09 Ocak 2014

GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 8




GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 8

Şüphesiz ki kalple tasdik, dil ile ikrar ve organlarla amel imanın en yüksek derecesidir. Fakat kalp ile tasdik, dil ile ikrar edip de amelin bir kısmını yapanlar da vardır. Bunların bazı büyük günahlar işlediği farzedilsin. Tövbe etmeden ölen bu tip müslümanlar, Mu'tezile'ye göre kafir değil ve fakat fasıktır. Cehennem'de kâfirlere nisbetle hafif  bir azapla sonsuz olarak yanarlar. Ehl-i sünnet ise Mu'tezile'nin bu görüşüne karşıdır.

Diğer bir kısım müslümanlar da kalple tasdik, dil ile şehadet ederler ve fakat hiç amel yapmazlar. Bu tip müslümanların mümin olmadığını söyliyenler Mu'tezile'ye uymuş olurlar. Bir kimse kalple tasdik ederek ve dil ile söyleyerek müslüman olsa ve amele fırsat bulamadan ölse şüphesiz ki onu Cennetlik saymamız gerekir. Böyle bir kimse namaz vaktine kadar yaşasa ve fakat onu ifa etmese, veyahut zina ettikten sonra ölse sonsuz olarak Cehennem'de kalır mı ? Bu soruya evet dersek Mu'tezile'ye uymuş oluruz. Hayır dersek amelin imandan bir cüz olmadığını kabul etmiş oluruz. Bir kimse kalple tasdik ettikten sonra ikrar ve amel etmeğe zaman bulamadan ölse, mümin sayılır ve fakat kâfir sayılmaz. Hz. Muhammed'in "kalbinde bir atom ağırlığında iman olan Cehennemden çıkar" hadisi de bunu göstermektedir. Yine Cebrail'in sözünde iman Allah'ı, Peygamberleri, melekleri, kitapları ve bütün Ahiret hayatını tasdik diye tanımlanmıştır. Amel imandan bir cüz olarak gösterilmemiştir. Bir kimse şehadet kelimesini kalple tasdik etse, dil ile ikrar edecek kadar yaşasa ve fakat ikrarı ifade etmese yine mümin sayılır. Çünkü iman kalple tasdik edildikten sonra ve fakat dil ile ikrar edilmeden önce kalpte tamamdır. Dil ancak tercümandır. İman kalple tasdiktir. Böyle bir kimsenin sükûtu ile iman kalpten gitmez. Kalpte durur. Fakat bu tip müslümanların hiç azap görmiyeceğini iddia etmek de yanlış olur. Mürcie imandan sonra günah işlemenin zarar vermiyeceğini savunmuştur. Bu çok yanlış bir görüştür. Bir kimse diliyle "Allah bir, Muhammed onun elçisidir" dese ve fakat kalbiyle bunu tasdik etmese, onun yeri Cehennemdir. Orada kâfir olduğu için sonsuz olarak yanar.

Görülüyor ki Gazzali, Mu'tezile ve Mürcie'yi reddetmiştir. O, ameli imandan bir cüz olarak kabul etmemiştir.

İman artar yahut eksilir mi? 

Gazzali bu konuyu da şöyle açıklıyor: İman artar ve eksilir sözü anlayışa göre değişir. İman zat itibariyle artmaz ve zat itibariyle eksilmez. Imanı kalple tasdik olarak anlarsak, böyle düşünmek gerekir. Amel imandan bir cüz degildir İmana bir ektir. İnsan başıyla artmaz ve fakat kilosuyla artar. Namaz rükfi ve secdelerle artmaz ve fakat âdap ve sünnetleriyle artar.

İmanın artması ve eksilmesi, iman anlayışına bağlıdır.

Kültürsüzlerin imanı taklit ve itikat üzeredir. Bir çok kimselerin imanı böyledir. Onlar, taklit üzere kalple şehadet kelimesini tasdik ederler. Bu da bazan kuvvetli olur ve bazan da zayıf olur. Kuvvetli ve zayıf olma samimiyet derecesindedir. Amel bu gibi kimselerin imanındaki samimiyeti artırmağa yardım eder. Nasıl su verilen ağaç, daha iyi gelişirse, amel de kalpte mevcut olan imana fayda verir. İşte bu maksatla yüce Allah, "Onları iman yönünden artırdı" ve "Allah ve Resulü tasdik etti. Onları ancak iman ve teslim yönünden artırdı" âyetlerini indirdi. Nitekim Hz. Muhammed bu amaçla " İman artar ve eksilir" diye buyurmuştur. Bu iyi amellerin imana etki yaptığını ifade içindir. Bu, iman zatiyle artar veya eksilir anlamına gelmez. İman tasdik itibariyle artmaz ve eksilmez. Fakat olgunluk ve samimiyet itibariyle farklı olur. Demek ki amel imanı olgunlaştırır ve fakat tasdikin zatını değiştirmez. "Kalbinde bir atom ağırlığında imanı olan cehennemden çıkar" hadisi de imanın olgunluk bakımından artıp eksileceğini göstermektedir.

İstisna Meselesi 

Selef  "ben inşallah müminim" demeyi uygun bulmuştur. "Inşallah" sözüyle imanda istisna yapmak acaba caizmidir? İstisna yapmak 4 yönden caizdir:

1—İmanda, insanın kendi nefsini tezkiyeden kaçınmak amaciyle, istisna yapması yani "Inşallah müminim" demesi caizdir. İnsanın kendi nefsini kesin surette temize çıkarması doğru değildir. Nitekim Kur'an'da "nefislerinizi tezkiye etmeyiniz"  ve "kendi nefislerini tezkiye edenleri görmediniz mi" ?  âyetleri vardır.

2— İşleri Allah'a havale etmekte teeddüb vardır. İstisna ile işlerin durumu Allah' ın isteğine bırakılmıştır. Nitekim Hz. Muhammed "herhangi bir şey için ben bunu yarın yapacağım demeyiniz Ancak Allah isterse yapacağım deyiniz" diye buyurmuştur.

3—Bir insanın, imanın aslında değil, olgunluğu hakkında şüphe etmesi küfür değildir. Kur'an'da "işte onlar hakkiyle mümindirler"  diye buyrulurken imanların olgunluk derecesi arasındaki ayrıntılar kasdedilmiştir.

4— İstisna, bir de insanın kendi akibetinden emin olmadığına dair tevazu göstermesi için yapılabilir. İnsan, ölümü esnasında, imanının kabul edilip edilmiyece ğini kesin olarak bilemez. Bu sebeple "inşallah hakkiyle müminim" demek caizdir."

Görülüyor ki Gazzali, kelâm sorunlarında Ehl-i Sünnet'in görüşlerini savunmuş , bu görüşleri akli ve nakli delillerle perçinlemiştir. Bütün sapık fırkaların sapık düşüncelerine karşı koymuştur. Cebriye'nin, Mürcie'nin, Mu'tezile'nin ve Batıniyenin, islamiyet için zararlı düşüncelerini çürütmüştür. Kelâm'da nakli delilleri yerine göre kullandığı gibi, akla ve mantığa da önem vermiştir. Onun çabalariyle islami ilimler yeniden dirilmiş ve islami inançlar korunmuştur.

