1-hiçbir zaman ölçüyü kaçırmamalısın. 2-babayı saymak gerek. 3-sık sık dinlemeli,çok konuşmamalı. 4-yurttaşlarına en iyi ögütleri ver. 5-isteklere gem vurmalı. 6-asla zora başvurmamalı. 7-çocukları egitmeli. 8-halk düşmanını devletin düşmanı saymalı. 9-şarap içerken köleni dövme,yoksa seni sarhoş sanırlar. 10-dengin olan bir kızla evlen. yüksek soydan birini alırsan efendin olur,akraban degil.
II. Exakesdides'in oglu Atinalı Solon'un özdeyişleri
1-aşırıya kaçma. 2-isteksizlik doguran isteklerden kaçın. 3-çabuk dost edinme; edindiklerinide hemen terketme. 4-boyun egmeyi ögrenmişsen, emretmeyide bileceksin. 5-yurttaşlarına en hoşa gideni degil, en iyiyi salık ver. 6-yakınlarına karşı hoşgörülü ol. 7-görünmeyeni görünenden çıkar.
III. Damagetos'un oglu Spartalı Khilon'un özdeyişleri
1-kendini bil. 2-ölenleri övgüyle an. 3-yaşlıları say. 4-alçak düşürücü kazanç yerine kaybetmeyi tercih et; çünkü kayıp bir kez acı verir,ötekiyse her zaman. 5-öfkene hakim ol. 6-yasalara uy. 7-haksızlıga ugrarsan uzlaş. ama kötülük görürsen kendini savun.
IV. Hekamyes'in oglu Miletoslu Thales'in sözleri
1-kefaletin yoldaşı felakettir. 2-kötü yoldan zengin olma. 3-ana ve babana gösterdigin sevgiyi yaşlılıkta çocuklarından bekle. 4-tembellik hoşa gitmez. 5-kendine hakim olamamak zararlıdır. 6-egitim eksikligine katlanmak zordur. 7-zengin de olsan tembellik etme. 8-acınmaktan çok gıpta edil. 9-ölçülü ol. 10-herkese güvenme.
V. Hyrrhas'ın oglu Lesboslu Pittakos'un Özdeyişleri
1-uygun zamanı kolla. 2-aklına koydugun işten kimseye söz etme,başaramazsan gülerler. 3-karaya güvenilir,denize güvenilmez. 4-kazancın gözü doymaz.
VI. Teutamides'in oglu Prieneli Bias'ın Özdeyişleri
1-insanların çogu kötüdür. 2-işe yavaş giriş,başladıgına da sıkı sarıl. 3-ne iyi niyetli ne de kötü niyetli ol. 4-iyi bir iş yapmışsan tanrılardan bil, kendinden degil.
VII. Kypselos'un oglu Korinthoslu Periandros'un özdeyişleri
1-aceleci insan tehlikelidir. 2-istekler geçicidir, erdemlerse kalıcı. 3-iyi günde ölçülü,kara günde temkinli ol. 4-annene ve babana layık oldugunu göster. 5-dostlarına karşı iyi günlerinde de kötü günlerinde de hep aynı şekilde davran.
1- Başlangıçtan beri bütün insanlar, zekâdan önce duyuları kullanırlar ve zorunlu olarak, işe duyulur nesnelerin izlenimini edinmekle başlamaktadırlar. Bazıları duyu izleniminde kalır ve hayatları boyunca onların ilk ve son şeyler olduklarına inanırlar; onların neden oldukları elem ve hazzın, iyi ve kötü olduğunu düşünürler; bunlardan birinin sürekli peşinden koşmanın ve öbürünü ortadan kaldırmanın yeterli olduğu kanısındadırlar. Onların arasında zekânın cılız ışığına sahip kişiler, hikmetin burada olduğunu iddia edenler vardır; onlar daha çok yere bağlı, doğuştan kanatları olsa da ağırlıkları çok yükseğe uçmalarına engel olan kuşlara benzerler. Diğerleri, ruhun üst bölümü onları hoş olandan (agreable) edebe uygun olana (honnete) götürdüğü için, bayağı nesnelerin biraz üstüne yükselirler; fakat üst bölgeyi görmeye güçleri yetmez ve erdemli sözlerine rağmen, pratik fiile; önce üstüne yükselmek istedikleri dünyanın nesneleri arasına yeniden düşerler; çünkü, başka sabit bir noktaları yoktur. Bunların dışında üçüncü bir insan grubu, yani güçlerinin üstünlüğü ve görüşlerinin keskinliğiyle Tanrısallığa erişmiş insanların grubu vardır; onlar bulutların ve dünya karanlığının üstüne yükselirler; bütün dünya nesnelerine yukarıdan bakarak orada ikamet ederler: Amaçsız bir uzun koşudan dönen insanların iyi yönetilmiş bir ülkeden hoşlandıkları gibi, bu gerçeklik bölgesinden hoşlanırlar. 2- Bu bölge neresidir? Oraya nasıl varılır? Tutkun bir ruhmuz varsa ve eğer baştan beri gerçek felsefeye yetenekliysek oraya ulaşabiliriz. Güzeli yaratmak için çalışmak âşığın işidir. Fakat o bedenlerin güzelliğiyle yetinmez; ruhun güzelliklerine, erdeme, bilime, edepli uğraşılara, ve kanunlara doğru kaçar; ruhun güzelliklerinin nedenine ve daha yukarıya, bizzat kendinden dolayı güzel olan son bir basit terime varıncaya kadar, bu nedenden önce olan şeye yükselir. Onun ızdırapları daha önceki yerde değil; bu noktada diner. Fakat oraya nasıl çıkılabilir? Bunun için gerekli güç insana nereden gelir? Ona bu aşkı hangi söylem öğretecektir? Bunların cevabı şudur: Bedenlerin güzelliği kazanılmış güzelliktir; onlardaki güzellik bir maddedeki form gibidir. Çünkü güzelliğin süjesi değişir ve süje güzel iken çirkin olur. Sonuçta zekâ bize, bedenlerin, (güzellik ideasına ç.n.) katılmakla güzel olduklarını söyler. Bedenlerde güzelliği meydana getiren şey nedir? Bu, bir anlam da güzelliğin onlarda bulunuşudur. Diğer bir anlamda, bedenleri şekillendiren ve onlara güzelliği koyan ruhtur. Daha ne! Ruhun kendisi bizzat güzel midir? Hayır; çünkü bazı ruhlar ihtiyatlı ve güzel; diğerleri çılgın ve çirkindir. Ruha güzellik ihtiyattan gelir. Fakat ruha güzelliği veren şey nedir? Bu, bazan kendisi olarak kalan, bazan da kendisinden yoksun olan (kişisel ç.n.) zekâ değil de; Zekâ, Gerçek Zekâ değil midir? O halde Zekâ kendinden dolayı güzeldir. Bir ilk terim olarak zekâda durmak mı veya daha öteye gitmek mi gerekir? Zekâ, bize oranla, ilk ilkenin altında yer alır; İyinin giriş yolu olduğu için bize her şeyi tanıtır. Çünkü her şey Zekâdadır; fakat İyi mutlak birlik içinde kaldığı halde Zekâ, İyinin çokluktaki belirtisi, işareti, izi gibidir. 3- Akla göre gerçek varlık ve hakikî öz olan bu zekânın mahiyetini, önce bu yüklemlere sahip olduğunu, başka bir yolla sağlamlaştırarak, incelemek gerekir. İtiraz edecek bazı kişilerin bulunmasına rağmen zekânın varlık olup olmadığını sormak şüphesiz gülünçtür; daha çok şunu araştırmak gerekir: Zekâ bizim söylediğimiz gibi mi, yoksa başka türlümüdür? Ayrı bir zekâ varmıdır veya yokmudur? Bu zekâ varlıklarla özdeşmidir değilmidir? Ve o, şimdi incelemek istediğim konu olan ideaları içerir mi içermez mi? Bir varlık dediğimiz şeyin kompoze olduğunu görüyoruz; hiçbir varlık, ister zanaat ister tabiat ürünü olsun, basit değildir. Sun’î varlıklarda çelik, odun veya tahta vardır; zanaat kendinden gelen formu onlara kazandırarak, onlardan bir heykel, bir yatak veya bir ev yapmadan önce, onlar tam bir gerçekliğe sahip değildir. Tabiî bileşiklerden bazıları çok karmaşıktır; onlara bileşim (combinaison) denir ve onlar bileşen elemanlar ve form halinde ayrışırlar. Örneğin insan ruh ve bedenden ibaret bir bileşimdir ve cisimler ise dört unsurun bileşmesiyle oluşm uştur. Fakat bu unsurlardan her biri, bir madde ve ona form veren şeyden bileşmiş olarak bulunmaktadır (çünkü unsurların maddesi tek başına şekilsizdir); ve formun maddeye nereden geldiğini soruyoruz. Ruhun, kendi tarzında, basit bir varlık olup olmadığı veya onda madde veya form gibi her hangi bir şeyin bulunup bulunmadığı; zekânın ruhta, çelikteki form veya çeliğe form kazandıran zanatkâr gibi olup olmadığını araştırıyoruz. Aynı ilkeleri evrene taşıyarak, oradan, evrenin gerçek yaratıcısı ve Demiurgos’u olan bir zekâya yeniden yükseliriz. Formları kabûl eden dayanağın ateş, su, hava, ve toprak olduğunu; fakat onlara, bu formların başka bir varlıktan geldiğini ve (formların kaynağıç.n.) bu varlığın ruh olduğunu; ruhun dört unsurla ilişkili olduğu için, onlara dünya formu kazandırdığını, bu formun dört unsura ruhun bir bağışı olduğunu; fakat zanaat, zanaatkârın ruhuna nasıl aksiyon kuralları veriyorsa, yaratıcı ilkeyi ruha verenin zekâ olduğunu söyleyebiliriz. Nasıl ki, verdiği her şeyi sahip heykele form kazandıran bir heykeltıraş varsa; ruhun formu olan, forma göre iş gören bir zekâ vardır. Zekânın ruha kazandırdığı şey, o halde, kelimenin tam anlamıyla gerçekliğe yakındır; fakat bedenin (ruhtan ç.n.) aldığı şey, bir imaj, bir taklittir. 4- O halde niçin ruhun ötesine kadar gitmek ve onu ilk terim olarak görmemek gerekir? Önce zekâ ruhtan farklı ve ondan üstündür; oysa üst terim tabiî olarak birinci terimdir. Sanıldığı gibi, ruhun, yetkin olduktan sonra zekâyı türetmesi doğru değildir. Eğer kendini güçten fiile geçiren neden olmasaydı, güç halinde bir varlık, nasıl fiil halinde bir varlık olacaktı? (Yoksa) tesadüfle mi? (Öyle ise) o zaman bu varlığın fiil haline geçmemesi mümkündür. Bunun için, ilk varlıkların fiil halinde olduklarını, kendi kendilerine yettiklerini ve yetkin olduklarını kabûl etmek gerekir. Yetkin olmayan varlıklar yetkin olanlardan sonradır; yetkin olmayan çocukların ergenlik çağına ulaşan babalarından türemesi gibi, yetkinliklerini türeticilerden alırlar; onlar ilk yaratıcılarına göre bir maddedir ve bu madde şekilsiz olduğundan, bir varlık olmakla tamamlanır. O halde ruh pasif olsaydı, bozulmayan her hangi bir şeyin olması; (eğer bozulmayan şey olmasaydı, her şey zamanın etkisiyle dağılıp yok olacaktı), sonuç olarak ruhtan önce her hangi bir şeyin bulunması gerekir. Üstelik ruh dünyada olduğu ve dünya dışında herhangi bir şeyi(n bulunduğunu ç.n.) kabûl etmek gerektiği için, bundan, ruhtan önce herhangi bir şeyin bulunduğu sonucu çıkar. Çünkü, dünyada olan her şey bir madde ve bir cisim halindedir, o halde dünyadaki hiçbir şey kendine özdeş değildir. İnsan cinsi ve yaratıcı ilkeler, ne ezelî, ne de kendilerine özdeş olacaklardır. Sonuç olarak, bu ve başka pek çok kanıttan, zekânın ruhtan, zorunlu olarak önce olduğunu anlıyoruz. 5- Fakat zekâ gerçek anlamıyla alınırsa, onunla, güç halinde zekâ olmamadan zekâ haline geçen (böyle olmazsa yeniden, zekâdan önce başka bir zekâ isteriz) bir zekâyı değil; fakat bir fiil halinde ve ezelî olarak var olan zekâyı anlamak gerekir. Düşünme zekânın sonradan kazandığı bir şey olmadığından, bütün herşeye kendinden dolayı sahiptir ve sahip olduğu her şeye kendinden dolayı sahiptir. Kendisini kendisiyle düşündüğü için o, düşündüğü şeydir. Eğer zekâ bir gerçeklik ve düşündüğü şey de başka bir gerçeklikse, onun kendi realitesi, kendisi için düşünme objesi olmayacaktır; o fiil halinde değil güç halinde olacaktır. O halde bu gerçeklikleri (zekâyı ve düşünmesinin objesini ç.n.) bir birşünceyle onları ayırma alışkanlığımız vardır). Düşündüğü şey olduğunu kabûl edeceğimiz tarzda etkin olan varlık veya düşünme nedir? Bunun, gerçek zekâ olduğu açıktır; zekâ varlıkları düşünür ve onları var ettirir. O halde zekâ bu varlıkların kendisidir. Çünkü zekâ, onları ya başka yerde var olan, ya da kendisinde ve bizzat kendisi olan varlıklar olarak düşünür. Başka yer imkânsızdır. O halde onlar gerçekte nerededirler? Sonuç olarak Zekâ, hem kendini hem de kendindeki varlıkları düşünür. Sanıldığı gibi o, onları duyulur şeylerde düşünmez. Gerçekte belirli bir varlık için duyulur varoluş ilk (varoluş ç.n.) değildir. Maddedeki duyulur şeyin içinde olan form, gerçek formun bir imajıdır; başka bir şeyde olan her form, bu şeye başka bir formdan gelmiştir ve bu başka formun imajıdır. Üstelik, zekâ evrenin yaratıcısı olmak zorundaysa, bu evren henüz var olmadığından, kendilerini meydana getirmek amacıyla, varlıkları düşünemeyecektir. Sonuç olarak bu varlıkların dünyadan önce var olmaları gerekir; onlar, başka varlıkların izleri değil; fakat ilk örnekleridir: ve onlar zekânın özünün ta kendisidir. Yaratıcı ilkelerin yeterli oldukları söylenebilir mi? Onlar açıkça ezelîdirler; ve hem ezelî, hem de ihtirassız (impassible) olduklarını söylersek; onları, kendileriyle aynı (ezelî, ihtirassız) yüklemleri bulunan, alışkanlıktan, tabiattan ve ruhtan önce olan bir zekâya yerleştirmek gerekir. Çünkü bu üç şey sadece güç halindedir. Zekâ onun için bizzat gerçek varlıktır; ve onları başka yerde olan şeyler gibi düşünmez. Bizzat gerçek varlıklar zekâdan ne önce, ne de sonradırlar; fakat zekâ onların varoluşunun yasa koyucusu, daha doğrusu, yasası gibidir. O halde aşağıdaki formüller tamdır: “Var olmak ve düşünmek aynı şeydir”; “maddesiz varlıkların bilimi, objeleriyle özdeştir”; “kendimi bir varlık olarak kavramaya çalışıyorum”; hatırlama (reminiscence) teorisini de. (zekâda) hiçbir varlık dışarıda, mekânda değildir; fakat varlıklar ezelî olarak bizzat kendilerindedirler ve ne değişmeyi, ne de bozulmayı kabûl ederler; ve bunun için onlar gerçek varlıklardır. Doğan ve ölen varlıklar sadece geçici bir varlıkları vardır. Bu sonuncular değil de, öncekiler varlıklardır. Duyulur nesneler, katılma sayesinde, olduklarını söylediğimiz şeydir; nasıl ki çelik, çelik formunu heykeltıraşlık sanatından ve tahta, tahta formunu marangozluk sanatından almışsa, onların dayanakları da formu başka yerden alır; zanaat çelik ve tahtaya, zanaat (kâr)ın imajıyla nüfûz eder; fakat maddenin dışında kendi kendisiyle özdeş olarak kalır ve kendinde gerçek heykel ve gerçek yatağı korur. Cisimler de böyledir. Bu evrenin payına imajlar düşmüştür ve imajlar da imajı oldukları varlıklardan açıkça farklıdırlar. Dünyanın varlıkları değiştikleri halde, gerçek varlıklar değişmezler, bizzat kendileri olarak kalırlar; mekâna ihtiyaçları yoktur; çünkü büyüklükleri yoktur; onların zihinsel ve bağımsız bir varoluşları vardır; çünkü cisimler kendilerinden farklı bir varlık tarafından korunmayı (sürdürülmeyi) isterler. Fakat, kendiliklerinden ayakta duramayacak olan varlıklara harika tabiatıyla destek veren zekâ, kendine bir yer aramaz.
