mart 1917’de Petersburg’da gösteriler başladı. Grevler yaygınlaştı. 12 Mart’ta "İsçilerin ve Askerlerin Sovyet’i" kuruldu. Komutanlar da Çar’a tahttan ayrılmasını öneriyorlardı. 15-16 Mart’ta Çar tahttan ayrıldı. Devrimci Hükümet kuruldu. Nisan’da Petersburg’a gelen Lenin "Ekmek, barış, özgürlük" sloganıyla geniş kitlelerin desteğini sağladı.
Devrimci Sosyalistlerden Harbiye Bakanı Kerensky’nin Temmuz’da Alman cephesinde taarruzu başarısızlıkla sonuçlanınca yeni ayaklanmalar patlak verdi. Bolşeviklerin lideri Lenin kaçtı ve Trotsky tutuklandı. Hükümet düştü, Kerensky Başbakan oldu ve 14 Eylül 1917’de de Cumhuriyet ilan edildi. Artık ülkenin iç durumu iyice karışmıştı. Hükümet hala savaştan vazgeçmemekle en büyük hatasını yaptı. Köylülerin ayaklanması ile tüm Rusya karıştı. Bundan yararlanan Bolşevikler (aşırıcılar) ordunun da devrime karışmasından yararlanarak, "Askeri Devrim Komiteleri" kurdular. 7 Kasım 1917’de Hükümet darbesi ile Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler ve 8 Kasım’da Lenin Petersburg’a geldi
ABD’nin savaşa girmesi
1917 Devrimi dolayısıyla Rusya’nın savaşın dışında kalması Almanya ve Osmanlı Devleti’ne umut verdi. Fakat bu uzun sürmedi. Almanya’nın başlattığı denizaltı savaşı dolayısıyla birçok A.B.D. gemisinin batırılması Almanya ile A.B.D.’nin arasını iyice açtı. Diğer yandan 1917 yılında Almanya, Meksika’yı A.B.D. ye karşı savaşa kışkırttı ve Almanya Japonya arasında ittifak önerisinde bulundu. Ancak bu yazışmaları ele geçiren İngiltere, durumu A.B.D. ye bildirince, denizaltı savaşı yüzünden zarar gören A.B.D. 2 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etti
Yunanistan’ın savaşa girişi
1917’nin Türkiye’yi ilgilendiren yeni bir gelişmesi, Yunanistan’ın savaşa katılması oldu. Savaşın başından beri dışta kalmayı başaran Yunanistan’da Venizelos savaş yanlışı idi. Fakat Kral Konstantin Alman İmparatoru’nun eniştesi idi. Almanya’ya sempatisi vardı. Akdeniz’de İtilaf Devletleri güçlü olduğu için Kral yansız bir politika izledi. Venizelos ise savaşa katılmak istiyordu. İngiltere ve Fransa Yunanistan’a Anadolu’da toprak vaat ediyorlardı. Çanakkale Savaşları’na katılması için daha 1915 yılında Yunanistan’a İzmir vaat edilmişti. Bulgaristan’ın savaşa katılması üzerine, İngiltere ve Fransa Selanik’e asker çıkarınca Başbakan Venizelos itiraz etmedi. Fakat Kral kendisini görevden aldı. O da Selanik’e giderek ayaklanma çıkardı ve ayrı bir hükümet kurdu. 1917 Haziran’ın da İngiliz-Fransız askerleri Atina’ya girince Kral Konstantin oğlu Aleksandr adına tahttan çekildi. Venizelos yeni hükümeti kurdu ve 26 Ekim 1917’de Yunanistan savaşa katildi.
Savaşın Bitişi ve Yapılan Antlaşmalar
Rus İhtilali’nden sonra Bolşevikler Almanya ile barışa hazır olduklarını daha 21 Kasım 1917’de bildirmişlerdi. Diğer yandan, Çarlık Rusya’nın yaptığı tüm gizli anlaşmaları açıklayarak onun emperyalist isteklerini taşımadıklarını göstermek istediler. Rusya’da kurdukları yeni düzeni yerleştirmek için barışa gereksinim duyan Bolşevikler, özellikle Lenin’in baskısı ile 3 Mart 1918’de Almanya, Avusturya ve Devleti ile Brest-Litowsk Antlaşması’nı imzaladı. Avrupa’da Polonya, Kurtlan, Litvanya, Estonya üzerindeki tüm egemenlik haklarından vazgeçen Rusya, Almanya’nın bütün iktisadi isteklerini kabul ediyor ve 1878 yılında ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlı İmparatorluğu’na geri veriyordu. Bu barışla büyük bir bozguna uğradıklarını kabul eden Lenin "Uluslararası proletaryanın ayaklanmasını bekleyeceklerini" belirterek yandaşlarını umutlandırıyordu.
