12 Temmuz 2018

"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi,

"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, ile ilgili görsel sonucu
"... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 

Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Zaman adı verilen algı, aslında bir anı bir başka anla kıyaslama yöntemidir. 
Örneğin bir cisme vurduğumuzda bundan belirli bir ses çıkar. 
Aynı cisme belli bir zaman sonra vurduğumuzda yine bir ses çıkar. 

Kişi, birinci ses ile ikinci ses arasında bir süre olduğunu düşünür ve bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duyduğu anda, birinci ses sadece zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece hafızasında var olan bir bilgidir. Kişi, hafızasında olanı, yaşamakta olduğu anla kıyaslayarak zaman algısını elde eder. Eğer bu kıyas olmasa, zaman algısı da olmayacaktır. 

Aynı şekilde kişi, bir odaya kapısından girip sonra da odanın ortasındaki bir koltuğa oturan bir insanı gördüğünde, kıyas yapar. Gördüğü insan koltuğa oturduğu anda, onun kapıyı açması, odanın ortasına doğru yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman algısı, koltuğa oturmakta olan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar. Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. 

 Zaman Algısının Oluşması Zamanın, hareket eden cisimler ve meydana gelen değişimler arasında yaptığımız belirli bir sıralamadan doğan bir kavram olduğu gerçeği, bugün bilimsel olarak da kabul edilmiştir. Eğer bir insanın hafızası olmasa, beyni bu tür yorumlar yapmaz ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmaz. Nobel ödüllü genetik profesörü ve düşünür François Jacob, Mümkünlerin Oyunu adlı kitabında zaman algımızın her zaman düzgün bir sıralamaya göre oluşmasının önemini şöyle anlatır: Tersinden gösterilen filmler, zamanın tersine doğru akacağı bir dünyanın neye benzeyeceğini anlamamıza imkan vermektedir. 

Sütün fincandaki kahveden ayrılacağı ve süt kabına ulaşmak için havaya fırlayacağı bir dünya; ışık demetlerinin bir kaynaktan fışkıracak yerde bir tuzağın (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlardan çıkacağı bir dünya; sayısız damlacıkların hayret verici iş birliğiyle suyun dışına doğru fırlatılan bir taşın bir insanın avucuna konmak için bir eğri boyunca zıplayacağı bir dünya. Ama zamanın tersine çevrildiği böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belleğimizin oluşması da aynı şekilde tersine çevrilmiş olacaktır. 

Geçmiş ve gelecek için de aynı şey olacaktır ve dünya tastamam bize göründüğü gibi görünecektir." Beynimiz belirli bir sıralama yöntemine alıştığı için şu anda dünya üstte anlatıldığı gibi işlememekte ve zamanın hep ileri aktığını düşünmekteyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karardır ve dolayısıyla tamamen izafidir (görecelidir). Gerçekte zamanın nasıl aktığını, ya da akıp akmadığını asla bilemeyiz. Bu da zamanın mutlak bir gerçek olmadığını, sadece bir algı biçimi olduğunu gösterir. Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları "tek bir an" içinde yaratmış olmasıdır. 

Bu da, Allah Katında evrenin yaratılış anından kıyamete kadar olan her olayın yaşanmış ve bitmiş olması demektir. İnsanlar ise Allah'ın yarattığı zamana bağlı olarak yaşamlarını sürdürürler ve hafızalarına verilen bilgiler olmadan hiçbir şey bilemezler. Genel Görecelik Kuramı Zamanın bir algı olduğu, 20. yüzyılın en önemli fizikçisi sayılan Einstein'ın ortaya koyduğu 'Genel Görecelik Kuramı' ile de doğrulanmıştır. 

Lincoln Barnett, Evren ve Einstein adlı kitabında bu konuda şunları yazar: "Zamanın öznelliğini en iyi Einstein'in sözleri açıklar: "Bireyin yaşantıları bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmiş görünür. Bu diziden hatırladığımız olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne göre sıralanmış gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zamanı, ya da öznel zaman vardır. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. 

Olaylarla sayılar arasında öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir sayı önceki bir olayla değil de, sonraki bir olayla ilgili olur." Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zamanın da sezgi biçimleri olduğunu, renk, biçim ve büyüklük kavramları gibi bunların da bilinçten ayrılamayacağını göstermiş"tir. Genel Görecelik Kuramı'na göre "zamanın da, onu ölçtüğümüz olaylar dizisinden ayrı, bağımsız bir varlığı yoktur. Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır. 

Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirttiği gibi "rengi ayırt edecek bir göz yoksa, renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir." Allah, dünyadaki imtihan ortamı gereği "gelecek" olarak isimlendirdiğimiz olayları hafızamıza vermediği için, gelecekte ne olacağını da bilemeyiz. 

Zaman algısı, zamansızlık ve kader gerçeği Kuran’da ‘Zamanın Göreceliği’ Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. Modern bilimin bu bulgularının bize gösterdiği sonuç, zamanın materyalistlerin sandığı gibi mutlak bir gerçek değil, göreceli bir algı oluşudur. İşin ilginç yanı ise, 20. yüzyıla dek bilimin farkında olmadığı bu gerçeğin, bundan yaklaşık 14 asır önce indirilen Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. 

Kuran ayetlerinde, zamanın izafi bir kavram olduğunu gösteren açıklamalar bulunur. Modern bilim tarafından doğrulanan, zamanın psikolojik bir algı olduğu, yaşanan olaya, mekana ve şartlara göre farklı algılanabildiği gerçeğini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Allah, insan hayatının çok kısa olduğunu Kuran'da şu ayetlerle bildirir: Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız." (İsra Suresi, 52) "Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar…" (Yunus Suresi, 45) 

Bazı ayetlerde, insanların zaman algılarının farklı olduğuna, insanın gerçekte çok kısa olan bir süreyi çok uzunmuş gibi algılayabildiğine işaret edilir. İnsanların ahiretteki sorguları sırasında geçen aşağıdaki konuşmalar bunun bir örneğidir: "Dedi ki: 'Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.'" (Müminun Suresi, 112-114) 

Allah bazı ayetlerde de, zamanın farklı ortamlarda farklı bir akış hızıyla geçtiğini bildirir: Gerçekten, senin Rabbinin Katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir."(Hac Suresi, 47) Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir." (Mearic Suresi, 4) "Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. 

Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5) Tüm bu ayetler, zamanın izafiyetinin çok açık birer ifadesidir. Bilimin 20. yüzyılda ulaştığı bu sonucu bundan yaklaşık 1400 yıl önce Allah'ın Kuran'da bildirmiş olması ise, elbette, Kuran'ı, zamanı ve mekanı tümüyle sarıp kuşatan Yüce Allah'ın indirdiğinin delillerinden bir tanesidir. Allah zamandan ve mekandan münezzehtir, zaten bunların tümünü yoktan yaratan Allah’tır. 

