BİRİNCİ SUR ve DÜNYANIN SONU
"Şüphesiz ki Melek İsrafil, Sur'u bir lokma gibi ağzına yerleştirmiş, yay gibi tutup onu üflemek için emir beklemektedir." (Müslim)
Sur ve Mahiyeti:
Sur; boynuza benzer üfleme âleti mânâsına gelmekte olup, yerle gökler genişliğinde nurdan bir borudur.
"Sur nedir?" diye soran bir Arâbî'ye Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"İçine üfürülen bir boynuzdur." buyurmuşlardır. (Tirmizî: 2547)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise, daha iyi anlaşılabilmesi için bazı benzetmelerde bulunarak şöyle buyurmuşlardır:
"Şüphesiz ki Melek İsrafil, Sur'u bir lokma gibi ağzına yerleştirmiş, yay gibi tutup onu üflemek için emir beklemektedir." (Müslim)
Şüphe yok ki, sonradan yaratılan her şeyin bir sonu bir ölümü vardır, her şey er veya geç zeval bulacaktır. Dünyanın da bir ölümü vardır. Allah-u Teâlâ dünyanın ömrünü sona erdirmeyi murad ettiğinde, İsrafil Aleyhisselâm'a Sur'a üfürmesini emreder.
Onun Sur'a üfürmesi ile kıyamet kopar.
Sur'a ikinci defa üfürünce de, ruhlar cesetlerine dönerek diriliş meydana gelir.
"Ruhlar bedenlerde birleştirildiği zaman." (Tekvir: 7)
Allah-u Teâlâ bu üfürmeyi ruhların tekrar cisimlerine dönüp yerleşmesine bir sebep yapacaktır.
Sur'a Üfürülüş:
Ruhlar âleminden yeryüzüne inecek insan ruhu kalmadığı zaman dünya hayatı sona erer ve Allah-u Teâlâ'nın emriyle İsrafil Aleyhisselâm ilk üfürmeyi yapar. Bu üfürme göklerde ve yerdeki canlıların öleceği, meleklerin de cinlerin de insanların da hayattan mahrum kalacağı üfürmedir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Sur'a üflenince, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar yerde olanlar hepsi düşüp ölmüş olacaktır." (Zümer: 68)
Allah-u Teâlâ'nın istisna ettiği dört büyük melekten başka herkes öldükten sonra; Allah-u Teâlâ Azrail Aleyhisselâm'a Mikâil Aleyhisselâm'ın, İsrafil Aleyhisselâm'ın ve Cebrail Aleyhisselâm'ın canlarını almalarını emreder. Daha sonra Azrail Aleyhisselâm'a da emir gelir, o da ölür.
Böylece Hayy ve Kayyum olan Allah tek kalır.
"Yeryüzünde bulunan her şey fena bulacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabb'inin veçhi (zâtı) bâki kalacak." (Rahman: 26-27)
•
Kıyametin kopması için bir zamana ihtiyaç yoktur. Bir göz kırpması ile her şey olur biter. Onun gelişi ne belli bir uzaklıktan görülebilir, ne de ona karşı insan kendisini koruyabilir. Gelişine karşı hazırlık yapmak da mümkün değildir.
"Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar yahut daha yakın bir zamanda olur. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir." (Nahl: 77)
Bu yakınlığın ölçüsü, bilinen beşeri ölçü değildir. Ansızın pek korkunç bir gürültü ortalığı kaplar. O anda göklerde ve yerde bulunanlardan, korkup ürpermeyen hiç kimse kalmaz.
"Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın dilediklerinden başka göklerde ve yerde bulunanlar korku içinde kalırlar.
Hepsi boyun bükerek O'na gelirler." (Neml: 87)
İnsanlar o günde pek kıymetli gördükleri mallarını, servetlerini bile terkederek kendi başlarının telaşına kapılacaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman." (Tekvir: 4)
Develer o devirde Arapların en kıymetli varlıklarıydı. Onun için develere çok iyi bakarlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek o gün çok büyük bir âfetle karşı karşıya kalmaları demektir. Öyle ki en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenmeyecekler, kıyılmaz mallarını bile terkedeceklerdir. Başlarına gelen felaket, en çok sevdikleri şeyleri görmemezlikten gelmeye götürecek onları.
