11 Nisan 2013

İsmail Bey Gaspıralı (Gasprinskiy) - 1851-1914




İsmail Bey Gaspıralı (Gasprinskiy) - 1851-1914


Doç. Dr. Hakan Kırımlı
İsmail Bey Gaspıralı (İsmail Mirza Gasprinskiy) 20 (eski takvime göre, 8) Mart 1851'de Bahçesaray yakınlarındaki Avcıköy'de doğdu. Annesi Fatme Sultan köklü bir mirza ailesinin kızıydı. Babası Mustafa Alioğlu Gasprinskiy de Çarlık ordusundan emekli teğmen rütbesini taşıdığı için küçük İsmail zadegân sınıfına mensuptu. Öğrenim hayatına mahallî Müslüman mektebinde başlayan İsmail, tahsilini bir Rus okulu olan Akmescit Erkek Gimnazyumu'nda sürdürdü. Bunu müteakip, önce Voronej'deki, daha sonra da Moskova'daki Harbokulu'na kaydoldu. Özellikle Moskova'daki askerî tahsil yıllarında genç İsmail dönemin Rus fikir hayatını ve aydınlarını yakından tanımak imkânını buldu. Burada tanıştığı Rus aydınlarına derin saygı duymakla birlikte, o yılların Moskovası'nın anti-Türk karakterdeki Pan-Slavist atmosferi onda aksi tesir doğurdu. O yıllarda devam etmekte olan Girit isyanında Rum asilere karşı mücadele eden Osmanlı askerlerine katılmak arzusuyla yakın arkadaşı Mustafa Mirza Davidoviç ile birlikte gizlice Türkiye'ye geçmeye teşebbüs ettiyse de, Odesa'dayken yakalandı. Çarlık Rusyası'ndaki askerî talebelik kariyeri bu şekilde sona eren Gaspıralı, 1868'de Bahçesaray'a dönerek, buradaki ünlü Zincirli Medrese'de Rusça muallimliğine başladı. Bu arada kendisini yoğun bir şekilde Rus edebî ve felsefî eserlerini okumaya verdi. 1872'de Kırım'dan ayrılan Gaspıralı İstanbul, Viyana, Münih ve Stuttgart üzerinden Paris'e gitti. Paris'de geçirdiği iki yıl içinde ünlü Rus yazarı İvan Turgenyev'e asistanlık yapmak da dahil çeşitli işlerle hayatını kazandı. 1874'de öteden beri içinde yatan Osmanlı zâbiti olma arzusuyla İstanbul'a geldi. Ancak burada geçirdiği bir yıla yakın süre içinde müracaatına olumlu karşılık alamadı ve tekrar Kırım'a döndü.
1878'de Bahçesaray Belediye Başkan Yardımcısı seçilen İsmail Bey, ertesi yıl Belediye Başkanlığı'na getirildi ve 1884 yılına kadar bu görevde kaldı. Gaspıralı'nın gerek Kırım'da, gerekse çeşitli dış ülkelerde geçirdiği yıllar ona büyük çoğunluğu kabuğuna çekilmiş bir halde yaşayan diğer Kırım Tatarlarından çok farklı tecrübeler kazandırmıştı. Mevcut problemleri yakından müşahede ettiğinden, yabancı hakimiyeti altında yaşayan soydaş ve dindaşlarını uyandırmak, onların seslerini duyurmak arzusuyla yayın yoluyla faaliyete geçmek istedi. İlk teşebbüs olarak, Akmescit'de çıkan Rusça Tavrida gazetesinde "Rus İslâmı" (Russkoe Musulmastvo) başlıklı sonradan risale olarak da yayınlanan bir dizi yazı yazdı. Burada, Rusya ile onun Müslüman tebası arasındaki ilişkilere değinerek, bu kadar çok sayıda Müslümanı içinde bulunduran Rusya'nın bir Ortodoks Hristiyan devleti olduğu kadar aynı bir Müslüman devleti sayılmasının da doğru olacağını savundu. Ona göre, imparatorluğun bu iki ana unsuru birbirini daha iyi tanımalı ve Ruslar çağa uygun bir maarif sisteminden ve bilimden mahrum bir halde bulunan Müslümanların buna kavuşmasına engel olmamalıydı.
Gaspıralı'nın bu ilk eseri özellikle Rus hükûmetine ve çevrelerine hitaben yazılmıştı. O, Kırım'dakiler de dahil umum Rusya Müslümanlarının, millî bir uyanışa geçmedikleri takdirde eriyip gitme tehlikesine maruz bulunduğunu ve bunun ancak Rusya hükûmeti karşıya alınmadığı takdirde gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Müslümanlar üzerindeki Rusya hakimiyeti bu insanların içinde bulundukları geri kalmışlık ve ezilmişlik şartları altında değiştirilmesi mümkün olmayan bir vakıa idi. Zamansız ve maceracı hareketler ise Gaspıralı'ya göre ancak felâketle sonuçlanabilirdi. Öncelikle Rusya dahilindeki milyonlarca Müslüman cehalet ve ekonomik çöküş durumundan kurtulmalı, tecrid olunmuş cemaatlerden birleşmiş, modern bir millet haline dönüşmeliydiler. Hepsi Müslüman oldukları için İslâm'ın özünde mevcut olan temel dinî uhuvvet olgusu bunları birleşmeye sevk ettiği gibi, büyük çoğunluğu itibarıyla da (az-çok farklı lehçelerde de olsa) aynı dili yani Türk dilini konuşan halklar olduklarından etno-dinî esaslarda yekpare bir millet halinde bütünleşmeleri gerekliydi. Tek tek ele alındığında mevcut meselelerle başa çıkabilmelerine ihtimal verilemeyen bu Müslüman-Türk halkları, birleşip bütünleştikleri takdirde büyük bir potansiyel meydana getirebilirlerdi. Bütün bunların ön şartı ise, Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Türk-Müslüman toplumların geri kalmışlık ve cehalet zincirlerini kırmalarını sağlayacak ve birbirlerine yakınlaşıp bütünleşmelerini mümkün kılacak tarzda çağın ihtiyaçlarına uygun bir maarif sisteminin ihdasıydı. Bu sistem Türkçe eğitim vermeli ve Gaspıralı'nın tasavvurundaki millî bütünleşmenin altyapısını hazırlayacak bir ortak Türk edebî dilinin teşekkülüne vasıta olmalıydı. Bunun yanısıra, oluşacak millî bir Türk basını da bu toplumların birbirlerinden haberdar olmalarında ve kaynaşmalarında hayatî bir rol oynayacaktı. Ancak, bütün bu safhalarda Rus hükûmetinin gazabını celbedecek tavırlardan uzak durmalı, Batı bilimini Ruslar vasıtasıyla alabilmek için gayret sarfedilmeli ve umum Rusya gelişmelerinden uzak kalınmamalıydı.
Gaspıralı öncelikle bu fikirlerini tedricî ve ihtiyatlı bir şekilde de olsa ortaya koyabileceği Türkçe bir yayın organına ihtiyaç duymaktaydı. Bu yoldaki resmî müracaatlarının sonuçsuz kalması üzerine, Tiflis'de her birini değişik adlarla bastırdığı bir dizi varaklar neşretti. Söz konusu varaklar fiilen süreli yayın mahiyetinde olmakla birlikte, resmî müsaade yokluğu dolayısıyla teoride münferit yayınlar şeklinde basılmıştı. Gaspıralı bu arada, tasavvurundaki gazetenin yayını için gereken resmî müsaadeyi alma çabalarını sürdürdüğü gibi, Volga boyundaki Müslümanlar arasında da dolaşarak henüz yayın müsaadesini almadığı gazetesine aboneler bulmaya çalıştı. Nihayet, 1883'de bütün muhteviyatının Rusçasının da birlikte yayınlanması şartıyla Tatarca (yani Türkçe) bir gazete neşri müsaadesini elde edebildi. İlk nüshası 22 Nisan 1883'de Bahçesaray'da basılan Tercüman adındaki bu gazete haftada bir gün yayınlanıyordu (Ekim 1903'den itibaren haftada iki gün çıkmaya başlayan Tercüman, 1912'den sonra günlük oldu). Tercüman'ın dili esasen sade bir Osmanlı Türkçesi olup, zaman zaman Kırım Tatar veya diğer Türk lehçelerinden kelime ve sözlerle takviye edilmekteydi. Tercüman Kırım'da yayınlanan ilk Türkçe gazete olduğu gibi, umum Rusya Müslümanları arasında Türk dilindeki ancak üçüncü gazeteydi. Diğerlerinin (Taşkent'de yayınlanan resmî Türkistan Vilâyeti'niñ Gazeti hariç tutulursa) kısa sürede kapanmalarıyla uzun süre Tercüman Rusya İmparatorluğu dahilindeki yegâne Türk ve Müslüman gazetesi olarak kalacaktı. Tercüman'ı ve gerekli olacağını düşündüğü diğer yayınları basabilmek için Gaspıralı Bahçesaray'da Arap harfleriyle bir de matbaa kurmuştu ki, bu Kırım'daki ilk Müslüman matbaasıydı. Tercüman Kırım Tatarları arasındaki ilk basın organı olduğu için özellikle başlangıçta Gaspıralı gazetenin bilfiil her safhasını şahsen ve en yakın aile fertlerinin yardımıyla yürütmeye mecbur kaldı.
Gaspıralı idealinde yatan umum Rusya Türkleri arasındaki radikal ve büyük çaplı bir maarif reformunun altyapısının hazırlanması ve desteklenebilmesi için Tercüman'ı aslî vasıtası olarak görmekteydi. Aynı şekilde, bizâtihi gazete olgusunun benimsenebilmesi ve okunabilmesi için de bu tür köklü bir eğitim hamlesi yoluyla Rusya Türkleri ve bu meyanda Kırım Tatarları içinde gerçek manâda bir millî aydınlar zümresinin oluşabilmesi şarttı. Rusya İmparatorluğu dahilinde mevcut olan, ana dilinde yani Türkçe okuma-yazma öğretebilmekten, en temel fen bilgilerini verebilmekten ve her türlü zarurî donanım ve organizasyondan mahrum bir şekilde varlığını sürdüregelen çürümüş eski usûl mektep ve medrese sisteminin ise bunu temin edebilmesi imkân haricindeydi.