Bu nedenle Allah Katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir. Zamanın İzafiyeti, Kader Gerçeğini de Açıklamaktadır Zamanın izafiyeti ile ilgili açıklamalarda ve ayetlerde görüldüğü gibi, zaman algıyla değişkenlik gösteren, sabit olmayan bir kavramdır. Örneğin bizim için milyarlarca yıl süren bir zaman dilimi, Allah Katında bir andır. Bizim için 50 bin yıllık bir süre, melekler ve Cebrail için bir gündür. 

Bu gerçeğin bilinmesi, kader konusunun kavranması açısından çok önemlidir. Çünkü kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları "tek bir an" içinde yaratmış olmasıdır. Bu da, Allah Katında evrenin yaratılış anından kıyamete kadar olan her olayın yaşanmış ve bitmiş olması demektir.

 İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini, Allah Katında geçmiş ve gelecek tüm olayların nasıl yaşanıp bittiğini ve kaderin gerçekliğini kavramakta zorlanırlar. 

Oysa "yaşanmamış olaylar" bizim açımızdan yaşanmamış olaylardır. Çünkü biz Allah'ın yarattığı zamana bağlı olarak yaşamımızı sürdürürüz ve hafızamıza verilen bilgiler olmadan hiçbir şey bilemeyiz. 

 Allah, dünyadaki imtihan ortamı gereği "gelecek" olarak isimlendirdiğimiz olayları hafızamıza vermediği için, gelecekte ne olacağını da bilemeyiz. Allah ise zamandan ve mekandan münezzehtir, zaten bunların tümünü yoktan yaratan Allah’tır. Bu nedenle Allah Katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir. Bir olayın başı da sonu da O'nun Katında tek bir anda yaşanır. 

Örneğin Firavun'un nasıl bir sona uğradığını Allah, daha Hz. Musa'yı Firavun'a göndermeden, Hz. Musa daha doğmadan, hatta Mısır devleti daha kurulmadan önce bilir ve tüm bu olaylar Firavun'un sonu ile birlikte Allah Katında tek bir an olarak yaşanmıştır. 

Geçmiş ve gelecek hazır olarak, hepsi aynı anda mevcuttur. Bir insan tüm hayatını bir film şeridi olarak düşünürse, biz bu şeridi video kasetten seyreder gibi seyrederiz ve kasedi ileri almak gibi bir imkanımız yoktur. Allah ise, bu film şeridinin tamamını aynı anda görür ve bilir. Zaten bu filmi tüm detaylarıyla tespit etmiş ve yaratmış olan O'dur. Biz nasıl bir cetvelin başını, ortasını ve sonunu bir kerede görebiliyorsak, Allah bizim bağlı olduğumuz zamanı başından sonuna kadar tek bir an olarak sarıp kuşatmıştır. İnsanlar ise sadece zamanı gelince bu olayları yaşayıp, Allah'ın onlar için yarattığı kadere tanık olurlar. 

Bu, dünya üzerindeki bütün insanların kaderleri için bu şekildedir. Bugüne kadar yaratılmış ve bugünden sonra da yaratılacak olan bütün insanların dünya ve ahiretteki hayatları, her anları ile Allah'ın Katında hazır ve yaşanmış olarak bulunmaktadır. Allah'ın sonsuz "hıfzı"nda, milyarlarca insanla birlikte tüm canlıların, gezegenlerin, bitkilerin, eşyaların kaderinde yazılı olaylar da hiç eksilmeden veya kaybolmadan durmaktadır. Kader gerçeği, Allah'ın Hafız (muhafaza eden, koruyan) sıfatının, sonsuz gücünün, kudretinin ve büyüklüğünün tecellilerinden biridir. 

Kuran Ayetlerindeki İşaret Allah Katında zamanın tek bir an olduğunu, Allah için geçmiş ve gelecek olmadığını Kuran'daki bazı ayetlerde yer alan işaretlerden ve bilgilerden de anlarız. Bizim için gelecek zamanda olacak bazı olaylar, Kuran'da çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah geçmişi de geleceği de, bir an olarak zaten yaratmıştır. 

Bu nedenle gelecekte olacağı anlatılan bir olay zaten olup bitmiştir. Ama biz görmediğimiz için onu gelecek zannederiz. Örneğin, ahirette insanların Allah'a verecekleri hesabın haber verildiği ayetlerde, bu çoktan olup bitmiş bir olay olarak anlatılmaktadır Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. 

Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. 

Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." Korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler...(Zümer Suresi, 68-73) Bu konudaki diğer ayetler ise şöyledir: (Artık) Her bir nefis yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.(Kaf Suresi, 21) Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır.(Hakka Suresi, 16) Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. 

Orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne de dondurucu bir soğuk görürler.(İnsan Suresi, 12-13) Görebilenler için cehennem de sergilenmiştir.(Naz'iat Suresi, 36) Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler.(Mutaffifin Suresi, 34) Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır. (Kehf Suresi, 53) Tüm bu ayetlerde, ölümümüzden sonra yaşanacak olan olaylar, yaşanmış ve bitmiş olaylar olarak anlatılmaktadır. Çünkü Allah, bizim bağlı olduğumuz izafi zaman boyutundan münezzeh olandır. 

Allah tüm olayları zamansızlıkta dilemiş, insanlar bunları yapmış, tüm bu olaylar yaşanmış ve sonuçlanmıştır. Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği ve bir kitapta kayıtlı olduğu gerçeği ise aşağıdaki ayette şöyle haber verilir: Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. 

Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın.(Yunus Suresi, 61) İnsanın her yaptığının Allah Katında satır satır yazılı olduğu Kuran’da bildirilirken, cennet halkının yaşadıkları da yaşanmış olaylar olarak anlatılmaktadır. Cennetteki gerçek hayat bizim için gelecektir. Ancak, cennette olanların yaşantıları, sohbetleri, ziyafetleri şu anda Allah'ın hıfzında bulunmaktadır. Biz doğmadan önce de tüm insanlığın dünyadaki ve ahiretteki geleceği Allah Katında bir an içinde yaşanmıştır ve Allah'ın hıfzında muhafaza edilmektedir: Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. 

Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler. Çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar. (Kamer Suresi, 52-55) Zaman İçinde Yolculuk Zamanla ilgili bilim adamları tarafından yapılmış olan açıklamalar Kuran ayetleriyle tam bir uyum gösterir. Buna göre zaman, algılarımıza göre şekillendirdiğimiz bir kavramdır. Tüm algılarımızı da bize hissettiren Allah olduğuna göre, Allah izin verdiği takdirde bir insanın zaman içinde ileri doğru yada geriye doğru yolculuk yapabilmesi elbette ki mümkündür. 

