13 Şubat 2012

KANDİL GECELERİ BİD’AT’Çİ NİCELERİ

Mİ'RAC  KANDİLİ:


Mirac olayının  gerçekleştiği   Receb ayının  27.  gecesidir  . Tasavvuf  kültürünün  ağırlıkta  olduğu  Osmanlı  gibi  ülkelerde      kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.
   Sünnet ve Bid'atler kitabının yazarı  Şukayri (rh) receb   ayındaki bid'atler bölümünde şunları söyler:  "Mi'rac kıssasını okuyup recep ayının yirmi yedinci gecesini kutlamak ve bazı insanların bu geceye has bazı zikir ve ibadette bulunmaları bid'attır. Receb, Şa'ban ve Ramazan aylarında okunan -gayrı sabît- dualar bid'at ve uydurmadır, şayet bunlarda bir hayır olmuş olsaydı bizden öncekiler bunda bizleri geçerlerdi. İsra, Mi'rac ve mezkur ayın ihyasına dair hiç bir delil kaim olmamıştır." (Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143)
    Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'de Recep ayının yirmi yedinci gecesi ile ilgili olan namaz hakkında şöyle der:
"Muteber alimlerin belirttiği gibi; İslam alimlerin ittifakıyla bu, (namaz) meşru değildir. Bu ancak cahil ve bid'atçı kimseden sudur eder."( Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143 )
Bu gecede de mevlit okumak adet halini almıştır. Böylelikle bir bid'ata diğer bir bid'at eklenmiş  katmerlenmiştir .
KADİR     GECESİ
Kur’an-ı Kerim’in  97. suresi olan bu surede ALLAH-u Teala,  Kadir  gecesinin  bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.  Alimlerin  ağırlık  görüşü Ramazan  ayının    27. gecesini  tahmin  etmelerine  rağmen  kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Peygamberimizin (sav) mü’minlere tavsiyesi,  Kadir gecesini Ramazanın son on gününün tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur. Buna göre Kadir gecesi Ramazanın 21, 23, 25, 27 ve 29.  gecelerinden herhangi biri olabilir.          Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Rasûlullah(s.a.v) (sav) Kadir  gecesinin  Ramazanın  kaçıncı  gecesi  olduğunu  kati  olarak  bildirmemiştir  .
 Kandil  geceleri  hakkında   sahih  olanı  ayetle  sabit  olan ve  bin aydan  değerli  olan  kadir  gecesidir.  Bu  gece  için  ne  yapayım  diyen hz. Aişe'ye (r.anha)   Rasûlullah(s.a.v)  s.a.v.
 ALLAHtan  af  dilemesini   bildirmiştir.
 Ey  ALLAHım  afedicisin  ,  affetmeyi  seversin  beni de  affet  mealindeki  duayı    söylemesini   her geceki  normal   ibadet ve  dualarından  fazlaca  olarak  bunu  eklemesini  bildirmiştir.
eALLAHümme inneke afuvvun  tuhibbul afve fa'fu anni
ـ2ـ وعن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّهِ: إنْ وَافَقْتُ لَيْلَةَ الْقَدْرِ مَا أدْعُوا بِهِ؟ قَالَ: قُولِى اللَّهُمَّ إنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى[. أخرجه الترمذي وصححه.الفصل السابع عشر: في دعاء العطاس
2. (1864)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Ey ALLAH'ın Rasûlu, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?" Şu duayı okumamı söyledi:
"ALLAHumme inneke afuvvun, tuhibbu'l-afve fa'fu annî. (ALLAHım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet." [Tirmizî, Da'avât 89, (3508).][187]  Kutub-,  sitte 1864
    Kadir gecesinin ihyası ile ilgili olarak Peygamber (sav)’den bir dua haricinde herhangi ibadet tavsiye edilmemiştir
REGAİB    KANDİLİ
Kur’an-ı Kerim’de  receb  ayı   hakkında  "...bunlardan dördü hürmetli aylardandır... “(Tevbe: 9/36)
Bu aylar da: Receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. Receb ayının faziletine dair herhangi özel bir hadis rivayet edilmemiştir. Receb  ayı  haram (içinde savaş açılması yasak) aylardan biridir. Bu ayla ilgili olarak Peygamberimizin:
    “Ya Rabb'i, Receb ve Şaban aylarını hakkımızda mübarek eyle ve bizi Ramazan'a erdir” diye buyurduğu rivayet edilmiştir. (Bu hadisi İbn Hacer El-Askalanî, Tebyin El-Aceb Bima vera fi Fazli Receb adlı eserinde anlatmaktadır: s. 11, 12. Orada hadisin Bezzar tarafından Müsned'inde, El-Taberâni ve Beyhaki tarafından faziletli vakitler bölümlerinde ve Ebu Yusuf el-Kadî'nin Kitab El-Sıyamında, kaydettiklerini söylemektedir. İbn Hacer-El-Askalanide bu hadisin senedinin sağlam olmadığını söylemektedir. Heysemi, Keşi el-Üstaz An Zevaid'il Bezzar, Tahkik: Habib El-Rahman El-Atemi, c. 1, s. 457,    H. No: 961.)
  Bunun dışında Recep ayının fazileti ile ilgili olarak Peygamberimizden bize hiç bir sağlam hadis gelmiş değildir. Başka bir deyimle, bu konuda var olduğu ileri sürülen hadislerin tümü asılsız ve yalandır.
    ""Receb ALLAH'ın ayıdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan da tüm ümmetin ayıdır. Denildi ki ; ey ALLAH'ın rasulu !  Receb  ALLAHın ayıdır  sözünün  anlamı nedir? dedi ki ; o ay  mağfirete mahsus  bir aydır."
Sonra  uzun bir  hadis  rivayet  etti ve  orucu  teşvik etti . sonra  dedi ki ; Recebin ilk  gecesi gafil  olmayınız. O meleklerin Reğaib  diye  adlandırdığı  gecedir. Sonra  şöyle  dedi ; kim Receb'in  ilk  perşembesi oruç  tutar , sonra  akşam ile  yatsı  arasında (yani cuma  gecesi)  oniki rekat  namaz  kılar  ve  her rekatta  bir kez  Fatiha  , kadr suresini üç kez  , ihlası oniki  kez okur  sonra  her  iki rekat  arasını  bir  selamla  ayırır ve  namazını  bitirince  bana  yetmiş kez  selavat  getirir , sonra da ; ALLAHım ! Ümmi  olan  Nebi  MUHAMMED'e  ve  aline   salatta  bulun, der , sonra secde   eder ve  secdesinde  Subbuhun Kuddusun  Rabbu'l Melaiketi ve'r Ruh  der  ve  başını  kaldırır yetmiş  kez de  ; rabbim  bağışla  ve  merhamet  et, bildiğin  günahlarımı affet.  Çünkü  sen  yüce  olansın  der ve  ikinci  secde de  birinci  secdede  söylediği  gibi  söylerse  ve  ALLAH'tan  ihtiyacını  dilerse  o  ihtiyacı  görülür" şeklinde rivayet edilen hadis ise münker bir hadistir. Uydurmadır. Ravileri  bilinmez.  Meşhur  Reğaib  namazı  budur !
Hadis  hafızlarının  hepsi  bu  hadisin  uydurma  olduğunu  söylemişlerdir. Bu  konuda  eserler  yazdılar. El Hatib'in  bu  namaz   hakkındaki  sözünün yanlış  olduğunu  söylediler.
Onun çağdaşlarından  , ona  ilk  cevap  veren  İbn Abdusselam'dır. Bu  namazın  uydurma  olduğu  el Hatib  gibi  insanlara  gizli kalmaz. Onun  bu  sözü  neden söylediğini ALLAH bilir. Hafızların  bu  uydurma  namaz  hakkında  uzunca  konuşmalarının  sebebi el Hatib'in  sözüdür. Bu  uydurma  hadis  el Hatib'in  onunla  onunla  uğraşamayacağı  kadar  önemsizdir. Bu hadisin  uydurma  olduğunu ,  hadis  ilminden en  küçük ilmi  olan  dahi  anlar.
   El Feyruzbadi  , el Muhtasar'da ; "O  hadisin  uydurma  olduğu  ittifakla  kabul  edilmiştir"  der.  Hakeza  el Makdisi de  aynı  şeyi  söyler  ve  bu  konuda  konuşulması  gereken   yeterince  uzun  söz  söylenmiştir.  Bu hadisi , Rezin  İbn Muaviye  el Abderi'nin    nereden  derlediği  belli  olmayan  uydurma  haberleri , İslam  diyarlarına  karıştırarak  yazdığı kitaba , bu hadisi  koyması Müslümanlara yaptığı   (açık)  hıyanettir.
(İmam  Şevkani ; El-Fevaid  El-Mecmua Fi'l-Ehadis El-Mevdua -MEVZU  HADİSLER,  sayfa  250-251 , Medarik  yayınları)

      Aynı zamanda receb ayının fazileti hakkında; "Kim bu ayda şu kadar namaz kılarsa onun için şu kadar ecir vardır. Kim de şu kadar istiğfarda bulunursa ALLAH katında onun için şu kadar ecir vardır" gibisinden rivayet edilen diğer hadislere gelince bunların hepsi olduğundan fazla abartma hadislerdir. Hepsi de yalan ve uydurma hadislerdir.  Bu hadislerin mevzu olduğunun alametleri olduğundan fazla mübalağaların yapılmasındadır.

Alimler şöyle der: "Küçük bir işe karşılık büyük sevaplar vadedildi mi, ya da küçük bir günaha karşılık büyük azap verileceği tehdidi yapıldı mı bu durum, böyle hadislerin uydurma olduğunu gösterir."
Alimlerin bu hadisleri açıklamaları ve insanları bunlardan sakındırmaları gerekir. "Yalan gördüğü bir hadisi rivayet eden bir kimse de yalancılardan biri olur."( Müslim.)  

     Bazan insan rivayet ettiği hadisin mevzu olduğunu bilmez. Aslında bilmek gerekir. Hadislerin kaynaklarını tanımak gerekir. Güvenilir bir çok hadis kitapları var. Özellikle de zayıf ve mevzu hadisleri bildiren kitaplar. Bunlardan bazıları şunlardır. "El-Makasit El-HaseneSahavi'ye ait. "Temyiz-i'l-tayyib min-el'habisi limâ yedru alâ elsineti'l-n 'Nâsi min'l-Hadisiİbn Diyb'in "Keşfu'l Hâfâ ve'l ilbâsi fimâ iştehere min-el'ehâdisi alâ el'sinet-i'n-Nâsi"Acûlini'nin.
      Daha bir çok hadis kitapları mevcuttur. Bunları hatiplerimize bildirmek gerekir. Hem de iyiden iyiye tanıtmak lazım gelir ki bir daha kaynaksız tek bir hadis dahi rivayet etmesinler.


Receb Ayında Oruç Tutmak  –  Regaib   Kandili  Dolayısıyla  Oruç Tutmak 

     Peygamber (s.a.v)'den  ramazanın dışındaki diğer ayları oruçlu geçirdiğine dair herhangi birşey rivayet edilmemiştir. En çok oruç tuttuğu ay şaban ayıdır. Bu ayı da tamamen oruçlu olarak geçirmemiştir. İşte asıl sünnet olan budur. ALLAH Rasulu (s.a.v) bazı aylarda tutar bazı aylarda ise tutmazdı. "Bazan oruç tutardı biz derdik herhalde   daha orucunu açmayacak bazı zamanlar da tutmazdı biz derdik herhalde daha oruç tutmayacak"  (Buharı, Müslim ve Ebu Davut.)
         Türkiye  gibi  halkının  çoğunun  geneleksel  dini  yaşandığı  ülkelerde  bazı  kişiler  Receb   ayının   hatta   Şaban    ayının da  tümünü  oruçlu olarak geçiriyorlar. Böyle bir şey ne Peygamber (s.a.v)'den varit olmuş ne sahabeden ne de selef-i salihinden rivayet edilmiştir. Ramazanın dışındaki aylarda oruç tutmanın en evlası bir gün tutup bir gün terketmektir. Yoksa ardı ardına oruç tutmak olmaz.Kim birilerine uymak istiyor ve sevap elde etmeyi amaçlıyorsa Peygamber (s.a.v)'e uysun. Receb  ve   Şaban ayının tümünü oruçlu olarak geçirmesin. Bu  evla olanıdır.

