31 Ağustos 2018

Dünya üzerinde yaşayan en zehirli 10 canlı



Dünya üzerinde yaşayan
En zehirli 10 canlı 

En zehirli canlılar 
Dünya üzerinde gerçekleşecek en kötü ölümlerden biri de zehirlenerek ölmektir. Öyle inanılmaz canlılar var dır ki, bir damla zehriyle yüzlerce insanı öldürebilirler. Dünya üzerinde yaşayan, en zehirli 10 canlıyı inceleyeceğimiz bu yazımızda zehirli yaratıkların gücünü göreceğiz…
10- KRAL KOBRA   
   
Kral kobra Dünya üzerinde yaşayan en zehirli yılan türlerinden biri olan kral kobra, 10 kiloğram ağırlığa ve 10 metre uzunluğa erişebilen ender yılan türlerinden biridir. Bu özelliği ona “dünyanın en uzun zehirli yılanı” olma gibi bir unvanı da getirmiştir. Genellikle küçük memeliler ve yılanlarla beslenen kral kobra, Güneydoğu Asya’dan, Hindistan’a kadar çok geniş bir coğrafyada varlığını sürdürmektedir. Listemizin onuncu sırasında yer almasına rağmen kral kobraların tek bir ısırığındaki zehir 20 insanı öldürebilecek kadar güçlüdür. Bir insanı öldürebilme olasılığı %45 dir.
 9-HUNİ AĞ ÖRÜMCEĞİ
 

Huni ağ örümceği Huni ağ örümceği en tehlikeli örümcek türüdür. Boyutları çok küçük olmasına rağmen çok etkili bir zehri vardır. Sidney örümceği olarak da bilinmektedir. iki metreye kadar sıçraya bilmesi onu daha tehlikeli bir hayvan haline getirmektedir. Bir insanı rahatlıkla komaya sokabilecek kadar tehlikeli bir canlıdır. Ayrıca huni ağ örümcekleri çok iyi birer yüzücüdürler. Su altına inebilir ve saatlerce su altında kalabilirler. Bu nedenden dolayı Avusturyalılar sabahları havuza girmeden önce mutlaka havuzun dibini kontrol ederler. Huni ağ örümceğinin 1 miligram zehri 10.000 fareyi öldürebilecek güçtedir. Isırılan bölgeye acilen müdahale edilmezse 30 dakika içerisinde ölüm gerçekleşir. 
Bir insanı öldürebilme  olasılığı %80 dir.
8-KARA MAMBA

Kara mamba Erişkin bir kara mambanın ortalama boyu 2,5 metre kadardır. Ancak 5 metre uzunluğa kadar uzaya bildikleri bilinmektedir. Dünya üzerindeki en zehirli yılan türlerinden ikincisi olan kara mambalar ayrıca en hızlı yılan türüdür. Bilimsel bir kanıt olmamakla birlikte saatteki hızının 20 kilometre olduğu iddia edilmektedir. Çok agresif bir yılandır. Çoğu yılanın aksine kendini tehdit altında hissettiğinde kaçmak yerine saldıracaktır. Bu yılan türünün tek bir ısırığı 100 kadar insanı öldürebilecek güçtedir. Zehri öyle güçlüdür ki, eğer bir kara mamba sizi ısırırsa ölüm kesindir. 30 saniye içinde felç, 1 saat içerisinde ise ölüm gerçekleşir. Kara mambanın panzehiri yoktur. Ölüm oranı %100 olan tek yılan türüdür.

7-ÖLÜM AVCISI  (sarı akrep) 
  

Ölüm avcısı (sarı akrep)
Halk arasında “Sarı Akrep” olarak da bilinen bu canlı Türkiye’de de bulunan en zehirli akrep türüdür. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde görülmektedir. Zehirli akrepler sınıfının en tepesinde bulunmaktadır. Diğer bir türü olan “Kara Akrep”ten zehri ortalama 100 kat daha etkilidir. Bir insanı soktuklarında direk komaya sokarak felç geçirmesini sağlarlar.  Türkiye’de yılda ortalama 11 kişi akrep sokmasından ölmektedir. Ortalama 3.000 akrep sokması vak’ası yaşanmaktadır. Bir insanı ortalama 1 saatte öldürebilecek olan sarı akrebin zehri ortalama 15.000 fareyi öldürebilecek kapasitededir. Diğer akrep türlerinin bir insanı öldürebilme kapasitesi % 0,01 iken, sarı akrebin bir insanı öldürebilme olasılığı, %55 dir.

6-TAŞ BALIĞI 

Taş balığı En zehirli balık türüdür. Adını resimde de gördüğünüz üzere görünümünden almaktadır. Zehrini sırt yüzgeçlerinde ki dikenler de taşımaktadır. Bir taş balığının size sadece dokunması zehirlenmeniz için yeterlidir. Büyük bir yanma ve acı hissiyle yüzleşeceğinizi söyleyebiliriz. Zehir yanmayla ve acıyla birlikte büyük bir şok ve titremeyle kendini gösterir. Ortalama ölüm süresi 45 dakikadır. Eğer bu süre içerisinde yaralıya müdahale edilmezse ölüm kaçınılmazdır. Ölümcül bir canlı olmasına karşın Japonya’da “Sashimi” olarak bilinen yemeğin yapımında kullanılır. Sadece bu yemekten dolayı yılda ortalama 45 insan yaşamını yitirmektedir. Eğer canlı bir taş balığı sizi zehirlerse ölme ihtimaliniz %90 dır.
5-MERMER YÜZEYLİ SALYANGOZ
    
koni salyangozu Koni salyangozu olarak da bilinen bu  Avusturalya ve Endonezya civarında yaşamaktadır. Gündüzleri kumda geceleri ise avlanmak için suda gezinirler. Küçük ve zararsız görünümlerine karşın bir insanı zehriyle, 1-2 dakikada komaya, 5-10 dakika içerisinde ise ölüme götürebilirler. Dünya üzerindeki tüm zehirlerin tek bir canlı üstünde toplanmış halidir. Kancaları içinde 200 farklı zehir bulunduran iğne taşırlar. 1 miligram zehir ile 25 insan yaşamını yitirebilir. Koni salyangozunun zehrine maruz kalan bir insanın ölme olasılığı %95 dir. 
4-KUTU DENİZ ANASI 
 