Gazzali sadece bir kelâmcı değil, fakihtir, filozoftur ve mutasavvıftır. O yüzyıllarca önce öldü. Fakat onun görüşleri hala yaşıyor ve kıyamete kadar da ya şıyacaktır.




BİBLİYOGRAFYA 

Abd ar-Râmık, Ebıl Bekr: Maa'l-Gazzâlif fi Munkizih Min ad-Da-Mı, Matbaat al-istikâmet, Mısır (tarihsiz).

Bouyges, Maurice: Essai de Chronologie Des Oeuvres de al-Gazali,Beyrouth(tarihsiz) 
Brader: La Philosophie Du Moyen Age, Paris 1949. 

Çantay, Hasan Basri: Kur'an-1 Hakim Ve Meâl-i Kerim, İstanbul 1957-1958.

Çubukçu Ibrahim : Gazzâli Ve Bâtınilik, Ankara 1964. 
Çubukçu, İbrahim Agâh: Gazzali Ve Siyaset, ilâhiyat Fakültesi Dergisi içinde, C. IX, Ankara 962.

Çubukçu, Ibrahim Agâh: Mu'tezile Ve Ak ıl Mes' elesi, Ilahiyat Fakültesi Dergisi içinde, C. XII, Ankara 964.

al-Fahfıri, Hanna Ve al-Cerr, Halil: Tarih al-Felsefet al-Arabiyye,C. II, Beyrüt 1957.

al-Fârisi, Abd al-Gâfir: as-Siyâk Nişâpûr, Köprülü K. No: 1152, Istanbul,

Gardet, Louis et Anawati: Introduction â la Th6ologie Musulmane, Paris 1948.

al-Gazzâli: Faysal at-Tefrika Beyn al-İslâm Va'z-Zandaka, Mısır 1325 /1907.
al-Gazzâli: Fadâih al-Bâtıniyye, Leiden 1956. 
al-Gazzâli: al-Hikme fi Mahlûkât Allah, Mıs ır 1903. 
al-Gazzâli: Cevâhir al-Kur'an, Mısır 1933. 
al-Gazzâli: İhyâ Ullim ad-Din, Matbaat al-Istikâmet baskısı , Mısır (tarihsiz)
al-Gazzâli: al-İktisâd fi'l- İ'tikâd, haz ırlıyanlar : I. A. Çubukçu ve Dr. Hüseyin Atay, Ankara 1962.
al-Gazzâli: al-Kadın fi't-Tevil, Mısır 1940.
al-Gazzâli: Kimyâ-y ı Saâdet, c. I, Tahrân 1333. 
al-Gazzâli: Kitâb Kavâs ı m al-Bâtı niye, yayınlayan: Prof. Ahmed Ateş , (Ilahiyat Fakültesi Dergisi, c. III, sayı : Ankara 1954.
al-Gazzâll: Mes' eletân Suile Anhuma'l - Gazzâl'i, Mecmuat ar - Resâil içinde, Süleymaniye Kütüphanesi, Beşir Ağa bölümü, No: 650, İstanbul.
al-Gazzâli: al-Munkiz Min ad-Dalâl, al- Kahire -1309. 
al-Gazzâli: al-Mustasfa Min İlm al-Usûl, C. I. Mıs ır 1356. 
al-Gazzâ.li: Mişkât al-Envâr, Mıs ır 1325. 
al-Gazzâli: Mizân al-Amel, Mıs ır 1328. 
al-Gazzâli: ar-Risâlet al-Ledunniyye, Mısır 1328. 
al-Gazzâli: Tehâfut al-Felâsife, Dar al - Maarif baskısı , Mısır (tarihsiz).
Massignon, Louis: Recueil de Textes İnhlits, Paris 1929. 
Mubarak, Zeki: al-Ahlâk İnd al-Gazzâli, Mısır (tarihsiz).
İbn al-Cevzi: al-Muntazam fi Tarih al-Mulûk Umem, Haydarabad 1357.
'bn al-Cevzi: Telbis-i Iblis, Mısır 1340. 
İbn Hallikân: Vefayât al-A'yân, Mısır 1357. 
İbn Hanbal, Ahmed: Musnad, Mısır 1352. 
İbn Tufeyl: Hayy b.Takzân, Dar al - Maarif baskısı , Mısır (tarihsiz).
Nevbahti: Fırakaş- Şia, İstanbul 1931.
Obermann: Der philosophische Und Religiöse Subjektivismus Ghazalis, Leipzig 1921.
Quadri: La Philosophie Arabe Dans L'Europe Mievale, Paris 1947.
as-Subki: Tabakât aş-Şâfiiyyet al-Kubıâ, Mısır 1324. 
aş- Şehrestâni: al-Milel Va' n-Nihal, C.I, Mısır 1317.
Ülken, Hilmi Ziya: islam Felsefesi Tarihi, İstanbul 1957. 
Wensinck: La Pensee de Ghazzaliş, Paris 1940. 
az-Zebidi: İthâf as-Sâde, Mısır 1311.

GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 7





GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 7
Allah' ın kullara güçleri yetmiyecek tekliflerde bulunması mümkündür. "Ey Rabbimiz gücümüz yetmiyecek şeyi bize yükleme" âyetindeki dilek tarzı, böyle bir yükün Allah tarafından yükletilmesinin mümkün olduğunu göstermektedir.

Sevap ve suç aramaksızın yüce Allah' ın kullarına ceza vermesi mümkündür. Çünkü o her şeyde hürdür. Onun gücü ve meşiyeti sınırlanamaz. Bu konuda da Gazzali, Mu'tezile'ye karşı koymuştur. Mu'tezile sevap ve azabın dünyadaki fiillere göre takdir edileceği kanısındadır.

Gazzali'ye göre kullarının iyiliğini gözetmesi Allah'a vacip değildir. Çünkü hiç bir şeyde Allah'a zorunluluk yüklenemez. Nitekim Kur'an'da "O yaptığından ve yapacağından sorumlu değildir. Kullar sorumludur"  diye buyrulmuştur. Bu konuda aksi görüşü yani Allah'ın kulların iyiliğini gözetmesi gerektiği tezini savunan Mu'tezileye şu örnek verilir: Bir müslüman çocuk, bir büluğa ermiş müslüman ve bir de büluğa ermiş kâfir düşünelim. Bunların hepsinin bu hal üzerine öldüklerini farzedelim. Ahirette büluğa ermiş müslim kimsenin durumu, elbette müslim çocuğunkinden daha üstündür. Böyle bir çocuk Allah'a şöyle sorarak "beni niçin çabuk öldürdün? Eğer yaşasaydım sana daha çok ibadet eder, derecemi yükseltirdim" diyebilir. O zaman buna şöyle bir cevap verilebilir: "Eğer sen daha fazla ya şasaydın, günah işlerdin; senin hakkında erken ölmek en hayırlı idi". Bunun üzerine büluğa ermiş kâfir söze karışabilir ve "Ey Allah'ım beni Cehenneme attın; eğer benide müslim çocuk gibi erken öldürseydin, günah işlemek fırsatını bulamazdım ve şimdi de Cehennemde yanmaktan kurtulurdum" diyebilir.

