13 Eylül 2013

HOCA AHMET YESEVİ ve DİVAN-I HİKMET



HOCA AHMET YESEVİ ve DİVAN-I HİKMET

ABDÜLHAK HAMİT TARHAN ŞİİRLERİ


ABDÜLHAK HAMİT TARHAN ŞİİRLERİ

NEYZEN TEVFİK ŞİİRLERİ



NEYZEN TEVFİK ŞİİRLERİ

SU AYNASINDA ÜÇ ŞAİR



SU AYNASINDA ÜÇ ŞAİR

TÜRK ŞİİRİNDE BİR MÜHRE OLARAK YAHYA KEMAL





TÜRK ŞİİRİNDE BİR MÜHRE OLARAK YAHYA KEMAL

ÖMER HAYYAM ŞİİRLERİ





ÖMER HAYYAM ŞİİRLERİ

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ ŞİİRLERİ



MEVLANA CELALEDDİN RUMİ ŞİİRLERİ

TÜRK DÜNYASI ŞİİR ANATOLOJİSİ



TÜRK DÜNYASI ŞİİR ANATOLOJİSİ

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA BEDDUA ŞİİRLERİ ...



CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATINDA 
BEDDUA ŞİİRLERİ ...

FÜTÜHAT-I MEKKİYE





FÜTÜHAT-I MEKKİYE 


ŞEYTANIN (İBLİSİN) SIRLARI ALTI


ŞEYTANIN (İBLİSİN) SIRLARI

ALTI

Kureyş Dar un Nedve’de Toplandığı Zaman, Şeytanın O Taplantıya Katılıp, Onlarla İstişare Etmesi

İbn-i İshak anlatıyor: Kureyş, Hz. Peygamberin muhitinin genişlediğini görünce, korkmağa başladı ve bu işi hal etmek için Dâr’un-Nedve’de toplandı (ki bu ev Kusay b. Kilâb’ın evidir. Kureyş mühim işlerini görüşmek için bu evde toplanırlardı).
Bu toplantı  hakkında İbn-i Abbas şu bilgiyi vermiştir: Kureyş bir araya gelip, Dâr’un’Nedve’de bu hususu görüşmek için karar verdiler ve toplantı gününü tayin ettiler. O gün gelince hepsi Darunned-ve yolunu tuttu. Evin kapısına geldiklerinde kapıda yaşlı bir ihtiyarın beklediğini gördüler ve kendisine,
Sen kimsin? diye sordular. İhtiyar, sizin burada toplanacağınızı duydum, ben necidliyim, geldim, belki size bir faidem olur, deyince, onu içeri, buyur ettiler. O da onlarla birlikte eve girdi. Kureyşin ileri gelenlerinden Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebû Süfyan b. Harb — Bunlar Benî Abdis-Şems kabilesindendir —, Benî Nevfâl b. Abd-i Menaf Kabilesinden de Tuayme b. Adiy, Cubeyr b. Mut’im, Haris b. Amr b. Nevfal; Benî Abdid-Dâr b. Kusiy’den de Ennedr b. el-Hâris b. Kelde, Benî Mahzûm’den de Ebû Cehil b. Hişâm gibi şahıslar toplandılar. Hz. Peygamber hakkında görüşmeğe başladılar: İçlerinden biri dedi ki, görüyorsunuz ya benim bu adama itimadım yok, bir gün toplandığı insanlarla üzerimize saldırır. Bir diğeri de:
  • Onu iyice bağlayalım, bir odaya habs edelim, kapısını kilitleyip günlerce orada aç, susuz bırakalım. Ondan önce gelen, Zubeyr ve Nabiğe gibi orada ölüp gider, dedi.
Necidli ihtiyar – -Şeytan—, «Vallahi ben bu fikirde değilim. Çünkü onu habs ederseniz, öbür kapıdan onu tutanlar gelip onu dışarı çıkarırlar. Sonra da başınıza belâ açarlar. Bence başka bir çare düşünürseniz iyi olur, tavsiyesinde bulundu.
Bunun üzerine içlerinden biri şu fikri öne attı:
Bence bunu aramızdan kovalım, başka yerlere gitsin, gözümüz görmesin. O bizden uzaklaşınca, biz burada rahatça dolaşırız. Hem kendimiz, hem de tapınaklarımız rahat eder.
Necidli ihtiyar —Şeytan— bu fikre de karşı geldi ve şöyle dedi:
  • Bu da doğru değildir. Çünkü Ondaki hitabet kabiliyetini biliyorsunuz, insanları büyüleyen bir konuşma tarzı var onda. Çok kısa zamanda tarafdar edinir, insan toplar ve topladığı insanlarla size hücuma geçer evinizi başınıza geçirir. Bundan başka bir çare arayın.
Ebû Cehil ortaya atıldı ve şu fikri söyledi: «Bence her kabileden bir genç seçilsin, her birerlerinin eline keskin bir kılınç verilsin, onun üzerine sokağın ortasında saldırılsın, bir elden ona kılmç darbeleri indirilsin ve böylece öldürülsün! Onlar böyle yaparlarsa cinayet suçu bütün kabile üzerinde kalır. Abdi Menaf oğulları bütün kabile ile harp etmeğe takat getiremez! Bizden diyet isterler, biz de diyetini veririz olup biter.
Necidli ihtiyar bunu duyunca: «Tamam, oldu! En makûl düşünce tarzı budur.»  diye haykırdı. Orada bulunanların tümü, bu fikri kabul ederek dağıldılar.
Cebrail (A.S.) gelip, Hz. Peygamber’e (S.A.V.) «Bu gece yattığın yatakta yatma.»  diye iyice tenbih etti. Gece karanlık basınca, Kureyş, Hz. Peygamberin kapısı önünde toplandı. Onun uyumasını bekliyorlardı. Aniden baskın yapıp öldüreceklerdi. Resûlüllah (S. A.V.) onları görünce, Ebû Talib oğlu Ali’ye (R.A.) :
  • Sen benim yatağıma yat, ve bu yeşil yorganı iyice üzerine ört, korkma onların sana bir zararı dokunmayacaktır, dedi. Resûlüllah (S.A.V.) yattıklarında daima o yorganı örterlerdi.
Muhammed b. Kâ’b’dan rivayet edilmiştir: Onlar Hz. Peygamberin evinin önünde toplandıklarında, Ebû Cehil de aralarmdaydı ve şöyle diyordu: Muhammed size diyor ki, eğer ona biat ederseniz her birerleriniz Arap ve acem melikleri olacak, ölüp dirildikten sonra her birerlerinizin Ürdün bahçeleri gibi birer bahçesi olacak. Aksi halde, öldükten sonra dirildiğinizde sizi bir ateş saracak ve içinde cayır cayır yanacaksınız. Hz. Peygamber bunu duyar duymaz dışarı çıktı ve bir avuç toprak alıp, «Evet, bunu diyen benim.» dedi. Allah onların gözlerini görmez hale getirdi. Hz. Peygamber Yasin sûresini (Fehüm lâ yubsırûn)’a kadar okuyarak başlarına, aldığı topraktan saçarak istediği istikamete doğru uzaklaşıp gitti. Sonra biri gelip:
  • Burada ne yapıyorsunuz, kimi bekliyorsunuz? diye sorunca:
  • Muhammedi, diye cevab verdiler.
  • Vallahi boşuna beklemişsiniz. Muhammed çoktan gitti buradan. Üzerinizde toprak saçtı. Baksanıza şu halinize, dedi. Ve baktılar ki hakikaten üzerlerine toprak saçılmış.
Hemen içeriye hücum ettiler. Hz. Peygamber’in yatağında birinin yattığını  görünce, o yatanın Hz. Peygamber olduğunu sandılar ve sabaha kadar öylece beklediler.
Sabah olunca Hz. Ali (RA.) yataktan kalktı. Onu görünce şaşakaldılar ve kendilerini şöyle demekten alamadılar:
  • Vallahi bize haber veren doğru haber vermiş. Bu husus da inen Kur’an âyetler indendir:
«Hani bir zaman o kiifr edenler, seni tutup bağlamaları, ya öldürmeleri, yalıut (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyor(lar)dı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.» (El-Enfâl: 30.)
Yukarda, güneşin şeytan boynuzları arasında doğar diye bahs ettiğimiz babda, anlattıklarımızdan neden Şeytanın Necidli bir ihtiyar kılığına girdiği daha iyi anlaşılıyor.
Kureyş  demişti ki: Müşavere ederken sakın içinize Tuhâme ehlinden kimse girmesin, çünkü onlar Muhammedi sever ve tutarlar.
İbn-i İslıak, müşaverede fikir beyan edenlerin isimlerini vermemiştir; yalnız Ebû Cehilln ismini vermiştir. Bu hususta tamamlayıcı malûmat veren İbn-i Sellâm şöyle der:
Hz. Peygamberin yurdundan çıkarılmasını savunan: Eb’l-Esved idi. Habsine işaret eden: Hişamoğlu Eb’l-Buhterî idi.
Hz. Peygamber kapısında, içeri girmeden sabahlamalarına sebeb olarak şunu göstermişlerdir: Çünkü onlar onu öldürmeğe gelmişlerdi, onun için çıkmasını beklediler. Bazılarına göre, içeri girmeğe yeltendiler, fakat evden bir kadın sesi duyuldu ve dediler ki. bizim burada olduğumuzu halk duyarsa kadınların şeref ve evlerin mahremiyetlerini hiçe saydığımızı sanırlar ve bizi kıyasıya ayıplarlar. Onun için sabahladılar. Hz. Peygamber dışarı çıkarken gözleri kör olmuş görmüyorlardı. Çünkü peygamber Yasin sûresindeki ilgili âyeti okuyordu. Bundan şu istifade edilebilir. Bir kimse gece korkarsa, Peygambere iktida ederek Yâsinl okuyabilir.
El-Haris İbn-i Usâme, Müsned’inde Hz. Peygamberden şöyle nakl etmiştir:
Korku içinde olan kimse Yasin okursa, korkusuz olur, aç kimse okursa kamı  doyar, çıplak okursa elbise bulur, susuz okursa suya kavuşur, hasta okursa şifa bulur.»