Sonuç olarak, zekânın varlıklarla aynı şey olduğunu söyleyelim; zekâ onları kendinde içerir; fakat bu, mekânda içerme değildir; onun bizzat kendi kendini içermesi ve onlar için, bir birlik olması anlamındadır. Dünyada bütün varlıklar bir bütün, bununla birlikte (birbirinden) ayrıdırlar. Aynı şekilde, ruhun kendinde hem birçok kesin bilgiler vardır, hem de bu bilgiler birbirine karışmaz. Ruh, istediği anda bu bilgilerden her birini, diğer bilgileri işin içine katmadan kullanır; her düşünme, ruhtaki diğer içkin düşünmelerle karışmaksızm etkin olur. Aynı şekilde ve Çok daha fazla, Zekâ, hem her şeydir, hem de her şey değildir; Çünkü her varlık özel bir kuvvettir. Zekâ bütün varlıkların hepsini, cinsin türleri veya bütünün parçaları içermesi gibi içerir. Yaratıcı ilke güçleri (forces seminales), Zekânın bir imajını verirler: Bir varlığın bütün özgün nitelikleri, bölünmez halde, tohum dadır; nedenler tohum da tek bir merkezde gibidirler, bir göz nedeni vardır; ve ellerin başka bir nedeni vardır. Sadece meydana getirdikleri organlara bakarak, nedenlerin farklı olduğunu görüyoruz. Türetici güçlerden her biri, parçalarla birlikte, kendinde bu parçaları içeren tam bir neden teşkil eder; bu nedenin maddeye benzeyen bir cismi, örneğin akıcı bir cismi vardır; fakat bütünüyle o tam bir formdur, türetici olan bir ruh çeşidine özdeştir; fakat türetici ruh, bir üst(ün)n ruhun im ajıdır. Bu tohumsal güce bazan tabiat (mahiyet) diyoruz; ateşin yarısı ışık olduğu gibi, tohumsal gücün yarısı kendinden önceki güçlerden ibarettir; o, mekanik bir itki aracılığıyla veya yukarıda çok sözünü ettiğimiz bu araçlar yardımıyla değil; fakat kendinde sahip olduğu nedenlerden haberdar ederek, maddeyi şekil değişikliğine uğratır ve bilgilendirir. 7- Düşünen ruhtaki bilimlerden bazılarının (eğer onlara bilim demek gerekirse ve kanı adı onlara daha çok uygun değilse), duyulur bir objesi vardır. Bu bilimler nesnelerden sonra olduğu için, onların imajıdır. Diğer bilimler, yani gerçek bilimler, düşünülür bir objeye sahiptir. Düşünen ruh da dahil, onlar Zekâdan gelir ve hiçbir duyulur şey kavramı içermez. Bilim olarak, kavramına sahip oldukları nesnelere özdeştirler, onlar bizzat kendilerinde, düşünülür objelerine, bu objelerin düşüncesine sahiptirler. Çünkü Zekâ ilk varlıklara özdeştir; ezelî olarak kendi içinde kalır. Objesi karşısında, sanki ona önceden sahip değilmiş veya sonradan sahip olmuş gibi veya kendi kavrayışının dışındaki objeleri azar azar inceliyormuş gibi, tavır takınmaz. Bütün bunlar ruhun davranış tarzıdır. Zekânın kendisi hareketsizdir ve kendisindedir; o aynı zamanda her şeydedir; ve Zekâ, bir şeyi var ettiği için düşünmez. Ne Tanrı, ne de hareket, Zekâ onları düşündüğü zaman vardır. Sonuç olarak bir şey, zekâ onun kavramına sahip olduktan sonra olduğu şey olur veya olduğu şeydir anlamına alırsak, idealar düşüncelerdir demek doğru değildir. Çünkü kavramın objesi, bu kavramdan önce olmalıdır. Aksi halde zekâ, kavramının objesini nasıl düşünecektir? O nun kendini objesine vermesi rastlantı veya beklenmedik bir şey değildir. 8- O halde düşünme, zekâdaki bir objeyi düşünmeyse, bu iç obje bir formdur ve bu ideadır. O halde idea daha nedir? Bir zekâ veya entelektüel bir cevherdir; her idea Zekâdan hiç de farklı değildir; bir Zekâdır. Zekânın tümü, bütün idealardan meydana gelmiştir ve ideaların her biri zekâların her biridir. Aynı şekilde bilimin tümü bütün teoremlerden oluşur ve her teorem bilimin tüm ünün bir parçasıdır; diğer teoremlerden yer bakımından ayrı değildir; fakat bütünde, bütünün, kendine özgü niteliği olan bir parçasıdır. Bu Zekâ bizzat kendindedir, hareketsiz, ezelî olarak, kendinin kendiyle tatmini demek olan, kendine sahiptir. Zekâyı varlıktan önce olan bir şey gibi düşünseydik, Onun varlıkları etkin olarak ve düşünerek meydana getirdiğini ve türettiğini söylemek gerekirdi; fakat varlığı, zekâdan önce olan bir şey gibi düşünmek gerektiği için, varlıkların düşüncede olduğunu; ateş fiilinin ateşe yakın olduğu gibi fiil ve düşünmenin, kendi fiilleri olarak Zekâya sahip olacak şekilde varlıkların yanında bulunduğunu kabûl etmek gerekir. Fakat varlık da bir fiildir. O halde zekânın fiiliyle varlığın fiili tek bir fiildir veya daha ziyade, Zekâ ve varlık tek bir fiil oluşturur. Varlık ve zekâ tek bir mahiyettir. Aynı şekilde, varlıklar, varlığın fiili, ve zekâ da tek bir mahiyettir; bu anlamda alınan düşünceler, idea, varlığın formu ve fiili tek bir mahiyettir; onları birbirinden ayıran, birini öbüründen önceymiş gibi düşünen biziz. Çünkü bizim bölüp parçalara ayıran zekâmız başka, ne varlığı, ne de varlıkları bölüp parçalamayan bölünmez zekâ başkadır. 9- Bu tek bir zekâda, kendilerini düşünerek birbirinden ayırdığımız, şeyler nedir? Bir bilimin içerdiği her şeyi, bilimin birliğinde temaşa ettiğimiz gibi, bu şeyleri de kendi hareketsizlikleri içinde dile getirmek gerekir. Bu görünür dünya, bütün canlıları içeren bir canlıdır; varlığını ve özelliklerini başka bir dünyadan alır ve onun kaynağı olan dünya Zekâya indirgenir. O halde zekânın, dünyanın ilk örneğini içermesi ve düşünülür dünyanın, Platon’un Timaeios’ta Bizatihi Canlı adını verdiği dünya olması gerekir. Canlının, tohumsal nedenden ve bu nedeni barındıran maddeden ibaret olmasından dolayı, kendi kendine meydana gelmesi zorunludur. Aynı şekilde, (türetici neden ç.n.) kendinde bütün güçleri içeren zihinsel bir mahiyet olduğu için, eğer zihinsel mahiyetle bu mahiyeti almaya yetenekli varlık arasında hiçbir engel, hiçbir aracı yoksa, türeyen bu varlığın düzenlenmiş olması, bu (türetici) mahiyetin de söz konusu varlığı düzenlemesi gerekir. Fakat düzenlenmiş dünya, formları bölünme halinde içerir. Burada bir insan, başka bir yerde Güneş vardır. O zaman birde olan şey bütündür. 10- Duyulur dünyada form olan her şey yukarıdan gelir; form olmayan şey de oradan gelmez. Dünyada tabiata aykırı, aynı şekilde, sanatta sanata aykırı hiçbir şey yoktur veya insan tohumu topallama nedenini içermez. Topallama bazan doğuştandır ve tohumsal nedenin güçsüz olmasından kaynaklanır; bazanda arızîdir, forma bir zarar vermedir. Dünyadaki, birbiriyle uyuşan bütün nitelikler ve nicelikler, sayılar ve büyüklükler, türemeler ve durumlar, etkin ve edilgin olmalar, ayrıntı olarak da, bütün olarak da, tabiata göre olmaktadır. Zamanın yerine ezelilik vardır. Zekâda yer, kavramların karşılıklı olarak birbirinin içinde olmasıdır (interiorite reciproque). Çünkü Zekâda her şey, hem kavramlardan anlayabildiğimiz şey, hem de daima entelektüel bir özdür; orada her varlık bu aynı veya başkası, hareket veya dinginlik, hareketli veya hareketsiz, cevher veya nitelik olsun, kendi payına düşen hayata sahiptir. Zekâda her şey cevherdir; çünkü her varlık, niteliği cevherinden ayrılmayacak şekilde güç halinde değil; fiil halindedir. Orada sadece duyulur varlıklara uygun düşen varlıklar mı veya başka birçok varlıklar mı vardır? Fakat önce sun’î objeler meselesini incelemek gerekir; fakat yukarıda kötülük yoktur, dünyamıza kötülük, gerçekte, bir eksiklikten, bir yoksunluktan, bir hatadan gelir. Kötülük, bir maddeye sahip olma biçimi veya forma ulaşma çabasmda başarısızlığa uğrayan maddeye benzer birşeye sahip olma tarzıdır.
11- Resim, heykeltıraşlık, dans ve pantomim gibi bütün taklit etmeye dayanan sanatlar, bu dünyanın ürünleridir; çünkü onlar, hareketleri, formları ve görülür simetrileri taklit ettiklerinden ve başka bir bağlama yerleştirdiklerinden, duyulur bir modele sahiptirler. İnsan aklında olmasalardı, onları yukarıya kadar çıkarmak haksızlık olurdu. Canlı evrenin kuruluşunu anlamak için, hayvanlarda görünür simetriden hareket edersek, yukarıda, düşünülür varlıkta, yetkin simetriyi hem göz önüne getiren ve hem de temaşa eden melekenin bir parçasını kullanırız. Ritim ve armoniyi yansıtan müzik hakkında da aynı şeyleri söylemek gerekir; müzik, konusu düşünülür Ritim olan sanata benzer. Mimarlık, marangozluk gibi, duyulur objenin bütün üretici sanatları, simetriyi kullandıkları ölçüde, ilkelerini ve düşüncelerini yukarıdan alırlar. Fakat üretici sanatlar bu düşünceleri duyulur objeyle karıştırdıklarından, onların objelerinin, bütünüyle yukarıda değil de, insan ruhunda olduğu düşünülmelidir. Yukarıda, maddî bitkilerin büyümesine yardım eden tarımı da, bu dünyada sağlığı, bedenin gücünü ve iyi kuruluşunu inceleyen hekimliği de bulmuyoruz. Orada bütün canlıların hareketsiz ve ihtiyaçsız olmalarından kaynaklanan başka bir güç ve başka bir sağlık vardır. Hitabet, strateji, ekonomi, yönetme sanatı, fiillere güzellik katarak, bu bilimlerden her birine, yukarıdan ve orada olan bilimlerden gelen bir unsuru ekler. Düşünülür objeleri olan geometrinin ve en yüksek derecede varlıkla ilişkili olan hikmetin, yukarıya yerleştirilmesi gerekir. İşte sanatlar ve sun’î objeler hakkında söylemem gereken şey budur. 12- Fakat yukarıda bir insan ideası varsa, düşünen bir varlık ve sanatçı ideası da vardır ve aynı zamanda, zekânın ürünü olduklarından sanatlar yukarıdadır. Evrensellerin idealarının, Sokrates’in değil; fakat insan ideasının bulunduğunu söylemek gerekir. Fakat insan konusunda, ferdî insan ideasının olup olmadığını, incelemek gerekir; aynı şekilde bireyselliğin, herkesin yüz hatlarının aynı olmamasından ibaret bulunup bulunmadığını araştırmak zorundayız; örneğin birinin yassı burnu, diğerinin kartal burnu vardır. Bu iki burun şekli, insan türündeki farklılıklar gibi görülmelidir; aynı şekilde canlı cinsi arasında farklar vardır; fakat farkların bulunduğu dereceler maddeden kaynaklanır; aynı şekilde, ten farklılıklarının bazıları tohumsal nedenden, diğerleri de maddenin ve bölgelerin farklılığından gelir. 13- Geriye şu meseleyi koymak kalır: Yukarıda sadece duyulur varlıkların modelleri mi vardır; veya bizatihi insanın duyulur insandan farklı olduğu gibi, orada ruhtan ayrı bizatihi Ruh ve zekâdan ayrı bizatihi bir Zekâ var mıdır? Şunlara inanmamak gerektiğini söylemek zorundayız: Dünyada her şey bir modelin imajıdır; ruh, bizatihi bir ruhun imajıdır; bir ruh değer bakımından diğer ruhtan daha değerlidir; ve o (diğerinden değerli ruh), dünyada bile bizatihi bir ruhtur; fakat yukarıda olduğu zamanki anlamda ruh olamaz; bunların (doğru olmadığını) öncelikle söylemek zorundayız. Her gerçek ruh adalete ve itidale sahiptir; hatta ruhlarımızda gerçek bir bilim vardır. Bu bilim, ideaların duyulur yerdeki imajlarından ve yansımasından değil; fakat yukarıda olan ve dünyada, yukarıdakinden farklı bir tarzda olan şeylerden elde edilmiştir. Çünkü idealar bizden yerel olarak ayrılmış değillerdir; sonuç olarak ruh, bedenden ayrılır ayrılmaz, idealar gibi yukarıda olur; duyulur dünya tek bir yerdedir; fakat düşünülür dünya her yerdedir; o halde bu şekilde düzenlenmiş ruhun dünyada algıladığı her şey yukarıdadır. Sonuç olarak, duyulur şeyleri görünür şeyler anlamına alırsak, hem yukarıda duyulur dünyanın varlıklarına uygun varlıklar, hem de birçok başka varlıklar da vardır; fakat ruhu ve ruhta olan şeyi de bu başka varlıklara dahil edersek, burada, yukarıda olan her şey vardır. 14- 0 halde, düşünülürde bütün varlıkları içeren Zekânın bu tabiatını, ilke olarak kabûl etmek gerekir. Eğer bu ilke gerçekten bir ve basitse ve bu varlıklarda bir çokluk varsa, bu ilke olma nasıl mümkündür? Çokluk birliğe nasıl eklenir? Bütün bu varlıklar nasıl vardır? Bu durumun sebebi nedir? Başka bir hareket noktası alarak söylemek gereken şey budur. Aşağıdaki güçlüğe gelince: Çürümenin, kirliliğin ve çamurun yukarıda ideaları var mıdır? Söylemek gerekir ki, zekâ, ilk ilkeden sadece en iyi şeyleri alır; oysa bunlar çürüme, kirlilik ve çamur ilk ilkede yoktur; Zekâ onlara sahip değildir; fakat Zekâdan pek çok şey alan ruh, ayrıca başka objeleri maddeden alır, maddeden gelen bu objeler de ruhun objelerinin bir parçasıdır. Fakat bu meseleler, birden çok olan nasıl çıkar? şeklinde ortaya konan güçlüğe yeniden dönersek daha açıkça incelenecektir. Zekâ tarafından değil; fakat duyulur objelerin bizzat kendi kendileriyle etkin olan rastlaşmasıyla meydana getirilmiş arızî terkipler, idealarda yoktur. Çürümenin ürünleri, ruhun, o takdirde başka bir şey meydana getirememesinden kaynaklanır; eğer başka bir şey meydana getirebilseydi, tabiî varlıkları meydana getirecekti; gerçekte o, gücü buna yettiği zaman tabiî varlıklardan bazılarını meydana getirir. Sanatlara gelince, insan tarafından tabiî objelere bağlanan bütün sanatlar bizatihi insandadır. Ruha gelince, şunu söylemek gerekir: Evrensel ruhtan önce kendi başına bir ruh vardır. Bu kendi başına var olan ruh, ya genel olarak hayattır veya ruh doğmazdan önce ve onun doğması için Zekâda bulunan bu hayattır. Kaynak: http://dusundurensozler.blogspot.com.tr
Ey Allah’ım, ey Rabbimiz! Bizi Cehennem ateşinden halâs eyle, muhafaza et, necat ver!
Allah’ım, bize âfiyet ver, bizi affet, bizi iyilerle birlikte pâk ve temiz diyarın olan Cennete koy.
Bunu sadece affınla yap, ey kullarını azaptan koruyan Mücîr! Fazıl ve kereminle olsun, ey bütün günahları bağışlayan Gafur!
Ben, şu kıymetli ve şerefli isimlerinin, şu yüce ve lâtif sıfatlarının hakkı için istiyor ve yalvarıyorum ki, Efendimiz Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâma, onun yaptığı iyilikler sayısınca salât ve selâm eyle!
Allah’ın ismiyle. Allah bana kâfi. Allah’tan başka ilâh yok. Allah her şeye şahit. De ki; O Allah’tır. Allah’ın dilediği olur. Rabbim Allah’tır. Allah’ın şânı yücedir. Allah âlîdir. Allah’a tevekkül edip güvendim. Allah onlara karşı sana kâfidir. O her şeyi işiten ve bilendir.
Bütün kusurlardan münezzehsin. Ey kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım! Eman ver bize, eman diliyorum. Sana olan medih ve senâları sayıp dökemiyorum. Sen, Zâtını övdüğün gibisin.
Ey bütün kemâl sıfatlarını taşıyan hakikî Ma’bud olan Allah! Ey bütün mahlûkata rızık verip merhamet eden Rahman! Ey ahirette sâlih kullarına lütuflarda bulunacak olan Rahîm! Ey bütün günahları bağışlayan Gafûr! Ey kullarının ibâdet ve şükürlerine bol mükâfatla karşılık veren Şekûr!
Zâtın için saydığın güzel isimlerin, yüce sıfatların ve eksiksiz kelimelerin hakkı için Senden istiyor ve yalvarıyorum ki, beni, anne-babamı, bütün erkek ve kadın mümin ve Müslümanlardan hayatta olan ve ölenleri bağışla!
Bize öyle bir merhamette bulun ki, Senden başkasının merhametine ihtiyacımız kalmasın!
Dünyada ve ahirette ihtiyaçlarımızı yerine getir ve dilediğimizi ihsan eyle! Dünyadan ayrılırken son nefesimizi saâdet, şehâdet, ikram ve müjdeyle vermemizi nasip eyle!
Bizim adımıza Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı lâyık ve müstahak olduğu şeylerle mükâfatlandır.
Gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bizi ne nefsimize, ne de yaratıklarından hiç birine havâle etme!
İşlerimizi ıslah edip, yoluna koy! Bizi, hiç zâil olmayan ilim ve sıyânetinle himâye eyle! Ayrı yaşanamayan desteğinle bizleri muhâfaza eyle, ey Celâl ve İkram Sahibi!
Bizden ve bu isimleri üzerinde taşıyan kimselerden cin, insan ve şeytanlardan gelecek âfetleri, yer sarsıntılarını ve Allah korkusundan meydana gelen dağ parçalanışlarını, tâun ve vebâ musîbetlerini, kem gözleri, vücut ağrılarını ve diğer felâketleri def eyle!
Bizi bütün şer ve kötülüklerden muhâfaza et.
Rahmetinle bize dünyada ve âhirette selâmet, âfiyet ve hayır nasip eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi!
Allah, Efendimiz Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.), onun âl ve Ashâbına sallât ve selâm eylesin!