 Bu konuyu daha iyi anlamak için zamanı bir film şeridine benzetebiliriz. Filmin tersten çekildiğini düşünürsek film kahramanı da gelecekten geçmişe doğru yolculuk yapmış olacaktır. Ya da baştaki bir kareyi bir anda sona saracak olursak filmdeki karakter bir anda gelecekteki bir anı görmüş olacaktır. İşte bizim dünyada algıladığımız zaman kavramı da bundan farksızdır. Dolayısıyla Allah dilediği takdirde bu algı düzenini değiştirir ve insan geleceğe ya da geçmişe yolculuk yapabilir. Kuran'ın pek çok ayetinde bu konuya işaret edilmiş ve zaman içinde Rabbimiz'in dilediği kişinin farklı bir boyut yaşayabileceği bildirilmiştir. 

Örneğin Allah, Kuran'da haber verilen mümin bir topluluk olan Kehf Ehli'ni üç yüzyılı aşkın bir süre derin bir uyku halinde tutmuştur. Daha sonra uyandırdığında ise bu kişiler zaman olarak çok az bir süre kaldıklarını düşünmüşler, ne kadar uyuduklarını tahmin edememişlerdir: "Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). 

Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık."(Kehf Suresi, 11-12) "Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: 'Ne kadar kaldınız?' Dediler ki: 'Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.' Dediler ki: 'Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir...'(Kehf Suresi, 19) 

 Ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kehf Ehli'nin uykuya yatmadan önceki zaman dilimi ile uykudan kalktıkları anki zaman dilimi birbirinden farklıdır. Allah buna benzer bir durumu bir başka ayetinde daha bildirir. Bakara Suresi'nin 259. ayetinde ıssız bir şehre uğrayan bir adam haber verilir. Allah bu adamı yüz yıl ölü bırakıp, sonra diriltmiştir. Ancak adam kendisinin bir gün, hatta bir günden az kaldığını zannetmiştir. Hatta geçen yüz yıllık süre zarfında, adamın yiyecekleri bozulmamış, eşeği de olduğu yerde durmaktadır. 

Söz konusu ayet şu şekildedir: Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: 'Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?' Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: 'Ne kadar kaldın?' 

O: 'Bir gün veya bir günden az kaldım' dedi. (Allah ona:) 'Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?' dedi. 

O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: '(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir.' (Bakara Suresi, 259) 

 Ayette Allah, bu olayı bir ibret olarak haber verdiğini de bildirmektedir. Bu ayetten de Kehf Ehli'nin uykusu gibi, zamanın Allah'ın kontrolünde geliştiği ve Allah’ın dilemesiyle zamanda geleceğe ve geçmişe gidilebileceği açıkça görülmektedir. Kadere Teslimiyetin Önemi Geçmiş ve geleceğin gerçekte Allah Katında yaratılmış ve yaşanmış olarak saklı ve hazır olaylar olmaları bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Her insan kayıtsız ve şartsız kaderine teslim olmuştur. İnsan nasıl geçmişini değiştiremezse, geleceğini de değiştiremez. 

Çünkü geçmişi gibi geleceği de yaşanmıştır; geleceğindeki tüm olaylar, ne zaman, nerede, ne yemek yiyeceği, kiminle ne konuşacağı, ne kadar para kazanacağı, hangi hastalıklara yakalanacağı, nihayetinde ne zaman, nasıl, nerede öleceği hepsi bellidir ve bunları değiştiremez. Çünkü bunlar zaten Allah Katında, Allah'ın hafızasında yaşanmış olarak bulunmaktadır. Sadece bunların bilgisi henüz kendi hafızasında değildir. Dolayısıyla başlarına gelen olaylara üzülenler, sinirlenenler, geleceği için kaygılananlar, hırslananlar aslında kendilerini boş yere yormaktadırlar. 

Çünkü, nasıl olacağından kaygı ve korku duydukları gelecekleri, zaten yaşanmıştır. Ve ne yaparlarsa yapsınlar bunları değiştirme imkanları bulunmamaktadır. Bu noktada belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta, yanlış bir kader anlayışından kaçınmak gerektiğidir. Bazı insanlar, "nasıl olsa kaderimde ne varsa o olacak, o zaman benim hiçbir şey yapmama gerek yok" diyerek çarpık bir kader anlayışı geliştirirler. Her yaşadığımızın kaderimizde belli olduğu bir gerçektir. 

Biz daha o olayı yaşamadan önce o olay Allah Katında yaşanmıştır ve bilgisi de tüm detayları ile Allah Katındaki Levh-i Mahfuz isimli kitapta yazılıdır. Ancak, Allah her insana sanki olayları değiştirmeye, kendi karar ve seçimine göre hareket etmeye imkanı varmış gibi bir his verir. Örneğin insan, su içmek istediğinde bunun için "kaderimde varsa içerim" diyerek oturup beklemez. Bunun için kalkar, bardağı alır ve suyunu içer. Gerçekten de kaderinde tespit edilmiş bardakta, tespit edilmiş miktarda suyu içer. Ancak, bunları yaparken kendi iradesi ve isteği ile yaptığına dair bir his duyar. 

Ve hayatı boyunca bu hissi her yaptığı işte yaşar. Allah'a ve Allah'ın yarattığı kaderine teslim olmuş bir insan ile bu gerçeği kavrayamayan bir insan arasındaki fark şudur: Teslimiyetli olan insan, kendi yaptığı hissini yaşamasına rağmen, bunların tümünü Allah'ın dilemesi ile yaptığını bilir. Diğeri ise, her yaptığını kendi aklı ve gücü ile yaptığını zannederek yanılır. Kadere iman eden bir insan, başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Bunun yerine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. 

Çünkü Allah insanların başlarına gelen her şeyin önceden belli olduğunu, bu nedenle başlarına gelen zorluklara üzülmemelerini ve kendilerine verilen nimetlerle şımarmamalarını emretmiştir. (Hadid Suresi, 23) İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz’in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. 

Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38 Bir hastalığı olduğunu öğrenen teslimiyetli bir insan, bunun kaderinde olduğunu bildiği için son derece tevekküllü davranır. 

"Allah bunu kaderimde yarattığına göre, mutlaka büyük bir hayır vardır" diye düşünür. Ama "nasılsa kaderimde iyileşmek varsa iyileşirim" diyerek tedbir almadan beklemez. Aksine, olabilecek tüm tedbirleri alır. Doktora gider, beslenmesine dikkat eder, ilaçlarını alır. 

Ancak gittiği doktorun, doktorun uyguladığı tedavinin, aldığı ilaçların, bunların kendi üzerinde ne kadar etkili olacağının, iyileşip iyileşmeyeceğinin, kısacası her detayın kaderinde olduğunu unutmaz. Bunların hepsinin, Allah'ın hafızasında, daha kendisi dünyaya gelmeden önce hazır olarak bulunduğunu bilir. 