Gaspıralı maarif reformunun ilk tecrübesini 1884'de Bahçesaray'ın Kaytaz Ağa mahallesinde açtığı mekteple yaptı. Bu uygulamanın başka bir örneği bulunmadığı için, mâlî kaynağın bulunması, muallimin yetiştirilmesi, programın hazırlanması, araç ve gereçlerin temini ve hattâ derste okutulacak malzemenin basılması hususlarını bizzat Gaspıralı üstlendi. Gaspıralı'nın, bu teşebbüsünü başlangıçta şüphe ile karşılayan Bahçesaray halkına yeni mektebi benimsetebilmek için ortaya attığı hedeflerinden birisi burada "kırk günde Türkçe okuma-yazma öğretileceği" idi. Nitekim, gerçekten de tam kırk gün sonra eşrafın ve halkın hazır bulunduğu açık bir imtihanla talebelerin bunu başardığını gösterdi. Gaspıralı, kurduğu mektebinde o zamana kadar kullanılan ve çok vakit aldığı gibi, başarı oranı da düşük olan eski usûlün yerine, önce harflerin ve bunların tekabül ettikleri seslerin tanıtıldığı, bilâhare de bunların gerçek kelimeler içinde okunuş ve yazılışlarının öğretildiği yeni bir metodu (usûl-ü savtiye) uygulamaktaydı. Gaspıralı'nın bu tecrübe mektebindeki yeniliği okuma-yazma öğretiminde daha kolay ve pratik bir usûlün uygulanmasından çok öteye gitmekteydi. Esasen, onun ilk denemesini yaptığı ve ileride çok daha geliştireceği maarif sistemi Rusya İmparatorluğu dahilindeki Müslüman mekteplerinde gerçek bir inkılâp mahiyetini taşıyordu. Bir bütün olarak ele alındığında onun Rusya Müslümanları arasında ortaya attığı bu yeni maarif sistemi, kendi kullandığı tabirle "Usûl-ü Cedîd" olarak çok yaygın bir kullanıma erişmiş ve bir devre damgasını vurmuştur. Bu tabirden yola çıkarak, 1917'ye kadarki dönemde Rusya İmparatorluğu'nda esasen bu sistemden yetişen millî-reformist kadrolar da genel olarak "Cedidçiler" olarak adlandırılacaklardır.
Gaspıralı'ya göre, eğitim sistemi her şeyden önce ana dilin (yani Türkçenin) öğretimine hizmet etmeli ve dinî bilgilerin yanısıra dünyevî bilgileri de mutlaka ihtiva etmeliydi. Usûl-ü Cedîd'de öğretim zamanları ve talebe sayıları kesin olarak sınırlanmıştı. İlk dereceli mekteplerde öğretim süresi iki yılı geçmeyecek, bir muallim 30 veya 40'dan fazla talebeye aynı anda ders vermeyecek ve mektebe kayıtlar da düzene bağlanacaktı. Bir ders günü içinde süresi 45'er dakikayı aşmayan en fazla beş ders okutulacak ve haftada altı mektep günü olacaktı. Talebenin yorulup bıkmaması için ders aralarına teneffüsler konulmuş ve değişik derslerin birbirini takip etmesi öngörülmüştü. Bedenî cezalar da tamamıyla uygulamadan kaldırılmaktaydı. İmtihanın bulunmadığı eski sistemin aksine, Usûl-ü Cedîd her hafta ve dönem sonlarında bütün derslerden imtihanlar ihdas etmekte ve mezuniyeti bu imtihanlarda başarılı olunması şartına bağlamaktaydı. Yeni sistemde dershanelerin mekânının ve havasının temizliğine ve ferahlığına özel bir önem veriliyor, o zamana kadar sadece Rus okullarında görülen sıralar, karatahta, kitaplık ve diğer öğretim araçları mekteplere sokuluyordu. Müfredatta da büyük değişiklikler vardı. İlk basamakta Türkçe okuma-yazma öğretiminin yanısıra, temel aritmetik, hat, Kur'an okuma ve İslâm'ın esaslarını öğretmeye yönelik dersler yer almakta, buna bir üst basamakta genel coğrafya ve tarih, İslâm ve memleket tarihi hakkında giriş bilgileri ve tabiat bilgisi dersleri de ilâve olunmaktaydı. Büyük çoğunluğu ilk defa verilen bu tür dersler için mevcut her hangi bir ders kitabı bulunmadığından Usûl-ü Cedîd mekteplerinde kullanılacak temel ders kitabını da Hocâ-i Sıbyân adıyla bizzat Gaspıralı kaleme alarak kendi matbaasında bastı (ilk baskısı 1884'de yapılmıştı).
Usûl-ü Cedîd'in kabul görmesi ve yerleşmesi büyük engellerle karşılaştı. Öncelikle bunun halk tarafından benimsenmesi ve talep konusu olması gerekiyordu. Halbuki daha ilk baştan eski usûle bağlı olan mollalar ve mutaassıp çevreler şiddetle buna karşı koydular ve Usûl-ü Cedîd'i halk arasında savunmak cesaret isteyen bir iş haline geldi. Dahası, gayet sınırlı imkân ve ihtiyaçlara sahip eski usûl mekteplerin aksine, bir hayli masrafı gerektiren bu gibi yeni mekteplerin açılabilmesi ya mahallî halkın daimî maddî katkısına ya da Müslüman zenginlerin desteğine bağlıydı. Halbuki, XIX. asrın sonlarında özel olarak Kırım Tatarlarının ve genel olarak Rusya Müslümanlarının ekonomik ve sosyal yapıları göz önüne alındığında, bu tür beklentiler için iyimser olabilmek hiç de kolay değildi. Halk arasında bu tür sosyal-eğitim teşebbüslerine katkıda bulunma alışkanlığı da yok gibiydi. Diğer taraftan, Usûl-ü Cedîd'e göre hazırlanmış muallimler olmadıktan başka, böyle muallimleri yetiştirecek bir muallim mektebi de tabiî ki söz konusu değildi. Bu son probleme karşı Gaspıralı'nın bulduğu çare, ilgilenen muallim adaylarını Bahçesaray'a çağırarak onları ücretsiz olarak uygulamalı bir şekilde eğitmek ve onlardan memleketlerine döndüklerinde en az üç kişiyi muallim olarak yetiştirmeleri sözünü almaktı.
Usûl-ü Cedîd'in yerleşebilmesi hususunda Gaspıralı 1880'ler boyunca büyük güçlüklere katlanmak ve sabırla gayret göstermek zorunda kaldı. Bu arada, devamlı olarak Rusya İmparatorluğu dahilinde Müslümanların toplu olarak yaşadıkları yerlere sık sık ziyaretlerde bulunarak Usûl-ü Cedîd'i tanıtmaya ve benimsetmeye uğraşmayı sürdürdü. Yavaş yavaş pek çok Türk bölgesinde okunmaya başlanan Tercüman ise onun önemli propaganda araçlarından birisini teşkil ediyordu. İlk Usûl-ü Cedîd mektebinin açılışının üzerinden on yıl geçmeden Gaspıralı'nın çeşitli Türk bölgelerinde kayda değer sayıda destekçileri ortaya çıktı. Bunlar arasında aydın fikirli mollalar, muallimler, esnaf ve belki de en önemlisi Müslüman zenginler yer almaktaydı. Özellikle İdilboyu Tatarlarından zengin tüccarların (Hüseyinovlar, Apanaylar, Akçuralar ve diğerleri gibi) ve Kafkasyalı Müslüman petrol milyonerlerinin (Tağızade gibi) kazanılması Usûl-ü Cedîd mekteplerinin hızla yayılmasında büyük rol oynadı. Bunların açtığı ve finanse ettiği mekteplerle Usûl-ü Cedîd özellikle İdilboyu'nda, Kafkasya'da ve Kırım'da köylere kadar yayıldı (Çok daha muhafazakâr yapıdaki Türkistan'da Usûl-ü Cedîd'in benimsenebilmesi için ise çeyrek asır geçmesi gerekti). 1895'de bütün Rusya İmparatorluğu dahilindeki Usûl-ü Cedîd mekteplerinin sayısı yüzü geçerken, 1914 yılında bu sayı yaklaşık 5.000'i bulacaktı. Gaspıralı Müslüman Türk kızlarının eğitiminde de öncülük yaptı. İlk Usûl-ü Cedîd kız mektebini ablası Pembe Hanım Bolatukova'ya 1893'de Bahçesaray'da açtırttı. Bu örnek diğer bölgelerde de kısa süre içinde uygulandı. Gaspıralı medreseleri de Usûl-ü Cedîd'in üst dereceli eğitim kurumları haline dönüştürecek şekilde ıslah etmeyi plânlamakta ve bunun programlarını hazırlamış bulunmaktaydı. Ancak, medreselere kesin olarak hakim bulunan mutaassıp çevrelerin şiddetli tepkisi ve muhtemelen Gaspıralı'nın diğer çalışmalarına öncelik vermek mecburiyetinde kalması, onun bu husustaki başarısının mekteplere göre daha sınırlı kalmasına yol açtı. 
Yayına başlamasını müteakip ilk yirmi yıl içinde Tercüman bütün Türk dünyası çapında o zamana (hattâ günümüze) kadar hiç bir diğer gazeteyle kıyaslanamayacak bir yaygınlık ve etkiye ulaştı. Gaspıralı'nın meşhur ifadesiyle, Tercüman, "Dersaadet'in hamal ve kayıkçılarına, Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine ve çobanlarına gazeteyi tanıtmıştır. Kazan'da, Sibirya'da olduğu gibi Tebriz'de ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenmeye meyil doğurmuştur". Gerçekten de, sınırlı tirajına rağmen Tercüman Rusya İmparatorluğu'nun Müslümanlarla meskûn bütün bölgelerine yayıldığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda, İran'da, Balkan ülkelerinde ve hattâ Türkçe okuyabilenlerin bulunduğu diğer İslâm memleketlerinde münevverler tarafından daimî olarak okunmaktaydı. Rusya İmparatorluğu'nda yaşayan Müslümanlar arasında bilhassa Usûl-ü Cedîd'in yaygınlaşmasıyla teşekkül eden reformist millî aydınlar zümresi için Tercüman adetâ bir bayrak oldu. Gaspıralı'nın Tercüman vasıtasıyla empoze etmeye çalıştığı bütün Rusya Müslüman Türklerini içine alacak ve birleştirecek etno-dinî esaslara dayalı yekpare bir Türk kimliği (ki özellikle 1905 öncesinde bu açık bir şekilde telâffuz edilemiyordu) fikri aydınlar arasında büyük ölçüde kabul görmeye başlamıştı.