Kutu deniz anası sörfçülerin çoğunun tamamen vücutları örtecek bir yüzme kıyafeti giymelerinin tek sebebidir. Bunun nedeni 1950 den günümüze kadar kayıtlı 6.000 insanın ölümüne neden olmalarıdır. Zehirleri kalp ve sinir sistemini felç ettiğinden ölümlerin büyük çoğunluğu zehirlenerek değil boğularak gerçekleşmektedir… Tıpkı taş balığı gibi kutu deniz anasına da dokunmak zehirlenmek için yeterlidir. Ortalama 30 dakika içerisinde bir insanı öldürebilir. Deniz anası ailesinin en zehirli türüdür. Normal bir deniz anasından 350 kat daha etkili bir zehre sahiptir. Ortalama bir kutu deniz anasının 1 miligram zehri 25 insanı öldürebilecek kapasitededir. 

TAİPAN
 
Geldik listemizin ilk üçüne… 
Listemizin üçüncü sırasında bir yılan türü olan taipanlar bulunmaktadır. Taipanlar, 2 metre ile 4 metre arasında bir uzunluğa erişebilirler. Genellikle saldırgan değillerdir. Eğer düşman tarafından tahrik edilmezlerse kaçmayı tercih edeceklerdir. taipan ışırığının %95 i önemli zehirlenmelere yol açar ve acil panzehir tedavisi gerektirir. Dünya üzerindeki en etkili zehre sahip yılan türü olan taipanların ismi Çince’de “Büyük Patron” anlamına gelmektedir. Zehri kas zayıflamasına ve felce sebep olan güçlü nöro toksin içerir. Ayrıca zehrin içinde kanın pıhtılaşmasını engelleyen “miyotoksin” bulunur. Eğer bir taipan tarafından ısırılır ve anında panzehir uygulasanız bile, ısırılan bölgeye tanpon yapılmazsa kan kaybından ölüm gerçekleşir. Isırılan bölgeye bağlı olarak iki dakika içerisinde vücudunuzdaki kanın %55’ini kaybedebilirsiniz. Bir kral kobradan 100 kat, bir kara mambadan ise 50 kat daha etkili bir zehre sahiptir. Bu canlının 1 miligram zehri ile 120 insan hayatını kaybedebilir. 

2-MAVİ HALKALI AHTAPOT
  
Mavi halkalı ahtapot Mavi halkalı ahtapot türünün en küçük örneğidir. Bir tenis topundan daha büyük olmamakla birlikte vücudundaki zehirle 130 insanı öldürebilir. Dünyanın en tehlikeli hayvanları listesinin başında yer alan bu canlı bu listedeki diğer tüm canlıların öldürdüğü insan sayısından daha fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Siyanürden 10.000  kat daha etkili zehre sahip olan bu canlıya dokunmanıza bile gerek yoktur. Bu canlıya su içerisinde 1 metreden daha fazla yaklaşmanız zehirlenmeniz için yeterlidir. İki dakika içerisinde kesin ölüm gerçekleşir. 
1-ZEHİRLİ OK KURBAĞASI
Geldik listemizin 1 numarasına. 
Dünyanın en zehirli hayvanı…
Orta Asya ve Güney Amerika’da yaşayan bu canlının 180 kadar mevcut keşfedilmiş olan türü bulunmaktadır. Bu türler içerisinde en zehirli olanı ok kurbağası dır. Ok kurbağası denilmesinin sebebi, bu bölgelerde yaşayan yerlilerin eski zamanlarda oklarına bu kurbağanın zehrine bulamalarından gelmektedir. Sadece bir saniye dokunma yoluyla bile felç kalabilirsiniz. Kendisini avlamak için takip eden mavi halkalı ahtapotun bile zehirli ok kurbağasını yakalayamadığı gözlemlenmiştir. “Batrotoksin” adı verilen zehir bilinen tüm zehirlerden bile 300 kat daha etkilidir. Bu kurbağanın vücudu sürekli bu zehirle kaplıdır. Boyu yalnızca 2,5 santimetre olmasına karşın bir insan ona dokunduğu anda 300 farklı zehir vücuduna yayılmaya başlar. Eğer bir insan bu kurbağayı yutarsa 30 saniye içinde ölür…Eğer zehir açık bir yaradan kana karışırsa 1 dakika içerisinde ölüm gerçekleşir. Derisindeki zehir 40.000 fareyi ve 180 insanı öldürebilecek güçtedir…. Sonuç olarak; dünya üzerinde öyle inanılmaz canlılar vardır ki bu canlılar yüzlerce insanı 1 damla zehirleriyle öldürebilirler. Ama Allah’ın kusursuz yaratmasından mıdır nedir? Bu zehirler diğer tüm canlıları zehirleyebilirken nasıl olur da  kendi zehirlerinden etkilenmezler…

Tarih ve Bilim.Tarihin ivmesi Bilimin Miladi ilk Müslüman Türkler

Tarih ve Bilim.Tarihin ivmesi
Bilimin Miladi
ilk Müslüman Türkler

Bizlere ta ilkokuldan beri öğretilen, ilk Müslüman Türk’ün Satuk Buğra Han olduğudur. Evet; devlet başkanı seviyesinde ilk Müslüman Türk Satuk Buğra, ilk Müslüman Türk devleti de Karahanlılardır. Ancak, şahıs olarak Müslümanlığı ilk seçen Türk, sahabelerden Osman bin Talha’dır. (Talha Oğlu Osman – 3. Halife Osman bin Affan değil) Şimdi ilk Müslüman olan bu iki Türk hakkında ayrıntılı bilgi sunalım:

ilk Müslüman Türkler
Osman Bin Talha: Peygamber’imiz döneminde Mekke’de demir işiyle uğraşan bir sülale vardır. MS 500’lerde Mekke’ye yerleşen Oğuzların Kayı boyuna mensup bu Türk ailesi, Arap kaynaklarında Süreyc kabilesi olarak geçer. Dönemin Arap kaynakları da bunlardan Türk diye söz ederler. Süreycler, kadim Türk mesleği olan demircilik yaparlardı. Bütün kılıçlar, zırhlar, kapı kolları vs. bu sülale tarafından yapılırdı. Bilindiği gibi, Kâbe’de öteden beri çeşitli görevler için çeşitli kabilelerden kişiler görevliydi. Hicabe denilen ve görevi Kâbe’nin perdedarlığı ve anahtarlarını taşıma olan hizmet, bu Türk sülale tarafından yürütülüyordu. Mekke’nin Fethi günlerinde, Kâbe’nin kayyumculuğu da denilen (Kâbe’nın korunması ve kapıların kilitlenmesi) bu görev, 120 yıldan bu yana bu Süreyc kabilesi tarafından yerine getiriliyordu.