Romanya 1916 Ağustosun da savaşa katıldıktan kısa bir süre sonra, birkaç ay içinde peş peşe yenilgilere uğramış ve memleketin büyük bir kısmı İttifak Devletleri’nin işgali altına girmişti. Ancak arkasını Rusya’ya vererek Sereth hattında bir savunma kurabilmişti. Lakin, Rusya da ihtilalin çıkması, Alman kuvvetlerinin Ukrayna’ya girmesi ve Bolşeviklerin Aralık 1917 de İttifak Devletleriyle mütareke yapmaları Romanya’yı çok güç duruma soktu. Müttefiklerle de bağlantısı kesildiğinden, onlardan herhangi bir yardim almasına da imkan kalmamıştı. Bu sebeplerle İttifak Devletleriyle 1918 Martında mütarekeyi kabul etti. 7 Mayıs 1918’de Bükreş’te barış anlaşması yapıldı.
1918 yılına gelindiğinde, bütün memleketlerde olduğu gibi Bulgaristan’da da savaşa karşı bıkkınlık başlamıştı. Bulgaristan savaşa katıldıktan sonra, Almanya’dan hem mali hem de askeri yardim alıyordu. Fakat Almanya 1918 Ocak ayında mali yardımı, ve Martta da cephane yardımını kesmek zorunda kaldı. Bu güçlüklerin üstüne 1917 Haziranın da Yunanistan’ın savaşa katılması, durumun kötülüğünü daha da arttırdı. 1918 yazı sonralarına doğru müttefiklerin bütün cephelerde taarruza geçmesi, Bulgaristan’la beraber İttifak Devletleri’nin de sonunu getirdi. İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetleri de 14 Eylül 1918 de Vardar Bölgesinde Bulgarlara karşı genel bir taarruza geçince, Bulgaristan çözülüverdi. 29 Eylül 1918 tarihli mütarekesiyle savaştan çekilmek zorunda kaldı.
Osmanlı Devleti Brest- Litovsk antlaşması ile doğuda ki topraklarını istiladan kurtardığı gibi, Kafkasya’da Ermenilerin, Gürcülerin ve Azerbaycan Türkleri’nin Bolşevik Rejimi tanımayarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine bu durumdan faydalanarak Bakû Petrollerini ele geçirmek üzere hareket etti. Ayni amaçla İngiltere de Kafkasya ya asker göndermişti. Osmanlı Devleti Kafkas cephesinde ilerlerken, Filistin ve Irak Cephelerinde durumu kötüleşmekteydi. Filistin Cephesinde İngilizler 1918 Nişanın da Amman’ı ele geçirmek için harekete geçtilerse de bir şey yapamadılar. Bunun üzerine iyice hazırlandıktan sonra Eylül de tekrar taarruza başladılar. İngilizlerin 40 bin kişilik Türk kuvvetine karşı, 200 kistlik bir kuvvetle yaptıkları taarruzlar sonunda Eylül ve Ekim aylarında Amman, Beyrut ve Sam düştü. Yıldırım Orduları Komutanlığına getirilmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’yu savunmak için kuvvetlerini Toroslara çekmeye başladı. Filistin Cephesindeki başarılar üzerine Irak Cephesinde bulunan 447 bin kişilik İngiliz kuvvetleri de Musul’u almak üzere harekete geçti ve İngilizler Mondros Mütarekesi’nden 6 gün sonra 5 Kasım 1918 de Musul a girdiler.Osmanlı Devleti’nin Mütarekeyi kabul etmesinde Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi büyük rol oynadı. Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Filistin ve Irak cephelerindeki yenilgiler üzerine, 1918 Şubatın da sadarete gelmiş bulunan Talat Pasa Kabinesi Ekim ayında istifa etti. İttihat ve Terakkinin on yıllık iktidarı böylece sona erdi. Yeni kabineyi İzzet Paşa kurdu.
Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi üzerine İngiliz ve Fransızlar Trakya’da 7 tümenlik bir kuvvet kurup, İstanbul ve boğazlar üzerine harekete hazırlanıyorlardı. Bu sebeple İzzet Pasa hemen mütareke aradı. Ve mütareke 30 Ekim 1918 de Limni Adası’nın Mondros Limanı’da imzalandı.