Biat Vakti, Şeytanın Akabe Tepesinden Bağırması

İbn-i İshak İbn-i Âım anlatıyor. Katabe b. Ömer dedi ki; Halk Resûlüllah (S.A.V.)’e biat etmek için toplandığında, El-Abbas b. Ubâde b. Nedla el-Ansarî -Benî Salim b. Avfun kardeşi— dedi ki, ey Hazreç topluluğu! Bu adama ne şartlar üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz?
  • Evet, dediler..
  • Siz bu adama, insanlardan kırmızı ve siyaha karşı açacağı harba hazır olmanız için biat ediyorsunuz.
Bu hususta kâh faydanıza, kâh zararınıza çıkar.
Bunun üzerine hep bir ağızdan dediler ki:
  • Ey Allah’ın Resulü! Size verdiğimiz ahdi yerine getirirsek, karşılığı ne olur?
  • Cennet, diye cevap verdiler.
  • öyleyse veriniz elinizi, dediler. Resûlüllah S.A. V.) elini uzattı, onlarda uzattı ellerini ve cân-ü gönülden ona biat ettüer.
Benî Neccar’m iddiasına göre, ilk elini uzatan Es’- ad b. Zurâre’dir. Benî  AbcTü-Eşhere göre ise, el-Hay- sem b. Et-Tihan’dır.. Kâ’b b. Mâlik’e göre, ilk elini uzatan el-Berrâ b. Ma’rûr’dur. (El-mevsum Bi mehasinil- vesaili İlâ marifctil-Evail) adlı kitabımda anlatmıştım. Kâ’b dedi ki:
«Resûlüllah (S.A.V.)’e biat ettiğimizde, şeytan Akabe tepesinden avazı  çıktığı kadar bağırdı: «Ey Ehi-i Cebacip nerdesiniz! Bunlar, size savaş açmak için söz birliği ettiler.»
Hiç duymadığım o sese Allah’ın Resûlü (S.A.V.) şöyle diyerek mukabele etti:
«İşte Akabe’nin Ezbi! İşte Ezneb’in oğlu.» Sonra Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Haydi şimdi adamlarınıza dönün!»
Bunun üzerine 3′erlerimize döndük, yattık, sabah olunca Kureyş’in çoğu gelip bize şöyle hitap ettiler: İşittiğimize göre, siz, buralı olan birini (Muhammedi) aramızdan alıp götürecekmişsiniz sonra onunla birlikte bize karşı cephe alacakmışsınız. And olsun ki, siz bunu yaparsanız aramızda harp kopar.
Aramızdan müşrikler ayağa kalkıp bizim bundan malûmatımız yok, biz böyle bir şey bilmiyoruz, dediler — Hakikaten onlar bir şey bilmiyorlardı—.
Biz birbirimize baka kaldık. Cemaat ayaklandı aralanrıda el-Haris b. Hişam da vardı. Dediler ki:
  • Ey Ebû Câbir! Sen ulularımızdan ol, fakat bu Kureyş gencini de kendimize başkan yapalım olmaz mı? Haris bunu duyunca ayaklarındaki pabuçlarını çıkardı ve bana doğru attı.
Câbir dikkatli ol, ve pabuçlarını geri ver, diye bağırdı.
«Geri vermem.« diye direttim.
«Vallahi doğru söylüyorsun, eğer fal doğru çıkarsa onu asacağım.» diye mükabele etti.
İbn-i îshak der ki: Abdullah b. Ubey bana şöyle anlattı: Onlar Abdullah b. Ubey Selul’e geldiler Kâ’bin dediğini söylediler, onlara şöyle hitap etti: Bu büyük bir iştir! Benim kavmim bana böyle bir şeyi söylemeye cesaret edemez. Sonra onu terk edip uzaklaştılar. Peşlerine düştüler: Sa’d b. Ubede’ye ve Münzir b. Amr’e yetiştiler. Bunların ikisi kavimden ayrı düşmüşlerdi. Münzir’e pek karışmadılar ama, Sa’dı yakaladılar, ellerini boynuna bağladılar önlerine katıp döve döve Mekke’ye götürdüler.
Allah yolunda devamlı olarak işkenceye tabi tutuluyordu, Derken onun eski ticaret arkadaşları ve dost ları olan Ebul-Buhterî b. Hişam ile Cubeyr b. Mut’im ve El-Haris b. Harbe onun durumu hakkında haber ulaştı ve onlar gelerek Sa’dı ellerinden kurtardılar. O da serbestçe memleketine döndü.
Eb’ul-Eşheb, el-Hasan’den nakl ediyor: Resûlüllah (S.A.V.) Mina’da biat edildiği zaman, Şeytan avazı çıktığı kadar bağırdı. Ve Resûlüllah (S.A.V.) buyurdular ki:
«İşte bu Lebinî’nin babasıdır. Sözüm ona sözde sizi korkutacak.
Sonra dağıldılar.
Es-Süheylî  der ki: Ulıud Gazvesinde, İzb’ul-Akabe hadisesi vaki olmuştur. İbn-i Zübeyre’nin rivâyet ettiği hadisde bunu tayid edecek keyfiyet mevcuddur: Atının üzerindeki keçesinde bir karış boyunda bir adam gördüğünde:
Sen kimsin? diye sordu.
  • İzb! diye cevap verdi.
  • İzb nedir?
Bir adam. Bunun üzerine başına sopası ile vurdu ve o da kaçtı.
Ya’kub (El-Elfâz)’da der ki İzb, (kısa) mânasın- dadır.
Elkurlbi, İbn-i Zübeyr’den nakl edilen hadisi garib hadiseler mey anında zikr etmiştir. Hangi zabt ve kay- din daha doğru olduğunu Allah’dan başka kimse bilemez.

Bedir Vak’asmda Şeytanın Hazır Olması

Allahu Teâlâ  buyuruyor ki: «O zaman şeytan onların yaptıklarını süsleyip şöyle demişti: «Bugün size insanlardan galebe cdecek hiç kimse yoktur. Ben de sizin muhakkak ki yardımcınızım.» Vakta ki iki ordu (karşı karşıya) göründü, «ben sizden katiyen uzağım. Gerçek ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum. Ben Allah’dan korkarım elbet. Allah ukubetinde çok şiddetlidir.» diyerek iki topuğ üstüne (tabana kuvvet) kaçtı.» (El-Enfâl: 48.)
İbn-i İshak anlatıyor. Bâzı hadîs âlimleri bana İbn-i Abbas’dan şöyle nakl etmişlerdir:
«Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Ebû Süfyanın Şam’dan Medine’ye doğru hareket ettiğini duyunca, müslüman- lardan bâzılarını gönüllü olarak ona karşı şöyle diyerek çıkardı: Kureyşin kafilesi geliyor: Onlara karşı belki Allah onların mallarında size bir şeyler ihsan eder. Bunu duyan müslümanlardan bâzıları hafif ve bâzıla* rı da ağır davrandılar. Çünkü Allah Resûlünün harp yapacağını sanmıyorlardı.
Ebû Süfyan Hicaza yaklaşınca, casuslar salarak durumu öğrendi.
Kendisine, Muhammedln bâzı insanları Kureyş kafilesine karşı çıkaracağını  söylediklerinde hemen, Damdan b. Amr el-öiffarî’yi kiralayıp Mekke’ye gönderdi ve Halka durumu anlatmasını bildirdi. O Mekke’ye geldi, şehrin tam ortasında durarak avazı çıktığı kadar bağırdı:
  • Ey Kureyşliler! Mallarınız, Ebû Süfyan’ın yanında, Mulıammed’in ashabı onları yağma edeceklermiş. Yetişin, yetişin imdada!
Acele olarak hemen herkes hazırlandı. Kureyş büyüklerinden hemen hepsi tam mânasıyle hazırlandı. Yalnız Ebû Leheb katılmadı ve yerine dört b. dirhem alacağı olan el-Âs b. Hişam b. el-Muğire’yi gönderdi.
İyice hazırlanıp yola koyulduklarında, aralarında şöyle konuştular. Benî Bekr b. Abd-i Menat, Benî Ki- nâne ile aramız açık. Biz giderken arkamızdan saldırmasınlar. Tam o anda şeytan, Benî Kinane’nin ileri gelenlerinden olan Suraka b. Mâlik kılığında onlara göründü ve:
  • Merak etmeyin ben sizin yardımcınızım. Beni Kınâne arkanızdan gelme, buna emin olun, dedi. Onlar da hemen yola revan oldular.
İbn-i Akabe ile İbn-i Âziz bu haberi şöyle nakl ettiler: Müşrikler yola koyuldukları zaman, şeytan Suraka sûretinde onlara görünüp: (Benî Kinâne ardınızdan size yardım etmeye geliyor, korkmayın, bugün muhakkak siz galip çıkacaksınız. Ben de sizin yardım- cınızım »
İbn-i İshak der ki: Şeytanın tabana kuvvet kaçtığını gören, el-Hâris b. Hişâm’dır. O (şeytan) melekleri görünce (Sizin göremediklerinizi ben görüyorum) dedi ve tabana kuvvet kaçtı. Bu hususta Hişam şöyle der:
«Bedr’e biz yürüdük onlar da yürüdüler, (netice- yi) ilmel-yakîn bilselerdi yürümezlerdi.
Aldatıcı  bir tavırla onlara kılavuzluk yaptı; sonra yüzüstü bıraktı.
Çünkü Habisin (Şeytanın) dost olduğu kimse gerçekten aldanmış tır.»
İbn-i İshak’dan gayri, bâzı kimseler şöyle dediler :
El-Hâris b. Hişam ve tokatladı. Kafası üstüne düşürünce ona şöyle dedi:
«— Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’dan korkarım.»
Es-Sûheyli anlatıyor: Rivayet ettiklerine göre, onlar ondan sonra Suraka’yı Mekke’de gördüklerinde:
  • Ey Suraka sen utanmadın mı böyle yapmakla? Bizi teşvik ettin, sonra da tabana kuvvet kaçtın, dediklerinde, Suraka şu cevabı verdi:
Vallahî  benim bir şeyden haberim yok. Sizin mağlûbiyetinizi duydum. Önceden böyle bir işden hiç haberim yoktu, inanın buna.
LlU için ona inanmamışlardı. Fakat müslüman dinine girip, Cenâb-ı Hakkın indirdiği bu babtaki âyeti dinlediklerinde anladılar ki, Mel’ûn şeytan Suraka’- nın kılığına girmiş ve onlara yapacağını yapmıştı.
Şeytan Allah’dan korkmaz. Buna şöphe yok. (Ben âlemlerin Rabb’ı olan Allah’dan korkarım!) demesi; o gün meleklerin gökten gümbür gümbür inişini ve müslümanların saflarında yer alışını görünce korkmağa başlamıştır. Çünkü o günü o, «Melekleri görecekleri gün, mücrimler için o an hiç bir sevindirici haber yoktur!» âyetinde beyan edilen (Mevud) günü zannetmiştir. (de bunun için yüreği boğazına çıkmıştık, me- lûnun.)
Kasım b. Sabit (Eddelâil)inde der ki:
Haneliler Bedirde öyle hadise meydana getirdiler ki, bu Kisra ve Kayser’in tac-ü  tahtlarının yıkılışına bir başlangıç olacak. Lu’iy adamlarını  yerle bir ettiler, hanımları ve çocukları yüzünden yakalar yırttılar.. Muhammed’e düşman olanlara yazıklar olsun ki, onlar doğru yoldan şaşmışlardır.
Şiirde geçen (Hanefîlcr) den murad kimler olduğunu sordular, şöyle cevab verdiler:
Onlar Muhammed ve ashabıdır. Çünkü onlar, İbrahim el-Hanîf’in dini üzere bulunduklarını iddia ediyorlar. Aradan çok geçmeden onları teyid eden yakın ve kesin haber geldi:
«Sizi tertemiz yapmak, ve sizden şeytanın riczini gidermek için, sizin üzerinize bir su indirir.» âyetine gelince, Es-Sülıeylî bu hususta şöyle der: Kâfirler, müslümanlardan suyu kesmişlerdi. İçerlerinde abdest siz olan, veya cünüp olan vardı bir türlü yıkanamıyor- lardı. Şeytan bunu bir fırsat bilerek müslümanları tahrik etmeye başladı: «Siz Hak üzere olsaydınız, Allah düşmanlarınıza sularınızı kesme fırsatı vermezdi. Bakınız onlar bol bol su kullanıyorlar, yıkanıyorlar, siz bundan mahrumsunuz. Şimdi kâfirler susuzluktan ölmenizi bekliyorlar.» derken Allah gökten şarıl şarıl yağmur boşalttı.
Müslümanlar iyice yıkandılar, temizlendiler, bol bol içtiler. Yeniden canlandılar. Bulundukları yer su ve bereketle dolup dolup taştı. Üzerlerindeki yorgunluk gitti. Sapasağlam oldular, şeytanın riczi de kalmamıştı artık üstlerinde. Kâfirlere hücum ettiler, onları mağlup ettiler, önceden ellerinde geçirdikleri su pınarımda ellerinden geri aldılar. Allahın yardımı yetişmişti artık.. Allah’ın Resûlü yerden bir avuç toprak aldı ve onlara attı, bütün kâfirlerin gözleri toz dolmuştu. Mukavemet edemez hale gelmişlerdi. İşte:
«Attığın zaman sen atmadın; lâkin Allah attı.» âyetinin mânası budur.
Hakk’a hidayet eden şüphesiz ki Allahtır.