Allah, Kuran'da, insanların yaşadıkları herşeyin önceden bir kitapta yazılı olarak bulunduğunu şöyle bildirir: Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. 

Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)

LAİLAHEİLLALLAH

LAİLAHEİLLALLAH ile ilgili görsel sonucu

LAİLAHEİLLALLAH

Allah ile bağlantıyı kesersen mutluluğu da kesmiş olursun. 
Sana hayat veren, sana nefes aldıran, sana sayılamayacak kadar çok nimet vereni unutursan bu, zulmün en büyüğüdür. Tek bir ahlak sisteminde anlaşıp ittifak edildiğinde insanların anlaşması ve dostluğu çok kolay olur. İnsan Kuran’ın ahlakında ittifak edince mutlu olur, bunun dışında anlaşmazlıkların ortadan kalkması mümkün olmaz.Yapılacak en acil hizmet insanların sevgi ve merhamet dolu olmasını temin etmek. Bunun için de yapılması gereken Darwinist mateyalist eğitimin bitirilmesi, çünkü Darwinizm insanların bir tür hayvan olduğunu ve bencilce, acımasızca mücadele etmeleri gerektiğini söylüyor. 
Bu deccali felsefeyi ilimle irfanla bir an önce temizleyelim. Yoksa Allah korusun deccaliyet çocukları da hayvanları da gençleri de mahvetmeye devam edecek.
Sokak sanatçıları dünyayı şenlendiren gerçek sanatçılardır. 
En güzel sanat gösterilerinden biri onların icraatlarıdır. 
Hem daha şenlikli hem daha neşeli hem daha candan bir ortamdır. Sokak sanatçılarının onore edilmesi çok önemlidir.
Darwinist eğitim şuursuz, Allah’tan uzak, Allah’tan korkmayan insanların yetişmesine vesile olabilir. 
Darwinizmin amacı zaten dinsiz nesil yetiştirmektir. 
Allah yoktur eğitimi verilerek gençleri yetiştirmek çok büyük bir felakettir. Kendi ruhuna bakmak imanı güçlendirmek için en temel konudur. Kendi içi yapısını gören insan, içindeki “ben”i bilen, duyduğunu hisseden insan müthiş bir açılma yaşar. 
O zaman insan sırf kolundaki saate bakarak, tek bir çay kaşığına bakarak en yüksek noktada iman eder.
Allah, Mehdi vesilesiyle, tüm dünyaya sevgiyi öğretecek.
Sevgi en güzel gözle gösterilir. Gözden her duygu açıkça akar. 
Candan, içten gelen konuşma da sevgiyi ifade etmek için çok etkilidir. Yapmacık, itici konuşmalar değil, doğal, samimi sözler sevgiyi müthiş güzel vurgular.
Tebliğde en etkili olan samimi imandır. 
Karşısındaki kişinin imandan zevk aldığını görmek çok pozitif etki yapar. Gerçek imanın yüz ifadesi de üslubu da çok ayrıdır. 
Böyle bir insan konuşmasa dahi müthiş olumlu etki yapar. 
Anlatım yaparken de kısa, özlü anlatımlar faydalı olur. 
Uzun konuşmalar sıkıcı etki yapabilir.
İnsanların çökmesine sebep olan Darwinist materyalist eğitimdir. Terörün sebebi Darwinist materyalist eğitimdir. 
Okullarda gençleri “Sizin atanız mikroptu”, “her şey kör tesadüflerin ürünü” diye yetiştirmeye devam edildiği müddetçe cinayetler, katliamlar, anarşi, çatışma son bulmaz. 
Darwinizm bilim değildir. Darwinizm putperest bir dayatmadır. Gençleri modern bilimin bulgularına göre eğitelim. Fosilleri görsünler, proteinin nasıl oluştuğunu öğrensinler, bilimin evrimi reddettiğini görsünler. Sokak üslubu münafığın tüm hayatına hakimdir. Sahtekar esnaf üslubuyla hareket eder. Münafık hayatın gerçekleri kafasındadır, kendince dini ütopik bulur, Kuran’ın yaşanabileceğine inanmaz.Özür dilemek güzel bir sevgi gösterisidir. Özür dilemeyi de özrü kabul etmeyi de zor görmemek gerekir. Şeytanın oyununa gelmekten kaçınmak önemlidir. Gururu bahane edip affetmemek veya özür dilememek insanın kendisi için kayıptır. Öfke duymaktan utanmak lazım. Allah seni görüyor, sen öfkeleniyorsun. Küçük düşürücü bir durum. Müslümanın öfkesi, hamiyet duygusu ve kararlılık şeklindedir.Tüm hayatımıza hakim tek güç Allah’tır. 
İnsanların büyük kısmının iman etmiyor olması müminlerin eğitimi için özel yaratılmış bir durumdur. Allah münafıkları maddi ve manevi her yönden çökertir. İçlerini yakar. 
Peygamberimiz münafıkların helak olması için dua etmiştir. 
Münafıkların helakı için dua etmek sünnettir. 
PEYGAMBERİMİZ (SAV) ŞÖYLE DUA EDİYOR: 
“ALLAHIM, O MÜNAFIKLARIN HEPSİNİ KAHRET, ONLARIN TOPLULUKLARINI DAĞIT PERİŞAN ET! 
ONLARIN BİRER BİRER CANLARINI AL VE ONLARDAN HİÇBİRİNİ SAĞ BIRAKMA!” (Kaynak: Asım Köksal, İslam Tarihi, XI, 14-30)
Darwinist eğitim devam ettiği müddetçe sevgisizlik, bencillik, saldırganlık son bulmaz. Okullarda verilen eğitimde alenen Allah’ın varlığı inkar ediliyor. Bu çok büyük bir faciadır. Bu faciaya ilimle ve bilimle dur denilmesi şarttır. Cehennemin en korkunç yönü Allah’a karşı mahcup olmaktır. Müslümanın cehennemden çekinmesinin asıl sebebi, cehennemin Allah’a karşı en büyük mahcubiyet olmasıdır. Allah İslam ümmetine birlik olmayı farz kılmıştır. Bölünme haram. Müslümanlar arasında anlaşmazlık varsa uzlaştırmak farz. Allah bir çok ayetle İttihadı İslam’ın farz olduğunu bildirmiştir. Allah’ın sevgisini isteyen tüm dikkatini Allah’a vermelidir. Allah’ın sanatı muazzamdır, insan hepsinin detayına yetişemeyebilir ama ana konulara yetişebilir. Atomun yapısı, hücrenin yapısı, hayvanlardaki simetri ve süsü düşünmek ve en önemlisi kendi ruhuna bakmak insana tüm hakikatlerin kapısını açar.
