19 Ağustos 2017

Bilinen en eski Kur'an-ı Kerim nerededir ve kaç seneliktir?



Satır içi resim 2
Satır içi resim 1
Satır içi resim 1

Bilinen en eski Kur'an-ı Kerim nerededir ve kaç seneliktir?

Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilayet merkezlerine gönderilen nüshalar, asırların geçmesiyle kayboldu. 
Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır. 
çarlık Rus hükümeti onun faksimile ile röprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam kopyasını) neşretmiştir. 
Şu anda dünyanın her yanında okunmakta olan Kur'an'larla Taşkent'teki Kur'an arasında tam bir benzerlik, aynılık söz konusudur. (Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, Ankara, t.y, s.41; M. Hamidullah, İslam Peygamberi, II/763).


KUR'AN-I KERİM
Son vahiy dini olan İslam'ın kutsal kitabı. Kur'an, tercih edilen görüşe göre, "karae" fiilinden edilen bir mastar olup, Allah'ın son kitabına özel ad olmuştur. Kök anlamı; okumak, toplamak, bir araya getirmek demektir. Ayetlerde bu anlamı görmek mümkündür: "Ey Muhammed! Cebrail sana Kur'an'ı okurken, acele ederek onunla beraber dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir. Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu izle" (el-Kıyame, 75/1618). Kur'an-ı Kerim'in özlü tarifi şöyledir: Yüce Allah, tarafından Hz. Muhammed'e arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, mushaflarda yazılı, Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi ile sona eren kelamıdır. 
Kur'an-ı Kerim'in, Hz Muhammed'in risaletinin başında ilk inen ayetleri şunlardır: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin, kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük kerem sahibidir" (el-Alak, 96/1-5). İlk inen ayetlerin inananları okumaya, öğrenmeye, yazmağa ve araştırmaya çağırması ilim için büyük teşvik mesajı taşır. Kur'an'ın son inen ayeti de şudur: "Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı seçtim" (el-Maide, 5/3). 
İslam'ın kutsal kitabının özel adı olan Kur'an kelimesi, Cenab-ı Hak tarafından altmış sekiz kadar ayette kullanılır. Bir kaçını örnek olarak sunacağız: "Biz şüphesiz bu kitabı okuyup anlamanız için arapça bir Kur'an olarak indirdik" (Yusuf, 12/2). "Ey Peygamber! Kur'anı okumak istediğin zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığın, yani "euzübillahimineşşeytanirracim" de (en-Nahl, 16/98). "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin. Ve susun ki merhamet olunasınız" (el-A'raf, 7/204). "Şüphesiz bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür. Salih amel işleyen mü'minlere büyük bir mükafat olduğunu, ahirete iman etmeyenlere de can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler" (el-İsra, 17/9-10). "Biz Kur'an'ı, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an, zalimlerin ise ancak zararını arttırınr" (el-İsra, 17/82). 
İslam hukukunda Kur'an için daha çok "Kitap" ismi kullanılır. Birçok ayette "el-Kitab" kelimesinin Kur'an-ı Kerim anlamında kullanıldığı görülür "Elif. Lam. Mim. Bu o kitaptır ki, kendisinde (Allah tarafından gönderildiğinde) hiç şüphe yoktur" (el-Bakara, 2/1). Bundan başka çeşitli ayetlerde Kur'an için başka isimler de kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: el-Furkan (el-Furkan, 25/1), ez-Zikr (el-Hicr, 15/9), en-Nur (en-Nisa, 4/174), er-Ruh (eş-Şura, 42/52), el-Huda (el-Bakara, 2/2), eş-Şifa (el-İsra, 17/82), el-Mecid (el-Buruc, 85/21-22), el-Mesani (ez-Zümer, 39/23), ümmü'l-Kitab (ez-Zuhruf, 43/1-4)
Kur'an'ın Toplanması:
Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber (s.a.s)'in sağlığında Kur'an'ın bütününü yazmıştır. İnen her ayeti bizzat Hz. Peygamber tarafından vahiy katiplerine okunur, onlar da yerlerine yazarlardı. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s), nazil olan ayetlerin ashabı tarafından ezberlenmesini yeterli görmemiştir. çünkü onları ashabından ne kadar çok kimse ezberlemiş olursa olsun, hafıza, daima unutkanlık illetine maruz kalabilecek olan bir yetenektir ve belirli bir zaman için çok güçlü olsa bile, sonradan bu gücünü ve dolayısıyla güvenilir olma vasfını yitirebilir. İşte bu sebeble Hz. Peygamber, vahyi ezberleyenler yanında, onu bir de yanlışsız olarak yazabilecek katipler edinmiş ve kendisine bir ayet nazil olduğu zaman, onu bu katipler aracılığıyla yazdırmıştır. Hz. Ebu Bekir, ömer b. Hattab, Osman b. Affan, Ali b. Ebi Talib, Zubeyr b. el-Avvam, Ubeyy ibn Ka'b, Zeyd b. Sabit, Muaviye b. Ebi Süfyan, Muhammed b. Mesleme, Eban b. Sa'd, Hz. Peygambere vahiy katipliği yapan sahabilerden bazılarıdır.
Kur'an-ı Kerim, Hz. peygamber devrinde bizzat vahiy meleği ve Nebi (s.a.s)'in birbirlerine karşılıklı okumaları ve de sahabilerin ezberlemesiyle korunmuştur. Ancak Hz. Peygamber' in sağlığı müddetince devam eden vahyin bütün bir kitabta toplanmasına imkan yoktu. çünkü vahyin Hz. Peygamberin ölümüne kadar devam ettiği bilinmektedir (Buhari herrid-i Sarih, XI, 228) Hz. Peygamber'in vefatından dokuz gün öncesine kadar devam eden vahiy Onun vefatıyla son buldu. Böylece Kur'an inen son ayetle tamamlanmış oldu.
Yüz on dört sure, altıbin altıyüz altmış altı ayetten müteşekkildir.
Kur'an sureleri bazen bir bütün olarak bazen de bölümler halinde indirildi. Bazı sureleri Mekke'de inmesi dolayısıyla "Mekki", bazıları Medine'de indirildiklerinden "Medeni" diye nitelendirilmiş ve yirmi iki yılda tamamlanmıştır.
Vahyedilen bütün surelerin hafızlar tarafından ezberlenmesi, kemik, tahta, papirüs, deri ve kiremit inceliğindeki pişirilmiş tuğlalara yazılmak suretiyle korunmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in vefatını takip eden Yemame savaşlarında yetmiş kadar hafız (kurra)'ın şehid düşmesi müslümanları telaşa düşürmüştü. Hz. ömer de hafızların toplanması için halife Hz. Ebu Bekir'e başvurarak konunun görüşülmesini istemişti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr, Zeyd İbn Sabit başkanlığında toplanan Abdullah b. Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ın da bulunduğu büyük bir komisyon tarafından Kur'an sahifeleri Mekke lehçesi esas alınarak bir araya getirildi (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, III, s. 761).
Hafız ve katib olan Zeyd b. Sabit, Hz. Ebu Bekir'in talimi, Hz. ömer'in yardım ve gözetimi altında, elinde yazılı Kur'an metni olan herkesin bu metinleri getirmesini ve getirirken de ellerindeki metinlerin bizzat Hz. Peygamberden yazıldığına dair iki güvenilir şahid gösterilmesi istendi. Böylece bütün metinler toplanarak bir araya getirilmiş ve Kur'an-ı Kerim'in asli nüshası yazılarak halife Hz. Ebu Bekir'e teslim edilmiştir. Zeyd b. Sabit'in çalışmalarıyla ortaya koyduğu bu asli nüshaya "İmam Mushaf" adı verilmiştir. Abdullah b. Mes'ud'un teklifiyle iki kapak arasında "İmam Mushaf" üzerinde yapılan danışma ve görüşmeler sonucunda bunun üzerinde her hangi bir noksanlık görülmemiş ve güvenirliği konusunda ittifak sağlanmıştır. Böylece Kur'an-ı Kerim her hangi bir tahrifata uğramadan "Mushaf" haline getirilerek aynı mushaftan çoğaltılan mushafların ana kaynağını teşkil etmiştir.
Hz. ömer devrinde Kur'an öğretimine hız verildi. Gerek Medine'de gerekse sınırları günden güne genişleyen İslam Devletinin diğer merkezlerinde en sıhhatli kaynak olan hafiz sahabilerin öğretmen ve gözetmenliğinde pek çok hafız yetiştirilmiştir. Fakat zamanla fetihlerin hız kazanması ve yeni fethedilen yerlerde ortaya çıkan kavim ve kabilelerin müslüman oluşu farklı şive ve lehçelere göre okuyuş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştır. Bu durum M.648'de Ermenistan ve Azerbaycan fethinde Şamlı ve Iraklı askerlerin yan yana gelmesi ile farklı okuyuşların su yüzüne çıkmasını sağladı. Bu tartışma ortamının daha fazla büyümesine engel olmak için Huzeyfe b. Yeman, Halife Hz. Osman'a başvurarak bu durumun düzeltilmesini, ihtilafın ortadan kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Halife Hz. Osman, Rasulullah'ın diğer ashabı ile de istişare ederek, İslam dünyasında yalnızca Hz. Ebu Bekr'in emriyle derlenmiş olan onaylı Kur'an mushaflarının kullanılmasını ve bir başka lehçe yahut ağız ile yazılmış tüm diğer nüshaların kullanılmasının yasaklanmasını kararlaştırdı. Hz. Osman bir önlem olarak da gelecekte herhangi bir kargaşa yahut yanlış anlamaya meydan vermemek için diğer tüm nüshaları yaktırarak ortadan kaldırma yoluna gitti. Hz. Ebu Bekir zamanında yazıları İmam Mushaf, Hz. ömer'in ölümünden sonra kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa'ya geçmişti. Hz. Osman zamanında bu nüshadan çoğaltılan mushafların yedi nüsha olduğu söylenir (Muhammed Hamidullah, a.g.e., II, s.763). Bunlar Medine, Mekke, Şam, Kufe ve Basra'ya gönderilerek müslümanlar arasında çıkabilecek farklı okuyuşlar önlenmiş oldu. Hatta Hz. Ali'nin Hz. Osman için "Eğer Osman (r.a) Kur'an'ın tek kitap halinde toplatılarak çoğaltılması işini yapmasaydı ben yapardım" dediği bilinmektedir.
Kur'an-ı Kerim Fatiha suresi ile başlayıp Nas suresi ile son bulmuştur. Ondört yerinde tilavet secdesi yer almaktadır (el-A'raf, 19/58; er-Rad, 13/1; en-Nahl, 16/50; el-İsra, 17/107; Meryem, 19/58; el-Hacc, 22/18; Furkan, 25/60; en-Neml, 27/25; es-Secde, 32/15; Sad, 38/24; Fussilet, 41/37; en-Necm, 53/62; İnşikak, 84/21; Alak, 96/19). Bunlar okunduğunda tilavet secdesi yapmak vacibdir.
Hz. Osman (r.a) tarafından değişik vilayet merkezlerine gönderilen nüshalar asırların geçmesiyle kayboldu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı müzesinde; bir diğer tam olmayan nüshası Taşkent'te bulunmaktadır. çarlık Rus hükümeti onun faksimile ile röprodüksiyonunu (fotoğraf veya fotokopi ile tam kopyasını) neşretmiştir. Şu anda dünyanın her yanında okunmakta olan Kuran'larla Taşkent'teki Kur'an arasında tam bir benzerlik, aynılık sözkonusudur. (Muhammed Hamidullah, İslam'a Giriş, Ankara, t.y, s.41; M. Hamidullah, İslam Peygamberi, II, s. 763).