Kabe anahtarının teslimi
Hicret’in sekizinci senesi olan 630’da Mekke fethedildiği zaman, Hz. Peygamber Kâbe’ye girmek ister. Ancak kapı kilitlidir. Kâbe’nin kapısını açma görevi, demir sanatıyla uğraşan Türk ailesinden Osman bin Talha adlı bir Türk’tedir. Peygamberimiz, anahtarı almak için Hz. Ali’yi görevlendirir. Ali buna çok sevinir, çünkü Kâbe anahtarına sahip olmak oldukça onurlu ve ayrıcalıklı bir payedir. Hz. Ali büyük bir sevinç ve kararlılıkla gider, Talha’dan anahtarı ister. Talha vermez. Hz. Ali, hışımla onun elini burkarak anahtarı alır ve sevinç içinde Kâbe’nin yolunu tutar. Hz. Ali Kâbe’nin kapısını açar, Hz. Peygamber içeri girerek iki rekât namaz kılar. Peygamber’imiz Kâbe’den çıkarken amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan kayyumculuğu kendisine vermesini ister. Bu olaya tanık olan Mekkeli müşrikler, işte şimdi Müslümanlar birbirine düşecek, bakalım Ali’den anahtar nasıl alınıp Abbas’a verilecek diye sevinç içinde ellerini ovuştururlarken –işte tam bu esnada- Nisa suresinin 58. ayeti nazil olur. Bu ayetin manası mealen şöyledir:

“Şu bir gerçek ki Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semi’dir, çok iyi duyar; Basir’dir, çok iyi görür.” (Nisa suresi 58. ayet) > kabe anahtarı
Osman’ın Müslüman oluşu
Efendi’miz, Hz. Ali’ye “anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini” emreder. Hz. Ali şaşkınlık içerisindedir ama yapacağı bir şey de yoktur. Büyük üzüntüyle anahtarı Talha’ya geri verir. Bu kez Talha şaşkınlık içindedir. Hz. Ali, “Demin senden anahtarı alırken senin elin acıdı, şimdi de benim yüreğim acıyor.” der. Talha, anahtarın tekrar kendisine verilmesinin sebebini sorar. Hz. Ali, “Allah Resulü, ‘Emaneti ehline verin!’ buyurdular.” der. Tabii Osman bin Talha o sırada müşriktir, İslam’dan bihaberdir. Osman bin Talha, İslamiyet’in henüz hiçbir öğretisini bilmediği hâlde, sadece bu, “Emaneti ehline veriniz.” sözü ilgisini çeker. Bu nasıl bir din ki bu kadar ayrıntıya önem veriyor, bu kadar ince duygular barındırıyor der ve orada Müslüman olmaya karar verir.

1400 yıllık geleneği suud-ingiliz ittifakı bozuyor
Tarih 630’dur. Bize; tarih derslerimizde, İslamiyet’in Türkler tarafından kabul edilişini, Karahanlı Hakanı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olduğu tarih olan 940 yılı olarak öğretmişlerdi. Aslında ise Osman bin Talha, ta 630 senesinde Müslüman olmuş olan ilk Türk’tür. Süreycler, ilk Türk sahabelerdir. Süreyclerin Kâbe kayyumluğu vazifesi, 8 Ocak 1926’da Suudi Arabistan devletinin İngilizler tarafından kurulduğu yıla kadar, 1400 yıl kesintisiz devam etmiştir.[1]

Kayı boyu işareti
Süreyclerle ilgili ilginç bir bilgi daha verelim: Oğuzların Bozok kolu Kayı boyundan olan Süreyc kabilesinin lideri Osman bin Talha, yapmış olduğu değerli bir kılıcı 3. Halife Hz. Osman’a hediye eder. Kılıç o kadar güzel ve değerlidir ki büyük paralarla el değiştirir. Yüzyıllar sonra bu kılıç Şeyh Edebali’nin eline geçer, o da damadı Osman Gazi’ye verir. Şu ilginç duruma bakın ki Kayı boyundan bir Osman’ın yaptığı kılıç, Kayı boyundan başka bir Osman’a –Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracak olan- Osman Gazi’ye ulaşacaktır. Osman Bin Talha’nın yaptığı bu kılıç, şimdi Topkapı Müzesi’nde sergilenmektedir. Üzerinde Kayı boyunun damgası olan, “iki ok, bir yay” ibaresi “IYI” şeklinde bulunmaktadır.[2]

Satuk Buğra Han: Bilindiği gibi, Orta Asya’daki ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılar Devleti’dir. Bu devletin hükümdarlarından olan ve İslamiyet’i ilk kabul eden, Müslüman olduktan sonra da Abdülkerim adını alan Satuk Buğra Han ile yeni din; Türkler arasında hızla yayılmıştır.[3] Karahanlılar ailesinin bilinen ilk hükümdarı Bilge Kül Kadır Han’dır. Satuk Buğra Han, Bilge Kül Kadır’ın torunu, Bazir Arslan Han’ın oğludur.