•
Gerek kıyametin kopuş anı, gerekse kabirlerden kaldırılıp mahşere sevk edilme günü en korkulu merhalelerdir. Kâfirlerin kalpleri o günün dehşeti ile boğazlarına gelip dayanacaktır. Korkularının şiddetinden ötürü konuşamaz, dillerini döndüremez hale gelirler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Resul'üm! Onları o yaklaşan güne karşı uyar.
Öyle bir gün ki, yürekleri ağızlarına gelir ve kederlerinden yutkunur dururlar.
Zâlimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçısı vardır." (Mümin: 18)
Dost; arkadaşını bir zorluk ve sıkıntı içinde gördüğü zaman, ona yardımcı olmaya koşan kimse demektir. Zalimlerin ne böyle bir dostu, ne de şefaat eden bir kimsesi olmayacaktır. Çünkü şefaat etme hakkını Allah-u Teâlâ sadece salih kullarına bahşedecektir.
Kıyametin yakın olduğu haber verilirken, Âyet-i kerime'de "Yakın olan şey" mânâsına gelen "Âzife" kelimesi geçmektedir. Kâinatın ömrüne nispetle kıyametin kopması çok yakın sayılır. Çünkü gelecek olan her şey yakındır. Meydana gelmesi kesin olan şey, meydana gelmiş demektir, geleceğinde şüphe yoktur.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Onların beklediği tek bir sestir. Birbirleriyle çekişip dururken ansızın onları yakalayıverir." (Yasin: 49)
O anda onlar işlerinde güçlerinde, pazarlarında, alış-verişlerinde, oyunlarında eğlencelerinde iken, her canlı bulunduğu yerde ölür. Ne malları ne canları hakkında bir vasiyette ve tavsiyede bulunmaya fırsat bulamazlar.
"İşte o anda onlar ne bir tavsiyede bulunabilirler, ne de âilelerinin yanına dönebilirler." (Yasin: 50)
Eğer evleri ve memleketleri haricinde bulunmuş iseler, âileleriyle dünyada bir daha görüşmeye muvaffak olamazlar. Kim nerede ise orada kalır.
Sur'un Zelzelesi:
Kıyametin kopması insanın hayal bile edemeyeceği kadar şiddetli olacaktır.
Allah-u Teâlâ bütün insanlara hitap etmekte ve Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar! Rabb'inizden korkun. Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi, şüphesiz ki çok büyük bir şeydir." (Hacc: 1)
Kıyametin numunesi zelzelelerdir. İnsanoğlu zelzeleye karşı koyacak güce sahip değildir, insan böyle bir zamanda aczini idrak eder. Zelzele hiçbir zaman "Ben geliyorum!" demez, bir anda ortalığı harabeye çevirir. Gelmesi ile gitmesi bir olur.
Zelzeleler kıyametin açık bir delilidir, bize büyük kıyameti haber vermektedir.
İnsanlar bir gün ansızın böyle tasavvurların üstünde korkunç bir âfete uğrayacaklardır.
"Yer müthiş bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman!" (Zilzal: 1)
Âyet-i kerime'si ile haber verildiği üzere, yer korkunç gürültülerle ardarda ve devamlı bir şekilde sallanır. Bir kısmı değil, yeryüzü bütün olarak sallanacaktır.
"O gün o sarsıntı sarsar." (Nâziat: 6)
Her şeyi şiddetle sarsıp titreten ilk üfürme karşısında herkes fevkalade bir korku içinde kalır.
Böyle canlı bir hadiseye o gün için yaşamakta olan insanlar, birkaç saniye de olsa şahit olacaklar. Kalpleri yerinden oynayacak, akılları başlarından gidecek, emzikli her dişi varlık dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu unutacak, memesini yavrusunun ağzından çekip çıkaracak.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür." (Hacc: 2)
Hiç şüphesiz ki bu hal sıkıntıların en şiddetli anıdır. En iyisini Allah-u Teâlâ'nın bildiği üzüntü ve korku onları kaplar.
