31 Aralık 2019

KIYAFET İLMİ


KIYAFET İLMİ
Giriş 
İnsanların fiziksel özelliklerinden ahlakî ve karakteristik özelliklerine dair çıkarımlarda bulunan “kıyâfet ilmi” Türk edebiyatına İslâmiyet sonrası dönemde girmiş ve bu türde birçok eserler verilmiştir. 
Batı kültüründe “fizyonomi”, doğu kültüründe ise “ilm-i firâset” olarak adlandırılan ilim kapsamında yer alan kıyâfetnâmeler kültürel yaşantımızda kendisine yer bulmuştur. Genellikle kıyâfetnâmeler, firâset ilmiyle karıştırılmış, kıyâfetü’l-beşer, kıyâfetü’l-insaniyye, kıyâfetü’lebdân olarak da kullanılmıştır. Kıyâfet kelimesi bir kimsenin ardınca gitmek iz takip etmek, peşi sıra gitmek manalarına gelir ve Arapçadaki “kavf” kökünden müştaktır. Bu kelime Türkçe’de galat olarak; elbise, şekil, suret, kılık manalarında kullanılmış olup dilimize Farsça’dan geçmiştir. Bir kişinin saç, göz, kulak, el gibi organlarına ve dış görünüşüne bakarak karakter yapısı hakkında görüşler ortaya koyan bilim dalına “kıyafe(t)”, bu görüşleri ortaya koyan esere de “kıyâfetnâme” adı verilir. Yine bu bilimle uğraşan kişiye de “kâyif” veya “kıyâfetşinas” denir. 
İlm-i kıyâfet, çeşitli gruplara ayrılabilirse de umumi mahiyette “kıyâfetü’l-isr” ve “kıyâfetü’l- beşer” olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, ayak izlerinden bahseden ve onlara göre hükümler veren ilim dalıdır. Konumuzu ilgilendiren ise,“kıyâfetü’linsâniyye” veya “kıyâfetü’l- ebdân” da denilen ikinci bölümdür. Bu bölüm insanların beden ve organ yapısıyla ahlakı ile karakteri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir bilimdir (Pala 2002: 339; Yerdelen 1988: 43). 
Edebiyatımız içerisinde yazılan kıyâfetnâmelere bakıldığında bu eserlerin edebî kıymet kaygısı ile yazılmadığı, bu nedenle de genel olarak sanatsal değer taşımadığı düşünülür. Kıyâfetnâme türündeki eserler kimi zaman manzum kimi zaman mensur olarak kimi zaman da manzummensur karışık şekilde yazılmıştır. Türk edebiyatının bilinen ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’ye ait manzum bir kıyâfetnâmedir. 