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
"Beledü'l-Emin" ve "Misbah-ı Kef'emî"nin nakline göre, bu duayı Hz. Seyyidu's-Sacidin İmam Zeynülabidin (a.s) babasından, o da de-desi Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakletmiştir.
Resul-i Ekrem, (s.a.a) savaşların birinde vücudunu rahatsız eden ağır bir zırh giymişti. O sırada Cebrail (a.s) nazil olarak Resulullah'a (s.a.a) şöyle arz etti:
"Ey Muhammed, Rabbinin sana selâmı var. O zırhını çıkarıp bu duayı okumanı buyuruyor. Bu dua senin ve ümmetin için eman vesile-sidir."
Sonra duanın fazileti hakkında birtakım açıklamalarda bulundu; bu faziletlerin hepsini burada açıklamamız mümkün değil. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Kim bu duayı kefenine yazarsa, Allah onu (cehennem) ateşiyle azap etmekten hayâ eder. Kim bu duayı Ramazan ayının başında halis niyetle okursa Allah Teala ona Kadir gecesini nasip eder ve onun için Allah'ı tesbih ve tenzih eden ve bütün bunların sevabı duayı okuyan kişiye hediye eden yetmiş bin melek yaratır."
Yine şöyle buyuruyor:
"Kim bu duayı ramazan ayında üç defa okursa, Hak Teala cesedi-ni cehennem ateşine haram kılar; cenneti ona vadeder; onu günahkâr-lardan koruyacak iki melek görevlendirir ve hayatı boyunca Allah'ın emanında olur."
Rivayetin sonunda İmam Hüseyin'in (a.s) şöyle buyurduğu nakle-dilmiştir:
"Babam Emirü'l-Müminin Ali (a.s) bana bu duayı hıfzetmemi, kendisinin kefenine yazmamı, onu aileme öğretmemi ve onları bu dua
yı okumaya teşvik etmemi vasiyet etti. Bu duada İsm-i Azam da olmak üzere bin isim vardır."
Yazar der ki: Bu rivayetten iki nokta anlaşılmaktadır: 1- Bu duayı kefene yazmak müstehaptır; nitekim "Allame Bahru'l-Ulum" -Allah kabrini ıtırlandırsın- kendi "Dürre"sinde buna şöyle işaret etmektedir:
Müstehaptır kefene yazılsın
İslam ve imana şehadeti insanın
Yine yazılsın ayetleri Kur'an'ın
Azaptan aman olan Cevşen de anılsın
2- Bu duayı Ramazan ayının ilkinde okumak müstehaptır. Ancak rivayetlerde bu duayı Kadir gecelerinde okumaya değinilmemiştir. Fakat Merhum Allâme Meclisî (r.a) "Zadü'l-Mead" kitabında, Kadir gecelerinin amellerini açıklarken şöyle demiştir:
"Bazı rivayetlerde bu duanın Kadir gecesi olması muhtemel olan üç gecede okunması tavsiye edilmiştir."
Bu konuda o yüce kişinin (r.a) buyrukları bizim için yeterlidir.
Bu dua, yüz bölümden oluşur her bölümde on ilahi isim mevcuttur ki, her bölümün sonunda şu dua tekrarlanmalıdır:
سُبْحانَكَ يا لا اِلـٰهَ إلاّ اَنْتَ الْغَوْثَ الْغَوْثَ خَلِّصْنا مِنَ النّارِ يا رَبِّ
Münezzehsin sen, ey kendisinden başka ilâh olmayan! İmdat! İm-dat! Kurtar bizi ateşten ey Rabbim!
"Beledü'l-Emin" kitabında ise, her faslın başında "Besmele" söylenmesi ve faslın sonunda şu duanın tekrarlanması nakledilmiştir:
سُبْحانَكَ يا لا اِلـٰهَ إلاّ اَنْتَ الْغَوْثَ الْغَوْثَ صَلِّ عَلى مُحَمَّدٍ وَآلِهِ خَلِّصْنا مِنَ النّارِ يا رَبِّيا ذَا الْجَلالِ وَالاِكْرامِ يا أرْحَمَ الرّاحِمينَ
Münezzehsin sen ey kendisinden başka ilâh olmayan! İmdat! İm-dat! (Allah'ım) Muhammed ve Ehlibeyt'ine rahmet eyle ve bizi (cehen-nem) ateşinden kurtar, ey Rabbim! Ey celal ve ikram sahibi, ey merha-metlilerin en merhametlisi!
Cevşen-i Kebir Duasının Metni
(1) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا اَللهُ يا رَحْمنُ يا رَحيمُ يا كَريمُ يا مُقيمُ يا عَظيمُ يا قَديمُ يا عَليمُ يا حَليمُ يا حَكيمُ سُبْحانَكَ يا لا اِلـٰهَ إلاّ اَنْتَ الْغَوْثَ الْغَوْثَ خَلِّصْنا مِنَ النّارِ يا رَبِّ
(2) يا سَيِّدَ السّاداتِ يا مُجيبَ الدَّعَواتِ يا رافِعَ الدَّرَجاتِ يا وَلِيَّ الْحَسَناتِ يا غافِرَ الْخَطيئاتِ يا مُعْطِيَ الْمَسْأَلاتِ يا قابِلَ التَّوْباتِ يا سامِعَ الأَصْواتِ يا عالِمَ الْخَفِيّاتِ يا دافِعَ الْبَلِيّاتِ.
(3) يا خَيْرَ الْغافِرينَ يا خَيْرَ الْفاتِحينَ يا خَيْرَ النّاصِرينَ يا خَيْرَ الْحاكِمينَ ياخَيْرَ الرّازِقينَ يا خَيْرَ الْوارِثينَ يا خَيْرَ الْحامِدينَ يا خَيْرَ الذّاكِرينَ يا خَيْرَ الْمُنْزِلينَ يا خَيْرَ الْمُحْسِنينَ.
1- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey Allah, ey dünyada hem mümine hem kâfire merhamet eden (Rahman), ey ahirette sadece müminlere merhamet edecek (Ra-hîm), ey iyilik ve ikramı bol olan (Kerîm), ey her şeyi ayakta tutan (Mu-kîm), ey azamet ve yücelik sahibi (Azîm), ey varlığının evveli olmayan (Kadîm), ey her şeyi bilen (Alîm), ey kullarını cezalandırmada acele et-meyen hilim sahibi (Halîm), ey hikmet sahibi (Hekîm)!
Münezzehsin sen, ey kendisinden başka ilâh olmayan! İmdat! İmdat! Kurtar bizi ateşten ey Rabbim!
2- Ey efendilerin efendisi olan, ey duaları kabul eden, ey dereceleri yücelten, ey iyiliklerin sahibi olan, ey hataları bağışlayan, ey bütün istek-leri veren, ey tövbeleri kabul eden, ey bütün sesleri işiten, ey bütün gizli-likleri / sırları bilen, ey belâları/felâketleri def eden!
3- Ey bağışlayanların en iyisi, ey (müşkül meseleleri çözüp) açanla-rın en iyisi, ey yardım edenlerin en iyisi, ey hükmedenlerin en iyisi, ey rızk verenlerin en iyisi, ey vârislerin en iyisi, ey övücülerin en iyisi, ey kendisini ananları en iyi anan, ey en iyi nazil eden, ey iyilik edenlerin en iyisi!
(4) يا مَنْ لَهُ الْعِزَّةُ وَالْجَمالُ يا مَنْ لَهُ الْقُدْرَةُ وَالْكَمالُ يا مَنْ لَهُ الْمُلْكُ وَالْجَلالُ يا مَنْ هُوَ الْكَبيرُ الْمُتَعالُ يا مُنْشِىءَ الْسَّحابِ الثِّقالِ يا مَنْ هُوَ شَديدُ الِْمحالِ يا مَنْ هُوَ سَريعُ الْحِسابِ يا مَنْ هُوَ شَديدُ الْعِقابِ يا مَنْ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوابِ يا مَنْ عِنْدَهُ اُمُّ الْكِتابِ
(5) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا حَنّانُ يا مَنّانُ يا دَيّانُ يا بُرْهانُ يا سُلْطانُ يا رِضْوانُ يا غُفْرانُ يا سُبْحانُ يا مُسْتَعانُ يا ذَا الْمَنِّ وَالْبَيانِ
(6) يا مَنْ تَواضَعَ كُلُّ شَيْءٍ لِعَظَمَتِهِ يا مَنِ اسْتَسْلَمَ كُلُّ شَيْءٍ لِقُدْرَتِهِ يا مَنْ ذَلَّ كُلُّ شَيْءٍ لِعِزَّتِهِ يا مَنْ خَضَعَ كُلُّ شَيْءٍ لِهَيْبَتِهِ يا مَنِ انْقادَ كُلُّ شَيْءٍ مِنْ خَشْيَتِهِ يا مَنْ تَشَقَّقَتِ الْجِبالُ مِنْ مَخافَتِهِ يا مَنْ قامَتِ السَّماواتُ بِاَمْرِهِ يا مَنِ اسْتَقَرَّتِ الأَرَضُونَ بِاِذْنِهِ يا مَنْ يُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِهِ يا مَنْ لا يَعْتَدي عَلى اَهْلِ مَمْلَكَتِهِ
4- Ey izzet ve güzelliğin gerçek sahibi, ey kudret ve kemalin sahibi, ey mülk ve celalin sahibi, ey büyük ve yüce olan, ey ağır (yağmur yüklü) bulutları icat eden, ey kudret ve intikamı şiddetli olan, ey (mahlûkatın) hesabını süratle gören, ey şiddetli cezaya çarptıran, ey kendi katında en iyi sevabı bulunan, ey (yüce) katında Ümm'ül-Kitap (Levh-i Mahfuz) bu-lunan!
5- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey şefkatli (Hannân), ey çok iyilik ve ihsan sahibi (Men-nân), ey (hiçbir ameli) karşılıksız bırakmayan (Deyyân), ey (yolunu kay-bedenler için delil) (Burhân), ey gerçek saltanat sahibi (Sultân), ey (sâlih kullarını) hoşnut eden (Rızvân), ey (günahları) bol bol bağışlayan (Guf-rân), ey (bütün eksikliklerden kusurlardan) münezzeh olan (Sübhân), ey kendisinden yardım dilenen (Müsteân), ey ihsan ve beyan sahibi!
6- Ey azametine her şeyin boyun eğdiği, ey kudretine her şeyin tes-lim olduğu, ey izzetine karşı her şeyin zelil olduğu, ey heybetine karşı her şeyin eğildiği, ey korkusundan her şeyin ram olduğu, ey korkusundan dağların yarılıp parçalandığı, ey emriyle göklerin ayakta durduğu, ey iz-niyle yerlerin karar kıldığı, ey gök gürültüsünün kendisini hamd ile tesbih ettiği, ey memleketinin ehline (yaratıklarına) zulmetmeyen!
(7) يا غافِرَ الْخَطايا يا كاشِفَ الْبَلايا يا مُنْتَهَى الرَّجايا يا مُجْزِلَ الْعَطايا يا واهِبَ الْهَدايا يا رازِقَ الْبَرايا يا قاضِيَ الْمَنايا يا سامِعَ الشَّكايا يا باعِثَ الْبَرايا يا مُطْلِقَ الأُسارى
(8) ياذَا الْحَمْدِ وَالثَّناءِ يا ذَا الْفَخْرِ وَاْلبَهاءِ يا ذَا الْمَجْدِ وَالسَّناءِ يا ذَا الْعَهْدِ وَالْوَفاءِ يا ذَا الْعَفْوِ وَالرِّضاءِ يا ذَا الْمَنِّ وَالْعَطاءِ يا ذَا الْفَضْلِ وَالْقَضاءِ يا ذَا الْعِزِّ وَالْبَقاءِ يا ذَا الْجُودِ وَالسَّخاءِ يا ذَا الآلاءِ وَالنَّعْماءِ
(9) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا مانِعُ يا دافِعُ يا رافِعُ يا صانِعُ يا نافِعُ يا سامِعُ يا جامِعُ يا شافِعُ يا واسِعُ يا مُوسِعُ.
7- Ey hataları bağışlayan, ey belâları bertaraf eden, ey ümitlerin son noktası, ey bağışları bol bol veren, ey hediyeleri inâyet eden, ey yaratık-lara rızk veren, ey arzuları yerine getiren, ey (kullarından gelen) şikâyet-leri işiten, ey yaratıkları (Kıyamet günü yeniden diriltip) ayağa kaldıran, ey esirleri azat edip hürriyetine kavuşturan!
8- Ey hamd ve senanın sahibi, ey iftihar ve değerin sahibi, ey şeref ve yüceliğin sahibi, ey ahd ve vefanın sahibi, ey af ve rızanın sahibi, ey ihsan ve bağışın sahibi, ey kesin söz ve hükmün sahibi, ey izzet ve be-kânın (sonsuzluğun) sahibi, ey cömertlik ve eli açıklığın sahibi, ey gizli ve açık nimetlerin sahibi!
9- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey (istemediği şeye) engel olan, ey (zararlı şeyleri ve en-gelleri) defeden, ey yücelten, ey (her şeyi) sanatla yaratan, ey menfaat ve fayda veren, ey (bütün sesleri) işiten, ey (istediğini istediği şekilde) toplayan, ey (kullarına) şefaat eden (kulları hakkında şefaat izni veren ve yapılan şefaati kabul eden), ey (rahmeti) geniş olan, ey (başkalarına rahmet ve nimetini) genişletip bollaştıran!
(10) يا صانِعَ كُلِّ مَصْنُوعٍ يا خالِقَ كُلِّ مَخْلُوقٍ يا رازِقَ كُلِّ مَرْزُوقٍ يا مالِكَ كُلِّ مَمْلُوكٍ يا كاشِفَ كُلِّ مَكْرُوبٍ يا فارِجَ كُلِّ مَهْمُومٍ يا راحِمَ كُلِّ مَرْحُومٍ يا ناصِرَ كُلِّ مَخْذُولٍ يا ساتِرَ كُلِّ مَعْيُوبٍ يا مَلْجَأَ كُلِّ مَطْرُودٍ.
(11) يا عُدَّتى عِنْدَ شِدَّتي يا رَجائي عِنْدَ مُصيبَتي يا مُونِسي عِنْدَ وَحْشَتي يا صاحِبي عِنْدَ غُرْبَتي يا وَلِيّي عِنْدَ نِعْمَتي يا غِياثي عِنْدَ كُرْبَتي يا دَليلي عِنْدَ حَيْرَتي يا غَنائي عِنْدَ افْتِقاري يا مَلجَئي عِنْدَ اضْطِراري يا مُعيني عِنْدَ مَفْزَعي.
(12) يا عَلاّمَ الْغُيُوبِ يا غَفّارَ الذُّنُوبِ يا سَتّارَ الْعُيُوبِ يا كاشِفَ الْكُرُوبِ يا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ يا طَبيبَ الْقُلُوبِ يا مُنَوِّرَ الْقُلُوبِ يا اَنيسَ الْقُلُوبِ يا مُفَرِّجَ الْهُمُومِ يا مُنَفِّسَ الْغُمُومِ
(13) اَللّـهُمَّ اِنّى اَسْأَلُكَ بِاْسمِكَ يا جَليلُ يا جَميلُ يا وَكيلُ يا كَفيلُ يا دَليلُ يا قَبيلُ يا مُديلُ يا مُنيلُ يا مُقيلُ يا مُحيلُ
10- Ey her sanatın (icat edilenin) sanatkârı, ey her yaratılanın yaratı-cısı, ey her rızıklananın rızk vereni, ey her sahip olunacak şeyin (gerçek) sahibi, ey her sıkıntıda olanın sıkıntısına son veren, ey bütün kederlilerin kederlerini gideren, ey bütün acınacak kimselerin (hâline) merhamet eden, ey bütün yalnızyardımsız kalanlara yardım eden, ey her kusur sa-hibinin kusurunu örten, ey bütün kovulmuşların sığınağı olan!
11- Ey zor durumumda hazırlığım/sermayem, ey musibet zamanım-da ümidim, ey korku zamanımda can yoldaşım, ey yalnızlık/gurbet za-manımda arkadaşım, ey nimetli zamanımda velinimetim, ey sıkıntılı za-manımda imdadım, ey şaşkın hâllerimde kılavuzum, ey fakirlik/ihtiyaç zamanımda zenginliğim, ey perişanlık durumumda sığınağım, ey korktu-ğum zamanlarda yardımcım!
12- Ey "gayb" olanları bilen, ey günahları bağışlayan, ey ayıpları ör-ten, ey sıkıntıları gideren, ey kalpleri değiştiren, ey kalplerin tabibi olan, ey kalpleri nurlandıran, ey kalplerin arkadaşı, ey hüzünlere son veren, ey gamları yok eden!
13- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey celâl/yücelik sahibi (Celîl), ey cemal/güzellik sahibi
(Cemîl), ey (kullarının) işini yoluna koyan (Vekil), ey (kullarının gücü yetmeyen) işlerini kendi üzerine alan (Kefîl), ey (kullarına) yol gösteren (Delil), ey bütün istenilenlere kefil olan (Kabîl), ey çok (nimetleri ve...) el-den ele dolaştıran (Mudîl), ey bağış ve lütuf sahibi (Munîl), ey (kullarının hata ve günahlarını) bağışlayan (Mukîl), ey (âlemde istediği her türlü) ta-sarrufu yapabilen (Muhîl)!