Bütün bu gelişmeler olurken, Gaspıralı temsil ettiği fikirlerin ve faaliyetlerin karşısındaki güçlerle devamlı olarak uğraşmak zorundaydı. Müslüman cemaat içinde mutaassıp çevreler Gaspıralı'yı halkı dinden uzaklaştırmaya ve kâfirleştirmeye çalışmakla suçlarken, cemaat dışında hükûmet çevrelerinde yer alan pek çok nüfuzlu Rus da onu Pan-İslâmizm ve Pan-Türkizm'i gerçekleştirip Rus İmparatorluğu'nu bölmeye teşebbüs etmekle itham ediyorlardı. "Ruslaştırma"nın resmî devlet politikası olarak kabul edildiği ve imparatorluk idaresinde bilhassa gayri-Ruslara karşı en reaksiyoner uygulamaların yapıldığı bu dönemde, Müslüman tebayı etnik ve dinî temellerde ortak bir edebî dil ve kimlik etrafında birleştirmeyi ve uyuyan dağınık cemaatlerden modernleşme yolunda yekpare bir millet teşkil etmeyi amaçlayan bu tür teşebbüslerin Rus hükûmetinde endişe doğurmaması da mümkün değildi. Kaldı ki, 1880'li ve 1890'lı yıllarda bizzat Rusya hükûmetinin de maddî ve manevî desteğiyle, Rusya Türkleri arasında mümkün olabildiği kadar farklı edebî diller ve kimlikler ortaya çıkarıp, bunlar arasında da eğitim yoluyla tedricen Hristiyanlığın benimsetilmesi yönünde tasavvur ve uygulamalar (İlminskiy ve Ostroumov'un projeleri) mevcutken, Gaspıralı'nın ideal edindiği hedeflerin hoş görülmesi beklenemezdi. Bunlara karşı Gaspıralı son derece ihtiyatlı bir tavır almaktaydı. Onun karakteristik özelliklerinden birisi de gerek yazılarında kullandığı ifadelerin, gerekse icraat tarzının fevkalâde titizlikle seçilmiş olmasıdır. Zaten bundan dolayı ciltler dolduracak miktardaki yazılarına rağmen hiç bir zaman programını kesin bir bütün halinde ortaya koymamış, her yeni dönemin şartlarına ve önceliklere göre belirli hususlar üzerinde durarak, geri kalanlar için imalardan öteye gitmemeyi tercih etmiştir. Bir taraftan mutaassıp mollalara amacının İslâmiyet'i zayıflatmak değil tam aksine güçlendirmek olduğunu anlatmaya çalışırken, Rus hükûmetine de daima Müslüman tebanın uyanarak modernleşmesinden Rusya'nın zarar yerine fayda göreceği mesajını vermeye çalışmıştır. Faaliyetleri ve amaçları hakkında en fazla endişenin duyulduğu ve Rusya'da şiddetli reaksiyoner idare tarzının hâkim olduğu devirler de dahil Tercüman'ın çıkışından Gaspıralı'nın ölümüne kadarki 31 yılı aşkın yayın döneminde tek bir kere olsun kapatılmamış, hattâ sıkı kontrole rağmen sansürde bir tek kelimesinin dahi çıkarılmamış olması emsali görülmemiş bir vak'a olduğu kadar, Gaspıralı'nın ihtiyatlı ifade tarzının ve taktik kabiliyetinin başarısı hakkında önemli bir delil teşkil eder.
1905'in ilk aylarında Rusya'nın pek çok yerinde patlak veren ihtilâlci karışıklıklar Mart ayında Çar'ı istişârî mahiyette bir meclis açılmasını vaad etmeye mecbur etti. Bu sınırlı taviz kimseyi tatmin etmese de, otorite boşluğundan doğan geçici serbestlik ortamı o ana kadar baskı altında tutulmuş bütün siyasî, sosyal, millî ve dinî güçlerin bir anda su yüzüne çıkmasına ve bunların yeni kurulacak düzende kendi haklarını koruyabilmek için açık aktif faaliyetlerine sahne oldu. Bu ortamda harekete geçenler arasında "Cedidçi" Müslüman Türk aydınları da vardı. Sibiryalı Tatar Abdürreşid İbrahim, İdil boyu Tatarlarından Yusuf Akçura, Azerbaycanlı Ali Merdan Bey Topçubaşı gibi aydınlarla işbirliği içinde, Gaspıralı, yeni ortamdan istifade ederek Müslümanları gerek ayrı ayrı yaşadıkları bölgelerde, gerekse birleşik olarak teşkilatlandırmak ve taleplerini ortaya koymak üzere yoğun bir çalışmaya girişti. 
Kırım dahilinde Gaspıralı'nın başını çektiği ve genç Kırım Tatar aydınlarının da aktif olarak katıldığı çalışmalar ve toplantılar sonucunda Nisan 1905'de Kırım Müslümanları adına Rusya Hükûmeti'ne bir müracaat metni hazırlandı. Hemen tamamen Gaspıralı'nın fikirlerini yansıtan bu müracaatnamede Müslümanlara Ruslarla eşit haklar ve hürriyetler verilmesi, Kırım Müftüsü'nün Kırım Müslümanları tarafından seçimle belirlenmesi, Kırım'daki vakıf topraklarının idaresinin Müslümanlara bırakılması, topraksız Kırım Tatar köylülerine toprak verilmesi gibi talepler yer alıyordu. Müracaatname Ağustos ayında Gaspıralı'nın başkanlığında bir Kırım heyeti tarafından St. Petersburg'a götürülerek hükûmet yetkililerine sunuldu. 
Diğer taraftan, bütün Rusya Müslümanlarının temsilcilerinin bir araya getirileceği bir genel kongre çalışmaları da sürdürülmekteydi. Bu hususta resmî izin alınamaması üzerine, 28 Ağustos 1905'de Nijniy Novgorod'da Oka nehri üzerinde bir vapur gezintisi görüntüsü altında toplanan İdil-Ural, Kafkasya ve Kırım'dan gelmiş temsilciler "Birinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi"ni meydana getirdiler. Gaspıralı'nın başkanlığa seçildiği bu Kongre Rusya Müslümanlarının özellikle siyasî ve kültürel sahalarda teşkilatlı olarak işbirliği içinde hareket etmeleri kararını aldı.
Çar II. Nikolay'ın durmak bilmeyen anarşi karşısında 30 Ekim 1905'de seçilmiş milletvekillerinden oluşan bir Devlet Duması açılacağını ve söz, vicdan, toplantı ve basın hürriyetlerinin tanındığını ilân eden manifestosu, hem Kırım'daki hem de umum Rusya Müslümanları arasındaki siyasî ve sosyal faaliyetleri hızlandırdı. Yine Gaspıralı'nın ve taraftarlarının gayretleriyle 3 Aralık 1905'de Akmescit'de "Bütün-Kırım Müslümanları Kongresi" toplandı. Gaspıralı bu Kongre'de de başkan seçildi. Kırım'daki Kongre'nin, mahallî mesele ve taleplerin gündeme getirildiği bir platform olmanın yanısıra, "Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi"nin bir alt organı olması öngörülmüştü. "İkinci Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi" ise 1906 Ocak ayının sonlarında St. Petersburg'da (yine resmî izin alınamadığından dağınık oturumlar şeklinde) toplandı. Gaspıralı'nın her zamanki gibi ön plânda olduğu bu Kongre'de, Duma'ya girecek birleşik Müslüman partisinin (İttifak-ı Müslîmîn) tutacağı yol ele alındı. Kararların Kırım Tatarları arasında da görüşülebilmesi için 7 Mart 1906'da Akmescit'de "Bütün-Kırım Müslümanları Kongresi" tekrar toplandı. 
Devlet Duması 10 Mayıs 1906'da açıldı. 497 milletvekilinden 25'i Müslümandı. Rusya İmparatorluğu'ndaki Müslümanların toplam nüfus oranına göre bu sayı çok düşüktü. Gayri-Rusların Duma'ya girmelerini âzâmî ölçüde sınırlamaya yönelik çeşitli kanunî engellerden doğan bu duruma tepkisini ortaya koymakla birlikte, Müslümanların meşrutî idareye bu şekilde de olsa iştirakleri Gaspıralı tarafından heyecanlı bir sevinçle karşılandı. Ancak, ilk Duma uzun ömürlü olmadı ve fiilen hiç bir iş yapmaya vakit kalmadan iki aydan kısa bir süre içinde Çar tarafından dağıtıldı.
"Üçüncü Bütün-Rusya Müslümanları Kongresi" Birinci Duma'nın dağıtılmasından sonra, 29 Ağustos - 3 Eylül 1906 tarihleri arasında Nijniy Novgorod'da toplandı. Bu sefer biraz şaibeli bir tarzda olmakla birlikte resmî izin alınabilmişti. Rusya İmparatorluğu'nun bütün Müslüman bölgelerinden 800 kadar delegenin iştirak ettiği bu Kongre o ana kadar imparatorluk dahilinde yapılan en kalabalık Müslüman kongresiydi. Duma'da teşekkül edecek Müslüman Fraksiyonu'nun (İttifak-ı Müslîmîn) resmen kuruluşunun kabul edildiği bu Kongre'de, özellikle millî maarif ve kültür konularında alınan kararlar büyük önem taşımaktaydı. Bu konularda kabul edilen programın, esasen Gaspıralı'nın çeyrek asırdır savunageldiği Usûl-ü Cedîd millî maarif sisteminin Rusya Müslüman Türkleri arasındaki nihaî zaferini ilân ettiği söylenebilir. Tamamen Gaspıralı'nın fikirleri ve idealleri doğrultusundaki bu programda, Rusya İmparatorluğu dahilindeki bütün Müslüman maarif sisteminin birleştirilerek standardize edilmesi, kız-erkek bütün Müslüman çocuklarına ilk öğretimin mecburî hale getirilmesi, bütün Müslüman muallimlerin tek bir teşkilat bünyesinde birleştirilmesi ve Müslüman orta dereceli okulları olan rüşdiyelerin açılması öngörülmekteydi. Programa göre, ilk mekteplerde öğretim dili mahallî lehçe veya şive (yahut mümkünse, "edebî Türkçe", yani Gaspıralı'nın Tercüman'da kullanageldiği şekilde sadeleştirilmiş Osmanlı Türkçesi) olacak, rüşdiyelerde ise yalnız "edebî Türkçe" okutulacaktı. Bu, Gaspıralı'nın en büyük ideallerinden biri olan dil birliği yolunda çok önemli bir adımdı. Nitekim, Kongre boyunca Gaspıralı olağanüstü sevgi ve saygı gösterileriyle karşılaştı ve "Milletin Babası" olarak nitelendirildi (Bu sıfattan da görüldüğü gibi, Kongre'ye katılan çok farklı Türk bölgelerinden gelme delegeler, Gaspıralı'nın temel inancına uygun şekilde, kendilerini tek bir Türk milletinin temsilcileri olarak kabul etmişlerdi).
Bütün tarihî önemine rağmen, Bütün-Rusya Müslümanları Kongreleri'nin ve diğer benzer Türk-Müslüman toplantılarının kararlarının büyük çoğunluğunun hayata geçirilebilmesi mümkün olmadı. Genel veya özel olarak Müslüman teşkilatları bunları icra edebilecek imkânlara sahip olmadıktan başka, 1905 inkılâbının başlangıçtaki sarsıntılarını üzerinden atarak toparlanmaya başlayan Çarlık idaresi giderek eski reaksiyoner yapısına ve keyfî uygulamalarına döndü. İkinci Duma da bir kaç aylık bir mevcudiyetten sonra kanunsuz olarak kapatıldığı gibi, zaten monarşinin istemediği unsurların Duma'ya girmesini engelleyen nizamlar daha da sıkılaştırıldı. Kaldı ki, Duma'nın yetkileri en baştan itibaren gayet kısıtlı tutulmuştu. İnkılâbın üzerinden henüz bir kaç yıl geçmeden, tanınan hak ve hürriyetlerin hemen tamamı fiilen geri alındı. Böylece, Rusya idaresi kendi has bir "meşrutî mutlakiyet" halini aldı.
Halbuki, Gaspıralı 1905'in gelişmelerini çok iyimser bir gözle değerlendirmiş ve Rusya Türklerinin yeni hak ve hürriyetleri meşru zeminlerde en iyi şekilde kullanarak millî uyanışlarını tamamlayabileceklerine dair büyük ümitler beslemişti. İnkılâp ile beraber Tercüman'ın mecburî Rusça kısmının yayınına son vermiş, o ana kadar çok dikkatli seçilmiş sözlerle üstü örtülü olarak ifade ettiği fikirlerini çok daha açık bir tarzda yazmaya başlamıştı. Ona göre, yeni imkânlar altında yapılacak çok iş vardı; ancak vakitsiz maceralara kapılınmamalı ve her şey mutlaka meşru ve kanunî çizgiler dahilinde yapılmalıydı. O, genel olarak Duma'dan ve oradaki Müslüman partisinden çok şeyler bekliyordu. Ancak, müteakip gelişmelerin "sistem dahilinde" mesafe alabilmenin imkânsızlığını ortaya koyması Gaspıralı'da büyük bir hayal kırıklığı yarattığı gibi, onun karakteristik ihtiyatlı ve meşrûiyetçi çizgisine olan inançları da kaydadeğer ölçüde yıprattı. 