Bedr-i Dilşâd bin Muhammed Oruc’un Murâd-nâme’sinin 34. ve 40. babları; 
Sarıca Kemal’in Selatin-nâme’si; 
Firdevsî-i Rûmî’nin müstakil Firâsetnâme’si; 
Şeyh Baba Yusuf’un Kıyâfet-nâme’si; 
Şaban-i Sivrihisarî’nin manzum-mensur kıyafet tercümesi; 
İlyas ibni İsâ-yi Saruhanî’nin Kıyâfetnâme’si; 
Abdulmecid ibni Şeyh Nasuh’un manzum kıyafetnamesi; Mustafa ibni Evrenos’un Kıyâfetnâme’si; 
Mustafa bin Bali’nin Firâsetnâme’si; 
Nesîmî’nin Kıyâfetü’l-Firâse’si; Niğdeli Visâlî’nin Vesiletü’lİrfân’ı; Seyyid Lokman Çelebi bin Hüseynî’in Kıyâfetü’l-İnsâniyye fî Şemâili’l-‘Osmâniyye’si; Şeyh İbrâhim Kûrânî’nin Risâle-i Muhtasar-Eşkâl ve Kıyâfet Terceme-i Şeyh İbrâhîm Kûrânî’si; Şeyh Ömerü’l-Halvetî’nin manzum Kıyâfet-nâme tercümesi; Ömer Fânî Efendi’nin Kıyâfetnâme’si; Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetnâme eseri içinde bir bölüm olan Kıyâfetnâme’si; Gevrekzâde Hâfız Hasan’ın Firâset tercümesi, Dımışkî’nin Kıyâfet-nâme tercümesi; Mustafa Hâmî Paşa’nın Fenni Kıyâfet’i; Yusuf Halis Efendi’nin Kıyâfetnâme-i Cedîde’si; Avan-zâde Mehmed Süleymân’ın Musavver ve Mükemmel Kıyâfet-nâme’si; Hüseyin Şakir’in Firâsetü’l-Hikemiyye fî Kıyâfeti’l-İnsâniyye’si; Âkif Mehmed Paşa Yozgatî’nin Terceme-i Risâletü’l-Firâset ve’s-Siyâset’i kıyâfetnâme geleneğiyle ilgili çalışmalardandır (Sarıçiçek 2014: 47-50). Yazarları ve isimleri belli olan kıyâfetnâmeler olduğu gibi müellifi belli olmayan kıyâfetnâmeler de vardır. Üzerinde çalışma yaptığımız eser bu kategoriye girmektedir. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma’rifetnâme adlı eserinin dördüncü risalesini beş bölüm olarak kıyafet ilmine ayırmıştır. İbrahim Hakkı, kıyâfet risalesinde sırasıyla saç, baş, cilt, alın, kaş, kulak, göz, yüz, beniz, burun, ağız, ses, söz, dudak, diş, çene, sakal, boyun vb. organ ve özelliklerini ele alır; değerlendirmeler yapar. İbrahim Hakkı söz konusu risalenin girişinde ilm-i kıyâfeti şöyle tarif etmektedir: “Hikmet sahipleri demişlerdir ki, kâinatı bu şekilde yaratan ve takdir eden Allah insanı en güzel bir şekilde tasvir edip, ruhundan üflemekle onu süslemiş ve nurlandırmıştır. Gerçi insanoğlunun hepsini mizaç ve yaratılışta düzgün ve birleşik yaratmamıştır. Ancak fertlerini şekil ve ahlak bakımından birbirine zıt ve başka türlü yaratmıştır. Böylece insan önce kendi organlarının şeklinden kendi özelliklerini tamamen bilip ihtimamla ahlakını düzeltmeye çalışsın. Sonra dost ve arkadaşlarını kıyafetlerini ferasetle bakıp her birinin şahsında gizli olan haller ve huylarına vakıf ve haberli olduğunda onlara ya huyuna göre sevgi ve muhabbet ile davransın veyahut (kötülerden) uzaklaşıp emniyet, selamet ve rahata kavuşsun. Ne kimseden incinsin ne de kimseyi incitsin” (Akkuş 2006: 129). Bütün ilimler gibi kıyâfet ilmi de çeşitli kültürlerden beslenerek şekillenmiştir. Kıyâfetnâme türündeki eserlerde, yer yer bu ilmin tarihi gelişiminden bahsedilmiştir. Kıyâfetnâmelerde dile getirilen hususları, yüzyıllar boyunca halkımızın zihin dünyasında yer etmiş inanç tezahürleri olarak değerlendirmek mümkündür. Ayrıca 20. yüzyılın ilk yarısında, psikoloji alanında bilimsel değer kazanmaya başlayan bu türe ayrı bir önem verilmesi de oldukça dikkate değerdir. Kıyâfetnâmelerin önemli yönleri arasında; içinden çıktığı toplumun sosyolojisi, psikolojisine dair izler taşıması ve folklorik malzemeler içermesi sayılabilir. Her kıyâfetnâme birbirinden etkilenmekle birlikte yazarının yaşadığı dönem ve toplumundan da izler taşımaktadır. “Her sanatkâr şu ya da bu biçimde çağının ve toplumunun estetik değerlerinin, zevk anlayışının derleyicisidir. Kıyâfetnâmeler de, çağlarının ve ait oldukları Osmanlı toplumunun insanının estetik görünümüyle ilgili ölçü ve değerleri, güzellik anlayışını büyük ölçüde yansıtan eserlerdir” (Mengi 1977: 303). Ülkemizde kıyâfetnâmeler hakkında birçok çalışma yapılmıştır.1 Hamdullah Hamdi’nin Kıyâfetnâme’sini ilim dünyasına ilk olarak Amil Çelebioğlu duyurmuştur. Hamdullah Hamdi’nin eseri tamamı manzum 1 Âmil Çelebioğlu’nun Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan “Kıyâfet İlmi ve Hamdullah Hamdi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kıyâfetnameleri” adlı çalışması ile Mine Mengi’nin, TDAY Belleten’de yer alan “Kıyâfetnâmeler Üzerine” adlı makalesi de önemli başvuru kaynaklarındandır. Cevat Yerdelen tarafından hazırlanmış olan “Türk Edebiyatındaki Kıyâfetnâmeler ve Niğdeli Visalî’nin Vesiletü’l-İrfan Adlı Kıyâfetnâmesi” adlı yüksek lisans tezi, Ali Çavuşoğlu tarafından hazırlanan “Kültür Tarihimizde Kıyâfetnâmeler” adlı yüksek lisans tezi, Hayyam Pur’un İstanbul Üniversitesi’nde hazırlamış olduğu “Manzum Kıyâfetnâmeler” adlı lisans bitirme tezi, Hülya Demiray’ın İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nde hazırladığı “Seyyid Lokman Çelebi’nin Kıyâfetü’l- İnsaniye Fi Semâili’l- Osmaniyye’si” adlı lisans tezleri de kıyâfetnâmeler hakkında yapılmış araştırmalardan bazılarıdır. Kenan Bozkurt tarafından hazırlanan "Kıyâfet İlmi, Türk edebiyatında kıyâfetnâmeler ve Şa'bân-ı Sivrihisârî'nin Kıyâfet-nâmesi" adlı yüksek lisans tezi 2008 yılında tamamlanmıştır. Adem Ceyhan tarafından yapılan "Bedr-i Dilşâd'ın Murâdnâmesi" adlı çalışmada 34. bölüm kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilidir. Gökhan Türk’ün Anadolu sahasına ait bir Kıyâfet-nâme örneği üzerine inceleme adlı yüksek lisans çalışması; Bahadır Güneş’in Arapça’dan Türkçe’ye Tercüme Edilen Bir Kıyafetnâme Metni Üzerine başlıklı makalesi; Bekir Çınar’ın Niğdeli Visâlî ve Hamdullah Hamdi’nin Kıyâfetnâmeleri Üzerine Bir İnceleme başlıklı makalesi; Müjgan Çakır’ın Kıyâfetnâmeler Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi çalışması; Melike Gökcan Türkcan’ın İlm-i Kıyâfet ve Firâset Bağlamında Mustafa İbn-i Evrenos’un “Haza Kitab-ı Firasetname ve Kıyafetname’si bu alanda yapılan çalışmalar içerisinde zikredilebilir. Dr. Ramazan Sarıçiçek’in “Risâle-i Kiyâset-i Firâset /İlm-i Firâset adlı kitap çalış- ması, Emine Gürsoy Naskali’nin editörlüğünü yaptığı kitapta yer alan Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyâfetnâmeye Göre Karakter Tahlili (Abdülkerim Gülhan), İhtilâcnâmeler (Eren Ersoy), Manzum Kıyâfetnâmelere Göre Beden ve Kişilik (Bilal Aktan), Kıyâfetnâme (Mahmut Kaplan) çalışmaları kıyâfetnâme geleneğiyle ilgilidir. Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 41 olup 158 beyitten meydana gelmiştir. Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesi Hamdullah Hamdi’nin eseridir. Müellifi Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı 29 varaklık Kıyâfetnâme, talik hatla yazılmış olup her varakta 13 satır bulunmaktadır. Kıyâfetnâmenin müellifiyle ilgili herhangi bir kayda rastlanmamıştır. Manzum-mensur karışık tarzda yazılmış olan kıyâfetnâme iki bâb (bölüm) halinde düzenlenmiştir. Kıyâfetnâmenin başı Farsça yazılmış altı beyitlik bir nazım parçasıyla başlamıştır. Daha sonra “Evvelkisi isimden ahvâl-i müsemmâya nazar, ikincisi sûretten sîrete güzerdür” (Manisa 1506: 2) ifadesiyle kitabın çerçevesi ortaya konulmuştur. İsimden müsemmâya nazar bölümünde insana verilen ismin taşıdığı anlamla insanın tavır ve davranışlarının örtüşmesi, isminin ya da lakabının özelliklerini taşıması üzerinde durulmuştur. Bu bölümdeki açıklamalarda kullanılan isim ve örneklerin çoğu Arap dil ve kültürüne aittir. Bu da eserin bu bölümünün çeviri özelliği taşıdığını düşündürtmektedir. “ve daĥı ķavm-i ˘Arab isim ķomaķda kibār-ı selefüň her birinüň kem (3/a) ef˘āl-i lašīfe ve aĥlāķ-ı şerīfe birile iştihārı vardur. Ol fi˘l-i lašīfi ve ĥulķ-ı şerīfi umub śāĥibinüň ismiyle tesmiye iderlerdi. İsimden müsemmāda ma˘nâ šaleb ķılurlardı. Ol śāĥib-i ķalbü’l-mühim-i aśl-ı uśūl a˘nī ˘Abdü’l-Muššalib cedd-i rasūlden (˘aleyhi’s-selām) su’āl etdiler. Niçün evlādına esmānuň şerlüsün ve ĥademeňe ĥayırlısun ķorsun? Eyitdi: ˘Abīdimüz nefslerimiz içün ve evlādımuz a˘dāmız üzerine adlandıruruz. Ĥuśūśā kesb-i laķab gökden iner, cānib-i ĥakīmi ˘alīmden bī-hūde fi˘l vāķı˘ olmaz elbette. Ol ism-i nāziliň müsemmā ile münāsebeti vardur kemal mertebede şöyle ki andan ġayrla ol münāsebet yoķdur. Eger āĥirle daĥı ziyāde münāsebet olaydı ĥakīm-i ˘alīm terk-ūlā etmek lāzım gelürdi” (Manisa 1506: 3-a). İnsanoğlu, var olduğu günden itibaren sürekli olarak kendini tanıma ve anlama uğraşı içinde olmuştur. Bu anlama süreci hiç kesintiye uğramamakla beraber, bu süreç doğrultusunda elde edilen bilgilerin üst üste konmasıyla birlikte bu uğraşı giderek birilim halini almış ve bu ilim, çeşitli kültürlerde farklı isimlerle anılmıştır. Batı kültüründe “fizyonomi (physionomy), Doğu kültüründe ise “İlm-i Firâset” adlarını alan bu ilim her iki kültürde de oldukça ilgi çekmiştir. İnsanların vücut özelliklerine bakarak karakterlerini çözmeye yönelik ilk çalışma Hippokrates tarafından yapılmıştır. Eflatun (Platon) ve Calinus (Galenus) da İslam âlemindeki bu ilimlerle ilgili eserlerde sözü geçen âlimlerdendir (Pala 2002: 339). Doğu kültüründe verilmiş birçok orijinal ve tercüme eserde öncelikle firâset ilminin tanımı yapılmış sonra bölümleri belirtilmiştir. Zira bu ilim dâhilinde eser veren âlimler, öncelikle firâset ilminin tanımını yaparak bu ilmin gerekliliğini ortaya koymuş, sonra da bölümlerini belirtmişlerdir. Yapılan bu tasniflerde firâset ilmi çoğunlukla iki ana bölümde incelenmiş ve bu durum genel olarak kabul görmüştür. Bahsi geçen iki bölüm; “şer’î ve hükmî” olarak adlandırılır. Üzerinde inceleme yaptığımız kıyafetnamenin ikinci bölümü iki ayrı kategoride ele alınmıştır. Birinci kategori fenn-i kıyâfet; ikinci kategori ise ilm-i firâset’tir. “El-ķısmu’ŝ-ŝānī fī ma˘rifeti’s-sīri be-vāsıŧa-i’s-suveri ve’l-firāseti: Ve bu ķısm-ı ŝānī iki nev˘dür. Nev˘-i evvel fenn-i ķıyāfetdür ve nev˘- i ŝānī ˘ilm-i firāsetdür. Evvelā nev˘-i evveli beyān idelüm ki idrāk-i ķıyāfetle ˘ilm-i firāsete isti˘dād ziyāde ola. Çıķılır nerdbāna pāye pāye Žiyā az az virür ħurşīd aya Bular tedrīcle her şey kemāli O kim tedrīci yoķ ĥāżır zevāli Neŝr: Ma˘lūm ola ki erbāb-ı ĥadīs lašīf-i mešālib-i sīre mebādī śuverden bi’l-ķıyāfet intiķālāt ve imtiĥānāt idüb kerrār tecrübe ile merrāren ˘ilmi yaķīn taĥśīl ve ķıyāsāt-ı ˘aķliye’i tekmīl etmişler. Ve ĥukemā-i selef ve fużalā-i ĥalef bu fende ħayli gūşīş etmişler. Nitekim Sabbāĥ-ı Ķulzüm Ma˘ānī Seyyid ˘Ali Hemedānī radıya’llāhu ˘anhu Ķitābu Zaĥīretü’lMülūk’da buyurmuşlardur: Bir şaĥśıň gözleri gök ve ķılları ķızıl ve egni ince olsa ve başında saçı sıķ olsa mār-ı ef˘ādan niçe ĥaźer olunurise andan eyle (12/b) ĥaźer etmek gerekdür”(Manisa 1506: 12). Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme İncelemiş olduğumuz Kıyâfetnâme’de hakkında hüküm bulunan uzuvlar şunlardır: Ağız, alın, ayak, baş, bel, boy, boyun, burun, çene, diş, dudak, et, göğüs, göz, karın, kas, kol, kulak, parmak, saç, kıl, sakal, sırt, tırnak, yanak ve yüzdür. Eserde uzuvlar değerlendirilirken; azlık-çokluk, büyüklük-küçüklük, darlık-genişlik, eğrilik-düzlük, kalınlık-incelik, sertlik-yumuşaklık, uzunluk-kısalık, zayıflık-şişmanlık gibi özellikler açısından değerlendirilmiştir. Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı eserdeki unsurlar Anadolu sahasındaki ilk müstakil kıyâfetnâme olan Hamdullah Hamdi'nin "Kıyâfetnâme"siyle mukayese edilecektir. AĞIZ: “Giň aġız şecā˘ate delīldür ve šar aġız delīl-i śıĥĥat-ı ĥavāss-ı bāšındur” (1506: 16-a). Müellifi bilinmeyen "Kıyâfetnâme"de ağızla ilgili verilen hükümlerle diğer kıyâfetnâmelerin hükümleri genellikle örtüşmüştür. Geniş ağzın cesarete işaret etmesi ortak bir özellik olarak yer almıştır. Dar ağız Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı eserde sıhhat delili olarak ele alınmasına karşın, karşılaştırdığımız Hamdullah Hamdi’nin eserinde olumsuzlanmıştır. "Deheni teng eğerçi bihcetdür Havf-ı kalbe velî 'alâmetdür Bulmayasın ili ararsan eğer Eğri agızlularda togrı haber" (Çelebioğlu 1998: 243). ALIN: “Giň alın ki anda šamarlar ve siňirler aňlanmaya muĥāśamaya ve nāsāzkārlıġa delīldür. Šar alın bilmezlige vaĥşete ve büyük alın kāmillige ve miyāne alın ĥalķla ülfetde ve muvāsenetde i˘tidāle delīldür” (Manisa 1506: 14-b). 44 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Alın, Manisa 1506 numaralı eserde dört kategoride ele alınmıştır: Gin, tar, büyük ve miyâne. 'Gin' tabiri çok geniş alınlılar için kullanılmıştır ve olumsuz bir kavram olan kavgacılıkla ve huyu kötü olmayla ilişkilendirilmiştir. Dar alın bilmezlikle, vahşetle, ahmak ve bencillikle bağlantılı olarak ele alınmıştır. Büyük ve miyâne alın olumlu çağrışımları olan alın modelleridir. Miyâne kavramı, mu'tedil (vasat) kavramıyla birlikte normal anlamında kullanılır. Büyük alın yerine bazı kıyâfetnâmelerde yumru alın kullanılmıştır. Hamdullah Hamdi'nin kıyâfetnâmesinde alın çeşitlerine yüklenen anlam değerleriyle Manisa 1506 numaralı eserdekiler arasında tam bir örtüşmenin olduğu görülmüştür. "Alnı gin olsa huyı çirkin olur Tar olursa gabî ve hod-bîn olur Gâlibâ yumrı olsa kâhil olur Pes budur ahseni ki a'del olur" (Çelebioğlu 1998: 240). BAŞ: Kıyâfetnâmede diğer kıyâfetnâmelerde olduğu gibi başın büyüklüğü, küçüklüğü; vücudun kıllı olup olmaması; saçın rengi gibi özelliklerden hareketle kişinin huy özelliklerine dair göndermeler yapılmıştır. “Beyān-ı siper: Baş büyük olmaķ himmet-i ˘ulyāya delīldür. Küçi baş ķıllet-i ˘aķla miyāne i˘tidāle delīldür" (Manisa 1506: 14). Kıyâfetnâmede geçen özellikler başka kıyâfetnâmelerle karşılaştırıldığında örtüştüğü görülür. Anadolu sahasına ait bir kıyâfetnâmede geçen baş hakkında yazılanlar Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki yazmayla aynıdır. “büyük baş himmet-i ˘āliye delīldir orta baş sıfatlarıñ i˘tidāline delīldir küçük baş ʻaḳılsızlıġa delīldir” (İzmir Millî Kütüphânesi 1373/1) Mustafa bin Evrenos’un “Kitab-ı Firâset ve Kıyâfet” adlı eserinde orta baş’ın akılsızlığa delil olması genel kanaatin dışında bir durum olarak değerlendirilebilir. “Faṣıl: Büyük baş himmet-i ʻāliye delíldür. Orta baş ʻaḳılsızlıġa delíldür” (Türkdoğan 2014:180). Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 45 Büyük baş ve küçükbaşla ilgili kıyâfetnâmelerde benzer değerlendirmeler yapılmıştır. Kıyâfetnâmeler adlı çalışmada yassı baştan olumsuz olarak bahsedilirken küçükbaşında diğer organlarla uyumlu olması durumunda güzel bir mizaca işaret ettiği belirtilmiştir (Çavuşoğlu 2004: 117). "Başı büyük büzürg himmet olur Küçük olursa 'aklı kıllet olur Yassı olsa kafası insanun Misli olmaz belâdet içre anun" (Çelebioğlu 1998: 239 ). BEN: “Burunda beň kibre ve ˘ucbe delīldür. Yüzde ben vefāya ve meskenete delīldür. Göz ķapaġında ben mekre ve ĥasede delīldür. Egiňde beň ˘işret sevgüsine delīldür. Gövdede beň eyü śıfatlara delīldür. Alında beň devlete ve firāsete delīldür.” (Manisa 1506: 18-b). İnsan vücudunun değişik yerlerinde bulunan ben farklı şekillerde yorumlanmıştır. Yüzde bulunan ben vefâlı olma şeklinde değerlendirilirken göz kapağındaki ben hasetçi ve hileci olmayla ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin eserinde benle ilgili bir bölüm yer almamıştır. Vücutta değişik yerlerde bulunan benin daha detaylı bir şekilde tanımlandığı kıyâfetnâmeler de mevcuttur. "Yüzde ve gövdede çok ben olmak ülfet azlığına ve avrata meyl itmemege ve kendisinde....(!) husulüne, kaş kılına bitişik yerde ben olmak halk ile ülfet azlıgına; burnunun üstünde ben olmak sahibinin oglı ve kızı yaşamamasına, burnunun bir tarafında mercimek kadar olmak sevgili tabi'ate; üst tudagın orta yerinde olmak erkege mâ'il ve evladı olmamaga; sag yanagında bahle(!); sol yanagında olmak keyd ü mekre ve şekâvete" (Çavuşoğlu 2004: 165). BOY: “Yüksek boy sāde mizāca ve mübāreklige ve ġafletden ĥālīlige delīldür. Orta boy ĥikmete ve fıšnata ve i˘tidāl-i evśāf-ı bāšına delīldür. Ve ķıśa boy kīne ve ˘adāvete ve fitneye delīldür” (Manisa 1506: 17-a). 46 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Manisa 1506 numarada kayıtlı olan yazmada yüksek boya ve orta boya sahip olmak olumlu özelliklere işaret olarak kabul edilirken kısa boya sahip olmak bütün kıyâfetnâmelerde olduğu gibi fitne ve aldatmaya işaret olarak kabul edilmiştir. "Kâmeti her kimün ki olsa uzun Olur ol sâfî-kalb ü sâde derûn Kısa olursa kibr ü kîne olur Mekr ile hîleye hazîne olur İ'tidâl ile ola çü kâmet Ana rahmet niş'anıdur hikmet" (Çelebioğlu 1998: 238 ). BOYUN: “Ķısa boyun delīl-i mekr u ĥabāŝetdür. Yoġun boyun delīl-i ġażab u ĥamāķatdur” (Manisa 1506: 18-a). Kıyâfetnâmelerde özellikleri verilen uzuvların kısa olması olumsuz bir duruma işaret olarak kabul edilmiştir. Yoğun boyun sahibi olmak da olumsuz bir özellikle ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi eserinde mu’tedil olan boynun güzelliklere işaret olduğunu vurgular. "Uzun u ince ola çün gerden Issı olur muhannes ü gevden Yogun olsa sıgır gibi boyunı Yimeg ile olur anun oyunı Kısası mekri ile hıyânetdür Mu'tedil olsa hoş 'alâmetdür" (Çelebioğlu 1998: 245). BURUN: “ Uzun ince burun yeyniceklige ve ĥiffet-i ˘aķla delīldür. Yaśśı burun şehvete delīldür. Burun delikleri giň olmak ĥasede ve ġażaba delīldür. Yükseklikde ve alçaķlıķda ve giňlikde ve šarlıķda mu˘tedil burun delīl-i śıĥĥat ĥavāşś-ı bāšındur” (Manisa 1506:16-a). Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 47 Her unsur kıyâfetnâmede ele alınırken kendine has özelliklere göre değerlendirilmiştir. Burnun ince olması, aklın hafifliğine, yassı olması kişinin şehvet düşkünlüğüne, burun deliklerinin geniş olması hasetçiliğe işaret olarak kabul edilirken mu'tedil olması olumlu bir özellik olarak nitelendirilmiştir. "Burnı anun ki ince ola dırâz Hıffet-i 'aklı anun olmaya az Agzına burnı ucı ola yakîn Şîr odur ana karşu turma hemîn Her ki burnı delüği vâsi' ola Hased ü kibr ü kîni câmi' ola Olsa burnı kalaklı insanun Öykesi öykesine sıgmaz anun Burnı yassı cimâ'a lâzım olur Agzı büyük dilîr ü mukdim olur" (Çelebioğlu 1998: 243). ÇENE: “İnce eňek ya˘ni küçirek benciklige ve ĥiffet-i ˘aķla delīldür. Ķatı büyük eňek tekebbüre (16/b ) delīldür. Mu˘tedil eňek delīl-i ˘aķldur” (Manisa 1506: 16-a-b). Çenenin küçük ve büyük olması olumsuz bir özellik olarak kabul edilirken mu'tedil (orta) olması olumlu bir nitelik sayılmıştır. "Çün enek ince ola hıffet olur Büyük olursa kibr ü gılzet olur Mu'tedil olsa ıssı 'âkıl olur Her neye tâlib olsa kâbil olur" (Çelebioğlu 1998: 245). DİŞ: “Uzun ve iri diş delīl-i şerr ü fitnedür. Mu˘tedil diş šoġru sözlülüge delīldür. Eger diş nā-hemvār ola delīl-i mekrdür” (Manisa1506:16-a). 