"İnsanları da sarhoş bir halde görürsün! Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah'ın azabı pek şiddetlidir." (Hacc: 2)
Bakıyorlar amma ne yaptıklarını bilmiyorlar. Açık açık gördükleri korkunç manzaralar karşısında gözleri hor ve hakir olmuş.
"O gün kalpler korkudan titrer. Gözler zilletle alçalır." (Nâziat: 8-9)
Öyle korkulu bir gün ki, gençleri bir anda ihtiyarlatmaya yetip artmaktadır. Yeni doğmuş çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirir.
"Eğer inkar ederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan o günden nasıl korunacaksınız?" (Müzzemmil: 17)
Allah-u Teâlâ'nın vahdaniyetini, Peygamber'inin risaletini tasdik etmeyenler için gerçekten de zor bir gündür.
Kıyamet kopmadan önce onu yalanlayıp inkar edenler bulunursa da, gerçekleşmeye başlayınca artık onu tasdik etmeye mecbur kalırlar. İnanmadıkları o müthiş hadiseyi ayan-beyan görünce şaşkına dönerler, artık yalanlamanın hiçbir yararı olmayacağını anlarlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Kıyamet koptuğu zaman, onu yalanlayacak hiç kimse olmaz." (Vâkıa: 1-2)
Allah-u Teâlâ onun gerçekleşmesini murad ettiğinde, önleyecek hiçbir engel olmadığı gibi; onun meydana gelişini yalanlayan, bugünkü yalancılar gibi bir tek yalancı bulunmaz. Azabı açık açık görecekleri için inanırlar.
Nitekim diğer Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Artık o çetin azabımızı gördüklerinde 'Bir olan Allah'a inandık, O'na ortak koştuğumuz şeyleri de inkâr ettik!' dediler." (Mümin: 84)
"Fakat çetin azabımızı gördükleri zaman iman etmiş olmaları kendilerine bir fayda vermeyecektir.
Kulları hakkında Allah'ın cârî ola gelen âdeti budur.
İşte kâfirler o zaman hüsrana uğramışlardır." (Mümin: 85)
Allah-u Teâlâ bu hususta kullarını ikaz etmektedir:
"Allah katından geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce, Rabb'inizin dâvetine icabet edin. O gün hiçbiriniz sığınacak yer bulamaz, inkâr da edemezsiniz."(Şûrâ: 47)
Kıyamet mutlaka vukua geleceği için "Vâkıa" denmiştir, kıyametin bir ismidir. Yani gelecek, gerçekleşmesi muhakkak olması itibarıyla bu isim verilmiştir.
Vâkıa Sûre-i şerif'inin 3. Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruluyor:
"O alçaltıcı, yükselticidir." (Vâkıa: 3)
Dünyada iken iman etmeyi kibirlerine yediremeyen, ilâhî buyruklara iltifat etmeyen, ölümden sonra dirilmeyi red ve inkâr eden kimseleri aşağıların aşağısına, esfel-i sâfilin'e düşürür. İsterse onlar kendilerini şerefli ve seçkin kişiler sansınlar.
Şakîleri cehennemin derekelerine atar, sait olanları da cennetlerinin yüksek derecelerine kavuşturur.
Çarpacak Olan Felâket:
Kur'an-ı kerim'de kıyametin kopma hadisesi, sergileyeceği görüntülere ve taşıyacağı özelliğe göre "Kıyamet", "Saat", "Zilzal", "Hâkka", "Sâhha", "Tâmme", "Ğâşiye"... gibi isimlerle anlatılmıştır. "Çarpacak olan felâket" mânâsına gelen "Kâria" da bu cümledendir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Çarpacak olan felâket!
Nedir o çarpacak olan felâket?
O çarpacak olan felâketin ne olduğunu bilir misin?" (Kâria: 1-2-3)
Kıyametin korkunç ve tüyler ürpertici bir şiddetle ses çıkartıp, gök gürlemesinden daha kuvvetli bir gürültü ve yıldırım hızından da daha hızlı bir şekilde ansızın kopacağı tasvir edilirken "Kâria" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin üç defa açıkça tekrarlanması, o korkutmayı desteklemek, dehşetini pekiştirmek içindir.