Şeytanın Uhud Günü Ayneyn Dağının Tepesinden Bağırması

Muhammed b. Sa’d der ki: Müşriklerden Bedir’de hazır bulunanlar Mekke’ye dönünce Ebû Süfyan’m getirdiği kafileyi, Dar’un-Nedve’de mevkuf bir vaziyette buldular.
Bunun üzerine Kııreyş eşrafı Ebû Süfyan’a gidip: Bu mallarla, Muhammed’e karşı bir ordu hazırla. Biz buna razıyız, dediler. Bu teklife ilk cevab veren Ebû Süfyan oldu:
«İlk olarak ben bunu kabul ediyorum!» Ebu Süf- yanın teklifi kabul etmesinden sonra, Abd-i Menaf oğulları da kabul ettiler. Mallarını sattılar, altına tahvil ettiler Bin deve elli bin Dinar tuttu. Kafile ehline sermayelerini verdiler. Kârı ortaya çıkardılar. Umumi yetle ticaretlerinde bir dinar bir dinar kazanırdı.
İbn-i Ishak diyor ki, bana anlattıklarına göre, şu âyet onların hakkında nazil olmuştur:
«Şüphesiz küfr edenler (Yok mu?) Mallarını Allah yolundan ayırmak için harcarlar.»
Sonra Kureyş  Hz. Peygamber (S.A.V.) ile harp yapmak için toplandı. Kinane kabilelerinden, Tulıâmc ehlinden de kandırabildiklerini kendilerine çektiler. Abbas, bu haberi derhal Allahın Resûlüne (S.A.V.) bir mektubla ulaştırdı. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi Ves- sellem de bu mektubun mealini Er-Râbi oğlu Sa’da bildirdi.. Sonra Resûlüllah (S.A.V.) bin kadar Sahabe ile yola çıktı.
Medine ile Uhut arasında bir Sevtlik mesafeye gelince, Abdullah b. Ubey insanların üçde biri ile Re- sûlüllahın Saffmdan ayrıldı. Böylece Allahın Resûlü (S.A.V.) 700 kişi ile harbe katılmak zorunda kaldı. Oysa karşı taraf üç bin piyade, ikiyüz süvari ile hazırlanmıştı harbe. Müslümanlar arasında hiç bir süvari yoktu.
El-Vakidî’ye göre, Uhud günü Resûlüllah (S.A.V.) in atından ve bir de Ebi, Bürde’nin atından başka hiç bir at yoktu.
İbni Ishak anlatıyor: Allah’ın Resûlü (S.A.V.) buyurdular:
  • Bu kılıncın hakkını kim verecek? Bir çok adamlar ileri atıldılar, fakat Peygamber o kılmcı onlara vermedi. Sonra Ebû Decâne Şimak bin Harb ileri atılarak:
  • Nedir onun hakkı? Ya Resûlallah? diye sordu.
  • Kırılıncaya kadar onunla vurmak! diye mukabele etti, Allahın Resûlü (S.A.V.).
  • Onun hakkını vereceğim! dedi. Bunun üzerine kılmcı Ebû Decâne’ye teslim etti.
Ebu Decâne son derece cesur ve harb oyunlarını bilen bir zattı.
Hatta onun o halini görünce Allahın Resûlü Uhud günü hariç- – diğer günlerde, Bu Allahın gazabını mücib bir davranıştır, derlerdi.
İbni Hişam der ki: Zübeyr b. el-Avvâm dedi ki, o gün kılmcı almak istediğimde bana verilmedi, Ebu Decâne’ye verildi. İçimden bakalım Ebu Decâne ne yapacak dedim ve onu takip ettim. Baktım kırmızı başlığını çıkardı ve başına iyice sardı.
Hatta Ansar dediler ki, bakını Ebû Desâne ölüm saçan başlığım  çıkarmış başına sarıyor.
Başına onu sardığı zaman, rastladığı veya karşılaştığı düşmanı kolayca öldürebiliyordu. Herkesin ağzında ve kafasında yer eden kanaat bu idi.
Ibn-i İshak anlatıyor, yine: ^ Allah’ın Resûlünün yanında harb eden, Musab b. Ümeyr idi. Bir ara şehit düştü. Onu İbn-i Kum’e Elleysî  idi. Allah’ın Resûlü o olduğunu sanmıştı. Hemen Kureyşin yarıma koşup Mü- hammedl öldürdüm, diye bağırdı.
Öte yandan Mus’abın öldürüldüğünü gören Hz. Peygamber, sancağı Hz. Alî’ye (R.A.) teslim etti.
İbn-i Sa’d der ki: Mus’ab şehit düşünce, sancağı Mus’ab’m kılığına giren bir Melek kapıverdi.
Şüphesiz Melekler Hezimete şahid olmuşlardı. Mus’ab şehit olunca bir ses duyuldu: «Muhammed öldürülmüştür.»
İbn-i Şa’d anlatıyor: Sancak sahibleri öldürülünce, Müşrikler hezimete uğradılar. Hanımları feryad etmeğe başladı. Müslümanlar silâhlarını bırakarak onların ardından gittiler.
Okçuların başı Abdullah b. Cübeyr on kişiden az insanla yerinden ayrılmadı. Diğerleri askerin ardından gitmşilerdi. Bunu gören düşman tarafından Halid bin Velid (O zaman daha müslüman olmamıştı..) Hamle etti..
Ebı Cehil*in oğlu İkrime de onu takip etti. Geri kalan okçulara hücum ettiler ve öldürdüler. Okçu başı Abdullah b. Cübeyr’i de öldürdüler.» diye bağırıyordu.
Allahın Resûlü  yerinden hiç ayrılmamıştı, durmadan ok atıyorlardı. Hatta oku bitince, taş atmaya başladılar.. Yanında eshabından 14 kişi sabit kalmıştı.. Bunların yedisi mühacirindendi. —Ebû Bekir de vardı onların arasında.—
Yedisi de Ensardandı. Peygamberi koruyorlardı.
Bulıari’nin rivayetine göre, Hz. Peygamber (S.A.- V.) ile ancak on iki kişi kalmıştı.
Ebû Talha der ki: O gün belâ ve tamhis günü idi. Allah müslümanlardan kimilerine şehitlik ikram etmişti de düşmanlar Resûlüllah’a (S.A.V.) olanca güçleri ile saldırmışlardı.
İbn-i İshak Humeyd Et tankı ile Enes b. Mâlik’- den nakl ediyor:
«Uhud günü Hz. Peygamber (S.A.V.)’iri mübârek dişi şehit olmuştu. Yüzü yarılmış kanlar akıyordu. Kanları mübarek yüzünden silerken bir yandan da:
((Peygamberlerin yüzünü kana boyuya kavm nasıl iflâh olur? Halbuki O, onları  Rablerine davet ediyor.» buyuruyorlardı. Bunun üzerine Allah şu âyeti indirdi: «(Kullarımın) iş (in)den hiç  bir şey sana ait değildir. (Allah)ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları, kendileri zalim oldukları için, azablaııdırır.»  (Ali İm- rân: 128)
İbn-i İshak diyor ki, Resûliillah (S.A.V.) bağıran sesi duyunca: «İşte bu İzb el-Akebe’nin ta kendisidir. (Yani Şeytandır.), buyurdu.
Es-Süheyli der ki, şeytanın bağırdığı yere (Cebel-i Ayneyn) denilmiştir. Bu sebebledir ki, Osman’a «Ay neyn günü kaçtın, değil mi?» diye hitab edilmiştir.
Cize yanındaki bir beldenin ismi (Ayneyn) olarak geçer. Şair Huleyd b. Ayneyn bu isimle maruftur.
İbn-i Hişam der ki: Resûlüllah (S.A.V.) yaralanınca, Ebû Âmir’in kazdığı çukura düştü; Ali b. Ebı Tâlib elinden tutup çıkardı; Talha da ona yardım etti. Ayağa dikilince, Ebû Saîd el-Hudri’nin babası Mâlik b. Sinan el-Hudri, mübarek yüzünden kanları —dinene kadar — sildi.
Ebû Bekr Es-Sıddîk’dan rivayet edilmiştir: Ebû Ubeyde b. el-Cerrah Resûlüllah’ın yüzüne isabet eden
iki halkadan birini çıkardığı zaman bir dişi düştü, diğerini de çekip çıkardığında bir dişi daha düşüverdi.
İbn-i İshak anlatıyor: Hz. Peygamber’in sağ olduğunu ilk fark eden Ka’b b. Mâlik olmuştur. O şöyle dedi: Miğferin aitından mübârek gözlerinin parladığını gördüm ve avazımın çıktığı kadar yüksek bir sesle : (Ey müslümânlar topluluğu! Müjde! işte Resûlül- lah (S.A.V.) buradadır!) diye bağırdım.
Allah’ın Resûlü  (S.A.V.) susmama işaret buyurdular. Müslümanlar bu haberi duyunca yanına üşüştüler. Allah’ın Resûlü onlarla birlikte yola doğru ilerledi. Beraberinde, Ebû Bekr, Ömer, Ali, Talha, Zübeyr ve el-Haris b. Es-Summa da vardı. (Allah cümlesinden razı olsun.)
Yolun ağzına gelince, Hz. Ali gidip matrasma su doldurup Resûlüllaha (S.A.V.) ‘içirmek için getirdi. Lâkin Allah’ın Resûlü suyun koktuğunu his edince, içmediler, sadece yüzündeki kam yıkadı ve başına döktü. Ve buyurdu:
«Alîah, Resûlünün yüzünü kanatanlara karşı son derece gazaba geldi.»
Gafere’nin mevlâsı Ömer der ki: Allah’ın Resûlü (S.A.V.) uhud günü, yaralı olduğu için oturarak namaz kıldı. Arkasındaki müslümanlar da oturdukları yerde namaz kıldılar.
Ebû Süfyan arkadaşları ile birlikte oradan ayrılırken şöyle seslendi:
«Gelecek yıl Bedirde buluşacağız!» Allah’ın Resûlü (S.A.V.) Ebû Süfyamn adamlarından birine:
«— Sizinle bizim arasındaki buluşma veri ORASIDIR!»
Uhud harbi, üçüncü  hicrî yılının Şevval ayında vuku’bulmuştur. Bedir Savaşlarının üçüncüsü olan
(Küçük Bedir Savaşı) Hicrî dördüncü yılında vukuu- bulmuştur. (Yâni Ebû Süfyan’m gelecek sene karşılaşacağız, dediği harp o tarihte vaki olmuştur.)
Bedirde üç harb olmuştur:
  1. - İkinci hicri yılının Rebiul-evvel ajanda (Gaz- zetu Talebi Kerez b. Cabir) adında bilinen harb.
  2. — İkinci Hicrî yılının Ramazan ayında vaki olan büyük harb.
  3. — Yukarıda nakl ettiğimiz küçük harb. Bunu. Hanefî mezhebine mensup şeyhimiz Kb’ul-Hasan el- Mavdini (Muhteserrussiret) inde nakl etmiştir.