Satuk Buğra’nın Müslüman oluşu
Satuk Buğra, genç bir Prens iken Karahanlılara sığınmış olan Ebu Nasr adlı Samani[4] şehzadesi ya da sufi vaizi ile karşılaşması, onun İslam dinini benimsemesi ile neticelenmiştir. Atalarının dinini terk edip başka din seçen Satuk Buğra, Türkler arasında ilk başlarda büyük tepki görmüştür. Daha sonra, amcasına karşı giriştiği taht mücadelesini kazanmış ve sonra da hâkim olduğu bölgelerde İslamiyet’i resmen ilan etmiştir[5]. Bu olay, Türk tarihinde büyük dönüm noktası oluşturacaktır. Türk kültür ve medeniyetinin, orta çağda dünya çapında doruk noktaya ulaşması bundan sonra başlamıştır. Karahanlıların önde gelen illeri Buhara, Semerkant, Farab, Balasagun, Kâşgar, Taşkent (Şaş) zamanının önemli kültür merkezleri olmuştur. Düşünce hayatının büyük isimleri Farabi, İbni Sina, Kâşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevi, Gazali gibi daha birçok Türk düşünür ve ilim adamı Karahanlı ülkesinde bu merkezlerde yetişmiştir.[6]

Türk tarihinin ve Türk kültürünün en temel eserleri Karahanlılar devrinde yazılmıştır. Bunlardan Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’ü başta gelir. Ayrıca, Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i, Edip Ahmet Yükneki’nin Atabetü’l-Hakayık’ı bu dönemin başlıca eserlerindendir.[7]
ilk Müslüman Türkler
Satuk Buğra Han
Satuk Buğra Han’ın rüyası
Satuk Buğra Han’ın Müslüman olması ile ilgili olarak günümüze erişen menkıbe, Türk-İslam kültür ve edebiyatı açısından abide niteliğindedir. Bu menkıbe, Satuk Buğra’nın Hızır Aleyhisselam ile karşılaşması ve rüyasında İslam dininin esaslarını öğrenerek Müslüman olmasını anlatır. Bu ünlü Türk destanı, ilk olarak Fernand Grenard(1866-1942) tarafından 1900 yılında Journal Asiatique mecmuasında yayımlanmış, buradan Osman Turan tarafından Ülkü dergisinde Türkçeye çevrilmiştir.[8] Bu destan, özetle şu şekildedir:

Satuk Buğra Han Destanı: Hazreti Peygamber bir gece kanatlı Burak’a binmiş, miraç ediyordu. Yanında büyük meleklerden Cebrail vardı. Mana âleminde, bütün peygamberler çevresini almışlardı. Peygamber’imiz, hepsini tanıyordu. İçlerinden bir çehreyi tanıyamadı. Cebrail’e kim olduğunu sordu.

CEBRAİL
“Bu.” dedi, “Sizden üç yüz yıl sonra gelecek Satuk Buğra Han’dır. Türkistan’a dinimizi yayacak ve Türkleri İslam’ın nuruna kavuşturacaktır.”

Peygamber’imiz, bu cevapla sonsuz bir sevinç duydu. Buğra Han’ın ruhuna sevgiyle baktı. Sonra miracından yeryüzüne avdet buyurdu. Buğra Han’ı unutamıyordu. Her gün ona dua ediyordu.

Peygamberimiz’in Türklere duası
Ashabıkiram bir gün kime dua ettiğini Peygamber’imize sordular. Allah’ın Resulü, vakıayı anlattı. Ashap, merak ettiler, Buğra Han’ın ruhunu görmek için yakardılar. Peygamber’imiz, kabul buyurdu ve Türklerin hakanının ruhunun erişmesi için Cenabıhakk’a dua etti.

Birden kırk atlı göründü. Bunlar, ortalarına Abdülkerim Satuk Buğra Han’ı almış kırk Türk atlısı idi. Hepsi, Peygamber’i ve ashabını saygıyla selamladı. Hazreti Peygamber Türk hakanı ve Türk ordusu için dua etti.

Satuk Buğra Han, hidayet nuruyla doğmuştu. Daha çocukken ağırbaşlı, vakur, yüksek ahlaklı idi. On iki yaşına iken kâhinler, annesine müracaat ettiler. Bu çocuğun ileride atalarının dinini bırakacağını, Müslüman olacağını, bütün Türkleri Müslüman yapacağını, katlinin gerektiğini söylediler. Hatun, atalar dinini bırakmanın ayıp olduğunu fakat oğlunu şimdiden öldürmenin gerekmediğini, ileride Müslüman olmak istediği zaman icabına bakılabileceğini söyleyip kâhinleri savdı.

Kâhinlerin kehanetinden on iki yıl sonra Satuk Buğra Han, ormanda avlanırken kendisine Hızır Aleyhisselam göründü ve nasihat etti. O günün gecesinde de rüyasında İslam dininin esaslarını öğrendi. Türk prensi, kelimeişahadet getirerek Müslüman oldu.

Satuk Buğra Han’ın mucizesi
Haber, derhâl amcası Harun Buğra Han’a erişti. Han, yeğeninin ata dinini bıraktığını öğrenince çok kızdı. Derhâl yanına geldi. Satuk Buğra’nın bir cami inşa ettirmekte olduğunu gördü. Tepesi attı. Caminin taşlarını devirmek istedi. Fakat yer bir miktar yarıldı. Harun Buğra Han, dizlerine kadar toprağa gömüldü. Yeğeni Satuk Buğra Han, amcasına acıdı. “Tek kelimeişahadet getirip bu beladan kurtul. Allah Rahman ve Rahim’dir ey Türklerin hakanı!” dedi. Harun Buğra Han, kızgınlığından küfretti. Yer yine yarıldı. Türklerin hakanı boğazına kadar toprağa gömüldü.

Abdülkerim Satuk Buğra Han, amcasına tekrar tövbe ve istiğfar teklif etti. Türk hakanı, atalarının dinini bıraktığı için yeğenine lanet etti. Bunun üzerine yer biraz daha yarıldı ve Harun Buğra Han’ı içine aldıktan sonra yarık kapandı.

Bu mucizeyi görenler, görmeyenlere anlattılar. Bütün Türk illeri Müslüman oldu. Abdülkerim Satuk Buğra Han Türklerin hakanlık tahtına geçti. İslam’ın keskin kılıcı idi. Bütün ırktaşlarını Hak dinine çağırdı. Karşı koyan Uygurları cezalandırdı.