Avusturya daha 1919-1917 yıllarında barış aramaya başlamıştı. Almanya’nın yardımı ve barış teşebbüsünün basarisiz olması yüzünden savaşa devam etmek zorunda kalmıştı. Fakat, 1918 yılında Avusturya’nın durumu daha da kötüleşmişti. İçerideki ekonomik sıkıntıların üstüne, 1918 yazında Çeklerin, Sırp-Hırvat-Slovenlerin bağımsızlık hareketleri başladı. İmparator Karl 18 Ekim de milli azınlıkların muhtariyetini kabul ile federal bir sistem kuracağını ilan ettiyse de durumu kurtaramadı. 19 Ekim’ de Paris’teki geçici Çek Hükümeti Çekoslovakya’nın bağımsızlığını ilan etti. Arkasından 24 Ekim’de Macarlarda ayrı bir devlet kurduklarını ilan ettiler. İmparatorluk dağılıyordu. Bu şartlar altında İtalyanların Ekim sonun da taarruza geçmeleri üzerine Avusturya cephesi yarıldı. Asker silahını bırakıp kaçıyordu. Mütarekeden başka çare göremeyen İmparator Karl, 3 Kasım 1918’ de İtalyanlarla Padua civarında Villa Gusti’ de mütareke imzaladılar.
Mütareke İmparatorluğun parçalanmasını hızlandırdı. 29 Ekim’de Prag’da Çekoslovakya Devletinin, yine 29 Ekim Zagreb’de Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devletinin kurulduğu ilan edildi. Bunun üzerine Avusturya Almanları da 30 Ekim’de Avusturya Cumhuriyetini kurdular. Kasım ayı ortalarında da Macarlar Cumhuriyet ilan edince İmparator Karl, tahtsız kaldığından, 18 Kasım’da devlet işlerinden çekildiğini bildirdi.
Almanya’nın batı cephesindeki durumu Eylül ayına kadar iyi gitti. 1918 Mart’ından itibaren Alman kuvvetleri bu cephede taarruza geçti ve bu taarruzlar Temmuz ortalarına kadar devam ederek bazı başarılar elde ettiler. Fakat bu başarılar sonucu etkileyecek nitelikte değildi. Buna karşılık Eylül ayından itibaren Müttefiklerin ağır taarruzları karşısında Almanya 3 Ekim’den itibaren, yani Osmanlı devletinden çok önce, İsviçre vasıtasıyla müttefikler nezdinde barış teşebbüslerinde bulundu. Bu teşebbüsler hemen sonuç vermedi ve bu arada Almanya’nın iç durumu karıştı. Sosyalistler memleketin bir çok yerinde ayaklanmalar çıkardılar.3 Kasım’da Kiel’de donanma askerleri sosyalistlerin kışkırtması ile ayaklanarak “Bahriyeliler Konseyi”’ni kurdular. 7-8 Kasım gecesi de Münih’de İşçi ve Askerler Konseyi kuruldu. 9 Kasım sabahı Berlin’de bir sosyalist ayaklanması çıktı. Yine 9 Kasım günü, Başbakan Max de Bade, İmparatora danışmadan, II. Wilhelm’in tahttan çekildiğini ilan etti ve başbakanlığı sosyalistlerden Ebert’e bıraktı. Ayni gün akşamı Ebert, Reichstag’da Alman Cumhuriyetini ilan etti. Böylelikle II. Richard’in da tarihi bu şekilde kapanıyordu.
11 Kasım 1918’de Almanya Rethondes’da mütarekeyi kabul ve imza etti. Böylelikle Birinci Dünya Savaşı sona erdi.
Kronoloji1914
28 Temmuz: Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilanı.
1 Ağustos: Almanya’nın Rusya’ya savaş ilanı.
2 Ağustos: Lüksemburg’un Almanya tarafından istilası
3 Ağustos: Almanya’nın Fransa’ya savaş ilanı
4 Ağustos: Tarafsız Belçika’nın Almanya tarafından istilası; Karşılığında Birleşik Krallık’ın Almanya’ya savaş ilanı.
10 Ağustos: Avusturya-Macaristan’ın Rusya’ya savaş ilanı.
12 Ağustos: Birleşik Krallık ve Fransa’nın Avusturya-Macaristan’a savaş ilanı
23 Ağustos: Japonya’nın Almanya’ya savaş ilanı
Eylül: Fransa, Britanya ve Rusya’nın Birlik Antlaşması
9 Ekim: Almanyanin Belcikayi fethetmesi. Meydan muharebesinde Belcikanin Antwerp ilinde.
29 Ekim: Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın yanında savaşa katılışı.
2 Kasım: Rusya’nın Osmanlı’ya savaş ilanı.
5 Kasım: Fransa ve Birleşik Krallık’ın Osmanlı’ya savaş ilanı. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...