    Şeytanın Fitnelerinden, Hilelelerinden Kaçınmak

    Eb’ul-Ferec İbn’il-Cevzi der ki: Adem oğlu yara- dıldığı zaman, kendisine yararlı olan şeyleri elde edebilmesi için, ona Şehvet —arzu— verilmiştir. Kendisine yapılan saldırıları da kolayca önleyebilmesi için ona gazab (Öfke) verilmiştir. Akıl da bir terbiyeci gibi kendisine ihsan edilmiştir ki, yararlı olanı alsın, zararlı olanı bıraksın diye. Şeytan da sırf onu sapıtmak, yoldan çıkarmak, lüzumsuz israflar yaptırmak amaciyle yaratılmıştır.
    Öyleyse akıllı olan kişi, ta Adem aleyhisselâmdan buyana insan oğlunun en büyük düşmanı olan, ogün bugün insanoğluna musallat olan bu büyük düşmandan kaçınmak gerekir. Nitekim Cenâb-ı Hak onu tabi olmamız, onun izinden gitmememizi emretmiştir: «Şeytan adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. O ancak size kötülüğü ve fuhşiyatı emreder.» Yine şöyle buyurmuştur: «Şeytan aranıza düşmanlık ve buğzu sokar.»
    «Şeytan sizin için bir düşmandır. Öyleyse onu düşman edinin.»
    İmâm Ahmed İyaz b. Hammar’dan rivâyet etmiştir: Resûlüllah (S.A.V.) bir gün hutbe okudu ve hutbesinde şöyle buyurdu:
    «Rabbim, size bilmediklerinizi öğretmemi emretti. Bugün bana öğrettiklerinden birisi de şudur: Kullarıma verdiğim bütün mallar helâldır. Ben kullarımı tertemiz yarattım.. Şeytanlar gelip onları dinlerinden sapıttı.
    Onlara helâl ettiğimi haram etti. Onlara ellerinde hiç bir mesbed olmadığı  halde bana ortak koşmalarını emretti Sonra Allah yeryüzüne nazar eyledi. Şeytanın saptırdığı bütün arab ve acemleri imha etti. Yalnız ki- tab ehlinden kalan kaldı.»
    Katadeden nakl etmişlerdir: İblisin «(Kabkab) adında bir Şeytanı vardır. Kırk yıl onu seferber eder.
    Çocuk hayat yoluna girince ona:
    • Hadi bakalım, seni bu gibiler için seferber ediyoruz, takıl arkasına ve onu doğru yoldan saptır! der.
    İmâm el-Hasan*dan rivâyet edilmiştir: «Allahı bırakıp bir ağaca tapıyorlardı. İnsanlardan akıllı biri, gelip o ağacı kesmek istedi ve «Mutlak Allah için bu ağacı keseceğim.» dedi.
    İnsan kılığında şeytan karsısına çıkıverdi ve: «Ne istiyorsun? dedi.
    • Allah’ı bırakarak ibadet ettikleri bu ağacı kesmek istiyorum.
    • Mâdem sen tapmıyorsun, tapanların sana ne zararı vardır?
    • Hayır mutlaka keseceğim.
    • Bu işten vaz geç; sana her gün iki dinar var, sabahleyin yastığının altında bulacaksın anlan.
    • Kim temin edecek bana bunu?
    • Ben. Bunun üzerine adam ağacı kesmekten vaz geçer, ertesi sabah bakar ki yastığının altında iki dinar duruyor.
    Öbür sabah ümitle yine yastığının altına baktığında birşey bulamaz.
    Bu sefer pürhiddet ağacı kesmeğe koşar. Yolda şeytana rastlar. Şeytan ona:
    • Nereye? öiyc sorar.
    Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri o mahud ağacı kesmeğe.
    • Yalan söylüyorsun, sen onu kesemezsin. Deyince şeytan, adam hemen ağaca koşmaya başladı. Fakat yer onu çarptı, imiğine tuttu azkaldı öldürecekti. Şeytan sevinçle onunla şöyle alay etti:
    İlk geldiğin Allah içindi, onun için sana bir şey yapamadım. Ve seni iki dinar karşılığında kolayca avlama çarelerini aradım. Bu sefer gelişin iki dinarı kaybetmenin verdiği üzüntüden ötürü olduğu için sana kolayca musallat oldum.
    Sözü bu raddeye getirince, kendimizi, Hz. Peygamberin Haşan ile Hüseyn’i sığındırdığı (dua) ile sığındıralım.
    Sahiheyn’de varit olmuştur: İbn-i Abbas dedi ki; AUahin Resûlü (S.A.V.) Haşan ile Hüseyni sığındırır ve şöyle derlerdi: (Uiziiküma bi kelimatillahittâmme- ti an külli şeytanın ve Hâııımetin.. Ve min külli aynin lâmmetin.» İbrahim de oğullan İsmail ile İshaki böyle sığındırırdı, diyorlardı.»
    Ebû Bekr el-Enbarî der ki: — El-Hâmme — kelimesi, (EI-Hevam) kelimesinin müfredidir.. Her zararı dokunan şeye denir bu.
    • Ellâmme— de, Elmülimme — musibet mânasına gelir. (Hamme) lâfzına uysun ve lisana hafif gelsin diye bu şekilde kullanılmıştır.
    Şeytan vesveselerinden Allah’a sığınırız. Rabbim Sana, onların bana gelmelerinden sığınırım. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
    Allah, efendimiz Muhammed, al ve eshabma bol bol salat (rahmet) ve selâm eylesin. Bize Allah yeter; ne güzel vekildir O.