Şüphesiz ki Allah üzerine en iyiyi yapmak vaciptir diyen Mu'tezile bu durum karşısında susmaktan başka bir şey yapamaz.

Nübüvvet Ve Mu'cize 

Allah son peygamber olarak Hz. Muhammed'i yolladı. Hz. Muhammed, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Sabillerin şeriatlarını aldığı vahiylerle neshetti. Kendi doğruluğunu isbat için de bir takım mu'cizeler gösterdi. Şüphesiz ki İslâmiyetin en büyük mu'cizesi, Hz.Muhammed'e inen, belâgat ve fesahat bakımından taklit edilemiyen Kur'an- ı Kerim'dir. Ayrıca Peygamberimiz, Ay'ı yarma, bazı hayvanları konuşturma" ve parmaklarından su akıtma gibi mucizeler de gösterdi.

Kur'an'da bulunan diğer bir mucize de şudur: Merkezi İstanbul ve resmi dini Hıristiyanlık olan Doğu Roma Imparatorluğu, müşrik iranlılara mağlup olmuştu. Bu olay Arap müşriklerini sevindirmişti. Böylece kitap ehli olanların her zaman yenileceğini ve Hz. Muhammed'in de bir gün aynı sonuca duçar olacağını ileri sürüyorlardı . O sıralarda nazil olan bazı âyetler ilerde Romal ıların İranlılara galip geleceğini haber verdi. Bu âyetlerin mealleri şöyledir: "Rumlar yenildi. Yakın bir yerde onlar bu yenilmelerinden sonra galip olacaklardır. Allah' ın emri bir kaç yıl içinde önünde de, sonunda da gerçekleşecektir. O gün müminler de ferahlıyacaktır". Gerçekten de bir müddet sonra çıkan savaşta Hıristiyanlar iranlıları yenmişlerdir.

Ahiret Mes'eleleri 

Öldükten sonra dirilme olacaktır. Yüce Allah' ın bunu yapmağa gücü yeter. "Çürümüş kemikleri kim diriltir. De ki onları ilk kez yaratan diriltir",  "Sizin yaratılmanız da, yeniden diriltilmeniz de, tek kişiyi yaratmak ve diriltmek gibidir"  ve "Allah diriden ölüyü yapar ve ölümünden sonra arzı diriltir" âyetleri de Allah' ın bu gücünü ve yeniden dirilmenin gerçekleşeceğini göstermektedir.

Munker ve nekir sualinin mümkün olduğunu doğrulamak gerekir. Bu husus bir hadisle de bildirilmiştir. Kabir azabı vardır. "Sabah akşam ateş üzerine arzolunurlar" âyeti bunun delilidir. Hesap sorulacağı ve günahların tartılacağı da gerçektir. "Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri kuraca ğız"  âyeti bunu isbatlamaktadır.

Sırat köprüsü vardır. "Onları Cehennem yoluna götürünüz. Onları hapsediniz, çünkü onlar sorumludurlar"  âyeti buna işaret ediyor. Cennet ve cehennem Allah tarafından yaratılmışlardır. Hz. Muhammed'den sonra doğru olan ilk imamlar şunlardır: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali. Peygamberimiz kimseyi nas'la imam tayin etmedi. Ebu Bekr seçimle imam oldu. Ehl-i Sünnet, bütün Sahabenin tezkiye edilmesi ve öğülmesi tezini savunmuştur.

Müslümanların gerçek imamı ve başkanı olabilmek için aranan koşullar şunlardır:

1—Büluğ çağına ermek. Çocukların imam olması caiz değildir.

2—Aklı yerinde olmak. Deliler imam olamazlar. 

3—Hür olmak. Köleler imamlık yapamazlar.

4— Erkek olmak. Kadınların imamlık yapmaları uygun olmaz.

5— Kureyş kabilesinden olmak. Bunun delili "imamlar Kureyştendir"  anlamındaki hadistir.

6— Görme ve işitme duyularının sağlam olması gerekir. Kör ve sağır olanların imamlık yapmaları caiz değildir.

7—Şevket sahibi olmak. İmamet gibi yüksek bir mevkii işgal eden zatın cesaretli ve metanetli olması gerekir.

8—Kifayet sahibi olmak. Gerçek imam, bir şer zuhurunda doğruyu yanlıştan ayırmalı, adaleti sağlamağa yarıyan düşünceye sahip olmalı ve duruma en uygun metodu seçebilmelidir.

9— Takva sahibi olmak. Bu sıfatların en yükseğidir. Takva sahibi olan imamın, dini sağlam, aklı berrak ve gönlü cömert olur.

10—Ilim sahibi olmak. İmamın bilgin olması ve doğruyu yanlıştan seçmesi gerekir.


İman Ve islâm Meselesi 

İman, tasdiktir. İslam ise teslim ve doğruya uymaktır. Tasdikin yeri kalptir. Onun tercümanıda dildir. Teslim ise kalpde, dilde ve organlardadır. Teslim, tasdikten daha geneldir. Kalple yapılan her tasdik, teslimdir ve inkarı terktir. Dil ile ikrar ve organlarla itaat da teslimdir. Doğruyu kabul etmektir ve inkardan sakınmaktır. Demek oluyor ki Islam daha genel, iman ise daha özeldir. İman, Islamın cüzlerinin en şereflisidir. O halde her tasdik, teslimdir. Fakat her teslim tasdik degildir.

Fakat iman ve islam, Şeriatta bazan müteradif, bazan da farklı anlamlarda kullan ılmışlardır. Örneğin "derken oradan müminlerden kim varsa çıkardık. Fakat orada müslümanlardan bir ev halkından başkasını bulamadık" âyetlerinde "müslümanlar" ve "müminler" kelimeleri müteradiftir.

İman ve Islam' ın ince anlam farklariyle kullanıldığına delil olarak şu ayeti gösterebiliriz: "Araplar iman ettik dediler. De ki iman etmediniz ve fakat islam oldunuz". Burada imandan maksat kalple tasdiktir. islamdan maksat ise, dil ile ve organlarla açıkca doğruyu teslimdir. Bir hadiste iman "Allah'a, meleklere, kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, ölümden sonra dirilmeye, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanma" diye tanımlanmıştır. Islam ise dil ve amel ile teslim anlamında kullanılmıştır. Demek oluyor ki islam kalple, dil ile veya organlarla teslim etmektir. Bunlar içinde de en faziletlisi kalple teslim ve tasdik anlamına gelen imandır.