Yüce Allah’ın Türk ordusu
40 sene hakanlık tahtında şan ve şerefle oturdu. Fena âleminden beka âlemine geçtiği zaman Türk illeri hak dini ile müşerref olmuşlardı. Türkler, Allah’ın adını yüceltmekle görevlendirildiklerini biliyorlardı. Bu kutsal gaye için Türkistan’dan Yakın Doğu’ya akmaya hazırdılar.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, dört oğul ve dört kız bıraktı. Hepsi babalarının yolunda devam ettiler. Ne büyük şeref ve saadete eriştiklerini biliyorlardı. Her millet içinde İslam dininden dönenler ve belalarını bulanlar çıktı. Yalnız Türklerin içinden, bir defa Hak dinini kabul ettikten sonra dönen görülmedi. Zaten Hz. Peygamber, daha üç asır önce “Benim Türk adında bir ordum vardır.” buyurmuştu. Türkler, bu hadis-i şerifin sırrına mazhar bir millet olarak yaşadıkça Tanrı onlardan hiçbir şeyi esirgemedi, onlara hiçbir yüceliği çok görmedi. Tanrı’nın seçilmiş kavmi olan Türkler, uzun asırlar boyunca, tarihte hiçbir millete nasip kılınmamış bir şan ve şevket içinde yaşadılar.[*]
[1] Bu bilgiler; 29 Aralık 2013 tarihinde Karadeniz TV’de yayımlanan “Gönül Mimarları” adlı programda, Oktan Keleş tarafından aktarılmıştır.
[2] Oktan Keleş Twitter adresi: twitter.com/oktankeles
[3] Reşat Genç; “Satuk Buğra Han ve Türklerin İslamiyet’i Kabulü”, Makaleler-1, yayına haz. Semih Yalçın, Uğur Ünal, Togay S. Birbudak, Ankara, 2009, s. 364, Berikan Yayınları.
[4] İran’daki Samani Devleti
[5] Genç; “Karahanlılar”, age., s.146.
[6] Ümit Hassan; “Karahanlılar ve Kutadgu Bilig”, Türkiye Tarihi-1, Osmanlı Devleti’ne Kadar Türkler, yayına haz. Sina Akşin, İstanbul, 1987, s. 302, Cem Yayınları.
[7] Ana Britannica, Ana Yayıncılık, C. 18, İstanbul, 1993, s. 141.
[8] Yılmaz Öztuna; “Satuk Buğra Han Destanı”, Türk Ansiklopedisi, C. 28, Ank. 1980, s. 176, Millî Eğitim Basımevi.
[9] Öztuna; age., s. 176-177.

BAHARİSTAN MOLLA-CAMİ




BAHARİSTAN MOLLA-CAMİ

Tarih ve Bilim Türklerin zayıf yönleri̇


TARİH VE BİLİM
Türklerin zayıf yönleri̇
Türklerin-Zayif-Yönleri1
Türk toplumu, yöneticiye bağlı bir özellik göstermiştir. Türk devlet yöneticileri, egemen olma güdüsünü yitirdiklerinde komşu imparatorluklarla işbirliğine gitmişlerdir. Böylece, toplum da yöneticiler gibi kurtuluşu dışarıda aramaya başlamış, devlet parçalanma sürecine girmiştir.

Egemen olma güdüsünün yok oluş nedeni bellidir: Yöneticilerin toplum ihtiyacını karşılayacak çözüm yollarını yitirmesi… Topluma verecek bir şeyi kalmayan üst tabaka; dışarıyı taklit etmeye, dışarıyı örnek göstermeye başlar. Halk da yöneticisini takip eder.

Çin etkisine nasıl girildi?

Bu duruma düşen yarı yerleşik yöneticiler, özellikle Çin etkisine girmişlerdir. Güçlü Çin’den yardım alma, onun desteği ile ayakta durma çabası, yerleşik seçkinlerin, lüks tutkusu ile de desteklenmiştir. Böylece, beyi yabancı devletin etkisine giren halk, onu izlemekte bir sakınca görmemiştir. Bu durumda Türk milletinin başına gelenleri de Orhun Yazıtları (Kül Tigin, Bilge Kağan yazıtları) çok trajik biçimde dile getirmiştir: Dış çekime kapılarak milletten ayrılanların durumunu Kül Tigin anıtı şöyle anlatıyor:
“….. Kutsal Ötüken ormanının milleti, gittin. Doğuya giden/gittin. Batıya giden/gittin. Gittiğin yerde kazancın şu olmalı: Kanın su gibi koştu, kemiğin dağ gibi yattı. Beylik erkek evladın kul oldu; hanımlık kız çocuğun cariye oldu.
Ne yazık ki yaratıcılığı yok olmuş beyler takımının kurtuluşu dışarıda araması yüzünden devletler önce parçalanmış, sonra da yıkılmışlardır.
İlginçtir ki Çin; topluma verecek bir şeyleri kalmayan Asya Türk yöneticileri için; bugün Türkiye Cumhuriyeti için Avrupa Birliği ne ise o olmuştur. Nüfusu 1 milyon dolayındaki Türk devletinin 56 milyonluk Çin ile yarışması için, Türk gelenek ve kültürünün sarsılmadan yaşatılması gerekiyordu. Fakat Çin İmparatorluğu, Türk yönetici takımını önce ikiye bölüyor; bunlardan birisini lükse boğuyor; halkı ayartıyor; böylece tavanı da tabanı da ana birlikten ayırıyordu.