1905 sonrasında Rusya İmparatorluğu'nun bütün Müslüman bölgelerinde yüzlerce Türk-Müslüman gazete, dergi ve teşkilatları bir anda meydana çıktı. Artık Tercüman Rusya Türklerinin yegâne yayın organı değildi. Yeni yayınların ve teşkilatların büyük çoğunluğu esasen Gaspıralı'nın fikirlerinin ve sisteminin mahsulleri olan "Cedidçiler" tarafından kurulmuştu. Ancak, genel olarak "Cedidçiler" olarak adlandırılan bu Müslüman aydınlarının içinde de birbirinden çok farklı görüş ve eğilimler mevcuttu. Bunlardan özellikle sol çizgideki radikal gruplar (hattâ bir çok diğerleri) Gaspıralı'yı aşırı muhafazakâr olmakla itham ediyor ve bazen çok şiddetle eleştiriyorlardı. Bu bizzat Gaspıralı'nın vatanı olan Kırım'da dahi böyleydi. Rusya Müslümanlarına yaptığı büyük ve uzun süreli hizmetlerin hatırasıyla Gaspıralı yine öncü ve fikir babası olarak anılıyor, en büyük saygıyı görmeye devam ediyordu. Ancak, 1905 sonrası dönemde o artık Rusya Türk-Müslüman hareketinin yegâne lideri değildi. Bütün bunlara rağmen, onun fikirleri ve çizgisi Rusya Türkleri arasında hâlâ büyük ölçüde ağırlığını koruyordu. 1905-1925 arasında Rusya İmparatorluğu'nda yayınlanan Türk lehçelerindeki pek çok gazete ve derginin "Tercüman Türkçesi"ni yahut ona çok yakın bir dili kullanmaları ve bunun ancak Sovyet döneminde mecburî olarak son bulması, Gaspıralı'nın ortak edebî dil konusundaki bir ömür boyu süren gayretlerinin hiç de boşa gitmediğinin delilidir. 1911'den itibaren Tercüman'ın başlığının altında yer alan meşhur "Dilde, Fikirde, İşde Birlik" ibaresi ise günümüze kadar Türk dünyasındaki en yaygın sloganlardan biri haline dönüşmüştür.
1905 İnkılâbı'nı takibeden yıllarda Gaspıralı'nın yeni imkânlardan ve nisbî serbestlikten faydalanarak faaliyetlerinin çapını genişlettiği görülür. Bu hususta öncelikle onun tarafından yayınlanan yeni bazı basın organlarından söz etmek gerekir. Bunlardan ilki Bahçesaray'da 1905 sonlarında yayın hayatına giren Âlem-i Nisvân'dı. Sadece Kırım Tatarlarının değil, bütün Rusya Türklerinin tarihlerindeki ilk kadın dergisi olan Âlem-i Nisvân Gaspıralı'nın sâhipliğinde ve onun kızı Şefika Gaspıralı'nın idaresinde yayınlanmaktaydı. Âlem-i Nisvân'ın yayın hayatı bir yıl kadar devam etti. Rusya İmparatorluğu'ndaki Türkler arasındaki ilk çocuk ve mizah dergileri de yine Gaspıralı tarafından bu dönemde Bahçesaray'da neşredildi. Çocuk dergisi olan Âlem-i Sıbyân ilk olarak Mart 1906'da Tercüman'a ek olarak okuyucuya sunulmaya başlandı. Derginin yayını düzensiz aralıklarla 1915'e kadar sürdü. Birinci nüshası Nisan 1906'da yayınlanan mizah dergisi Ha Ha Ha ise ilginç muhtevasına rağmen uzun ömürlü olamayarak, muhtemelen beş sayı çıkabildi. Gaspıralı 1906 Sonbahar'ında Tercüman'ın yanısıra Millet adında ikinci bir gazete yayınlamaya karar vererek bunu ilân ettiyse de, bu teşebbüs gerçekleşemedi. Bütün bu diğer yayın teşebbüslerinin yanında, 1905 sonrasında Tercüman'da da önemli gelişmeler görüldü. Tercüman'ın tirajı ve sayfa sayısı giderek arttırıldığı gibi, 1912'den itibaren günlük hale geldi. II. Osmanlı Meşrutiyet İnkılâbı'nı müteakip Osmanlı İmparatorluğu'nda basın hürriyetinin getirilmesi ile o zamana kadar ancak yabancı postahaneler kanalıyla Türkiye'ye giren Tercüman'ın çok daha yayılması mümkün oldu.
Gaspıralı 1905 sonrasında Kırım dahilinde de bir çok sosyal teşebbüslere girişti. Her şeyden önce, halk üzerinde en fazla ve doğrudan tesirli olan ve reformların halka taşınmasında en büyük rolü haiz bulunan iki grubun, yani Müslüman din adamlarının ve muallimlerin teşkilatlanması için projeler hazırladı. Bunların gerçekleşmesi halinde, her türlü sosyal ve ekonomik güvenlikten mahrum bulunan söz konusu iki grup bu durumlarını önemli ölçüde düzeltmek imkânını bulabileceklerdi. Gaspıralı, umum Rusya Müslümanları ölçeğinde düşündüğü bu büyük projenin ilk adımının onun bütün teşebbüslerinde olduğu gibi bizzat kendisi tarafından Kırım'da atılmasını plânlamaktaydı. Ne var ki, dönemin şartlarında Kırım Tatar toplumunun (veya tek başına diğer Türk halklarının) gücünün bu çapta bir teşebbüsü üstlenmeye elvermemesi sonucunda Gaspıralı'nın projesi gerçekleşemedi. Bununla birlikte, Gaspıralı yine çok önemli bir sosyal fonksiyonu icra eden ve özellikle halk arasında millî maarifin yayılmasında büyük rol oynayacak olan "cemiyet-i hayriyeler"in kurulmasını bütün gücüyle destekledi. Esasen, o aktif hayatı boyunca Müslüman Türklerin her türlü sosyal teşkilatlanmalarını teşvik etmiş ve bunların mahallî çapta birbirine merkezî bir sistemle bağlanmış bir ağ oluşturmalarını, bunun da umum Rusya ölçeğindeki diğer mahallî Müslüman teşkilatlarıyla aynı şekilde daha geniş bir birliğe dönüşmesini zarurî telâkkî etmiştir. Gaspıralı'nın da çoğu zaman önayak olmasıyla 1905'den itibaren Kırım'ın bir çok şehir ve kasabasında "Müslüman cemiyet-i hayriyeleri" açıldı. Hemen hepsi "Cedidçi" millî-reformist çizgideki bu cemiyetler o ana kadar Kırım Tatarları arasındaki tabandan teşekkül etmiş yegâne kanunî sosyal teşkilatı teşkil etmekteydi. Bu sosyal yardım cemiyetleri Usûl-ü Cedîd ibtidâî mekteplerinin Kırım'da büsbütün yaygınlaşmasını sağladılar. Ancak cemiyet-i hayriyeler, ibtidâî mekteplerin sayısının artmasından belki de daha da önemli olarak Kırım'da ilk defa orta dereceli Müslüman mekteplerini, yani rüşdiyeleri açtılar. 
Gaspıralı'nın maarif anlayışında çok önemli bir yer tutan rüşdiyeler tamamen millî ruhta bir programa sahipti. Fen ve din bilgilerinin yanısıra, İslâm, Türk, Osmanlı ve Kırım tarihleri de rüşdiyelerin müfredatında yer alıyordu. Muallimler ise Türkiye'den davet edilmekteydi (bunlar çoğunlukla önceki asırda Türkiye'ye göç etmiş Kırım Tatar muhacir ailelerinin çocuklarıydı). Kırım Tatarları arasında hiç şüphesiz bir millî eğitim inkılâbı mahiyetini haiz olan rüşdiyeler, özellikle Türkiye'den muallim getirtilmesinden ciddî endişe duyan Rusya hükûmet çevrelerinde tepkiler doğurmakta gecikmedi. Hükûmetten başka grupların saf dinî mahiyette olmayan okullar açmaya yetkisi olmadığı gerekçesiyle (ibtidâî mektepler ise teoride dinî Müslüman okulları olarak sayılmaktaydı) rüşdiyelerin kapatılması emredildi. 1910 yılına kadar başta Gaspıralı olmak üzere Kırım'daki bütün aydın Kırım Tatarları söz konusu emrin iptali için direndilerse de, bu tarihten itibaren yarımadadaki rüşdiyelerin tamamına kilit vuruldu.                       