   Hazret-i Enes (ra) anlatmıştır: Üç kişilik bir grup Peygamber Efendimiz’in (asm) ibadetinden sordular. Kendilerine anlatılınca, azımsayarak şöyle dediler: “Peygamberin (asm) yüce mevkiinden kendimize bakacak olursak biz neredeyiz? o*nun geçmiş ve gelecek günahları bile bağışlanmıştır.” o*nlardan birisi:
Ben geceleri hep namaz kılacağım ve hiç uyumayacağım” dedi. Diğeri:
Ben bayram günlerinden başka tüm seneyi oruçlu geçireceğim ve hiç ara vermeyeceğim” dedi. Öbürü:
Ben de kadınlardan ayrı bir yere çekileceğim ve hiç evlenmeyeceğim” dedi.
Rasûlullah Efendimiz (asm) gelince bunları çağırttı ve dedi ki:
Şöyle şöyle konuşanlar sizler misiniz? Haberiniz olsun; ALLAH’a and olsun ki, ben sizin ALLAH’tan en çok korkanınızım ve sizden daha çok takva sahibiyim. Fakat ben bazen oruç tutar, bazen ara veririm. Geceleri namaz da kılarım, istirahat için uyurum da. Benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.
(imam Nevevi ; Riyazus salihin 143)    
Buna  benzer  başka  bir  hadiste   şöyledir :

Ebû MUHAMMED Abdullah b. Amr b. El-Âs (ra) anlatır: Benim “Yaşadığım sürece gündüzleri oruç tutacağım ve geceleri ibadete kalkacağım” dediğimden Rasûlullah (asm) haberdar olmuştu. Bana:
Bu sözü söyleyen sen misin?” buyurdu. Ben:
Evet, ya RasulALLAH, doğrudur” dedim. Rasûlullah (asm):
Böyle yapma. Bazen oruç tut. Gecenin bir kısmında uyu. Gecenin bir kısmında namaza kalkman yeter. Şüphesiz cesedinin senin üzerinde bir hakkı vardır. İki gözünün senin üzerinde bir hakkı vardır. Eşinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Misafirlerinin senin üzerinde bir hakkı vardır. Her ayda üç gün oruç tutman sana yeter. Zira sana her iyiliğin o*n misli sevap vardır. Bu üç günlük oruç yıl orucu gibi olur” buyurdu. Ben:
Ey ALLAH’ın Rasûlu, benim daha fazlasına gücüm yeter!” dedim. Rasûl-u Ekrem (asm):
 O  zaman ALLAH’ın Peygamberi Hz. Davut (as) orucunu tut. Üzerine fazlalaştırma” buyurdu. Ben:
Dâvud orucu nedir?” dedim. Rasûl-u  Ekrem (asm):
Yılın yarısında tutulan oruçtur. Bir gün oruç tutar, bir gün yersin” buyurdu. Ben:
Bundan daha fazlasına gücüm yeter” dedim. ALLAH Rasûlu (asm):
Bundan daha faziletli oruç yoktur. En faziletli oruç Dâvûd orucudur” buyurdu.

Abdullah (ra) yaşlandıktan, güç ve kuvvetten düştükten sonra derdi ki: “Keşke ben Resûlullah’ın (asm) tavsiye ettiği üç günlük orucu kabul etmiş olsaydım. Bana ailemden de, malımdan da daha sevimli olacaktı. Fakat heyhat! Şimdi çok geç!
(imam Nevevi ; Riyazus salihin 150)

        Söz konusu cuma günü oruç tutmak, sözgelimi bir önceki veya bir sonraki cuma günü oruç tutmaktan daha kuvvetli ve öncelikli bir müstahabdır. O cumanın gecesi de öbür cuma gecelerinden daha üstün olduğu gibi o gece kılınacak olan nafile namaz özel olarak öbür cuma geceleri kılınacak nafile namazlardan ve genel olarak diğer bütün gecelerde kılınacak olan nafilelerden daha faziletli ve daha çok sevap kazandırıcıdır. Çünkü eğer adamın zihnine böyle bir inanç yerleşmeseydi bu güne ve geceye özellik tanıma isteği içinde uyanmazdı. Çünkü sebepsiz yere tercih, olacak şey değildir.                
                 Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:
Geceler arasında cuma gecesini nafile ibadet için ve günler arasında cuma gününü de nafile oruç için özel olarak belirlemeyiniz. Eğer cuma günü tutmakta olduğunuz bir oruca rastlarsa o başka.” (Müslim, Sahih, H. No: 1144, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Tutma, c. 2, s. 801.)
   Buharî ile Müslim'in, yine Ebu Hureyre'ye dayanarak kaydettikleri aynı konudaki bir başka hadisde şöyledir:
İçinizden biri, cuma günü, ancak bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte nafile oruç tutsun.” (Buhari, H. No: 1985, c. 4, s. 232, Feth-El-Bari, Müslim, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutma, H. No: 1144.)       
     Öte yandan Buharî'nin bildirdiğine göre:
Peygamberimiz, (salât ve selâm üzerine olsun) bir cuma günü Cüveyriye bint-i Haris'in evine gittiğinde kendisinden onun oruçlu olduğunu öğrendi. Bunun üzerine ona:
“Dün de oruç tuttun mu?” diye sordu. Cüveyriye:
“Hayır” deyince Peygamberimiz kendisine:
“Peki, yarın da oruç tutmak istiyor musun?” diye sordu. Cüveyriye bu soruya da:
“Hayır” diye cevap verince Peygamberimiz ona:
“O halde orucunu boz” diye buyurdu.  
        
     Buharî ile Müslim'de belirtildiğine göre:
MUHAMMED b. Abbad b. Cafer bir defasında Kâbeyi tavaf ederken sahabilerden Cabir b. Abdullah'a:  
     “Peyamberimiz, cuma günü nafile oruç tutmayı yasakladı mı?” diye sordu ve Cabir de bu soruyu:            
             “Şu Beytullah'ın Rabb'i hakkı için, evet” diye cevap verdi(Müslim, K. oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutmanın Keraheti, H. No: 1143, Buhari, c. 4, s. 232, H. No: 1984)        

 “Tek başına cuma günü nafile oruç tutmayınız”  demiştir. (Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 288)

      Biri ortaya çıkar da “söz konusu gün ve gecede (Regaib adı ile anılan gün ve gece) oruç tutup namaz kılmak diğer vakitlerde tutulan oruç ve kılınan namaz gibidir. İnancım budur. Bununla birlikte bu gün ve gecelere özellik tanıyorum” derse, adamın bu davranışı ya taklitçilikten ya yaygın adetlere uymaktan ya kınanma endişesinden veya bunlara benzer bir başka sebepten ileri gelebilir. Yoksa adam yalan söylüyor demektir. Buna göre bu davranış, mutlaka asılsız bir inançtan veya din dışı başka bir gerekçeden kaynaklanıyor demektir ki, bunlar batıl itikatlardır.
        Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber Efendimiz ne sahabiler ve nede diğer imamlar bu günün (Regaib adı ile anılan günün) üstünlüğü veya özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin faziletli olduğu hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Bu gün ve bu gece ile ilgili olarak var olduğu ileri sürülen hadis uydurmadır (mevzudur).
Böyle bir gün ve gecenin İslâma maledilmesi girişimi, hicrî dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.


Regaib  Gecesi    Namazı !

    Bu   geceyi İhya etmek maksadıyla Recep ayının ilk Cuma gecesi yani  akşamla yatsı arası kılınan 12 rekatlık namazın ve bu gecenin fazileti hakkında dayanılan rivayet şudur:
Enes İbn Malik (r.a.) ALLAH Rasulu (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Receb  ayında orucun faziletini zikrettikten sonra, devamla) "O ayda bulunan ilk cuma gecesinden gafil olmayın. Çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir. Kim recep ayının ilk Perşembe gününü oruç tutar ve o günün, akşamla yatsı arası on İki rekat namaz kılarsa, (namazın keyfiyetini açıkladıktan sonra) ALLAH-u Teala  o kimsenin günahlarını bağışlar." (Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 39-40)
     İbnu'l-Cevzi bu hadis hakkında şunları söyler:
      "Bu hadis ALLAH Rasûlu (s.a.v.) üzerine uydurmadır. Ali İbn Abdillah İbn Cahdami bu rivayetiyle ilim ehli tarafından itham olunup yalancı sayılmıştır.  Bu  hadisin  ravileri meçhuldür. Ravilerle ilgili bütün kitaplarda onları aradım ve bulamadım."   (Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 40, İbnu'l-Cevzi, el-Mevdu'at, c.2s. 125-126)      
İbnu'l-Cevzi  sözüne şöyle devam eder:
      "Bu hadisi uyduran kimse  bid'atında  çok aşırı gitmiştir. Çünkü bu namazı kılan kimse önce gündüz oruç tutacaktır. Belki de o günün gündüzü çok sıcaktır, oruçlu olunca da akşam namazına kadar haliyle yemek yeme imkanı bulamıyacaktır. Akşam namazından sonra, bu namaz için uzun tesbihat sebebiyle kıyamda ve secdede duracak gayet eziyet çekmiş olacaktır.   Ben doğrusu ramazan ve teravih namazlarına nazaran insanların bunda, nasıl izdihamlaştıklarını kıskandım.   Bilakis bu namaz halk indinde diğerinden daha büyük ve değerlidir. Çünkü bu namazda diğer beş vakit namaza gelmeyenler hazır bulunuyor.              ( Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.30. İbnu'l-Cevzi. el-Mevdu'at c.2s. 127)      

       Bu günü ve geceyi kutlamak, Müslümanlar arasında hicrî dördüncü yüzyıldan sonra adet olmaya başlamıştır. Bu kutlama ile ilgili olarak bütün alimlerin söz birliği ile uydurma sayılan bir hadis ortaya atılmıştır. Bu sözde hadise göre, o gün oruç tutmanın ve o gece cahiller arasında “Regaib Namazı” adı ile anılan bir namaz kılmanın fazileti belirtilmiştir. Bir kısmı bizim mezhebimizden olan bazı son dönem alimleri (Muteahhirin) de bu gün ve geceden söz etmişlerdir.
         Bu konuda araştırmacı alimlerin savundukları ortak doğru görüşe göre, o gün oruç tutmaktan ve o gece adı geçen asılsız namazı kılmaktan kaçınmak gerekir. Ayrıca o gün kutlamak için ortaya çıkarılan özel yemekler hazırlama ve güzel elbiseler giyinme gibi geleneklerden de uzak durmalıdır. Böylece o gün, öbür normal günler gibi bir gün sayılsın ve ona hiç bir özellik tanınmamış olsun.
Bu kategoriye giren asılsız kutlama günlerinden biri de Receb ayının ortasına rastlayan gündür. Bu gün “Ummu Davud” adı ile anılan bir namaz kılma adeti ortaya atılmıştır. Oysa bu günü kutlamanın şeriatta asla yeri yoktur.

  Hafız Ebu'l-Hitab ise şunu söyler: "Regaib namazını uydurmakla ittiham edilen kimse Ali Ibn Abdillah İbn Cahdami'dir. Meçhul olan raviler üzerine uydurmuştur. Ki bunlar, kitabların tümünde mevcut değildir”.( Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.40)
Hafız el-Irakı şöyle der:
"Rezzin, kitabında bunu irad etmiştir. O uydurma bir hadistir" (Çukayn, Es-Sunenu ve'l-Mubîede'at s. 140)
İmam  Tartuşi   şu sözünü ekler:
"Receb ayındaki regaib namazı ise,  Beyti'l-Makdis'de bizim bulunduğumuz yerde ancak  h. 480 senesinde ihdas (uydurulmuş) edilmiştir. Bundan önce bu namazı ne gördük ve ne de duyduk." (Tartusi, EI-Havadisu ve'l-Bida'us. 133)

    Özellikle Regaib gecesi ile ilgili olarak halk arasında meşhur olan Regaib  namazıyla ilgili rivayeti, 1023 (h. 414) yılında vefat eden Ali b. Abdullah b. Cehdâm isimli Mekkeli  sûfî   bir zatın ihdas ettiği / ortaya çıkardığı kaynaklarda belirtilmektedir.
 [İsmail b. Ömer İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, c. 12, s.16; Nebi Bozkurt, “Kandil”, DİA, c. 24, s. 301]
  
    Görüldüğü gibi bu gecede mevlit okuma işi bu namaza nisbeten yeni sayılıp daha sonra uydurulmuştur.
      Zaten bu hadis sahih olsa , onu en başta kuran sünnet takipçisi olan bizler kabulleniriz. Bidat olan kandilleri kabullenenler bu hadisi sahih diyerek yapmamaktadırlar.   İçlerinden ilimden uzak sefihleri , hadis alimin kitabında gördüğü hadis hakkındaki şerhi ve hadisin sıhhat derecesini beyan eden açıklamalarını dikkate almadan mal bulmuş mağribi gibi delil diye sarılmışlardır. İçlerinden ilmi yönden mürekkeb yalamışları bu hadisin sahih olmadığının farkındadırlar. Adet haline getirilen bu kandil tabusuna boyun büküp teslim olduklarından sürü pisikolojisiyle hareket ederek ikamet ettikleri yerlerde kalabalığa-çoğunluğa uymaktadırlar.

Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni ALLAH yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece "zann"a uyarlar ve saçmalarlar. Enam 116


------------------------------------------
Sonuç olarak şu söylenebilir ki ;
     Ramazan ayının bütün geceleri için özellikle Kadir gecesi için ALLAH Resulü belirli bazı ibadet ve duaları tavsiye etmiş bilfiil onları yaptığı için günümüze kadar yaşanan bir sünet olarak devam etmektedir.
      Eğer Şaban ayının 15. gecesi Recep ayının ilk Cuma gecesi, isra ve miraç gecesi için sünnet ile sabit bir ibadet meşru olsaydı sahabe kurban, teravih, bayram, ibadetlerini ittifak halinde kendilerinden sonraki nesillere intikal ettirdikleri gibi bu kandil gecelerinde namazı gündüzlerinde orucu aynı şekilde intikal ettirirlerdi. Bu geceleri kutlamaktan gündüzlerini oruç tutmaktan sahabenin haberi olmamıştır

Ne Kur’an’da ve ne de sünnette bugün geniş halk kitleleri tarafından kutlanan kandil gecelerine işaret vardır.
    Mübarek kabul edilen bu geceler, Peygamber Efendimiz ve ashabından çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlamış, daha sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Bu kutlamalar kesinlikle İslam’ın bir emri veya bir tavsiyesi değildir.
   Toplumlar tarafından ortaya çıkarılmış ve gelenek haline gelmiştir. Osmanlı padişahlarından II. Selim döneminden itibaren ‘kandil’ adını alan bu geceler miraciye, regaibiye, mevlüt gibi çeşitli etkinliklerle ihya edilmiştir. Kandil gecelerini kutlayan her toplum kendi kültüründen bir şeyler eklemiş ve böylece bu geceler gelenekselleşmiştir. Günümüzde de kandil geceleri halk camilere akın etmekte, kandil simidi ve tebrikleşmelerle son derece yoğun bir şekilde kutlanmaya devam etmektedir.
Ne Peygamber (s.a.v)'den varit olmuş nede sahabe ve onlardan sonra gelen selef imamlardan rivayet edilmiştir. Türkiye   gibi  tasavvufçuların  çoğunlukta  olduğu  ülkelerinde duyduğumuz ve gördüğüz gibi toplanarak o geceyi ihya ile geçirmek sonradan çıkarılmış bidat olan şeylerdir.