Gazzali'ye göre imanın Ahiret bakımından derecesine gelince: Hz. Muhammed bir hadisinde "kalbinde bir atom büyüklüğünde iman olan Cehennem'den çıkar" diye buyuruyor. Bu hüküm, hakkında çeşitli görüşler vardır: Bazıları imanı yalnız kalple tasdik, bazılarıda kalple tasdik ve dil ile ikrar diye anlamışlardır. Diğerleri ise bu sonuncu anlayışa ameli de eklemişlerdir.

GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 6




GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 6
9— Allah şekil, miktar ve yönlerden münezzeh olmakla beraber, Ahirette gözle görülür. Çünkü Kur'an'da "yüzler vardır o gün ter'ü tazedir, Rablerini görecektir" " diye buyrulmuştur. Bu dünyada ise Allah' ı görmek imkânsızdır. Çünkü Kur'an'da "Onu gözler idrak edemez, halbuki o gözleri ihata eder" ve "beni göremiyeceksiniz" diye buyrulmuş tur. Bu âyetlerdeki hükümler bu dünyaya aittir.

10—Allah birdir. Onun ortağı yoktur. Ona eşit hiç bir varlık mevcut de ğildir. Yaratmaya ve her şeyi yoktan yapmağa kadirdir. Başkasının yardımına ihtiyacı yoktur. Allah'ın ortağının olmadığını şu âyet ne güzel ifade ediyor. "Yerde ve gökde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı , yer ve gök fesada uğrarlardı ". Eğer iki ilâh olsaydı, birisi bir emir verince, ikincisi ona uymağa ya mecbur olurdu veyahut da muhalefet ederdi. İkinci olan, eğer birinciye uymağa mecbur olursa eksiktir, güçsüzdür demektir. Eğer muhalefet ederse, birinci olan yetersizdir ve güçsüzdür demektir. O halde ikisi birden tanrı olamaz. Birisi muhakkak eksiktir. Tam ve güçlü olan tek bir tanrı vardır o da yüce Allah'tır."

Gazzali'ye Göre Allah' ın Zati Sıtatları 



Kudret sıfatı : Alemin yaratıcısı olan Allah kudret sahibidir. Her şeye kâdirdir. Nitekim Kur'an'da "O her şeye kâdirdir"  diye buyrulmuştur. Alem düzenli, sağlam ve hikmetli bir surette yaratılmıştır. Bu Allah' ın kudretinin açık delilidir.

Ilim sıfatı : Allah her şeyi, her mevcudu bilir ve bütün yaratılmışları ihata eder. Şu âyetler bunu açıkça bildiriyor. "Allah her şeyi bilir"  "Ne göklerde, ne de yerde bir zerre miktarı onun filminden kaçmaz".  "Her şeyi haber alan, lâtif olan ve yaratan Allah her şeyi bilmez mi"?

Hayat sıfatı :  İlmi ve kudreti sabit olan varlığın yaşadığı da sabit olur. Yaşamıyan kâdir ve âlim bir varlık düşünürsek, sükûn ve hareketle dolu olan canl ıların yaşamasından şüphe etmemiz gegerekir. Bu ise imkânsızdır. Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten yüce Allah nasıl hayyani yaşayan olmaz. Kur'an'da da "Hayyum" ve "Kayyum" sıfatları ifade edilmiyor mu?

Irade sıfatı : Allah kendi fiillerini irade buyurur. Her mevcud olan şey, onun meşiyet ve iradesiyle olmuştur. Her şeyi ilk başlatan ve yöneten odur. "Ilâh olarak ancak her şeyin yaratıcısı Allah vardır" âyeti Allah' ın yaratma gücünü gösteriyor. Yaratmaya gücü yetenin, irade etmeğe de gücü yeter.

Işitme ve Görme (sem ve basar) sıfatları : Kur'an'da geçen "O işitir ve görür" âyeti Allah' ın işitme ve görme sıfatlarının olduğunu gösteriyor. Diğer bir âyet'de de Hz. İbrahim'in putperestlere şöyle seslendiği ifade edilmiştir: " İşitmeyen, görmiyen ve size hiç bir faydası olmıyan şeye niçin tap ıyorsunuz"?  Bu âyet'de imalı bir surette yüce Allah' ın görücü ve işitici olduğu ifade edilmiştir.

Akıl delili de Allah' ın görücü ve işitici olduğunu gösterir: Yaratıcı olan elbette yaratılmış olanlardan daha olgundur. Görenin, görmiyenden, işitenin işitmiyenden daha olgun olduğu da bilinmektedir. Olgunluk ifadesi olan görücü ve işitici sıfatlarını yaratılmışlara verip de her şeyi Yaratan bu sıfatlardan yoksun saymak imkansızdır. Bir çok yaratılmış varlıklar işitici ve görücü olduğuna göre, onları yaratan yüce Allah öncelikle görücüdür ve işiticidir.

Kelâm sıfatı : Allah mütekellimdir yani konuşucudur. Onun kelam sıfatı zatiyle kaim bir sıfattır. Onun kelâmı harf ve ses cinsinden bir şey değildir. Onun vücudu nasıl başkalarının varlığına benzemezse, kelâmı da insanların sözlerine benzemez. Allah' ın kelâmı dille okunur, hafızalarda saklanır, mushaflarda yazılır. Fakat kelâmın kendisi dile, hafızaya veya kitaba hulül etmiş değildir. Eğer kelâmın zatı kitaplara girseydi, Allah' ın zatının yazılı olduğu yere girmesi gerekirdi. Yahut "ateş" sözünün yazılı olduğu yere, bizzat ateşin girip yakması beklenirdi. Bunlar imkansız olduğuna göre, Allah' ın kelâmımn bizzat kitaplara hul'ül etmesi de imkansızdır.

Allah'ın kelâmı kadimdir. Onun bütün sıfatları da kadimdir. Bu sıfatlar yaratılmış olsalardı , Allah' ın zatının hadiseler için mahal olması gerekirdi. Hâdis olanlar ise değişkendir. Allah'ın zatı ise, her türlü değişmeden münezzehtir. Allah' ın kelâmı kadimdir. Zatıyle kaimdir. Yaratılmış olanlar, sesler ve harflerdir.

Allah' ın ilmi de kadimdir. Allah ezelden beri zatiyle bilicidir. Sonsuza kadar da bu böyle olacaktır. Yaratılmış olanları ihdas ettikce, onun ilmi hudus etmez. Aksine ezelde bildiği şeyler ortaya çıkarılmış olur. Bunu bir örnekle anlatalım: Eğer biz Zeyd'in güneşin doğmasiyle birlikte geleceğini bilsek, bu bilişimiz güneş doğuncaya kadar devam etse ve neticede güneş doğarken Zeyd gelse, bizde yeni bir ilim değişikliği olmaksızın Zeyd'in gelişi gerçekleşmiş olur. Bu söz gelişi örnekle Allah' ın ilminin kadim olduğu daha iyi anlaşılır.