Çin Türkleri sömürdü

Orhun (Göktürk) Yazıtları; Çin’in adam ayartma ve sonra da bunları eriterek yok etme politikasını çok açık örneklerle ortaya koymaktadır. Yazıtlarda en çok vurgulanan gerçek şudur: Çin milleti hilecidir, sahtekârdır. Bilgisiz kağanın yönettiği devletteki küçük kardeşle büyük kardeşi, beylerle halkı birbirine düşürmüştür. Böylece il (devlet) ve kağan yok olmuş, Türk’ün emeğini 50 yıl boyunca Çin sömürmüştür.
Türk halkı, yöneticisini izlerken basit çıkarlarına tutsak olabilmekte, bu da ili yıkan bir sonuç yaratmaktadır. Çıkarı için Çin’i taklit eden kesimlerden yakınan Göktürk hakanı, Türk milletinin bu zayıf yönünü gözler önüne sermektedir.
Yani lüks tutkusu ve günlük ihtiyaç uğruna, devletini de yöneticisini de terk edebilen öğeler de Türk milletinin içinde yer almaktadır. Bu yüzden Türk kimliği içinde, aldatılmaya açık bir yapıdan da söz edilebilir. Özetle; Türk kandırılmaya açıktır. Yazıtların tanıklığından anlıyoruz ki Çin; “Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş.” Durum bu olmasına karşın; Türk milleti acı gerçeği de görmek istememektedir. Çin’in bu işte uyguladığı yöntem, asimilasyon ile yöneticileri birbirlerine karşı kışkırtmadır. Öyle ki Çin; kendilerine en sadık Türk yöneticilerinin yanına bile bir casus yerleştirmişlerdir. Göktürk tarihinin yüz karası Cangar’a eş gönderilen Sui hanedanı prensesi i-cheng’in asıl görevi casusluk idi (Eski Türkler, s. 211)”. Casus Chang Sun- Seng’in yıkıcı çalışmalarını daha önce görmüştük.

Çinliler Türkleri nasıl böldü?

Farklı kabilelerin ayartılıp Çin’e çekilerek gücün emilmesi, ili (devleti) güçsüzleştiren nedenlerden birisiydi. Çin yönetimi eritme ve çatıştırma yöntemi ile Türk devletini Türk’e yıktırma yolunu icat etmiş ve kullanmıştır.
Bu iş için:
  • Politik olarak Türk yabgularını, hanlarını birbirlerine düşman gibi gösteren yalanlar üretip birliği çatışmaya dönüştürüyorlardı: Küçük kardeşle büyük kardeşin savaşımı… 
  • Çin ipeği ve altını ile etkili beyleri satın alıyorlardı.
  • Çin’in çok zengin olduğunu yayıyorlar; halkı Çin’e çekmeye uğraşıyorlardı. Türk beylerine yaptıkları gösterilerde ağaçlara bile ipek sararak onların gözlerini kamaştırıyorlardı. Sui yönetimi, geniş çaplı bir adam ayartma politikası başlatmış, bunun için merkezden kaçmaya hazır Türk beylerine pahalı ve bol hediyeler vermişlerdir. Öyle ki bu hediyelerle bir ordu donatılabilirdi. Ayartılan beylerle birlikte on binlerce kabile üyesi de Çin’in egemenliğine giriyordu.
  • Yaklaşan Türk kabilelerini Çinlileştirmeye çalışıyorlardı. Bunun sonucunda da Türklerin oğulları kul, kızları cariye haline gelebiliyordu. Çin’le işbirliği yapan Türk beyleri Çince isimler bile aliyorlardı. Ayrılıkçı Türk beylerinin Çinlileşmesi ile Çin, Türk tehlikesini azaltıyor; sonra da bu Çinlileşmiş Türkleri bozkırdaki asıl kitleye karşı kullanuyorlardı. Çin ordusu; bozkırdaki Türk güçlerine, yanına mutlaka birkaç büyük Türk halkından asker alarak saldırmıştır.
  • Çinlileşmiş Türkler; Çinli’den bile daha Çinli davranmaya kalkışmıştır. Hain Cangar’ın, yanındaki adamlarını Çin kültürü ile terbiye etmesine Çin İmparatoru izin vermemiş; “Halk senden daha çok nefret eder; gücün zayıflar!” diyerek onu uyarmıştır. (Çin yandaşı Cangar’ın günümüzün AB heveslileri ile benzeşmesi dikkat çekicidir.)
  • Daha sonraki Türk devletlerinin yönetici tabakası da millî kimlikten uzaklaşmayı, bir egemenlik gösterisi gibi görmüştür. İslam din çemberine girişten sonra (10. yüzyılın ortaları) Türk devlet yöneticileri; Türk kimliğinin yerine İslam kimliğini geçirmeye çabalamışlardır. Bu yüzden Türk saraylarında; ilimde Arapça, Arap kültürü ve edebiyatta Farsça-İran kültürü öne çıkartılmıştır.
  • Türk halkları, başka halklardan çok kendileri ile savaşmışlardır. Türk’ün en büyük açmazı da bu olmuştur. Bu dış çatışma, iç çatışmanın bir devamı sayılabilir. Türk halklarının birbirleri ile savaşları, onların Avrasya’da kesin egemen olmalarını önlemiştir.

Türk halklarının birbirleri ile savaşmalarını gösteren bazı tarihlere değinelim:

  • Hun Devleti’nin kurulmasından hemen hemen 2 bin yıl öncesine kadar Doğu Asya’da Hunlar ile Kıpçaklar savaşıyorlardı. Bu iki Türk halkının çatışması; Çin’in bölgede güçlü kalmasını sağlıyordu.
  • MÖ 107: Hun Devleti’nin doğu yöneticisi Tu-yü, Çin’in ipeği uğruna Yabgu Uşilü’yü öldürmeye kalkıştı.
  • MÖ 72: Wu-Sun Türkleri, Çin ile anlaşıp Hunlar’ı batıdan vurdular.
  • MÖ 56: Hunlar, Çin’in kışkırtması ile doğu-batı şeklinde iki kola ayrıldılar. İktidarı yitirenler Çin’e kaçtılar.
  • MS 48: Güney Hunları Çin ordusu ile birleşip Kuzey Hunlari’na saldırdı. Kuzey-Güney çatışması Hun gücünü eritti.
  • 317: Çin’e kaçmış ve Çin’le işbirliği durumundaki Hunlar o kadar güçlendiler ki yönetimi ele geçirdiler. Lakin hızla Çinlileştiler, eriyince de egemenlik ellerinden kaydı gitti. Büyük Türk Hakanlığı döneminde de Türk kabileleri Çin’de egemen olup Tang hanedanını yaratacaklardır. 10. yüzyılda ise Batı Türk Hakanlığı’nın etkili kollarından Çuyu kabilesi Çin’de yönetimi ele geçireceklerdir.
  • Bu süreçte büyük ölçüde Türk, Çinlileşmiştir.
  • 559: Avarlar’ın da desteklediği Bulgar Türkleri’nin Kuturgur kolunun (9 Oğuz) hükümdarı Zabergan, Bizans’ı kuşattı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru 2. Justiniaos, Bulgarlar’ın diğer kabilesi Uturgurlar’dan (30 Oğuz) yardım istedi. İki kardeş kabile birbiri ile savaşınca iyice zayıfladılar ve Bizans da kurtulmuş oldu.
  • 581: Büyük Türk Hakanlığı’nda Şapolyo, Töremen’in yerine hakan olmak için Çin’le işbirliği yaptı ve Çin’in emrine girdi.
  • 583: Çinli casus Chang Sun-Sheng; Hakan Şapolyo ile Apo Han’ı birbirine düşürdü. Kuzey’deki Tarduş Han da Çin’le işbirliği yaptı. Başlayan iç savaş Büyük Türk Hakanlığı’nın önce ikiye ayrılmasına sonra da çökmesine yol açtı.
  • 589: Çin, hakanlığın kuzeydoğu hattına saldırdı. Bölge yöneticisi Cangar, Çin’e yardımcı oldu. Çin de ona hazineler vererek ayrışmayı körükledi.
  • 630: Doğu Hakanı Kat İl Han’ın emrindeki Türk Töles kabileleri Çin’in kışkırtması ve hediyeleri yüzünden ayaklandılar. Bu süreçte hakanın ailesi bile Çin’in emrine girmişti. Çin’in emrine giren Türk beyleri yüzünden Tang ordusu, Doğu Türk Hakanlığı’nı yıktı.
  • 646: Uygur Türkleri, Çin’le işbirliği yapıp Töles kabilelerinin isyanlarını bastırdılar.
  • 659: Batı Türk Hakanlığı Hakanı İşbara Han, saldıran Çin ordusunu bozdu ise de Çin; yarına Uygur ve Töles Türkleri’ni alarak onu yendi, esir aldı. Çin’e götürülen İşbara Han burada serbest bırakıldı ise de halkının ihanetini hazmedemeyen İşbara Han Çin’de kederden öldü.✓ 662: Çin’in tatlı diline kanıp, ipeğine, şarabına tamah edip oraya geçen Türkler; imparator Kao-tsung kendilerine Çin geleneğine göre davranınca öfkelendiler. Yabancılaşmayı kaldıramayan Türkler’den Uygurlar, Yuan-ko, Paye-ku, Sih-ke, Puku, Tonla gibi Töles kabileleri bir beyin kızkardeşi olan Hanşa Pi-su-tu (Bisudu) liderliğinde isyan ettiler. İsyan bastırıldı, ama Bisudu kaçtı.
  • Çin egemenliğine karşı isyan başlatan İlteriş (Kutlug) Han; Çin’le 17 kez, Kitaylarla 7 kez kendi halkından Oğuzlarla 5 kez savaşmak zorunda kalmıştı.
  • Hakanlığın yeniden kuruluşu sürecinde Göktürkler (Açinalar) şu Türk halklarıyla savaştılar: Dokuz Oğuz (Uygur), Kırgız, Kurikan, Otuz Tatar, Kıtay, Tatabi, Türgiş, On Oklar, Az (As), Kengeres (Peçenek), Karluk, İzgil, Ediz…
  • 734: Çin’de elçilik göreviyle bulunan bir Türk beyi; hakanlık merkezine gelip Bilge Kağan’ı zehirledi. Bu olay, Çin’in Türk devletini yıkmak için Türk egemen kesiminden kişileri kullandığını gösteren örneklerden birisidir.
Çünkü Türkler; Çin emperyalizminin Asya’yı sömürgeleştirmesi önüne bir set çekiyorlardı.

Bizans Türkleri Türklere karşı kullandı

Türk halklarının sadece Doğu Asya’da değil Orta Asya’da, Batı Asya’da ve Güney Avrupa’da da komşu devletler tarafından (Bizans, Ross/Rus) kullanıldığını görüyoruz. Birbirleri ile mücadele ederek zayıflayan Türk halklarının bu bölgelerdeki egemenlikleri çökmüştür. Bu tarihlerden birkaçı şunlardır:
  • 889; Hazarlar ve Guzlar birleşerek Peçenekler’e saldırdılar ve onları yenip sürdüler.
  • 893: Hazarlar, Grekler ve Madyarla birleşip Peçenek ve Bulgarlar’a saldırdılar.
  • 913: Hazarlar ve Guzlar’dan oluşan ordu, Peçenek Türkleri’ne saldırıp yine yendi.
  • 950: Ruslar, Hazar Türk Hakanlığı’na saldırılarını sürdürdüler. Bu saldırılarda Peçenek Türkleri Ruslar’a yardım ettiler.
  • 965: Ruslar (Ross), Guzlar (Oğuzlar) ile birleşerek Hazar Türk Hakanlığı’na saldırdılar. Hazar devleti çöktü.
  • 969: Ruslarla Peçenekler savaştı. Bu çatışmada da Bulgar Türkleri, Ruslar’a yardım ettiler.
  • 985: Ruslar ile Kama Bulgarları savaştılar. Bu savaşta ise Guzlar (Oğuzlar) Ruslar’ın yanında yer aldı.
  • 1091: Büyük Türk beyi Çakan İzmir tarafından, Peçenekler ise kuzeyden Bizans’ı kuşattılar. Bizans hükümeti, Peçenek Türklerine karşı Kuman Türkleri’ni kullandi. Kuman hanları Tugorkan ve Bonyak komutasındaki Türk kuvveti, Peçenekler’i arkadan vurarak kılıçtan geçirdiler. Enez’in 7 kilometre doğusundaki Hisarlıdağ’da yapılan bu savaş, Bizans’ın çökertilmesini engelledi.
Batı Avrasya’daki Türkler; Avarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kipçaklar, Guzlar ve diğer ufak kabileler birbirlerini boğazlayarak yaşam alanlarını açmaya çalıştılar. Bunun için birbirlerine karşı ittifaklar oluşturdular. Bu amaçla kimi zaman Bizans’ın, kimi zaman Ruslar’ın yanında yer aldılar.