ŞEYTANIN (İBLİSİN) SIRLARI BEŞ

ŞEYTANIN (İBLİSİN) SIRLARI 

BEŞ

Şeytanin Nuh Aleyhisselâma Gemide Sataşması

Ebû Bekr b. Ubeyd der ki: Hadîs âlimlerinden bâ- zıları Abdullah’ın babasından şöyle nakl etmişlerdir:
«Nuh (A.S.) gemiye binince, o ana kadar hiç görmediği bir, ihtiyar gördü ve ihtiyara:
  • Buraya niçin bindin? diye sorunca, ihtiyar ona:
Arkadaşlarının kalplerini çalmak için girdim. Onların kalpleri benimle, vücudlan seninle olacaktır, dedi. Bunun üzerine Nuh (A.S.) onun şeytan olduğunu anladı ve:
  • Defol buradan ey Allah’ın düşmanı! dedi. Şeytan :
  • Gideceğim; lâkin kişiyi helak eden beş şey var ki bunlardan üçünü anlatacağım, ikisinden bahs etmeyeceğim, dedi.
Allah o anda Nuh’a (A.S.) senin o üç şeye ihtiyacın yok, ikisinden bahs etsin sana, diye vahy etti.
Şeytana iki şeyden sordu, o da şu cevabı verdi: Birincisi haseddir ki, onun yüzünden lanetlendim ve divandan kovuldum. İkincisi de hırstır. Adem’e cennetin hepsi mübah kılınmıştır; hırsla ondan intikamımı aldım.»
İblis Mûsa (A.S.) ile karşılaştı ve Hz. Mûsa (A.S.)’a :
  • Ya Musa! Allah seni Peygamber olarak seçmiş ve seni kendisiyle konuşmak şerefine nail etmiştir. Ben günahkâr bir kulum. Benim için Allah’a dua eder misin? Beni afv etsin, dedi. Musa (A.S.) Allah’a dua etti ve Hz. Musa’ya: Dileğin yerine getirildi, denildi. İkinci sefer şeytanı görünce bu def’a Mûsa (A.S.) ona şöyle dedi: Senin afv edilmen için Adem’in kabrine secde etmen gerektiği söylendi. Şeytan pur hiddet şu,mukabelede bulundu:
Ben ona sağken secde etmedim de ölüyken mi secde edeceğim? Benim için Allah’a yalvardın ve hakkın bana geçti. Bunu ödemeliyim sana: Ben Ademoğ- lunu üç yönden yakalarım, sen bu üç şeyle karşılaşınca beni hatırla ve benden Allah’a sığın:
  1. — Öfkelendiğin zaman. Gözlerim, gözlerinde ve vesvesem kalbinde olur.
  2. — Savaşacağın zaman. Çünkü o an ben Ade- moğlunun yanına gelir, ona senin o çoluk çocuğun malın mülkün var, vaz geç savaşa katılmaktan, diye durmadan iğva veririm.
  3. — Sakın Mahremin olmayan kadınla baş başa kalma. Çünkü ben aranıza girer, senin nâmına da oun nâmına size yapacağımı yaparım.»
İbn-i Ubeyd der ki: Hadîs âlimlerinden bâzıları Eb’ul-Âliye’den nakl etmişlerdir: «Nuh’un (A.S.) gemisi Cûdi dağına oturunca, İblis göründü ve Nuh (A. S.) ona:
  • Yazıklar olsun sana, senin yüzünden bütün yeryüzündeki insanlar boğuldu, deyince şeytan:
  • Peki şimdi benim ne yapmam gerek? diye sordu.
  • Tevbe etmen lâzım, dedi.
  • Sor bakayım Rabbine, benim tevbe hakkım var mıdır? dedi. Bunun üzerine Nuh (A.S.) Allah’a du- a etti. Allah da ona şöyle vahy etti: (Onun tevbesi, gidip Adem’in kabrinde secde etmektir. «Şeytana bunu anlatınca, şeytan gadablanarak:
  • Ben, onun dirisine secde etmedim de ölüsüne mi secde edeceğim, diye haykırdı.
El-Kasim b. Hâşim anlatıyor: Hadîsçilerden bazılarının şöyle anlattıklarını duydum: «Nuh aleyhisselâm, şeytana rastladı ve şeytan ona:
  • Ey Nuhî Hased ve tama’dan kaçın. Çünkü ben hased ettim, Cennetten çıkarıldım. Âdem Cennetteki ağaca tama’ etti ve cennetten çıkarıldı, dedi.»
Bâzılarına göre İbn-i Abbas’dan (R.A.) şöyle nakl edilmiştir:
«Kuşlardan Nuh’un gemisine ilk binen Dürre’dir. Hayvanlardan en son giren merkebdir. İblis de onun kuyruğuna yapışarak gemiye binmiştir.

Oğlunu Kesmek İstediği Zaman Şeytanın İbrahim’e Sataşması

Abdurrazzak anlatıyor: Ebû Hüreyre ile Ka’b buluştular. Ebû Hüreyre (R.A.) Ka’b’a Peygamberden, o da ona kitablarından bahs ediyordu.
Ebû Hüreyre (R.A.) dedi ki: Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Her peygamberin kabul edilmiş duası
vardır. Ben duamı kıyamete sakladım. Ümmetime şefaat ederken yapacağım.» Ka’b şöyle mukabelede bu- x lundu:
—Sen bunu Resûlüllah (S.A.V.)’den mi duydun?
  • Ona anam, babam feda olsun. Ben de sana İbrahim (A.S.) dan anlatayım:
Oğlu İshak’ı kesmeğe götürdüğü zaman, hemen koştu Sare’ye ve dedi ki:
İbrahim oğlunu nereye götürüyor?
  • Bir işe galiba.
  • Yok, onu kesmeğe götürüyor.
  • Neden?
  • İddia ettiğine göre sanki bunu ona Rabbi emretmiş.
  • Rabbi emretmişse mesele yok, tabii onun emrini yerine getirecektir.
Şeytan ondan ümidini kestikten sonra doğru Is- hak’a koştu ve şöyle sordu:
  • Seni baban nereye götürüyor?
  • Galiba benimle bir işi var.
  • Ne işi? Seni kesmeğe götürüyor.
  • Niçin kessin benî?
  • İddia ettiğine göre sanki ona bunu Allah emretmiş.
  • Allah emretmişse mesele yok, tabii ki Allah’ın emrini yerine getirecektir, bundan tabii ne olabilir? Ondan da ümidini kesince doğru İbrahim’e koştu ve:
  • Hayrola İbrahim nereye böyle oğlunla?
  • Bir işim var da.
  • Yok, sen oğlunu kesmeğe gidiyorsun.
  • Neden keseyim oğlumu?
  • Allah’ın bunu sana emi ettiğini iddia ediyorsun,
  • Vallahi Allalı bunu bana emretmişse mutlaka yapacağım. Şeytan bunu duyunca tamamen ümidini kesti ve oradan uzaklaştı. Vaktaki Allah’ın eririne teslim oldular, İbrahim de onu kesmek üzere yatırdı: Bir nida geldi: «Biz ona: Ya İbrahim! Rüyana sadakat gri s teıdin, şüphesiz ki lıiz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız, dîye nida ettik,»
Hakıykat hu apaçık ve kat’î bir imtihandır. Ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.» (Es-Saffat; 104 10rı 106, 107.)
Zührî  diyor kİ: Cenâh-ı Allah Ishak’a vahy etti: «Ey Islmk dua ct, senin duan kabul edilecektir.» diye. O da şöyle dua e~ti; «Yarabbi! Duamı kabul etmeni istiyorum: Öncekilerden, veya sonrakilerden olsun, herhangi bir kııiTsana şirk koşmadan kavuşursa onu cennete koy.»
Kâ, b in ! ((İbrahim, oğlu tybakı rinasında kurban edeceğini görünce» sözii, kurbanlık İsmail deeii de Ishak’ın olduğunu gösteriyor, Ömer b, Hattâb, aV bas b. Abdilmuttalib, Abdullah b. Mes’ûd, Enes b. Mâlik, Ebû Hiireyre (R.Anhüm) rdan da böyle rivayet edilmiştir.
İmâm Ali’den (RA.) nakl edilen rivâyet çeşitlidir.
Mücâhid, Kasını  b. Berra7 Mesrûk, Katâde, İkrime gibi âlimlerden de bu hususta çeşitli rivayetler nakl edilmiştir. Ahnıcd b. Hanbel de bu kanaattadır.
Es-Süheylı  diyor ki: Şüphesiz o, Ishak’tır. Âlimlerden diğer bir taifeye göre, Kurban edilmesi emr edilen şahıs İshak değil, İsmaildir. Bu fikirde olan âlimleri söyle sıralayabiliriz:
Abdullah b. Ömer b. Hattâb, Abdullah b. Abbas. El-Hasan b. Ebil-Hasan, Saîd b. el-Müseyyeb, Eş-Sâbî, sMuhammed b. Ka’b el-Kurezî, Ömer b. Abdulazîz’den de böyle nakl edilmiştir. «el-Mevsum bi keladetin nehr» adlı kitabımda, her iki tarafın delillerini ve bir birlerine karşı verdikleri cevablan anlattım ve bu konuda geniş izahat verdim.. Bahsi (El-kevser) sûresine sıkıştırdım.