(14)يا دَليلَ الْمُتَحَيِّرينَ يا غِياثَ الْمُسْتَغيثينَ يا صَريخَ الْمُسْتَصْرِخينَ يا جارَ الْمُسْتَجيرينَ يا اَمانَ الْخائِفينَ يا عَوْنَ الْمُؤْمِنينَ يا راحِمَ الْمَساكينَ يا مَلْجَأَ الْعاصينَ يا غافِرَ الْمُذْنِبينَ يا مُجيبَ دَعْوَةِ الْمُضْطَرّينَ
(15)يا ذَا الْجُودِ وَالاِحْسانِ يا ذَا الْفَضْلِ وَالاِمْتِنانِ يا ذَا الأَمْنِ وَالأَمانِ يا ذَا الْقُدْسِ وَالسُّبْحانِ يا ذَا الْحِكْمَةِ وَالْبَيانِ يا ذَا الرَّحْمَةِ وَالرِّضْوانِ يا ذَا الْحُجَّةِ وَالْبُرْهانِ يا ذَا الْعَظَمَةِ وَالسُّلْطانِ يا ذَا الرَّأْفَةِ وَالْمُسْتَعانِ يا ذَا العَفْوِ وَالْغُفْرانِ
(16) يا مَنْ هُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ اِلـهُ كُلِّ شَيءٍ يا مَنْ هُوَ خالِقُ كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ صانِعُ كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ قَبْلَ كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ بَعْدَ كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ فَوْقَ كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ عالِمٌ بِكُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ قادِرٌ عَلى كُلِّ شَيْءٍ يا مَنْ هُوَ يَبْقى وَيَفْنى كُلُّ شَيْءٍ.
14- Ey şaşırıp kalanların yol göstericisi, ey yardım dileyenlere yardım eden, ey medet isteyenlere imdat eden, ey sığınak dileyenleri sığındıran, ey korkanların güvencesi, ey müminlerin yardımcısı, ey fakirle-re/düşkünlere merhamet eden, ey (dönüş yapan) asilerin / günahkârların sığınağı olan, ey günahkârları bağışlayan, ey darda kalan / perişan olanla-rın duasını kabul eden!
15- Ey cömertlik ve ihsan sahibi, ey fazl u kerem ve lütuf sahibi, ey emniyet ve güven sahibi, ey kudsiyet sahibi ve her noksanlıktan münez-zeh olan, ey hikmet ve beyan sahibi, ey rahmet ve rızvan sahibi, ey kesin delil ve burhan sahibi, ey azamet ve saltanat sahibi, ey şefkat sahibi olan ve kendisinden yardım dilenen, ey af ve mağfiret sahibi olan!
16- Ey her şeyin Rabbi, ey her şeyin ilâhı, ey her şeyin yaratıcısı, ey her şeyin icat edeni/sanatkârı, ey her şeyden önce olan, ey her şeyden sonra kalacak olan, ey her şeyden üstün olan, ey her şeyi bilen, ey her şeye gücü yeten, ey her şey yok olduktan sonra kendisi baki kalan!
(17) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا مُؤْمِنُ يا مُهَيْمِنُ يا مُكَوِّنُ يا مُلَقِّنُ يا مُبَيِّنُ يا مُهَوِّنُ يا مُمَكِّنُ يا مُزَيِّنُ يا مُعْلِنُ يا مُقَسِّمُ.
(18) يا مَنْ هُوَ فى مُلْكِهِ مُقيمٌ يا مَنْ هُوَ فى سُلْطانِهِ قَديمٌ يا مَنْ هُو فى جَلالِهِ عَظيمٌ يا مَنْ هُوَ عَلى عِبادِهِ رَحيمٌ يا مَنْ هُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَليمٌ يا مَنْ هُوَ بِمَنْ عَصاهُ حَليمٌ يا مَنْ هُوَ بِمَنْ رَجاهُ كَريمٌ يا مَنْ هُوَ في صُنْعِهِ حَكيمٌ يا مَنْ هُوَ فى حِكْمَتِهِ لَطيفٌ يا مَنْ هُوَ في لُطْفِهِ قَديمٌ
(19) يا مَنْ لا يُرْجى إلاّ فَضْلُهُ يا مَنْ لا يُسْأَلُ إلاّ عَفْوُهُ يا مَنْ لا يُنْظَرُ إلاّبِرُّهُ يا مَنْ لا يُخافُ إلاّ عَدْلُهُ يا مَنْ لا يَدُومُ إلاّ مُلْكُهُ يا مَنْ لا سُلْطانَ إلاّ سُلْطانُهُ يا مَنْ وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَتُهُ يا مَنْ سَبَقَتْ رَحْمَتُهُ غَضَبَهُ يا مَنْ اَحاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمُهُ يا مَنْ لَيْسَ اَحَدٌ مِثْلَهُ
17- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey emniyet ve güven veren (Mu'min), ey (her şeyi) hükmü altına alan/koruyup gözeten (Müheymin), ey varlıkları yoktan var eden (Mükevvin), ey (yaratıklarına gerekenleri) öğretip telkin eden (Mülakkın), ey (açıklanması gerekenleri) açıklayan (Mübeyyin), ey (zor-lukları) kolaylaştıran (Mühevvin), ey (kullarına gereken) güç ve imkânı sağlayan (Mümekkin), ey (her şeyi uygun bir şekilde) süsleyen (Müzeyyin), ey (kullarına gerekenleri) ilân eden (Mu'lin), ey (yaratıklar arasında, rızk vb. bölüştürülmesi gereken şeyleri) taksim eden (Mukas-sim)!
18- Ey mülkünde daim ve sabit olan, ey saltanatında kadîm ve ezelî olan, ey celâlinde azîm olan, ey kullarına karşı merhamet sahibi olan, ey her şeyi (en iyi) bilen, ey emirlerine uymayanlara karşı hilimli/sabırlı olan, ey kendisine ümit bağlayanlara karşı lütuf ve kerem sahibi olan; ey yaratılış sanatında hikmet sahibi olan, ey hikmetinde lütuf ve inâyet sahibi olan, ey lütfünde da kadîm ve ezelî olan!
19- Ey ancak fazl u keremi ümit edilen, ey ancak affı dilenen, ey an-cak iyiliği beklenen, ey ancak adaletinden korkulan, ey ancak kendi mül-kü daim ve ebedi olan, ey (âlemde) kendi saltanatından başka hiçbir sal-tanat ve hâkimiyet bulunmayan, ey rahmeti her şeyi kaplayan, ey rahmeti gazabının önüne geçen, ey ilmi her şeyi kuşatan, ey hiçbir şey kendisi gibi olmayan!
(20) يا فارِجَ الْهَمِّ يا كاشِفَ الْغَمِّ يا غافِرَ الذَّنْبِ يا قابِلَ التَّوْبِ يا خالِقَ الْخَلْقِ يا صادِقَ الْوَعْدِ يا مُوفِيَ الْعَهْدِ يا عالِمَ السِّرِّ يا فالِقَ الْحَبِّ يا رازِقَ الأَنامِ
(21) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا عَلِيُّ يا وَفِيُّ يا غَنِيُّ يا مَلِيُّ يا حَفِيُّ يا رَضِيُّ يا زَكِيُّ يا بَدِيُّ يا قَوِيُّ يا وَلِيُّ
(22) يا مَنْ اَظْهَرَ الْجَميلَ يا مَنْ سَتَرَ الْقَبيحَ يا مَنْ لَمْ يُؤاخِذْ بِالْجَريرَةِ يا مَنْ لَمْ يَهْتِكِ السِّتْرَ يا عَظيمَ الْعَفْوِ يا حَسَنَ التَّجاوُزِ يا واسِعَ الْمَغْفِرَةِ يا باسِطَ الْيَدَيْنِ بِالرَّحْمَةِ يا صاحِبَ كُلِّ نَجْوى يا مُنْتَهى كُلِّ شَكْوى
(23) يا ذَا النِّعْمَةِ السّابِغَةِ يا ذَا الرَّحْمَةِ الْواسِعَةِ يا ذَا الْمِنَّةِ السّابِقَةِ يا ذَا الْحِكْمَةِ الْبالِغَةِ يا ذَا الْقُدْرَةِ الْكامِلَةِ يا ذَا الْحُجَّةِ الْقاطِعَةِ يا ذَا الْكَرامَةِ الظّاهِرَةِيا ذَا الْعِزَّةِ الدّائِمَةِ يا ذَا الْقُوَّةِ الْمَتينَةِ يا ذَا الْعَظَمَةِ الْمَنيعَةِ.
20- Ey sıkıntıyı gideren, ey gam ve kedere son veren, ey günahı ba-ğışlayan, ey tövbeyi kabul eden, ey yaratıkları yaratan, ey verdiği söze sadık kalan, ey ahdine vefa eden, ey gizliyi bilen, ey tohum tanesini yarıp filizlendiren, ey yaratıkları rızıklandıran!
21- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey yüce, ey vefalı (ahdine sadık), ey (mutlak) zenginli-ğe sahip olan, ey (kullarına) şefkatli davranan; ey (kullarına) ikram ve iyi-likte bulunan, ey (kullarını) kendisinden razı eden, ey (bütün kusurlardan, eksikliklerden) münezzeh ve temiz olan, ey (yaratılışı) başlatan; ey güçlü, ey (müminlerin) velisi!
22- Ey güzel (şeyleri) açığa çıkaran, ey kötü ve çirkin (şeylerin) üze-rini örten, ey (suçluyu) suçu sebebiyle (hemen) cezalandırmayan, ey (günahkârların ayıplarının/günahlarının üzerindeki) perdeyi yırtmayan, ey affı büyük olan, ey güzel bağışlayan, ey mağfireti geniş olan, ey rahmet ellerini (kullarına) sürekli açan, ey her sessiz yalvarışın sahibi (onu işiten, teveccüh eden), ey bütün şikâyetlerin ulaşacağı son nokta/son merci!
23- Ey bol nimetin sahibi, ey geniş rahmetin sahibi, ey (insanlar var olmadan/onlar istemeden) önce (onlara yönelik) minnet/ihsan sahibi olan, ey eksiksiz hikmet sahibi, ey mükemmel kudret sahibi, ey kesin hüccet ve delil sahibi, ey (her şeyde, her yerde) açık lütuf sahibi, ey ebe-di izzet sahibi; ey sarsılmaz kudret sahibi, ey yüce azamet sahibi!
(24) يا بَديعَ السَّماواتِ يا جاعِلَ الظُّلُماتِ يا راحِمَ الْعَبَراتِ يا مُقيلَ الْعَثَراتِ يا ساتِرَ الْعَوْراتِ يا مُحْيِيَ الأَمْواتِ يا مُنْزِلَ الآياتِ يا مُضَعِّفَ الْحَسَناتِ يا ماحِيَ السَّيِّئاتِ يا شَديدَ النَّقِماتِ
(25) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا مُصَوِّرُ يا مُقَدِّرُ يا مُدَبِّرُ يا مُطَهِّرُ يا مُنَوِّرُ يا مُيَسِّرُ يا مُبَشِّرُ يا مُنْذِرُ يا مُقَدِّمُ يا مُؤَخِّرُ
(26) يا رَبَّ الْبَيْتِ الْحَرامِ يا رَبَّ الشَّهْرِ الْحَرامِ يا رَبَّ الْبَلَدِ الْحَرامِ يا رَبَّ الرُّكْنِ وَالْمَقامِ يا رَبَّ الْمَشْعَرِ الْحَرامِ يا رَبَّ الْمَسْجِدِ الْحَرامِ يا رَبَّ الْحِلِّ وَالْحَرامِ يا رَبَّ النُّورِ وَالظَّلامِ يا رَبَّ التَّحِيَّةِ وَالسَّلامِ يا رَبَّ الْقُدْرَةِ فِي الأَنامِ
(27)يا اَحْكَمَ الْحاكِمينَ يا اَعْدَلَ الْعادِلينَ يا اَصْدَقَ الصّادِقينَ يا اَطْهَرَ الطّاهِرينَ يا اَحْسَنَ الْخالِقينَ يا اَسْرَعَ الْحاسِبينَ يا اَسْمَعَ السّامِعينَ يا اَبْصَرَالنّاظِرينَ يا اَشْفَعَ الشّافِعينَ يا اَكْرَمَ الأَكْرَمينَ
24- Ey gökleri benzersiz yaratan, ey karanlıkları (âlemin düzenine) yerleştiren, ey göz yaşlarına acıyan, ey sürçmeleri affeden, ey ayıpların (kötülüklerin) üzerini örten, ey ölüleri dirilten, ey âyetleri indiren, ey se-vapları kat kat artıran, ey kötülükleri silip yok eden, ey intikam ve ceza-landırması şiddetli olan!
25- Allah'ım ben, ismin hürmetine sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey (varlıklara) şekil veren, ey (âlemin her şeyine) belli bir ölçü ve nizamı yerleştiren, ey (bütün âlemleri) tedbir edip yöneten, ey (lâyık kullarını pisliklerden) temizleyen, ey (âlemi) nurlandıran, ey (zorluk-ları) kolaylaştıran, ey (iman ehlini) müjdeleyen, ey (günaha kapılanları) korkutan, ey (hak edenleri) öne geçiren, ey (hak etmeyenleri) geride bı-rakan!
26- Ey hürmetli evin (Kâbe'nin) Rabbi, ey hürmetli ayın (haram ayla-rın) Rabbi, ey hürmetli beldenin (Mekkenin) Rabbi, ey (Kâbe'nin) rüknü-nün ve Makam-ı İbrâhim'in Rabbi, ey Meş'ar'ül-Harâm'ın Rabbi, ey Mescid'ül-Haram'ın Rabbi, ey Hill'in (Harem dışının) ve Harem'in Rabbi, ey nur ve karanlığın Rabbi, ey tahiyyât ve selâmın Rabbi, ey yaratıklar-daki kudretin Rabbi (yaratanı, büyüteni)!
27- Ey hükmedenlerin hükmedicisi, ey âdillerin en adaletlisi, ey doğ* ruların en doğrusu, ey temiz olanların en temizi, ey yaratıcıların en iyisi, ey hesaba çekenlerin en süratlisi, ey işitenlerin en iyi işiteni, ey bakanların en iyi göreni, ey şefaatçilerin en iyisi, ey kerem sahiplerinin en keremlisi!
(28) يا عِمادَ مَنْ لا عِمادَ لَهُ يا سَنَدَ مَنْ لا سَنَدَ لَهُ يا ذُخْرَ مَنْ لا ذُخْرَ لَهُ يا حِرْزَ مَنْ لا حِرْزَ لَهُ يا غِياثَ مَنْ لا غِياثَ لَهُ يا فَخْرَ مَنْ لا فَخْرَ لَهُ يا عِزَّ مَنْ لا عِزَّ لَهُ يا مُعينَ مَنْ لا مُعينَ لَهُ يا اَنيسَ مَنْ لا اَنيسَ لَهُ يا اَمانَ مَنْ لا اَمانَ لَهُ
(29)اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا عاصِمُ يا قائِمُ يا دائِمُ يا راحِمُ يا سالِمُ يا حاكِمُ يا عالِمُ يا قاسِمُ يا قابِضُ يا باسِطُ
(30)يا عاصِمَ مَنِ اسْتَعْصَمَهُ يا راحِمَ مَنِ اسْتَرْحَمَهُ يا غافِرَ مَنِ اسْتَغْفَرَهُ يا ناصِرَ مَنِ اسْتَنْصَرَهُ يا حافِظَ مَنِ اسْتَحْفَظَهُ يا مُكْرِمَ مَنِ اسْتَكْرَمَهُ يا مُرْشِدَ مَنِ اسْتَرْشَدَهُ يا صَريخَ مَنِ اسْتَصْرَخَهُ يا مُعينَ مَنِ اسْتَعانَهُ يا مُغيثَ مَنِ اسْتَغاثَهُ
28- Ey desteği olmayanların desteği, ey dayanağı bulunmayanların dayanağı, ey birikimi olmayanların birikimi, ey sığınağı olmayanların sı-ğınağı, ey imdada koşacak kimsesi olmayanların imdadı, ey iftihar ede-cek kimsesi olmayanların iftiharı, ey izzeti olmayanların izzeti, ey yardım-cısı olmayanların yardımı, ey arkadaşı olmayanların arkadaşı, ey emni-yeti olmayanların emânı!
29- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey (yaratılanları) koruyan, ey (başkasına muhtaç olmayan) zatıyla ayakta duran, ey ebedi ve daimî olan, ey merhamet eden, ey (her kusurdan noksanlıktan) münezzeh olan zat, ey (âleme) hükmeden, ey (her şeyi) bilen, ey (bölüştürülmesi gerekenleri yaratıkları arasında ada-letle) taksim eden, ey (dilediğine rızkını, nimetlerini) kısan, ey (dilediğine) genişleten, bol veren!
30- Ey kendisinden, (günahlardan) korunmayı dileyeni koruyan, ey merhamet dileyene merhamet eden, ey mağfiret dileyeni bağışlayan, ey yardım isteyenlere yardım eden; ey kerem ve lütuf dileyene ikramda bu-lunan, ey irşat olmak isteyeni irşat eden, ey feryat edip kendisinden (yar-dım) dileyenin yardımına koşan, ey kendisinden inayet isteyene inayet eden, ey kendisinden medet bekleyene imdat eden!
(31) يا عَزيزاً لا يُضامُ يا لَطيفاً لا يُرامُ يا قَيُّوماً لا يَنامُ يا دائِماً لا يَفُوتُ يا حَيّاً لا يَمُوتُ يا مَلِكاً لا يَزُولُ يا باقِياً لا يَفْنى يا عالِماً لا يَجْهَلُ يا صَمَداً لا يُطْعَمُ يا قَوِيّاً لا يَضْعُفُ
(32) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا اَحَدُ يا واحِدُ يا شاهِدُ يا ماجِدُ يا حامِدُ يا راشِدُ يا باعِثُ يا وارِثُ يا ضارُّ يا نافِعُ
(33) يا اَعْظَمَ مِنْ كُلِّ عَظيمٍ يا اَكْرَمَ مِنْ كُلِّ كَريمٍ يا اَرْحَمَ مِنْ كُلِّ رَحيمٍ يا اَعْلَمَ مِنْ كُلِّ عَليمٍ يا اَحْكَمَ مِنْ كُلِّ حَكيمٍ يا اَقْدَمَ مِنْ كُلِّ قَديمٍ يا اَكْبَرَ مِنْ كُلِّ كَبيرٍ يا اَلْطَفَ مِنْ كُلِّ لَطيفٍ يا اَجَلَّ مِن كُلِّ جَليلٍ يا اَعَزَّ مِنْ كُلِّ عَزيزٍ.