Müslüman   şunu  bilmelidir ki ;  kulluk çok ibadet etmek değil, sünnete uymaktır.

Elhamdulillahirrabbil alemin

İbadetler için Muayyen Günler Belirleme
 
Bildiğimiz gibi Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bazı belirli vakitlerin namaz kılmak veya oruç tutmak için özellikle ayrılmasını yasaklarken, özellikle belirleme amacı söz konusu olmadığı takdirde, bu vakitlerde namaz kılmayı ve oruç tutmayı mubah kılmıştır.
Meselâ Müslim'in, Ebu Hureyre'ye (ALLAH ondan razı olsun) dayanarak bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:
Geceler arasında cuma gecesini nafile ibadet için ve günler arasında cuma gününü de nafile oruç için özel olarak belirlemeyiniz. Eğer cuma günü tutmakta olduğunuz bir oruca rastlarsa o başka.”
(Müslim, Sahih, H. No: 1144, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Tutma, c. 2, s. 801.)
 
Buharî ile Müslim'in, yine Ebu Hureyre'ye dayanarak kaydettikleri aynı konudaki bir başka hadisde şöyledir:
 
İçinizden biri, cuma günü, ancak bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte nafile oruç tutsun.”
(Buhari, H. No: 1985, c. 4, s. 232, Feth-El-Bari, Müslim, K. Oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutma, H. No: 1144.)
 
Öte yandan Buharî'nin bildirdiğine göre: 
Peygamberimiz, (salât ve selâm üzerine olsun) bir cuma günü Cüveyriye bint-i Haris'in evine gittiğinde kendisinden onun oruçlu olduğunu öğrendi. Bunun üzerine ona: 
Dün de oruç tuttun mu?” diye sordu. Cüveyriye: 
Hayır” deyince Peygamberimiz kendisine: 
Peki, yarın da oruç tutmak istiyor musun?” diye sordu. Cüveyriye bu soruya da: 
Hayır” diye cevap verince Peygamberimiz ona: 
O halde orucunu boz” diye buyurdu.
 
Buharî ile Müslim'de belirtildiğine göre: 
MUHAMMED b. Abbad b. Cafer bir defasında Kâbeyi tavaf ederken sahabilerden Cabir b. Abdullah'a: 
Peyamberimiz, cuma günü nafile oruç tutmayı yasakladı mı?” diye sordu ve Cabir de bu soruyu: 
Şu Beytullah'ın Rabb'i hakkı için, evet” diye cevap verdi.
(Müslim, K. oruç, Bab: Cuma Gününü Tek Olarak Oruç Tutmanın Keraheti, H. No: 1143, Buhari, c. 4, s. 232, H. No: 1984)
 
Öte yandan Ahmed İbn Hanbelî'in belirttiğine göre de ünlü sahabi İbn-i Abbas (ALLAH ondan razı olsun): 
Tek başına cuma günü nafile oruç tutmayınız” demiştir.(Müsned-i Ahmed, c. 1, s. 288)
 
Bunlara benzer bir başka delil de Buharî ile Müslim'in, Ebu Hureyre'ye dayanarak bildirdikleri şu hadistir:
Hiç biriniz Ramazan orucuna bir veya iki gün önceden başlamasın. Yalnız içinizden biri daha önceden oruca başlamış ise o gün de oruç tutabilir.”
(Buhari, K. Oruç, Bab: Ramazandan Bir veya iki Gün Önce Oruç Tutarak Onun Önüne Geçmeyin, H. No: 1914)
 
Oruçlar ve Günler

Bu meseleyi şöyle açıklayabiliriz:
Şeriat koyucu (ALLAH ve Peygamber) oruç tutma bakımından günleri üçe ayırmıştır:
1 - Bu günlerin bir kısmında oruç tutmayı farz kıldı, Ramazan ayı gibi. 
2 - Diğer bazı belirli günlerde oruç tutmayı müstahab (özendirilecek bir davranış) saydı, Aşure günü gibi. 
3 - Bazı günlerde de oruç tutmayı kesinlikle yasakladı, Ramazan ve Kurban bayramı günleri gibi.