Hz. Ebu Bekr'in (ö. 13/634) halifeliği sırasında Kur'an-ı Kerim toplanıp iki kapak arasında kitap haline getirilince, uygun bir isim aranmış, Abdullah b. Mes'ud'un (ö.32/652) "Habeşistan'da bir kitap gördüm, ona Mushaf adını vermişlerdi" demesi üzerine, halife tarafından bu isim uygun bulunmuştur (Celaleddin es-Süyuti, el-İtkan f F Ulumi'l-Kur'an, terc. Sakıp Yıldız, H. Avni çelik, İstanbul 1987, I, 124). Mushaf; sayfalardan meydana gelmiş kitap anlamına gelir.
Kur'an-ı Kerim'in Muhtevası:
Kur'an yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir. On üç yıl kadar süren Mekke döneminde inen ayet ve sureler daha çok İslam inanç ve ahlakı ile ilgili konuları kapsar. Allah'ın birliğine, meleklere, peygambere, kitaplara ve ahiret gününe iman gibi. Hz. Adem (a.s)'den beri gelen tevhid inancı işlenir. Allah'a ortak koşma ile mücadele edilir ve geçmiş milletlerden ibretli kıssalar anlatılır. Bu arada tevhid inancından ayrılmış olan atalarının bu yanılgısı şöyle ifade edilir: "Onlara; Allah'ın indirdiğine uyun, denilince, hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya ataları bir şeye aklı ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler?" (el-Bakara, 2/170).
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'in, Hz. Adem'den sonra peygamber olan Hz. Nuh'tan itibaren devam eden vahiy zincirinin devamı olduğunu da açıklar: "Şüphesiz biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a Zebur'u verdik" (en-Nisa, 4/163)
Medine'de inen ayet ve surelerde daha çok hukuk kuralları yer almıştır. Aile ve devletin tanzimi, insanların birbiriyle veya devletle olan ilişkileri, akitler, sulh ve savaş halleri bu ayetlerde açıklanır. çünkü M.622 tarihinden itibaren artık Medine'de bu hükümleri uygulamak için yeterli güce sahip bir İslam Devleti teşekkül etmişti. Bu Devlet'in basında da Allah'ın elçisi Hz Muhammed bulunuyordu.
Allah-ü Teala hafifinden ağırına doğru bir yol izleyerek hükümler gönderiyor, resulüllah ve ashabı bunları geciktirmeksizin uyguluyordu. Kur'an dilini bilmeleri, namazlarda, mescid içinde ve dışında okunan sure ve ayetleri anlamalarını kolaylaştırıyordu. Bu devrin özelliği; iyi ve yararlı olanı almak, kötü ve zararlı olanı kaldırmak şeklinde özetlenebilir. Yükümlülükler birden gelmemiş, gelenler de giderek tamamlanmıştır. Mesela: namaz, sabah ve akşam iki vakit iken, sonra beş vakit olmuştur. İçki önceleri yasaklanmamış, sadece zararlı olduğu belirtilmiş, sonra sarhoş iken namaza yaklaşılması yasaklanmış, en sonunda da kesin olarak haram kılınmıştır. (bk. El-Bakara, 2/219; en-Nisa, 4/43; el-Maide, 5/90-91)
Kur'an-ı Kerim'de yer alan hükümler insanların gücü yeteceği ölçüdedir. Ayette şöyle buyurulur: "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez." (el-Bakara, 2/286)
Hükümlerde başka bir özellik de kolaylık prensibidir. "Allah size kolaylık diler. Size güçlük istemez" (el-Bakara, 2/185, ayrıca şu ayetlere bakınız: el-Bakara, 2/286, Alu İmran, 3/159)
Hz. Peygamber ayetlerde belirtilmeyen hususlarda ağır hükümler konulmasından çekinir, çeşitli konularda çok soru soran sahabelere: "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari, el-Cami', IV, 422) buyururdu. Nitekim hac ibadeti farz kılınınca (b. Alu İmran, 3/97, el-Hac, 22/27, el-Bakara, 2/196, 197) Resulüllah (s.a.s.) bunu tebliğ etmiş ve ashab-ı kirama hac yapmalarını bildirmiştir. Bir sahabenin bu ibadeti için: "Her yıl mı?" sorusuna üç defa tekrarlaması üzerine, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru sormaları ve aldıkları cevaplarla amel etmemeleri yüzünden helak olmuşlardır. Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın" (Buhari, el-Cami" IV, 422)
Kur'an'ın parça parça inişi uygulamayı kolaylaştırıyordu. Diğer yandan, bu sayede, gelen ayetler ezberlenip, ünsiyet meydana geliyor, kalblere yerleştiriyordu. Müşrikler Kur'an'ın bir defada inmesi gerektiğini söyleyerek tenkid yönetilince, kendilerine yüce Allah şöyle cevap verdi: "İnkar edenler; Kur'an ona bir defada indirilmeliydi, derler. Halbuki biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz" (el-Furkan, 25/32)
Ayetlerin olaylar üzerine inişi, tam ihtiyaç sırasında gelişi, toplumda gerekli etkiyi göstermesine yardımcı olmuştur. Bu yüzden, ayetlerin iniş sebepleri (esbab-ü nüzul). Kur'an tefsirlerinde önemli bi alt yapı oluşturmuştur.
Kur'an-ı Kerim'i gerek Mekke ve gerekse Medine döneminde Hz. Peygamberden bir vahiy katipleri grubu yazmış ve bu yazılanları sahabeden yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluk ezberlemiş, böylece her devirde yalanda birleşmesi düşünülmeyen topluluklar birbirlerinden naklederek, hiçbir tahrif ve değişikliğe uğratılmadan, ilave ve eksiklik yapılmadan mushaflara yazılı ve hafızalarda kayıtlı olarak bize kadar ulaşmıştır. Tevatür yoluyla nakil, nakledilenin doğruluğu konusunda İslam bilginleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bu prensip gereğince Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında Kur'an toplanırken tevatür derecesini bulmayan Abdullah b. Mesud'un kendisinin daha iyi anlaması için açıklayıcı olarak koyduğu bazı ifadeler komisyonca metne eklenmemiştir. Bunlardan birisi de yemin ile ilgili; "Bunları yapma imkanını bulamayan kimsenin üç gün oruç tutması gerekir." (el-Maide, 5/89) ayetinin devamında "mütetabiat (peşpeşe)" ilavesidir. Yine Abdullah b. Mes'ud'un annelerin nafakası ile ilgili: "Mirasçı da (yukarıda) belirtildiği şekilde (nafaka ile) yükümlüdür." (el-Bakara, 2/233) ayetindeki "mirasçı hakkında "zi'r-rahimil-mahrem (evlenilmesi yasak olan yakın hısımlardan olan) şeklinde ilave taşıyan kıraati de Kur'an'dan sayılmaz (Zekiyüddin Şaban, Usulü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 46-47)
Tevatür derecesine ulaşamayan bu gibi kıraatlerin hukukçular için delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Hanefilere göre, bu kıraat şekillerini nakleden sahabe bunu ya Hz. Peygamber' den işitmiştir veya kendi görüşü ve ictihadı olarak ifade etmiştir. Bunun, en azından Allah'ın kitabını tefsir için varid olmuş bir sünnet olduğu açıktır. Sünnetin hüküm kaynağı olduğunda ise şüphe yoktur. İşte bunun bir sonucu olarak Hanefiler yemin keffareti olarak tutulacak orucun peş peşe üç gün tutulmasını gerekli görürler Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise, mütevatir olmayan Kıraatler ne Kur'an ve ne de sünnet sayılmaz ve hüküm çıkarmada delil olarak da kullanılamaz (Zekiyuddin Şa'ban, a.g.e., s.47, 48).
Kur'an-ı Kerim bir benzeri yazılamayan, en üstün edebiyat ve üslup özelliklerine sahiptir. Ayetlerde bu özellik şöyle dile getirilir: "Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğiniz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız siz de bunların benzeri bir sure getirin. Bu konuda Allah'tan başka şahidlerinizden de yardım isteyin. Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bunu yapın" (el-Bakara, 2/23) "Yoksa onu (peygamber) kendiliğinden uydurdu mu diyorlar?" De ki: "öyleyse, eğer iddianızda doğru iseniz siz de onun benzeri bir sure meydana getirin. Bu konuda Allah'tan başka gücünüzün yettiği kim varsa onları da yardıma çağırın" (Yunus 10/38).
Kur'an yalnız Araplar için değil, yeryüzündeki tüm insanları doğru yola iletmek için gelmiştir. Onun öğretileri cihanşümüldür. Ayette şöyle buyurulur: "Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (el-Enbiya, 21/107) Bu özelliği Kur'an'ın i'caz yönlerinin de evrensel olmasını gerektirir. Kur'an'ın insan gücü üstündeki bazı özellikleri şunlardır:
1. Belagat: Kur'an'ın üslup ve ifade üstünlüğü essiz ve orijinaldir. Kur'an kelimelerinin üstün akıcılığının arap dilinde bir benzeri yoktur. Bazen bu edebi üslup, insanın tüylerini ürpertecek güçtedir. Buna aşağıdaki ayetler örnek verilebilir: "Ey insanlar! Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiği yavrusunu unutur, her hamile kadın çocuğunu düşünür. İnsanları sarhoş gibi görürsün, halbuki onlar sarhoş değildirler; fakat Allah'ın azabı çok çetindir" (el-Hac, 22/ 1, 2).
2. Kur'an'ın geçmiş çağlara ait olayları haber verişi: Kur'an; Hz. Nuh, Lut, İbrahim peygamberlere, Ad ve Semud kavimlerine ait haberleri anlatmaktadır. Yine Hz. Musa ve Fir'avn arasında geçen olayları, Hz. Meryem'i, Hz. İsa ve doğumu gibi haberleri gerçeğe uygun biçimde vermektedir. Bunlar, diğer semavi dinlerin kutsal kitaplarındaki bozulmamış olan bilgilere de uymaktadır. Bütün bunlar ümmi olan, okuma ve yazma bilmeyen bir peygamber olan Hz. Muhammed'in diliyle haber verilmektedir. Bu durum, bu bilgilerin ilahi vahiy ürünü olmasını gerektirir. Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyurulur: "Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve onu sağ elinle de yazmış değildin. öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi" (el-Ankebut, 29/48).
3. Kur'an'ın gelecek olayları haber verişi: Kur'an'da haber verilen, geleceğe ait bir takım olaylar zamanı gelince meydana gelmiştir. Şu olayları örnek verebiliriz:
İslam'ın ortaya çıkışı sırasında Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ile İran dünyanın güçlü iki ülkesi idiler. Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Irak'ın bir bölümü Bizans'a bağlı idi. M.613 tarihlerinde bu iki komşu ülke, amansız bir savaşa girişti. İran galip gelerek Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı ele geçirmiş, Anadolu'yu da istila ederek İstanbul Boğaziçi sahillerine kadar ilerlemişti. Bu haber Mekke'ye ulaşınca müşrikler sevinmiş, İranlıların Bizans'ı yenip perişan ettiği gibi, kendilerinin müslümanları yeneceklerini söylemişlerdi. 