Allah' ın iradesi de kadimdir. Eğer hadis olsaydı , Allah' ın zatı  bir takım olayların yeri olmuş olurdu Allah ise bundan münezzehtir. Eğer irade Allah' ın zatının gayrındadır diye iddiada bulunan çıkarsa, ona denir ki: Bu durumda murid olan Allah değil, Allah'ın zatının dışında birisi olur. Bu ise imkansızdır. Bu, Allah' ın iradesini inkara veya çeşitli ilahların varlığını iddiaya varır. Allah' ın zatının gayrında bir şeyle murid olduğunu söylemek, bir insanın kendi zatının dışındaki hareketle yürüdü ğünü iddia etmeğe benzer.

Demek oluyor ki Allah ilimle alim, hayatla diri, kudretle kâdir, irade ile murid, kelâmla mütekellim, sem'le işitici ve görme ile görücüdür. Onun bu vasıfları , kadim sıfatlarındandır.

Allah'ın Filleri Ve Kullarm iktisabı 

Her hâdis olan, Allah' ın fiili, yaratmas ı ve ihtiraıdır. Allah'tan başka yaratıcı yoktur. Mahlükat ı yaratıp onlara kudret veren odur. Bütün kullar ın hareket ve fiilleri onun takdiriyle olur. "Allah her şeyi yarattı' âyeti de her şeyin Allah' ın emriyle olduğunu isbatlamaktadır. Bunu "Allah sizi ve yaptıklarınızı yaratandır" , "sözlerinizi ister gizleyiniz, ister açıklayınız, o kalpleri bilir; her şeyi haber alan, lâtif olan ve yaratan Allah bilmez mi"" âyetleri de doğrulamaktadır.

Fiillerin Allah tarafından yaratılmış olması , onların kullar tarafından iktisap edilmesine engel değildir. Allah, kudreti de, takdir edileni de yaratandır. Hem kullarına iktisap için seçim hakkı vermiştir, hem de her şeyi ezelde takdir etmiştir. Onun takdiri kullarını zorlama anlamına alınmamalıdır. Allah ezdi ilmiyle her şeyi bildiği için, kulların iktisap edecekleri fiilleri Levh-i Mahfuza yazmış ve takdir etmiştir. Kulun kudreti, kulun vasfıdır ve fakat Allah tarafından yaratılmıştır. Hareket de öyledir. Allah tarafından yaratılmış, kulun vasıf ve kesbi olmuştur: Kulun kesb ve seçim vasfını inkar eden cebriyeciler ve insanın kendi fiilini yarattığını söyliyen Mu'tezililer yanılmaktadırlar. Doğru olan görüş, fillerin Allah tarafından yaratılması, insanlar tarafından da iktisap edilmesidir. Bu iktisap, kulun kudretinin Allah tarafından takdir edilmiş fiile iktiran ve taalluk etmesiyle olur. 

Şunu da belirtmek gerekir ki âlemde olan her şey Allah' ın kaza ve takdiriyledir. "Allah yaptığından sorumlu değildir. İnsanlar ise sorumludurlar". Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "eğer Allah isteseydi, bütün insanları hidayete götürürdü". "Eğer isteseydik her insanı hidayete kavu ştururduk"." Bu âyetler de hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığını göstermektedir. 

Yaratma ve teklif Allah üzerine vacip değildir: Yüce Allah yaratmada hürdür. Kullarına görevler yükletmektede hürdür. Allah' in her şeyi insanın iyiliği için yapması gerektiğini söyliyen Mu'tezililer yanılmaktadırlar. Allah, emir veren, yasak koyan ve dilediğini yapandır. Onun fiilleri için bir yapma mecburiyeti düşünülemez.

GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 5



GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 5
Dönüşlerin sonsuz farzedilince tek olmaları da düşünülemez. Çünkü tek olana bir eklenince çift olur. Sonsuz olan bir şeyin, böyle bir eklemeye muhtaç olmaması gerekir. Eğer feleklerin dönüşünü sonsuz olarak farzedersek, bu dönüşlerin çift veya tek olmaması gerekir. Sonlu olan şeyin ise ne tek, ne de çift olmaması imkansızdır. Dönüşler tekliği ve çiftliği kabul ettikleri için feleklerin sonlu olmaları gerekir. Çünkü sonsuz olan dönüşler, tekliği ve çiftliği kabul edemezler. Bütün bunlardan şu sonuç çıkar ki alemde bir takım olaylar (hâdis olanlar) olmaktadır. Olaylardan yani hâdis olanlardan hali kalmıyan şey ise hadistir. Alemin hadis olduğu böylece anlaşılınca, onun bir muhdise yani yaratıc ıya muhtaç oldu ğu da anlaşılır. Bu yaratıcı da Allah'tır.

Alemdeki düzen, rnahlukattaki acaiplikler, ölümler ve doğumlar da bize yaratıcı bir Allah' ın varlığını göstermektedir. Nitekim Kur'an'da bunlara işaret eden bir çok ayetler vardır. "Biz yeri bir beşik dağları birer kazık yapmadık mı ? Sizi çift çift yarattık. Geceyi örtü kaldık. Gündüzü maişet vakti yaptık, Üstünüze sağlam sağlam yedi gök bina ettik. Pırıl pırıl parlayan bir kandil astık. O sıkı mengenelerden de şırıl şırıl bir su indirdik. Onunla dâne, nebat ve sarmaşmış bahçeler çıkaralım diye." " Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişlerinde insanlara yarar şeyleri denizde seyredip taşıyan o gemilerde, Allah' ın yukardan indirip yer yüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda deprenen her hayvanı orada üretip yaymasında, gökle yer arasında boyun eğmiş rüzgarları ve bulutları evirip çevirmesinde, aklı ile düşünen bir kavim için Allah'ın varlığına delâlet eden bir çok alâmetler vardır". "Görmediniz mi, Allah yeri göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmıştır. Onlarda ayı bir nur yapmış, güneşi de bir kandil olarak asmıştır. Allah sizi yerden ot gibi bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi yeniden yeni bir çıkışla tekrar çıkaracak". "Dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu siz mi yoksa biz mi yaratıyoruz".

2—Allah kadimdir. Vücûdünün başlangıcı yoktur. O her şeyden öncedir. Eğer Allah hadis olup kadim bulunmasaydı, bir muhdise muhtaç olurdu. Bu muhdis de diğer bir yaratıcının var olmasını gerektirirdi. Böylece her muhdis için bir yarat ıcı düşünmek icap ederdi. Bu sonsuza kadar böyle olurdu. Neticede akıl, muhdisi bulunmıyan, kendisi kadim ve her şeyden önce olan bir varlığı kabule mecbur kalır. Bu kadim Varlık da her şeyin yaratıcısı olan yüce Allah'tır.