İnsanların başına, tarifi mümkün olmayacak kadar korkunç bir felâket inmiş olacak. O felâketin korkunçluğu hayal bile edilemez, aynel-yakîn görülmedikçe şiddet ve dehşetinin büyüklüğünü hiçbir akıl kavrayamaz.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O gün insanlar ateşe çarpıp dökülen pervaneler gibi olur." (Kâria: 4)
Dehşet içinde bocalayan insanlar o günde ne tarafa gideceklerini bilemeyip birbirine karışırlar, pervane diye bilinen küçük kelebekler gibi her biri bir tarafa gider gelirler.
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalayacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatacak, herkes kendi derdine düşecek.
"Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman!" (Abese: 33)
Dünya hayatının sonu işte budur.
Korkunç Gürültü:
Kıyametin kopması anında kulakların zarını parçalatacak kadar müthiş bir ses ortalığı çınlatacak, herkes kendi derdine düşecek.
"Çarpınca kulakları sağır eden o gürültü geldiği zaman!" (Abese: 33)
Dünya hayatının sonu işte budur.
Allah-u Teâlâ'nın müminlerle kâfirlerin arasında hükmünü vereceği o çok zor günde herkes kendi nefsini düşünür, kendi derdiyle uğraşır, meşgalesi başından aşar, kendisine bir zarar dokunmasın diye, tanıdığı bir kimseyi görmekten sıkıldığı kadar hiçbir şeyden sıkılmaz. Çünkü yaptığı bir haksızlık sebebiyle kendi evlât ve iyâlinin bile peşine düşeceklerinden kaçınır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde isyânkârların o gündeki hallerinin ne kadar feci olacağını haber vermektedir:
"Kişi o gün kardeşinden, anasından, babasından, karısından ve oğullarından kaçar." (Abese: 34-35-36)
Çünkü karşılaştığı dehşet ve gürültü çok büyüktür. Allah için sevenlerin dışında, kişilerin yakınlarına olan derûnî ilgileri bütünüyle kopar. Korkunç dehşet, başta nesep bağı olmak üzere bütün bağlılıkları kesip atar. Başlarına gelecek azaptan kendilerini kurtarabilmek için bütün güçleriyle sevdiklerinden kaçmaya çalışırlar, birbirini görmek istemezler. Fakat ne fayda!
En sıcak dostlar, en şefkatli yakınlar bile birbirinden nefret ederler, aralarındaki bütün bağlar kopar. Yakınlarının ne kötü durumda olduklarını gördükleri hâlde birbirlerinin hallerini soracak durumda bulunamazlar. Herkes kendi derdine düşer, başının çaresiyle başbaşa kalır. Kendilerini her şeyden alıkoyan bir şeyle meşgul olurlar.
Günahkâr ve isyankârların bütün bu meşakkatleri henüz hesap görülmeden ve azaba uğramadan olacaktır.
"O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır." (Abese: 37)
Kıyamet günü hiç kimse bir başkasının durumuyla ilgilenme fırsat ve imkânı bulamayacak, herkesin derdi başından aşkın olacaktır. Zihinler acı düşüncelerle ve tasalarla doludur.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bir defasında: "Yâ Resulellah! Ahirette çıplak mı haşredileceğiz?" diye sormuştu. Resulullah Aleyhisselâm: "Evet!" diye cevap verince: "Çıplak olmaktan dolayı vah başımıza gelenlere!" diye üzüntüsünü dile getirdi.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm bu Âyet-i kerime'yi okumuştur.
Kıyamet ve Yeryüzü:
Kıyamet koptuğunda yeryüzü peşpeşe sallanacak ve sarsılacak. Üzerindeki bütün yapılar yıkılıp yok olacak.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Hayır!.. Hayır!.. Yer bütünüyle sallanıp, paramparça edildiği zaman." (Fecr: 21)
Yerin paramparça edilmesi, silinip düzlenmesi demektir. Yer yerinden oynar, enine boyuna sarsıntıya tutulur, yüksek dağlar yıkılır gider.