Şeytanın Musa Aleyhisselâma Sataşması

Abdullah b. Muhammed, bâzı hadisçiler tariki ile Abdurrahman b. Ziyâd’dan şöyle nakl etmiştir:
«Mûsa bâzı meclislerinde otururken İblis çıka geldi. Üzerinde Bornoz vardı. Çeşitli renklere girebilen (yanar-söner) bir bornoz. Bornozunu çıkardı ve Musa’ya (A.S.)
  • Esselamu Aleyke ya Musa! dedi. Musa (A.S.) ona sordu:
Sen kimsin?
  • İblis, diye cevap verdi.
  • Allah kahretsin seni? Ne istiyorsun, söyle bakalım? dedi. ,
  • Senin Allah katındaki şeref ve mevkiini bildiğim için geldim ve sana bir selâm vereyim, dedim.
  • Ne idi o sırtında gördüğüm şey?
  • Onunla Ademoğullarmın kalblerini çelerim, dedi.
Ne zaman ve nasıl avlarsın onlan?
  • Kendini beğendiğinde, yaptığını büyük kabul ettiğinde ve bir de günahlarını unuttuğunda çarpalım onu. Seni de üç şeyden sakındırırım:
  1. Sakın yabancı kadınla başbaşa kalma. Çünkü ben böyle bir adamın dostu olur ve onu sapıttırırım.
  1. Allah’a verdiğin sözü mutlaka yerine getir. Çünkü Allah’a bir adam söz verdi mi, hemen gelir aklına girerim. Ve verdiği söze muhalefet ettiririm.
  2. Bir sadaka verecekmisin, hemen ver; fazla bekletme. Çünkü sadaka vermek isteyen kimse biraz bekledi mi, ne yapar, yapar onu vermekten caydırırım. Sonra şöyle deyip uzaklaştı:
Eyvah! Ademoğlunun sakınacağı  üç şeyi şimdi Musa da bilmiş oldu.»
Fazl b. İyaz’dan nakl ediliyor: Bazı hocalarımız bizi şöyle anlattılar:
«Bir gün Mûsa (A.S.) Rabbine münacaat ediyordu. Şeytan gelip yanına sokuldu. Hemen bir melek atılarak ona sordu:
  • Ne istiyorsun ondan? Görmüyor musun, o şu anda Rabbine münacaat halindedir?
  • Babası Adem cennetteyken, ne istedimse, ondan da onu istiyorum, dedi.»
Yukarıda Şeytan’ın Nuh (A.S.)’a sataştığına dair olan babta, şeytanın Musa (A.S.) ile geçen macerasını orada, burada olduğu gibi, şeytanın onu üç şeyden sakındırdığını anlatmıştık.

Şeytanın Zilkifl Aleyhisselâma Sataşması

İbn-i Eb’id-Dünya der ki: Bazı Hadîs âlimleri Abdullah b. el-Haris’den şöyle nakl etmişlerdir:
«Peygamberlerden biri yanında bulunanlardan birine dedi ki: «İçinizden kim var ki, kızmayacağına ve benden sonra benim derecemde olup kavmimde benim yerimi tutacağına tekeffül etsin?» Bir genç:
«— Benî» diye cevap verdi. Sonra aynı teklifi tekrarlayınca yine genç:
« • Ben!» diye cevap verdi. Ölünce o genç yerine geçti
Şeytan ben onu kızdıracağım. Bir adama haydi onunla git, dedi. Adam gitti, bir şey göremeden döndü. «Bir şey görmedim» deyince başka birini gönderdi, o da bir şey göremeden döndü. «Bir şey görmedim.)) deyince bu defa kendi gitti, elinden tuttu ama yakalayamadı. Bundan sonra ona Zül-Kifl adı verildi. Çünkü o, ölkelenmiyeceğine dair söz vermişti.

Şeytanın Eyyüp Aleyhisselâma Sataşması

îbn-i Eb’i Hâtem, tefsirinde der ki: Bâzı âlimler Abbas’dan şöyle nakl etmişlerdir: «Şeytan dedi ki, ya Rabbi! Beni Eyyûb’a musallat kıl. Allah ona:
«Seni onun malına ve çocuklarına musallat kıldım, cesedine değil,» buyurdu. Bunun üzerine askerlerini toplayarak Eyyûb’un yanına geldi ve onlara: haydi bakalım, gösterin kendinizi, dedi. Onlar da önce ateş sonra su oluverdiler. Maşriktekiler bir anda meğ- ribde, meğriptekiler de meşrikte oluverdiler. Onlardan bir taifeyi onun ekinine, diğer bir taifeyi devesine, bir taifeyi sığırına, başka bir taifeyi de koyunlarma musallat etti ve dedi ki: O bunları sabırla karşılar, onun için one çeşitli belâlar getirin.
Ekinine musallat olan, Eyyub’a görünerek şöyle dedi: «Ey Eyyûb! Allak ekinine ateş gönderip yaktırdı. Görmedin mi?» Deveye musallat olan da: «Ey Ey- yıtb görmüyor musıın, Allah devene bir düşman gönderip lıelâk ettirdi.» dedi. Sığırlarına musallat olan da aynı şeyi söyledi: Koy unlarına musallat olan da dedi ki; «Ey Eyyûh Görmedin mi Allah koyunlannı nıahv
  • ettirdi?
Bütün malları  gidince çocukları ile yalnız başbaşa kaldı. Hepsini en büyük evlâdının evinde bir araya topladı. Tam yemek yerlerken bir kasırga çıktı evi onların basma geçirdi. Ondan sonra şeytan kulaklarında küpesi bulunan bir köle şeklinde Eyyûb’a gelerek şöyle dedi:
«— Ey Eyyub! Görmedin mi, Rabbin çocuklarını bir evde topladı. Sonra da bir kasırga ile evi başlarına geçiriverdi. Ah yemekleri ile kanlarının birbirine karıştığını görseydin halin nice olurdu?» Eyyub (A.S.) ona şu mukabelede bulundu:
  • Pekâlâ bütün bunlar olurken sen neredeydin?
Onlarla beraberdim. •
  • Peki nasıl kurtuldun?
  • İşte gördüğün gibi kurtuldum, bana bir şey olmadı?
  • Öyleyse sen şeytansın.
  • Bak, ben gördüğün gibiyim. Annemden doğduğum zaman nasılsam yine öyleyim, bana bir şey yapamadın, dedi.
Bunun üzerine şeytan öyle çığlık attı ki bütün gök kehli duydu, onun o çirkin sesini. Yer ehli de duydu. Sonra gök kapısını çalarak:
  • Ya Rabbi! Gördüğün gibi ona bir şey olmadı. Beni de ona musallat et, dedi.
Cenab-ı  Hak ona, seni onun cesedine musallat ettim, kalbine değil, buyurdu. Gelip ayaklarının altına bir üfürdü ayaklarından ta başma kadar onun zararı dokundu. Bir kadın kılığına girerek: «Çok perişan olduk. İmkânım olsaydı da sana bir ekmek yedirebilsey-
dim» deyince, Eyyub (A.S.) şu cevabı verdi: «Yetmiş sene refah hiçindeydik. Sabr et, yetmiş senede sıkıntıda olalım.» Sonra bu sıkıntıları yedi sene devam etti.
İblis dedi ki, Eyyûb (A.S.)’a yaptığım fenalıktan en hoşuma giden şey onun iniltisi oldu. Ona zararım dokunduğunu o zaman anladım.
Vehb b. Münebbilı  babasından nakl ediyor: «Şeytan Eyvûb (A.S.)’m hanımına dedi ki, başınıza gelen felâketlere sebeb olan nedir? Kadın cevap verdi:
Ne yapalım Allahın kaderi böyleymiş!
Bana uy, arkamdan gel, dedi. Kadın gitti ve . bir vadide hepsini ona bir bir gösterdi ve:
  • Bana sccde edersen, hepsini geri veririm size? dedi. Kadın:
  • Kocam var benim; bir danışayım da razı olursa, teklifini kabul ederim, dedi ve kocası Eyyûb (A.S.)’a gelip durumu anlatınca, Eyyûb (A.S.) ona:
  • Hâlâ onun şeytan olduğunu anlamadın mı? Eğer iyileşirsem sana yüz değnek vuracağım! diye çıkıştı.•>

    Şeytanın Zekeriyyaoğlu Yahya’ya Görünmesi

    Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd anlatıyor: Ve- hîb b. El-Verd’den nakl etmişlerdir: «Habis İblis bir gün Yahya’ya görünüp sana nasihat etmek istiyorum, demiştir. Yahya ona:
    • Yalan söylüyorsun, bana nasihat etmezsin. Lâkin bana Ademoğullarmdan haber ver, dedi.
    • - Onlar üç sınıftır: Birincisi çok yaman bir sınıftır. Olanca gücümüzle onu takip ederiz, tam yanıl-
    dığını  sanınca bir de bakarız ki tevbe ve istiğfara devam eder ve bütün çalışmalarımız boşa çıkar. Sonra yine peşine düşeriz. Yine aynısını yapar. Nihayet ondan ümidimizi keseriz.
    İkinci sınıf, çocuklarınızın elinde olan bir top gibi oyuncaktır. İstediğimiz gibi oynatırız, istediğimiz yöne çeviririz onu.
    Üçüncü sınıfa gelince; onlar aynen senin gibi ma- sûmdurlar, biz onlara karşı hiç bir şey yapamayız.
    • Pekâlâ bana bir şey yapabildin mi bugüne kadar? “
    • Hayır, yalnız sana bir kere zararım dokundu: Bir defasında sofraya oturmuş yemek yiyordun. İştahını arttırdım. Yedin de yedin, istediğinden daha fazla yedin! O gece namaza kalkamadın, uyuya kaldın, halbuki o geceye kadar devamlı surette gece namazına kalkıyordun.
    • Zararı yok artık şimdiden sonra sofradan, doymadan kalkacağım!
    • Ben de şimdiden sonra hiç bir Ademoğluna öğiitte bulunmayacağım, dedi, del’ûn.
    Abdullah b. Ahmed b. Han bel dedi ki, bazı hadis âlimleri bize Sabit el – Bennanî’den şöyle nakl etmişlerdir:
    İblis bir defasında Yahyaya göründü. Üzerinde bir sürü şeyler vardı.
    Yahya ona :
    • Galiba bunlar, Ademoğlunu yere serdiğin şehvetlerdir, dedi.
    • Evet!
    • Bana ait bir şey var mı içinde?
    • Evet bir defasında tıka basa yemek yedin, namaz ve zikirden ayırdık, seni!
    • Başka?!
    • Vallahi başka yok!
    • Ah ediyorum; bir daha sırf Allah için, karnımı doldurmayacağım.
    • Ben de ahd ediyorum; bir daha kimseye nasihatte bulunmayacağım, dedi mel’ûn.
    İbn-i Edib-Dünya der ki: Bazı hadis âlimleri Abdullah b. Haybak’dan şöyle nakl etmişlerdir:
    Yahya (A.S.), İblisi kendi asıl sûretinde gördü ve:
    • İnsanlardan en çok kimi seversin; en çok kimden nefret edersin? Söyle bakalım, diye sorunca, İblis şu cevabı verdi:
    • İnsanlar içinde en çok sevdiğim, cimri müzmindir. En nefret ettiğim de cömert i asık tır.
    • Bu nasıl olur?
    • Çünkü bahirin cimriliği, bana yapacak bir şey bırakmadı. Fakat cömert adam’a gelince; Allah onun o halini görür de afv eder diye ödüm patlıyor, dedi.
    Sonra şöyle deyip uzaklaştı: «Ah sen, Yahya olmasaydın, sana bunu bildirmezdim.»