48 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Dişlerin iri ve düzensiz olması karakter açısından olumsuz özelliklerle ilişkilendirilmiştir. Kıyâfetnâme geleneği içerisinde birçok uzuvda olduğu gibi diş de mu'tedil(orta) olmak olumlu özelliklere işaret kabul edilmiştir. "Çünki seyrek uvag ola dendân Gâlibâ za'f-ı cisme ola nişân İri olursa şerr ü âfetdür Eğrisi hîle vü hıyânetdür Çün düz ola vü mu'tedil dendân Kim ola yigleye dürri andan" (Çelebioğlu 1998: 244-245). DUDAK: “Ķalın šušaķ delil-i ĥamāķat ve šab˘-ı ġalizdür. Yufķa šušaķ delīl-i fehm ü lešāfet-i šab˘dur. Ķızıl šušaķ eyüdür aķ šušaķ sehldür” (Manisa 1506:16-a). Dudakların kalın olması istenmeyen nitelikleri içeren bir durum olarak kabul edilirken, ince ve kızıl dudaklara sahip olmak iyi karakter özelliklerine yorulmuştur. Hamdullah Hamdi'nin eserinde edebî benzetmelerden yararlanılmış, dudağın renginin galiz bir renk olması durumunda dudak sahibi esrarkeşe benzetilmiştir. "Yufka vü kırmızı olursa tutak Anlanur lutf-ı tab' u fehm-i sebak Ger galîz olur ise rengi gibi Sahibi ahmak ola bengî gibi" (Çelebioğlu 1998: 244 ). ET: “Yumşaķ et fehme ve lešāfet-i šab˘a ve berk et ķuvvet-i tene ve ġılzeti šab˘a ve ża˘f-ı fehme delīldür.” (Manisa 1506: 17-b). İnsanın yumuşak ete sahip olması hoş bir durum olarak görülürken sert ete sahip olması teninin kuvvetini yansıtma olarak kabul edilmiştir. Sert ete sahip olan insanların kaba ve ahmak olarak nitelendiği kıyâfetnâmeler de bulunmaktadır. Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 49 "Her kişinün ki yumşak ola eti Lutf-ı tab'ı çog ola fehmi iti Katı olursa kuvvet-i tendür Issı ammâ galîz ü gevdendir" (Çelebioğlu 1998:239). GÖZ: Anadolu sahasında yazılmış ilk müstakil kıyâfetnâme olan Hamdullah Hamdî’nin Kıyâfetnâmesi’nde, çukur göz hileci ve kibirli, kara göz zekâlı, gök göz edepsiz ve kötü huylu, kırmızı göz cesâretli, çakır göz bahadır, turna göz cesaretsiz, yumru göz kıskanç ve hain, kıpık göz hileci, şaşı göz inatçı ve zorba, küçük göz hafif ve ihmalkâr olarak nitelendirilmektedir: Gözi çukur olursa insanun Reşki vü kibri çok olur anun Göz karası zekâ alâmetidür Surh olursa şecâat âyetidür Gözleri gök olanda olmaz edeb Gözi çakır bahâdur olsa aceb Görmedi her ki gördi ömr-i dırâz Turna gözli olanda cür’et-i bâz Yumrı olsa hasîd ü hâyin olur Mu’tedil bunlara mübâyin olur Göz kıpıklığı mekre âyetdür Dâyim olsa delîl-i hıffetdür Olur ahvel mu’annid ü cebbâr Bire bir diyesin kılur inkâr Gözi büyüğün ıssı kâhil olur Küçük olsa hafîf ü mühmil olur (Çelebioğlu 1998: 241-242). 50 ● DİVAN EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Üzerinde çalıştığımız Manisa İl Halk Kütüphânesi’nde kayıtlı olan müellifi bilinmeyen kıyâfetnâmede göz ile ilgili değerlendirmelerin birçoğunun Hamdullah Hamdi’nin manzum kıyâfetnâmesindeki değerlendirmelerle örtüştüğü görülmektedir. “Ve ĥayli büyük göz kāmillige delīldür. Küçi göz yeyniceklige (15/a) ve miyāne göz vaķāra sebük-rūĥluġa delīldür. Ve küçi göz ki içeru batmış ola mekr ü ĥasede ve ĥıyānetde delīldür. Göz ki yüzden yüksek šomalıç ola bī-şermī ve nādānīdür. Göz tīz tīz yumulub açılmaķ delīl-i mekrdür. Geç geç yumub açmak ķıllet-i fehme ve eblehlige delīldür. Açılmaķda ve yumulmaķda miyānesi delīl-i ˘aķl u fehmdür. Ķatı ķara göz delīl-i sevdādur. Çeşm-i ezraķ bī-şermīdür. Göz ki ķatı göklikden aķlıġa māyil ola çaķır ola ķorķaķlıġa delīldür. Ķara göz ki ķatı ķara olmaya delīl-i ˘aķldur. Şol göz ki baķmaķda ešfāl gibi baķa ve beşeresinde ĥande ve ferah žāhir ola šūl-i ˘ömre delīldür. Göz ki küçi ve ditrer ve gök ola bī-şermī ve ĥīle ve şehvetperestlige delīldür. Göz ki od gibi ķızıl ola dilīrlige ve şer-engīzlige delīldür. Gök göz ki śaruluġa māyil za˘ferānī renk ola çoķ yaramaz śıfatlara delīldür.(15/b) Gözde gök noķšalar olmaķ delīl-i keŝret-i şerdür. Göz ki ĥadeķasınuň šolusunda šavķ gibi nesne ola delīl-i ĥased ve ĥīndür ve şer-engīzlige delīldür. Śıġır gözi gibi göz delil-i ĥamāķatdür. Göz ki bebegi altun gibi śaru ola ķıtāle ve ķan dökmege delīldür. Göz ki ķızıl ola ve yuķaru ŧarafı ġalīz ola śıġır gözi gibi nādānlıga ve zināya ve mestlige delīldür ve ġaflete dāldür. Şehlā gözlülerüň yegregidür ve pīrūze gibi yaşıl göz ve śarulıġa māyil gök delil-i evśāf-ı źemīmedür. Eğer yaşıllıķ ve göklükle anda ķızıl ya aķ noķšalar ol ķatı yaramazlıġa ve mekkārlıġa delīldür. Ĥadeķa ki yüksek ve gözüň bāķīsi alçaķ olsa delīl-i ĥamāķatdur. Ve küçi göz ki tīz ĥareket ve tīz tīz yumulub açılıcı ola begenilmemiş śıfāta delildür. Kirpikler śınmaķ ve bī-˘illet ĥareket itmek mekr ü kiźb ü ĥamāķate delīldür. Ditreyici büyük göz bī-devletlige delīldür. Dāyimā göz vurmaķ (16/a) ya˘ni açub yummak ĥiyānete ve cünūna delīldür” (Manisa 1506:15b16a). KARIN: “Küçi ķarın ˘aķl u fehme büyük ķarın keŝret-i nikâha ya cimā˘a meyle delīldür.” (Manisa 1506: 18-a). Kıyâfetnâmelerde karnın küçük olması olumlu bir nitelik olarak ele alınırken büyük olması olumsuz bir durum olarak nitelendirilmiştir. Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme ● 51 "Karnı büyük gabî ve câhil olur Küçük olsa zekî ve kâbil olur Karnı büyük kimesne olsa kasîr Olmaya şerr içinde ana nazîr (Çelebioğlu 1998:247 ). KIL: “Ķarında ve gögüsde ķıl çoķ bitmek eblehliğe delīldür. Ķıl azlıġı lešāfete ve kiyāsete delīldür.” (Manisa 1506: 14-a). Kıl azlığı latiflik unsuru olarak öne çıkarılırken çok kıl bitmesi aptallık alameti kabul edilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin eserinde “kıl” unsuruna değinilmemiştir. KİRPİK: “Kirpikler śınmaķ ve bī-˘illet ĥareket itmek mekr ü kiźb ü ĥamāķate delīldür” (Manisa 1506: 15-b). Kirpiklerin sık sık hareket ettirilmesi olumsuz bir nitelik sayılmıştır. Hamdullah Hamdi’nin eserinde “kirpik” maddesi ele alınmamıştır. KULAK: “Büyük ķulaķ tünd ve tīzlige ve uzun ˘ömre ve küçi ķulaķ ĥasāsete mu˘tedil ķulaķ ĥıfža delīldür” (Manisa 1506: 17-a). Kıyâfetnâme geleneğinde büyük kulağa sahip olanların sert, kaba olmakla birlikte uzun yaşadığına dair bir inanış vardır. Küçük kulağa sahip olmanın ihtiyaç sahibi, yoksul olmakla ilişkisinin kurulduğu görülürken arzu edilen kulak biçiminin mu'tedil (orta) olduğu vurgulanmıştır. Her ki har-gûş olursa câhildür Gerçi hıfz eylemekde kâmildür Küçük olsa kedi gibi gûşı Ugrulukda unutturur mûşı Lîk vardur büyüklüginde delîl Ki ola sâhibinin 'ömri tavîl" (Çelebioğlu 1998: 240 ). 
OMUZ: 
“Yaśśı omuz devlete ve sa˘ādete šar omuz fikre ve ˘aķla yoġun bāzū ķuvvete ve ˘ucbe ince bāzū šab˘ u nīke ve ince ketf ķıllet-i ˘akla ve yaśśı ketf ĥamāķate ve ketf-i ĥamīde fikr ü fetānete ve mu˘tedil ketf ˘aķla delīldür” (Manisa 1506: 18-a). 
Kıyâfetnâmelerde omuzla ilgili değerlendirmeler kürek kemiğiyle birlikte yapılmıştır. 
Yassı omuza devlet ve saadeti çağrıştıran bir anlam yüklenmiştir. 
"Omuzu sivri olsa insânun 
 Dîni vü mezhebi kem olur anun 
 Kısa olursa gâyet ebleh olur 
İnce olursa 'acâyib esfeh olur 
 Egri olursa fikri togrı olur 
 Mu'tedil olsa 'aklı ugrı olur" 
(Çelebioğlu 1998: 246 ) 
 PARMAK:
 “Uzun barmaķ fehm tīzligine ķıśa barmaķ fehm kündlügüne barmaķlar ve aya nerm olmaķ delīl-i ˘aķldur” (Manisa 1506: 18-b). Manisa 1506 numaralı eserde uzun parmak olumlu özelliklere işaret olarak kabul edilirken kısa parmak anlayış kıtlığı gibi olumsuz özelliklerle ilişkilendirilmiştir. Hamdullah Hamdi’nin kıyâfetnâmesinde parmaklarla ilgili yakın değerlendirmeler yapılmıştır. "Barmagı ayası uzun olanun Uzluk olur her işde işi anun Barmagı yumşak olsa zîrek olur 
 Tırnak ak olması mübârek olur" 
(Çelebioğlu 1998: 246 ). 
SAÇ: 
“İri saç şecā˘ata delīldür. 
Yumşaķ saç cebānete miyāne i˘tidāle delīldür. 
Başında saç çoķ olmak kesāfete delīldür” 
(Manisa 1506: 14-a). 
 Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme 
Saç kıyâfetnâmelerde sertlik ve yumuşak olma özelliklerine bakılarak ele alınmıştır. 
Sert saça sahip olanlar cesaret sahibi, yumuşak saça sahip olanlarsa korkak olarak nitelendirilmişlerdir. 
İnsanın başında saçın çok olması genellikle olumlu olarak değerlendirilmiştir. 
"Saç irisi delîl-i cür'etdür Sıhhat-i magza hoş 'alâmetdür 
 Yumşak olursa havfe şâhiddür 
 Issı gevden dimâgı bâriddür" (Çelebioğlu 1998: 239). 
SAKAL: 
“Kevsec ŝaķal zeyreklige delīldür. 
Degirmi meĥāsin delīl-i vaķār ve temkīndür. 
Ziyāde uzun meĥāsin ķıllet-i ˘aķla delīldür. 
Meĥāsin-i tüg delīl-i fehm ü lešāfet-i šab˘dur. 
Meĥāsin ķılı śıķ olmak delīl-i ġılzet-i šab˘dur.” 
(Manisa 1506: 16-b). 
Manisa 1506 numaralı eserde sakalın seyrek olanının makbul olduğu, 
sık sakalın sertlik, kabalık alameti olarak değerlendirildiği görülmüştür. 
Hamdullah Hamdi’nin eserinde de kalın sakalı olanlar 
sâkil olarak nitelendirilirken ince sakal zekâ ve akla işaret kabul edilmiştir. 
 "Rîş-i merdüm tavîl olursa eğer 
 Bil ki oldur ser-i tavîle-i har 
 Kalın olup sakalı ger ola gür 
 Sohbet içre sâkil olur anı sür 
 Ger degirmi olup ol bisyâr 
 Sâhibi ola anun ehl-i vakâr 
 Ol ki salmaz yüzine mû sâye 
 Bil ki dir len terânî Mûsâ'ya 
İy dil andan sakın ki hîle olur 
 Mekr-i şeytân anunla bile olur 
 Rîş odur kim ola dakîk u kalîl 
 Fehm u 'akl u zekâya delîl" 
(Çelebioğlu 1998:245 ) 