"Yer şiddetle sarsıldığı zaman." (Vâkıa: 4)
Hayal etmenin bile ürperti vereceği sıkıntılı ve korkulu durumlarla karşı karşıya kalınır.
"Yer uzatılıp düzlendiği, içinde bulunanları dışarı atıp boşaldığı, Rabb'ini dinleyip O'na yaraşır şekilde boyun eğdiği zaman." (İnşikak: 3-4-5)
Allah-u Teâlâ bu noktada insanı bu hayattaki yorgunluk ve çabalarının, didinmelerinin karşılığını alacağını bildirmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb'ine doğru çaba göstermektesin ve sonunda O'na varacaksın." (İnşikak: 6)
Denizlerin, derelerin kaldırılmasıyla, dağların ve tepelerin giderilmesiyle yeryüzü dümdüz bir meydana dönüşür, yayılıp genişletilir.
Gökyüzü Rabb'ine boyun eğdiği gibi, yeryüzü de O'na boyun büker ve tam bir teslimiyet gösterir.
Uzun süredir bağrında taşıdığı cesetleri ve madenleri açığa çıkarır.
"Yer bütün ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman." (Zilzal: 2)
Kıyameti, ahireti inkâr eden insan; imkânsız zannettiği hadiseyi görüverince hayretler içinde kalır.
"İnsanın 'Bana ne oluyor?' dediği zaman." (Zilzal: 3)
O gün o durum karşısında geçirdiği şaşkınlıktan dolayı böyle söylemek zorunda kalır.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"İşte o gün yer, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabb'in ona konuşmasını emretmiştir." (Zilzal: 4-5)
Allah-u Teâlâ'nın bunu ona emretmesi, onun da üzerinde meydana gelen bütün hadiseleri anlatması, izin verilmesi sebebiyledir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb'ına: "Yeryüzünün haberlerinin ne olduğunu bilir misiniz?" diye sordu."Allah ve Resul'ü daha iyi bilir." dediler.
Bunun üzerine buyurdu ki:
"Yeryüzünün haber vermesi, her erkek ve kadının neler işlediğini haber verip şahitlik etmesidir. 'Şu şu günlerde şunu şunu işlediniz!' demesidir." (Tirmizî, Kıyamet: 7)
Kıyamet ve Dağlar:
Allah-u Teâlâ kıyamet koptuğu zaman dağların köklerinden sökülüp yürütüleceğini, yüksekliklerinin düzlüğe dönüşeceğini, hepsinin de havada uçuşan zerrecikler haline geleceğini Âyet-i kerime'lerinde beyan buyurmaktadır:
"Resul'üm! Sana kıyamet günü dağların ne olacağını sorarlar.
De ki: Rabb'im onları kül gibi ufalayıp savuracak!" (Tâhâ: 105)
Pek korkunç öyle bir hadise yüz gösterir ki, yeryüzü bitkisiz, binasız, boş, düz, kuru bir arazi haline gelir.
"Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır." (Tâhâ: 106)
Ne iniş ne çıkış, ne girinti ne çıkıntı görülür, yüksek ve alçak hiçbir şey kalmaz.
"Öyle ki, orada ne bir çukur ne de bir tümsek görebileceksiniz!" (Tâhâ: 107)
Yerküre, üzerinde taşıdığı dağlarla birlikte sarsıldıkça sarsılacak ve dağlar yerlerinden sökülecek, birbirine çarpıp ufalanarak kum yığını haline gelecek.
"Dağlar atılmış renkli yün gibi olur." (Kâria: 5)
Dağlar böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir.
"Sur'a ilk nefha üflendiği, yer ve dağlar kaldırılıp birbirine şiddetle çarpılarak darmadağın edildiği zaman; işte o gün olacak olur, kıyamet kopar." (Hâkka: 13-14-15)
O sarp kayalar, o ulu dağlar sertliklerine rağmen, ufalanır ufalanır, yumuşak kum yığını haline gelirler. Ağırlıklarını kaybedip yerlerinden sökülerek yürütülürler.