Bizanslılar hristiyan ve ehl-i kitap, İranlılar ise putperest idiler. Bu yüzden Mekke müşrikleri İranlıları kendilerine yakın görüyor ve onların zafer kazanmasından dolayı seviniyorlardı. İşte bu arada Kur'an-ı kerim'in şu ayetleri indi:
"Elif.Lam.Mim. Bizanslılar en yakın bir yerde yenildiler. Onlar bu yenilgilerinden sonra yakın bir zamanda (üç ila dokuz yıl arasında) galip geleceklerdir. İş, eninde sonunda Allah'a aittir. İşte o gün mü'minler Allah'ın yardımı ile sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O güçlüdür, esirgeyicidir"(er-Rum, 30/1-5).
Hz. Ebu Bekir, üç yıl süre belirleyip, Bizanslıların bu süre içinde çıkacak savaşta galip geleceklerini söyleyerek müşriklerden Ubey b. Halef'le bahse girdi. Bunu haber alan Rasulüllah (s.a.s), ayetteki "bıd"' kelimesi üç ila dokuz arası sayıları ifade ettiği için süreyi dokuz yıla çıkarmasını bildirdi. Kaybedenin vereceği deve sayısı da yüz'e çıkarıldı. 

Gerçekten "Bedir" gününde, Bizanslılar İran'ı yendi ve Hz. Ebu Bekir Ubey'in varislerinden bu develeri alarak, Rasulüllah'ın tavsiyesi üzerine yoksullara tasadduk etti (Ahmed b. Hanbel, Müsned, l, 276, 304; Buhari, Tefsiru Sureti'd-Duhan, VI, 164; Tefsiru't-Taberi, XXI, 12-15; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1985, VI, 304-310; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1936, V, 3794-3802).
Yine Kur'an-ı Kerim'de müslümanlara Mescid-i Haram'a girecekleri va'dedilmiş ve şöyle buyurulmuştu: "Şüphesiz, Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik etmiştir. Allah dilerse siz, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. 

Bundan başka size, yakın zamanda bir zafer verecektir" (el-Feth, 48/27). Mekke fethi ve arkasından yapılan veda haccı ile bu müjde de çok geçmeden gerçekleşmiştir. Bunun gibi haber verildiği üzere çıkan pek çok olaylar vardır (bk. el-Enfal, 8/7; en-Nur, 24/55).
4. Kur'an bir çok bilimsel gerçekleri içine almıştır. Kur'an'ın açıkladığı öyle bilimsel gerçekler vardır ki, okuma-yazma bilmeyen ümmi bir kimsenin bunları kendiliğinden söylemesi mümkün değildir. Mesela; insanın yaratılışı Kur'an'da şöyle anlatılır: "Yemin olsun ki, Biz insanı özlü balçıktan yarattık. Sonra onu bir nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra o nutfeyi donmuş bir kana çevirdik. 

Sonra o kanı bir parça et yaptık ve bu etten kemikler yarattık, bu kemikleri de etle örttük. Daha sonra onu, bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir. Bütün bunlardan sonra siz öleceksiniz. Sonra da kıyamet günü yeniden diriltileceksiniz" (el-Mü'minun, 23/12-16).
Yer, gök ve canlıların yaratılışı hakkında da şöyle buyurulur: "inkar edenler, gökler ve yer birbirine bitişik iken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mı? Hala inanmıyorlar mı?" (el-Enbiya. 21/30).
Kur'an'da bunlara benzer yaratılış ve evrenle ilgili pek çok ayetler vardır. Bunları, kitap okumasını bilmeyen ve yanında hiçbir ilmi eser bulunmayan Hz. Muhammed'in başkalarından öğrenip söylemesi mümkün değildir. Diğer yandan Hz. Muhammed gençliğinde ticaret amacıyla, biri on iki, diğeri yirmi beş yaşlarında olmak üzere sadece iki defa kısa süreli Mekke dışına çıkmış ve Suriye'ye kadar gidip gelmiştir. Kur'an'da haber verilen bu gerçekleri bugün pozitif bilimler de aynen doğrulamaktadır. Astronomi, fizik, kimya ve biyoloji gibi bilimler bunlar arasında sayılabilir. Allah'ın yarattığı maddeyi ve tabiat olaylarını açıklamaya çalışan bu bilimlerle vahiy ve sünnet ürünü olan ilahiyat bilimlerinin çatışması düşünülemez. çünkü yüce yaratıcı bu gibi çelişkilere düşmekten uzaktır.
çelişki gibi algılanan noktalar varsa, ya delilin kendisi tartışmalıdır, ya da anlaşılmasında kapalılık veya yanılgı söz konusudur. Nitekim, önceki asırlarda ne kastettiği tam anlaşılamayan bazı ayet ve hadislerin bilim ve tekniğin, astronomi ve tıp ilimlerinin ilerlemesi sonucunda daha güzel anlaşılıp tefsir edilebildiği bilinmektedir. 

Güneşin kendi ekseni etrafında dönmesi ve sistemiyle birlikte evrendeki hareketini sürdürmesi (bk. Yasin, 36/38), gök cisimleri arasındaki çekme ve itme gücü (er-Ra'd, 13/2; Lokman, 31/10), rüzgarın bitkileri aşılayıcı fonksiyonu (el-Hicr, 15/22) bunlar arasında sayılabilir.
Kur'an'da yer alan ameli hükümlerin ana noktaları açıklanmış, uygulama ve ayrıntı sünnete bırakılmıştır. çünkü Allah'ın ve elçisinin koyduğu hükümler birbirinin tamamlayıcısıdır. Yüce Allah; "Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (en-Nisa, 4/80) buyurur.
Kur'an-ı Kerim'in içine aldığı hükümler; ibadetler, muameleler ve ceza olmak üzere genel olarak üçe ayrılır.
1. İbadetler:
Kur'an'da ibadetler icmali olarak emredilmiştir. Namaz, oruç, hac, zekat ve diğer sadakalar bunlar arasında sayılabilir. Otuzdan fazla ayette namaz emredilmiş, ancak onun vakitleri, rükün ve şartları hadislerle belirlenmiştir. 

Allah elçisi; "Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın" (Buhari, Ezan, 18, Edeb, 27). Haccın esasları da Hz. Peygamber tarafından açıklanmıştır: "Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alınız" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 318, 366). Zekatı da Allah elçisi bizzat uygulamış ve zekat memurlarına uygulama şartlarını açıklamıştır.
Keffaretler de temelde ibadet niteliğindedir. çünkü bir kısım günahların affı bunlarla sağlanmaktadır. Kur'an'da yer alan keffaretler üç tanedir. Yemin keffareti (el-Maide, 5/89; bk. "Yemin Keffareti"), bir mü'mini yanlışlıkla öldürme keffareti (en-Nisa, 4/92 bk. "Katı Keffareti") ve zıhar keffareti (el-Mücadele, 58/1-4; bk. "Zıhar Keffareti" mad.).
2. Muameleler:
Evlenme, boşanma, nafaka, velayet, mali, iktisadi konular, akitler, savaş ve barış gibi ferdin fertle, ferdin devletle veya devletlerin birbiriyle olan birtakım ilişkileri bu bölümde yer alır.
Kur'an-ı kerim mali konularda haksız kazancı yasaklamış ve akitlerde karşılıklı rıza esasını getirmiştir. Allahü Teala şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Malı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızaya dayanan ticaretle yeyin, haram ile kendinizi mahvetmeyin" (en-Nisa, 4/29). 

Diğer yandan ticari yatırımlarda karın meşru oluşu "risk" esasına bağlanmıştır. İslam, riske katılmaksızın sermaye için alınacak miktarı önceden belirlenmiş fazlalığa "faiz" adını vermiş ve bunu yasaklamıştır (bk. el-Bakara, 2/275-280). 

Nakit tasarrufunu başkasına veren kimse, bunu karz-ı hasen yoluyla vermiştir. Bu takdirde rizikoya katılmaz, sadece verdiği cins paradan, verdiği kadarını alma hakkı doğar. Ya da gelir elde etme amacıyla vermiştir. Bu da İslam'da riske katılma yoluyla olabilir Mufavaza, inan veya mudarabe yöntemlerinden birisiyle vermesi gerekir ki her birinde sermaye zarar riskine girer ve kardan, serbest sözleşmeyle belirlenecek yüzde kadar pay alır.
Aile hukuku ile ilgili hükümler de Kur'an da genişçe yer alır. Karşılıklı haklar yanında, aile fertlerinin birbirlerine karşı tavır ve davranışları da açıklanır. ölümden sonrası için miras hükümleri belirlenir.
İdare edenlerle idare edilenler arasındaki ilişkilerde adalet, şura, yardımlaşma ve koruma ilkeleri gözetir.
a. Adalet bütün hakların ve mülkün temelidir. Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Şüphesiz ki, Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (en-Nisa, 4/58). Şu ayet de adaletin önemini belirtmektedir: "Şüphesiz, Allah adaleti, iyilik yapmayı ve hısımlara yardım etmeyi emreder. 
Taşkın kötülüklerden, meşru olmayan şeylerden, zulüm ve zorbalıktan nehyeder" (en-Nahl, 16/90). Kur'an adaleti, idare edenlerle idare edilenler, devlet başkanı ile tebea ve bütün halkın birbirine adaletli davranması esasına dayanır. İnsanlar arasında ırk, renk, dil, zenginlik ve yoksulluk ayırımı yapılmaz. Zimmet ehli olan ehl-i kitabın hakları korunur.
b. Şura: Kur'an-ı Kerim şurayı (istişare) emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Dünyaya ait işlerde onlarla istişare et. Bir kere karar verince de, artık Allah'a güvenip dayan " (Alu İmran, 3/159). "Onların işleri aralarında şura (danışma) yoluyladır" (eş-Şura, 42/38). Bu ikinci ayet, İslam yönetiminin müslümanlar arasında şura esasına dayandığını ifade etmektedir. Diğer yanda ayet, herkesle tek tek istişare imkanı bulunmadığı için, yönetimde bir istişare heyetinin işbaşına getirilmesi görevini İslam toplumuna yüklemektedir. Nass'ın işaretinden bu anlam ve sonuç ortaya çıkmaktadır (Ebu Zehra, Usulü'l-Fıkh, Daru'l Fıkri'l-Arabi tab'ı Mısır, t.y., s. 100,101,141,142). Burada şura şekil ve unsurlarının kapalı bırakılması, bu prensibe, ileriki çağların getireceği yeni durumlara ve sosyal yapılara göre esneklik kazandırmak için olsa gerekir. 
c. Yardımlaşma: Yönetimle toplum ve bütün mü'minler birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmalıdır. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Birbirinizle iyilik ve takvada yardımlaşın, günah işleme ve haksızlıkta yardımlaşmayın" (el-Maide, 5/2). 
d. Koruma: Toplumun, mal, can, ırz ve namusunu korumak gerekir. Bunlar da ceza hukukunu uygulamak ve zayıfı güçlüye ezdirmemek yoluyla gerçekleşir. 
Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim, fert ve toplum yararı için gerekli özlü prensipler getirmiş, fert ve topluma zarar verebilecek şeyleri yasaklamıştır. Kur'an'ın okunması, dinlenmesi, açıklanması, üzerinde düşünülmesi ve içindeki prensiplerin uygulanması birer ibadettir. Sözünü, iş ve mesleğini ona göre düzenlemek manevi huzur ve mutluluk kaynağıdır. Ona tutunan en sağlam kulpa yapışmış, hidayet yolunu bulmuş olur. Ancak Kur'an'ın iniş amacı, yalnız okunup sevap kazanılması ve saygı ile duvara asılmasından ibaret değildir. Asıl amaç, anlamına eğilmek ve günlük hayatımızda gücümüz yettiği ölçüde onu uygulamaya ve toplum hayatına hakim kılmaya çalışmaktır.