(34) يا كَريمَ الصَّفْحِ يا عَظيمَ الْمَنِّ يا كَثيرَ الْخَيْرِ يا قَديمَ الْفَضْلِ يا دائِمَاللُّطْفِ يا لَطيفَ الصُّنْعِ يا مُنَفِّسَ الْكَرْبِ يا كاشِفَ الضُّرِّ يا مالِكَ الْمُلْكِ يا قاضِيَ الْحَقِّ.
31- Ey mağlup ve zelil edilmeyen, Azîz, ey hakikati idrak edilme-yen Latîf, ey (âlemleri) ayakta tutan ve hiçbir zaman uyumayan Kayyûm, ey yok olmayan ebedi, ey ölümsüz diri, ey saltanatı (hiçbir zaman) zevale uğramayacak Melik, ey asla fena bulmayacak Bâkî, ey kendisine (asla) cehalet arız olmayan Âlim, ey gıdaya muhtaç olmayan Samed, ey (hiçbir zaman) zaafa uğramayan Kavî!
32- Allah'ım ben ismin hürmetine sana el açıyorm, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey tek olan (Ehad), ey yegâne olan (Vâhid), ey (her yerde) hazır ve nazır olan (Şâhid), ey şan ve yücelik sahibi olan (Mâcid), ey (ken-di zatı mukaddesine) hamd-ü sena eden (Hâmid), ey (yaratıklarına) yol gösteren (Râşid), ey (ölüleri diriltip kabirlerden) ayağa kaldıran (Bâis), ey (yaratıklardan sonra baki kalarak kâinatı) miras alacak (Vâris), ey (hak edeni veya imtihan için maslahat gördüğünü zarar ve ziyana uğratan (Zârr), ey (uygun gördüğüne de) menfaat veren (Nâfi')!
33- Ey her büyükten daha büyük olan, ey bütün cömertlerden daha cömert olan, ey bütün merhametlilerden daha merhametli olan, ey bütün bilgililerden daha bilgili olan, ey bütün hikmet sahiplerinden daha çok hikmetli olan, ey her kadîmden daha Kadîm olan, ey her büyükten daha büyük olan, ey her latiften daha latif olan, ey her yüceden daha yüce olan, ey her azizden daha çok izzet sahibi olan!
34- Ey bağışlamada kerem ve lütfu bol olan, ey büyük iyilik ve nimet sahibi olan, ey hayrı çok olan, ey fazlı/ ihsanı kadîm ve ezelî olan, ey lütfu ebedi olan, ey sanatı latif ve güzel olan, ey sıkıntıyı gideren, ey bela ve zorluklara son veren, ey (varlık) mülkünün sahibi, ey hak ve hakikat üzere hüküm veren!
(35) يا مَنْ هُوَ في عَهْدِهِ وَفِيٌّ يا مَنْ هُوَ في وَفائِهِ قَوِيٌّ يا مَنْ هُوَ في قُوَّتِهِ عَلِيٌّ يا مَنْ هُوَ في عُلُوِّهِ قَريبٌ يا مَنْ هُوَ في قُرْبِهِ لَطيفٌ يا مَنْ هُوَ في لُطْفِهِ شَريفٌ يا مَنْ هُوَ في شَرَفِهِ عَزيزٌ يا مَنْ هُوَ في عِزِّهِ عَظيمٌ يا مَنْ هُوَ في عَظَمَتِهِ مَجيدٌ يا مَنْ هُوَ في مَجْدِهِ حَميدٌ
(36) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا كافي يا شافي يا وافي يا مُعافي يا هادي يا داعي يا قاضي يا راضي يا عالي يا باقي.
(37) يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ خاضِعٌ لَهُ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ خاشِعٌ لَهُ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ كائِنٌ لَهُ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ مَوْجُودٌ بِهِ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ مُنيبٌ اِلَيْهِ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ خائِفٌ مِنْهُ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ قائِمٌ بِهِ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ صائِرٌ اِلَيْهِ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ يا مَنْ كُلُّ شَيْءٍ هالِكٌ إلاّ وَجْهَهُ
35- Ey ahdinde vefalı, ey vefakârlığı güçlü, ey kuvvetinde yüce, ey yüce olduğu hâlde yakın, ey yakın olduğu hâlde latif, ey lütfüyle birlikte şerif, ey şerefiyle birlikte aziz, ey izzetinde azim, ey azametinde yüce, ey yüceliğinde övgüye lâyık!
36- Allah'ım ben (mübarek) ismin hürmetine (hacetlerimi) senden di-liyorum; ey (kendisine güvenip yönelene) yeterli gelen, ey (bütün dertle-re) şifa veren, ey (verdiği ahde) vefa eden, ey sıhhat ve afiyet veren, ey (yaratıkları) hidayet eden, ey (kullarını iyiliğe ve cennete) davet eden, ey (hak üzere) hüküm veren, ey (salih ve itaatkâr) kullarından hoşnut olan, ey (her şeyiyle) yüce ve âli olan, ey (ebediyyen) baki kalan!
37- Ey her şeyin kendisine boyun eğdiği, ey her şeyin kendisinden korkup huşu gösterdiği, ey her şeyin kendisi için var olduğu, ey her şeyin kendisiyle vücut bulduğu, ey her şeyin kendisine döndüğü, ey her şeyin kendisinden korktuğu, ey her şeyin kendisiyle ayakta durduğu, ey her şe-yin kendisine yöneldiği, hareket ettiği, ey her şeyin kendisini medh-u senasıyla tesbih ettiği, ey (Mukaddes vechinin) dışında her şeyin helâk olduğu!
(38) يا مَنْ لا مَفَرَّ إلاّ اِلَيْهِ يا مَنْ لا مَفْزَعَ إلاّ اِلَيْهِ يا مَنْ لا مَقْصَدَ إلاّ اِلَيْهِ يا مَنْ لا مَنْجَىً مِنْهُ إلاّ اِلَيْهِ يا مَنْ لا يُرْغَبُ إلاّ اِلَيْهِ يا مَنْ لا حَوْلَ وَلا قُوَّةَ إلاّ بِهِ يا مَنْ لا يُسْتَعانُ إلاّ بِهِ يا مَنْ لا يُتَوَكَّلُ إلاّ عَلَيْهِ يا مَنْ لا يُرْجى إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يُعْبَدُ إلاّ هو
(39) يا خَيْرَ الْمَرْهُوبينَ يا خَيْرَ الْمَرْغُوبينَ يا خَيْرَ الْمَطْلُوبينَ يا خَيْرَ الْمَسْؤولينَ يا خَيْرَ الْمَقْصُودينَ يا خَيْرَ الْمَذْكُورينَ يا خَيْرَ الْمَشْكُورينَ يا خَيْرَ الَْمحْبُوبينَ يا خَيْرَ الْمَدْعُوّينَ يا خَيْرَ الْمُسْتَأْنِسينَ
(40) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا غافِرُ يا ساتِرُ يا قادِرُ يا قاهِرُ يا فاطِرُ يا كاسِرُ يا جابِرُ يا ذاكِرُ يا ناظِرُ يا ناصِرُ.
38- Ey (suçlular için) kendi dergâhından başka kaçılacak yer bulun-mayan, ey kendisinden başka sığınılacak yer olmayan, ey kendisinden başka varılacak hedef ve maksat bulunmayan, (kahr-u gazabından kur-tulmak için) kendi dergâhından başka kurtuluş yeri olmayan, ey ancak kendisine rağbet edilen, ey kendisinden başka güç ve kuvvet kaynağı olabilecek kimse bulunmayan, ey kendisinden başka kimseden yardım di-lenilmeyen, ey kendisinden başkasına tevekkül edilmeyen, ey kendisinden başkası ümit edilmeyen, ey kendisinden başkasına ibadet edilmeyen!
39- Ey kendisinden korkulanların en iyisi, ey rağbet edilenlerin en iyisi, ey talep edilenlerin en iyisi, ey kendisinden istekte bulunulanların en iyisi, ey kendisine yönelinenlerin/maksûd olanların en iyisi, ey zikredilen-lerin/anılanların en iyisi, ey şükredilenlerin en iyisi, ey sevilenlerin en iyisi, ey el açıp çağrılanların en iyisi, ey kendisine ünsiyet edilenlerin en iyisi!
40- Allah'ım, ben, ismin hürmetine senden (hacetlerimi) diliyorum; ey (kullarının günahlarını) bağışlayan, ey (ayıpları, kötülükleri) örten, ey (her şeye) gücü yeten, ey (her şeye) galip gelen, ey (her şeyi yoktan var eden), ey (zalimlerin ihtişamını) kıran, ey (yaraları) saran, iyileştiren,ey (kendisini ananları) anan, ey (yaratıkların hâllerini) gören, ey (dostlarına) yardım eden!
(41) يا مَنْ خَلَقَ فَسَوّى يا مَنْ قَدَّرَ فَهَدى يا مَنْ يَكْشِفُ الْبَلْوى يا مَنْ يَسْمَعُ النَّجْوى يا مَنْ يُنْقِذُ الْغَرْقى يا مَنْ يُنْجِي الْهَلْكى يا مَنْ يَشْفِي الْمَرْضى يا مَنْ اَضْحَكَ وَاَبْكى يا مَنْ اَماتَ وَاَحْيى يا مَنْ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالأُنْثى
(42) يا مَنْ فيِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ سَبيلُهُ يا مَنْ فِي الآفاقِ آياتُهُ يا مَنْ فِي الآياتِ بُرْهانُهُ يا مَنْ فِي الْمَماتِ قُدْرَتُهُ يا مَنْ فِي الْقُبُورِ عِبْرَتُهُ يا مَنْ فِي الْقِيامَةِ مُلْكُهُ يا مَنْ فِي الْحِسابِ هَيْبَتُهُ يا مَنْ فِي الْميزانِ قَضاؤُهُ يا مَنْ فِي الْجَنَّةِ ثَوابُهُ يا مَنْ فِي النّارِ عِقابُهُ
(43) يا مَنْ اِلَيْهِ يَهْرَبُ الْخائِفُونَ يا مَنْ اِلَيْهِ يَفْزَعُ الْمُذْنِبُونَ يا مَنْ اِلَيْهِ يَقْصِدُ الْمُنيبُونَ يا مَنْ اِلَيْهِ يَرْغَبُ الزّاهِدُونَ يا مَنْ اِلَيْهِ يَلْجَأُ الْمُتَحَيِّرُونَ يا مَنْ بِهِ يَسْتَأْنِسُ الْمُريدُونَ يا مَنْ بِه يَفْتَخِرُ الُْمحِبُّونَ يا مَنْ في عَفْوِهِ يَطْمَعُ الْخاطِئُونَ يا مَنْ اِلَيْهِ يَسْكُنُ الْمُوقِنُونَ يا مَنْعَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
41- Ey yaratıp da her şeyi yerli yerine koyan düzelten, ey (her şeyi) belli ölçüler ve sınırlara tabi kılıp, varması gereken hedefi gösteren, eybelâyı kaldıran, ey gizli sırları, yakarışları işiten, ey (sapıklık girdabında) boğulanları kurtaran, ey helâk olanları necat veren, ey hastalara şifa ve-ren, ey güldüren ve ağlatan, ey öldüren ve dirilten, ey erkek ve dişiden oluşan çiftler yaratan!
42- Ey karada ve denizde yolu bulunan, ey dış âlemde ayet ve nişa-neler sahibi olan, ey ayetler içinde delili olan, ey ölümde kudreti tecelli eden, ey kabirlerde alınacak ibret vesileleri bulunan, ey kıyamette salta-nat sahibi olan, ey hesaba çekmede heybetli olan, ey mizanda hükmü ge-çerli olan, ey cennette sevabı/mükâfatı bulunan, ey (cehennem) ateşinde ceza ve azap sahibi olan!
43- Ey korkanların kendisine kaçtığı, ey günahkârların kendisine sı-ğındığı, ey dönüş yapıp (tövbe edenlerin) yalnız kendine yöneldiği, ey zahitlerin ancak kendisine rağbet ettiği, ey şaşkınların kendisine iltica etti-ği, ey müştak olanların yalnız kendisiyle ünsiyet bulduğu, ey sevenlerin kendisiyle iftihar ettiği, ey hatakârların affını arzuladığı, ey yakin ehli olanların (kalplerinin) ancak kendisiyle yatışıp huzur bulduğu, ey tevekkül edenlerin ancak kendisine güvendiği!
(44) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا حَبيبُ يا طَبيبُ يا قَريبُ يا رَقيبُ يا حَسيبُ يا مُهيبُ يا مُثيبُ يا مُجيبُ يا خَبيرُ يا بَصيرُ
(45) يا اَقَرَبَ مِنْ كُلِّ قَريب يا اَحَبَّ مِنْ كُلِّ حَبيب يا اَبْصَرَ مِنْ كُلِّ بَصير يا اَخْبَرَ مِنْ كُلِّ خَبير يا اَشْرَفَ مِنْ كُلِّ شَريف يا اَرْفَعَ مِنْ كُلِّ رَفيع يا اَقْوى مِنْ كُلِّ قَوِيٍّ يا اَغْنى مِنْ كُلِّ غَنِيٍّ يا اَجْوَدَ مِنْ كُلِّ جَواد يا اَرْاَفَ مِنْ كُلِّ رَؤوُف
(46) يا غالِباً غَيْرَ مَغْلُوبٍ يا صانِعاً غَيْرَ مَصْنُوعٍ يا خالِقاً غَيْرَ مَخْلُوقٍ يا مالِكاً غَيْرَ مَمْلُوكٍ يا قاهِراً غَيْرَ مَقْهُورٍ يا رافِعاً غَيْرَ مَرْفُوعٍ يا حافِظاً غَيْرَ مَحْفُوظٍ يا ناصِراً غَيْرَ مَنْصُورٍ يا شاهِداً غَيْرَ غائِبٍ يا قَريباً غَيْرَ بَعيدٍ.
(47) يا نُورَ النُّورِ يا مُنَوِّرَ النُّورِ يا خالِقَ النُّورِ يا مُدَبِّرَ النُّورِ يا مُقَدِّرَ النُّوريا نُورَ كُلِّ نُورٍ يا نُوراً قَبْلَ كُلِّ نُورٍ يا نُوراً بَعْدَ كُلِّ نُورٍ يا نُوراً فَوْقَ كُلِّ نُورٍ يا نُوراً لَيْسَ كَمِثْلِهِ نُورٌ.
44- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey (hakikat âşıklarının) sevgilisi, ey (bütün dertlerin) tabibi, ey (yarattıklarına) yakın, ey (kullarını) gözeten, ey (kulların amelle-rinin) hesabını gören, ey heybet ve vakar sahibi olan, ey (iyi amellere) sevap veren, ey (duaları) icabet eden, ey (her şeyden) haberdar olan, ey (her şeyi) gören!
45- Ey her yakından daha yakın, ey her sevilenden daha çok sevi-len, ey her görenden daha iyi gören, ey haberdar olanların hepsinden daha çok bilgisi bulunan, ey bütün şereflilerden daha çok şerefli olan, ey her yüceden daha yüce, ey bütün güçlülerden daha güçlü, ey bütün zenginlerden daha zengin, ey bütün cömertlerden daha cömert, ey şef-katlilerin hepsinden daha şefkatli olan!
46- Ey (asla) mağlup olmayan galip, ey yaratılmış olmayan sanatkâr, ey mahlûk olmayan yaratan, ey kendisine sahip olunmayacak malik, ey mağlup ve zelil olunamayan kahir, ey yüceltilmeye ihtiyacı olmayan yüce, ey korunmaya ihtiyacı olmayan koruyucu, ey yardıma ihtiyacı olmayan yardımcı, ey (bir an bile gaip olmayan) şahit, ey (asla) uzaklaşmayan ya-kın!
47- Ey nurun nuru, ey nuru nurlandıran, ey nuru yaratan, ey nuru yöneten, ey nuru takdir edip ölçülendiren, ey her nurun nuru, ey her nur-dan önce nur olan, ey her nurdan sonra nur olan, ey her nurun üstünde olan nur, ey hiçbir nurun kendisi gibi olmadığı nur!
(48) يا مَنْ عَطاؤُهُ شَريفٌ يا مَنْ فِعْلُهُ لَطيفٌ يا مَنْ لُطْفُهُ مُقيمٌ يا مَنْ اِحْسانُهُ قَديمٌ يا مَنْ قَوْلُهُ حَقٌّ يا مَنْ وَعْدُهُ صِدْقٌ يا مَنْ عَفْوُهُ فَضْلٌ يا مَنْ عَذابُهُ عَدْلٌ يا مَنْ ذِكْرُهُ حُلْوٌ يا مَنْ فَضْلُهُ عَميمٌ
(49) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا مُسَهِّلُ يا مُفَصِّلُ يا مُبَدِّلُ يا مُذَلِّلُ يا مُنَزِّلُ يا مُنَوِّلُ يا مُفْضِلُ يا مُجْزِلُ يا مُمْهِلُ يا مُجْمِلُ
(50) يا مَنْ يَرى وَلا يُرى يا مَنْ يَخْلُقُ وَلا يُخْلَقُ يا مَنْ يَهْدي وَلا يُهْدى يا مَنْ يُحْيي وَلا يُحْيىٰ يا مَنْ يَسْأَلُ وَلا يُسْأَلُ يا مَنْ يُطْعِمُ وَلا يُطْعَمُ يا مَنْ يُجيرُ وَلا يُجارُ عَلَيْهِ يا مَنْ يَقْضي وَلا يُقْضى عَلَيْهِ يا مَنْ يَحْكُمُ وَلا يُحْكَمُ عَلَيْهِ يا مَنْ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ
(51) يا نِعْمَ الْحَسيبُ يا نِعْمَ الطَّبيبُ يا نِعْمَ الرَّقيبُ يا نِعْمَ الْقَريبُ يا نِعْمَ الْمـٌجيبُ يا نِعْمَ الْحَبيبُ يا نِعْمَ الْكَفيلُ يا نِعْمَ الَوْكيلُ يا نِعْمَ الْمَوْلى يا نِعْمَ النَّصيرُ
48- Ey bağışı şereflideğerli olan, ey fiili latif olan, ey lütfu daim ve ebedi olan, ey ihsanı kadîm ve ezelî olan, ey sözü hak olan, ey verdiği vaadi doğru olan, ey (kullarına) affı fazlu kereminden kaynaklanan, ey azabı adalete dayanan, ey zikri tatlı olan, ey fazl u keremi (bütün yaratık-lara) şamil olan!