Bazı günleri de oruç tutmak için belirlemeyi yasakladı, Cuma günü ile Şaban ayının son günü gibi. Fakat bu son kesim günlerde bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte oruç tutulacak olursa, bu davranışı nafile oruç tutmak içinbelirlerse, ister bu belirlemeyi maksatlı olarak yapmış olsun, ister maksat gütmemiş olsun ve ister bu günlere üstünlük tanısın, isterse tanımasın, şeriat koyucu (Peygamberimiz) bunu yasaklamaktadır.
Bilinen bir şeydir ki, eğer bu davranışın (bazı günleri özel olarak oruç tutmak için belirlemenin) zararı, başka bir sebepten değil de sırf özellikle belirleme tutumundan ileri gelmemiş olsa idi, bu günlerde oruç tutmak, ya bayram günlerinde olduğu gibi yasaklanır veya Arefe gününde olduğu gibi serbest bırakılırdı. Bu zarar, bu yıkım diğer günlerde yoktur. Öyle olmasaydı, o zaman özel olarak belirleyerek yasaklamanın hiç bir anlamı olmazdı. 
O halde açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) sözleri ile vurguladığı gibi, buradaki zarar ve sakınca aslında özelliği olmayan bir şeye özellik ve üstünlük tanımaktan ileri geliyor. 
Bilindiği gibi, bazen yasaklanan veya emredilen davranışların kendileri yasaklanma veya emredilme sebebini içerebilirler. Tıpkı, Peygamberimizin “Müşriklere ters düşünüz (Muhalefet ediniz)” şeklindeki ifadesi gibi.
Buna göre her hangi bir zaman parçasını (vakti) oruç tutmak veya namaz kılmak için özel olarak belirlemeyi yasaklayan ifade, buradaki zarar ve sakıncanın (fesadın) özel olarak belirleme tutumundan kaynaklanmış olmasını gerektirir. 
Buna göre cuma günü namaz kılmanın, dua etmenin, zikretmenin, Kur'an okumanın, yıkanmanın, güzel koku sürünmenin ve temiz elbise giyinmenin diğer günlerden farklı olarak müstahab sayıldığı bir gün olması, o gün nafile oruç tutmanın diğer günlerin nafile orucundan daha üstün olduğunun sanılmasına yol açmış ve o gece nafile ibadet yapmanın, tıpkı o günkü nafile oruç gibi, diğer gecelerde yapılabilecek olan nafile ibadetlerden daha faziletli sayılmasını düşündürmüştür
İşte Peygamberimiz de sadece “özel olarak belirleme” tutumundan kaynaklanan bu sakıncayı, bu zararı bertaraf etmek amacı ile bu günü özel olarak belirlemeyi yasaklamıştır.
Ramazanı oruçlu karşılamak da böyledir, Ramazan orucu ile ilgili olarak ihtiyatlı ve tedbirli bir davranışı sergilediği gerekçesi ile faziletli bir tutum olduğu sanılabilir. Oysa, şeriat bu tutumu faziletli saymamıştır. İşte bu yüzden Peygamberimiz Ramazanı (bir veya iki gün önceden) karşılamayı yasaklamıştır. 
İşte bu incelik ve bağıntı elimizdeki meselede de var. Halk kitleleri bu yabancı bayram ve yıldönümlerini, onları üstün saydıklarından özel olarak nafile ibadet için (meselâ oruç tutmak) belirliyorlar. İşte bu zaman parçalarını nafile oruç veya namaz için belirleme tutumu, bu zaman parçalarının diğer vakitlerden üstün oldukları inancına yol açabileceği için -ki aslında böyle bir üstünlük söz konusu değildir- bu zaman parçalarını özellikle belirlemek yasaklandı. Çünkü özellikle belirleme tutumu, ancak özel olarak belirlenmiş olma inancından kaynaklanır.
Biri ortaya çıkar da “söz konusu gün ve gecede (Regaib adı ile anılan gün ve gece) oruç tutup namaz kılmak diğer vakitlerde tutulan oruç ve kılınan namaz gibidir. İnancım budur. Bununla birlikte bu gün ve gecelere özellik tanıyorum” derse, adamın bu davranışı ya taklitçilikten ya yaygın adetlere uymaktan ya kınanma endişesinden veya bunlara benzer bir başka sebepten ileri gelebilir. Yoksa adam yalan söylüyor demektir.( Bu gün ve gecelerde yapılanlar diğer günlerde yapılanlardan daha üstündür demek daha sapıkça bir anlayıştır)
Buna göre bu davranış, mutlaka asılsız bir inançtan veya din dışı başka bir gerekçeden kaynaklanıyor demektir ki, bunlar batıl itikatlardır.
Kesinlikle öğrendik ki, ne Peygamber Efendimiz ne sahabiler ve nede diğer imamlar bu günün (Regaib adı ile anılan günün) üstünlüğü veya özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin faziletli olduğu hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Bu gün ve bu gece ile ilgili olarak var olduğu ileri sürülen hadis uydurmadır (mevzudur). 
Böyle bir gün ve gecenin İslâma maledilmesi girişimi, hicrî dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.
Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. Çünkü var olduğu ileri sürülen bu üstünlükten, eğer ne Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) ne sahabiler (ALLAH hepsinden razı olsun) ne ikinci kuşak Müslümanları (tabiin) ve nede diğer imamların haberi, bilgisi yoksa, ALLAH'a yaklaşmanın yegâne aracı olan bu din hakkında Peygamberimizin, sahabilerin, ikinci kuşak Müslümanlarının ve öbür imamların bilmedikleri bir şeyi bizim bilebilmemiz imkânsızdır. 
Yok eğer bu saydıklarımız söz konusu gecenin ve günün üstünlüğünden haberdar idiler ise, salih ameli, salihi işlemeye ve halka öğretmeye karşı taşıdıkları bunca sevgiye rağmen bu üstünlüğü hiç kimseye söylememiş ve bu konuda hiç amel işlememiş olacaklarını düşünmek imkânsızdır.
Madem ki, ileri sürülen bu üstünlük iddiası ya Peygamberimizin ve bütün yüzyılların en hayırlı Müslümanlarının, ALLAH'ın dininin bir unsurunu bilmemiş olmalarını veya bildikleri halde hem şeriatımızın ilkelerine ve hem de şahsî tutumlarına aykırı olarak, bu bilgilerini saklamış ve hiç uygulamamış olmalarını gerektiriyor. Bu iki gerekli sonucun (bilmek ile bildiğini söylememenin) her ikisi de ya şeriate veya hem şeriat ve hem adetlere göre olmayacak, hatta düşünülemeyecek şeyler olduğuna göre, bizi bu sonuçlarla karşı karşıya bırakan üstünlük iddiası da asılsızdır. 
Ayrıca bid'at nitelikli amel ya dinde sapıklık olan bir inancı veya ALLAH'dan başkasına ibadet işlemeyi gerektirir. Oysa ne bozuk inançlar taşımak ve nede ALLAH'dan başkasına dönük ibadet yapmak caiz değildir.
Zaten gerek bu söz konusu ettiğimiz ve gerekse öbür tüm bid'atler, kesinlikle ve görünüşe göre caiz olmayan bir şeyi yapmayı gerekli kılarlar. Gerekli kıldıkları bu caiz olmayan şeyler, haram olmadıkları durumlarda en azından mekruh şeylerdir. Dine sonradan sokulmuş bütün bid'atler için bu kural geçerlidir.
Bir de bu sapık inanca saygı duymak ve yüce tutmak gibi bazı duygular eşlik eder ki, bu duygular da ALLAH'ın dininde yeri olmayan asılsız saplantılardır.
Farzedelim ki bu bid'atleri işleyen biri “Ben bunların üstünlüğüne inanıyor değilim” demiş olsun. Eğer sözünü ettiğimiz ibadetleri yapıyorsa kalbindeki saygı ve yüceltme duygularını gideremez. Saygı ve yüceltme gibi duygular ancak bu yoldaki bir inançtan kaynaklanabilir. Eğer bu adam, bu durumun kaçınılmaz bir şey olduğu kanısında ise bilmesi gerekir ki, eğer belirli bir şeyin üstünlüğü ile ilgili düşünce şuurundan silinecek olursa, artık o şeye saygı duymaz olur, fakat saygının yerini karmaşık duygular alır.
Böyle bir kimse söz konusu davranışın bid'at olduğuna inandığı için, bu mananın sonucu olarak o davranışa saygı duymaması gerekir. Fakat o davranışlarla ilgili çeşitli rivayetlerin veya onun bunun bu davranışı işlemelerinin kalbinde uyandırdığı duygular, yahud söz konusu davranışı işlemenin kendisine sağlayabileceği yarar yüzünden o davranışı işlemeye ve ona saygı göstermeye devam eder.
Demek ki, bu bid'atleri işlemek, taşımak zorunda olduğumuz inançlara ters düşer.Peygamberlerin ALLAH (c.c.) katından getirmiş oldukları ilkelerle çatışır ve gizli de olsa kalblerde münafıklığın çöreklenmesine -yol açarlar.
Bu durum Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) zamanında bazı kimselerin, ya mevkilerinden ya servetlerinden ya asaletlerinden ya gördükleri yardımlardan veya kendilerine bağımlı olduklarından dolayı Ebu Cehil ve Abdullah b. Ubeyy b. Selül gibi ileri gelen kâfir ve münafıklara saygı göstermesine benzer. 
Nitekim Peygamberimiz ya bu küfür ve münafıklık önderlerini küçük düşürücü bir söz söyleyince ya hoş görülmelerine ya da öldürülmelerini emredince halis imanlı kimseler için mesele yoktu. Fakat böyle olmayan bazılarının kalblerinde sahih inançlarının gereği olarak Peygamberimize uymakla, eski asılsız saplantılarına bağlı kalmaya devam etmek şıkları arasında çatışma meydana geliyordu.
Kim bu gerçekleri derinliğine düşünürse kesinlikle anlar ki, bid'atler imanı zayıflatan zehirler taşırlar. Bundan dolayı “Bid'atler, küfrün (kâfirliğin) türevleridir” demişlerdir.
Bu kural, şeriat koyucu tarafından hiç bir özelliği olmadığı için yasaklanan bütün ibadetler için geçerlidir. Mezarlar önünde namaz kılmak ve putlar karşısında kurban kesmek gibi. Her ne kadar bu tip ibadetleri yapanlar onların özel ve ayrıcalıklı olduklarına inanmasalarda yaptıkları hareketler böyle bir özellik anlayışı taşıdıkları şüphesini uyandırıcı niteliktedir. Çünkü üstünlüğü isbatlamak nasıl amaç ise, şeriata aykırı üstünlüğü ortadan kaldırmak aynı şekilde amaçtır.
Bu dediklerimizden sonra şöyle soru sormak isteyenler olabilir :
Siz böyle diyorsunuz, ama meselâ, bu anma günleri ile ilgili ibadetleri bazı alim ve faziletli kimseler ile daha alt düzeyde müminlerin işledikleri görülüyor. Bu ibadetlerin müminin kalbine ve başka taraflarına yansıyan kalb arınması, gönül yumuşaması, günahların izlerinden sıyrılma ve duaların kabul olunması gibi bir çok yararları vardır. Bunlar yanında namazın ve orucun üstünlüğünü belirten genel nitelikli özendirmeleri de göz önünde tutmalıyız. 
Bilindiği gibi Cenab-ı ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
Görüyor musun, şu engel olanı?! Bir kula, namaz kılarken.”(Alâk:9-10)
Peygamberimiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir hadisinde:
Namaz, ışık ve sahibi lehine kesin delildirbuyuruyor. (Müslim, K. Temizlik -Taharet-, Bab: Abdestin Fazileti, H. No: 223, c. 1, s. 203; Ahmed, El-Müsned, c. 5, s. 343. Başka hadisciler de bu hadisi nakletmişlerdir.)
Kur'an ve hadiste çok sayıda böyle özendirici ifadeler vardır.”
Bu itiraza karşı vereceğimiz cevap şudur:
“Hiç şüphesiz bu tip ibadetleri belirli bir yoruma, ilmî araştırmaya (içtihada) ve taklide dayanarak yapan kimse iyi niyetine ve meşru içerikli ameline karşılık sevap kazanır. 
Ayrıca eğer ictihad ve taklidinde hoş görülenler (mazur görülenler) arasına girebiliyorsa bu ibadetlerin bid'at yönleri de affa uğrar. Bu ibadetlerde olduğu belirtilen bütün yararlar, içerdikleri meşru unsurlardan, yani namaz, zikir, Kur'an okumak, rükû, secde (ALLAHa yönelik) temiz niyet ve dua ibadet birimlerinden dolayıdır. Bunun yanında bu ibadetlerde mekruh yönler de vardır ki bu yönler, ictihad veya taklid sebebi ile affa uğrayabilmektedir. Bu özellik yararlı yönleri olduğu söylenen bütün mekruh bid'atlerde vardır.
Fakat bu kadarlık bir yarar, sözü edilen ibadetlerin mekruh olmasına, onu önleyip yerine bid'atsız meşru ibadet kaynak gerekliliğini engellemez. Nitekim bayram namazlarında ezan okuma adetini çıkaranların durumu da böyledir. Hatta yahudiler ve hristiyanlar bile kendi tapınmalarında çeşitli yararlar bulmaktadırlar. Çünkü onların tapınmaları mutlaka bazı meşru ibadetlerin benzerlerini içerdiği gibi söyledikleri arasında da mutlaka peygamberlerden kalma bazı doğrular vardır. Fakat bunun böyle olması, onların tapınmalarının uygulanmasını ve sözlerinin dayanak olarak sayılmasını gerektirmez.
Sebebine gelince bütün bid'at nitelikli unsurlar, mutlaka içerdikleri iyiliklere baskın gelen kötülükler taşırlar. Eğer iyi yönleri baskın olsaydı şeriat onları göz ardı etmezdi.
Biz bu hareketlerin bid'at oluşunu, onların kötülüklerinin iyiliklerine baskın olduğuna delil sayıyoruz ki, bunlarla ilgili yasağın asıl gerekçesi budur.
Şunu da belirteyim ki, söz konusu bid'atın günahı, ictihad ve benzeri sebepler yüzünden bazı kimselerden düşebilir. Tıpkı klâsik müctehidler arasında tartışma konusu olan faiz ve meyva suları konusunda, müctehidler için faiz ve alkollü içki terimlerinin söz konusu olmayışı gibi. Fakat bu böyle olmakla birlikte bunların şeriat bakımından durumunu açıklamak, onları helâl sayanlara uymamak ve asıl niteliklerini ortaya koyacak bilgiyi elde etmek için uğraşmakta kusur etmemek gerekir.
Göstermiş olduğumuz deliller, bu bid'atlerin bozuk inançlar veya Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) getirip öğretmiş olduklarına aykırı davranış bozuklukları içerdiklerini ve taşıdıkları ileri sürülen yararların bu zararlara denk olamayacak cılız şeyler olduklarını açıkça belirtmeye kâfidir.
Konuyu biraz daha açmak istersek diyebiliriz ki;
Eğer bu bid'atı (Kandil günü ve gecesi kutlamasını) bazı faziletli kişiler işliyorsa, onlarla aynı dönemde yaşayan bazı kimseler de mekruh olduğu gerekçesi ile onu işlememişler ve diğer bazı kimseler de ona karşı çıkmışlardır. 
Gerek onu işlemekten kaçınanlar ve gerekse ona karşı çıkanlar, sözü edilen faziletli kimselerden eğer daha üstün değiller ise daha aşağı da değillerdir. Eğer faziletçe daha aşağı oldukları farzedilecek olursa, o zaman bu meselede yetkili uzmanlar (ulul emr) anlaşmazlığa düşmüşler demektir ki, böyle durumlarda ALLAH'a ve Rasûlüllah'a baş vurmak gerekir. Oysa bu konuda ALLAH'ın Kitab'ı (Kur'an) ile Peygamberimizin sünneti bu davranışa izin verenlerden yana değil, onu (kutlamayı) mekruh sayanlardan yanadır. 
Ayrıca yakın dönemin alimlerinden daha faziletli olan ilk dönem bilginleri (mutekaddimin) de bu işten uzak duranların ve ona karşı çıkanların yanındadırlar. Bu asılsız ama gününün (kandilinin) var olduğu söylenen faydaları karşısında bidat olmak niteliğinden kaynaklanan zararları daha başkadır ve başlıcaları şunlardır:
Bid’atların Sakıncaları
1 - Daha önce belirttiğimiz inanç ve davranış bozuklukları yanında, kalbler bu anma törenlerinden haz duymakta ve bunlar yüzünden çoğu sünnetlerden soğumaktadırlar. 
Öyle ki, bu törenleri hiç kaçırmayan halk yığınlarının teravih namazına ve beş vakit namaza karşı aynı derecede iştahlı olmadıkları görülür.
2 - Gerek sıradan halkın ve gerekse seçkinlerin bu tip bidatler yüzünden, farzlara ve sünnetlere karşı ilgilerinin azaldığı ve arzularının zayıfladığı görülür. Bunun sonucu olarak çoğu kimselerin bu bidatler için büyük gayret, titizlik ve bağlılık gösterdiklerini ve ne farzlar ve ne de sünnetler için aynı şeyleri yapmadıklarını görüyoruz.
Böylece adamlar adeta bid'atı, ibadet, buna karşılık farz ve sünnetleri de adet olmuş birer angarya haline getirmektedirler. Bu da dinin tam tersidir. 
Böyle olunca adamlar, farzların ve sünnetlerin içerdikleri mağfiret, rahmet, kalb yumuşaması ve arınması, kalb huzuru, duaların kabul edilmesi ve münacat hazzı gibi yararları kaçırmakta veya tümü ile kaçırmasalar bile mutlaka bu yararların yetkin (kâmil, eksiksiz) derecelerinden yoksun kalmaktadırlar.
3 - Bu tip bid'atleri gelenekleştirmenin diğer bir sakıncası iyiliklerin (marufun) kötülüklere (münker'e) ve kötülüklerin iyiliklere dönüşmesi ve bunun sonucu olarak; halk çoğunluğunun Peygamberlerin getirmiş oldukları dini bilemez hale gelmeleri ve cahiliye tohumlarının tekrar filizlenmeye yüz tutmasıdır.
- Özellikle bu kandili bid'atının içerdiği çeşitli şer'i mekruhlarla karşılaşıyoruz. 
Meselâ, o akşam geç iftar etmek, bunun sonucu olarak yatsı namazını kalb huzuru olmaksızın kılmak, bu namazı aceleye getirmek, namazdan yanlışlık yapılmadığı halde selâm verdikten sonra sehiv (yanlışlık) secdesi yapmak, aslı olmayan türde ve sayıda çeşitli zikirler yapmak ve sadece basiret ve saf gönül sahiplerinin farkedebilecekleri daha bir çok bozukluklar gibi.
- Bu bid'atlere alışmanın başka bir zararı, insanı bağlılık disiplininden git gide uzaklaştırmaları ve doğru yoldan (sıratı müstakim'den) kaymaya yol açmalarıdır. Çünkü insan nefsi, kendini beğenmek ve büyük görmek eğiliminde olduğu için, imkân bulduğu oranda kulluk ve bağımlılık çerçevesinden çıkmak ister.
Nitekim
 Ebu Osman Nişaburî;
insan, terkettiği her sünneti nefsinin kibirliliği yüzünden terkeder” diyor.
Ayrıca işlenen her bid'at bir başka bid'atı işleme ihtimalini birlikte taşıdığı için, yavaş yavaş kalb Pepgamberimize (salât ve selâm üzerine olsun) uyma realitesinden,gerçeğinden sıyrılarak dini sakatlayacak derecede bir kibir ve iman zayıflığının yatağı olur veya olay azar. Bütün bunlar olurken de kişi iyi bir şey yapmanın vehmi ve gafleti ile oyalanır.
(Ebu Osman Nişaburî; İsmail b. Abdurrahman El-Nişaburi, Ebu Osman-El-Sabunî, El-Şafii hadis hafızı, tefsirci ve sünnet alimlerindendir. H. 449 yılında 77 yaşında öldü. Şüzürat El-Zeheb, c. 3, s. 283; El-Bidaye ve El-Nihaye, c. 12, s. 76.)
6 - Ayrıca bu bid'at nitelikli anma gününde, ehl-i Kitab'ın bayram törenlerinde yaptıkları gibi kâfirlere benzeme amacı güden ve gütmeyen uydurma nitelikli bayram törenlerinin ortak sakıncaları aynen vardır.
Selametle 
3-) BÜTÜN BİD'ATLER SAPIKLIKTIR
ONLİNE DİNLE:
DİNLE -DOWNLOAD:
4-) BİD'AT'IN SAHİBİNE TEHLİKELERİ VE AKLIN ALLAH'IN RAZI OLACAĞI AMELLERİ BİLEMEYECEĞİ
ONLİNE DİNLE:
DİNLE - DOWNLOAD:
5-) BİD'AT HAKKINDAKİ ŞÜPHELER
ONLİNE DİNLE:
DİNLE -DOWNLOAD:
HOCA : EBU HANZALA
daha değişik konularda ehli sünnete göre dersler :
KANDİL GECELERİ BİD’AT’ TİR : SOHBET MP3
EBU MUAZ HOCADAN KANDİL BİDATLERİ 
65 Dakikalık Bidat ve kandiller hakkında belgeli sohbet !