MÜTTEF İ K VE ORTAK DEVLETLERLE TÜRK İ YE ARASINDA 10 A Ğ USTOS 1920'DE SEVRES'DE İ MZALANAN BARI Ş ANDLA Ş MAS



MÜTTEFİK VE ORTAK DEVLETLERLE TÜRKİYE ARASINDA
10 AĞUSTOS 1920'DE SEVRES'DE İMZALANAN
BARI Ş  ANDLAŞ MASI

UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN PDF E-KİTAP


UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN

1. BÖLÜM ••• DİNİN KAYNAĞI NEDİR? 
Din hakkında yapılan tartışmalar hem medyada, hem de halkın arasındaki tartışmalarda sürekli gündeme gelmektedir. Bu tartışmalarda kimin haklı olduğuna, hangi fikrin dini gerçeklere uygun olduğuna nasıl karar verece- ğiz? Neden din adına farklı doğrular ileri sürülmektedir? Gerçek dini din adına uydurulanlardan nasıl ayırt edeceğiz? İşte elinizde duran bu kitap tüm bu soruları cevaplamak ve bu konudaki kafa karışıklıklarını gidermek için yazılmıştır. Kitabın hareket noktası olan ve cevaplanması gereken en önemli soru, “Dinin kaynağı nedir?” sorusudur. Bu soruya verilecek cevap diğer soruların cevabını da belirleyecektir. İlerleyen sayfalarda görüleceği gibi, din adına ortaya atılan farklı fikirlerin temel kaynağı bu soruya verilen farklı cevaplardır. Dini tartışmalara “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna net bir şekilde cevap vermeden girişmek ve her soruyu teker teker, dini anlamadaki yöntemi belirlemeden ele almak, medyada ve halkın arasında gördüğümüz çıkmazın birinci sebebidir. “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna vereceğimiz cevap, bizim dini anlamadaki yöntemimizin temelini belirleyecektir. Bu soruyu cevaplamadan tartışmaya girenler, yöntemsiz bir şekilde dini anlamaya kalkışıyorlar demektir. Söz konusu kişilerin bir soruya Kuran’dan, bir soruya bir hadis kaynağından, bir soruya kendi dünya görüşlerinden, bir soruya bir mezhepten, başka bir soruya apayrı bir mezhepten cevap verdiklerini görüyoruz. Yöntemsiz bir şekilde dine yaklaşanlar sonunda; kendi istek, arzu ve saplantılarını 
 20 UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN 
dinselleştirmeye kalkmaktadırlar. Bu kişilerin ileri sürdükleri fikirler sağ- lam bir mantığa (yönteme) dayanmadığı için ise, bu görüşleri duyan kişiler, bu fikirlerin neden ve nereden kaynaklandığını anlayamamaktadırlar. Bu yüzden dini anlamadaki yöntemi belirlemek ve “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna öncelikle cevap vermek, din adına ortaya atılan kafa karışıklığını gidermenin en önemli şartıdır. Din, Allah tarafından insanlara gönderilen bir sistemdir. O zaman “Dinin kaynağı nedir?” sorusu; Allah’ın beklentilerinin, isteklerinin, emirlerinin, tavsiyelerinin neler olduğunu doğru bir şekilde anlamamız için cevaplanmalıdır. Acaba dinin kaynağı sadece ve sadece Kuran mıdır? Yoksa Kuran’ın yanında hadisler de dinin kaynağı mıdır? Mezheplerin dini konularda otorite olması mümkün müdür? Tarikatlar ve bu tarikatlardaki şeyhleri nasıl değerlendirmeliyiz, bunların dindeki konumu nedir? İşte tüm bu ve benzeri soruların cevaplarını bu kitapta inceleyeceğiz ve bu sorulara verilen yanlış cevapların dini anlamadaki yanlış bir yönteme sebep olduğunu, yanlış yöntemin ise din adına ortaya atılan uydurmaların nedeni olduğunu göstermeye çalışacağız. Bu kitabı okuduktan sonra dini konularda görüş beyan eden kişilere ilk olarak dini anlamadaki yöntemlerini sormanızı; “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna verdikleri cevapları öğrenmenizi, sonra bu kişilerin bu soruya verdikleri cevaplar ile (yöntemleriyle) çelişip çelişmediklerini kontrol etmenizi öneriyoruz. Sadece bu yöntemi uygulamak bile, din hakkında “otorite” olarak sunulanların, aslında kendi içlerinde nasıl çelişkide olduklarını saptamak için yeterli olacaktır. Toplumda, yöntemi olmadan dini konularda konuşan kişiler kadar, savundukları yöntemleriyle hayattaki uygulamaları birbirine uymayan kişilere de dikkat etmek gerekir. Bu kişilerin uygulamalarına bakarak gerçek dini inançlarını anlamak mümkün olmayabilir. Örneğin “Dinin kaynağı nedir?” sorusuna verdikleri cevap, aslında Afganistan’daki Talibanlar gibi yaşamalarını gerektiren bu kişilerin, yaşam tarzları hiç de Talibanlara benzemiyor olabilir. Bu kişiler, savundukları teori/yöntem ile yaşadıkları pratik arasında 
 21 DİNİN KAYNAĞI NEDİR? 
uçurum olan kişilerdir. Şunu belirtmeliyiz ki örneğini verdiğimiz bu kişiler, İslam dünyasının bir azınlığı değil, önemli bir kalabalığıdır. Gerekli olan, yöntem ve teori diye adlandırdığımız temeli doğru kurmak ve bu sayede ya- şam ile inanç arasındaki çelişkiyi kaldırmaktır. Sağlam, ayakları yere basan, doğru bir yöntem ile dini anlamanın neticesinde ve yaşam tarzını teoriden, yöntemden kopartmayan bir yaklaşım ile rasyonel, mantıklı, düzgün bir sonuç ortaya çıkabilir. Tüm bunları sağlayacak olan ise en başta “Dinin kaynağı nedir?” sorusunu doğru cevaplamamız ve bu doğru cevaptan hiç kopmadan, sapmadan yaşam tarzının (pratiğin) nasıl olması gerektiğini ortaya koymamızdır. Allah’ın gönderdiği sistem olan dinin saptırmalardan, sömürülerden, geleneklerden ve keyfiliklerden korunmasının çaresi budur. Çünkü dinin kaynağı olanı, dinin kaynağı olmayandan ayırt etmeyi öncelikli sorun gören yöntemimiz, aslında Allah’tan olan ile insani olanı ayırt etmek anlamına gelmektedir. Bu yöntemdeki titizlik, Allah’tan olanı (dinin kaynağını), insani olanla (uydurma dini kaynaklarla) karıştırıp, din diye (Allah’ın sistemi diye) sunma çabalarına set çekecektir. 
DİN TARİHİ AKILLA TAKLİDİN MÜCADELESİDİR 
Peygamberler gönderildikleri devirlerde hep mevcut gelenekleri sorgulamışlar, Allah’ın dinine aykırı olan geleneklere ve yerleşik inançlara karşı mücadele etmişlerdir. Kuran ayetleri incelendiğinde peygamberlerin, insanları; düşündürerek, akıllarını çalıştırtarak Allah’ın dinine aykırı olan geleneklere, yerleşik inançlara karşı organize ettiklerini görürüz. Kuran, insanları; Allah’ın yerdeki, gökteki ve bunların arasındaki delillerini incelemeye, üzerlerinde akıl yürütmeye çağırır. Oysa Kuran’a karşı çıkanlar, atalarını üzerinde buldukları sisteme, yani geleneğe bağlı olduklarını ve bu geleneği devam ettireceklerini söylerler. Tarih boyunca peygamberlerin aklı çalıştırma çağrısının en büyük düşmanı karşı akli deliller değil, gelenek olmuştur. Yaygın olan sistemi; yani babaları ve ataları tarafından takip edilen 
 22 UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN
 sistemi taklit etmek, birçok insana aklını kullanmaktan daha cazip gelmiştir. Din tarih boyunca aklı işletmeyi, din karşıtı görüş ise gelenekçiliği yani muhafazakârlığı savunmuştur. Ne garip bir çelişkidir ki günümüzde muhafazakârlık ve gelenekçilik dindar olma manasında kullanılmaktadır. Kuran’ın anlattığı dine göre vahiy ve akıl insanların hareketlerine yön vermelidir. Gelenekler, toplumca benimseniyor dahi olsa peşin kabuller, çoğunluk kabul etse bile vahyin ve aklın doğrulamadığı görüşler insan hayatına rehberlik etmemelidir. Delil yerine atalarının uyduğu sisteme göre hayatlarını yönlendirenlere Kuran’ın aşağıdaki ayetlerini okumalarını öneriyoruz. (Ayrıca bakın: 31-Lokman Suresi 21, 14-İbrahim Suresi 10, 11-Hud Suresi 62 ve 109, 5-Maide Suresi 104, 7-Araf Suresi 28) 21- Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı yapışmaktadırlar? 22- Hayır dediler ki: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerini izleyerek doğruya varacağız.” 23-İşte böyle! Senden önce de bir memlekete elçi gönderdiğimizde, oranın servetle şımarmış elit tabakası mutlaka 
şöyle demişlerdir: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerine uyarak yol alacağız.” 24-O da “Ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar da “Doğrusu biz seninle gönderileni tanımıyoruz.” dediler. 43-Zuhruf Suresi 21-24 Kuran ayetlerinden görüyoruz ki çoğunluğa veya toplumda hâkim olan görüşe uymak, insanları doğruya götürmeye yetmemektedir. Oysa bugün insanların, dini adeta bir geleneğe dönüştürdüklerini, din adına birçok kabulün kökenini araştırmadan, bu kabullerin dinin bir parçası olup olmadı- ğını sorgulamadan, yaygın görüştür diye, şeyhleri dedi diye, falanca hoca dedi diye kabul ettiklerini gözlemliyoruz. Zuhruf suresinin alıntıladığımız