Münafıkların özgürlük dedikleri şey, Allah’ın dininden ne kadar uzaklaşabildikleridir. Tebliğden, ilmi mücadeleden uzak, it gibi dolaşmaya özgürlük derler. Onların özgürlük dediği Allah’ın dinine hizmetten vazgeçmek, geri kalmaktır. Münafık küfrü özgürlük gibi görürken, Peygamberin getirdiklerini haşa yük gibi görür. Kendilerinin Müslümanları özgürleştirdiğini iddia ederler. Özgürlük dedikleri ise uyuz köpeğin sırtındaki bit gibi oradan oraya amaçsızca dolaşmaktır. Halbuki münafık hiçbir zaman özgür değildir. Allah’ın onları yarattığı boyunduruk içinde hareket eder. Münafık uyuz köpeğin üzerindeki bit gibi oradan oraya tek başına gezer. Yalnızlık Allah’ın münafıklara vurduğu aşağılanma damgasıdır. Yanlarında kendileri gibi aşağılık bir iki münafıktan başka hiç kimse yoktur. Samiri’nin çölde yalnız sürünmesi gibi münafıklar da sonuna kadar yalnız yaşarlar. Samiri ve münafıklar Hz. Musa’yı yalnız bırakmak istediler, ama Allah onları bir başlarına bıraktı. Hz. Musa’nın ve Peygamberlerin yanındaki müminlere ise hep sıhhat, neşe, dinçlik, güzellik nasip etti. Münafıklar aynı şeytan gibidir. Dolaysıyla şeytanla ilgili ayetler münafıkları anlatır. Ayette şeytanın insanlara sağdan soldan dört bir yandan yaklaşacağı bildirilmiştir. Münafıklar da şeytan gibi Müslümanlara her yönden saldırmaya çalışır. PKK’nın adam toplamasının kaynağı Darwinist materyalist propagandadır. Anti Darwinist, anti materyalist eğitim durdurulursa PKK’nın sonu da gelmiş olur. Biz tüm imkanımızla Darwinizm’e karşı ilmi mücadele yapıyoruz ancak bir tek bizim gayretimizle olmaz. Okullardaki Darwinist eğitimin bitmesi şarttır. Allah’ı candan seven ve büyüklüğünü kavrayan dünyanın en etkili, en büyük gücü haline gelir. Kimse o insanı yenemez.Allah insanlardan hafif bir sevgi istemiyor. Bu insanı da doyurmaz, Allah da böyle sevgi istemez. Usulen sevgi asla olmaz. Allah’ı, Allah’ın istediği gibi tam hakkıyla sevenlerin ise sayısı çok azdır. Allah’ı en zor şartlarda sevme esastır. Peygamberler çok zor şartlar içinde sevgilerini devam ettirmişlerdir. Allah sevgisinde derinleşmek isteyen çileye ve acıya talip olacak. Sevginin kökeninde çile, acı ve her zaman olumlu düşünmek vardır. İnsan nasıl sevdiğinin kendisine hep hüsnü zanla bakmasını istiyorsa, Allah da insanın Kendisine hep olumlu bakmasını ister. Çilelerin, acıların içinde mümin hep Allah hakkında olumlu düşünecek. Derin düşünmek isteyen insan “ben bulurum” şeklinde hareket ederse olmaz. “Ya Rabbi beni derin düşündür” diyecek, Allah’ın bulduracağını bilecek. 
O zaman, sonu olmayan alabildiğine ışıklı bir tünelde ilerlemeye başlar. Sebebe sarılacaksın Allah’a sığınacaksın Allah yolu gösterir. Allah monotonluğu istemez. Farklı kültürler, farklı diller, farklı insanlar bir güzelliktir ve nimettir. Allah dileseydi tüm insanları aynı yaratırdı, ama kendimizi geliştirmemiz ve zevk almamız için farklı farklı yaratıyor. İnsanların büyük bölümü basit çıkarlarını haşa Allah’a tercih eden bir cahillik ve bencillik içindedir. İnsanların tüm bu nankörlüğüne rağmen Allah çok merhametli ve şefkatlidir. Dünyada eğitim almamız için anormal insanların sayısının çok olması gereklidir. Dengeli, normal insan çok olduğunda imtihan, yani eğitim kolay olur, insan gereği gibi eğitilemez. Dünyadaki eğitimin ana amacı bizim kendimizi bilmemiz, öğrenmemizdir. Allah bizden yüksek insanlar olmamızı istiyor. İnsanın orta yükseği kabul etmemesi gerekir. Çok yüksek olan en etkileyicidir. Herkes münafıklardan vebalı gibi kaçar. Münafık bakteri gibidir, herkes münafıktan tiksinir. Müminleri ise herkes sever, coşkuyla bağrına basar. 
Münafık her yerde yalnızdır. Eğlence yerine gider, orada da yalnızdır ve içi ızdırap doludur. Eğleniyor gibi görünmeye çalışırken suratları asite batmış gibi acı içindedir. Münafık, dine, imana, İslam’a, Kuran’a karşıdır. Bu yüzden İttihadı İslam’ı istemezler.  İslam Birliğine var gücüyle karşı olan münafıkların desteklemesi imkansızdır. Münafık çok hain, kahpe bir mahluktur. İçi kin doludur. Münafığa karşı çok dikkatli olunması gerekir. Hürriyet çok hayati bir konudur. Yeme, içme, kıyafet, özetle yaşam hürriyeti temel bir konudur. Türkiye, hürriyetin çok geliştiği bir ülke olmalı. Bir kadın çok samimiyse, sevgi, tutku, sadakat, vefa çığ gibi gelişir. Bir kadının tam kendi olması muhteşem bir durumdur. Tüm mesele samimiyettedir.
Sokağın baskısı, mahalle baskısı, okul baskısı, bir yığın kurallarla insanları boğuyorlar. Kuran’ın getirdiği özgürlük en geniş özgürlüktür. Özgürlüğün olmadığı ortamda insanların aklı donar, neşesi kaçar. Özgürlük, sevgi, barış hep ön planda olmalı.
Allah ruh güzelliğini de kötülüğünü de kişinin yüzüne yansıtır. 
Bu, Allah’ın insanları koruması için yarattığı bir mucizedir. 
Yüzünden kişinin ruh yapısı hemen anlaşılır.  Mesela münafıkların yüzündeki gangster ifadesinden ahlaksız ve aşağılık oldukları hemen anlaşılır. Sevgi sözcükleri zalimin beynini ilmen parçalar, müminin kalbine de ferahlık verir.
Acılar olmadan insan olgunlaşmaz ve her şey çok değersiz olur. 
Cennetin güzelliğini dahi acı çekmeyen bir insan anlamaz.
Tüm dünyada insanlığı insani bir hayata çekmek lazım. 
Nefret, kin, dehşet saçmak korkunç şeyler. Güzel olan dostluk, arkadaşlık, sevgi. Bunu ısrarla insanlara anlatmak lazım. 
Filmlerde, dizilerde, internette hep kavga, çatışma, silah, tuzağa düşürme var. Oysa her yerde sevgi olmalı. İnsana bu kadar güzel haz veren bir duygu varken kavga felsefesini yaymak çok büyük zulümdür. Sevgiyi yaşamak için acıma ve merhamet duygusu şart. Merhamet olduğunda sevdiğini korursun. Onun haysiyetini, onurunu, dinini, imanını her şeyini korursun, kendin gibi sahip çıkarsın.Kuran alabildiğine özgürlük getirir. 
Kuran’daki hürriyet dünyadaki en yüksek hürriyettir. 
Kuran’a tam uyanlar hürriyeti uçsuz bucaksız yaşar. Kuran’a tam uyan insanın üzerinde hiçbir baskı olmaz.
Fedakar insanda vicdana uymanın heybeti vardır. Egoist insanda ise basitlik hakimdir. Egoist insan hiçbir güzelliği yaşayamaz. İnsanlar karşılıklı akıllıysa sevgi müthiş bir süratle gelişir. Ama bir tarafın aklı zayıfsa sevginin gelişmesi yıllar sürebilir. İki taraf akıllıysa iki taraf egoist değilse kısa bir konuşmada dahi çok derin bir sevgi oluşur. Kadınları dürüst sevmek saygılı olmak lazım. Kadına değer verildiğinde kadın kadın olur. Kadın saygıyla, değer vererek güzeldir. Ahirete niyet yoksa sevgi olmaz. Yok olacak varlık sevilemez. Kendisinin de kıymeti kalmaz karşısındakinin de kıymeti kalmaz. Sonsuza niyetle sevilir.