    Şeytanın Meryemoğlu İsa İle Karşılaşması

    Ebû Bekr Muhammed der ki: Âlimlerden bir kaç dostum, Süfyan b. Uyeyne’nin şöyle dediğini nakl etmişlerdir: «İsa (A.S.) İblisi gördü; İblis ona:
    • Senin Rubûbiyetin o kadar büyüktür ki, daha beşikteyken konuştun, senden önce kimse bu şerefe lâyık olmadı, dedi.
    • Rubûbiyet ve azamet, bana değil, bilâkis beni konuşturan, beni öldürüp diriltecek olan Allah’a mahsustur.
    • Rubûbiyet ve azamet sana mahsustur ki, sen ölüleri diriltiyorsun.
    • Hayır bilâkis Rubûbiyet ve azamet, beni ve benim dirilttiğim kimseyi öldüren ve beni dirilten Allah’a mahsustur.
    • Vallahi göklerde ve yerde ilâh sensin! diyecek gibi oldu mel’ûn, ki Cibril bir kanad vurduğu gibi güneşin yanına savurdu, bir kanad daha vurdu yakıcı pınarın yanına itti; bir kanad daha vurdu yedi kat denizin derinliklerine gömüverdi. Denizin dibindeki kara balçığı tadınca tekrar su yüzüne çıktı ve :
    • Ey Meryemin oğlu! Bugüne kadar senden gördüğümü hiç kimseden görmedim, diye haykırdı.
    Amr b. Dinar’dan nakl edilmiştir: Şeytan, İsa.nın yanma vardı ve dedi ki:
    • Eğer doğru söylüyorsan şu tepeden kendini aşağıya atıver.
    ~ Yazıklar olsun sana, Allah (Ey Ademoğlu kendini öldürmekle beni iptilâ etme) buyurmadı mı? Sen karışma ben istediğimi yaparım, diye cevap verdi.
    Ebû Osman’dan rivayet edilmiştir: «İsa Aleyhisse- lâm, bir dağın tepesinde namaz kılarken İblis aleyhillâ- ne gelip şöyle dedi:
    • Sen mi herşey kaza ve kaderledir diyorsun? dedi.
    • Evet.
    Öyleyse kendini bu tepeden atıver ve sonra bu kader neticesidir? de.
    • Ey Mel’ûn! Allah kullarını dener, ama kullar Allah’ı deneyemez ve hiç kimse ona (Neden bunu böyle yaptın?) diye soramaz! dedi İsa (Aleyhisselâm).
    Said bin Abdulaziz’den rivayet edilmiştir:
    Meryemoğlu İsa İblisi gördü ve:
    • İşte dünyanın istediği adam.. Ona gelmiş ve on]i istemiştir..
    Ben hiç  bir zaman bu dünyaya metanet vermeyeceğim! Bu dünyadan çıkıncaya kadar, hiç bir za-r man gönlümü ona kaptırmayacağım! dedi.
    İbni Halis’den rivayet edilmiştir: <
    İsa (Aleyhisselâm) dedi ki: «Şeytan dünya ile beraberdir. Mal ile insanı yanıltır, nefsin arzularını insana güzel gösterir; onu şehvete kaptırınca bu sefer de peşini bırakmaz.» 

    Şeytanın Peygamber – (S.A.V.)’e Sataşması

    Müslim’in Sahihinde Eb’ud – Derdâ’dan sabit olmuştur: Resûlüllah (S.A.V.) namaza kalkınca şöyle dediğini duyduk: (Senden Allah’a sığınırım; lanetiyle de seni lanetlerim.) Sanki bir şey alıyormuş gibi elini üç kere yaydı. Namazdan fariğ olunca, dedik ki:
    • Ey Allahın Resûlii! Namazda, hiç duymadığımız şeyleri söyledin. Ve elini yaydığını gördük..
    «— Allah düşmanı elinde bir kıvılcım olduğu halde gelmiş yüzüme koymak istiyordu. Ben de üç kere (Eûzü billahi) dedim. Sonra da (Seni, Allah’ın lânetiyle tam mânâsiyle lânetlerirn) dedim. Yine çekilmeyince bu sefer elimle kovdum. Eğer Süleyman’ın duası olmasaydı onu perişan edecektim ve böylece Medine’deki çocukların o, bir oyuncağı olacaktı.»
    Sahihayn’de Ebû Hüreyre’den (R.A.) nakl edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır:
    «Şeytan bana arız oldu, namazımı kesmek istedi. Allah bana ona karşı bir kuvvetverdi de defettim. Sa- balıleyin geresiniz diye onu bir duvara bağlamak istedim, ama Süleyman’ın (Kabbim, bana benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir hakimiyet ver.) duasını hatırladım ve Allah onu benden perişan bir halde defetti.»
    Nesaî Buharî’nin şartı üzere Hz. Âişe (R. Anha)’- dan şöyle nakletti:
    «Peygamber Sallellahu Aleyhi Vesellem namaz kılıyordu Şeytan geldi. Hz. Peygamberle kapıştılar. Onun boğazına daldı ve dedi ki: Dilinin soğukluğunu elimde his ettim. Süleymanın kendi hakimiyeti için Allah’a karşı yaptığı duası olmasaydı, bütün insanların görmesi için onu bağlayacaktım.
    Ahmet ile Ebû  Davud’un, Ebi Said’den nakl ettikleri hadîsdeki kayd şöyledir: «Elimle ona kasd ettim, az kaldı boğuyordum. Öylesine ki, salyasınan soğukluğunu bas parmağımla ondan sonra gelen parmağım arasında hissettim.»
    Ebû Ubeyde tariki ile Abdullah‘dan nakl ediliyor:
    «Şeytan bana uğradı, yakaladım, boğazına sarıldım, taki dilinin soğukluğunu ellerimde duydum. “Acıttın! Acıttın!” dedi ve ben de onu terk ettim.»
    Ebû Ubeyde b. Abdillah babasından rivayet ediyor:
    «Bana, habis uğradı, yakaladım, imiğini sıktım (şiddetli bir şekilde). Nihayet bana: “Acıttın!” dedi.»
    Enes (R.A.)’den nakl edilmiştir: «Resûlüllah Sallellahu Aleyhi Vesellem Mekke’de namaz kılıyordu. Şeytan gelip boynuna, tırmanmak istedi, fakat Cibril kanadını vurduğu gibi ta Ürdün’e fırlatıp attı.»
    İmâm Mâlik el-Muvatta’da Ebû Hüreyre (R.A.)’den rivayet etmiştir: Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır:
    «Miraç gecesi Cinlerden bir ifrit gördüm, elinde ateş şu’1 esi vardı. Nereye gidersem karşıma çıkıyordu. Nihayet Cibril dedi ki: “Sana bir kaç kelime öğreteyim, onlan söylediğinde onun ışığı döner yüzü iistünc yuvarlanır.” Şöyle de: (Eûzü bi vechillâhil-kerîm. Ve bi keli- matillahittâmmât. Fileti lâ yücavizihunne birrûn velâ facirûn min şerri ma yenzilü mînessemai vemâ ya’ıucu ffha ve min şerri mâ zere’e lilerdı ve min şerri ma yah- rucu mınha ve min fitenilleyli vennehâri ve min tevaıl- killeyli vennehâri illâ tarikun bi turu kin bi hayrin YA RAHMAN!)»
    Bu hususta rivayet edilen hadîsler arasında bâzı rivayet farkları vardır. Meselâ; birinci hadîsde Peygamberimizin şeytandan Allah’a sığınması ve onu lanetlemesi, kaçınmadığı için elini uzatması gibi kayıtlar yer alırken; ikinci hadîsde onu boğmak veya bertaraf etmek için ona elini uzattığı ve düşmanlığını bertaraf ettiği kaydı bulunmaktadır.
    Duvara bağlamak istemesi ve bundan vaz geçmesi ise, bunu kendileri de ifade ettikleri gibi, Süleyman Aleyhisselâm’a bırakmıştır.
    Bu bir hâkimiyet işidir. Süleyman da bir hâkimiyet peygamberi idi.
    Peygamber Muhammed (S.A.V.) kul ve Resul idi. Onun cinlerdeki tasarrufu onları hak yoluna çağırmak ve irşat etmektir. Bu vasıf ise, hâkimiyet peygamberi olmak vasfından çok daha iyi ve üstündür. Nitekim ilk mukarrebler Ashab-ı Yemin olan ebrardan daha iyi ve makbuldürler.
    Abd-i Resûlün, Hâkimiyet peygamberinden daha üstün olduğuna delil şudur: Peygamber Saliellahu Aleyhi Vesellem’e hâkimiyet peygamberi olmakla Abd-i Re- sûl olmak arasında serbest bırakıldı ve Abd-i Resûl olmayı tercih ettiler. Kişi daima kendi nefsi için hangisi üstün vasıf ise onu tercih eder.
    Resûlüllah (S.A.V.)’in, «Nerede ise onu boğuyordum, taki salyasının soğukluğunu hissettim» sözleri, namazda böyle fiillerin, namazı bozmayacağına bir delil teşkil eder. Alimler bu sözlerle, namaz kılan kişinin, Önünden geçeni defetmesi veya önünden geçen zararlı bir hayvanı öldürmesinin caiz olduğuna istidlal etmişlerdir.
    Namaz müsabaka haletidir. Âlimler, namaz kılanın önünden cin şeytanı  geçtiğinde, musallinin namazı kesip kesmeyeceğine dair ihtilâf etmişlerdir:
    Ve iki ayrı  görüş serd etmişlerdir. İmâm Ahmed’in mezhebinde bu babta iki ayrı fikir ileri sürülmüştür.
    Bu bahis, bu mesele için yazdığımız bir babta geçmiştir. Tevfik Allah’dan.