Büyük Türk Hakanlığı’nın çökertilmesi

Batı Türk dünyasında meydana gelen bu çatışmalar, aynı şiddette doğuda da devam etti. Büyük Türk Hakanlığı’nın çökertilmesi, tamamen kardeş halkların kavgasının eseri oldu. Uygur, Kırgız, Karluk ittifakında yer alan Türk halkları daha sonra birbirlerini kılıçtan geçirdiler.
Türk halkları arasındaki savaşlar daha sonra da devam etti. Misir-Suriye hattında bu durum açıklıkla gözlendi. Memluklar’la komşu devletlerin ve daha sonra Osmanlı Devleti’nin çatışmaları gibi. Timur ile Yıldırım Bayezid’in Ankara’da vuruşmaları da dünyaya egemen olmaya çalışan Türk güçlerinin birbirini kırmasıdır.
Osmanlı Devleti ile (Fatih) Akkoyunlu (Uzun Hasan) çatışması da böyledir. 1514 yılında Çaldıran Ovası’nda Osmanlı Türkleri ile Safevi Türkleri arasındaki savaş da cihana sığmayan Türk gücünün birbirini kırmasıdır. Bu çatışma; kuzeyde oluşacak Safevi devletinin baskısını emen bir süreç yarattı ve Rusların güçlenmesine yol açtı.

Yukarıdaki bilgileri özetlersek:

Türk yönetici kesimi, toplumu mutlu edecek yolları yitirdiğinde kurtuluşu, yabancı devletlere benzemekte aramıştır; toplumda bunları taklit etmiştir
21. yüzyıl başında Türkiye Cumhuriyeti de böyle bir durumla karşı karşıyadır: Büyük devlet, kabilelerin (Kürt vb…) ayrışma hakkı istemesiyle parçalanma dönemine sokulmuştur.
Bugünkü Türkiye’nin konumu ile 7. yüzyılın başlarındaki Büyük Türk Hakanlığı’nın durumu birbirine son derece benzemektedir. O dönemde Çin kültürüne, Çin’in zenginliğine, Çin’in olmayacak vaatlerine kanan Türkler; kendi devletlerini bile bile yıkmışlardır.
Bugün de Türkiye’de yaratıcılığını yitiren, sorunlara çözüm üretemeyen siyasal-ekonomik egemen kesim, kurtuluşu yeni Çin’de yani AB’de görmektedir. Türk halkının bir bölümü de bu hayali satanların peşinden koşmakta, oyu ile bunları desteklemektedir.
Türkler’de millî kimliğini ilk terk edenler; devletin yöneticileri oluyor. Bu da halkla yönetim arasında ayrışmaya, sonra da çatışmaya yol açıyor. Süreç vara vara devletin çöküşüne varıyor. Devlet-halk çatışmasından Türkiye Cumhuriyeti de etkilenmektedir ve bugün bu süreci ya AB’cileşerek ya da ümmetçileşerek parça parça yaşamaktayız.

Türkler asimilasyona uğradı

Dirençli bir millet olmasına karşın Türkler Doğu – Güneydoğu Avrupa coğrafyasında asimilasyona da uğradılar. Özellikle Hristiyanlığın etkisi ile iki büyük Türk halkı, eridi, gitti. Bunlardan birincisini Kumanlar oluşturmaktadır. Genelde Macarlarla eşleştirilen bu Türk halkı, Hıristiyan olduktan sonra Macarlaşmıştır. Kalan Kumanlar da Ruslar ile yüzyıllara dayanan ilişkilerinden dolayı onların arasında erimişlerdir. Prof Gumilev diyor ki: “Vladimir Monomah tarafından bozguna uğratılan Polovesler, Rus knaz-larıyla dostluk kurmanın yollarını arıyorlar; kabileler halinde Hıristiyanlığa geçiyorlar; o sıralar birçok rakip sultanlığa bölünmüş olan İslam dünyasının temsilcisi Selçuklular’ın saldırılarını püskürtüyorlardı (Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, I, s. 391).
Bu Hıristiyanlaşma ve peşinden gelen Slavlaşma; Bulgar Türkleri’nin Balkan kolunun da kaçınılmaz kaderi olarak daha önce başlamış bulunuyordu. Bugün komşumuz olan Bulgarlar, hakiki Türk halklarının başında gelenlerdendir. Ne acıdır ki Bulgaristan halki, şimdi Türk düşmanlığını bayrak edinmiş bulunuyor. Bulgarlardan küçük gruplar Kırım’da Kırım Tatarları adıyla anılmakta ve Başkurt Türkleri arasında da bunlardan bulunmaktadır.
Hıristiyanlık, Türk halklarının millî kimliklerinin yitmesine yol açarken İslam dini Türkler üzerinde eritici bir etki yapamadı. Türk halkı, eski inancını, bir biçimde İslam dinine ekleyerek, İslam’ı kendi geleneğine göre yorumlayarak kimlik değiştirme zorunluluğuna girmedi.
Bunda temel etken şu olsa gerektir: Türk halklarının yağma seferleri ile İslam devletlerinin cihat hareketi birbirine çok benziyordu. Türkler, İslam dinine geçince bölge devletlerini yağmalama eylemlerine dinsel bir gerekçe de bulmuş oldular. Gaza ve cihat hareketi; kutsal bir eylem olarak, apayrı bir coşku yaratarak malmülkköle-cariye elde etme dürtüsünü pekiştiriyordu. Böyle olunca Türk halklarının milli kimliklerinden kopmalarına gerek kalmıyordu. Günümüzde Türk dünyasının çok büyük bölümünün Müslüman olmasının sebeplerinden biri de budur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...