LİSÂN MES'ELESİ İsmail Gaspıralı






LİSÂN MES'ELESİ

İsmail Gaspıralı

İzmir'de "İzmir" namında neşr olunan yeni ve güzel gazetenin bir nüshasında "umûm-ı üdebâmıza bir ihtar" ser-levhasıyla bir bent okuduk.
"Türk, 'Arap, 'Acem lisân-ı edebîlerinin hey'et-i mecmu'asından mürekkep enmüzec-i bediî" olan Osmanlı lisânının kısm-ı edebîsini nazar-ı tedkîkden geçirecek olur isek en evvel nazar-ı dikkatimizi -tenâfür- bahsi celp eder ki o bahisde de üdebâmızın isti'mâllerini şiddetle men' etmekte oldukları "istasyon, konsültasyon, sikovastra, kart dö vizit, vapur, şimendöfer, kongre, konferans" gibi soğuk ve mütenâfir kelimeler; görür ve şu hâlin gitgide tekessür ederek lisânımızın teferrukuna bâ'is olacağını anlarız. Dünyâda insanların her türlü menâfi'ine mâni' olan şey'i neş'et-i lisân maddesinden 'ibaret olup bir kavmin bâ'is-i terakkisi olan şey'i de o kavmin efradının his ve lisânda ittihadlarıdır." demişler. Pek doğru söylemişler.
Bugün 'Araplarda Fransız ve İngiliz ve sâ'ir lisânlardan kendi lisânlarına karışmak isteyen kelimeleri der-'akab yakalayıp mukabillerini bulup lisânlarından tard ediyorlar, "vapur"u görür görmez "bahre" nâmını veriyorlar. "Kart dö vizit"i işitir işitmez batakate'z-ziyâre nâmını çıkarıyorlar.
Şimdi bunu biz de yapmalıyız. Hatta şimdiye kadar yapmadığımız kabahattir.
İşte biz bugün üdebâmızı bu hizmet-i lisâniyeye da'vet ediyoruz.
 "Tercüman"
 Bu da pek doğrudur ve da'vet de güzel da'vettir.
'Osmanlı lisânını sadeleştirmek aslı "Türkî" olan bu lisânı oldukça "Türkleştirmek" demektir; bundan matlap ise edebiyattan milleti ya'ni Türkleri müstefîd etmektir. Garp dillerinden dilimize karışmak isteyen kelimelerin mukabilini bulup kullanmak ve mukabilini bulamayıp kabul ettiklerimizi kavâ'id ve tabî'at-ı Türkîye tabîk edip kullanmak lâzım geldiği gibi 'Arap'tan, Fars'tan kabul ettiklerimizi dahi böyle etmelidir. Türkçesi bulunan bir kelime yerine diğer bir lisânın kelimesini isti'mâl etmek cinâyet-i edebiyedir.
Lisân en ibtidâ' "kavmî" olmalıdır ki herkes anlayabilsin. Lisânın yaraşığım letafetini ikinci derecede tutmalıdır. Bu hakîkati ben demiyorum hâl ile "Türkler" söylüyorlar. Mizân-ı edebiyeden beş paralık kıymeti olmayan bilmem nerede basılıp çıkan "Âşık Garip'ler, "Şah İsma'il"ler, "Köroğlu"lar, "Kerem"ler Edirne'den Bursa'dan başlayıp ta Azerbaycan, Horasan ve Kaşgar Türklerine kadar münteşir olduğu hâlde ma'lum edebîlerin yazdıkları eserler; o meşhur şâ'irlerin "idi" ile "dedfden mâ'ada Türkçesi olmayan ateşli şiirleri Türklere kapalı kalıyor!
Diyorlarki Türk lisânında nâzik ahvâl ve hissiyât-ı ruhaniye ifâdesine lâzım kelimeler bulunmuyor; binâenaleyh terkîb-i 'Arabî ve Farisî olmadıkça lisân da lisân olmuyor. Belki böyledir, ama hâlâ bu zamana kadar Türk diline mahsûs bir lügatimiz olmadığı hâlde bu kadar kestirici bir hüküm etmeye hakkımız yoktur zann ederim; Türkçe'yi mükemmel bilen kimdir?
Türkçesi bulunmadı da onun için mi "demir yola" "şimendöfer" denilmek 'âdet edildi? Türk dili aranılır ise; tahsîli lâzım görülür ise şimdi zann olunduğundan ziyâde zengin olduğu anlaşılır ümidindeyim.
Türk dili Türkçe olmalıdır; 'Osmanlılar ise âl-i 'Osman devletine mensup akvama hâkim olan 'Osmanlı Türkleridir.
*
"Servet-i Finûn" gazetesinin 680. inci numrasında 'A. Nadir beyin şâyân-ı dikkat musâhabe-i edebiyesi derc edilmiştir. "Ma'ârif-i edebiyemize hizmet için ne yapmalıyız?" su'alini edip cevâp vermeye çalışıyorlar, fakat yazdıkları güzel mülâhazalar "Ne yazmalıyız"dan ziyâde "Nasıl yazmalıyız" su'âline daha muvafıktır zannederiz.
Ne yazmalıyız? su'âline cevaben akvâm-ı 'Osmaniye'nin ve ba-husûs 'Osmanlı Türklerinin ma'lûmâtını tevesü', efkârını işlek ve 'âlî edecek şeyler yazmalıyız ve nasıl yazmalıyız? Su'âl ekseriyetin okup anlayabileceği bir tarzda ya'ni sade olarak yazmalıyız desek olmaz mı 'acaba?
'A. Nâdir bey böyle zannetmiyor. Lisân-ı 'Osmaniye'yi sadeleştirmek nerede kaldı ki öz Türkîye ile şiir söylemek mümkün olamaz.... "Çünki lisânımız Türkçe değil, "Osmânlıcadır." diyor.
Hîç işitmediğimiz bir şey bu idi, işittik.
Şinâsi'den evvel yazı yazan 'Osmanlı Türkleri bugün de herkesçe kullanılan "Osmânlıca"yı ve meselâ Şemseddin Sami beyin ve Ahmed Midhat efendinin "sade" dil ile yazdıkları edebî ve fennî makaleleri görseler 'Osmanlıca'dır demezler idi. Tamâm bunlar gibi zamanımızda dahi "kûre-i kalemiye"ye tâbi' olanların "Türkçe güzel şiir yazılmaz" "terkîb-i' Arabîsiz ve Farisîsiz lisanımız dönmez." zannettikleri tabî'îdir.
Şîve-i 'Osmâniyeyi sadeleştirmek lisân-ı Türkî'yi ilerletmek mes'elesinin ehemmiyet-i edebîyesinden mâ'ada daha büyük ehemmiyet-i siyâsiyesi vardır. Yazının yalnız güzelliği aranılmamak daha ziyâde "umûmî"liği matlap edilmelidir.
En eski 'Osmanlı olan "Türklerden" mâ'ada devlet-i 'Osmâniyeye tâbi' bunca akvâm-ı sâ'ire vardır ki bunların lisân-ı hâkimeyi tahsilleri farzdır, halbuki bu farzın edası için uzun senelerce 'Arabistan çöllerinde ve İran gül bağçelerinde dolanmak lâzım olur ise iş bozulur......
14 R. Ahir 1314 (11 Ağustos 1896) sayı: 31-1