KANDİL GECELERİ BİD’AT’Çİ NİCELERİ


KANDİL GECELERİ BİD’AT’Çİ NİCELERİ

Türkiye’de her sene “dinin kesin bir emri, fıkhi bir vecibeymiş” gibi kutlanılan özel gecelerin aslında hem İslam’ın iki ana kaynağı (Kur’an ve sünnet) tarafından “kutsal” ilan edilmedikleri bir hakikattir.
Kandil geceleri diye bilinen geceler ; Mevlid , Regaib, Mirac, Beraat ve Kadir Gecesidir.
Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı 2. Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için "Kandil" olarak anılmaya başlamıştır.
[ Nebi Bozkurt, “Kandil”; Halit Ünal , Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300]
Devletin resmi din kurumu Diyanet’in hazırladığı ansiklopedide “kandil” maddesinde bunlar yazıyor.
Fakat kandil gecelerini bizzat organize eden, camilerde mevlid ve dua merasimleri düzenleyen, bu geceler münasebetiyle kutlama mesajları yayınlayan ve halkın kendilini kutlayan da yine Diyanet’in kendisi…
Peki bu nasıl oluyor?
Çünkü bu gecelerin kutlanması bir halk geleneği değil; devlet politikası da ondan.
Nedir devlet politikası?
İslam’ı doğuş tabiatına uygun olarak bir “pratiği olan hayat dini” olmaktan çıkarıp, “mübarek gün ve geceler dini” haline getirmek…
Gündüzün ortasında, hayatın kalbinde atan bir din olmaktan çıkarıp, el ayak çekilince, hayatın tümüyle uykuya çekildiği gece vakitlerinde hatırlanan bir “tapınak ve ayin” dini haline sokmak…
Çünkü Fransız laiklerin Hristıyanlığa layık gördüğü muamele buydu. Türk laiklerin de İslamiyete layık göreceği muamele de bundan başkası olamazdı…
İlk olarak hicretten 300 yıl sonra ilk kez Mısır'da, Şii Fatimiler döneminde Mevlid; 400 yıl sonra da Kudüs'te Mirac, Regaib ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti
Kadir gecesi haricinde ne Kur’an-ı Kerim’de ne hadis-i şeriflerde sahih bir bilgi vardır.
Din adına yapılan her şeyi, kendi tabii sınırları içinde ele almak, ne artırarak ne eksilterek, Kur’an ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından nasıl tebliğ edilip öğretilmişse, o kadarıyla almak gereklidir. Sahabe bu dini nasıl anlamış , neler yapmış bizler nasıl anlıyor neler yapıyoruz mukayese etmeliyiz . Aksi halde kendi ellerimizle dine müdahalede bulunmuş, işimize geldiği veya hoşumuza gittiği gibi dinde bazı ilave veya eksiltmelerde bulunmuş oluruz. Bizden önceki din mensupları da (ya kasıtlı veya iyi niyetle, ama) tam da bu şekilde dinlerini değiştirmişlerdi.
Bazı alimlerin ! muhtemelen iyi niyetle zamanlarına ait bir maslahat gözeterek, ancak yeterince tahkik etmeden adına “kandil geceleri” denen gün ve gecelerle ilgili söyledikleri muhakkik âlimler tarafından eleştirilmiştir. Mesela İmam Gazali’nin “İhyau Ulûmu’d-Dîn” adlı eserine aldığı rivayet ve nakiller bu türdendir. Gazali’nin “Bu gece her rekatta Fatiha’dan sonra 11 İhlas okunmak suretiyle kılınacak yüz rekat veya her rekatinde Fatiha’dan sonra 100 İhlas okunan 10 rekat namazın çok sevap olduğuna dair naklettiği rivayet”
(İhya, I, 555 vd.)
Zeynuddin el Iraki ve İmam Nevevi gibi âlimler tarafından uydurma olarak nitelendirilmiştir.
Mevzu hadisler konusunda çalışması olan Aliyyu’l-Kari de, bu rivayetin uydurma olduğunu belirttikten sonra, Berat Gecesi namazının miladi 1010 (H. 400) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını söylemektedir.
Araştırmalar, kandil gecelerinin sonraki dönemlerde ihdas edildiğini ortaya koyuyor. Miladi 9. (Hicri 3). yüzyılda yaşayan Fakihi, Mekke’de halkın Berat Gecesi’ni Mescid-i Haram’da namaz kılmak, Ka’be’yi tavaf etmek ve Kur’an okumak suretiyle ihya ettiğini söyler. XI. yüzyıldan itibaren Şam’da Emeviler Camii’nde Berat Gecesi’nde kandiller yakılmış, bid’at nitelendirilmesine rağmen bu âdet devam ettirilmiştir.
İbn Kesir, “Halka Berat Gecesi’nde ilk tatlı dağıtan kişi Selçuklu veziri Fahrulmülk’tür.” der.
Bidat; Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hattâ bir benzeri olmayan ve İslâm'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan , din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olarak ibâdet kabûl edilen , göze ve akla hoş gelen dua ,kuran okuma , namaz kılma , zikretme , düşünce görüş ve ameller , sünnete aykırı davranışların adet haline getirilmesidir. 

Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında ALLAH Rasulu (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.” 

[ Muslim, Cuma, 43.] 
Bidat hakkındaki bu hadislerden sonra Bidatın tarifi ve kapsamı hakkındaki açıklamaları kavramamız gerekmektedir.
İmam-ı Ahmed'in ve başka alimlerin mekruh gördükleri bu “adet haline getirilmiş” toplantıları, sahabilerden İbn-i Mesud'un da aynı şekilde değerlendirdiğini şu olaydan öğreniyoruz. Bildirildiğine göre bir ara, İbn-i Mesud'un dostları kararlaştırdıkları bir yerde toplanıp zikretmeyi adet edinmişlerdi. Bunu öğrenen İbn-i Mesud bir defasında toplantı halinde üzerlerine vararak kendilerini:
Ey dostlarım, siz Muhammed'inkinden daha doğru bir yolda mısınız, yoksa sapık bir yola mı düştünüz ?” diye paylamıştır. 
(Darımi Sunen, görüşe bağlanmanın keraheti, c. 1, s. 681. Haberin sözleri şöyle: “Canımı elinde tutana yemin olsun ki, kuşkusuz siz Muhammed'in milletini ilettiği doğru yolda mısınız, yoksa kapı mı aralıyorsunuz?.)

Periyodik vakitlere bağlı olarak tekrarlanıp, sünnet ve dönüşüm (mevsim) niteliği kazanmış meşru ibadetlerin, kullar için yeterli olacak kadarını bizzat ALLAH belirleyip ortaya koymuştur (meşru kılmıştır). Buna göre bunların dışında bir takım cemaatli toplantılar ortaya konup adet haline getirilince bu durum ALLAH'ın belirleyip ortaya koyduğu cemaatli ibadetlere özenmek olur. Bu tutumun yıkım ve bozulmalara yol açacağını bilmemek safdillik olur. 
Yalnız kişilerin tek başlarına yapacakları aynı nitelikteki nafile ibadetleri ile, bazı gurupların bu amaçlarla arasıra düzenleyecekleri toplantılar bu hükmün dışındadır.
Yine aynı endişeden hareket eden Hz. Ömer, altında “Rıdvan” biatinin gerçekleştiği sanılan ve bu yüzden müslümanlar arasında adeta tabulaştırılarak sanki Mescid-i Haram (Kabe) ve Mescid-i Nebevi (Peygamberimizin Medine'deki Mescidi) imiş gibi yanıbaşında namaz kılınmaya başlanan bir ağacı kökten çıkarttırmış ve yine vaktiyle Peygamberimizin namaz kıldığı bir yeri müslümanların genel bir itikâf yeri edindiklerini görünce, böyle yapanları “Peygamberimizin hatıralarını barındıran yerleri mescid mi edinmek istiyorsunuz?” diyerek azarlamıştır.
Tıpkı bunun gibi gerek tek başına ve gerekse cuma namazlarına, bayram namazlarına ve beş vakit namazlara benzeyecek şekilde, periyodik olarak tekrarlanmamak şartı ile rastgele bir araya gelmiş cemaatler halinde nafile namazlar kılmak, şeriata uygundur. Tek tek ve topluluk halinde nafile olarak Kur'an okumak, zikretmek ve dua etmek de böyledir. 
Nafile olarak bazı ziyaret yerlerini gezip görmek de hep bu ana kuralın kapsamına girer. Bütün bu ibadet ve hareketlerde, gerek az sayıda ve gösterişsiz olan ile sık sık ve gösterişli olan arasında ve gerekse adet haline getirilen ile adet haline getirilmeyen arasında fark gözetilir.
Bu arada türü bakımından şeriata uygun olan, fakat sanki bir farzmış gibi devamlı bir adet haline getirilmesi bid'at olan ve müstahab veya mekruh sayılması adaklık hükümleri ile uygulama şartnamesine bağlı olan vasiyet ve vakıf gibi ibadetler aynı kategoriye girer. 
İmam Nevevi ”tezkire”sinde bid’at ehlinin bir özelliğini şöyle açıklıyor:
Dünyada nerede bir bid’atçı varsa o mutlaka hadis ehline kin besler. Kişi bidat ‘e saplanınca hadisin tadı onun kalbinden çıkar.”
Gerçekten kaç tane bidatçi ile görüşüp konuşmuşsam bazıları üstatlarının, şeyhlerinin sözünü sünnetini, peygamberin (s.a.v.) hadisi ve sünneti önüne çıkarırken bazıları da (mesela mealci denen grup gibi) şahtın ve pahtın (müsteşrikler) sözlerine dini yorum ve açıklamalarına bayılırcasına bağlandıklarını görürüz. Peygamber efendimizin sünneti ve hadisleri hatırlatıldığında nefret çizgilerinin yüzlerinde belirdiği görülür.
Ashabın yapmadığı bir ibadet ibadet değildir.
Sufyan-ı Sevri’nin bidat değerlendirmesi: 
Bidat şeytanın nezdinde her günahtan daha sevimlidir. Çünkü günahtan dolayı tövbe edilmesi akla gelir de bidatten (ibadet telaki edildiği için) tövbe edilmesi akla gelmez.” 
(Bağavi-Şerhu's sunne)

İmam Malik’in bidata bakışı: 

Sünnet Nuh (a.s) un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur. Ondan geri kalan boğulur.” 

(Miftah'ul cenneh- suyuti)

Abdullah b. Abbas (r.a) Ebubekir ve Ömer’in sözlerini illeri sürüp sünnete ters düşen birine şöyle dedi:
Nerde ise gökten üzerimize taşlar yağacak. Ben size Rasulullah buyurdu diyorum, siz ise, Ebubekir ve Ömer dedi diyorsunuz

(Abdurrezzak el-musannef sahih bir senetle)

İnsanları bidat konusunda yanılgıya düşüren 2 sebeb :

1. yanılgı din adına yaparken “kuran okuyor , namaz kılıyor , dua ediyorum , kötü bir şey yapmıyorum” yanılgısıdır. "Yaparsam ne olur , ne kaybederim " savunmasıyla cahil cesur olur tavrıyla hareket edilmesidir. Halbuki bidat zaten kötü niyetle dinden uzaklaşmak , göze çirkin gelen amellerle yapılmaz. 

Rasûlullah (s.a.v.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır:

"Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler

"(Muslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sunnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7). 

Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur :

Sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”.

( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sunne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6)

Hz. Ömer (r.a) bu sözü insnaları teravih namazı için topladığı zaman söylemiştir. Teravih namazı ise bid'at değil sünnetin ta kendisidir. Rasulullah’ın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır ! Bunun delili Aişe(r.a)nin rivayet ettiği olaydır:

"Rasulullah (s.a.v.) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.v.) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. 