"O gün yer ve dağlar sarsılır, dağlar dağılmış kum yığınına döner." (Müzzemmil: 14)
Rüzgârların estirdiği toz gibi olur, kendilerinden bir eser bile kalmaz, hiçbir iz kalmamacasına kaybolup gider.
"O gün dağları yürütürüz, yeryüzünün ise çırılçıplak olduğunu görürsün." (Kehf: 47)
Onları öyle bir atışla atar ki, hiçbir parçası kalmaz. Üzerinde onu örtecek ne bir tümsek, ne bir bitki, ne de bir bina vardır.
"Biz onun üzerindeki her şeyi elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz." (Kehf: 8)
Dağların ilk değişikliğe uğraması, akan kum haline gelmesi şeklinde olur, sonra renkli yün haline gelir, daha sonra da dağılmış toz haline döner.
"Dağlar ufalanıp savrulduğu zaman." (Mürselât: 10)
"Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman." (Vâkıa: 5-6)
Dünya nizamının alt-üst olacağı o büyük hadise vuku bulduğunda, dağlar o muhteşem cesametleri ve ağırlıkları ile beraber yerlerinden kopar, havaya kalkar, ufalandıkça ufalanır, toz haline gelir, hallaç pamuğu gibi atılıp dağılır.
"Dağlar da atılmış pamuğa benzer." (Meâric: 9)
Yeryüzüne çakılmış gibi görünmelerine rağmen, rüzgâra tutulan yün teli gibi uçuşurlar. Bulutlar gibi oraya buraya hareket ederler. İlâhî rahmet yetişmeyecek olursa vay o insanların haline!
"Dağlar yürütüldüğü zaman!" (Tekvir: 3)
Bulundukları yerlerden başka yerlere intikal ederler, sonra da serap olurlar.
"Dağlar yürütülür, bir serap olur." (Nebe: 20)
Bakan onu bir şey zanneder, halbuki o bir şey değildir, bir serap gibidir. Su gibi görünen bir hayal olur. Daha sonra her şey tamamen silinir gider, ne göze görünür ne de izi kalır.
"Dağlar yürüdükçe yürür." (Tûr: 10)
O günü inkar edenler, kendilerini ne büyük bir felâketin beklediğinden hiç haberleri yoktur. Daima bâtıla meyledip bâtılla ülfet ettikleri için, Hakk'a yanaşmaz ve Hakk'ı kabul etmezler.
"Yalanlayanların vay haline o gün!" (Tûr: 11)
Kıyamet ve Denizler:
Dağlar parçalanıp yeryüzü dümdüz olunca, denizler her yeri kaplar, acısı tatlısı birbirine karışır, birleşip tek bir deniz olur.
"Denizler birbirine karıştığı zaman." (İnfitar: 3)
Çok geçmeden sular zelzelelerle kaynar, denizler ateş haline gelir.
"Denizler kaynatıldığı zaman." (Tekvir: 6)
Kıyamet ve Gökyüzü:
Kıyametin kopma hadisesi sadece dünyada değil, mevcut sistemlerin hemen hepsini içine alacak ölçüde olacaktır.
"Gök de yarılır ve artık o gün düzeni bozulur." (Hâkka: 16)
"Gök yarıldığı zaman." (Mürselât: 9) (Bakınız. İnşikak: 1)
Yıldız ve gezegenlerin kendi yörüngesinde hareket ettiği, kâinatın da her şeyi kendi sisteminde tuttuğu bu nizam bozulacaktır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"O gün göğü, kitap sayfalarını dürer gibi toplayıp düreriz.
Sonra onu yaratmaya ilk başladığımız zamanki gibi yine iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir ve biz vaadimizi muhakkak yerine getiririz." (Enbiyâ: 104)
Bundan ne dönülür, ne de değiştirilir. Dünya aslında sayılı günden ibarettir. Onun içindir ki mukadder olan zamanı gelince dünya hayatı son bulacaktır.
Gökler nizam ve intizamını kaybetme emrine tam bir teslimiyet gösterir.
"Gök yarıldığı, Rabb'ini dinleyip O'na yaraşır şekilde boyun eğdiği zaman." (İnşikak: 1-2)
Böylece ilâhi emir ve hüküm gerçekleşmiş olur.