SES: 
“Avāz ki yoġun ve yüksek ola delīl-i şecā˘atdür. 
Ve ince ve nerm āvāz delīl-i cebānetdür. 
Miyānı ve mu˘tedil āvāz yükseklikde ve alçaķlıķda delīl-i aĥlāķ-ı ĥamīdedür. 
Yoġun āvāz ĥasede ve tekebbüre delīldür. 
Tīz tīz söylemek fehm tīzligine ve ivceklige delīldür. 
Yüce āvāzla tīz tīz söylemek yaramaz ĥuya ve ġażaba delīldür” 
(Manisa 1506: 17-a). 
 Sesin insanlar üzerinde oluşturduğu tesirler bilinmektedir. 
Yoğun bir sese sahip olmak cesaret göstergesi olarak kabul edilirken ince sese sahip olmak korkaklık göstergesi sayılmıştır. 
Hamdullah Hamdi’nin eserinde de sesle ilgili değerlendirmeler benzer niteliktedir. 
 "Her kimün gunne-y-ile olsa sözi 
Ahmak u kibr ü kîne olur özi 
 İnce vü tîz ünli câhil olur 
 Bî-hayâ vü yalanda kâmil olur  
Sözde cünbişde her ki sâri' ola 
 Fikr ü fehmi berk-ı lâmi' ola 
 Giç olursa olur tabî'atı giç 
Hem-dem olma cihanda gevdene hiç 
 Âlî-himmet olur bülend-âvâz 
 Kısa ünlilerün yürekleri az 
 Savtı yogun olursa insânun 
 Hulkı bed hasmı çog olur anun" 
(Çelebioğlu 1998: 243-244 ) 
SIRT: 
“Arķa ĥamīde olmaķ yaramaz ĥulķa ve šoġru arķa eyü ĥulķa delīldür.” 
(Manisa 1506: 18-a). 
 Her iki kıyâfetnâmede sırtın kambur olması olumsuz karakter özelliklerine, toğru veya yassı olması da iyi karakter özelliklerine işaret olarak kabul edilmiştir. "
Arkası yassı ehl-i kuvvet olur 
 Sâhibi cür'et ü sakâmet olur  
Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme  
Egri olursa hûyı çirkin olur 
 Halk içinde sefîh ü hod-bîn olur 
 Arka kılı delîl-i şehvetdür Bogaz ile omuzda cür'etdür" 
(Çelebioğlu 1998: 246 ). 
TIRNAK: 
“Ma˘yūb šırnaķlar pesendīde degildür” (Manisa 1506: 18-b). Manisa 1506 numaralı eserde kusuru olan tırnakların makbul olmayacağı belirtilirken Hamdullah Hamdi’nin eserinde tırnaklara dair değerlendirme bulunmamaktadır. 
YANAK
“Yüz šolu et olmaķ kâhili ve cāhilīdür. 
Yaňaķda et çoķ olmaķ delīl-i ġılzet-i šab˘dur” (Manisa 1506: 16-b). 
Manisa 1506 numaralı eserde yüzün et dolu olması 
ve yanakta etin çok olması kabalık alameti olarak belirtilmiştir. 
Hamdullah Hamdi’nin eserinde de yanağın yumru olması olumsuz bir niteliktir. 
"Yumru olsa anun yanagı dahı Gin olup alnı tar olup zenahı 
 Hem saçı çog u az ise sakalı Şerr içinde bulunmaya bedeli" (Çelebioğlu 1998: 238 ). 
YÜZ: 
“Arıķ yüz fehme ve īŝāra ihtimāma ve ķatı degirmi yüz cehle 
ve ķatı uzun yüz ĥayāsızlıga ve ķatı büyük yüz kāhillige delīldür. 
Ve ķatı küçi yüz ĥiffete ve ĥorluga delīldür. 
Ve küçilikde ve büyüklükde ve uzunluķda ve degirmīlikde 
ve semizlikde ve arıķlıķda mu˘tedil yüz begenilmiş fi˘llere delīldür. 
Açıķ yüz eyü ĥulķa ekşi śūret yaramaz ĥulķa delīldür. 
Zaĥmdan ve nesneler çıķmaķdan yüz nā-hemvār olsa nā-hemvārlıga ve ziştlige delīldür” 
(Manisa 1506: 16-b). 
Yüz kıyâfetnâmelerde en çok üzerinde durulan uzuvdur. 
Sert, katı ve küçük yüz karakter açısından olumsuz özelliklere işaret kabul edilirken açık yüz olumlu niteliklerle ilişkilendirilmiştir. 
Manisa 1506 numaralı Hamdullah Hamdi’nin eserinde 
yüzün makbulünün vasatı (orta) olduğu belirtilmiştir. 
"""Yüzi büyük her işde kâhil olur 
 Küçük olsa denî vü mühmil olur 
 Ger mülahham olursa gılzet olur 
 Yumrı olursa cehl ü sıklet olur 
 Çün göresin ki yüzi zerd ü nahîf 
 Mekr odundan kaçarsan olma harîf 
 Yüzi ol âdemün ki ola dırâz 
 Da'vîsi çog olur unutması az 
 Ekşi yüzlüde acı söz çokdur 
 Eğri yüzlüde togruluk yokdur 
 Âdem oldur derûnı sâde ola 
 Sûreti gül gibi güşâde ola 
 Eyü yüze bu vasf olur kâfî 
 Mu'tedil ola cümle evsâfı"""
 (Çelebioğlu 1998: 242-243 ). 
Kıyâfetnâmelerde insanların değerlendirme yapılan unsurları farklı farklı sayılarda belirtilmiştir. Hamdullah Hamdi Kıyâfetnâmesi'nde 26 öğe etrafında değerlendirmesini yaparken 
Erzurumlu İbrahim Hakkı Mârifetnâmesi'nde 32 öğe kullanmıştır (Canım 2010: 105-106). 