49- Allah'ım, ben, ismin hürmetine sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey (müşkülleri) kolaylaştıran, ey (hakkı, batıldan iyiyi, kötüden, nuru zulmetten...) ayıran, ey (kötülüğü iyiliğe) çeviren, ey (ser-keş ve asileri) ram eden, ey (rahmet ve nimetini) indiren, ey bol bol ba-ğışta bulunan, ey fazl u kerem sahibi olan, ey büyük (nimetler) veren, ey (günahkârlara tövbe ve dönüş için) mühlet veren, ey (kullara) güzel davranan!
50- Ey gören ve görünmeyen, ey yaratan ve yaratılmayan, ey hida-yet edip de hidayete muhtaç olmayan ve ey hayat verip de kendisi hayat verilmeye muhtaç olmayan, ey sorgulanan fakat (başkaları tarafından) sorgulanmayan, ey (her şeyi) doyuran, fakat kendisi doyurulmaktan mü-nezzeh olan, ey başkalarını (rahmetine) sığdıran, fakat sığdırılmaya muhtaç olmayan, ey (her şey hakkında) karar veren, fakat kendisi hak-kında karar verilmeyen, ey herkese hüküm süren, fakat (asla) başkaları-nın hâkimiyeti altına girmeyen, ey doğurmayan ve doğmayan ve asla eşi dengi bulunmayan!
51- Ey güzel hesap gören, ey güzel Tabib, ey güzel gözetleyici, ey gü-zel yakın, ey güzel icabet eden, ey güzel sevgili, ey güzel Kefil, ey güzel Vekil, ey güzel Mevlâ, ey güzel yardımcı!
(52) يا سُرُورَ الْعارِفينَ يا مُنَى الُْمحِبّينَ يا اَنيسَ الْمُريدينَ يا حَبيبَ التَّوّابينَ يا رازِقَ الْمُقِلّينَ يا رَجاءَ الْمُذْنِبينَ يا قُرَّةَ عَيْنِ الْعابِدينَ يا مُنَفِّساً عَنِ الْمَكْرُوبينَ يا مُفَرِّجاً عَنِ الْمَغْمُومينَ يا اِلـٰهَ الأَوَّلينَ وَالآخِرينَ
(53) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا رَبَّنا يا اِلهَنا يا سَيِّدَنا يا مَوْلانا يا ناصِرَنا يا حافِظَنا يا دَليلَنا يا مُعينَنا يا حَبيبَنا يا طَبيبَنا.
(54) يا رَبَّ النَّبيّينَ وَالأَبْرارِ يا رَبَّ الصِّدّيقينَ وَالأَخْيارِ يا رَبَّ الْجَنَّةِ وَالنّارِ يا رَبَّ الصِّغارِ وَالْكِبارِ يا رَبَّ الْحُبُوبِ وَالثِّمارِ يا رَبَّ الأَنْهارِ وَالأَشْجارِ يا رَبَّ الصَّحاري وَالْقِفارِ يا رَبَّ الْبَراري وَالْبِحارِ يا رَبَّ اللَّيْلِ وَالنَّهارِ يا رَبَّ الاِعْلانِ وَالاِسْرارِ
(55) يا مَنْ نَفَذَ في كُلِّ شَيْءٍ اَمْرُهُ يا مَنْ لَحِقَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمُهُ يا مَنْ بَلَغَتْ اِلى كُلِّ شَيْءٍ قُدْرَتُهُ يا مَنْ لا تُحْصِي الْعِبادُ نِعَمَهُ يا مَنْ لا تَبْلُغُ الْخَلائِقُ شُكْرَهُ يا مَنْ لا تُدْرِكُ الاَْفْهامُ جَلالَهُ يا مَنْ لا تَنالُ الأَوْهامُ كُنْهَهُ يا مَنِ الْعَظَمَةُ وَالْكِبْرِياءُ رِداؤُهُ يا مَنْ لا يَرُدُّ الْعِبادُ قَضاءَهُ يا مَنْ لا مُلْكَ إلاّ مُلْكُهُ يا مَنْ لا عَطاءَ إلاّ عَطاؤُهُ
52- Ey ariflerin sevinci, ey sevenlerin arzusu, ey kendisine müştak olanların arkadaşı, ey tövbekârların sevgilisi, ey muhtaçlara rızk veren, ey günahkârların ümidi, ey ibadet edenlerin göz nuru, ey sıkıntıda bulu-nanların sıkıntısını gideren, ey hüzünlülerin hüznüne son veren, ey ev-vellerin ve ahirlerin (bütün yaratıkların) ilâhı!
53- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey bizim Rabbimiz, ey bizim ilâhımız, ey bizim efendi-miz, ey bizim mevlâmız, ey bizim (düşmana karşı) yardımcımız, ey bizim koruyucumuz, ey bize yol gösteren, ey bizim yardımcımız, ey bizim habibimiz/sevgilimiz, ey bizim tabibimiz!
54- Ey peygamberlerin ve iyilerin Rabbi, ey sıddıkların ve seçkinlerin Rabbi, ey cennet ve cehennemin Rabbi, ey küçüklerin ve büyüklerin Rabbi, ey tanelerin ve meyvelerin Rabbi, ey nehirlerin ve ağaçların Rabbi, ey sahraların ve ıssız çöllerin Rabbi, ey karaların ve denizlerin Rabbi, ey gece ve gündüzün Rabbi, ey açıkların ve gizliliklerin Rabbi!
55- Ey emri her şeyde geçerli olan, ey ilmi her şeyi kuşatan, ey gücü her şeye yeten, ey nimetlerini kulların sayamadığı, ey şükrünü yaratıkla-rın (layıkıyla) yerine getirmediği, ey yüceliğini zihinlerin kavrayamadığı, ey idrak ve hayallerin künhüne varamadığı, ey örtüsü azamet ve kibriyâ olan, ey kesin olarak (takdir edip) hükme bağladığını kulların reddede-mediği, ey kendi saltanat ve mülkünden başka (hakiki) bir saltanat bu-lunmayan, ey kendi bağışından başka (gerçek) bir bağış bulunmayan!
(56) يا مَنْ لَهُ الْمَثَلُ الاَْعْلى يا مَنْ لَهُ الصِّفاتُ الْعُلْيا يا مَنْ لَهُ الآخِرَةُ وَالأُولى يا مَنْ لَهُ الْجَنَّةُ الْمَاْوى يا مَنْ لَهُ الآياتُ الْكُبْرى يا مَنْ لَهُ الأَسْماءُ الْحُسْنى يا مَنْ لَهُ الْحُكْمُ وَالْقَضاءُ يا مَنْ لَهُ الْهَواءُ وَالْفَضاءُ يا مَنْ لَهُ الْعَرْشُ وَالثَّرى يا مَنْ لَهُ السَّماواتُ الْعُلى
(57) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا عَفُوُّ يا غَفُورُ يا صَبُورُ يا شَكُورُ يا رَؤوفُ يا عَطُوفُ يا مَسْؤولُ يا وَدُودُ يا سُبُّوحُ يا قُدُّوسُ
(58) يا مَنْ فِي السَّماءِ عَظَمَتُهُ يا مَنْ فِي الأَرْضِ آياتُهُ يا مَنْ في كُلِّ شَيْءٍ دَلائِلُهُ يا مَنْ فِي الْبِحارِ عَجائِبُهُ يا مَنْ فِي الْجِبالِ خَزائِنُهُ يا مَنْ يَبْدَأُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعيدُهُ يا مَنْ اِلَيْهِ يَرْجِـعُ الأَمْرُ كُلُّهُ يا مَنْ اَظْهَرَ فيكُلِّ شَيْءٍ لُطْفَهُ يا مَنْ اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ يا مَنْ تَصَرَّفُ فِي الْخَلائِقِ قُدْرَتُهُ
(59) يا حَبيبَ مَنْ لا حَبيبَ لَهُ يا طَبيبَ مَنْ لا طَبيبَ لَهُ يا مُجيبَ مَنْ لا مُجيبَ لَهُ يا شَفيقَ مَنْ لا شَفيقَ لَهُ يا رَفيقَ مَنْ لا رَفيقَ لَهُ يا مُغيثَ مَن لا مُغيثَ لَهُ يا دَليلَ مَنْ لا دَليلَ لَهُ يا اَنيسَ مَنْ لا اَنيسَ لَهُ يا راحِمَ مَنْ لا راحِمَ لَهُ يا صاحِبَ مَنْ لا صاحِبَ لَهُ
(60) يا كافِيَ مَنِ اسْتَكْفاهُ يا هادِيَ مَنِ اسْتَهْداهُ يا كالِىءَ مَنِ اسْتَكْلاهُ يا راعِيَ مَنِ اسْتَرْعاهُ يا شافِيَ مَنِ اسْتَشْفاهُ يا قاضِيَ مَنِ اسْتَقْضاهُ يا مُغْنِيَ مَنِاسْتَغْناهُ يا مُوفِيَ مَنِ اسْتَوْفاهُ يا مُقَوِّيَ مَنِ اسْتَقْواهُ يا وَلِيَّ مَنِ اسْتَوْلاهُ.
56- Ey en güzel misalin sahibi, ey en yüce sıfatların sahibi, ey ahiret ve dünyanın sahibi, ey Cennet'ülMe'vâ'nın sahibi, ey en büyük ayetlerin sahibi, ey en güzel isimlerin sahibi, ey hüküm ve yargının sahibi, ey hava ve uzayın sahibi, ey Arş'ın ve yerin sahibi, ey yüce göklerin sahibi!
57- Allah'ım, ben, ismin hürmetine sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey çok affeden, ey çok bağışlayan, ey çok sabreden, ey (kullarının amellerini) karşılıksız bırakmayan, ey çok şefkatli olan, ey çok merhametli olan, ey kendisinden dilekte bulunulan, ey (sâlih kullarını) çok seven/çok sevilen, ey münezzeh, ey mukaddes!
58- Ey gökyüzünde azameti görülen, ey yeryüzünde ayetleri tecelli eden, ey her şeyde delilleri bulunan, ey denizlerde hayret verici (yaratık-ları, sanatları) bulunan, ey dağlarda hazineleri yer alan, ey yaratılışı ilk defa başlatan (öldükten) sonra da tekrar dirilten, ey bütün işler kendisine dönen, ey her şeyden lütfunu aşikâr eden, ey her şeyi en güzel şekilde yaratan, ey kudreti mahlûkatını kuşatıp onda tasarruf eden!
59- Ey sevgilisi olmayanın (gerçek) sevgilisi, ey tabibi olmayanların tabibi, ey (isteklerine) icabet edeni olmayanın icabet edeni, ey şefkat gösterecek kimsesi olmayanın şefkat göstereni, ey arkadaşı olmayanın arkadaşı, ey imdat edeni olmayanın imdatçısı, ey kılavuzu olmayanın kı-lavuzu, ey ünsiyet kuracak kimsesi olmayanın enîsi /can yoldaşı, ey mer-hamet edecek kimsesi olmayanın merhamet edeni, ey dostu olmayanın (gerçek) dostu!
60- Ey kendisine yetmesini isteyene yeterli olan, ey kendisinden hi-dayet dileyeni hidayet eden, ey kendisinden korunma dileyeni koruyan, ey hâlinin gözetilmesini isteyeni gözeten, ey şifa isteyene şifa veren, ey hükmetmesini isteyenler hakkında hükmünü veren, ey kendisinden zen-ginlik dileyenlerizenginleştiren, ey sözünü yerine getirmesini isteyenlere, verdiği sözü yerine getiren, ey kendisinden güç, kuvvet dileyenleri güçlendi-ren, ey kendisinden dostluk ve sahiplik isteyenlerin dostu ve sahibi olan!
(61) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا خالِقُ يا رازِقُ يا ناطِقُ يا صادِقُ يا فالِقُ يا فارِقُ يا فاتِقُ يا راتِقُ يا سابِقُ يا سامِقُ
(62) يا مَنْ يُقَلِّبُ اللَّيْلَ وَالنَّهارَ يا مَنْ جَعَلَ الظُّلُماتِ وَالأَنْوارَ يا مَنْ خَلَقَ الظِّلَّ وَالْحَرُورَ يا مَنْ سَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ يا مَنْ قَدَّرَ الْخَيْرَ وَالشَّرَّ يا مَنْ خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَياةَ يا مَنْ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ يا مَنْ لَمْ يَتَّخِذْ صاحِبَةً وَلا وَلَداً يا مَنْ لَيْسَ لَهُ شَريكٌ فِي الْمُلْكِ يا مَنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ
(63) يا مَنْ يَعْلَمُ مُرادَ الْمُريدينَ يا مَنْ يَعْلَمُ ضَميرَ الصّامِتينَ يا مَنْ يَسْمَعُ اَنينَ الْواهِنينَ يا مَنْ يَرى بُكاءَ الْخائِفينَ يا مَنْ يَمْلِكُ حَوائِجَ السّائِلينَ يا مَنْ يَقْبَلُ عُذْرَ التّائِبينَ يا مَنْ لا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدينَ يا مَنْ لا يُضيعُ اَجْرَ الْمـُحْسِنينَ يا مَنْ لا يَبْعُدُ عَنْ قُلُوبِ الْعارِفينَ يا اَجْوَدَ الأَجْودينَ
(64) يا دائِمَ الْبَقاءِ يا سامِعَ الدُّعاءِ يا واسِعَ الْعَطاءِ يا غافِرَ الْخَطاءِ يا بَديعَ السَّماءِ يا حَسَنَ الْبَلاءِ يا جَميلَ الثَّناءِ يا قَديمَ السَّناءِ يا كَثيرَ الْوَفاءِ يا شَريفَ الْجَزاءِ
61- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey yaratan, ey rızk veren, ey konuşan (sözleri, sesleri icat eden), ey (her şeyinde) doğru olan, ey (tohum ve taneyi) yarıp filizlendiren, ey (birbirinden ayrılması gerekenleri) ayıran, ey (kapıları) açan, ey (açıkları) kapatan, ey (her şeyden) önce var olan, ey her şeyden yüce!
62- Ey gece ve gündüzü değiştiren, ey karanlıkları ve ışıkları (âlemin düzenine) yerleştiren, ey gölgeyi ve (güneşin) hararetini yaratan, ey gü-neş ve ayı emri altına alan, ey hayır ve şerri mukadder kılan, ey ölüm ve hayatı yaratan, ey yaratmak ve emretmek kendisine mahsus olan, ey kendisine eş ve evlat edinmeyen, ey mülkünde ortağı bulunmayan, ey zillet (ve eksiklikten) kaynaklanan bir veli ve yardımcıya ihtiyacı olmayan!
63- Ey müştak olanların maksadından haberdar olan, ey susanların içini bilen, ey (üzüntüsünden) kendinden geçenlerin inlemesini işiten, ey (kendisinden) korkanların ağlayışını gören, ey (kendisinden) dilekte bulu-nanların ihtiyaç duyduklarına sahip olan, ey tövbe edenlerin mazeretini kabul buyuran, ey fitne ve fesatçıların işlerini düzeltmeyen, ey iyilikte bu-lunanların ecrini zayi etmeyen, ey ariflerin kalplerinden uzaklaşmayan, ey cömertlerin cömerdi!
64- Ey ebediyen baki kalacak olan, ey duayı işitip (icabet eden), ey bağış ve ihsanı geniş olan, ey hatayı bağışlayan, ey gökyüzünü gü-zel/emsalsiz yaratan, ey iyi imtihan eden, ey medh u senası güzel olan, ey (varlığının) parıltısı kadîm olan, ey vefası bol olan, ey mükâfatı şanlı, şerefli olan!
(65) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا سَتّارُ يا غَفّارُ يا قَهّارُ يا جَبّارُ يا صَبّارُ يا بارُّ يا مُخْتارُ يا فَتّاحُ يا نَفّاحُ يا مُرْتاحُ
(66) يا مَنْ خَلَقَنى وَسَوّاني يا مَنْ رَزَقَني وَرَبّاني يا مَنْ اَطْعَمَني وَسَقاني يا مَنْ قَرَّبَني وَاَدْناني يا مَنْ عَصَمَني وَكَفاني يا مَنْ حَفِظَني وَكَلانى يا مَنْ اَعَزَّنى وَاَغْنانى يا مَنْ وَفَّقَنى وَهَدانى يا مَنْ آنَسَنى وَآوَانى يا مَنْ اَماتَنى وَاَحْيانى
(67) يا مَنْ يُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِماتِهِ يا مَنْ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبادِهِ يا مَنْ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ يا مَنْ لا تَنْفَعُ الشَّفاعَةُ إلاّ بِاِذْنِهِ يا مَنْ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْسَبيلِهِ يا مَنْ لا مُعَقِّبَ لِحُكْمِهِ يا مَنْ لا رادَّ لِقَضائِهِ يا مَنِ انْقادَ كُلُّ شَيْءٍ لاَِمْرِهِ يا مَنِ السَّماواتُ مَطْوِيّاتٌ بِيَمينِهِ يا مَنْ يُرْسِلُ الرِّياحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ
65- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey (ayıpları) örten, ey çokbağışlayan, ey (her şeye) galip gelen/(düşmanlarını) kahreden, ey (istediği her şeyi) zorla da olsa yaptı-rabilen, ey çok sabırlı olan, ey çok iyilik eden, ey mutlak irade ve serbest-liğe sahip olan (hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin etkisi ve baskısı altında olmayan), ey (zorlukları, düğümleri, kapalı kapıları) açan, ey çok bağışta bulunan, ey rahatlatan ve dinlendiren!
66- Ey beni yaratıp (her şeyimi en güzel şekilde) düzene koyan, ey beni rızıklandırıp terbiye eden, ey beni yedirip içiren, ey beni (kendisine) yakınlaştırıp yakınlardan kılan, ey beni koruyan ve bana (her şeyde) kâfi gelen, ey beni koruyan ve gözeten, ey beni aziz kılan ve ihtiyaçlarımı gi-deren, ey beni muvaffak kılan ve hidâyet eden, ey benimle ünsiyet kuran ve beni (rahmetine) sığındıran, ey beni öldüren ve dirilten!