TASVİR-İ EFKÂR GAZETESİ, 18 MART ZAFERİ HABERLERİ BİR ZIRHLILARINI BATIRDIK RUMİ 6 MART 1331/MİLADİ 19 MART 1915, S.1







TASVİR-İ EFKÂR GAZETESİ, 18 MART ZAFERİ HABERLERİ  
             BİR  ZIRHLILARINI  BATIRDIK
             RUMİ 6 MART 1331/MİLADİ 19 MART 1915, S.1      
             
      
Karargâh-ı Umûmi’den dün vuku’ bulan tebligâtla gark edildiği bildirilen Fransızların “Bouvet” zırhlısı (resim altı)          
Birkaç gündür Çanakkale’ye karşı harekâtını ta’til ve tebdîl etmiş gibi görünen düşman donanmasının dün yeniden ve şiddetle ta’arruza başlaması oldukça gayr-ı muntazır bir vak’a gibi telakki olunabilir. Birkaç günkü sükût ve sükûnetin düşman donanmasının  kat’i bir ric’ati sûretinde add edilmesi lazım gelmeyeceğini biliyorduk fakat yeniden esaslı muhâcemâtın da ancak yeni bir takım istihzârât ve tertîbâttan evvel vuku’a geleceğine ihtimal vermiyorduk. Galiba müşterek Fransız ve İngiliz zırhlıları, bir aylık ta’arruzlarından hâsıl olan ehemmiyetsiz netâyicin Balkanlarla sâir muhitlerde tevlîd eylediği sui te’sîrâtın sevk ve ilcâsıyla olmalı ki Boğazlara karşı yeniden şiddetli hücûma başladılar. Bu muhâcemâtın şimdilik hâsıl ettiği netice ise büyücek bir düşman gemisinin Çanakkale pişgâhında batmış olmasıdır. Bu gark-ı keyfiyeti Boğaz müdafa’ası hesabına şüphesiz büyük bir muvaffakiyettir. “Bouvet” zırhlısına gelince, bu gemi Fransız filosuna mensup oldukça eski bir zırhlı olmakla beraber yine hatırı sayılır sefâin-i harbiyeden add edilebilir. “Bouvet”nin ib’âd ve kuvvetini ber vech derc eyliyoruz:
      
Sefînenin Cesâmeti:(12,205) tona
Eslihâsı:2 aded 30 buçuk santimlik (45) çap tulunda büyük top,2 aded (27) santimlik (45) çap tulunda keza büyük top,8 aded 14 santimlik (15) çap tulunda mütevessit top, 8 aded 10 santimlik ve (45) çap tulunda keza mütevessit top, (24) aded de (4) buçuk santimlik küçük top.
Sür’ati:18 mil _ Fiyatı (1,200,000) İngiliz lirası,mürettebâtının miktarı,vakt-i hazırda (621) kişi, vakt-i seferde (1000) kişi.
Bu (Bouvet),1896 senesinde deryaya tenzîl edilmiş olup (18) senelik hayata mâlik demektir.                      

DÜŞMANLARIMIZIN İKİ BÜYÜK    ZIRHLISINI DAHA BATIRDIK 
              RUMİ 7 MART 1331 /MİLADİ 20 MART 1915, S.1 
       İngilizin (Afrika) zırhlısı      Fransızın (Bouvet) zırhlısı      İngilizin (İrresistible) zırhlısı
       (16,600) tona                      (12,205) tona                         (15,250) tona
       Müşterek Fransız ve İngiliz donanmasına bir mezar olacak gibi görünen Çanakkale Boğazı’nın medhali ile, boğaz müdafi’lerinin kahramanlıkları sayesinde batırılan düşmanın üç büyük zırhlısı
       Düşmanın miktar ve ehemmiyet-i zâyi’âtı:
İsim          Tonilato   Top miktarı(büyük,küçük)  Zırh kuşakı    Nüfus zâyi’âtı   Sefâinin kıymeti
Bouvet       12205          34                                400 milimetre        230               1200000
İrresistible  15250          39                                229 milimetre        780               1000000
Afrika         12200          44                                229 milimetre        780               1500000
Üç zırhlı     44055        114                                                            2190               3800000
                                                                                                                                                            İngiliz lirası 
       Boğaz medhalinde batırılan üç büyük düşman zırhlısının evsâf-ı harbiyeleri hakkında ma’lûmâtı, ber vech bilâ derc eyledik. Evvelki gün gecenin yarısına kadar düşman sefâin-i harbiyesine karşı müessir bir ateş etmiş olan topçularımız ‘uhdelerine mevdu’ büyük ve mühim vazifeyi güzîde bir liyâkatle îfâ eylediklerini ispat ettikleri gibi Fransızların “Bouvet” zırhlısı ile beraber İngilizlerin de iki büyük zırhlısını batırmakla hiç bir zaman unutamayacağımız “Sultan Osman” ve “Reşadiye”mizin en muvâfık bir sûrette intikamını almış oldular. Gerçi intikam henüz tamamen alınmamıştır. Fakat İngilizlerin mu’âmele-i gâsıbânelerine nâdim olacakları gününde


                   YİNE ÇANAKKALE’MİZE DÂİR  
            RUMİ 8 MART 1331/MİLADİ 21 MART 1915, S.1 
       Çanakkale’mizin manzara-i umûmiyesi ile boğaz medhalinin açıktan görünüşü (resim altı)
       Müdafa’a-i kahramânânesiyle tarihte yeni bir fasıla-i mebde teşkîl eyleyecek olan Kal’a-i Sultaniye Boğazı’nın medhalden (Gelibolu)ya kadar kuş bakışı umûmi haritası(resim altı)
       Düşmanlarımızın son def’a büyük bir şiddet ve savletle zorlamak teşebbüsünde bulundukları Çanakkale’de Perşembe günü ihrâz olunan galibiyet ve muzafferiyet harb-i hâzırın cidden en mühim vak’alarından birini teşkîl etmiştir. Denilebilir ki Çanakkale’nin Perşembe günkü musâra’a-i müdhişe esnasında ibrâz eylediği müdafa’a-i kahramânâne tarihte yeni bir fasıla-i mebde teşkîl eyleyecek kadar parlak idi. Dünki telgraflardan anlaşılacağı üzere Almanya ve Avusturya metbû’âtı da bi’l-hassa bu noktaya işaret     eylemiş ve kahraman müdafi’lerin mukarr hilafetin kapılarını tecavüz-i i’dâya karşı muhâfaza ve siyânet eylemek hususundaki ehliyet ve liyâkat-ı mümtâzelerini şâyân-ı takdir ve tebrik bulmuştur. Bilâdaki resimlerden biri Çanakkale Boğazı’nın bir kısmını vâzihan gösterdiği gibi diğer resimde Çanakkale’mizin manzara-i umûmiyesini irâe eyliyor. 
                  