Kıyafetnâmelerde ele alınan unsurların birçoğu ortak olduğu gibi onlara yüklenen anlamların da ortak ya da benzer olduğu görülür. Sonuç Sezgi ya da tecrübe ile elde edilen genellemeler kıyâfet ilminin merkezini oluşturmakla birlikte bunlar genellikle toplumun ortak değer yargılarından, inançlarından ve geleneklerinden kaynağını alır. Bu genellemeler vardıkları sonuçlar bakımından günümüz bilim anlayışına uzak düşmektedir. 

Bundan dolayı kıyâfet ilmi bir dönem “falcılık” olarak algılanmıştır. 
Çeşitli ayet ve hadislerle ilm-i kıyâfete dair destekleyici kanıtlar bulunsa bile kabul görmesi kolay olmamıştır. Kıyâfetnâmelerin Yazarı Bilinmeyen Bir Kıyafetnâme vardığı genellemelerin kesinlik taşımaması ve her insanın kendine has özelliklerinin bulunması da önceleri bu ilmin fazla ilgi görmemesine neden olmuştur. 

Günümüzde, modern tıp sayesinde her insanın gen haritası çıkarılıp biyolojik özellikleri tespit edilebilmektedir. Tespit edilen fiziksel özelliklerden hareketle karaktere ulaşma gayretleri Batı’da da yapılmıştır. 
Firâset ve kıyâfet ilimleri de yıllar boyunca insanların benzer özelliklerinden yola çıkarak genellemelere ulaşma yoluyla bazı çıkarımlarda bulunmuş ve bu çıkarımlar insan hayatının çeşitli safhalarında kullanılmıştır. 
Bu ilimler çerçevesinde yazılmış kıyâfetnâmelerin temel amaçları da insanların bu ortak özelliklerinin belirlenmesi ile iyi ve kötü yönlerinin farkına vararak kendini ıslah etmesini sağlamaktır. 
Mesela, yaratılışında bazı kötü durumlar bulunan kişilerin kesinlikle kötü huylar sergileyeceği gibi bir kural yoktur. 

İnsanlar farkına vardıkları kötü huylarını çeşitli kontrol mekanizmaları ile köreltebilir. 
İşte kıyâfetnâmelerin yazılış amacı da insanların kötü huylarının farkına vararak bu huylarını köreltmesini sağlamaktır. 
Yoksa bu türde verilen eserlerin amaçları hiçbir zaman insanların kötü yönlerini ortaya koyarak onları ümitsiz bir duruma sokmak olmamıştır. 

Kıyâfetnâmelerde insana ait organların biçimlerinde ölçülülüğün öne çıktığı görülür. Bu düşüncede İslâm dininin ifratla tefritten sakınma yaklaşımının etkisi olduğu söylenebilir. 
Dış organlarda görülen anormallik ve sakatlıklar ya da toplumun alışa geldiği tipin dışında kalan tipler mizaç ve karakter bozukluklarının yansıması olarak değerlendirilmişlerdir. 

Osmanlı toplumunda beğenilen insan tipinin 
fiziksel özellikleri şu şekildedir: 

"""Orta boylu, küçük başlı, yassı ve yuvarlak yüzlü,
siyah ya da kumral saçlı, 
siyah gözlü, siyah yay kaşlı, 
sık kirpikli, küçük elli, 
uzun ve yumuşak parmaklı, yumuşak etli"""
(Erkal 1999:222)

Modern tıp çerçevesinde bazı durumların çeşitli rahatsızlıklara yol açabileceği belirtilmiştir. 
Örnek olarak, renkli gözlü olan kişilerin migren riski altında olduğu söylense de her renkli göz sahibi insanın migren ağrısı çekeceği kuralı da yoktur. 
Bu durum sadece ortak özelliklerden yola çıkılarak ortaya konan ancak genel geçer bir ispat niteliği taşımayan bir sınıflandırmadır. 
İşte kıyâfetnâmelerin de çalışma sistemi bu duruma
benzer niteliktedir. 
Bu sebeple, yüzyıllardır kesin bir şekilde çözümlenemeyen ve doğadaki en mükemmel organizma olan insanoğlunu tanıma amacıyla uzun çalışmalar yapılarak hazırlanmış olan kıyâfetnâmelerin edebiyatımızda önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. 
Manisa İl Halk Kütüphanesi 1506 numarada kayıtlı olan kıyâfetnâmeyle Türk edebiyatının ilk müstakil kıyâfetnâmesinin insan uzuvlarına dair değerlendirmelerinin genel olarak örtüştüğü görülmüştür. 
KAYNAKÇA 
AKKUŞ, Metin(2006), " Kıyafetname", Klasik Türk Şiirlerinin Anlam Dünyası Edebi Türleri ve Tarzlar, Erzurum: Fenomen Yay. CANIM, Rıdvan (2010), Divan Edebiyatında Türler, Ankara: Grafiker Yay. ÇAVUŞOĞLU, Ali (2004), Kıyâfet-nameler, Ankara: Akçağ Yay. ÇELEBİOĞLU, Âmil (1998), “Kıyâfet İlmi Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdî ile İbrahim Hakkı’nın Kıyâfetnâmeleri” Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s.225-262. ERKAL, Abdülkadir (1999), ”Kıyâfetnâmeler Üzerine”, AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum: Sayı 13, s. 217-225. PALA, İskender (2002), Kıyafet Maddesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C:V, İstanbul: Dergâh Yay. MENGİ, Mine (1977),“Kıyâfetnâmeler Üzerine” TDAY, Ankara: Belleten, s.299-309. MENGİ, Mine, (2002), “Kıyâfetnâme” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C: XXV, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., s. 513-514. SARIÇİÇEK, Ramazan (2014), Risâle-i Kıyâset-i Firâset /İlm-i Firâset, İstanbul: Büyüyen Ay Yay. TÜRKDOĞAN, Melike Gökcan (2014), "İlm-i Kıyâfet ve Firâset Bağlamında Mustafa Bin Evrenos’un “Hâzâ Kitab-ı Firâsetnâme ve Kıyâfetnâme”si, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C: VII, Sayı 34, s.172-195. YERDELEN, Cevat (1988), "Türk Edebiyatı’ndaki Kıyâfet-nameler ve Niğdeli Visali’nin Vesiletü’l-İrfan adlı Kıyâfet-namesi", Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Yazma Nüshalar Müellifi Yok, “Kıyâfetnâme”, İzmir Millî Kütüphanesi, 1373/1. Müellifi Yok, “Kıyâfetnâme”, Manisa İl Halk Kütüphanesi, 1506.