Yüz Okuma Sanatı FİZYONOMİ



Gözler yalan söylemezmiş; ama yüz okuma sanatına bakılırsa yüzünüzde gözler haricinde yalan söylemeyen onlarca bölge ve çizgi var. 
Dudaklarınızın sakladığını kaş biçiminiz, göz şekliniz ya da alnınız ele verebiliyor.
Ağzınız kalbinizin tertemiz olduğunu söylese de kulaklarınız veya çene yapınız onu yalancı çıkarabiliyor. 
Gerçek kimliğimizin kendini görünür kıldığı, zihinsel/ruhsal varlığımızın fiziksel bir niteliğe kavuştuğu yüzümüz duygularımızın ve sağlık durumumuzun kendisini aşikar ettiği ilk yer. 

Yani yüzümüz okunmayı bekleyen bir kitap gibi... 
Yüzünüzün şekli, bakışlarınızın derinliği, dudaklarınızın rengi; duygusallık düzeyiniz, yalana meyletme ihtimaliniz, problemleri çözme yollarınız, ne kadar paragöz olduğunuz, hırslarınız, tutkularınız ve iletişim becerileriniz gibi pek çok karakter özelliğine dair ipuçları veriyor. 

Antik Çin’de ve Antik Yunan’da kullanılmaya başlanan ve günümüzde de  popülerliğini sürdüren yüz okuma sanatıyla yüz çizgileriniz ...


Gözler yalan söylemezmiş; ama yüz okuma sanatına bakılırsa yüzünüzde gözler haricinde yalan söylemeyen onlarca bölge ve çizgi var. Dudaklarınızın sakladığını kaş biçiminiz, göz şekliniz ya da alnınız ele verebiliyor. Ağzınız kalbinizin tertemiz olduğunu söylese de kulaklarınız veya çene yapınız onu yalancı çıkarabiliyor. Gerçek kimliğimizin kendini görünür kıldığı, zihinsel/ruhsal varlığımızın fiziksel bir niteliğe kavuştuğu yüzümüz duygularımızın ve sağlık durumumuzun kendisini aşikar ettiği ilk yer. Yani yüzümüz okunmayı bekleyen bir kitap gibi... 
Yüzünüzün şekli, bakışlarınızın derinliği, dudaklarınızın rengi; duygusallık düzeyiniz, yalana meyletme ihtimaliniz, problemleri çözme yollarınız, ne kadar paragöz olduğunuz, hırslarınız, tutkularınız ve iletişim becerileriniz gibi pek çok karakter özelliğine dair ipuçları veriyor. 
Antik Çin’de ve Antik Yunan’da kullanılmaya başlanan ve günümüzde de  popülerliğini sürdüren yüz okuma sanatıyla yüz çizgileriniz, kulaklarınız, çeneniz, dudaklarınız  sizin hakkınızda pek çok doğruyu gün yüzüne çıkarıyor. 
Doğu kültüründe ‘ilm-i sima’ diye bilinen, bugün ‘fizyonomi’ olarak adlandırılan yüz okuma sanatı günümüzde iş dünyasında, emniyet kuvvetlerinde, istihbaratta, psikolojide ve iletişim alanında kişileri tanıma ve karakterleri analiz etme işinde kullanılıyor. 
Ancak yüz okuma sanatı, azaların belirli özelliklerine kabataslak bakarak kişinin karakter yapısının çözüleceği ve çeşitli saptamalar yapılabileceği anlamına gelmiyor. Bu alanda eğitim gören fizyonomi uzmanları yüzün her bir bölgesini teker teker inceleyip analiz etmek yanında, organların bütünsel duruşunu da değerlendirme kapsamına alıyorlar. 
Aynı zamanda bir yüz okuyucusu olmak için coğrafi ve iklim koşullarının, kalıtımın, gelişimin yüz şekli ve organları üzerinde oynadığı rolü de hesaba katmak gerekiyor. 
Yani yüz okuma sanatı, kısıtlı kurallarla hemen sonuç alınan basit bir yöntem olmanın ötesinde, içinde pek çok değişkeni barındıran zorlu bir uygulama alanı. 
Fizyonomiyi bir tür fal veya tahmin aracı olarak görmek de hatalı. Geçen yüzyılda yapılan istatistiksel verilere göre yüz okuyarak yapılan karakter tahlillerinde %93 oranında doğruluk saptanmış. 

Yıllarca süren deneylerin ortak sonuçları ve istatistiksel veriler ışığında en son halini almış bu alan. 

Aynı zamanda unutulmaması gereken bir nokta var. 

Fizyonomi uzmanlarına bakılırsa fizyonomi, çevrenizdeki insanların sizin gerçek karakterinizi belirleyebilecekleri ve davranışlarınızı kestirebilecekleri anlamına gelmiyor. 

Bu alan diğerlerinin sizi nasıl gördüğünü, yani dış dünyada nasıl algılandığınızı anlamanıza imkan veriyor sadece. 

Karşınızdakinin birkaç yüz çizgisine bakarak onun bir düzenbaz olduğuna karar vermek ya da size düşmanca hisler beslediğine kanaat getirmek gibi peşin hükümlerden de olabildiğince kaçınmak gerekiyor. 