                   ÇANAKKALE MUZAFFERİYETİ 
              RUMİ 8 MART 1331/MİLADİ 21 MART 1915, S.4
              Muhâbir-i mahsûsamızdan:
       Çanakkale 6 Mart _ (gecikmiştir) Dün (perşembe günü) sabahı hava güzel, deniz râkid idi. Saat on buçukta altısı önde dördü biraz geride olmak üzere on düşman sefinesinden mürekkeb bir filo boğaz medhaline takarrub etti. Fedakâr tayyarecilerimiz daha evvel tayarân ederek istikşâfât icrâsıyla donanmanın harekâtını ihbâr eylemiş olduklarından mevki’-i müstahkem düşmanın takarrubuna muntazır bulunmakta idi. Düşman filosunun saff-ı harbi soldan başlayarak sırasıyla “Triumph, Agamemnon, Nelson, Queen Elisabeth, İnflexible, Majestic” zırhlılarından ve beş torpidodan mürekkeb bulunuyordu. Saat onbirde sefâin-i mezkûre ateşe başladılar. Birinci hatt-ı harbin arkasında ikinci bir hat teşkîl eyleyen Fransızların “Golva, Charlemagne, Suffren, Saint Lui” zırhlıları da onbir buçukta endâhte iştirâk ettiler. Saat onikide İngilizlerin “İrresistible” ve “Afrika” isminde altı zırhlısı ile üç kruvazörü daha evvelki sefâine iltihâk eylediler.
       Bu sûretle ondokuz gemiye bâliğ olan düşman donanması ateşinin şiddetini bir kat daha tezyîd etti. En ileride İngilizlerin “Queen Elisabeth” deridnotu bulunuyordu. Sahilin Rumeli cihetinde ilerleyen iki Fransız zırhlısı o taraftaki bataryalarımızın müessir endâhtı ile ric’ate mecbûr oldular ve Anadolu sahiline  geçmek için dümen kırdılarsa da   o cihetteki istihkâmlarımızdan da ayn-ı müthiş ateşe ma’rûz kaldılar. Büyük  bir isâbetle ateş püsküren ağır toplarımızın mermileriyle evvela bir torpido muhribi gark oldu. Arkasından da Fransızların “Bouvet” zırhlısına da batmazdan evvel  büyük çapta iki mermi isâbet ettiği görüldü. Muhârebe kemâl-i şiddetle  saat ba’de’z-zahir altıya kadar devam eyledi. Bataryalarımızın müessir mukâbelesinden “İrresistible” zırhlısı fena halde hasara uğramış ve hareket edemeyecek bir hale gelmişti. Gemi, burada topları  kâmilen suya girecek kadar sancak tarafına meyl etmiş batmak üzere bulunuyordu. Bu zırhlının imdadına şitâb eden “Afrika” sefîne-i harbiyesi dahi  toplarımızın taharrub ateşine ma’rûz kalarak biraz sonra yan tarafına batmış ve her iki gemi gruptan sonra büsbütün gark ve nâbûd olmuşlardır. Sâir düşman sefâininin kâffesine müte’addid  isâbetler vuku’ bulduğu sûret-i kat’iyede müşâhede edilmiştir. Büyük rahnelerle hatt-ı harbden çıkarak boğazdan firara muvaffak olan diğer bir zırhlısı da ancak Bozcaada’ya kadar gidebilmiş, orada baş tarafından dalmak sûretiyle o da gark olmuştur. Muhârebe tamam yedi saat ve kemâl-i şiddetle devam etmiştir. Düşman gemileri tarafından atılan yedibin mermiye mukabil şehit ve mecrûhlarımızın miktarı pek cüz’i olduğu gibi istihkâmâtımızın hasârâtı da son derece ehemmiyetsizdir. Düşmanın insanca telefâtı ise binlerce kişidir. Bataryalarımızın cümlesi hal-i fa’aliyette harbe hazır bulunmaktadır. Zabitân ve efradın gösterdiği bi-misal metânet, mahâret ve şeca’at  bu müthiş muhârebede galibiyetimizi temîn eylemiştir.
       Tayyarelerimiz oraya gelen düşman tayyaresine hücûm ederek def’ etmişlerdir. Muhârebe boğaz kasabası ahâlisinde hiçbir heyecanı mûcib olmamıştır. Şimdi Çanakkale’de biraz evvel dağları tepeleri inleten o müthiş top sedâları yerine i’timâd-ı zaferden doğan neşeli bir sükûn  ve sükûnet hükm-ü fermâdır.

        YİNE ŞANLI SAHNE-İ ZAFERİMİZ 
           RUMİ 9 MART 1331/MİLADİ 22 MART 1915, S.1 
       Bahr-i Sefid Boğazı’nı zorlamak isteyen düşman donanmasına karşı kal’a müdafi’ ve muhâfızları tarafından ihrâz olunan zaferin ehemmiyeti gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor.  Boğaz medhalini üç düşman zırhlısına medfen yapan bu şanlı galebenin kıymeti hakkında Avrupa metbû’âtında ve tahsîsen Almanya ve Avusturya gazetelerinde görülen takdîrât ve âsâr-ı mücerret pek ziyade câlib-i nazar-ı dikkattir. Almanlar şimdiye kadar müthiş düşmanlarına karşı şâyân-ı hayret himmetler ve şeca’atlerle emsâline tarih-i alemde nadir tesadüf olunur muzafferiyetler ihrâz ettikleri halde bizim Çanakkale’de gösterdiğimiz hamâset ve besâletimiz söz edilemeyecek derecede şevk ve sûruda düşmüş gibi görünüyorlar. Bu yiğit ve yaşamak için ölmeyi bilen fedakâr adamlar tarafından Çanakkale’de gösterdiğimiz şiddet-i müdafa’anın bu sûretle alkışlanması ise bizler için hiç şüphesiz mûcib-i memnûniyettir. Alman ve Avusturyalıları İngiliz ve Fransız donanmasına karşı kazandığımız zaferden pek ziyade mesrûr eden cihet ise şüphesiz bu zaferle kendilerine dolayısıyla ettiğimiz hizmetin ehemmiyetidir. Fi’l-hakika birkaç gündür izah ettiğimiz vechile İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale’ye karşı pek ciddi hücûma te’addisi üzerine uğradıkları âkıbet İngiliz ve Fransızlar için bahiren boğazları geçmenin hemen tamamıyla gayr-ı mümkün olduğunu ispat eylemiştir. Bu hakikatin sübûtu ise harb-i umûmi üzerinde bizim ve bizim olduğu kadar Almanya ve Avusturya’nın lehinde büyük büyük te’sirler gösterecektir. İngilizlerin boğazları zorlamak teşebbüsü bir taraftan Rusya ile ittisâl peyda etmek diğer taraftan âlem-i İslâmın mübbesi olan makâm-ı hilâfeti can evinden vurmak gibi ne büyük emel ve ümitler rabt ettikleri düşünülecek olursa üç gün evvelki Çanakkale muhâcemesini akîm bıraktırmakla kendimize ve Avrupa’daki dostlarımıza ne hizmetler îfâ ettiğimiz layıkıyla anlaşılmış olur. Biz şu ilk mühim tecrübe ile neler yapabileceğimizi tamamen anlamış olduğumuzdan düşmanlarımızın yeni ve daha akurâne  hücûmlarına kemâl-i sükûnet ve i’timâd-ı nefs ile intizâr edebiliriz. Herhalde şimdilik ihrâz eylediğimiz galibiyetin ehemmiyeti ve netâyici pek büyüktür. Buna binâendir ki Çanakkale’nin şimdiye kadar cereyan eden muhârebâta sahne olan sahasının mufassal bir haritasını daha vazi’-i enzâr kareyn eyliyoruz.

       ÇANAKKALE MÜDAFA’ASI – İTİRAFLAR 
            RUMİ 9 MART 1331/MİLADİ 22 MART 1915, S.2 
       Berlin 20 Mart – Londra’dan iş’âr olunuyor: “İngiltere Bahriye Nezareti İngiltere’nin “İrresistible” ve “Ocean” zırhlıları ile Fransa’nın “Bouvet” zırhlısının Çanakkale önünde torpile çarparak batmış olduklarını tebliğ ediyor. İngiliz tebliğine göre İngiltere’nin insanca zâyi’âtı vahim değildir. Buna mukabil “Bouvet” mürettebâtı hemen  (K.)
       Berlin 20 Mart – Paris’ten iş’âr olunuyor: Bir tebliğ-i resmîde deniyor ki: “18 Martta icrâ edilen Çanakkale bombardımanı esnasında Fransa’nın saff-ı harb zırhlısı “Bouvet” bir torpile çarparak gark olmuştur. İki İngiliz zırhlısı da gark olmuş ve “Bouvet” mürettebâtından bir kısmı kurtulmuştur.”  (K.)
             “Bouvet” Mürettebâtından Yalnız (30) Kişi Kurtulmuş
Atina 19 Mart – Çanakkale önünde gark an “Bouvet” zırhlısı mürettebâtından yalnız (5)  zabit ile (25) neferin kurtarılmış olduğu haber veriliyor.(K.)“Ametist” Kruvazörünün Mahv ve Tahribi Bir daha tamir edilemeyecek bir sûrette hasârzede edildiği evvelce haber verilen “Ametist” nâmındaki  İngiliz kruvazörünün tamamıyla tahrip edilmiş bulunduğu İngiliz menâbi’inde de ketm edilmemektedir. Dün akşam gelen Bulgar gazetelerinde  okuduğumuz bir Paris telgrafnâmesine göre İngiliz gemisine yirmiiki Osmanlı güllesi isâbet etmiş ve tamamen hatt-ı harbden hariç kalmıştır
Alman Metbû’âtının Sitayişleri
Berlin 20 Mart – Alman metbû’âtı Çanakkale’ye kuvve-i muhâfazasının ihrâz ettiği parlak muzafferiyetten dolayı  Türkiye’yi tebrîk ve Türklük şeca’at ve muhabbet-i vataniyelerini takdîr eyliyor. “Magdeburg” gazetesi diyor ki: “Bugün cesur Osmanlı müttefikimize elimizi büyük bir samimîyetle uzatıyoruz. Onun muzafferiyetinden  kendi zaferimiz gibi memnun oluyoruz. Biz esasen ayn-ı da’va üzerinde ayn-ı düşmanla harp ediyor ve âtîdeki ayn-ı maksadı ta’kib eyliyor: müşterek ve kat’i bir muzafferiyet ihrâz etmek!..

ALMANLAR SİLAH ARKADAŞLARINI MÜFTEHİRÂNE TEBRİK EDİYORLAR 
         RUMİ 10 MART 1331/MİLADİ 23 MART 1915, S.1
Çanakkale muzafferiyeti       Alman prensi ile                  Enver Paşa’ya çektiği
Münasebetiyle Enver            Erkân-ı Harbiye reisinin      telgrafnâmesinde “Osmanlı
Paşa’ya hararetli bir tebrîk    tebrîkâtına: “Düşmanların   silah arkadaşlığıyla
telgrafı keşîde eden              yeni hücûmlarının da          müftehiriz” cümlesini
Alman imparatorunun           ayn-ı adem-i muvaffaki-       kullanan Erkân-ı Harbiye
Üçüncü oğlu prens                yete düçâr olacağı”              reisi General
(Ad Albert)                            cevabını veren Harbiye        (Fon Falkenheim)
                                              nâzırımız Enver Paşa