Rasulullah (s.a.v.) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
(Buharî, Teheccud, 57).
Ebû Hureyre (r.a)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v)'in Ramazan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir. 
(Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)
Peygamber (s.a.v.) , teravih namazını cemaatle kılmayı terketmesinin nedenini belirtmiştir. Hz. Ömer (r.a)i se ,bu gerekçenin ortadan kalktığını görünce (artık peygamber yoktu ve faraz kılınma durumu ortadan kalkmıştı) , teravih namaznın tekrar cemaatle kılınmasını başlatmıştır. O halde Ömer (r.a)ın bu uygulaması , bizzat nebi (s)in uygulamasına dayanmaktadır.
Hz. Ömer (r.a.)in bu uygulamasının bid'at olmadığı ortaya çıktığına göre , sözünde geçen "bidat" kelimesi ne demektir ?
Hz. Ömer (r.a)in bu ifadesindeki bidat kelimesiyle şer'i anlamı değil sözlük anlamı kastedilmiştir.
Sözlükte bid'at, geçmişte bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması bir uygulama olarak Hz. Ebu bekir (r.a)in hilafeti döneminde ve Hz. Ömer (r.a)in hilafetini ilk dönemlerinde mevcut değildir. Bu sebeble sözlük anlamıyla bu yenilik (bidat) sayılabilir ; zira bunun geçmiş örneği yotkur.
Aynı meseleye şer'i açıdan bakıldığında -,durum farklıdır, zira bu uygulama peygamber (s.a.v.) in tatbikatında mevcuttur.
Şatıbi şöyle der;
"Bu itibarla bunu bidat olarak adlandıran kişinin (ki isimlendirme konusunda bir tartışma söz konusu değildir ) bundan dolayı şer'i bidat anlamında Ömer (r.a)in sözünün ifade ettiği mana ile istidlal etmesi caiz değildir. Zira bu kelimeyi asıl amacından saptırmakla olur."
(Şatıbı, el i'tisam)
Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir :
İbni teymiyye şöyle der; Ömer (r.a)in bu güzel uygulamayı bid'at olarak adlandırması ,tamamen sözlük olarak bir adlandırmadır, şer'i değildir.
Bunun sebebi bid'at kelimesinin ,sözlük olarak geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer'i olan bid'at ise hakkında şer'i bir delil olmaksızın yapılan uygulamadır.
İbn Kesir ,bid'atlerin iki türlü olduğunu söylemiştir:
1.Bid'at kavramı bazen şer'i anlamda kullanılır. Peygamber (s.a.v.)'in; "sonradan ortaya çıkarılan her yenilik bid'attir ve her bid'at sapıklıktır" ifadesi bunun örneğidir.
2.Bid'at bazende sözlük anlamında kullanılır. Hz. Ömer (r.a)ın insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği "bu ne güzel bid'attir" sözü de bunun örneğidir.
(ibn'i kesir tefsiri)
İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir: 
Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed (s.a.v.) 'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır
(et-Tahtavî, Haşiye, 334).
İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde:
Bid’atın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.” Dedikten sonra güzel bir misal verir. 
Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Resulullah (s.a.v.) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki: Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir
(İmam Rabbani- 186.mektup) 
Şunu da tekrar vurgulayalım ki, Peygamberimiz “Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)” şeklindeki bu genel-geçer cümlesini, onu genellik niteliğinden soyutlayarak “Her bid'at dalalet (sapıklık) değildir” şeklinde tersine döndürmek, normal bir yorumlama çabasından çok, Peygamber Efendimize karşı çıkmaktır ki, buna hiç kimsenin ne yetkisi ve nede hakkı olmamalıdır.
Huzeyfe b. el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte
"ALLAH bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. "
(İbn Mace, Mukaddime, 7/49).
Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır. 
Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur: 
"ALLAH, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez." 
(İbn Mâce, Mukaddime, /50).
Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır.
Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât ALLAH'ın emridir. Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup 7., 40., 52. geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır? 
Türkiye’de tasavvufçuların ( özellikle Süleymancıların) bu gecelerde okuyup basarak dağıttıkları (Mubarek gün ve gecelerde yapılan ibadetler kitabı - Fazilet , Tavaslı , pamuk vs. yayınları ) duaların , namazların , ibadetlerin ise aslı yoktur. Zaten hadis diye verdiklerinin kaynakları da verememişlerdir.
Peygamber (s.a.v.) 'den rivayet edilen dualardan faziletli olmaları mümkün değildir. Çünkü O'ndan rivayet edilen duaların iki ecri vardır. Birincisi; sünnete uymaktan dolayı onu yerine getirenlerin alacakları ecir, ikincisi; duaları okurken alınacak ecir. Bizlerin daima nebevi sünnetleri ezberlemesi ve onlarla dua etmesi gerekir.
Bir insanın kalkıp ta istediği an yeni yeni ibadetler icat etmesi elbette olacak şey değildir. İnsanlara ibadet koymaya ve ibadetlerinin şeklini çizmeye tek layık olan ALLAH Teala'dır.
"Yoksa, ALLAH'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?" (Şura: 21)

Cenab-ı ALLAH'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:

Onlar; hahamlarını, rahiblerini ALLAH’tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu İsa’yı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Tevbe:31

Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:

Ya Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler ki” deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı: 

Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.”

Buna göre kim dinde ALLAH'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, mustehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki “kınama”dan payını alır.
Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi:
Ben elhamdulillah vesselamu ala Rasulillah mı diyorum? Rasûlullah (s.a.v.) bize böyle öğretmedi. Bize “elhamdulillahi ala kulli hal(Her zamanda ve her zeminde Allah’a hamdolsun) dememizi öğretti.”
(Tirmizi (2738); Hakim (4/265) isnadı hasendir)
Görüldüğü gibi bahsedilen şahıs aslında görünüşte kötü bir şey söylememiştir. Fakat sünnette öğretilen dua yerine kendi uygun bulduğu şekilde dua ettiği için, İbni Ömer (r.a.) tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Abdullah Bin Mugaffel (radıyallahu anh) oğlunun; “Allahım Senden cennetin sağında beyaz bir köşk istiyorum” dediğini duyunca; “Peygamber Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu işittim; “Bu ümmette duada haddi aşanlar olacaktır.”

(sahihtir. Ebu Davud (96,1480); Deylemi (3440); Ahmed (1/172); İbni Hibban (15/166); Hakim(1/267); Beyhaki (1/196); Abd Bin Humeyd Musned (1/180); Huseyni El Beyan Vet Tarif( 2/181); Tuhfetul Ahvezi (1/157); Neylul Evtar (1/215); Tayalisi (1/28); Feyzul Kadir (4775); İbni Mace (3864); Kenz (3295) benzerini; Cem’ul Fevaid’de (9252) Rudani nakleder.)
Yatacağında namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ tarafına uzanıp şöyle de;
Allah’ım irademi sana teslim ettim yönümü sana çevirdim senden korkup seni isteyerek işlerimi sana bıraktım sırtımı sana dayadım senden kaçıp kurtulmak ancak sana dönmekle mümkündür. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere iman ettim.” bunları söylediğin gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayır kazanmış olarak sabahlamış olursun"
Berâ diyor ki:
Ben "gönderdiğin Rasûle" dedimBunun üzerine Peygamber (s.a.v.) göğsüme vurdu ve; “Gönderdiğin peygamberede buyurdu.
(Buhâri, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Muslim(2710); Tirmizi (3391); Ebu Dâvud (5046, 5047, 5048))
Burada da görüldüğü üzere, aynı anlama gelen iki kelime arasında dahi bir değişiklilk yapılması caiz görülmemişken, Rasulullah (s.a.v.)’den geldiği sabit olmayan bir dua ile nasıl dua edilebilir?
Rasulullah (s.a.v.)’in sünnetinde bulunmayan dualarla dua edenlerin, Esma ul Husna’dan belirli isimleri belirli sayılarda okuyanların bulunduğu ortamdaki cinleri rahatsız ettiği, cinlerin de bu kimselere musallat olduğu söylenmektedir. Özellikle günlük virdleri çok sayıda olan sufilerde ve Cevşeni çok okuyanlarda aklî rahatsızlıklar sık görülmektedir.
Hayvani gıdalardan riyazet ederek “çile” dedikleri halvete giren ve orada zikir yaptıkları esnada şeytanların telkinine kapılarak mehdilik iddiasında bulunanlara sık rastlanılmakta, bunlardan bazılarında görülen olağanüstü işlerin keramet olduğu zannedilmektedir. Aslında bu islami bir usul değil, hatta sünnette yasaklanmış hususlardandır. Bunun en büyük göstergesi de aynı şekilde riyazete çekilen rahiplerin de bir takım harikuladelere (istidrac) sahip olmasıdır. İslamda gaye keramet elde etmek değil, istikameti muhafaza etmektir!
İbni Abbas (ra)’den : Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki :
“...Benim ümmetimden birtakım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben “Ey Rabbim! Bunlar benim ashabımdırlar, derim. 
Cenabı ALLAH cc bana: “Bunların senden sonra neler yaptıklarını bilmezsin der. 
Ben de ALLAH’ın salih kulu İsa as’ın dediği gibi Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen, benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen âzab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin (Maide:117) derim. 
MEVLİD     KANDİLİ 

Hz. MUHAMMED (s.a.v.)in    doğduğu  Rabi'u'l-Evvel ayının 12 gecesi     kutlanılan  kandildir.
 Bu gecenin ne fazileti ve ne de kutlanması hakkında hiçbir rivayet sabit olmamıştır. Dolayısıyla Peygamberimiz sallALLAHu aleyhi ve sellem doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de selefi  salihin kutlamış değildir.
     Bunun üzerine İlim ehli bu geceyi  o  maksatla ihya etmeyi ve de mevlit okumayı dinde ihdas edilmiş bir bid'at saymışlardır. Nitekim okunan mevlidin de bu babtan sayıldığı (bidat)  ilim ehlince  malumdur.
    
       Şia  dünyasında mevlid merasimi ilk defa, Mısır'da hüküm süren Fatımîler (910-1171) tarafından tertiplenmiştir. Bu merasimler saraya ait olup, sadece devlet erkanı arasında cereyan etmekte idi. Fatimîler, Hz. Ali (r.a.) ve Fatıma (r.anha.)'ın doğum günlerinde de mevlid merasimleri tertip ederlerdi.

     Sünnî Müslümanlarda ilk mevlid merasimi, Hicri 604 yılında, Selahaddin Eyyubî'nin eniştesi ve Erbil atabeği Melik Muzafferuddun Gökbörü tarafından tertiplenmiştir. 

     Osmanlılar tarafından mevlid, ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı. Rasûlullah(s.a.v) (s.a.s.)'ın doğumunu ve hayatını medh ve senâ eden, "Mevlid" adını taşıyan çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler daha sonra, mevlid merasimlerinde, mevlidhanlar tarafından teğannî ile okunmaya başlanmıştır. Bunların Türkçede en meşhur olanı Süleyman Çelebi'nin Vesiletun-Necât adındaki mevlididir. Ancak, Süleyman Çelebi hakkında kaynaklarda pek fazla bir bilgi yoktur. Onun, Yıldırım Beyazıt zamanında Divan-ı Hümayûn Hocası olduğu, sonra da Bursa Ulu Camii'ne imam tayin edildiği bilinmektedir.
         Mevlid şiirini yazan Süleyman Çelebi, insanlar bu şiiri Peygamberin doğum gününde okusunlar diye yazmamıştır. 
    Hırıstiyanların   İsa (a.s.)  doğumunu   anma   amacıyla   yılbaşını    kutlamalarına    kızanların  , Hz. MUHAMMED (s.a.v) doğumunu   kutlamaları  çelişkidir ! Üstelik  bu  kutlamaları  esnasında   törenler  düzenlemeleri , aşırı  övme    şiirler   vs  okumalarının  şu hadisle de  ayrıca  tehditi  vardır :  "Hıristiyanların (peygamberleri) İsâ'yı övmede aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin" (Ahmed b Hanbel,  I, 23, 24, 47, 55, V, 32; Dârimî,  Rikâk 68; Buhârî, Enbiyâ 48)     

      Mevlid, halk arasında büyük bir ibadet olarak kabul edilmekte, ölülerin ruhu için mevlidler okutularak, onların günahlarının bağışlanacağı zannedilmektedir. Halkın cehaletinden ve yanlış itikadlarından istifade eden mevlid okuyucu hanendeler, bir piyasa oluşturarak, bunu ticarî bir çıkar aracı yapmışlardır. Bu tip bir kabul ve davranışın İslamî olmadığı hususu ile ilgili herhangi bir ihtilaf sözkonusu değildir. Böyle bir olaya sebeb olan herkes dinen sorumludur. Merasimlerde mevlid okunmasının vazgeçilmez bir âdet haline getirilişinin sakıncalarından biri de, netice olarak insan kelâmı bir şiir olan bu metinlerin, okunması ve dinlenilmesi ibadet olan Kur'an ile eşdeğerde görülmeğe ve değerlendirilmeğe başlanılması tehlikesidir
BERAT     KANDİLİ  


Berat kelimesi, Arapça "berâet" kelimesinden türeme olup borçtan, suçtan, cezadan, hastalıktan kurtulmak; iyileşmek; uzaklaşmak; temizlenmek anlamlarına gelen Türkçe bir kelimedir. Kelimenin kök anlamı, "kurtulmak, iyileşmek"tir.
 Bu gecenin mübarek olma vasfıyla ilgili rivayet edilen hadisler vardır. Bunların bir kısmı “zayıf” olup kitabına alanlar tarafından güvenilir kabul edilmemişlerdir.
       Berat   gecesi  diye  isimlendirilen  gece  Şaban  ayının  15. gecesidir.  Şaban  ayı  Rasûlullah(s.a.v)’ın  Ramazan  orucu  haricinden  en çok  oruç  tuttuğu  aydır . Usâme b. Zeyd (r.a) şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
    “Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v), Şa’bân ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmamıştır. Kendisine: “Ey ALLAH’ın Rasulu !  Senin, Şa’bân ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tuttuğunu görmedim" dedim. O da şöyle buyurdu: “Şaban, Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulunduğu ve amellerin, âlemlerin Rabbi olan ALLAH’a yükseldiği aydır. Ben de amelimin (ALLAH Teala'ya) oruçlu olduğum halde yükselmesini seviyorum.” [ İbn Mace, Sİyâm, 70.]
   O halde bu ayda oruç tutmanın Peygamber (sav)’in güzel bir sünneti olduğu rahatlıkla söylenebilir.
   