21. ayeti kitaba dayanılmadan din adına ortaya konulanların geçersiz olduğunu söylemektedir. Ayetlerin devamı ise atalardan gelen mirasın, nasıl Allah’ın kitabının önüne konulduğunu göstermektedir. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. 17-İsra Suresi 36 Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın doğ- ruya ilettiği temiz akıl sahipleridir. 39-Zümer Suresi 18 Din adına ortaya atılan görüşler karşımıza çıktığında, bunları, bu ayetlerin yol göstericiliği altında değerlendirmeliyiz. Din adına söylenen bu sözler neye dayanıyor, nasıl ortaya atılıyor incelemeliyiz. Kitabın 2. bölümünde dinin kaynağının sadece ve sadece Kuran olduğunu Kuran ayetlerinden delillerle göstereceğiz. Buradan hareketle inananlara; önce kafalarında bir din oluşturup, sonra bu dini zorlamalarla Kuran’da arayacaklarına, dinlerini, eksiksiz ve fazlasız şekliyle doğrudan doğruya Kuran’dan bulmalarını öğütleyeceğiz. Daha sonraki bölümlerde ise içinde doğru ile yalanın ayırt edilemeyecek şekilde karışmış olduğu, Peygamberimiz’in söylemiş olduğu iddia edilen hadislerin önemli bir kısmının; Kuran’la, birbirleriyle, mantıkla çeliştiklerini ve nasıl uydurulduklarını anlayaca- ğız. Hadislerin dinin kaynağı olmadığını göstermenin Peygamberimiz’e hakaret değil, Peygamberimiz’i iftiralardan kurtarmak olduğunu göstereceğiz. Tüm bu bölümleri okurken, sizden yukarıda geçen İsra suresinin 36. ayetini unutmadan mevcut fikirlerinizi gözden geçirmenizi; Zümer suresinin 18. ayetini anımsayarak en güzele ulaşmak için önce dinlemeniz gerektiğini hatırınızda tutmanızı; Zuhruf suresinin 21-24. ayetlerini dikkate alarak varsa peşin kabullerinizi, geleneklerinizi, atalarınızdan öğrendiğiniz dini sorgulamanızı ve Allah’ın dinini; geleneklerin üzerine değil, Kuran’ın üzerine kurmanızı öneriyoruz. 
KURAN AKILLA ÇELİŞMEZ 
Şüphesiz, yeryüzündeki hareket eden canlıların Allah katında en kötüsü, aklını işletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. 8-Enfal Suresi 22 Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır. 10-Yunus Suresi 100 Allah’ın yolu akıl ve vicdan yoludur. Allah’ın beğenmediği canlı tipi; gerçeğe karşı sağır olan ve aklını işletmeyen insanlardır. Bu tipler Allah’ın, diğer canlılardan ayırt edici özellik olarak verdiği aklı kullanmadıkları için Allah’ın sayısız delilini görememektedirler. Kuran’ın anlattığı dini anlamayanlar dini; dogmalar, hurafeler, içinden çıkılması ve uygulanması mümkün olmayan zorluklar sistemi olarak göstermişlerdir. Bu tavırlarıyla da yüz milyonlarca kişiyi dinden uzaklaştırmışlar, hatta birçok insanı dinsizliğe sürüklemişlerdir. Kuran’ın anlattığı İslam’ı; bu geleneksel, zorlaştırılmış, mantıksızlaştırılmış dinden ayırt etmek, bu yüzden çok önemlidir. Böylece Kuran’ın anlattığı İslam; üzerindeki yüklerden, eklemelerden, eksiltmelerden kurtulacaktır. Hem de Kuran’dan, İslam’dan soğutulmuş kitlelerin geri kazanılması mümkün olacaktır. Andolsun size hatırlatıcı bir kitap indirdik. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? 21-Enbiya Suresi 10 Dini, bir şiddet ve ilkel yaşam tarzıymış gibi sunan Talibanların, İran’daki zorlamacı ve sınırlayıcı rejimin de suçlusu; Kuran’ı dinin kaynağı olarak yeterli görmeyen zihniyetlerdir. Bu zihniyetler; uydurma izahları da, kendi imamlarını da, mollalarını da, şeyhlerini de dinin kaynağı yapmış, Allah’ın dini adına Kuran ile birçok konuda ters düşen düzenler ortaya çıkarmışlardır. Üstelik kendilerini “dinin tek temsilcisi” olarak ilan eden bu zihniyete sahip kişiler, kendileri dışında herkesi dinsiz sayıp, aforozlamışlardır. 
25 DİNİN KAYNAĞI NEDİR? KİTABIN AMACI 
Bu kitabın amacı, tüm bu uydurmaları gösterirken, gerçek dinin Kuran’ın tekelinde olduğunu, Kuran dışında hiçbir kişinin, hiçbir mezhebin, hiçbir şeyhin ve hiçbir uygulamanın; dine tek bir ilave de, dinden tek bir eksiltme de yapamayacağını göstermektir. Dinin temel hedefi insandır. İnsanı hayatla, kendisiyle çelişkiye götürmenin sonu ise hüsrandır. İslam’ın gerçek yapısında bu çelişkinin yeri yoktur. Oysa “uydurulmuş din” ileride göreceğiniz gibi çelişkiler ve mantıksızlıklar yuvasıdır. Allah’ın insan yaratılışının özüne uygun bir sistem olarak tanıttığı dinin, insan yaratılışının özüyle ve yaratılışın en büyük nimeti olan akılla çelişmesi asla düşünülemez. (Dinde aklı aşan hakikatler vardır ama bunlar akılla çelişkili unsurlarla karıştırılmamalıdır.) O halde sen yüzünü bir tektanrıcı olarak dine; Allah’ın insanları yaratışındaki fıtrata (yaratılış özüne) çevir. Allah’ın yaratışında bir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar. 30-Rum Suresi 30 Din adına tek hüküm koyucu Allah’tır. Allah mesajlarını insanlığa, Kuran vasıtasıyla eksiksiz, çelişkisiz, ayrıntılı, tam ve açık bir şekilde göndermiştir. Bu ise Kuran ayetlerince belirtilen hususları belirleyip, Kuran’ın anlattığı şekilde İslam’ı kabul etmek; Allah dışında hiçbir kimsenin hüküm koyucu olarak kabul edilmemesi demektir. Bu yüzden bu yaklaşımımız; Allah dışında, “mutlak dini hükümler” ilan edilenlerin tamamının, bu ge- çersiz yetkilerinin ellerinden alınıp; dinin tek sahibi Allah’a, hiç kimseyi O’nun hükmüne ortak etmeden, yönelmek demektir. Kuran’ı insanlara ileten, ilk Müslümanları örgütleyip, kendisi de dini konularda yalnız Kuran’a uyan Peygamberimiz; Kuran’ın dışında bir dini kaynağı insanlara sunmamış, yazdırmamış ve öğretmemiştir. Peygamber’in söylemiş olduğu iddia edilen bir söz veya bir yorum Kuran’la çelişir, dine ilave veya eksiltme yaparsa; bu söz veya yorum hem dine, hem de Peygamber’e iftiradır. İleriki bölümlerde; Arap, Emevi, Abbasi gelenek ve göreneklerini, uydurma izahları, tarihin sadece belli bir dönemiyle ilgili tarihsel kararları, şahsi görüşlerini dine sokan, 
 26 UYDURULAN DİN VE KURAN’DAKİ DİN 
dinin özellikle uygulama alanını bir yığın uydurmayla ve Kuran’da yer almayan izahlarla dolduran zihniyeti tanıyacağız. Bu bağlamda dinin kaynağı olarak neden yalnızca Kuran’ı benimsememiz gerektiğini, Kuran’da geçmeyen hususların neden İslam’ın evrensel hükümleri olamayacağını kavrayaca- ğız. Ayrıca dine mal edilen ve dinin kesin bir hükmü sanılan birçok hususun; Kuran’da yer almadığını ve bu yüzden bunlara dinsel bir anlam yüklemenin hatalı olduğunu öğreneceğiz. Yani Kuran’a giderek dini yeniden tanıyacağız. Din olarak sunulan uydurma hadisler ve mezhepsel yorumlar gibi unsurların, insanları dinden soğutması üzerine, birikimlerimizi kitaba aktarmayı borç bilmiş Kuran araştırmacılarıyız. Bu kitabı da eleştirel mantıkla okumanızı tavsiye ediyoruz. Doğru ve dinin tek kaynağı olan Allah’ın kitabı Kuran’dır. Buradaki fikirlerimiz de ancak Kuran’a uyduğu ölçüde doğrudur. Bu çalışma, İslam’ı Kuran dışılıktan kurtarmaya çalışan; geleneğin, taklidin, kelle sayısına itibar edilmesini ve hurafelerin akıllara vurduğu zincirleri kırmayı amaçlayan bir çalışmadır. Bu kitap, Kuran’da anlatıldığı şekliyle İslam’ı anlama yolunda ufak bir katkıda dahi bulunursa çok mutlu olacağız.
2. BÖLÜM ••• KURAN AYETLERİNE GÖRE DİN 
Şu anda din adına sunulan sistem ile Kuran’ın anlattığı din arasında ne gibi farklılıklar var diye düşünebilirsiniz. Önümüzdeki bölümlerde “Kuran’da anlatılan İslam” ile “geleneksel İslam” arasındaki farkları detaylı bir şekilde gö- receksiniz. Bu farklılıkları ortaya çıkarmak için önce dinin kaynağını belirlemek gerekmektedir. 
DİNİN KAYNAĞINI BELİRLEMEK 
Kuran’ın, dinin tek kaynağı olduğunu gösterildikten sonra din adına yö- neltilen soruların cevapları, delilleri Kuran’dan aranacaktır. Örneğin biri bize, haremlik-selamlık şeklinde kadınların erkeklerle ayrışması dinde var mı diye sorarsa; Kuran’ı okuyup inceleyeceğiz ve böyle bir yasağı bulamadığımızdan dolayı dinde böyle bir yasağın olmadığını söyleyeceğiz. Oysa gelenekle dini karıştıranlar, dini; Kuran’dan değil, ilmihal kitaplarından, şeyhlerinden ve uydurmalarla dolu hadis kitaplarından öğrenmektedirler. Kuran’ın dışındaki bu kaynaklara göre ise haremlik-selamlık uygulaması dinin bir şartıdır, farzdır. (Sırf Kuran’dan dini anlamanın örnekleri için bakınız: 35, 37, 38. bö- lümler) Tüm bunları incelediğimizde tüm sorunların çözümü olan şu temel soru karşımıza çıkıyor: “Kuran, gerçek dinin kaynağı olarak yeterli mi?” Öncelikle dikkat etmemiz gerekli husus, Kuran’ın, dinin tek kaynağı olduğunu ve din adına her şeyi açıkladığının, Kuran’da ısrarla belirtilmiş olduğudur. Oysa karşıt görüşte olanlara göre, Kuran’ın yanında hadisler, mezhep yorumları, içtihatlar, icmalar ve kıyaslar olmazsa din eksik olur. Bunlardan Kuran ve hadis kitapları temel kaynak olarak alınır. Biz, bu kitapta; “hadis” diye adlandırılan sözlerin, Kuran’ın yanında dinin ikinci bir kaynağı olamayacakları gibi güvenilir de olmadıklarını ispatlamaya ağırlık vereceğiz. Çünkü hadislerin bile Kuran’ın yanında Kuran’a ilaveler veya eksiltmeler yapan ikinci bir kaynak olamayacağını gösterirsek, diğerleri, doğal olarak devre dışı kalacaktır. Kuran, gelenekselci İslamcılara göre yetersizdir. Aslında Kuran’ın yeterliliğini ispat etmeye sadece kitabın bu bö- lümünde Kuran’dan alıntı yaptığımız ayetler bile yeterlidir. Kuran’ın yeterli olduğunu, her şeyi açıkladığını ve gerekli teferruatları verdiğini, en başta Kuran’ın kendisi söylemektedir. Kuran dışında diğer kaynaklara ihtiyaç olduğunu söyleyerek Kuran’ı yetersiz ilan etmek, en başta Kuran’ın bu ayetleriyle çelişmektir. Fakat biz, “Sırf bu ayetler bile delil olarak yeterlidir” deyip geçmeden; Kuran’ın din konusundaki otoritesine ortak edilen hadislerin önemli bir bölümünün nasıl çelişkili, mantıksız ve Peygamber’e iftira olduklarını da örnekleyerek, Kuran dışındaki dini arayışların hatasını her yönden göstereceğiz. 