3—Allah' ın vücûdu evvel olduğu gibi zahir, bâtın ve ahirdir. Kıdemi sabit olanın, yok olması imkansızdır. Eğer yok olacağı iddia edilirse denir ki yok olan ya kendi kendine yok olur, yahut kendisine zıd bir mu'dim tarafından yok edilir. Eğer kıdemi ve devamı düşünülen bir varlığın yok olması ileri sürülürse, denir ki: Var olan bir şeyin sebepsiz kendi kendine yok olacağı ileri sürülmüş olur. Varlık nasıl bir sebep gerektirirse, yok olmada bir sebep gerektirir. Oysaki kadim olduğu kabul edilen bir varlık için yok olma sebebi yoktur. Eğer kadim varlığın kendisine zıd bir mu'dim (yok edici) tarafından yok edildiği ileri sürülürse, böyle bir mu'dimin Allah'la birlikte bulunamıyacağı söylenir. Kıdemi kabul edilen ve her şeyden önce olduğu doğrulanan Allah'la birlikte, zıddının bulunacağı nasıl kabul edilebilir? Çünkü kadim olana zıd bir kadimin ezelde bulunması düşünülemez. Eğer Allah'a zıd olan mu'dimin kadim değilde, hadis olduğu söylenirse, bu imkansızdır diye cevap verilir. Çünkü kadime zıd olduğu söylenen hâdis ve mu'dim varlık, kadim varlıktan daha zayıf ve daha yetersizdir. Hadis olduğu için onun varlığı başka bir sebepten gelmiştir. Halbuki kadim varlığın böyle bir sebebe ihtiyacı yoktur. O halde hiç hadis olmıyan Allah, hem öncesizdir, hem de sonsuzdur. Allah bütün hadislerin yaratıcısıdır.

4— Allah yer kaplıyan bir cevher de ğildir. O bir yerle ilişkiden münezzehtir. Bu şöyle isbatlanabilir: Her yer kaplıyan cevher, kapladığı yerle ilgilidir. Böylece cevherin ya bu yerde sakin veya oradan hareket halinde olması gerekir. Cevher hareket ve sükündan hali kalamaz. Hareket ve sükûn ise hadistirler. Hadis olanlardan hali kalmıyan şeyler de hadistirler. Eğer hem yer kaplıyan ve hem de kadim olan cevher düşünülse idi, âlemin cevherinin kadim olması gerekirdi. Alemin ise var olmak için kıdemi ve yaratıcılığı kabul edilen Allah'a muhtaç olduğu açıktır. Hem Allah'ın yer kaplıyan bir cevher olduğunu söylemek, yukarda belirtildiği gibi onun hareket ve sükûnla ilgili ve hâdis olduğunu kabul etmek demek olur. Allah'ın kıdemi ise daha önce isbatlandı . Ancak birisi kadim olana yer kaplam ıyan anlamına cevher derse, söz bakımından hata etmiş olur ve fakat mâna
bakımından hata etmiş olmaz.

5—Allah cisim değildir. Çünkü cisim cevherlerden meydana gelmiştir. Allah'ın yer kaplıyan cevher olmadığı yukarda gösterildi. Buna göre Allah cevherlerden meydana gelen cisim de olamaz. Cevher birleşme, ayrılma, şekil, miktar, hareket ve sükündan hali değildir. Bütün bunlar ise hâdis olan şeylerin özellikleridir. Allah ise kadimdir. O halde, cevher ve cevherlerden meydana gelen cisim olamaz.

6—Allah araz da değildir. Çünkü araz cisimde bulunur ve cisimle var olur. Her cisim ise hâdistir. O halde cismin muhdisi yani yaratıcısı cisimden önce vardır. Bu yaratıcı da sonradan var olmuş bulunan cisimle beraber bulunamaz. Sonuç olarak Allah'ın araz olmadığı anlaşılır. Cismin yaratıcısı olan, nasıl onun bir vasfı olabilir. Cisim yok iken Allah vardır. Allah Hâliktir, Kâdirdir, Hayydır, Kayyûmdur. Hiç bir şeye benzemez ve benzetilemez.

7—Allah yönle ilgili olmaktan münezzehtir. Yönler yaratılmış şeylerin durumlarına göre isim alırlar. Kadim olan Allah için böyle bir şey düşünülemez. Çünkü yarattıklarına benzemez, yönler hâdistirler. İnsanın baş tarafına üst, ayak tarafına alt, göğüs tarafına ön, sırt tarafına arka diyoruz. Fakat Allah insanı mevcut biçimde değil de daire şeklinde yaratsaydı, böyle bir yön tayin etmek zorunluluğu olmıyacaktı . Demek oluyor ki yönler cisimlerin icaplarındandır. Allah ise cisim değildir. O halde onun için yön de yoktur. Şu kadar var ki biz dua ederken ellerimizi yukarı kaldırıyoruz. Çünkü gök duanın kıblesidir. Ayrıca bu kendisinden yardım umduğumuz yüce Tanrıya ulviyet ve büyüklük tanımak içindir. Çünkü o kahır ve istilâ bakımından her mevcudun üstündedir.

8—Allah arş üzerine yayılmıştır. Ancak bu yayılma cisimlerin yayılmasına benzemez. Böyle bir yayılma Allah'ın büyüklüğüne yaraşan bir yayılmadır. Bu yayılmada fani ve hâdis olan cisimlerin vasfını aramamak gerekir. Nitekim Kur'an'ı Kerim'de "Allah göğe yayıldı "  diye buyrulmuştur. Bu ancak kahır ve istilâ bakımından düşünülebilir. Bir çok din büyükleri bu âyeti Allah'a yakışan bir an-lamda tevil etmişlerdir. Nitekim "O nerede olursanız olunuz sizinle beraberdir"  ayetini de "nerede olursanız olunuz Allah sizi ihata eder ve bilir" mânas ında anlamışlardır. Hz. Muhammed "müminin kalbi Allah' ın iki parmağı arasındadır" diye buyurmuştu. Bu hadiste sözü edilen parmaklar, cismi değil, kahır ve kudreti ifade etmektedir. "Hacer al-Esved arzda Allah' ın sağıdır" hadisinde de sözü geçen taşın şerefine işaret edilmiştir. Çünkü bu sözlerdeki zahiri görünüş, insanı  muhale götürür. Eğer yayılma (istiva) sözü de yer tutma anlamına alınırsa, insanı muhale götürür. Çünkü Allah'ı yer kaplıyan ve arşa dokunan bir varlık farzedersek, Allah'a kemmiyet de isnat etmiş oluruz. Böyle bir durumda Allah'ın ya arşa eşit, ya ondan büyük veyahut da ondan küçük olması gerekir. Allah hakkında böyle bir şey düşünmek ise muhaldir. Çünkü cisim değildir. Allah'ın yer tutması fikri muhala götürdüğü için, bu fikir de muhaldir. Muhale götüren her şey muhaldir.

GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 4




GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 4

Gazzali'ye göre aklın ve naklin önemi 

Gazzali, kendi hayatındaki özel bir devre bir tarafa bırakılırsa din ve dünya işlerinin beraberce yürütülmesine taraftar olmuştur. Hz. Muhammed "yarın ölecekmiş gibi ibadet et, hiç ölmiyecekmiş gibi de dünya işlerine çalış" diye buyurmuştur. Nitekim Gazzali, yaptığı bir tasnifte bu yolu tutanları öğmüştür. Bu sınıflamaya göre insanlar 3 gruba ayr ılır: 

1— Ahirete iltifat etmeyip dünyaya dalanlar.