    Şeytanın Ömer b. Hattab’tan Kaçması, Ömer’in Onu Yere Sermesi

    Buharî  ile Müslim, Saîd b. Ebî Vakkas’dan (R.A.) rivayet etmişlerdir:
    «Hz. Ömer (R.A.) Peygamber (S.A.V.)’den İçeriye girmek için izin talep etti. Hz. Peygamberin yanında kendisi ile konuşan —diğer bir rivayette, ona soru soran ve seslerini onun seslerinden fazla çıkaran— kadınlar bulunmaktaydı. Hz. Ömer içeri girmek için izin talep cdince, hepsi kapandılar. Allah’ın Resûlü (S.A. V.) Hz. Ömere (R.A.) izin verdi ve Hz. Ömer içeri girdi. Baktı ki Allah’ın Resûlü gülüyorlar. Ömer bunu görünce, Allah dizin görününceye kadar seni güldürdü, dedi. Yanımda olanlara şaştım da. Senin sesini duyunca elbiselerine kapanmaya başladılar, buyurunca Ömer şu mukabelede bulundu:
    • Allah’ın Resûlü daha çok korkulmaya ve kendinden daha Çok çekinilmeğe lâyıktır.
    Hangi düşmanlıkları  vardır ki, kendilerini benden çekindiriyor da Allah’ın Resulünden (S.A.V.) çekindirmiyor? diye çıkışınsa, kadınlar hep bir ağızdan şöyle dediler:
    « Evet sen Allah’ın Resûlünden (S.A.V.) daha galiz ve daha şedidsinî»
    Sonra Allahın Elçisi (S.A.V.) şöyle buyurdular:
    «— Yavaş ol ey Hattab’m oğlu! Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, şeytan sana bir yolda rastlarsa, —senden korkusundan— hemen yolunu değiştirir.»
    Tirmizî  ile Nesaî, Buhari’den rivayet etmişlerdir: «Hz. Peygamber bazı  savaşlara çıkmıştı. Dönünce siyah bir cariye gelip kendilerine şöyle dedi:
    • Allah seni sağ salim geri döndürürse, huzurunda def vurmayı ve türkü söylemeyi adamıştım.
    • Eğer hakikaten adamışsan, def çal, yoksa çalma.
    • Adadım, dedi. Ve def çalmaya başladı. Ebû Bekir içeriye girdi, o çalmaya devam etti, Hz. Ali girdi ve çalmaya devam etti, Hz. Osman girdi o hâlâ çalıyordu. Hz. Ömer (R.A.) girince defi altına koyup üzerine oturdu. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü şöyle buyurdular:
    «— Ey Ömer! Senden şeytan korkuyor! Ben oturuyordum. o yanımda def çalmaya başladı. Ebû Bekir girdi o çalmaya deva metli, Ali girdi o hâlâ çalıyordu.; Sonra Osman girdi, o çalmaya devam etti. Sen girince korkusundan defi altına koyup üzerine oturdu.»
    Tirmizî  ve Nesaî, Hazreti Âişe (R. Anha)’cîan nakl etmişlerdir:
    «Resûlüllah (S.A.V.) oturuyorlardı. Bir gürültü ve çocuk seslen duyduk. Bir de baktık ki, bir Habeşli ka- din def çalıyor ve etrafında da çocuklar (dönüyor). Peygamber (S.A.V.):
    • Ey Ayşe! Gel seyret, dedi. Bunun üzerine geldim, başımı onun omuzlarına koyup seyretmeye başladım. Onun omuzu ile başı arasından bakıp seyr ediyordum.
    Bana:
    • Doydun mu? dedi. Ömer geldiği zamana, onun yanındaki durumun ne olacağını anlamak için, «Hayır!» diyordum. Sonra insanlar dağıldılar. Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
    «Ben bakıyorum da, bütün cin ve ins şeytanları Ömerden kaçıyorlar.. Bunun üzerine ben de döndüm.»
    İbni Ebid-Dünyâ anlatıyor:Abdullah’dan, şöyle dediğini duydum:
    «Resûlüllahın (S.A.V.) eshabmdan bir adam çıktı. Şeytanla karşılaştı. Kapıştılar. Sahabî onun sırtını yere getirince, şeytan, “‘Beni salıver de sana acayip bir haber getireyim!” dedi. Onu salıverdi, geldi ve ona “Haydi anlatsana!” deyince “Hayır, olmaz!” diye mukabele etti. Tekrar kapıştüar. Sahabî tekrar onun sırtını yere getirdi.
    • “Ne olur beni salıver, sana acayip bir haber anlatacağım.” diye yalvarınca Sahabî onu salıverdi. “Haydi anlat!” deyince, “Olmaz!” demez mi?
    Üçüncü defa kapıştılar. Bu defa da sahabî onun sırtını yere getirdi ve göğsü  üzerine oturup baş parmağıyla imiğini sıktı ve:
    • Bu sefer de anlatmazsan, seni geberteceğim, anlatmadıkça bırakmam seni! diye çıkıştı. Elinden kurtulamayacağını anlayınca, pekâlâ anlatayım dedi ve şöyle başladı sözüne:
    • Bakare sûresi var ya? Ondan herhangi bir âyet okunursa, şeytanlar kaçar, hangi evde okunursa o eve şeytan giremez!
    Dediler ki, bu adam kimdir?
    Ömerden başkası mıdır, sanıyorsunuz, diye cevap verdi.
    Ebû Nuaym der ki:
    Buna benzer bir vak’ayı bize, bazı hadîs âlimleri Âsim’den nakl ettiler.

    Şeytanın Abdullah bin Ğuseyl’e Rastlaması

    Ebû Ubeyd der ki: Bâzı hadîs bilginleri Safvan b. Süleym’den nakl etmişlerdir:. Medineliler şöyle anlat- mışlradır.
    Şeytan, Abdullah b. Hanzale b. el-Guseyl’e mes- cid’in dışında rastladı ve dedi ki:
    • Tanıdın mı beni ey İbni Hanzele?
    -— Evet.
    • Kimim ben?
    • Sen Şeytansın.
    • Nasıl bildin bunu?
    • Mescidden çıktığında Allah’ı zikr ediyordum, sen görününce gözüm sana takılı kaldı ve beni Allah’ın zikrinden alıkoydu, bundan anladım ki sen, şeytanın tâ kendisisin.
    • Doğru söyledin ey Hanzale Oğlu! Şimdi beni iyi dinle ve benden bir şey öğren.
    • İhtiyacım yok.
    • Sen bir kere dinle, işine gelirse alırsın, işine gelmezse red edersin.
    Bir şey dileyeceğin zaman, Allah’dan başkasından dileme! Öfkelendiğin zamana kendine bak, nasıl olduğuna dikkat et, dedi.
    Bu zat, Uhud günü şehit düşmüştür.
    Onun hakkında Peygamber sellellahu aleyhi vesel- temden şöyle rivayet edilmiştir: «Onu meleklerin, yer ile göğün arasında gümüş leğenin içinde Cennet suyu ile yıkadıklarını gördüm.»
    İbu-i İshak dedi ki, Hanımına sordum, şöyle dedi: O cünüpdü. Bir ses duydu çıktı, hanımı da kendisiyle beraber çıktı. O, Uhud b. Selûl’ün kızı Cemile idi. O gece onunla Zifafa girmişti. Aynı gece rüyada ona gök kapıları açılıp içeri girdiğini, o girdikten sonra kapıların kapandığını gördü.
    Bu hususta herhangi bir münazaa çıkmaması için kendi akrabalarından birini çağırıp, o adamla gerçekten evli bulunduğuna dair şahit göstermiştir.
    Bunu El-Vakidî  ve diğer bazı âlimler şöyle anlatırlar: «O, ölüler arasından alındığı zaman, başından su damlıyordu, oysa etrafında su nâmına hiç bir şey yoktu.. Bundan Allah Resulünün (S.A.V.) doğruluğu anlaşılmıştır. Bundan anlaşılıyor ki, şehid cünüp olduğu zaman yıkanır. Ebû Hanife bu fikirdedir. Ve bu hadiseyi kendi görüşüne delil gösteriyor.

    Şeytanın Karun’a Aldatması

    Ebû Bekr el-Kureşi nakl ediyor: Bâzı Hadîs bilginleri, Ebû Süleyman’dan şöyle nakl ederler:
    ((İblis Kârûn’a göründü. Kârûn bir dağda kırk sene ibadet etti. Bu sebeble Benî İsrail’i geçti. Şeytan kendisi ve avenesi ile birlikte Kârûn’un yanma gittiler.
    ‘ Şeytan zahiren kendisini aynı Kârûn gibi ibadete verdi. Karun oruç tutup oruç bozuyor, şeytansa devamlı oruç tutuyor. Karunun takat getiremeyeceği bir şekilde ibadet ediyor. Kârûn ona tevazu göstermeğe başladı. Şeytan ona dedi ki: «Sen buna razı olduğuna göre, Benî İsrail’in cenazesinde bulunma. Aralarına da katılma.»
    Sonra onu dağdan aşağı indirdi ve Kiliseye soktu. Herkes onlara yemek taşımaa koyulunca bu defa şeytan:
    İsrail oğullarına yük olduk; bu olur iş değil, dedi.
    • Pekâlâ çaresi nedir, bundan kurtulmanın? diye sordu. Kârûn.
    • Bir gün kazanır, bir hafta onunla idare ederiz, dedi.
    • Olur, dedi Kârûn.. Sonra şeytan dedi ki:
    • Biz ne biçim insanlarız? Kendimiz kazanıyor, kendimiz yiyoruz, hiç sadaka falan verdiğimiz yok. Kârûn:
    • Bunun çaresi nedir? diye sorunca, Şeytan:
    • Bunun çaresi: bir gün çalışmak, bir gün ibadet etmektir. Dedi ve onu yalnız basma terk ederek yanından savuştu. Ondan sonra Karun’a dünya açıldı, verdi kendisini dünyaya. Daha sonra da olan oldu ona. Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırız.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...