       Peygamberimiz (sav), Ashab-ı Kiram, Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde herhangi bir kutlama örneğine rastlanmayan Rebiulevvel ayının 12. gecesi olan Mevlid kandili, ilk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır’da, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlanmaya başlamıştır.[ Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 475]   
 Eyyûbîler döneminde birçok  tören ve bayram kaldırılmış olduğundan   Mevlid  kutlamaları  Erbil Atabegi Begteginli Muzafferuddin Kökböri (ö. 629/1232) tarafından büyük törenlerle yeniden kutlanmaya başlamıştır. [ Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 475] 
   Muzafferuddin Kökböri’nin bu kutlamaları yeniden başlatmasının ardında, Musullu sûfi Ömer b. MUHAMMED el-Mellâ’nın bulunduğu belirtilmektedir.[ Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 476]
  Peygamber Efendimizin doğum günü olan bu günün / gecenin faziletine dair de herhangi bir delil mevcut değildir.
         Ebû  Şâme el-Makdisî, Şehâbeddin el-Kastallânî, Ibn Hacer el-Askalânî, Celâleddin es-Suyûti gibi bazı alimler Peygamberimizin dünyaya gelmesi sebebi ile sevinmenin, bu gün münasebetiyle muhtaçlara yardım etmenin, Peygamberimize şiirler (mevlid gibi) okumanın güzel birer amel olduğu söyleyerek, bu gibi Mevlid kutlamalarının “bid’at-ı hasene” sayılması gerektiğini söylemişlerdir.
    Mâlikî fakihi  İbnu’l-Hâc el-Abderî,  Ömer b. Ali el-Lahmî el-Fâkihânî, Ibn Teymiyye, MUHAMMED Abduh, Abdulaziz Ibn Bâz ve Hammûd b. Abdillah et-Tuveycîrî gibi âlimler ise mevlid kutlamalarına “bid’at-i seyyie (kötü bidat)” gözüyle bakmış ve buna şiddetle karşı çıkmışlardır.[ Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 477-478; Ahmet Özel, “Mevlid: Tarihi ve Dini Hükmü”, Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, Bilim ve Sanat Vakfİ, İstanbul, 2002/1, sayİ: 12, s. 243-246.]

Berat   gecesinin faziletine  inananların    kabul  ettikleri  hadislerden biri  olan    "Bu gecede ALLAH Teala kullarına teceli eder. Bazı isyankar davranışlar hariç ALLAH Teala bu gecede yapılan duaları kabul eder"     Bazı alimler bu hadisin hasen olduğunu bazıları da zayıf olduğunu söylemişlerdir. Fakih ve Kadı Ebubekir b. el-Arabi der ki:  “Şaban ayının onbeşinci gecesine dair herhangi bir hadis sabit değildir. Bu gecenin faziletine ve taatlarla ihyasına dair varid olan hadisleri söylesek dahi bunlar ne Peygamber (s.a.v)'den varid olmuş ne sahabeden ne de ilk devir alimlerinden rivayet edilmiştir. İnsanların mescitlerde bu geceyi ihya amacıyla toplanmalarına, bazı özel dualar okuyup namazlar kılmalarına dair hiç bir şey varid değildir.”
    Bazı şehirlerde akşam namazından sonra insanlar camilerde toplanıyorlar 'Yasin Suresi'ni okuyorlar, akabinde ömrün uzun olması niyetiyle namazlar kılarken bazıları da insanlardan beri olmak niyetiyle iki rekat namaz kılıyorlar. Sonra geçmiş alimlerden birinden rivayet edilen bir dua okunur.
      Ayrıca bazıları bu geceyi, her hikmetli işe hükmedilen kadir gecesiyle karıştırırlar. Bu da hatadır. Her hikmetli işe hükmedilen gece Kur'an'ın indirildiği gecedir.
        Bu da kadir gecesidir. Kadir gecesi de Kur'an'ın ayetiyle ramazan ayı içerisinde olduğu kesindir.      Bu gecenin  "kutsal/mübarek"  olduğunu iddia edenler,   " O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır."... (Duhân  4-5) ayetini delil olarak gösteriyorlar .  Buna dayanarak da ALLAH’ın o gecede kulların rızıklarını taksim ettiğini, ecellerini tayin ettiğini, bir sonraki Şaban ayının on beşine kadar olacak tüm olayları takdir ettiğini, dolayısıyla bu gece yapılacak olan dua ve ibadetlerin mutlaka kabul edileceğini iddia etmişlerdir. Böylece peygamberimiz ve ashabının yapmadığı, bu geceye has bir takım ibadetler ortaya çıkmıştır. Hâlbuki ALLAH-u Teala o sûrede şöyle buyurmaktadır.
Hâ Mîm. Andolsun o apaçık kitaba ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. O gecede her hikmetli buyruk ayrılır ve katımızdan bir emirle ilgilisine yollanır.” (Duhân, 44/1–5)
      Görüldüğü gibi ALLAH-u Teala, işlerin taksim edildiği gecenin Kur’an-ı Kerim’in indirildiği gece olduğunu bildirmektedir. Kur’an’ın da Şaban  ayının on beşinde  değil; Ramazan  ayında ve Kadir gecesinde nazil olduğunu diğer ayetlerden öğrenmekteyiz:
  “Ramazan ayı ki o ayda insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an indirilmiştir.” (Bakara, 185)      “Muhakkak ki  biz Kur’an’ı  Kadir  gecesinde indirdik.” (Kadir, 1)
   
    Bunu destekleyen bir hadis de şudur: "İbrahim'in sahifeleri Ramazan'ın ilk, Tevrat altıncı, Zebur on ikinci, İncil on sekizinci gecesi indirildi. Kur'an ise Ramazan'ın yirmi dördüncü gecesinden sonraki gece indirildi." (Müsned, IV, 10)
       Alimlerin büyük bir çoğunluğu Duhân suresinde geçen “mübarek gece”nin kadir gecesi olduğunu söylemişlerdir.   
 Müfessir Ebu Bekir Ibnu’l-Arabî bu konuda şöyle demektedir: “Bu ayette geçen mübarek gecenin kadir gecesi değil de başka bir gece olduğunu iddia edenler, ALLAH’a büyük bir iftirada bulunmuş olurlar.” [Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2. Bs., y.y., 1968, c. 4, s. 1678 (Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)]
    Bir başka önemli husus, Kadir Sûresi'nde Kadir Gecesi'nden bahseden ayetler ile  "Muhakkak ki  biz Kur’an’ı  Kadir  gecesinde indirdik.” (Kadir, 1))   bu ayet (biz onu mübarek bir gecede indirdik  Duhân, 3) arasındaki uygunluk ve anlam birliğidir.     
Cenab-ı Hak, bu geceyi kastederek "Her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir. (Duhân, 5)" buyurur ;  Kadir Sûresi'nde de "(Melekler) Rablerinin izniyle her bir iş için inerler." (Kadir, 4) buyurulur.   Yine bu ayette, "Rabbinden bir rahmet olarak" denirken, Kadir Sûresi'nde "Fecrin çıktığına kadar bir esenliktir (selam)." (Kadir, 5) buyurulmaktadır.
       
      Bu üç önemli husus Kur'an'ın Şaban'ın 15. gecesinde değil, Ramazan'daki   Kadir Gecesi'nde  indirildiğini açıkça göstermektedir. Şu halde Zemahşeri ve başkalarının   (Elmalı  Hamdi Yazır’da bu görüştedir) "Kur'an'ın Levh-i Mahfuz'dan yazılmaya başlanması Berat Gecesi'ndedir, yazma işi Kadir Gecesi'nde biter." şeklindeki iddialarının ikna edici bir temeli yoktur.
       Bundan hareketle Kadı  EbuBekr ibn. Arabi, "Kim Kur'an'ın (Kadir Gecesi'nden) başka bir zamanda indiğini iddia edecek olursa, ALLAH'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Şaban'ın ortası (gece) ile ilgili ne faziletine dair ne de o gecede ecellerin yazıldığına dair dayanak teşkil edecek bir hadis vardır. Bu tür rivayetlere iltifat ve itibar edilmez." demiştir.
    Fahruddin   Razi ‘de bu ayette geçen  "mübarek gece"nin  Şaban'ın ortasındaki  gece  olduğunu  sanmadığını söylemektedir".

Kur'an ve Kur'an'ın inişiyle ilgili iddia  ve  deliller  böyle  iken, Halk   arasında büyük rağbet gören Berat Gecesi'nin önemi nereden gelmektedir ?  Her halde  aşağıdaki  hadisler  olsa  gerek :
     “Şaban ayının yarısı olunca gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçirin. ALLAH, güneş batınca (rahmetiyle) dünya göğüne (semasına) tecelli eder ve şöyle der: ‘Benden af dileyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Şifa isteyen yok mu, şifa vereyim.’ Bu, böylece ‘var mı, var mı..” diye şafak sökünceye kadar sürer.”              (İbn Mâce, İkâmetu’s-salât, 191; Beyhaki, Şuu’bu’l-iman, III, 359)

  “ALLAH, Şaban ayının on beşinci gecesi, dünya göğüne tecelli eder ve Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok kulunu affeder.” (Tirmizî, Savm, 739, c. 3, s. 116, 117; - Tirmizi hadisi kaydettiği yerde zayıf olduğuna işaret , ederek  şöyle  demektedir :
Tirmizi :Aişe (r.anha)nın  hadisini  bu  şekliyle  sadece  Haccac'ın  rivayetinden  biliyoruz. MUHAMMED'den  işittim bu  hadisin   zayıf  olduğunu   ve  Yahya b. ebi Kesir'in  , Urve'den  işitmediğini    söylerdi.  Haccac  b. Ertae , Yahya b.  ebi kesir'den  hadis  işitmemiştir .
(sünen-i  Tirmizi: Oruç (savm)  bölümü , 739, c.1,s.199 - Konya Kitapçılık- hazırlayan Abdullah  Parlıyan) ;    El-Şevkânî ,El-Fevaid El-Mecû'a adlı eserinde işaret etmektedir. Hadisin zayıf ve senedinin kesik olduğunu söylüyor, El-Fevaid, El-Mecmû'a, s. 51; Suyutî, El-Cami'üs-Sağir, c. 1, s. 297, H. No: 1942, Suyuti hadisi “hasen” olarak tanımlamaktadır.
)
      Ayrıca  sahih  bir  hadiste    ALLAH'ın(c.c.)  her  gece  göğün  semasına  indiği  belirtilmiştir. Hadis  şöyledir :
    "Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri geriye kaldığında dünya semasına iner veYok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim. Yok mu benden istekte bulunan, ona vereyim. Yok mu benden mağfiret dileyen ona mağfiret edeyim , der. Hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.
[Buharî, Tevhid, Kavlullahi Teala: Yurîdune en yubeddilu... (Fethu’l-Bârî, XIII, 464); Teheccüd, ed-Duau ve’s-Sâlâtu fi Ahiri’l-Leyl (Fethu’l-Barî, III, 29), Deâvat, ed-Duau Nisfe’l-Leyl; Müslim, Salatu’l-Musafirin, et-Terğibu fi’d-Dua (Nevevî, VI, 282)’de rivayet ettikleri gibi Malik, Muvatta’da, Tirmizî ve Ebu Davud da rivayet etmişlerdir.]
 
    Ayrıca ilk nesilden (selefden) olan bazı şahsiyetlerin özel olarak bu gece nafile namaz kıldıkları da bildirilmiştir. Şaban ayında oruç tutmakla ilgili olarak da bazı güvenilir (sahih) hadisler vardır. Fakat gerek ilk nesilden (selefden) Medineli bazı alimlerin ve gerekse bazı sonraki nesil (halef) mensuplarının bu ayın on beşinci gecesini anmayı faziletli saymaya karşı çıktıkları ve bu konudaki hadisleri kuşku ile karşıladıkları da bize kadar gelen bilgiler arasındadır. Şüphe ile karşılanan bu hadislerden biri şöyledir:
 “ALLAH bu gece (Şaban ayının on beşinci gecesi) Benî Kalb kabilesinin sürüsündeki koyunların kıllarının sayısından daha fazla kimseyi affeder.”   Sözünü ettiğimiz ilk nesil alimleri:    “Bu hadis de bu konudaki diğerlerinden farksızdır” diyerek duyduğu kuşkuyu dile getirmişlertir.

      İmam  Taberi'nin   yer verdiği bilgiye göre, ilk müfessir sahabelerden   İkrime, bu gecenin Şaban ayının 15. gecesine tesadüf eden Berat Gecesi olduğunu söylemiştir.    Buna kail olan bazı müfessirler de Kur'an-ı Kerim'in,    Levh-i Mahfuz'dan  dünya semasına bu gece topluca indirildiğini (inzal),  Kadir Gecesi'nde ise parça inmeye başladığını (tenzil) öne sürmüşlerdir. İkrime'den böyle bir görüş nakledilmişse de Kur'an'ın  Ramazan ayında inmeye başladığı ayetle sabittir .

       Birçok alim, bu hadislerin isnadlarında problem bulunduğunu, dolayısıyla hadislerin zayıf olduğunu ve bunlarla amel edilmeyeceğini belirtmişlerdir. Müfessirlerden Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Beraat gecesinin fazileti hakkında bir tek sağlam hadisin bile gelmediğini, dolayısı ile bu konu ile ilgili olarak hadis diye dolaşan sözlere itibar edilmemesi gerektiğini söylemektedir. [Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2. Bs., y.y., 1968, c. 4, s. 1678 (Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)]   
Kurtubi, İbn Mace’nin hadisindeki sened zincirinde yer alan Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebi Sabre’nin “hadis uydurmakla” itham edildiğini söyler.
Tirmizi de, kitabına aldığı bu hadisin “zayıf”   olduğunu   söylemiştir.