2— Bütün güçleriyle Ahirete yönelenler. 

3— Hem dünyanın, hem Ahiretin hakkını veren mutavassıtlar.

Gazzali bu gruplar içinde faziletçe en üstün olanların, üçüncü gruba girenlerin olduğunu yazmıştır. Peygamberlerin din ve dünya işlerini beraberce yürüttüklerini söylemiştir.

Gazzali aklın ve naklin doğruyu bulmakta beraber olduğuna da işaret etmiştir. Ona göre yalnız aklı reddedip nakli bilgilerle yetinenler, Allah' ın yarattığı bir nurdan mahrum kalırlar. Akıl, Şeriata zıt bir şey değildir. Aksine onu doğrulayıcıdır. Akıldan faydalanmasını  bilmiyenler çelişik şeyleri bile olduğu gibi kabul ederler. Örneğin bir insanın aynı anda iki yerde bulunabileceğini bile düşünürler. Şu kadar var ki yalnız aklı esas alıp nakle yüz çevirenlerde güneşin ışığını inkar edenlere benzerler. Bu gibiler, akıllarına uygun nasları kabul etseler bile kendilerince akla uygun görünmiyen nakli delilleri doğrulamazlar. Oysaki bunlar tevilin kanununu bilmiyenlerdir. Çünkü akılla naklin uyuşması bir çok hallerde mümkündür. En doğru yolu tutan kimseler akla ve nakle beraberce değer verenlerdir. Tevil kurallarını iyi bilenler, akıl ve nakil arasında çelişiklik bulmazlar. Şu kadar var ki Allah'a, Peygambere ve Ahiret hayatına iman tevilin dışında tutulmalıdır. Tevil yapacak olanların şu kurallara özellikle uyması gerekir. 

1—Her sorunda akıl ve nakli uyuşturmağa çalışmaktan sakınmak gerektirir Nitekim ulu Tanrı "size ilimden az bir şey verildi" diye buyurmuştur.

2— Akıl delilini asla yalanlamamak. Şeriatin bile akıl vasıtasiyle bilindiğini unutmamak icabeder.

3—Tevilde ihtimaller çeşitli olduğu zaman kesin bir hüküm vermekten kaçınmak gerektir. Çünkü Allah'ın ve Peygamberin sözleri hakkında zanla hüküm vermek doğru değildir. Yukardaki kuralları gözetmek şartiyle akıl ve nakli uyuşturmağa çalışmakta hiç bir sakınca yoktur.

Gazzali, akla çok önem veren bir düşünürdür. İhya'da ve Mizan al-Amel'de aklın yaratılan en şerefli nesne olduğunu söylemiştir. Mişkat al-Envar'da her şeyin özüne, sırrına ve gerçeklerine ancak aklın ulaşacağını, sebep ve hikmetleri çözeceğine işaret etmiştir. Akıl için uzaklık ve yakınlık söz konusu değildir. Akıl bir anda göklerin en yüksek noktasına çıkıp yerin dibine tekrar inebilir. Çünkü akıl Allah'in buhurundan bir örnektir."

Gazzali, akla verdiği bu şerefli değere rağmen gerçek ilahi bilgiyi elde etmekte onu yeter bulmuyor. İhya'da "akli ilimler kalbin selâmetine yeter değildir" demiştir.

Ona göre insan için en doğru yol, akıl ile nakli birleştirmek ve ikisine birden dayanarak kalbi kötülüklerden temizlemeğe çalışmaktır. Tevilin kurallarına uyulduğu takdirde bir çok güç sorunlarda dahi akıl ve naklin uyuştukları anlaşılır.

Şeriat bir bina, akıl da onun temeli gibidir. Bina olmadıkça, temel yetmez. Temel olmadıkca da bina sağlam olmaz. Akıl göze, şeriat ise ışığa benzer. Dışardan ışık gelmedikçe göz görmez. Gözsüz sırf ışıkla da görmek mümkün de ğildir.

İşte akıl ve tevil konusunda yukarda genel olarak görüşlerinden söz ettiğimiz Gazzali, bazan çelişikliğe de düşmektedir. Nitekim Mişkat al-Envar'da ve ar-Risalet al-Ledunniye'de tevil hususunda çok ileri gitmiştir. Hattâ Peygamberin her sözünün altında bir rumuz bulunduğunu ima etmiştir." Keza Cevahir al-Kur'an'da" Kur'an' ın zahirine kıymet vermiyerek asıl mananın bâtında bulunduğunu, Kur'an' ın rumuz ve işaretlerle dolu olduğunu ileri sürmüştür. Halbuki Gazzali, al-Kıstas al-Mustakim'de, Kavasım al-Bâtiniye'de ve al-Kanün fi't-Tevil de gereğinden fazla tevile taraftar olmanın aleyhinde bulunmuştur. İhya'da zahir ile batının beraber olduğu tezi üzerinde durmuştur. Fakat daha önce de dokunduğumuz gibi Gazzaliyi bu gibi çelişmelerinden dolayı mazur görmek gerektir.

İbn Tufeyl (Ölm.H.581/M.1185)'in de belirttiği gibi, Gazzali, kendi görüşlerini şu 3 zümreye göre açıklamıştır:

1—Halkın katıldığı ve benimsediği görüşler. 

2— Soranlara ve öğrencilere göre olan cevaplar.

3—İnsanın kendisine has olan görüşler. Bu bölüme giren görüşler ancak fikirdaşlara ve sırdaşlara açıklanabilir.

Gazzali, Cevâhir al-Kur'an'da herkese açmadığı görüşlerini bir eserine dercettiğini haber veriyor. Onun bu ifadesi de yazıları arasındaki bazı küçük çelişmelerin nedenini göstermektedir. Çelişik görünen bazı ifadeleri, Gazzali'nin değerini asla küçültmez. Bir gül bahçesinde bazı sarmaşıkların da bulunması mümkündür. Gazzali, İslam düşüncesinin yetiştirdiği eşine az rastlanan büyük bir düşünürdür. Allah ondan razı olsun.

Gazzali'nin kelâm anlayışı  

Yukarda da dokunduğumuz gibi Gazzali, bazı kimselerin kelâm ilmiyle uğraşmalarını hoş karşılamamıştır.  Bununla birlikte imanı ve anlayışı kuvvetli olanların, akla gelen küçük şüpheleri yoketmek ve bazı kimselerin müşküllerini çözmek için kelâm ilmiyle uğraşmalarını  yerinde bulmuştur.