Aksi takdirde yanlış değerlendirmeler neticesinde çevrenizdekileri daha iyi tanımak yerine onları birer birer kaybetme tehlikesi yaşayabilirsiniz.  


Yüz Okumanın Tarihçesi

Antik çağlardan beri binlerce yıldır bilgeler yüz özelliklemizin kaderimizi veya karakterimizi belirleyip belirlemediğini merak ettiler. 
Bu anlamda bir insanın yüz özelikleriyle yaşam çizgisi arasında bir korelasyon olup olmadığını anlayabilmek için yapılan çeşitli çalışmaları bir araya getirdiler. 
Aristo, Antik Yunan’da fizyonomi üzerine bir kitap yazdı ve yüz, beden ve sesin fiziksel özelliklerini inceledi. 
Homer ve Hipokrat pratik felsefenin antik bir yöntemi olarak yüz okuma hakkında yazılar yazdılar. 
Ortaçağ’da fizyonomi astrolojiyle birleştirildi ve ilahi sanatların bir parçası haline geldi. 
Doğu kültüründe de kendine yer bulan yüz okuma, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın, 1756 yılında yazdığı Marifetname’sinde de karşımıza çıkmaktadır. 
18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da potansiyel suçluları bulabilmek için krimolojiye ait bir çalışma alanı olarak kullanılan fizyonomi, 20. yy’a gelindiğinde halk arasında yaygın olan bir batıl inanç olarak görülmeye başlandı. Bugünse psikanalizde, istihbaratta, yönetimde ve iletişm alanında etkili bir kaynak olarak kullanılıyor.
YÜZ OKUMA ALFABESİ

Yüzün hangi bölümünün büyüklüğü, küçüklüğü ve biçimi neye işaret eder, öğrenmek isteyenler için ayrıntılı bir kaynak sunuyoruz size. 
İşte karşınızdakinin sizi nasıl algı-ladığını için anlamak için yüz okuma alfabesi.
ALIN

Geniş: Entelektüel, hayal gücü kuvvetli
Normal: Dengeli, yetenekli
Açık: Sosyal, paylaşımcı, eli açık 
Dar: Çok dikkatli, dakik, rakamlarla arası iyi 
Dörtgen: İyi kalpli, alçak gönüllü, asil
Dik: Bağımsız 
Yuvarlak: Hınçlı, çabuk sinirlenen
Aşırı enli: Kibirli, övünmeyi seven
Bombeli: İnisiyatif sahibi, uyumlu 
Çökük: Zorluklara karşı direnci olmayan, ürkek
Aşırı küçük: Cimri, çabuk sinirlenen
Kırışıksız ve düz: Kibarlığa yatkın, dış görünüşe önem veren, süslü

KAŞLAR
Kalkık: Dinamik, hırslı, kolay sinirlenen 

Düz: Rahatına düşkün, iyimser, dünyayla barışık
Geniş: Ufku geniş, güvensiz, hassas 
Uzun: Güçlü, dirençli
Aşağıya doğru inen: Ters, hoşgörüsüz, kendisinden başka hiçbir fikri kabullenmeyen
Kısa: Sakin karakterli, duygusal, aktif 
İnce: Esnek, başarılı, kolay pes eden 
Çalı gibi: Güçlü yaradılışlı, başarılı 
Kalın ve siyah: Dürüst, alçak gönüllü
Burnun üzerinde birleşen: Çabuk sinirlenen, cimri, dengesiz, maceracı 
Kalın, aşağı doğru kavisli: Hayal gücü kuvvetli
Gözlere yakın, hilal şekilli: Ters, başına buyruk
Kavisli ve yüksek: Hayat aşkıyla, enerjiyle dolu
Aşağı doğru: Centilmen, sahiplenici, ciddi ilişkiler yaşayan

GÖZLER
Çukur: Ciddi, gizemli, zaman zaman gaddar, sezgileriyle hareket eden 

Burna yakın: Konsantrasyonu kuvvetli, titiz, kararlı 
Büyük: Açık, kibar, sözüne güvenilir, tembel
Küçük: Odaklanmış, özel, cesareti ve iradesi zayıf 
Ne büyük ne küçük: Asil karakterli
Patlak: Hevesli ve meraklı 
Parlak: İhtiraslı
Dış uçları aşağı doğru: Empati yeteneğine sahip, problemleri öngörebilen; bu nedenle de hayal kırıklığına uğramayan, merhametli

Göz rengi:

Koyu kahve veya koyu mavi: Güvenilir, ciddi
Koyu gri: Cimri
Gri: Sadık
Yeşil: İsabetli karar veren, kinci ve son derece kıskanç 
Kahverengi: Diğerlerini düşünen, uysal ve uyumlu, zaman zaman sadakatsiz ve işler istedikleri gibi gitmeyince de çabuk sinirlenen
Kestane rengine yakın: Dengeli
Kurşuni mavi: Şair ruhlu, romantik, pratik işlerde başarısız, hayalci ve dalgın
Siyah-kahverengi-yeşil: Enerjik.
Siyah: İhtiraslı, ateşli, coşkulu, kurnaz
Mavi: Hassas, çevresi tarafından çok sevilen, çevrenin sevgisine ve takdirine bel bağlayan, üstlendiği vazifelere pek düşkün olmayan

Göz Kapakları

Görülebilen göz kapakları: Verdiği sözü tutan, ilişkilerde samimiyete ve sadakate önem veren, karşısındaki kişilere karşı da aynı beklenti içinde olan
Az görülebilen göz kapakları: İlişkilerde bağlılığa da bağımsızlığa da eşit derecede önem veren, dengeyi sağlamayı bilen
Görünmeyen gözkapakları: Çok iyi odaklanabilen, kişisel özgürlük alanına çok önem veren ve buna saygı gösterilmesini isteyen Aşırı büyük gözkapakları: Ciddiyetsiz, düşünmeden hareket eden
Alt göz kapakları sarkık: Alkole meyilli

BURUN
Dar: Kontrolcü 

Geniş: Kendine güveni tam, iyi bir lider
Dolgun: Güçlü, inatçı, cömert ve sabırsız 
Küçük ve kısa: Kibirli, cimri, kötü kalpli
Dışa doğru: Lider ruhlu, idare etmeyi seven ve temsilci ruhlu
Düz ve kalkık: Şehvetli, ihtiraslı
Kambur: Barışçı, cömert, eli açık
İçe doğru: Yardımlaşmayı seven, girişken
Sivri: Çabuk sinirlenen, meraklı
Uzun, ağza kadar uzanmış: Cesur, kahraman, akıllı, adil
Geniş ve düz: Sosyal ama kararsız 
Burun deliklerinin duvarları kalın: İyi kalpli
Burun deliklerinin duvarları ince: Hırçın
Burun delikleri geniş: Sinirli
Dairevi burun delikleri: Alçakgönüllü
Burnun alınla birleştiği yer çökük: Şehvetli