KENZÜL HÜSEYNİ-ERCİYE DAVETİ-Fİ'S SIR-CELB VE İLKAYI MUHABBET

KENZÜL HÜSEYNİ
Fİ'S SIR

CELB VE İLKAYI MUHABBET
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

İMAM CAFER HAVASI

İMAM CAFER HAVASI 

İLMİ SİMA KIYAFETNAME


İLMİ SİMA KIYAFETNAME
ilmi sima

İlm-i Simâ ve Kıyafet-nâme

Batıda Fizyonomi olarak adlandırılan ilmi sima (yüz okuma sanatı), yüzlerce yıllık gözlem ve istatistiki araştırmalara dayanan, insanı tanımaya yönelik ve karşısındaki kişi ile ilgili gerçekleri kontrol edebilecek bazı ipuçları sağlayan bir bilimdir.
ilmi sima, fizyonomi

Bu Kategorideki Bazı Makaleler

DİVAN EDEBİYATINDAKİ TÜRLER

TEVHİT
Allah'ın birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhit denir. Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhitte tanrının büyüklüğü, sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır. Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhit manzumesini Nabi yazmıştır.
MÜNACAT
Kelime anlamı "Allah'a dua etme, yalvarma" anlamına gel­mektedir. Divan edebiyatında Allah'a yalvarma, yakarma, niyaz etme maksadıyla yazılan nesir ya da nazım yazılara "münacat" denir. Kaside, gazel, mes­nevi, murabba, muhammes, terkib ve terci bent, rubai ve kıta gibi he­men hemen bütün nazım şekilleriyle yazılmıştır. Şairler bazen aynı nazım şekli içinde tevhit ve münacatı birlikte işleyebilmektedirler. Bu tür yazılarda şair, Allah'ın kudret ve azameti karşısında kendi acizliğini ortaya konar. Günah­larının bağışlanması için yüce yaratıcıya yalvarır.
NAAT
 Sözlük anlamı "bir şeyi överek anlatma, vasıflandırma" anla­mlarına gelmektedir. Hz. Muhammet’i övme amacıyla yazılan şiirlere "naat" adı verilmektedir. Düzyazı şeklinde yazılanlar da vardır. Divanlarda tevhit ve münacatlardan sonra naatlar gelmektedir. Ancak tevhit ve münacat olma­dan naatlarla başlayan divanlar da bulunmaktadır. Taşlıcalı Yahya, Nefi, Nedim, Naili gibi bazı şairler divanlarına naatlarla başlamışlardır. Naatlarda Hz. Muhammed'e karşı duyulan saygı ve sevgi dile getirilir. Peygamberin hayatı, hicreti, miracı, dini yayma konusunda verdiği müca­dele ve mucizeler anlatılır. En sonunda onun şefaatine sığınılır, ona getiri­len salât ve selamla naat tamamlanır. Naat yazmakla ünlenmiş kişilere naatgu, dini törenlerde naat okuyanlara naathan denir. Fuzuli’nin Su Kasidesi bu türün en güzel örneğidir.
METHİYE
Sözcük olarak "birini övme, birinin iyi özelliklerini sayma" an­lamına gelmektedir. Edebiyatta bir kimseyi övmek amacıyla yazılan man­zum veya mensur eserlere denir. Eski şair ve yazarlar başta padişah, sadrazam, şeyhülislam ve valiler olmak üzere ya devlet adamlarını ya da başta dört halife olmak üzere diğer din ve tarikat büyüklerini överlerdi. Methiyeler çoğunlukla kaside nazım biçimiyle yazılır.
FAHRİYE
Bir şairin kendini övmek için yazdığı şiirlerdir. Şairler kasi­delerin fahriye bölümlerinde ve gazellerin mahlas beyitlerinde kendi şair­liklerinin üstünlüğünü dile getirmişlerdir. Özellikle Nefi, şiirlerinde fahriyeye önem vermiştir. 45 beyitlik Sözüm redifli naatının 31 beytinde kendisini övmüştür.
HİCVİYE
 Bir kimseyi yerme, alay etme, gülünç duruma düşürme ama­cıyla yazılan şiirlere hicviye denir. Halk edebiyatında taşlama biçiminde kullanılan kelime bugün yergi olarak kullanılmaktadır. Divan edebiyatında bu türden yararlanılarak bazı kişilerin olumsuz yanları ya da toplumun ak­sak yönleri eleştirilmiştir. Bu konuda en başarılı örnekleri Nefi vermiştir. Nefi'nin sadece hicviyelerinden oluşan Sihamı Kaza isimli bir eseri var­dır. Şeyhi'nin Harname adlı mesnevisi de hiciv türünde yazılmış önemli bir mesnevidir.
MİRACİYE
Hz. Muhammet'in miraç mucizesini konu alan şiirlerdir. Miraç'ın sözlük anlamı "çıkılacak, yükselecek yer, merdiven, göğe yükselme"dir. Hz. Muhammet, Cebrail yardımıyla bir mucize olarak Mekke'den Kudüs'teki Mescidi Aksa'ya götürülmüş ve ora­dan da semaya yükseltilmiştir. Hicri takvimde Recep Ayı'nın yirmi yedisine rastlayan bu gece İslam dünyasında Miraç Kandili olarak kutlanmaktadır. Türk edebiyatında bu konuyu işleyen manzum, mensur eserler yazılmıştır. Bu tür eserlere miraciye, miraçname gibi isimler verilir. Miraciyelerde peygamberin özellikleri, Miraç için kullanılan binekler ve peygamberin Miraç’ta yaşadıkları, ayetler ve hadislerden alıntılarla dile getirilir. Hz. Muhammet, Mekke'den Beytül Makdis'e kadar Burak'la oradan dünya­nın semasına kadar Miraç'la yedinci semaya kadar meleklerin kanatları üzerinde, Sidretül Münteha'ya kadar Cebrail'in kanadı üzerinde ve Kâbe Kavseyn'e kadar da Refref adı verilen binekle yükselmiştir.
Genellikle kaside veya mesnevi biçiminde yazılan bu şiirlerin bazıları bestelenerek cami ve tekkelerde okunmuştur. Bunları ezgiyle okuyan­lara miraçhan denir.
MEVLİT
Sözlüklerde "insanın doğduğu yer, doğma, dünyaya gel­me, doğulan zaman" anlamlarına gelmektedir. Edebiyatta ise Hz. Muhammet’in doğumunu konu alan eserlerin genel adıdır. Bu tür eser­lerde peygamberin doğumu, peygamber oluşu, mucizeleri, miraç olayı, örnek yaşayışı, vefatı gibi konular işlenmektedir. Farklı kişilerce 60’ın üzerinde Türkçe mevlit yazılmasına rağmen bunların içerisinde Süleyman Çelebi'nin yazdığı Vesiletün Necat isimli 768 beyitlik mevlit meşhurdur.
HİLYE
Hz. Muhammet’in fiziki ve ruhi özeliklerinin yazı ile an­latılmasını konu alan eserlerdir. Bir nevi dini portrelerdir. Hilyei Şerif, Hilyetün Nebi, Şemaili Şerif olarak da isimlendirilen eserler bu konuyu işlemektedir. En çok Hz. Muhammet için yazılmakla birlikte Dört Halife için yazılanları da vardır. Manzum ya da mensur olan bu eserler, bazen bağımsız bir kitap halindedir, bazen de miraciyelerin, siyerlerin, mevlitlerin içinde yer alır. Bağımsız olanlar mesnevi biçimindedir. Türün en önemli eseri 16. yüzyıl şairi Hakani Mehmet Bey’in, Hilyei Hakani adıyla bilinen eseridir.
MERSİYE
Ölen birinin ardından duyulan üzüntüyü dile getirmek ama­cıyla kaleme alınan şiirlerdir. Mersiyeyi yazan, ölen kimsenin ahlaki güzel­liklerini, yaptığı iyilikleri dile getirir. Dünyanın geçiciliği, kadere rıza gösteril­mesi gibi konuları ele alır.
Mersiyelerde genellikle şu bölümler vardır:
Girizgâh: Feleğe sitem, dünyanın geçiciliğinden söz edilir.
Yas: Sevilen kişinin ölümünden duyulan üzüntü dile getirilir.
Methiye: Ölen kişinin özellikleri ve yaptıkları, övgü dolu sözlerle, mübala­ğalı bir şekilde anlatılır.
Olay tasviri: Ölümün nasıl gerçekleştiği detaylı ve dramatik bir şekilde anlatılır.
Dua ve temenniler: Ölenin makamının cennet olması için dua, geride ka­lanlara uzun ve sıhhatli bir ömür temenni edilir. Padişahlara yazılan mer­siyelerde buna ek olarak yeni padişaha övgülerde bulunan mersiyeler de vardır.
Bu tür şiirler çoğunlukla terkibi bent, kaside, terci bent ve murabba nazım biçimleriyle yazılmıştır. İslam dünyasında mersiye dendiğinde ilk önce, Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi dolayısıyla yazılmış şiirler akla gelir. Bu konu o kadar işlenmiştir ki Makteli Hüseyin adıyla yeni bir tür meydana gelmiştir. Mersiye yazılanlar arasında padişahlar, şehza­deler, vezirler, devlet ileri gelenleri, şeyhler ve aile fertleri yer almaktadır.
Germiyan Beyi Süleyman Şah (Ö. 1387 ) için şair Ahmedi'nin yazdığı mer­siye Anadolu Türk edebiyatında ilk mersiye örneği sayılmaktadır. Baki'nin Kanuni için yazdığı "Kanuni Mersiyesi" edebiyatımızda önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mustafa’nın hazin ölümü için de birçok mersiye yazılmıştır.
ŞEHRENGİZ
Bir şehrin güzellerini ve güzelliklerini konu alan manzu­melere verilen isimdir. Türk edebiyatına ait bir tür olan şehrengizler genel­likle mesnevi biçiminde kaleme alındığından baş tarafından tevhit, münacat, naat bulunur. Bahsedilecek şehirle ilgili bilgi verildikten sonra o şehrin güzelliklerinin tanıtımına geçilir. Edirne, Bursa, Yenice, İstanbul gibi kültür merkezleri, şehrengiz yazılan yerler arasında önemlidir. Bu türün ilk örne­ğini 16. yüzyılda Mesihi vermiştir: Şehrengiz Dermedhi Cüvananı Edirne (Edirne Şehrengizi)
KIRIK HADİS
Hadis, Hz. Muhammet'in sözü anlamına gelmekte­dir. Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olan hadisleri toplayan kitaplar vardır. Sayıları yüz binleri bulan hadislerden kırk tanesini seçerek manzum veya mensur aktaran, tercümesini veya şerhini (açıklamasını) yapan edebi eser­ler meydana getirilmiş ve bu eserler Kırk Hadis, Hadisi Erbain şeklinde isimlendirilmişlerdir. Zamanla kırk hadis öğrenme, ezberleme, tercüme ve şerh etme geleneği oluşmuştur. Esere alınacak kırk hadis seçilirken ge­nellikle aynı konuları ele alanların bir araya getirilmesi veya ezberlenmesi kolay olanlar göz önünde tutulmuştur. Türkçe manzum kırk hadislerde, Arapça ve Farsça hadis kitaplarıyla Molla Cami'nin Çihil Hadis adlı eserinin etkisi vardır.
SAKİNAME
Klasik Türk Edebiyatında içki ve içki meclislerini değişik yönleriyle ele alan eserlere sakiname denmektedir. Bazı şairler gerçek anlamda içki meclislerini anlatırlarken, mutasavvıf şairlerse mecazi olarak içkiden bahsetmişlerdir. Mesnevi nazım şekliyle uzun sakinameler yazıldı­ğı gibi, kaside, terkibi bent, terci bent, gazel gibi nazım şekilleriyle de yazılmıştır. Bu tür yazılan eserler içkiden, içki çeşitlerinden, içkiyle birlikte yenilen yemeklerden, içki meclisine katılan kişilerden, içki dağıtan sakiden, kadehten, sürahiden, sarhoşluktan bahseder. Böyle bir eğlencenin vazge­çilmezleri arasında sevgili, saki, yaran, mutrib ve hanende de vardır. Tasavvufi mahiyette yazılanlarında içki, insanları dünya endişelerinden uzaklaştırıp gerçek âleme yönelten bir araç olarak ele alınır.
PENDNAME
Pendname, insanlara öğüt vermek amacıyla yazıl­mış manzum ve mensur eserlere denmektedir. Pendnamelerin en meşhuru Feridüddin Attar'ın Pendname'sidir. Bu eserin Türkçeye manzum, mensur birçok çevirisi yapılmıştır. Güvahi'nin 1527'de kaleme aldığı 2133 beyitlik manzum Pendname'de Attar'ın etkisi pek görülmemektedir. Pendname türü kaside, gazel, terci bent, mesnevi nazım şekilleriyle kaleme alınmıştır.
GAZAVATNAME
Orduların seferlerini, savaşlarını, zaferlerini, fetihlerini anlatan eserlerdir. Gazaları anlatan eserlere gazavatname, zaferleri anlatan­lara zafername, fetihleri anlatanlara fetihname de denebilir. Süzi Çelebi'nin mesnevi biçiminde yazdığı Mihaloğlu Ali Bey'in Gazavatnamesi bu türe örnek gösterilebilir.
KIYAFETNAME
İnsanların dış görünüşlerinden, onların karakterleriyle ilgili bilgiler çıkarmayı amaç edinen eserlere kıyafetname denir. Vücut or­ganlarından ya da vücudun dış görünüşünden kişinin karakteri belirlenmeye çalışılır. Türk edebiyatının en meşhur kıyafetnameleri Hamdullah Hamdi'nin Kıyafetname adlı mesnevisi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifetname adlı eseridir.
NAZİRE
Sevilen şairlerin şiirlerine özellikle gazellerine başka şairler tarafından vezin, kafiye ve redifi aynı olmak şartıyla yazılan şiirlerdir. Na­zirelerin en azından örnek alınan şiir kadar güzel olmasına dikkat edilir. Edebiyatımızda birbirine nazire yazılan şiirleri toplayan nazire mecmuala­rı vardır. Nazirelerin olumsuz anlamda olanlarına nakize denir.
15. yüzyılın büyük şairi Necati'nin "döne döne" redifli gazeli ve bu gazele olan Mihri Hatun'un aynı vezin, kafiye ve redifle yazdığı naziresi:
Necati'nin Gazeli:
Bu cefâdan ki kadeh ağzun öper döne döne       
Nâr-ı gayretde kebap oldı ciğer döne döne          
 Ne revâdur 6u ki ben kâmetümi halka kılam
İnce belün koca karşıma kemer döne döne
Mihri Hatun'un Naziresi:
Ateş-i gamda kebap oldu ciğer döne döne
Göklere çıkdı dûhânumla şerer döne döne
Cân fırakunla fitil oldı gönül hânesine
Ten hâyâlünle fener oldı yanar döne döne
TEHZİL (HEZL)
Başkalarını kırmak amacı olmaksızın şaka, alay veya latife yoluyla tanınmış bir şiirin kafiye ve ölçüsü örnek alınarak yazılan na­zirelere tehzil denir. Tehzili nazireden ayıran nokta, tehzilde şaka ya da alaya almanın söz konusu olmasıdır. Tehzilde amaç, ciddi bir söz veya şii­rin mizah yoluyla latife şekline dönüştürülmesidir. Latife yollu şiir yazmaya tehzil, bu türün adına hezl, bu tür yazılan şiirlerin toplandığı mecmualara hezliyat denmektedir. Türk edebiyatında Bağdatlı Ruhi, Nefi, Süruri, Ziya Paşa ve Şair Eşref bu türde başarılı örnekler vermişlerdir. Hevai, Nabi'nin bazı gazellerini hiciv ve tehzil yoluyla değiştirerek Divanı Hicvi Gazeliyatı Nabi adıyla bir eserde toplamıştır. Yine Güfti'nin Teşrifatüş Şuara'sı hezliyat türünde bir tezkiredir. Son dönem şairlerinden Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Tal'at Onay'ın hezl türünde şiirleri vardır.
Fuzuli'nin Su Kasidesi'nden:
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlare çare su 
Orhan Seyfi Orhon'un Su Kasidesi'ne Tehzili:
Saçma ey Terkos gölünden tozlanan yollara su
Kim bu denli tozlanan yollara kılmaz çare su
SURNAME
Sözlükte sur "düğün, ziyafet, şenlik” name ise “mektup, risale, kitap" anlamlarına gelmektedir. Terim olarak padişahların erkek ço­cuklarının (şehzadelerin) “Surı Hıtan” denilen sünnet düğünlerini, kızlarının veya kız kardeşlerinin “Surı Arus, Surı Velime, Surı Cihaz” adları verilen evlenme düğünlerini, "Veladeti Hümayun" denilen padişah ve şehzadele­rin doğumları vesilesiyle yapılan eğlence ve şenliklerini anlatan manzum veya mensur eserlere surname adı verilir. Manzum surnameler, genellikle mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Başlangıcındaki nesib bölümünde aynı konuları ele aldığı için suriyye veya surname olarak adlandırılan kasideler de bulunmaktadır.
16. yüzyıldan itibaren bir tür olarak karşımıza çıkan bu eserlerde dönemin zihniyeti hakkında diğer bir ifadeyle eğlence anlayışı, yapılan gösteriler, yarışmalar, folklorik gelenekler, devlet ileri gelenlerinin takdim ettiği hediye­ler, çalıp söylenilen musiki parçaları, musiki aletleri, ziyafetler, giyim kuşam, kap-kacak, yiyecek ve içecekler hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir.
İlk bağımsız surname Gelibolulu Ali'nin "Camiul Buhur Der Mecalisi Sur" adlı mesnevisidir. İlk suriyye de Hayali Bey'in "Kaside Der Surı İbrahim Paşa" başlığını taşıyan kasidesidir. Cevri, Figani, Nevi, Yahya Bey de su­riyye kasideleri yazan şairler arasındadır.
Manzum surname yazan şairler: Gelibolulu Ali, Nabi, Esat, Hızır, Tahsin.
Mensur surname yazanlar (müellifi belli olanlar): Abdi, Haşmet, Hazin, İntizami, Lebib, Nabi, Vehbi'dir.
Vehbi: (Surnamei Vehbi)
Hazin:  (Surnamei Hazin)
KISASI ENBİYA
Peygamberlerin hayatlarını anlatan eserlere Kısası Enbiya ya da Kısasül Enbiya denmektedir. Bazıları uzun mesnevi biçimin­de kaleme alınırken bazıları kaside, gazel biçiminde yazılmıştır. Bazı mesne­vilerde peygamberlerle birlikte dört halifenin hayatları da anlatılır. Bu türün Türk edebiyatındaki ilk örneği Raguzi’nin Kısasül Enbiya adlı yapıtıdır. Abdülvasi Çelebi'nin mesnevi biçiminde yazdığı Halilname'si, Hz. ibrahim ve oğlu İsmail Peygamberi konu almaktadır. En güzel örneği Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısasül Enbiya eseridir.
MENAKIBNAME
Tarihe mal olmuş kişilerin etrafında oluşan hikâyeler anlamına gelir. İslamiyet'in Türkler arasında yayılmasından itibaren din bü­yüklerinin hayatları, kahramanlık gösteren alperenler etrafında hikâyeler oluşmaya başlamış. Başlangıçta sözlü kültürde yaşayan bu anlatılar, halk muhayyilesinin kattığı olağanüstülüklerle zaman zaman destanlara yaklaşmıştır. Satuk Buğra Han, Battal Gazi, Danişment Gazi gibi savaşlarda kahraman­lık gösterenlerin tarihi ve dini kişilikleri etrafında oluşan menkıbeler zamanla destanlaşmıştır. Ahmet Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaşı Veli, Yunus Emre, Akşemsettin gibi dini-tasavvufi yönü ön planda tutulan zatların hayatlarını, kerametlerini ve üstünlüklerini konu alan menkıbeler de yazılmıştır. Eyyübi'nin mesnevi biçimindeki Menakıbı Sultan Süleyman'ı buna örnek verilebilir.
SİYASETNAME
Devlet yönetiminde görev alacak yönetici adaylarına devletin nasıl yönetileceği hakkında bilgi veren, öğütlerde bulunan ahlaki ve didaktik eserlerdir.
Genel olarak hükümdarlar için yazılmış olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün nasıl olması gerektiği belirtilir ve kötü yönetimlerin zararlı sonuçları açıklanarak yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için yazılmış siyasetnameler de vardır.
Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine yazdığı Siyasetname’dir. Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı kitabıdır ve bu türün ilk örneğidir.
SEYAHATNAME
Gezilip görülen yerlerle ilgili yazılardan oluşan seya­hatnamelerin çoğu mensur olmakla birlikte manzum örneklerine de rastlan­maktadır. Mensur olanların aralarında da manzum parçalar yer almaktadır. Gezi yazılarında gezilen yerlerin toplum yapısı, kültürü, önemli şehirleri yanında; orada yaşayan insanların günlük hayatı, dili, dini inanışları gibi konular ile gezi sırasında yaşanan olaylar konu edilir. Gezi yazılarında daha çok hikâye yoluyla anlatma (tahkiye) kullanılır. Ayrıca gezi yazılarının zevkle okunabilmesi için dilin canlı, akıcı ve mümkün olduğu kadar yalın olması gerekir. Keçecizade Osmanlı Dönemi Türk edebiyatındaki seyahat türünde eser veren sanatçılar arasında Evliya Çelebi, Piri Reis, Seydi Ali Reis, Yirmisekiz Çelebi Mehmet gibi isimler vardır. İzzet Molla'nın sürgün olarak gönderildiği Keşan yolculuğunun anlatıldığı Mihneti Keşan, mesnevi tarzında bir seyahatname örneğidir.
SEFARETNAME
Özellikle Osmanlı Dönemi’nde bir dış merkeze sefir(elçi) olarak atanan kişinin, dönemin siyaset ve diplomasisine ve bu arada da sefirlik görevinde bulunduğu şehrin ve ülkenin güncel hayatına ilişkin izlenim ve görüşlerini kitap şeklinde bir araya getirdiği eserlerdir. Seyahatnamenin özel bir türüdür. Sefirlerin sefaret sırasında dolaştıkları yerleri ve buralarda gördükleri şeyleri, yaptıkları işleri padişaha arz etmek için sefaretnameler hazırlamaları 17. Yüzyıl sonlarından itibaren olmuştur. En karakteristik örneği Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in Sefaretnamesi’dir.
TEZKİRE
Edebiyat alanında ünlü olmuş kişilerin biyografilerini ve sanatçı kişiliklerini anlatıp çalışmalarından örnekler veren eserlere tezkire denir. Latifi’nin Tezkiretüş Şuara’sı önemli tezkirelerdendir. Anadolu’da ilk şuara tezkiresi Sehi Bey’in Heşt Behişt adlı eseridir. Türk edebiyatının ilk tezkiresi Ali Şir Nevai’nin Mecalisün Nefais adlı eseridir. İlk kez İran’da ortaya çıkmıştır. Bilginlerin hayat hikâyesini anlatan tezkireler tezkiretül ilmiye, din büyüklerinin hayat hikâyelerinin, kerametlerinin anlatıldığı kitaplara tezkiretül evliya denilir.
Latifi, tezkiresinde kronolojik tasnife karşılık alfabetik tasnifi tercih etmiştir. Bu fikir daha önce Arapça biyografi kitaplarında kullanılmış olmakla birlikte Türkçede ilk kez kullanılmıştır. Latifi, tezkiresinde 310 şaire yer vermiştir. Şairleri ve sanatçıları objektif olarak değerlendirmiştir. Bu yönüyle edebi tenkit örneğidir.
FALNAMEFalın her bir çeşidine göre düzenlenen manzum veya mensur kitaplara verilen isimdir. Yıldızname, tefeülname, hurşidname, ihtilacname, kıyafetname, kehanetname adlarıyla da bilinir. İlmi tefeül denilen fal ilmi, İslamiyet'ten önce ve sonra değişik şekillerde günümüze kadar gelmiştir.
Ömer Rüşeni Dede'nin Miskinnamesi, Cem Sultan'ın Falı Reyhan'ı, Zaifi'nin Falı Murgan'ı ile Hamdullah Hamdi ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Kıyafetnameleri bu türün önemli eserleridir.
Zaifi'nin kuş isimlerine dayanarak hazırladığı açıklama ve bitiş beyitlerinin ara­sında elli dokuz murabbalık Falı Murgan adlı eseri önemlidir.