KURAN’I YETERSİZ GÖRENLER Hiç şüphesiz biz Kuran’dan ne kadar çok delil getirirsek getirelim yine de Kuran’ı yeterli görmeyerek; falanca mezhepten, filanca tarikattan olduklarını söyleyerek görüşlerimize karşı çıkanlar olacaktır. Hadisçiler hadis kitapları bilinmeden, fıkıhçılar fıkıh kitapları olmadan, tefsirciler bol hadisli tefsirler okunmadan İslam anlaşılamaz, halk dini yaşayamaz demeye devam edeceklerdir. Bu tarz yaklaşımlar sergileyenlere şu sorular sorulmalı- dır: Din tüm insanların anlaması için mi yoksa sadece üç dört kişinin anlaması için mi indirildi? Peygamberimizin mezhebi var mıydı? Dört halifenin mezhebi neydi? Kuran’da Hanefilik, Şafilik, Alevilik, Şiilik, Vahhabilik şeklinde mezhepler mi var, yoksa tek bir dinden mi bahsediliyor? Kuran dinin rehberi diye kendinden mi bahsediyor, yoksa Buhari’den, Müslim’den, On iki İmam’ın eserlerinden, ilmihallerden, Muvatta’dan mı bahsediyor? Kuran ayetlerini inceleyip, bu soruların cevabını bulalım ve Kuran’ın dinin tek kaynağı olarak yeterli olup olmadığını yine Kuran’dan hareketle tespit edelim: Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. 16-Nahl Suresi 89 Görüldüğü gibi ayette Kuran’ın her şeyi açıkladığı, bizi doğruya ilettiği söylenmektedir. Kuran her şeyi açıklıyorsa; Buhari ve Müslim diye kaynaklara, ilmihal kitaplarına ne gerek var? Allah her şeyi Kuran’da açıkladığını söylerken; niye hâla Hanbeli, Şafi, Hanefi, Caferi, Maliki diye mezheplerden medet umuyoruz? Neden Allah Kuran’da bize Müslüman (İslam olan) diye isim takmışken; Sunni, Şii, Hanefi, Şafi diye isimleri kullanıp, Allah’ın bize verdiği ismi yetersiz görüyoruz? 

HÜKÜM YALNIZ ALLAH’INDIR 
Hüküm yalnız Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. 12- Yusuf Suresi 40 26- Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. 27- Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur. 18-Kehf Suresi 26,27 Hüküm Allah’tan başkasına bırakılırsa, dosdoğru dinden sapılmış olunur. Mezhep içtihatlarıyla veya hadislere dayandırılarak verilen hükümler Allah’ın hükmü değildir. Mezhepleri dine eşitlemek, Allah’ın hüküm koyucu yetkisini başkasına vermek demektir. Oysa Kuran ayetlerinden açık bir şekilde görüldüğü gibi Allah’ın hüküm konusunda hiçbir ortağı yoktur. Kişilerin şahsi hükümleri din olamaz. Kehf suresi 27. ayetten, Allah’ın hükmüne uymanın ancak Allah’ın vahyine uymakla yerine getirilebileceğini anlarız. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur, ama mezhepler nasih mensuhla (25. bölümde bu konu işlenecek), uydurma hadislerle, mezhep gö- rüşleriyle Allah’ın hükümlerini değiştirmeye yeltenmişlerdir. (Bunu, bu niyetle yapmamış olsalar da sonuç budur.) Allah’ın hükümleri Allah’ın vahyi olan Kuran’dadır. Zaten Allah’ın sözü olduğu iddia edilebilecek başka bir kaynak yoktur ki bu kaynağın Allah’ın hükmünü kapsadığı iddia edilebilsin. Hükmün yalnız Allah’ın olması (12 Yusuf Suresi 40) ve Allah’ın hükmüne kimsenin ortak kılınmaması (18 Kehf Suresi 26) için Allah’ın hükümlerinin hepsini içeren Kuran’ı, dinin tek kaynağı yapmak zorundayız. Eğer Allah’ın hükmünü içermeyen ve O’nun tarafından gönderilmemiş olan kitapları, dini hüküm kaynağı yapıyorsak (ister mezhep ilmihali, ister hadis kitabı olsun); Allah’ın kitabı Kuran’la çeliştiğimizi bilmeliyiz. Bu kitapların Buhari, Müslim, Ebu Davud gibi adlarla anılmaları ve mezheplerin Hanefi, Şafi, Caferi gibi adları; bu kitap ve mezheplerdeki hükümlerin sahiplerinin Allah değil, bu şahıslar olduklarını daha baştan adlarıyla ortaya koymaktadır. Allah’a çağıran, yararlı işler yapan ve ben Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim vardır? 41-Fussilet Suresi 33 Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. 

O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. 6-Enam Suresi 115 Allah’ın dini, Kuran’ın indirilmesinin bitişiyle Peygamberimiz hayattayken tamamlanmıştır. Kuran yazdırılmış, ezberlenmiş ve başı sonu belli bir kaynak olarak rehberimiz olmuştur. Peygamber döneminde yazılması yasak olan hadisleri, sonradan toplayan kitaplar; Peygamber’in vefatından yüzikiyüz yıl sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Kuran ayetlerine göre Allah’ın sözleri değiştirilemez bir şekilde tamamken, her nedense insanlar bununla yetinmeyip yeni sözler aramışlardır. Bu zihniyete göre İmam Şafi’nin iç- tihatları, On iki İmam’ın fetvaları veya Hanefi imamların izahları ile din tamamlanabilir. Bu anlayıştaki kişilere göre din, daha evvel tamam değildir ki bu şahısların yorum, içtihat ve izahları insanlara gereklidir. Ayrıca geleneksel İslam’ın savunucuları, bununla da yetinmeyip; nasih-mensuh anlayı- şına dayalı izahları sonucunda, hadislerle bazı Kuran’ın ayetlerinin hükümlerini iptal edip, yerine kendi izahlarını ve hadisleri koymuşlardır (Bakınız: 25. ve 26. bölümler). Böylece Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiç kimse olmadığıyla ilgili olan Kuran ayetleriyle çelişmişlerdir. 

KURAN HER DETAYI İÇERİR 
Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah’ın dı- şında bir hakem mi arayayım? 6-Enam Suresi 114 Kuran, bazılarının zannettiği gibi ana konulara değinerek, yan konular için bizi başka kitaplara, şeyhlere, ilmihallere, ya da ünlü hadis kitaplarına havale etmiyor. Kendisinin detaylandırılmış olduğunu söylüyor. Eğer bir yasağı, detayı, ibadeti Kuran’da bulamazsak, bu; o yasağın, detayın, ibadetin dinimizin bir parçası olmadığı anlamına gelir. Örneğin ipek giymek veya midye, karides yemek ile ilgili Kuran’da bir ifade olmaması; ipeğin giyilebileceğini, midye ve karidesin yenilebileceğini gösterir. Kuran’da bir fiilin yapılmamasına dair izah aramak gerekir, yapılması gerektiğine dair izaha gerek yoktur. Örneğin ipeğin giyilmesinin yasak olduğuna dair izahın bulunamaması yeterlidir. Ayrıca ipek giyilebilir manasında bir ayete gerek yoktur. Bu basit mantığı şu ayette de gözlemleyebiliriz. Ey iman sahipleri, size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah Bağışlayandır, Merhametlidir. 5-Maide Suresi 101 Allah kullarına güçlük çıkarmak istemediği için birçok konuda açıklama yapmamıştır. Eğer açıklama yapsaydı, o konularda da üzerimizde sorumluluk olacaktı. Allah birçok ayette dinin kolay olduğunu, insanlara güçlük çıkarmak istemediğini söylemektedir. Oysa hadis uydurucuları ve mezhep- çiler; sanki unutulmuş gibi Allah’ın açıklama getirmediği konuları kendilerine göre açıklayarak ve bu açıklamaları da Peygamberimiz üzerinden kutsallaştırmaya çalışarak, din adına zorluklar üretmişlerdir. Dinin yasakladığı her şey kötüdür, ama din her zararlı fiili yasaklamak zorunda değildir, belirli alanlardaki seçimler insanın özgür iradesine bırakılmıştır. Dinin açıkladığı hususları yerine getirmek bir sorumluluktur. Bu yüzden, dinde açıklanmayan hususların, Allah’ın bize verdiği özgürlük alanları olduğunu anlamalı ve acilen dine yapılan ilaveleri Kuran’ın fırçasıyla temizlemeliyiz. (Geniş bilgi için 39. bölümü okuyunuz.) 