DUDAKLAR
Geniş ve düşük: Cömert 

Kısa ve kalkık: Gururlu 
Büyük: Cesur, savaşçı ruhlu
Ensiz, büyük: Hilekar, yalancı
Aşırı büyük alt dudak: Tembel
İnce, ensiz: Şan ve şöhret tutkunu
Kalın ve kalkık: Ağzı kalabalık
Birbirine çok yakın ve sıkışmış: İtici mizaçlı, geçimsiz
Kalın, sarkık: Zevke ve eğlenceye düşkün 
İnce ve düşük: Öz konuşan
Üst dudak ve damak önde: Huysuz ve kavgacı

ÇENE
Geniş: Otoriter, dediğim dedik 

Aşırı enli, dörtgen: Acımasız, enerji dolu, kaba
Aşırı yuvarlak: Enerji dolu
Dar: Yumuşak başlı 
İkiye ayrılmış: Kararsız
İleriye doğru çıkık: İnatçı, hoşgörüsüz
Gamzeli: İnatçı
Keskin uçlu: Çabuk sinirlenen
Yukarı doğru eğik: Zevkine düşkün
Küçük: Kararsız, tereddütlü

YÜZ ŞEKLİ
Enli, etli ve yuvarlak: İyi kalpli

Aşırı uzun: Kibirli, kendini beğenmiş
Çökük: Kötü ahlaklı
Düz şekilli: Ters, başına buyruk ve bazen zalim
Kemikli ve kare: Tedbirli, zaman zaman acımasız, sert, baskın karakterli
Şişman: Maddiyatçı, eğlenceyi seven ve rahatına düşkün
Uzun ve oval: Aptal, kendini beğenmiş
Aşırı küçük: Bayağı
Keskin hatlı: Alçak hislere yatkın
Küçük: Cesaretsiz ve iradesiz
Balon şekilli: İyi kalpli, alçak gönüllü
Uzun, dikdörtgen: Asil
Kemikli: Çalışmayı seven, ürkek
Üçgen: Az duyarlı
Zayıf: İhtiyatlı, derin düşünceli
Seyrek sakallı: Dengeli

BAŞ
Büyük: Hassas

Uzun, sivri çene ve sivri kafa: Yalancı, yaltaklık etmeye yatkın
Küçük: Duyarsız, hoyrat, incitici
Yukarı doğru ensiz: Pişkin ve yırtık

SAÇ RENGİ

Sarı: Cesur
Bal rengi: Soğuk
Kızıl: Kurnaz
Siyah: Korkak

Divan Edebiyatı’nda Yüz Okuma Sanatı ve Kıyafetnameler
Dış görünüşü, göz, saç rengini inceleyerek insanların huylarına dair çıkarımlar yapan bilim Osmanlı’da “İlmü-I kıyafet’ül beşer” ve “İlmü’l feraset” adıyla anılır. 

Öte yandan, dış görünüşün iç dünyayı yansıtacağı fikri, Divan edebiyatında “kıyafetname” denilen metinlerin hazırlanmasına yol açmıştır. 

XV. yüzyılda yaşayan Akşemsettin’in küçük oğlu Hamdullah Hamdi’nin Kıyafetname’si bu eserlerin en bilinenidir. 

XVIII. yüzyıl ozanı İbrahim Hakkı’nın Marifetname’si ise oldukça meşhur başka bir kıyafetnamedir. 

Kıyafetnameler, kumral, siyah saçları, siyah gözleri över. 

Bu özelliklere sahip kişilere akıllılık, sabır, zekâ gibi nitelikler yakıştırır. 

Küçük başı akıl azlığına, büyük başı zekiliğe, uzun dili budalalığa işaret gösterir. 
Parmaklar, dişler, burun, dil, dudaklar, tırnaklar, kulaklar, benler, saçlar, hatta tüyler, renk, şekil, kalınlık ve incelik bakımından anlamlandırılır. 

Kıyafetnamelere göre güzellik öğesi sayılacak pek çok özellik ise sakıncalar taşır. İri dalgalı saç inatçılık, kıvırcık olan saç da koyun gibi bir bağlılığa işarettir. 

Ucu kalkık burun hayalcilik ve gurur göstergesidir.

Kıyafetnamelerin söylediğine göre benler bile büyüklükleri, bulundukları yere göre birçok karakter özelliğine ipucu olurlar. 
Mesela sağ şakaktaki et beni, kararsızlığı; alnın sağ yanındaki ben, güçlü bir belleği ve hızlı kavrayışı, uzun ömrü; alnın solundaki ben, dengeliliği; iki kaş arasında sağda ben, aşka düşkünlüğü, hoşsohbetliliği, iyi bir geleceği; iki kaş arasında solda ben, mantıkla iş görmeyi, duygululuğu; göz kapağındaki ben, hassas bir mizacı; gözün alt kapağındaki ben, meraklı ve kuruntulu bir yaradılışı gösterir.
yazan: ÖZLEM KOCUKELİ

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:

İLETİŞİM VE BEDEN DİLİ

BEDEN DİLİNİN ŞİFRELER

Hz. Peygamberin Beden Dili

İletişimde 40 Kere Maşallah Dedirtin

Siz Hangi Dilden Giyiniyorsunuz?

Yüz Okuma Sanatı: FİZYONOMİ 

Beyninizi Çalıştıracak Gülümseten Sorular

Fotoğraflarda Daha İyi Çıkmak İçin…

Beden Dili Haritanızla Pozitif Bir İmaj Yaratın

Sen Adamı Gözünden Tanır mısın?

BEDEN DİLİ İLE İLGİLİ SORULAR VE CEVAPLAR 

Olumlu Bir İlk İzlenim Oluşturmanın Yolu Nereden Geçer?

Yalancının Beden Dili

Beden Dili Haritanızla Pozitif Bir İmaj Yaratın

Gözünden Adam Tanıma Tekniği

Kaliteli Yaşam İçin 18 Beden Dili Taktiği

Bir Söz Söyle, Ne Olduğunu Söyleyeyim

Beden Dili

Liderlerin Beden Dili

Bilinçaltının Gizli Dili Rüyalar

Yapay Değil Doğal Beden Dili

İletişimin Kalitesini Beden Diliniz Belirler

YIN&YANG İlkeleri Doğrultusunda Çin Yüz Okuma Sanatı

Yüz Okuma Sanatı FİZYONOMİ

Gerginlik Anları ve İletişim Modelleri

Eller ve Ellerin Kullanımı

Aşkın Beden Dili

Eğitimde Beden Dilinin Önemi

Sen SUS Bedenin Konuşsun!

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...