67- Ey kelimeleriyle hakkın hak olduğunu ispat eden, ey kullarından tövbeyi kabul buyuran, ey kişi ile kalbi arasına giren, ey izni olmadan hiç bir şefaat fayda vermeyen, ey yolundan sapanları en iyi bilen, ey hükmü-nü geciktirecek kimse bulunmayan, ey kazasını geri çevirecek kimse ol-mayan, ey her şeyin emrine boyun ediği, ey kudretiyle gökler dürülmüş olan, rüzgârları rahmet (yağmurundan) önce müjdeci olarak gönderen!
(68) يا مَنْ جَعَلَ الأَرْضَ مِهاداً يا مَنْ جَعَلَ الْجِبالَ اَوْتاداً يا مَنْ جَعَلَ الشَّمْسَ سِراجاً يا مَنْ جَعَلَ الْقَمَرَ نُوراً يا مَنْ جَعَلَ اللَّيْلَ لِباساً يا مَنْ جَعَلَ النَّهارَ مَعاشاً يا مَنْ جَعَلَ النَّوْمَ سُباتاً يا مَنْ جَعَلَ السَّماءَ بِناءً يا مَنْ جَعَلَ الأَشْياءَ اَزْواجاً يا مَنْ جَعَلَ النّارَ مِرْصاداً
(69) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا سَميعُ يا شَفيعُ يا رَفيعُ يا مَنيعُ يا سَريعُ يا بَديعُ يا كَبيرُ يا قَديرُ يا خَبيرُ يا مُجيرُ
(70) يا حَيّاً قَبْلَ كُلِّ حَيٍّ يا حَيّاً بَعْدَ كُلِّ حَيٍّ يا حَيُّ الَّذي لَيْسَ كَمِثْلِهِ حَيٌّ يا حَيُّ الَّذي لا يُشارِكُهُ حَيٌّ يا حَيُّ الَّذي لا يَحْتاجُ اِلى حَيٍّ يا حَيُّ الَّذي يُميتُ كُلَّ حَيٍّ يا حَيُّ الَّذي يَرْزُقُ كُلَّ حَيٍّ يا حَيّاً لَمْ يَرِثِ الْحَياةَ مِنْ حَيٍّ يا حَيُّ الَّذي يُحْيِي الْمَوْتى يا حَيُّ يا قَيُّومُ لا تَأخُذُهُ سِنَةٌ وَلا نَوْمٌ
68- Ey yeryüzünü (insanlar için istirahat) beşiği yapan, ey dağları (yeryüzünün) kazıkları olarak karar kılan, ey güneşi kandil yapan, ey ayı aydınlık (vesilesi) kılan, ey geceyi örtü yapan, ey gündüzü iaşe için çalı-şıp çabalama zamanı kılan, ey uykuyu rahatlık ve huzur vasıtası yapan, ey göğü bina kılan, ey her şeyi çiftler halinde yaratan, ey (cehennem) ateşini (kâfirler-fâsıklar için kurulan) bir pusu yeri karar kılan!
69- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey (her şeyi) duyan, ey (günahkârların) şefaatçisi (şe-faatçilere onlar hakkında şefaat izni veren), ey (makamı yüce, ey metre-besi üstün, ey süratle (icabet eden/hesaba çeken), ey emsalsiz yaratan, ey büyük, ey (her şeye) gücü yeten, ey (her şeyden) haberdar olan, ey (sığınak dileyenleri) sığındıran!
70- Ey her diriden önce hayat sahibi olan, ey her diriden sonra ha yat sahibi bulunan, ey hiçbir şey kendisine benzemeyen gerçek hayat sahibi, ey hiçbir dirinin (hiçbir şeyine) ortak olmadığı diri, ey hiçbir diriye muhtaç olmayan diri, ey her diriyi öldüren diri, ey her diriye rızk veren di-ri, ey hayatı hiçbir diriden miras almayan (kendi zatıyla) diri, ey ölüleri dirilten diri, ey hayat sahibi, ey (varlıkları) ayakta tutan, kendisini (hiçbir zaman) uyku basmayan ve uyumayan!
(71) يا مَنْ لَهُ ذِكْرٌ لا يُنْسى يا مَنْ لَهُ نُورٌ لا يُطْفى يا مَنْ لَهُ نِعَمٌ لا تُعَدُّ يا مَنْ لَهُ مُلْكٌ لا يَزُولُ يا مَنْ لَهُ ثَناءٌ لا يُحْصى يا مَنْ لَهُ جَلالٌ لا يُكَيَّفُ يا مَنْ لَهُ كَمالٌ لا يُدْرَكُ يا مَنْ لَهُ قَضاءٌ لا يُرَدُّ يا مَنْ لَهُ صِفاتٌ لا تُبَدَّلُ يا مَنْ لَهُ نُعُوتٌ لا تُغَيَّرُ
(72)يا رَبَّ الْعالَمينَ يا مالِكَ يَوْمِ الدّينِ يا غايَةَ الطّالِبينَ يا ظَهْرَ اللاّجينَ يا مُدْرِكَ الْهارِبينَ يا مَنْ يُحِبُّ الصّابِرينَ يا مَنْ يُحِبُّ التَّوّابينَ يا مَنْ يُحِبُّ الْمُتَطَهِّرينَ يا مَنْ يُحِبُّ المُحْسِنينَ يا مَنْ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدينَ
(73)اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا شَفيقُ يا رَفيقُ يا حَفيظُ يا مُحيطُ يا مُقيتُ يا مُغيثُ يا مُعِزُّ يا مُذِلُّ يا مُبْدِئُ يا مُعيدُ.
71- Ey unutulmayan, unutturulmayan zikrin sahibi, ey söndürülemez nurun sahibi, ey sayılamaz nimetlerin sahibi, ey zeval bulmayan mülkün, saltanatın sahibi, ey hadde hesaba gelmez medh u senanın sahibi, ey belli bir keyfiyete sığdırılamaz celalin sahibi, ey idrak edilemez kemalin sahibi, ey reddedilemez kazâ ve hükmün sahibi, ey alternatifsiz sıfatların sahibi, ey değiştirilemez vasıfların sahibi!
72- Ey âlemlerin Rabbi, ey amellerin karşılığının verildiği (Kıyamet) gününün sahibi, ey arayanların son maksadı, ey sığınanların destekçisi, ey kaçanları bulup yardımda bulunan, ey sabredenleri seven, ey tövbe edenleri seven, ey (maddi ve manevi pisliklerden) temizlenenleri seven, ey iyilikte bulunanları seven, ey hidayet olanları (herkesten) daha iyi bi-len!
73- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey şefkatli, ey (kullarıyla) arkadaş olan, ey (yaratıklarını) koru-yan, ey (âlemi) kuşatan, ey (canlılara) yiyecek/rızk veren, ey imdat eden, ey izzet veren, ey zelil kılan, ey (her şeyin) yaratılışını başlatan, ey (her şeyi ölümden sonra) tekrar kendine döndüren!
(74)يا مَنْ هُوَ اَحَدٌ بِلا ضِدٍّ يا مَنْ هُوَ فَرْدٌ بِلا نِدٍّ يا مَنْ هُوَ صَمَدٌ بِلا عَيْبٍ يا مَنْ هُوَ وِتْرٌ بِلا كَيْفٍ يا مَنْ هُوَ قاضٍ بِلا حَيْفٍ يا مَنْ هُوَ رَبٌّ بِلا وَزيرٍ يا مَنْ هُوَ عَزيزٌ بِلا ذُلٍّ يا مَنْ هُوَ غَنِيٌّ بِلا فَقْرٍ يا مَنْ هُوَ مَلِكٌ بِلا عَزْلٍ يا مَنْ هُوَ مَوْصُوفٌ بِلا شَبيهٍ.
(75) يا مَنْ ذِكْرُهُ شَرَفٌ لِلذّاكِرينَ يا مَنْ شُكْرُهُ فَوْزٌ لِلشّاكِرينَ يا مَنْ حَمْدُهُ عِزٌّ لِلْحامِدينَ يا مَنْ طاعَتُهُ نَجاةٌ لِلْمُطيعينَ يا مَنْ بابُهُ مَفْتُوحٌ لِلطّالِبينَ يا مَنْ سَبيلُهُ واضِحٌ لِلْمُنيبينَ يا مَنْ آياتُهُ بُرْهانٌ لِلنّاظِرينَ يا مَنْ كِتابُهُ تَذْكِرَةٌ لِلْمُتَّقينَ يا مَنْ رِزْقُهُ عُمُومٌ لِلطّائِعينَ وَالْعاصينَ يا مَنْ رَحْمَتُهُ قَريبٌ مِنَ الْمحْسِنينَ
(76) يا مَنْ تَبارَكَ اسْمُهُ يا مَنْ تَعالى جَدُّهُ يا مَنْ لا اِلـٰهَ غَيْرُهُ يا مَنْ جَلَّ ثَناؤُهُ يا مَنْ تَقَدَّسَتَ اَسْماؤُهُ يا مَنْ يَدُومُ بَقاؤُهُ يا مَنِ الْعَظَمَةُ بَهاؤُهُ يا مَنِ الْكِبْرِياءُ رِداؤُهُ يا مَنْ لا تُحْصى آلاؤُهُ يا مَنْ لا تُعَدُّ نَعْماؤُهُ
(77) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا مُعينُ يا اَمينُ يا مُبينُ يا مَتينُ يا مَكينُ يا رَشيدُ يا حَميدُ يا مَجيدُ يا شَديدُ يا شَهيدُ
74- Ey zıddı olmayan Ehed, ey benzeri bulunmayan Ferd, ey herhan-gi bir kusur ve ihtiyacı bulunmayan Samed, ey niteliği olmayan tek, ey zu-lüm ve haksızlığı olmayan Kâdı, ey yardımcısı olmayan Rabb, ey zilleti bulunmayan Azîz, ey fakirliği olmayan Ganî, ey (kimsenin) azledemeyeceği Sultan, ey benzeri olmadan vasfedilen!
75- Ey zikri, zikredenler için şeref olan, ey şükrü, şükredenler için kur-tuluş ve saadet vesilesi olan, ey hamdı, kendisini hamd edenler için izzet vesilesi olan, ey itaati, itaat edenler için kurtuluş vesilesi olan, ey kapısı, (kendisini) arayanlar için açık olan, ey yolu, dönüş yapıp (tövbe edenler) için aşikâr olan, ey ayetleri, (basiret gözüyle) bakanlar için delil olan, ey kitabı, takva sahipleri için öğüt ve ibret vesilesi olan, ey rızkı, itaatkâr ve-ya âsî olan herkesi kapsayan, ey rahmeti, iyilik yapanlar için yakın olan!
76- Ey ismi mübarek olan, ey şânı, makamı yüce olan, ey kendisin-den başka ilâh bulunmayan, ey medh u senâsı yüce olan, ey isimleri mu-kaddes olan, ey bekâsı devam eden, ey yücelik onun cemâl ve cilvesi olan, ey kibriyâ ve büyüklük libasına bürünen, ey gizli nimetlerinin haddi hesabı olmayan, ey zahiri nimetleri sayılmayan!
77- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) sen-den diliyorum; ey yardım eden, ey emin olan/emân veren, ey (açıklanma-sı gerekenleri) açıklayan, ey (hiçbir şeyden) sarsılmayan, ey (her şeye) muktedir olan, ey (her şeyi) doğru ve kâmil olan, ey övgüye layık olan, ey azamet ve yücelik sahibi olan, (ey azap ve kahrı) şiddetli olan, ey âlemde (olup biten her şeye) şâhit olan!
(78) يا ذَا الْعَرْشِ الَْمجيدِ يا ذَا الْقَوْلِ السَّديدِ يا ذَا الْفِعْلِ الرَّشيدِ يا ذَا الْبَطْشِ الشَّديدِ يا ذَا الْوَعْدِ وَالْوَعيدِ يا مَنْ هُوَ الْوَلِيُّ الْحَميدُ يا مَنْ هُوَ فَعّالٌ لِما يُريدُ يا مَنْ هُوَ قَريبٌ غَيْرُ بَعيد يا مَنْ هُوَ عَلى كُلِّ شَيْء شَهيدٌ يا مَنْ هُوَ لَيْسَ بِظَلاّم لِلْعَبيدِ
(79) يا مَنْ لا شَريكَ لَهُ وَلا وَزيرَ يا مَنْ لا شَبيهَ لَهُ وَلا نَظيرَ يا خالِقَ الشَّمْسِ وَالْقَمَرِ الْمُنيرِ يا مُغْنِيَ الْبائِسِ الْفَقيرِ يا رازِقَ الْطِّفْلِ الصَّغيرِ يا راحِمَ الشَّيْخِ الْكَبيرِ يا جابِرَ الْعَظْمِ الْكَسيرِ يا عِصْمَةَ الْخآئِفِ الْمُسْتَجيرِ يا مَنْ هُوَ بِعِبادِهِ خَبيرٌ بَصيرٌ يا مَنْ هُوَ عَلى كُلِّ شَيْء قَديرٌ.
(80) يا ذَا الْجُودِ وَالنِّعَمِ يا ذَا الْفَضْلِ وَالْكَرَمِ يا خالِقَ اللَّوْحِ وَالْقَلَمِ يا بارِئَ الذَّرِّ وَالنَّسَمِ يا ذَا الْبَأْسِ وَالنِّقَمِ يا مُلْهِمَ الْعَرَبِ وَالْعَجَمِ يا كاشِفَ الضُّرِّوَالاَْلَمِ يا عالِمَ السِّرِّ وَالْهِمَمِ يا رَبَّ الْبَيْتِ وَالْحَرَمِ يا مَنْ خَلَقَ الاَْشياءَ مِنَ الْعَدَمِ
78- Ey yüce Arş'ın sahibi, ey sağlam sözün sahibi, ey dosdoğru ve eksiksiz fiilin sahibi, ey kıskıvrak yakalayan, şiddetli intikam sahibi olan, ey sevap vaat eden ve azap tehdidinde bulunan, ey övgüye layık veli, ey istediği her şeyi yapan, ey uzaklığı olmayan yakın, ey her şeye şahit ve nazır olan, ey kullarına hiçbir şekilde zulmetmeyen!
79- Ey hiçbir ortağı ve yardımcısı olmayan, ey hiçbir benzeri ve den-gi bulunmayan, ey güneşin ve nurlu ayın yaratıcısı, ey perişan hâlli faki-rin ihtiyacını gideren, ey küçük yavrunun rızkını veren, ey yaşlı ihtiyara merhamet eden, eykırılmış kemiği saran/iyileştiren (mağdur olanlara yar-dımcı olan), ey korku içinde sığınak dileyenleri koruyan, ey kullarının (her şeyinden) haberdar olan/gören, ey her şeye gücü yeten!
80- Ey cömertlik ve nimetler sahibi olan, ey fazl u kerem sahibi olan, ey Levh'i ve Kalem'i yaratan, ey küçük zerreyi/karıncayı ve insanları yok-tan var eden, ey azap ve intikam sahibi olan, ey (iyilikleri) Arap ve aceme (bütün insanlara) ilham eden, ey zorluk ve acılara son veren, ey sırları ve niyetleri bilen, ey (Kâbe) evinin ve Harem'in Rabbi olan, ey her şeyi yok-tan var eden!
(81) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا فاعِلُ يا جاعِلُ يا قابِلُ يا كامِلُ يا فاصِلُ يا واصِلُ يا عادِلُ يا غالِبُ يا طالِبُ يا واهِبُ
(82) يا مَنْ اَنْعَمَ بِطَوْلِهِ يا مَنْ اَكْرَمَ بِجُودِهِ يا مَنْ جادَ بِلُطْفِهِ يا مَنْ تَعَزَّزَ بِقُدْرَتِهِ يا مَنْ قَدَّرَ بِحِكْمَتِهِ يا مَنْ حَكَمَ بِتَدْبيرِهِ يا مَنْ دَبَّرَ بِعِلْمِهِ يا مَنْ تَجاوَزَ بِحِلْمِهِ يا مَنْ دَنا في عُلُوِّهِ يا مَنْ عَلا في دُنُوِّهِ
(83) يا مَنْ يَخْلُقُ ما يَشاءُ يا مَنْ يَفْعَلُ ما يَشاءُ يا مَنْ يَهْدي مَنْ يَشاءُ يا مَنْ يُضِلُّ مَنْ يَشاءُ يا مَنْ يُعَذِّبُ مَنْ يَشاءُ يا مَنْ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشآءُ يا مَنْ يُعِزُّ مَنْ يَشاءِ يا مَنْ يُذِلُّ مَنْ يَشاءُ يا مَنْ يُصَوِّرُ فِي الاَْرْحامِ ما يَشاءُ يا مَنْ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَنْ يَشاءُ
(84) يا مَنْ لَمْ يَتَّخِذْ صاحِبَةً وَلا وَلَداً يا مَنْ جَعَلَ لِكُلِّ شَيْء قَدْراً يا مَنْ لا يُشْرِكُ في حُكْمِهِ اَحَداً يا مَنْ جَعَلَ الْمَلائِكَةَ رُسُلاً يا مَنْ جَعَلَ فِي السَّماءِ بُرُوجاً يا مَنْ جَعَلَ الاَْرْضَ قَراراً يا مَنْ خَلَقَ مِنَ الْماءِ بَشَراً يا مَنْ جَعَلَ لِكُلِّ شَيْء اَمَداً يا مَنْ اَحاطَ بِكُلِّ شَيْء عِلْماً يا مَنْ اَحْصى كُلَّ شَيْء عَدَداً
81- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey (âlemdeki her hayrın) faili olan, ey (her şeyi) yerli yerinde karar kılan, ey (kulların mazeretini) kabul eden, ey her bakımdan eksiksiz ve kâmil olan, ey (hakkı batıldan) ayıran, ey kavuşturan, ey ada-let sahibi olan, ey (istediğine) galip gelen, ey (sâlih kullarına) talip olan/(dergâhına) isteyen, ey karşılıksız bağışta bulunan!