"Gök yarıldığı zaman." (İnfitar: 1)
"O gün gök sallanıp çalkalanır." (Tûr: 9)
Gücünü, kuvvetini, özelliğini kaybeder, çalkalana çalkalana yarılır.
"O günün şiddetinden gök yarılır, Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelir." (Müzzemmil: 18)
Zira Allah-u Teâlâ verdiği sözden dönmez.
Gök yarılıp parça parça olduğunda, açılmış gül gibi kıpkırmızı olur ve eritilmiş zeytinyağı gibi mâyi bir hale gelir, bakıldığında ateşle tutuşmuş gibi görünür.
"Gök yarılıp da erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül gibi olduğu zaman" (Rahman: 37)
"O gün gök erimiş bakır gibi olur." (Meâric: 8)
Allah-u Teâlâ kıyamet ahvalinden haber vermekle kullarını intibaha davet etmektedir.
"Yer kıyamet günü O'nun avucundadır. Gökler ise sağ eliyle dürülmüştür.
O müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Zümer: 67)
Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. Zât-ı akdes'i yarattığı varlıklara benzemediği gibi, yakınlığı da cisimlerin yakınlığına benzemez.
O günün dehşetinden gök her taraftan yarılır, o yarıklar göklerin kapıları mesabesinde olur.
"O gün gök açılır ve kapı kapı olur." (Nebe: 19)
Meleklerin inmesi için yol ve geçit haline gelir. Parçalanıp dağılan göklerin çevresinde sayısı belirsiz melekler bulunacak, Allah-u Teâlâ'nın emriyle görev yapacaklardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Melekler de (göğün) etrafındadır. O gün Rabb'inin arşını, onlardan başka sekiz melek yüklenir." (Hâkka: 17)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugün için Arş'ı taşıyan meleklerin sayısının dört olduğunu, kıyamet günü olunca Allah-u Teâlâ'nın onların yanına dört melek daha verip onları destekleyeceğini, böylece sayılarını sekize yükselteceğini beyan buyurmuştur.
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Arş'ı kaldıran meleklerden bir melekle ilgili size bilgi vermem için bana izin verildi: İki kulak yumuşağıyla boyun arasındaki mesafe yedi yüz yıldır." (Ebu Dâvud. Sünnet: 18)
Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyuruluyor:
"O gün gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir." (Furkân: 25)
İlâhî kudret bu şekilde de tecellî edecektir.
Kıyamet ve Güneş:
Sur'a üfürüldüğünde güneşin ziyası sönerek kendi merkezinden çıkar, kat kat parçalanıp dürülür.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Güneş katlanıp dürüldüğü zaman." (Tekvir: 1)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Güneş ile ay kıyamet gününde kararıp, sarık sarılırcasına dürülürler." (Buhârî. Bed'i-Halk: 4)
Kıyamet ve Yıldızlar:
Kâinatın mevcut düzeni alt-üst olunca; kendilerine mahsus sistemi, hareket tarzı, yörüngesi olan yıldızlar da birbirine çarpıp parçalanır, dağılıp dökülürler.
"Yıldızlar saçıldığı zaman." (İnfitar: 2)
Nurlarını kaybederler, aydınlıkları kaybolur, yerlerinden kopup yağmur taneleri gibi yeryüzüne serpilirler.
"Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman." (Tekvir: 2)
O gün gökyüzü yıldız yağdıracaktır.
"Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman." (Mürselât: 8)
O kadar çok ve o kadar ışık saçtıkları halde mahvolur giderler.
Kıyamet ve Vahşi Hayvanlar:
Âyet-i kerime'de:
"Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman." buyuruluyor. (Tekvir: 5)
Yırtıcı, vahşi ve ürkek hayvanlar o günün şiddetinden dolayı korkuya kapılıp şaşkın bir halde yuvalarından çıkıp gruplar halinde bir araya toplanırlar. Şaşkın bir halde bakışıp dururlar.
Hayvanlar böyle olursa, ya insanlar nasıl olur?
|
|
|
|
|