FÜTÜVVETNAME

Ahilik teşkilatının esaslarını anlatan yapıtlardır. En önemlisi Hailioğlu Yahya Burgazi’ye aittir. Fütüvvetname Ahilerin el kitabı sayılır. Fütüvvetin yani eski esnaf teşkilatının adap ve erkanını, teşkilat üyelerinin uyması gereken usul ve kuralları halk diliyle anlatan bir çeşit yönetmeliktir.
LÜGAT
Genellikle mesnevi biçiminde kaleme alınan manzum söz­lükler, ders kitabı olarak medreselerde okutulmuştur. Manzum sözlüklerin içinde kelimeler, edebiyat ve aruz bilgilerine yer verilir. Arapçadan Farsçaya yapılan örneklerinden hareketle Anadolu'da Farsça-Türkçe sözlükler hazırlanmıştır. 15. yüzyıldan itibaren Anadolu'da görmeye başladığımız manzum veya mensur sözlüklerden bazıları şunlardır:
Sünbülzade Vehbi: Tuhbei Vehbi
Şahidi İbrahim Dede: Lügatı Şahidi
Tuhfei Remzi (316 beyitten oluşur.)
Sözlükler, dönemin manzum-mensur eserlerinde adet olduğu gibi "hamdele" ve "salvele" ile başlayan bir dibace, sözlük kısmı vehatime adı verilen sonuç bölümünden oluşur.
LUGAZ
Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan  manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur.  Muammadan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru biçiminde  düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır.  Divanların son bölümlerine konulur. Eğlendirici ve öğretici olanların yanı sıra  öğretici ve dinsel lugazlar da vardır. Lugazlar yazarlarının imzasını  taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar.
Bir, iki, iki delik
Abdülmecit oldu melik
MUAMMA
Muamma "gizlenmiş, saklanmış" anlamına gelir. Divan edebiyatında isimler üzerine düzenlenen manzum bilmecelerdendir. Baş­langıçta Allah'ın doksan dokuz ismi (Esmayı Hüsna) üzerine düzenlenen muammalar, sonradan insan isimleri için de yazılmaya başlanmıştır. Lugazdan farkı, sadece isimlerle ilgili olarak düzenlenmesidir. Genellikle divan­ların sonlarında yer alır. Edirneli Emri'nin çok sayıda muamması vardır. Fuzuli'nin Farsça Muamma Risalesi isimli bir eseri vardır.
"Dedemin beline sokduk bir düdük
Ana bir velinün adidur didük"
MAHLASNAME
Bir şairin şiirde kullanıldığı isim olarak tanımlayabilece­ğimiz mahlas ya şairin kendisi tarafından benimsenir ya da bir usta şair tara­fından kendisine verilirdi. Usta bir şair, genç bir şaire mahlas verecekse bu durumu yazdığı bir şiirle duyururdu. Bu amaçla yazılmış şiirlere mahlasname adı verilir. Şeyh Esat Galip Efendi'ye Hoca Neşet tarafından yazılan mahlas­name bu türe örnek verilebilir. Divan edebiyatında Şeyhi'den itibaren mahlas alma geleneğinin oluştuğu tahmin ediliyor. Bazı şairler kendi isimlerini mahlas olarak da kullanmışlardır. Bazı şairlerse asıl isimleriyle alakası olmayan bir ismi mahlas olarak almıştır. Fuzuli, kimse tarafından beğenilip kullanılma­yan bir ismi seçmeye özen göstermiştir. Mahlas kullanma geleneğini çağımız­da sürdüren şairler de vardır.

LETAİFNAME
Fıkraların, hicivlerin ve mizahi metinlerin bir araya getirildiği eserlerdir. Kaşgarlı Mahmut’un külüt (halk arasında gülünç olan şey) olarak karşılığını vermiş olduğu mizah 13 yüzyılda letaifname adıyla edebi bir tür olarak karşımıza çıkar. Özellikle Mevlana ve Nasrettin Hoca başta olmak üzere birçok şair ve mütefekkir, eserlerini oluştururken mizahtan yararlanmıştır.
MÜNŞEAT
Mektupların, resmi yazıların, güzel yazı örneklerinin, kısa mensur yazıların bir araya toplandığı yapıtlardır. Münşeat kelimesi Arapça “inşa” kelimesinden türemiştir. Kelime anlamı olarak da “nesir-düzyazı “ anlamına gelmektedir. Münşeat kelimesi Divan edebiyatında “nesirle yazılmış her türlü özel veya resmi yazının toplandığı mecmua” ve “mektubat(mektuplar)” anlamlarına gelecek şekilde bir terim olarak kullanılmıştır.
Türk edebiyatının bilinen ilk inşa eseri Ahmedi Dai’nin Teressül adlı yapıtıdır.
TARİH – VAKAYİNAME
Tarih, geçmişteki belli bir dönemi anlatan, resmi niteliği olmayan yapıtlardır. Vakayiname ise Osmanlı Devleti'nin resmi tarihidir. Tarih yazarına "müverrih", vakayiname yazarına da "vakanüvis" denir.
Divan edebiyatında tarih türünde epey eser verilmiştir. Bunların önemlileri şunlardır:
Aşıkpaşazade Tarihi (15. yüzyıl.)
Tacüt Tevarih: Hoca Sadettin Efendi (16. yüzyıl)
Peçevi Tarihi: Peçevi İbrahim Efendi (17. yüzyıl)
Naima Tarihi: (18. yüzyıl)
Cevdet Paşa Tarihi: (19. yüzyıl)
OSMANLI TARİHLERİ
Tevarihi Ali Osman adıyla bilinen manzum ta­rih kitapları yazılmıştır. Bu alanda elimize ulaşan ilk manzum eser Ahmedi'nin İskendername adlı mesnevisi içerisinde yer alan manzum Osmanlı Tarihi'dir. II. Bayezid devri şair ve tarihçilerinden Kemal'in Selatinname adlı manzum bir Osmanlı tarihi vardır. 3029 beyitten oluşan bu eser, Osmanlının kuruluşundan 1490 yılına kadar geçen olayları konu edinir.
DARİYE
Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan  şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları sonucu  gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni yaptırılan  köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan kitabeler de bir tür dariye sayılır.
RAHŞİYE
Atlar için yazılmış kasidedir. Nesib bölümünde atlar övülür. Nefi'nin IV. Murat'ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur.
HABNAME
Görülen bir rüya anlatılıyormuş gibi, bir olay ya da kişi hakkında görüşlerin söylenmesi biçiminde yazılır. Manzum da olabilir. Veysi'nin 17. Yüzyılda yazdığı Habname'si bu türün en önemli örneğidir. Habnameler eleştiri ve yergi içerir.
MEKTUP
Şairlerin birbirlerine ya da dostlarına yazdıkları manzum mek­tuplardır. Mektuplarda, şuara tezkirelerinde geçmeyen daha özel bilgilere rast­lamak mümkündür. Şairin yaşadığı çevre, şair arkadaşları ve dostları dolaylı yollardan da olsa mektuplarında gün ışığına çıkmaktadır.
TEFSİR KİTAPLARI
Kuran ayetlerini yorumlayan kitaplardır. Bu kitapların önemli bir bölümü Arapça ya da Farsça’dır.
HADİS KİTAPLARI
Hz. Muhammet’in sözlerinin toplandığı kitaplardır.
FIKIH KİTAPLARI
İslam hukukunun anlatıldığı kitaplardır. Anadolu sahasının ilk manzum fıkıh kitabı, Gülşehri'nin Kuduri tercüme­si olarak bilinir.
AKAİT KİTAPLARI
İslam inanç esaslarının anlatıldığı kitaplardır.
İLMİHALLER
Bir Müslümanın bilmesinin dinen zorunlu olduğu bilgileri anlatan kitaplardır.
SİYER
Hz. Muhammet'in; hayatını anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında bu türün ilk örneği, Erzurumlu Darir'in 14 yüzyılda yazdığı "Siretün Nebi" adlı yapıtıdır. Düzyazı-şiir karışımı bir eserdir.
TASAVVUF KİTAPLARI
Tasavvufun kural ve davranış tarzlarının anlatıldığı kitaplardır. Fütüvvetnameler bu tür yapıtlar arasında sayılabilir.
DESTANİ (EPİK-DESTAN)  HİKÂYELER
Din uğruna yapılmış savaşlarda üstün başarılar gösteren kişilerin mücadelelerinin menkıbevi bir dille anlatıldığı kitaplardır. Hamzanameler, Battalnameler, Danişmetnameler bu tür yapıtlardandır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...