Gazzali, başkalarının müşküllerini çözmek ve sapıklara karşı İslâmiyeti savunmak amaciyle kelâm ilmiyle uğraştı . Nitekim Kur'an'da bile sapıklara ve kâfirlere karşı delil soran âyetler vardır: "Ondan başka tanrılar mı edindiler? Sen onlara deliliniz varsa getirin de"."Ta ki helâk olan apaçık bir delilden sonra helâk olsun, diri kalan da apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın". "Allah kendine evlat edindi dediler. Haşa Allah bundan münezzehtir, o mustağnidir. Gökte ve yerde ne varsa hepsi onundur. Yanımızda iddianıza ait hiç bir delil de yoktur".  "Onlarla en iyi ve en güzel olanı delil göstererek mücadele et". "Musa'yı açık deliller ve mu'cizelerle gönderdik". "Bu, İbrahim'e kavmine göstermek üzere verdiğimiz delilimizdir" "Yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök fesada uğrarlardı". "Eğer kulumuza indirdiğimiz vahiylerden şüphe ediyorsanız, (gücünüz yettiği takdirde) onun gibi bir süre getiriniz", "Onu ilk kez yapan diriltir de".

Bu âyetler yanında, Sahabenin gerekince sapıklara ve kâfirlere karşı deliller kullanarak mücadele ettikleri de bilinmektedir. Mantık ve dini delillerle sapıkları doğru yola çağıran Sahabe'den birisi, Hz. Ali'dir. Hariciler ona karşı koymuşlardı. Onun Cemel vakasından sonra, müslüman esirlerden ganimet almadığından ve cariyeler almağa müsaade etmediğinden yakınıyorlardı . Hz. Ali de "bu hükümler kâfirler hakkındadır. Bir müslüman kadının savaş sebebiyle bir müslüman erkeğe cariye olarak verilmesi caiz de ğildir. Hz. Aişe'yi birinize verseydim helâl bulurmuydunuz? Biliyorsunuz o müslümanların anasıdır" diye seslendi. Bunun üzerine ona karşı koyanlardan 2000 kişi hatalarını anlıyarak tekrar Ehl-i Sünnet yoluna döndüler.

Yine Hz. Ali'nin ve Hz. Hasan' ın kaderci görüşlü bazı kimselerle tartıştıkları ve onların bazılarını ikna ettikleri söylenir. Abdullah b. Mes'ud'la Yezid b. Umeyre'nin iman hakkındaki tartışmaları daha ilgi çekicidir. Abdullah b. Mes'ud "ben müminim demek ben Cennete giderim demektir" diye söyleyince Yezid b. Umeyre şöyle karşılık vermiştir: " İman Allah'a, Peygamberlere, meleklere, kitaplara, yeniden dirilmeğe, hesap gününe inanmak, namaz, oruç ve zekâtın gereğini yapmaktır. Bizim buna rağmen günahlarımız vardır. Eğer bu günahlarımızın bağışlanacağını bilirsek, Cennete gideceğimizi biliriz. Bunların bağışlanıp bağışlanmıyacağını ise ancak Allah bilir. Bu sebeple biz mu'miniz deriz ve fakat cennete gideriz diyemeyiz". Bu delil karşısında Abdullah b. Mes'ud hatasını anladı ve fikrinden vaz geçti.

Şu noktaya da işaret etmek gerekir ki Sahabe devrinde bu gibi tartışmalar yaygın değildi. Kelâm ilmine dair eser yazılmadığı gibi dersler de verilmezdi. Daha sonraları sapık fikirler ve fırkalar türedikce, islâmiyeti akli ve nakli delillerle korumak amaciyle kelâm ilmi benimsendi. İşte bu sebeple Gazzali de al-Iktisad İlcâm al-Avâmm An İlm al-Kelâm, Kavaid al-Akâid ve ar-Risâlet al-Kudsiye gibi kelâmi eserler yazdı .

Gazzali, kelâmi sorunlar arasında ilkin Allah' ın varlığını isbata ve onun sıfatlarını anlatmağa önem vermiştir. İhya'da Allah' ın bilinmesine dair bize 10 bölüm halinde deliller vermiştir.

Allah' ın varlığı ve sıfatları  

1— Alem hâdistir. Hâdis olanı ise var eden bir sebep vardır. Hadisin var olmakta bir sebebe dayandığı akıl bakımından açıktır. Hadis olanın öncelik ve sonralık bakımından zamanla ilgisi vardır. Var olanın önce veya sonra meydana gelmesi bir muhassısa ihtiyaç gösterir. Bu muhassıs ve bu sebep de yüce Allah't ır.

" İsbatınız âlemin hadis olmasına dayanıyor. Alemin hâdis olduğunu nasıl isbat edersiniz"? denirse, deriz ki Alemin cisimleri hareket ve sükündan hali değildir. Hareket ve sükundan ise hâdistirler. Hâdis olanlardan hali kalmıyan şey ise hâdistir. Bu isbatı kuvvetlendirmek için sözü geçen önermeler ve sonuç üzerinde biraz daha durmak gerektir: 

a) Alemin cisimleri hareket ve sükûndan hali değildir. Bu bedihi olarak bilinen bir gerçektir. Çünkü hareket ve sükündan hali bir cismin varlığını iddia eden kimse, düşüncenin kanununu bilmiyen bir cahildir. 

b) Hareket ve sükun hâdistirler: Hareket ve sükünun birbirlerini takip etmeleri ve birisi var olduktan sonra diğerinin husule gelmesi, onların hadis olduğunu gösterir. Akıl, sakin bir cisimin hareketine ve hareket halinde bulunan bir cismin ise sükûnuna cevaz verir. Çünkü cisme arız olan bu şeyler geçicidir. Hareket ve sükundan birinin kadim olması, onun geçici ve yok olmasını imkansız kılar. Hareket ve sükündan her birinin geçici oldu ğu ise meydandadır. O halde onlar kadim olamazlar. 

c) Hâdis olanlardan hali kalmıyan şey hâdistir: Eğer böyle olmasaydı, her hâdisten önce başlangıcı olmıyan hâdislerin olması gerekirdi. Eğer bu hâdisler hep birden yok olmasalardı, nöbet yaşanan andaki hadise kadar uzanmazdı . Hâdis olanların yokluğa geçmeleri gerçektir. Çünkü sonsuz olan yok olamaz. Başka bir deyimle bu şöyle isbatlanabilir: Feleklerin sonsuz dönüşleri olsaydı, bu dönüşlerin sayısı ya çift ya tek, yahut hem çift hem tek, veyahut da ne çift ne de tek olurdu. Feleklerin sonsuz farzedilen dönüşlerinin hem çift hem tek olması düşünülemez. Ne çift, ne de tek olmaması da düşünülemez. Çünkü bunlarda nefy ve isbat bir aradadır. Biri var olunca diğeri yok olur. Biri yok olunca diğeri var olur. O halde çiftlik ve tekli ğin ikisi birden yok olamıyacağı gibi, ikisi birden var da olamazlar. Geriye dönüşlerin ya çift veya tek olması kalıyor. Dönüşler çift olamazlar. Çünkü ikiye bir eklenince üç olur. Bu da tektir. Sonsuz olan şey birin eklenmesine nasıl muhtaç olabilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...