ALLAH UNUTMAZ Rabbin asla unutkan değildir. 19-Meryem Suresi 64 Rabbimiz Allah, her şeyi bilir ve bu, bizim din adına tüm ihtiyaçlarımızı bildiği anlamına gelmektedir. Allah’ın açıklamadığı konular; haşa unutkanlığından değil, bizi o konularda özgür bırakmak istemesinden kaynaklanır. Allah’ın açıklamadığı konuları açıklayarak dine yeni ilaveler, yeni detaylar getirenler yukarıdaki ayeti görmezlikten gelip, Allah’ın indirdiğinin kendilerince eksiğini mi kapıyorlar? Örneğin Allah kadına “Şuradan şuraya kadar örtüneceksin” şeklinde bir üniforma ve peçe gibi kıyafetler tarif etmemişken, bu üniformayı Allah adına tarif etmiş olanlar ne yapmak istediler? Niye Allah’ın kitabı Kuran’ın dışında kendi görüşlerini dine soktular? Bu soruların niyesi belki tartışılır ama Kuran’da olmayan izahların dinde de olmadığı; bu örnekte görüldüğü gibi kadına bir üniforma biçmenin Allah’a, Kuran’a, dine ilaveler yapmak olduğu tartışılamaz. (Bakınız 17 ve 18. bölümler) Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? 29-Ankebut Suresi 51 
Ne yapıp edip, gerektiğinde ayetleri çekiştirip, içinde binlerce uydurma olan hadisleri ve dine ilave bir sürü yorumu/içtihadı uyduran mezhep imamlarının görüşlerini din diye yutturmak isteyenlere, Kuran yetmiyor. Çünkü Kuran, kadını gelenekçilerin istediği gibi kapatmıyor, haremlik-selamlık yapmıyor, sanata ve heykele yasak getirmiyor, sarığın, sakalın ve cübbenin veya diğer Arap geleneklerinin dini bir yönü olduğunu söylemiyor. Bu yüzden, geleneksel inançlarını dinsel temellendirmeyle savunmak isteyen bir- çok kişi, Kuran’ın anlattığı gibi Müslüman olmaktansa Hanefi, Şafi, ya da Şii olmayı tercih ediyor. Çünkü Kuran’da olmayan bu yasaklara, bu gelenek dinselleştirmeciliğine; bu mezhepler geçit veriyor. Kişiler Kuran’ı açıp dini öğreneceklerine; Kuran dışı pek çok kaynak ve söylemin etkisiyle kafalarında bir din oluşturup sonra bu dini Kuran’da arıyorlar; bu dini Kuran’da bulamayınca ise “Bak, Kuran eksikmiş” diyorlar! EKSİKSİZ KİTAP Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. 6-Enam Suresi 38 Allah, Kitap’ta eksik olmadığını söylerken; Kuran’ı daha çok ölülerin arkasından okunan bir kitap gibi kullanıp, Kuran’ın manasından çok musikisine önem verenler, ne yazık ki bu ayetlerin manasını anlayamıyorlar. Kuran yerine ilmihal kitabını, mana yerine musikiyi, canlılar yerine ölüleri, Kuran’da anlatıldığı şekliyle İslam yerine mezheplerin İslamı’nı ön plana alanlar; Kuran’ı, manayı ve canlıları ön plana almadıkça, apaçık olan bu ayetlerin manalarını da anlamaları pek mümkün gözükmemektedir. 154- Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? 155- Hiç mi öğüt almıyorsunuz? 156- Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? 157- Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. 37-Saffat Suresi 154-157 
36- Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? 37- Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? 38- İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu. 68-Kalem Suresi 36,37 Sen de aralarında, Allah’ ın indirdiğiyle hükmet. 5-Maide Suresi 49 Ayetlerden, dini hükümlerin Allah tarafından indirilmiş olan Kitab’a dayanması gerektiğini görüyoruz. Allah’ın indirdiği Kitab’a dayanmayan hükümler, dinen temelsizdir. Eğer Peygamber’in olduğu iddia edilen bir söz veya davranış, Kuran’a ilave yapılan bir hükme delil gösteriliyorsa; o hadis ya Peygamber’e iftiradır, ya da Peygamber’in şahsi tercihi veya tarihin belli bir dönemiyle sınırlı -tarihsel- olan, dinen hüküm ifade etmeyen bir mesele dinselleştirilmiştir. Maide Suresi 49. ayetten anlaşıldığı üzere Peygamber sadece Kuran’la hüküm vermiştir ve sonuç olarak Kuran’da tüm dini hükümler bulunmaktadır. Bir tek Kuran’ı dinin kaynağı olarak esas alırsak başka bir kaynağa, otoriteye ihtiyaç duymadan dinimizi doğru bir şekilde öğrenebiliriz. (Allah’la beraber Peygamberlerine itaat konusunu 27. bölümde ele alacağız.) O yalnızca bir öğüt ve Mübin (apaçık) bir Kuran’dır. 36-Yasin Suresi 69 Ayetten de görüldüğü gibi Kuran’ın sıfatlarından biri olan Mübin, “beyan” kökünden olup; “apaçık, açık açık gösteren” manalarına gelmektedir. Aynı ifadeye 27-Neml 1, 28-Kasas 2, 26-Şuara 2 gibi ayetlerde de rastlarız. Kuran’ın apaçık olduğunu ifade eden bu ayetler, Kuran’ın tek başına anlaşılamaz olduğunu, ancak hadislerle veya mezhep imamlarıyla Kuran’ı anlayabileceğimizi söyleyenlere cevap vermektedir. 27-Neml Suresi 79. ayette ise Peygamberimiz’e “Sen mübin gerçek üzerindesin.” denilmektedir. Peygamberimiz’in insanlığa tanıttığı dinin açıklayıcısı Kuran’dır. Bu yüzden Peygamberimiz’e izafe edilen dini hüküm ifade eden her şey, ancak Kuran’dan onay aldığı takdirde geçerlidir. Mübin olan Kuran; hem dini, hem Peygamber’i tanımamızda tek başına yeterlidir. 

KURAN’A UYAN PEYGAMBER’E DE UYMUŞ OLUR 
De ki “Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum.” 21-Enbiya Suresi 45 Böylece biz seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete, sana vahyettiklerimizi okuman için gönderdik. 13-Rad Suresi 30 Bu Kuran, bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu. 6-Enam Suresi 19 Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda bizimle karşılaşmayı ummayanlar derler ki: “Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir.” De ki: “Benim onu kendiliğimden değiştirmem asla mümkün değildir. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Eğer Rabbime isyan edersem büyük günün azabından korkarım.” 10-Yunus Suresi 15 Ayetlerden de görüldüğü gibi, Peygamber’in açıkladığı ve uyduğu vahiy Kuran’dır. İnanmayanların reddettiği, değiştirilmesini istedikleri de yine Kuran’dır. Peygamber’in vazifesi kendisine vahiy olarak gelen Kuran’ı insanlara tebliğ etmektir. Peygamber’e uymak; Kuran’a uymak, Kuran’ın sistemine göre inanmak, hareket etmek ve yaşamaktır. Peygamber’imiz Kuran’da en çok “resul” kelimesiyle tanıtılır. “Resul” Türkçe’deki “elçi” kelimesinin karşılığıdır ki Allah, bu kelimeyle, Peygamberimiz’in vazifesi olan İlahi mesajın insanlara iletilmesini vurgular. Ayetlerden gördüğümüz gibi bu mesaj Kuran’dır. Başka hiçbir kaynağa, hiçbir kitaba gönderme yapılmamaktadır. Allah, Kuran dışında başka uyulması gereken vahiyler, kaynaklar olsaydı; onları da belirtir, onlara da uymamızı isterdi. Oysa bugünkü manzaraya baktığımızda yüzlerce cilt hadis ve fıkıh kitabının dinin kaynağı sayılarak 

Kuran’a eş koşulduğunu görüyoruz. Böylece Kuran’ın, din konusundaki otoritesi ve kaynaklığı % 100 iken, Kuran birçok kaynağın arasındaki bir kaynağa indirgenmiş ve dolayısıyla dinin kaynağının belirlenmesi hususunda içinden çıkılmaz bir batağa saplanılmıştır. Öyle ki Kuran’ın, oluşturulan bu yeni yapıda hacim olarak payı % 1’in bile altındadır. Gördüğümüz tüm bu ayetler, Kuran’ın değerini düşüren ve yalan sözler (“hadis” başlığı altında) atfetmek suretiyle Peygamber’e iftira eden anlayışa karşı çıkar. 

KURAN KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇIKARIR
 4- Dosdoğru bir yol üzerindesin. 5- Aziz ve Rahim’in indirdiği üzerindesin. 36-Yasin Suresi 4,5 Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura (aydınlığa), O övgüye layık, Aziz olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. 14-İbrahim Suresi 1 Bu kitap (Kuran) insanları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Allah’ın indirdiği (Kuran) üzerinde olan, dosdoğru yol üzerinde olur. Kuran’a uyanlar bu ayetler gibi birçok ayetten güç ve destek alırlar. Peki Fetava-i Hindiyelere uyanlar, Tirmizi, Muvatta, Buhari, Müslim gibi kitaplara uyanlar ve bunları Kuran gibi dinin kaynağı gösterenler; böylece Kuran’ın dindeki tekelini, bilerek veya bilmeyerek bozma girişiminde bulunanlar, güç ve desteklerini nereden almaktadırlar? Kuran, Peygamber döneminde yazıldı, ezberlendi. İçinde hiçbir çelişki ve mantığa aykırılık yoktur. Diğer hiçbir kaynak, Peygamber hayattayken yazılmamıştır. Üstelik ileride hadisleri ve mezhepleri inceleyen bölümlerde göreceğimiz gibi bu izahlar Kuran’la, kendi aralarında ve mantıkla çelişmektedirler. Nerede çağın ve aklın çok önünde olan Kuran, nerede akılla çelişen birçok izahı barındıran, İslam’dan insanları kaçıran uydurma hadisler ve mezhepler? (4. Bölümden 12. Bölüme kadar Kuran’a eş koşulan izahları inceleyip, bunların dinin kaynağı olmaya lâyık olmadıklarını göstereceğiz.) 

YAHUDİLERDE VE HIRİSTİYANLARDA DA AYNI TİP DEJENERASYONLAR VAR 
İçinde Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarındayken, nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar. 5-Maide Suresi 43 İncil bağlıları Allah’ın onda indirdiğiyle hükmetsinler. Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler sapkınların ta kendileridir. 5-Maide Suresi 47 Allah evvelki din sahiplerine de Peygamberleri aracılığıyla kitaplar ve sayfalar indirmiş ve bunlara uymalarını söylemiştir. Yahudiler -Kuran gibidetaylı ve her şeyi açıklayan Tevrat’ı aldılar. Ancak Allah’ın sözleriyle yetinmediler. Bakara Suresi 67. ile 71. ayetler arasında gördüğümüz Yahudilerin teferruatsever yaklaşımları, Hz. Musa’nın vefatından sonra da devam etti. Bu tavırları sonucu Mişna (Söz, Hadis) ve Gamara (Pratik, Sünnet) denilen dini kaynaklar ürettiler. Görüldüğü gibi “hadis” ve “sünnet” adı altında kutsala atıflarla dini teferruata boğma, bir tek bizim dinimize özgü değildir. Kuran, Hıristiyanların Hz. İsa’yı ve din adamlarını Rabler edindi- ğini söyler ve dine ilave olarak uydurdukları ruhbanlığa sonradan kendilerinin de uyamadıklarına dikkat çeker. Kuran’da tüm bu kıssalar bize öğüt almamız için açıklanmıştır. Oysa kendini dinde otorite ilan eden bazıları aynı hatalara düşmekten sakınacaklarına “Bu Hıristiyan ve Musevilere olmuş, bize olmaz” diyerek benzer hataları tekrarlamışlardır. Acaba bunların Kuran’dan bir delilleri var mı? Tabi ki yok. Zaten delil yerine sanı ile konuşmaya meraklı bu “otoriteler”in, delile ihtiyacı yoktur. Çünkü kendilerini ve evvelki benzer “otoriteleri” zaten delil kabul etmektedirler. Bunlar kelle saymaya çok meraklıdır. Söz konusu kişilerin çoğu “Bu kadar insan böyle diyor, siz onlardan daha mı akıllısınız?” izahıyla geleneklere ve kelle sayısının çokluğuna güvenirler. 

Hıristiyanların çoğu “Hz. İsa Allah’ın  oğlu” derken, bunun bir mecaz olduğunu, Allah’ın oğlu olamayacağını, Hz. İsa’nın sadece Allah’ın sevgili bir kulu ve Peygamberi olduğunu söyleyen Hıristiyanlar da vardır. Peki bu azınlık Hıristiyanlar mı, yoksa Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia eden Katolik ve Ortodoks din adamlarını Rabler edinmiş bu çoğunluk mu haklıdır? Üstelik Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia edenlerin sayısı, geleneksel İslam’ı savunanlardan çok daha fazladır. Hıristiyan çoğunluk: “Bakın ne kadar çok kişi Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu kabul ediyor. Bizim azizlerimiz, evliyalarımız çok fedakâr, çok büyük adamlarmış. Onlar böyle diyerek yanılıyor da, siz üç beş adam bizim azizlerimizden, mürşitlerimizden, papazlarımızdan daha mı iyi biliyorsunuz?” deseler, geleneksel İslam anlayışını savunan ve çoğunluğun görüşünü yeterli bir delil kabul edenler nasıl bir cevap verebilir acaba? Geleneksel İslam’ı savunanların izah tarzıyla bunların tıpatıp aynı olması hiç de şaşırtıcı değildir. Çoğunluğa uymanın saptırmaya yol açabileceğini belirten Kuran ayetleri ve Hıristiyan çoğunluğun çizdiği bu manzara; umarız kelle sayıcıları ve Kurani delil yerine “evliya”ya güvenenler için yeterlidir. (Hz. Ömer’in, hadisleri “ümmetimin Mişna’sıdır” diyerek yakması konusunda 11. bölüme, Hıristiyan ve Musevilerle ilgili konular için 29. bölüme, kelle sayma meraklılarına cevap için 33. bölüme bakabilirsiniz.) 