82- Ey ihsanıyla nimet veren, ey cömertliğiyle keremde bulunan, ey lütfuyla cömertlik eden, ey kudretiyle izzet bulan, ey hikmetiyle her şeyi takdir eden (ölçüp biçen), ey tedbiriyle hükmeden, ey ilmiyle tedbir eden/yürüten, ey hilmiyle (kulların günahlarından) vazgeçen, ey yüce ol-duğu hâlde yakın olan, ey yakın olduğu hâlde yüce olan!
83- Ey dilediğini yaratan, ey dilediğini yapan, ey dilediğini hidayet eden, ey dilediğini saptıran/sapıklıkta bırakan, ey dilediğini azap eden, ey diledi-ğini bağışlayan, ey dilediğine izzet veren, ey dilediğini zelil kılan, ey dile-ğini rahimlerde şekillendiren, ey rahmetini dilediğine tahsis eden.
84- Ey hiçbir eş ve evlat edinmeyen, ey her şey için belli bir ölçü ve hudut belirleyen, ey kimseyi hükmüne ortak kılmayan, ey melekleri elçi yapan, ey gökyüzünde burçlar meydana getiren, ey yeryüzünü salim ve barınmaya müsait kılan, ey (bir damla) sudan (nütfeden) insan yaratan, ey her şey için (sona erecek) belli bir zaman tayin eden, ey her şeyi il-miyle kuşatan, ey her şeyin hesabını, sayısını bilen!
(85) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا اَوَّلُ يا اخِرُ يا ظاهِرُ يا باطِنُ يا بَرُّ يا حَقُّ يا فَرْدُ يا وِتْرُ يا صَمَدُ يا سَرْمَدُ
(86) يا خَيْرَ مَعْرُوف عُرِفَ يا اَفْضَلَ مَعْبُود عُبِدَ يا اَجَلَّ مَشْكُور شُكِرَ يا اَعَزَّ مَذْكُور ذُكِرَ يا اَعْلى مَحْمُود حُمِدَ يا اَقْدَمَ مَوْجُود طُلِبَ يا اَرْفَعَ مَوْصُوف وُصِفَ يا اَكْبَرَ مَقْصُود قُصِدَ يا اَكْرَمَ مَسْؤول سُئِلَ يا اَشْرَفَ مَحْبُوب عُلِمَ.
(87) يا حَبيبَ الْباكينَ يا سَيِّدَ الْمُتَوَكِّلينَ يا هادِيَ الْمُضِلّينَ يا وَلِيَّ الْمُؤْمِنينَ يا اَنيسَ الذّاكِرينَ يا مَفْزَعَ الْمَلْهُوفينَ يا مُنْجِيَ الصّادِقينَ يا اَقْدَرَ الْقادِرينَ يا اَعْلَمَ الْعالِمينَ يا اِلـٰهَ الْخَلْقِ اَجْمَعينَ
85- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey evvel, ey ahir, ey zahir, ey batın, ey iyi olan/iyiliği seven, ey hak, ey yegâne, ey tek, ey ihtiyaçsız/eksiksiz, ey son-suz/ebedi.
86- Ey tanınanların en iyisi, ey ibadet edilen en üstün mabut, ey şük-redilenlerin en yücesi, ey anılanların en izzetlisi/azizi, ey övülenlerin en ulusu, ey aranan en kadîm varlık, ey vasfedilen en yüce mevsûf, ey kast edilen/hedeflenen en büyük maksut, ey kendisinden dilenilenlerin en ke-remlisi, ey bilinen en şerefli sevgili!
87- Ey ağlayanların sevgilisi, ey tevekkül edenlerin efendisi, ey (doğru yoldan) sapanları hidayet eden, ey müminlerin velisi, ey kendisini zikredenlerin can yoldaşı, ey perişan ve zor durumda olanların sığınağı, ey doğruların kurtarıcısı, ey bütün güçlülerden daha güçlü olan, ey bütün ilim sahiplerinden daha bilgili olan, ey bütün yaratıkların ilâhı olan!
(88) يا مَنْ عَلا فَقَهَرَ يا مَنْ مَلَكَ فَقَدَرَ يا مَنْ بَطَنَ فَخَبَرَ يا مَنْ عُبِدَ فَشَكَرَ يا مَنْ عُصِيَ فَغَفَرَ يا مَنْ لا تَحْويهِ الْفِكَرُ يا مَنْ لا يُدْرِكُهُ بَصَرٌ يا مَنْ لا يَخْفى عَلَيْهِ اَثَرٌ يا رازِقَ الْبَشَرِ يا مُقَدِّرَ كُلِّ قَدَر
(89) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا حافِظُ يا بارِئُ يا ذارِئُ يا باذِخُ يا فارِجُ يا فاتِحُ يا كاشِفُ يا ضامِنُ يا امِرُ يا ناهي
(90) يا مَنْ لا يَعْلَمُ الْغَيْبَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يَصْرِفُ السُّوءَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يَخْلُقُ الْخَلْقَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يَغْفِرُ الذَّنْبَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يُتِمُّ النِّعْمَةَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يُقَلِّبُ الْقُلُوبَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يُدَبِّرُ الاَْمْرَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يُنَزِّلُ الْغَيْثَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يَبْسُطُ الرِّزْقَ إلاّ هُوَ يا مَنْ لا يُحْيِي الْمَوْتى إلاّ هُوَ
(91) يا مُعينَ الْضُعَفاءِ يا صاحِبَ الْغُرَباءِ يا ناصِرَ الاَْوْلِياءِ يا قاهِرَ الاَْعْداءِ يا رافِعَ السَّماءِ يا اَنيسَ الاَْصْفِياءِ يا حَبيبَ الاَْتْقِياءِ يا كَنْزَ الْفُقَراءِ يا اِلـٰهَ الاَْغْنِياءِ يا اَكْرَمَ الْكُرَماءِ
88- Ey üstün olup da kahreden, ey sahip olup da güç yetiren, ey gizli olup da haberdar olan, ey ibadet edildiğinde karşılık veren, ey emrine itaatsizlik edildiğinde bağışlayan, ey fikirlere, düşüncelere sığmayan, ey hiçbir gözle görünmeyen, ey hiçbir (şeyin) eseri kendisine gizli kalmayan, ey bütün insanları rızıklandıran, ey bütün kaderleri takdir eden!
89- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey koruyan, ey yaratan, ey icat eden, ey yüce maka-ma/mertebeye sahip olan, ey (üzüntüleri) gideren, ey (müşküllerin kapı-sını) açan-halleden, ey (sıkıntılara) son veren, ey (kullarının) kefili olan, ey (iyiliklere) emreden, ey (kötülüklerden) nehyeden!
90- Ey gaybı ancak kendisi bilen, ey kötülüğü (kullarından) ancak kendisi defeden, ey yaratıkları ancak kendisi yaratan, ey günahı ancak kendisi bağışlayan, ey nimeti ancak kendisi tamamlayan, ey kalpleri an-cak kendisi değiştiren, ey işleri ancak kendisi tedbir eden-yöneten, ey yağmuru ancak kendisi yağdıran, ey rızkı ancak kendisi genişletip yayan, ey ölüleri ancak kendisi dirilten.
91- Ey zayıfların yardımcısı, ey gariplerin arkadaşı, ey dostlara yar-dımcı olan, ey düşmanlara galip gelip kahreden, ey göğü yükselten, ey seçilmiş (kulların) can yoldaşı, ey takva sahiplerinin sevgilisi, ey fakirlerin hazinesi, ey zenginlerin ilâhı, ey kerim olanların en keremlisi!
(92) يا كافِياً مِنْ كُلِّ شَيْء يا قائِماً عَلى كُلِّ شَيْء يا مَنْ لا يُشْبِهُهُ شَيْءٌ يا مَنْ لا يَزيدُ في مُلْكِهِ شَيْءٌ يا مَنْ لا يَخْفى عَلَيْهِ شَيْءٌ يا مَنْ لا يَنْقُصُ مِنْ خَزائِنِهِ شَيْءٌ يا مَنْ لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ يا مَنْ لا يَعْزُبُ عَنْ عِلْمِهِ شَيءٌ يا مَنْ هُوَ خَبيرٌ بِكُلِّ شَيْء يا مَنْ وَسِعَتْ رَحْمَتُهُ كُلَّ شَيْء
(93) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْئَلُكَ بِاسْمِكَ يا مُكْرِمُ يا مُطْعِمُ يا مُنْعِمُ يا مُعْطى يا مُغْني يا مُقْني يا مُفْني يا مُحْيي يا مُرْضي يا مُنْجي
(94) يا اَوَّلَ كُلِّ شَيْء وَآخِرَهُ يا اِلـٰهَ كُلِّ شَيْء وَمَليكَهُ يا رَبَّ كُلِّ شَيْء وَصانِعَهُ يا بارِئَ كُلِّ شَيْء وَخالِقَهُ يا قابِضَ كُلِّ شَيْء وَباسِطَهُ يا مُبْدِئَ كُلِّ شَيْء وَمُعيدَهُ يا مُنْشِئَ كُلِّ شَيْء وَمُقَدِّرَهُ يا مُكَوِّنَ كُلِّ شَيْء وَمُحَوِّلَهُ يا مُحْيِيَ كُلِّ شَيْء وَمُميتَهُ يا خالِقَ كُلِّ شَيْء وَوارِثَهُ
92- Ey her şeyden taraf yeterli olan, ey her şeyi ayakta tutan, ey ken-disine hiçbir şey benzemeyen, ey mülkünü hiçbir şey artırmayan, ey hiçbir şey kendisine saklı kalmayan, ey hazinelerinden hiçbir şey eksilmeyen, ey hiçbir şey kendisi gibi olmayan, ey hiçbir şey bilgisi dışında kalmayan, ey her şeyden haberdar olan, ey rahmeti her şeyi kaplayan!
93- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey ikram eden, ey gıda veren, ey nimet veren, ey ba-ğışta bulunan, ey ihtiyaçları gideren, ey kazandıran, ey fânî kılan, ey diril-ten, ey hoşnut eden, ey kurtuluşa erdiren!
94- Ey her şeyin evveli ve sonu, ey her şeyin ilâhı ve sahibi, ey her şeyin Rabbi ve sanatkârı, ey her şeyi icat eden ve yaratan, ey her şeyi daraltan ve genişleten, ey her şeyi ilk defa yaratan ve (özelliklerini) takdir edip belirleyen, ey her şeye vücut veren ve (öldükten sonra) tekrar kendi-sine döndüren, ey her şeyi dirilten ve öldüren, ey her şeyi yaratan ve (öl-dükten sonra) ona vâris olan!
(95) يا خَيْرَ ذاكِر وَمَذْكُور يا خَيْرَ شاكِر وَمَشْكُور يا خَيْرَ حامِد وَمَحْمُود يا خَيْرَ شاهِد وَمَشْهُود يا خَيْرَ داع وَمَدْعُوٍّ يا خَيْرَ مُجيب وَمُجاب يا خَيْرَ مُؤنِس وَاَنيس يا خَيْرَ صاحِب وَجَليس يا خَيْرَ مَقْصُود وَمَطْلُوب يا خَيْرَ حَبيب وَمَحْبُوب
(96) يا مَنْ هُوَ لِمَنْ دَعاهُ مُجيبٌ يا مَنْ هُوَ لِمَنْ اَطاعَهُ حَبيبٌ يا مَنْ هُوَ اِلى مَنْ اَحَبَّهُ قَريبٌ يا مَنْ هُوَ بِمَنِ اسْتَحْفَظَهُ رَقيبٌ يا مَنْ هُوَ بِمَنْ رَجاهُ كَريمٌ يا مَنْ هُوَ بِمَنْ عَصاهُ حَليمٌ يا مَنْ هُوَ في عَظَمَتِهِ رَحيمٌ يا مَنْ هُوَ في حِكْمَتِهِ عَظيمٌ يا مَنْ هُوَ في اِحْسانِهِ قَديمٌ يا مَنْ هُوَ بِمَنْ اَرادَهُ عَليمٌ
(97) اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْأَلُكَ بِاسْمِكَ يا مُسَبِّبُ يا مُرَغِّبُ يا مُقَلِّبُ يا مُعَقِّبُ يا مُرَتِّبُ يا مُخَوِّفُ يا مُحَذِّرُ يا مُذَكِّرُ يا مُسَخِّرُ يا مُغَيِّرُ
95- Ey en iyi anan ve anılan, ey en iyi şükreden (karşılık veren) ve şükredilen, ey en iyi öven ve övülen, ey en iyi şahit olan ve hakkında en iyi şahadet edilen, ey en iyi çağıran ve çağrılan, ey en iyi icabet eden ve icabet edilen, ey (insanla) en iyi ünsiyet kuran ve kendisiyle en iyi ünsiyet kurulan, ey en iyi arkadaş olan ve kendisiyle en iyi arkadaş olunan, ey en iyi maksut olan ve en iyi aranan, ey en iyi seven ve en iyi sevilen!
96- Ey kendisine dua edene icabet eden, ey kendisine itaat edeni seven, ey sevdiğine yakın olan, ey kendisinden korunma dileyenleri gö-zeten, ey kendisine ümit bağlayanlara kerim olan, ey emrine itaatsizlik edene hilim ve sabırla davranan, ey azametiyle birlikte merhametli olan, olan, ey hikmetiyle birlikte azametli olan, ey ihsanında kadîm olan, ey kendisine müştak olanlardan haberdar olan!
97- Allah'ım, ben, ismin hakkına sana el açıyorum, (hacetlerimi) senden diliyorum; ey sebepleri takdir buyuran, ey (kullarını iyiliğe) teşvik eden, ey (kalpleri) halden hâle değiştiren, ey (âlemdeki işleri) takip eden, ey (âlemdeki işleri) düzene koyan, ey (kullarını) korkutan, ey (kullarını) sa-kındıran, ey (unutulanları) hatırlatan, ey (âlemdeki güçleri) ram eden/elinde tutan, ey (durumları) değiştiren!
(98) يا مَنْ عِلْمُهُ سابِقٌ يا مَنْ وَعْدُهُ صادِقٌ يا مَنْ لُطْفُهُ ظاهِرٌ يا مَنْ اَمْرُهُ غالِبٌ يا مَنْ كِتابُهُ مُحْكَمٌ يا مَنْ قَضاؤُهُ كأئِنٌ يا مَنْ قُرْانُهُ مَجيدٌ يا مَنْ مُلْكُهُ قَديمٌ يا مَنْ فَضْلُهُ عَميمٌ يا مَنْ عَرْشُهُ عَظيمٌ
(99) يا مَنْ لا يَشْغَلُهُ سَمْعٌ عَنْ سَمْع يا مَنْ لا يَمْنَعُهُ فِعْلٌ عَنْ فِعْل يا مَنْ لا يُلْهيهِ قَوْلٌ عَنْ قَوْل يا مَنْ لا يُغَلِّطُهُ سُؤالٌ عَنْ سُؤال يا مَنْ لا يَحْجُبُهُ شَيْءٌ عَنْ شَيْء يا مَنْ لا يُبْرِمُهُ اِلْحاحُ الْمُلِحّينَ يا مَنْ هُوَ غايَةُ مُرادِ الْمُريدينَ يا مَنْ هُوَ مُنْتَهى هِمَمِ الْعارِفينَ يا مَنْ هُوَ مُنْتَهى طَلَبِ الطّالِبينَ يا مَنْ لا يَخْفى عَلَيْهِ ذَرَّةٌ فِي الْعالَمينَ
(100) يا حَليماً لا يَعْجَلُ يا جَواداً لا يَبْخَلُ يا صادِقاً لا يُخْلِفُ يا وَهّاباً لا يَمَلُّ يا قاهِراً لا يُغْلَبُ يا عَظيماً لا يُوصَفُ يا عَدْلاً لا يَحيفُ يا غَنِيّاً لا يَفْتَقِرُ يا كَبيراً لا يَصْغُرُ يا حافِظاً لا يَغْفُلُ سُبْحانَكَ يا لا اِلـٰهَ إلاّ اَنْتَ الْغَوْثَ الْغَوْثَ خَلِّصْنا مِنَ النّارِ يا رَبِّ.
98- Ey (her şeyi icat etmeden) bilen, ey verdiği söze sadık kalan, ey lütuf ve merhameti aşikâr olan, ey emri (her zaman) galip gelen, ey ki-tabı sağlam olan, ey kazâ ve hükmü kesin olan, ey Kur'ân'ı yüce olan, ey saltanatı kadîm ve ezelî olan, ey fazl u keremi (bütün mahlukatı) kap-sayan, ey Arş'ı azametli olan!
99- Ey bir (şeye) kulak vermesi, kendisini diğer bir işitmeden alıkoy-mayan, ey bir fiili yapması, başka bir fiili yapmasına engel olmayan, ey bir söz, kendisini başka bir sözden gafil kılmayan, ey (kullarından) birisi-nin isteği, onu başka (birisinin) isteğiyle karıştırmasına vesile olmayan, ey hiçbir şeyin, O'nun başka bir şeyi (görmesine, bilmesine) engel olma-yan, ey ısrarla istekte bulunanların ısrarı, kendisini usandırmayan, ey kendisini arzulayanların son ve en büyük arzusu, ey ariflerin himmet ve gayretlerinin son noktası, ey talep edenlerin talebinin nihayeti, ey âlem-lerde bir zerre dahi kendisine gizli kalmayan!
100- Ey (günahkârlara ceza vermede) acele etmeyen hilim ve sabır sahibi, ey cimrilik yapmayan cömert, ey verdiği vaade hilaf etmeyen Sa-dık, ey bağıştan bıkmayan, usanmayan karşılıksız bağış ve ihsan sahibi, ey (hiçbir zaman) mağlup olmayan Kahir, ey (hakkıyla) vasfedilmeyecek azametli, ey haksızlık yapmayan Âdil, ey (hiçbir zaman) fakirleşmeyen Ganî, ey (asla) küçülmeyen büyük, ey gaflete düşmeyen koruyucu!
Münezzehsin sen, ey kendisinden başka ilâh olmayan! İmdat! İmdat! Kurtar bizi ateşten ey Rabbim!