        Bir hadiste şöyle ifadelerin geçtiği söylenir. "Şaban ayının onbeşinci gecesi bir şabandan bir şabana kadar geçen zaman taranır." Bu zayıf bir hadistir: İbn Kesir de aynı şeyi söylemiştir. Hem bu söz nasslara muhaliftir. 
     Müslim’in “Sahih”inde yer verdiği bir hadis vardır. Hadis şöyledir: Hz. Aişe, Hz. Peygamber (sas)’in bu gece (Şaban’ın ortasında ) Baki Mezarlığı’nı ziyaret ettiğini söyler: “-Ey Aişe, sen gördüğünde bana Cebrail geldi ve seslendi. Ben onu senden gizledim. Ona cevap verdim. O, sen elbiseni çıkardığın için yanına girmiyordu. Uyuduğunu sandım, seni uyandırmayı doğru bulmadım, heyecana kapılmandan korktum. Cibril bana dedi ki;
    “Rabbin senin Baki Mezarlığı’na gitmeni ve onlar (orada yatanlar) için bağışlanma istemeni emrediyor.”     Ben;
“Onlar için nasıl dua edeyim?” deyince, buyurdu ki; “Şöyle (dua et):
 Mü’min ve müslimler diyarının insanları! Size selam olsun. ALLAH bizden önce gidenlere ve bizden sonrakilere merhamet etsin. İnşALLAH yakında biz de sizlere kavuşacağız
.”
  (Müslim, Cenaiz, 103) Nesai’de Hz. Aişe’nin Peygamberimiz’i gölge gibi izlediği, ondan önce gelip yatağa girdiği, hızlı nefes alışverişinden dolayı kendini ele verdiği, bundan sonra Şaban ayının bu gecesiyle ilgili olayın aynı cümlelerle nakledildiği belirtilir. (Nesai, Emri bi’l-İstiğfar li’l-Mü’minin, 103), Beyhakî; Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 7/403-404. Beyhakî,bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir. )
     
  Yine Hz. Aişe’den gelen bir rivayette şöyle denmektedir: “ALLAH’ın Elçisi’nin Şaban ayındaki kadar oruçlu olduğu bir ay görmedim.”(Müslim, Sıyam 175)                       
     Hz. Peygamber (sas), bir kişiye “Sen bu ayın   süresince  (ortalarında)  oruç tuttun mu?” diye sordu. O  kişi, “Hayır, tutmadım.” deyince,    Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: “Öyleyse, Ramazan’dan çıkıp iftar ettiğinde (bayramdan sonra), o tutmadığın oruç yerine, iki gün oruç tut.” (Müslim, Sıyâm, 200, Buhari, Savm, 4/200; Ebu Davud, Savm, Hadis no: 2328.)   
( Müslim’in rivayetinde geçen bu “surre” kelimesi, eyyâm-ı bıyz (ak günler) ile tefsir edilmiştir. Hattâbî es-Sırru kelimesi hakkında üç çeşit lügat vardır der: Sırruhû, Seraruhû ve Sirâruhû. Sırrıhû kelimesinin “vasatuhû” yani ortası manasını içermesi caizdir. İbn Receb, Leâifü’l-Meârif, s.271) 

    Ahmed  ibn Hanbel’in   Abdullah b. Amr’ın   hadisinden tahriç ettiğine göre ,  Şaban’ın  yarısındaki   gecede “ALLAH bütün Müslümanları bağışlar. Yalnız kâhin, büyücü, çok kin tutan, içkiye düşkün olan, anne ve babasıyla ilişkisini kesen ve zina düşkünü kimseler hariç”(Müsned, II, 176 Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid’de (8/65) bu hadisi zikretmiştir ve demiştir ki: “Bu hadisi İmam Ahmed   rivayet etmiştir. Hadisin senedindeki İbn Lühey'a'nın dışındaki bütün ravileri güvenilirdir. Senetteki diğer rical ise sikadırlar.” Münzirî de bu hadis-i şerifi et-Terğîbu’t-Terhîb’inde kullanmıştır, nakletmiştir. (2/119, 3/460).) 
    Ahmed  ibn Hanbel’in yer verdiği bir rivayete göre, Şaban’ın ortalarındaki  gecesi “ALLAH bütün Müslümanları bağışlar. Yalnız kâhin, büyücü, çok kin tutan, içkiye düşkün olan, anne ve babasıyla ilişkisini kesen ve zina düşkünü kimseler hariç”(Müsned, II, 176

     Bu  rivayetlerden  Şaban ayına özel bir önemin verildiği anlaşılmaktadır. Fakat   ber’at   gecesi  konusundaki  delil  alınan  hadislerin  gördüğümüz  gibi  sıhhat  ve  sahihliğinde    problem  olduğu  katidir.   Müslüman    her gün ve  gece  yaptığı  ve  yapması  gereken   Kabir ziyaretine gitmek ,  dua ,  kuran okuma ,  tevbe    etme   gibi  ibadetlerini  bu  gecede de yapabilir .
    Ancak yine de Şaban’ın 15. gecesinde ALLAH’ın varlık âlemi veya dünya ile ilgili bir yıllık işleri meleklere havale edip sanki bir kenara çekildiği hakkındaki rivayetler güvenilir değildir. Bu gecenin kutlanması ile ilgili âdet de ne sağlam bir hadise ne bir sahabi sözüne dayanır. Yine bu geceye özgü ibadetler ihdas etmek, özel seremoniler ve kutlamalar çıkarmak ve bunları her sene dinin bir emri veya Peygamber sünnetinin ihyasıymış gibi tekrar etmek doğru değildir, dinde bid’at icat etmek anlamına gelir.

Ber’at   Kandilinde  Kılınan  Namaz

Şaban ayının onbeşinci gecesine (berat kandiline) gelince, bu gecede yapılanların hiçbiri kesinlikle ne Peygamber'den rivayet olmuş ne sahih ne de sünnette yeri bulunan şeylerdir. 
     İmam Tartuşi şöyle anlatır: "Bana Ebu MUHAMMED el-Makdisi haber vererek dedi ki:   “Bu, bizde ilk olarak hicri 448 senesinin evvelinde ihdas edilmiştir. Nablus şehrinde İbnu Ebi'l-Hamra adıyla tanınan birisi Beyt'l-Makdise geldi. Güzel tilaveti vardı, kalktı ve Mescidi Aksada Şaban ayının ortasında (15'inde) bulunan gecede namaz kıldı, arkadan ona birisi uydu ondan sonra bir başkası daha sonra bir diğeri eklendi, neticede namazı bitirinceye kadar kalabalık bir cemaat oldu. Gelecek sene yine geldi ve arkasında birçok insan bu namazı kıldı. Mescidde bu yayıldı. Böylelikle Mescidi Aksa'a ve insanlarının evlerinde bu namaz intişar etti. Daha sonra bir sünnetmiş gibi günümüze kadar bu namaz devam edegeldi”. (Tartuşi, EI-Havadisu ve'l-Bida'u s. 132)
        Bazıları   ömrün uzaması niyetiyle iki rek'at namaz kılar. İnsanlara muhtaç olmama niyetiyle tekrar iki rek'at namaz daha. Yasin Suresi ardından bir iki rek'at namaz daha. Bunun gibi şeyler   çıkardılar .
Allame Ali  ibn  İbrahim bu namaz hakkında şöyle der:
"Şaban ayının ortasında geceleyin kılmak üzere ihdas edilen (uydurulan) onar defa ihlas suresi okumak suretiyle cemaatle kılınan Cuma ve Bayramlardan daha  fazla önem verilen yüz rek'atlık elfiye namazına gelince, hakkında  ancak  ya zayıf  ya da uydurma haber ve eser gelmiştir. Kut'ul-Kulub ve Ihyaul Ulumu'd-Din sahihlerini zikretmesine veya Salebi tefsirin kadir gecesi olduğunu söylemesine aldanma.”    (Muhanmed Tahir Bin Ali el-Hindi, Tezk i rai u'l-Mevduat s.45)
    Hafız  Irakı Şöyle der:  'Beraat namazı hakkındaki hadis batıldır.’    (Şukayri, Es-Sunenu ve'l-Mubtede'at s. 144)
İbnu'l-Cevzi'de:  'Şüphesiz bu hadis    uydurma" demektedir. '    (İbnu'l-Cevzi, el-Mevdu'at c.2 s. 127)
Şeyhu'l-İslam ibnu Teymiyye de buna benzer söz söylemiştir  .( İktidau's-Sıratu'l-Mustakim c. 2 s. 632,639)

"Ey  Ali ! Kim  Şaban'ın  onbeşinci  gecesinde  yüz  rekat  namaz kılar  ve  her  rakatta  Fatiha  ve  on  kez  İhlas  suresini  okursa ,  ALLAH  onun  tüm  ihtiyaçlarını  giderir." 
    Bu  hadis   uydurmadır . İçerdiği  sevap  bakımından  aklı  olan  herkesin  bunun uydurma  olduğunu   bilmemesi  mümkün  değildir.Senedindeki  rabileri  bilinmeyen  kimselerdir.
İbn Hibban'ın  Ali'den  rivayet  ettiği  hadiste : " Şaban'ın  onbeşinci  gecesi  olunca  , gecesini  namazla  , gündüzünü  oruça  geçirsin "
 Bu  hadiste  zayıftır. El- Leali'de :   "Şaban'ın  yarısında   on kez  ihlasla   , yüz  rekat  namaz  kılmak" (el-Leali'de  c.2 /31)  Ed-Deylemi 'de   bunu rivayet  etmiştir. Hadis  uydurmadır. Ravilerinin tamamı  üç  yoldan da  bilinmeyen  kimselerdir ve  zayıftırlar. dedi ki : "Oniki rekat  namazı  , otuz ihlasla  kılarsa..."    Uydurmadır . Ondört  rekatla ilgili  rivayet de uydurmadır. 
     Gazali  ve  diğerleri  gibi fakihlerden  bir çoğu  bu  hadise  aldanmışlardır. Hakeza  müfessirlerden  bazıları da bu  aldanışa  katılmışlardır. Bu  gece  hakkında  Şaban'ın  yarı  gecesi  konusunda  rivayet  edilen  hadislerden  bir  çoğu  , birçok  yönüyle  batıl  ve  uydurmadır.  Bu Tirmizi'nin  Aişe'den  yaptığı  rivayete  aykırı  değildir.O  hadiste  Rasûlullah(s.a.v) (s.a.v.)  Baki  mezarlığına  gittiği  vardır. o  hadiste  ALLAHın  yakın  semaya  indiğinden  söz  edilir. "O gece  Kelb  kabilesinin  koyunlarının kılları kadar  günahları  bağışlanır."  Bu geceyle  ilgili  olarak  Aişe'den rivayet  edilen  hadis  uydurmadır. senedinde  zayıflık  ve  kopukluk  vardır. Hakeza bu  konuda  Ali'den  rivayet  edilen  hadis de bu  namazın  uydurma  olmasına   bir  engel  teşkil  etmez. Zikrettiğimiz  gibi  hadis  zayıftır.  (İmam  Şevkani ; El-Fevaid  El-Mecmua Fi'l-Ehadis El-Mevdua -MEVZU  HADİSLER,  sayfa  252, Medarik  yayınları)

      Nitekim aynı şekilde bu gecenin ihyası için camilerde mevlit okunmaktadır. Bunun sebebi ise şeytanın bu cahillere amellerini süslü ve meşru göstermesidir. Bazı kimseler insanların manevi gıdalarını tıkadığımız İddiasıyla bu makaleyi hoş görmeyebilirler. Ancak bu gibi kardeşlerimize Peygamber (sallALLAHu aleyhi vesellem)'in Hz. Aişe (radıyALLAHu anha)'dan gelen sahih bir hadisi şerif'i hatırlatmak isteriz. "Kim bizim üzerinde bulunmadığımız bir ameli işlerse, o amel merduttur.'  (Buharı, Müslim.)
Cenabı Hak “Sen onlardan ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler” buyurur. 
Bir rivayette peygamber (s.a.v.)’in “Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar,derim” ziyadesi vardır.
(Buhari-Muslim) (Hayatus Sahabe-4)

Berâ b. Âzib (r.a.)’den rivâyete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: 

Nafi (r.a.) anlatıyor; İbni Ömer (r.a)'nın yanında birisi aksırdı ve “elhamdulillah vesselamu ala Rasulillah” (Allah’a hamd Rasûlune selam olsun) dedi. 

"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım

2. yanılgı ise Bidat-ı hasene (güzel bidat) yanılgısıdır. Delil aldıkları ise ; Rasûlullah (s.a.v.) döneminde sekiz rekât olarak münferiden kılınan teravih namazın yirmi rekat olarak bir imamın arkasından kılınmasıdır :
Abdurrahman bin Abdi'l-Kâri (r.a.)'dan:
Bir gece Ömer'le (bir Ramazan gecesinde) mescide birlikte çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde namaz kılıyolardı kimisi kendi başına , kimisi de durmuş, bir grup da toplanmış onun arkasında namaz kılıyordu. 
Bunun üzerine Ömer dedi ki
"Bunları bir okuyucunun arkasında toplasam da onun arkasında toplu halde namaz kılsalar.
Bu işin üzerine durdu ve nihayet onları Ubeyy bin Kâ'b'ın arkasında onun imamlığında topladı. Sonra başka bir gece yine namaza çıktık, onları toplu halde adı geçen sahabinin arkasında namaz kılarken görünce :
"Ne güzel bid'attır bu ! Ne var ki bunu kılıp da sonra gecenin son kısmında kalkıp bunu kılanların davranışları bundan daha iyidir. (Zira) cemaat (bu namazı) gecenin başında kılıyorlardı
[Malik ve Buhari]
(Bu hadisi Malik [salât fî Ramadân no. 3, s. 114] ve Buhari [teravih I/3, II/252], Mâlik ani'z-Zuhrî an Urve b. ez-Zubeyr an Abdurrahman asl-ı senedi ile tahric ettiler)
(Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsuatu Fıkhı Umar b. e!Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125).
Alimlerin çoğunluğuna göre , tasavvufçuların "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz. 

Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir” 
[ Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7] 
Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.”
[ Muslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6]

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...