KURAN’IN AÇIK VE DETAYLI AÇIKLAMALARI Andolsun ki size açıklayıcı/açık delil (beyyine) ayetler, sizden önce gelip geçenlerden örnekler ve korunup, sakınanlar için de bir öğüt indirdik. 24-Nur Suresi 34 ... Ta ki ölen açık delil (beyyine) üzerine ölsün, yaşayan da açık delil (beyyine) üzerine yaşasın. 8-Enfal Suresi 42 Kuran’a göre insan, “beyyine” (açık delil) üzere olmalıdır. Yani geleneklerden hareketle, “Böyle gördük, biz de böyle yapıyoruz” mantığıyla yapılan uygulamalar, kelle sayımı ile gerçeği bulmalar Kuran’ın anlattığı İslam ile bağdaşmaz. Kuran’a göre, Kuran’ın kendisi “beyyine”dir (açık delildir). Bu yüzden ancak Kuran’ı dinin tek kaynağı yapanlar açık delile uymuş olurlar. Bunları Kuran’da türlü türlü şekillerde (sarf) açıkladık ki öğüt alıp hatırlasınlar. Fakat bu sadece kaçışlarını artırıyor. 17-İsra Suresi 41 Andolsun bu Kuran’da her örnekten insanlar için türlü türlü açıklamalarda (sarrafna) bulunduk. İnsanların çoğu ise tanımamakta ayak diretmektedirler. 17-İsra Suresi 89 Bak iyice kavramaları için ayetleri nasıl türlü şekillerde açıklıyoruz (nusarriful). 6-Enam Suresi 65 Bilgiyle uzun uzadıya, etraflıca açıkladığımız (fassalna), inanan bir toplum için doğruya iletici ve rahmet olan bir kitabı onlara getirdik. 7-Araf Suresi 52 Bu bir kitaptır ki, Hakim ve Her şeyden Haberdar olan, ayetlerini hüküm ifade edici (muhkem) kılmış ve sonra detaylandınp (fussilet) açıklamıştır. 

11-Hud Suresi 1 KURAN’IN AÇIKLAMADIKLARI DİN DIŞI ALANDIR Yukarıdaki ayetlerden Kuran’ın detaylı, etraflıca, türlü türlü şekillerde dini konularda gerekli olan tüm açıklamaları yaptığını; Kuran’ın kendisinin söylediğini görüyoruz. “Kuran başka kitaplara gönderme yapar, Kuran ana kitaptır, detayları başka kitaplardan öğreniriz” demek; tüm bu ayetlere karşı çıkmak, bu ayetleri yok saymak demektir. 

Aynı şekilde “Kuran’dan dini anlayamayız” tipi izahlar da Kuran ile çelişir. Kuran’ın izahlarına göre iman edenler, dinlerini Kuran’dan öğrenirler. Kuran’ı incelediğimizde gerekli tüm teferruatların Kuran’da yer aldığını görürüz. Örneğin Kuran, zorda kalıp başka yiyecek bir şey bulamayanların; aşırıya gitmemek kaydıyla, normalde haram olan leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları yiyebileceği gibi detayları bile içermektedir. Hacla ilgili anlatılan bir hususta; başında hastalık olduğu için saçını kısaltanların ne yapması gerektiği de Kuran’da geçer. Anne, kız kardeş veya teyze ile evlenmenin haram olduğu da Kuran’da vardır. Sadece Peygamberimiz’e farz olan gece ibadeti de Kuran’da geçer. Ebu Leheb’in Müslüman olmayacağı, Rumların yakın zamanda savaşı kazanacakları tipinde ancak Peygamberimiz döneminde gözlenebilecek olaylara da Kuran değinir. Yukarıdaki örnekler ve daha birçok örnek, Kuran’ın tüm teferruatları verdiğinin delilidir. Kaç kişi Kuran’da haram edilen domuz, leş gibi yiyecekler dışında başka hiçbir helal gıda bulamayacak kadar zor durumda kalıp, bunları yemek zorunda kalacaktır? Hastalığı yüzünden saçını kısaltacak olan kişi sayısı binde bir bile değildir. Yani her bin kişiden birinin hayatta bir kere rastlaması ihtimali bile zor olacak bir detay Kuran’da vardır. Anne, kız kardeş veya teyze ile evlenmeye kalkmanın çirkin olduğu aşağı yukarı herkesin bildiği, on binde bir insanın bile kalkışmayacağı bir iğrençliktir. 

Kuran’da, “Zaten hiç kimse annesiyle evlenmeye kalkmaz” denmemiş, bu da açıklanmıştır. Yahudilere Cumartesi yasağı gibi yasakların da koyulduğunu belirten Kuran, hiç mümkün müdür ki inananlarına tüm yasakları belirtmesin? Hiç mümkün müdür ki saçını hastalıktan dolayı kısaltan adama yol göstersin de, kıyafet ve diğer hususlarda bir yasak varsa bunu kadınlara açıklamasın? Hiç mümkün müdür ki zorda kalana yukarıda belirttiğimiz izni açıklasın da midye, karides diye bir yasak varsa bunun açıklamasını başka kaynaklara bıraksın? Hiç mümkün müdür ki Peygamber’e özel farz ibadet açıklansın da tüm Müslümanlara farz olan tüm ibadetler Kuran’da yer almasın? Allah tarafından gönderilen bir Kitab’a sahip olmamıza rağmen onun din adına tüm bilgileri içermediğini iddia edenler var. Allah’tan gelenin, insanların yazacağı kitaplardaki açıklamalarla, tefsirlerle tamamlandığı hiç düşünülebilir mi? Eğer din adına Kuran’ın mevcut hacminden fazla bilgilere ihtiyacımız olsaydı, Allah, Kuran’ı 2-3 kat daha kalın yapabilirdi. Böylece bizi, yine başka kaynaklara muhtaç etmezdi. Kuran, eğer dini açıklama hususunda yetersizse niye indirildi? Allah dinin sadece bir kısmını açıkladı da, diğer kısmı için başkalarına -kendilerinden Kuran’da hiç bahsedilmeyen insanlara- mı muhtaç kaldık? Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa ve deniz de arkasından yedi deniz daha katılarak kullanılsa; yine de Allah’ın kelimeleri tükenmez. Allah üstündür, bilgedir. 31-Lokman Suresi 
27 KURAN’IN ANLAŞILMASI İÇİN TEFSİR, HADİS, İLMİHAL GİBİ KAYNAKLARA İHTİYAÇ YOKTUR 
32- Kafirler dediler ki “Kuran ona toptan, bir defada indirilseydi ya.” Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça düzenleyip okuduk. 33- Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, biz sana ger- çeği ve en güzel yorumu (ahsena tefsir) getirmiş olmayalım. 25-Furkan Suresi 32,33 Görüldüğü gibi kafirler hep Kuran ile uyarılmışlardır, bu yüzden kafirler itirazlarını da hep Kuran’a karşı yapmışlardır. Yapılması gereken tefsirler/ yorumlar da yine Kuran’ın içindedir. “En güzel yorum” ifadesinin Arapçası “ahsena tefsir”dir ve “tefsir” kelimesinin Kuran’da geçtiği tek yer yukarıda alıntıladığımız ayettir. Böylece Allah, Kuran’ın tefsirinin en güzel şekilde yine Kuran’la yapılacağının dersini vermektedir. Oysa “Kuran tefsiri” diye satılan kitaplarda, Kuran’a eş koşulan birçok hadis geçmekte ve bunlar Kuran’ın ihtiva etmediği anlamları ve hükümleri dine ilave etmekte kullanılmaktadır. Kuran en güzel yorumu içerirken, ayrıca başka yorum kitapları (tefsir kitapları), Kuran-üstü bir konumda dinin kaynağı olamaz. Dinimiz tefsir kitapları olmadan da tastamamdır. Daha evvel belirttiğimiz sarf (türlü şekillerde açıklama), fussilet (detaylandırma) tipi kelimelerin Kuran için kullanılması da; Kuran’ın hiçbir hadis kitabına, mezhep kitabına, tefsir kitabına ihtiyaç duymaksızın her detayı içerdiğini göstermektedir. Kuran üzerine dü- şünceleri ihtiva eden çeşitli tefsir kitapları elbette olabilir, fakat sorun, “tefsir” adı altında, Kuran’da yer almayan hükümlerin dine ilave edilmesindedir. 
1- Rahman 2-Kuran’ı öğretti 55-Rahman Suresi 1,2 17- Şüphesiz onu toplamak ve okutmak bize düşer. 18- O halde Biz onu okuduğumuzda, sen de onun okunuşunu izle. 19- Sonra onu açıklamak da bize düşer. 75-Kıyamet Suresi 17-19 Allah Kuran’ın öğretilmesini de, açıklanmasını da üzerine almıştır. Kuran, kendi kendini açıklar. Birçok konu, Kuran’da birden fazla yerde ele alınmıştır. Kuran’ın bir ayetinde anlaşılması gerekli konu tamamlanmadıysa, başka bir ayetin ilave yapmasıyla, o ayeti açıklamasıyla konu anlaşılır. Hadis, tefsir, ilmihal kitapları olmadan da Kuran yeterli ve eksiksizdir. Bu kitaplardan, bu kaynakların gereğinden Kuran hiç bahsetmez. Ayetler, Kuran’ın kendisini açıkladığını ve kendi içinde en güzel yorumu (ahsena tefsir) ihtiva ettiğini söyler. Kuran’ın, kendini açıklamasına şu şekilde bir örnek verebiliriz: 1-Fatiha Suresi 4. ayet “Din gününün sahibidir O” şeklindedir. “Din günü”nün ne olduğunu anlamayan kişiler, Kuran boyunca ilgili ifadenin yer aldığı tüm ayetleri incelediklerinde bu sorunun cevabını bulacaklardır. Bu terimin 15-Hicr Suresi 35, 26-Şuara Suresi 82, 37-Saffat Suresi 20, 38-Sad Suresi 78 ve 83-Mutaffifin Suresi 11. ayet ve diğer geçişlerini inceleyenler; bu terimin, öldükten sonraki yeniden dirileceğimiz günü ifade ettiğini anlarlar. Bu örnekte olduğu gibi din adına anlamamız gereken tüm bilgi Kuran’ın içindedir. Kuran kendi kendini açıklar. Kuran’da yer alan bir hususun, hemen anlaşılmaması gibi bir durumda, Allah’ın anlayışımızı bu konularda da açmasını beklemek ve cevap bulma aceleciliğiyle, içinde uydurmaların dolu olduğu kaynaklara başvurmamak gerekir. Unutulmamalı- dır ki esas olan, doğru cevabı bulmaktır; yanlış cevabı benimsemektense cevabı bilmediğini bilmek daha iyidir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...