       Çanakkale muzafferiyeti, cidden şâyân-ı tebrîk bir kahramanlık eseri idi. Onun içindir ki, Avrupa-yı merkeziyedeki  dostlarımız da bu parlak muvaffakiyetten dolayı bizi şâyân-ı tebrîk bulmuş ve bu dost devletlerin ricâl-i resmiyesi cânibinden de bir çok tebrîk telgrafnâmeleri keşîde edilmiştir. Bu telgrafnâmeler meyânında en mühim ve kıymetdâr olanlardan ikisi de Almanya imparatorunun üçüncü oğlu olan Prens Ad Albert ile Alman Erkân-ı Harbiye-i Umûmiyesi reisi General Falkenheim’dan baş kumandan vekilimiz Enver Paşa’ya vârid olan telgrafnâmelerdir.
       Almanya imparatorunun üçüncü oğlu olup 1884 senesinde tevellüd eden ve’l-yevm Almanya bahriyesine mensup ve kaimimakam rütbesini  hâiz bulunan Prens Ad Albert keşîde eylediği telgrafnâmede hakikaten hararetli bir lisan-ı isti’mâl eylemekte Çanakkale’deki topçularımızın kahramânâne muvaffakiyetlerinden dolayı pek ziyade şâyân-ı memnuniyet bir sûrette harbiye nâzırımıza beyan-ı tebrîkât olunmakta idi.
       General Fon Falkenheim’in telgrafnâmesindeki câlib-i dikkat husûsiyet ise aynen isti’mâl olunan şu: “Osmanlı silah arkadaşlığıyla cidden müftehiriz.” cümlesidir. Şimdiye kadar muzaffer ve muvaffak olmuş olan bir ordunun erkân-ı harbiye-i umûmiyesi riyâsetini der uhde idi. Güzîde bir generalin bu iftihârında, elbette ki bizi de müftehir ve memnun edecek bir kıymet vardır. Baş kumandan vekilimizin çektiği cevabı telgrafnâmeler ise cidden şayân-ı takdîr bir husûsiyetle mümtazdır. Bi’l-hassa “Düşmanların yeni hücûmlarının da ayn-ı adem-i muvaffakiyete düçâr olacağı” fıkrası başlı başına bir kıymet ve ehemmiyeti hâiz bulunmakta ve düşmanı hazır ve muheyya bir halde bekleyen Çanakkale müdafi’lerinin ruh-i besâlet ve şeca’atine tercüman olmaktadır. Çanakkale’ye tecavüz eden düşman donanmasını şimdiye kadar muvaffakiyetsizlikten muvaffakiyetsizliğe giriftâr etmiş olan kahraman muhâfızlara karşı perverde eylediğimiz lâ-yetezelzel i’timâdı, Osmanlı baş kumandan vekilinin telgrafnâmesindeki cümle bir kat daha te’yîd ve takviye eyleyecek bir mahiyeti hâizdir. Te’âti edilen telgrafların müressel ve müressel aleyhlerinin resimlerini ber vech bilâ vazi’-i enzâr-ı kareyn eyliyoruz.

           SON HABERLER – ÇANAKKALE’DE 
               RUMİ 11 MART 1331/MİLADİ 24 MART 1915, S.2
       Düşman Donanması Dün de Görünmedi 
       Çanakkale 20 Mart – (Muhâbir-i Mahsûsamızdan:) Çanakkale’de bugün de sükûnet-i tamah-ı hüküm sürmüş, düşman filosu hiçbir teşebbüste bulunmamıştır.

         Çanakkale Muzafferiyeti Te’sîrâtından 
       Berlin 22 Mart – “Lokal Anchaiker” gazetesi Roma’dan telgrafla istihbâr ediyor: Müttefikler donanmasının Çanakkale önünde uğradığı zâyi’ât-ı azîme Roma muhafil-i siyasiyesinde pek çok taksîrâta meydan vermiştir. İstanbul’a tevcîh olunan tehdîdâtın te’sîriyle mütezelzil olmaya başlamış olan bî-taraflık mürûclarını bu adem-i muvaffakiyet tahkîm ve mürevviclerini temîn etmiş olduğu gibi müttefikler Çanakkale’yi bu bombardımana başlayalıdan beri İtalya’nın harbe atılmasını şiddetle arzu eden fırkaya da sükûnet gelmiştir. (M.)
       Berlin 22 Mart – Milan’da münteşir “Perse Veranza” gazetesi Çanakkale Boğazı’na ilk ciddi hücûmun  akîm kaldığını dermiyan ettikten sonra bu adem-i muvaffakiyetin âlem-i İslâmda ve bi’l-hassa Balkan müslümanları arasında azîm bir te’sîr icrâ edeceğini beyan ediyor. Müttefikler Çanakkale Boğazı’na son hücûmlarında 2000 kişi zâyi’ etmişlerdir. (M.)
       Berlin 22 Mart – İtilâf-ı müselles taraftarı olan “Telgraf” gazetesi yazıyor: Çanakkale Boğazı önünde müttefikler donanmasının uğradığı adem-i muvaffakiyetin Roma ile Balkan pây-i tahtlarında hâsıl ettiği heyecan-ı vekâyi’-i âtînin cereyanı üzerine azîm te’sîrât icrâ edecektir. Müttefikler donanmasının Çanakkale Boğazı’nda ma’rûz kaldığı müşkülât ziyadeleştikçe İtalya ve Balkan hükümetleri itilaf-ı müsellese karşı daha ziyade ihtiyatlı bulunacaklardır.

       Neden Muvaffak Olamamışlarmış?           
       Roma 23 Mart – 22 Mart tarihli İngiliz tebliğ-i resmîsi müttefikler donanmasının uğradığı adem-i muvaffakiyetin bir itiraf-ı baliğini mütezemmindir. Mezkûr tebliğ-i resmîye göre havanın fenalığı tayyarelerin tayarân ederek 18 Mart bombardımanının istihkâmlarda îfâ ettiği hasârâtın ehemmiyetini anlayabilmelerine mani’ olmuştur. Donanmanın düçâr olduğu zâyi’ât sebebiyle hücûma devam edilemediğinden  ta’arruz-ı vaki’in netâyici hakkında büyük ümit beslemenin fazla olduğu mezkûr tebliğ-i resmîde beyan olunmaktadır.

         Çanakkale’de Düşman Zayi’âtı Bir İtalya Mütehassısının Mütâla’ası 
       Milano 22 Mart – (Korya Dellasara) gazetesinin muharrir-i bahrîsi yazıyor: “İrresistible” sefînesinin ziyâ’ı Türk toplarının müessir atışından mütevellittir. Çanakkale istihkâmâtı vazifelerini hüsn-i îfâ edecek kuvvet ve mahârette olduklarını ispat ettiler. Müttefikîn donanmasının ise vazifesini bî-hakk-ı icrâya muktedir olduğu iddi’â edilemez. Biri batmış olan iki Fransız zırhlısının saff-ı harb haricine çıkarılması Fransa için zâyi’ât-ı azîmeden ma’dûddur. Zirâ hükümet-i mezkûre garbî Bahr-i Sefid’den uzaklaşabilecek daha pek çok zırhlıya mâlik değildir.
       (Sakolo) gazetesi Çanakkale muhârebesine iştirâk etmiş olan bir Fransız zırhlısının hasârât-ı vahimesini tamir etmek üzere (Malta)ya gelmiş olduğunu istihbâr ediyor. (K.)

 ÇANAKKALE BOMBARDIMANI
           RUMİ 13 MART 1331/MİLADİ 26 MART 1915, S.1
       “Suffren” ve “Albion” da Yaralı
       Roma 22 Mart – Gazeteler son Çanakkale muhârebesi hakkında tafsîlât-ı mütemmime-i âtîyeyi neşr ediyorlar: “Golva” ve “İnflexible” zırhlılarından ma’dâ “Suffren” ve “Albion” zırhlıları da düçâr-ı hasar olmuşlardır. “Golva”  ve “İnflexible”ın “Suffren” ve “Albion” zırhlıları da düçâr-ı hasar olmuşlardır. “Golva” ve “İnflexible”ın kumandanları sefînelerini mağrûkiyetten vekaye için Kumkale ile Bozcaada arasında kâin “Mavro” adası karbinde karaya oturmuşlardır. El-yevm Çanakkale Boğazı ile Bozcaada arasında elli sefîne-i harbiye ve nakliye bulunmaktadır.   (E.)

       “İnflexible”ın Yarası Vahim  
       Atina 24 Mart – İngiliz amiral sefînesi olan “İnflexible”ın başına bir obüs isâbet etmiş ve mezkûr gemi iki kruvazörün i’ânesiyle zorla boğazdan çıkıp sığlık mahallere teveccüh etmiştir. “İnflexible” gemisinde vuku’ bulan iştigal neticesinde mürettebâttan 40 kişi telef olmuş, 80 kişi mecrûh düşmüştür.  (K.)

        “İnflexible” Malta Tersanesi’nde İngiliz Deridnot Kruvazörü Tamir Olunuyor. 
       Sirakuza 22 Mart – Malta’dan buraya gelen yolcular, İngiltere’nin “İnflexible” nâmındaki deridnot kruvazörünün baş tarafından hasara uğramış olduğu halde “Lavalet” tersanesine girmiş olduğunu beyan ediyorlar.  (E.)


       İngilizler Te’vîlen İtiraf Ediyorlar Ta’arruza Ne İçin Devam Eylememiş? 
       Roma 22 Mart – Londra’dan resmen bildirildiğine göre, Çanakkale’ye karşı tekrar hücûma başlanmamasının sebebi, ahvâl-i havaiyyenin adem-i müsa’adesi ve sâbih tayyarelerin istikşâfâtta bulunamayışları imiş. İngiliz tebliğ-i resmîsi İngiliz – Fransız ta’arruzu yarıda kaldığından Çanakkale istihkâmât-ı dahiliyesine büyük hasârât îkâ edildiği maznûn olmadığını ilave eylemektedir.  (E.)
        
“Golva” Tamir Edilecekmiş 
Roma 22 Mart – Paris’ten iş’âr olunduğuna göre, “Golva” zırhlısı ba’zı tamirât-ı muvakkate icrâ edildikten sonra tamirât-ı kat’iye için Malta’ya sevk edilecektir.  (E.)

Bombardımanın İçyüzü
Demek ki Rusya Müttefiklerinden Ayrılabilirmiş
Viyana 23 Mart – Ricâl-i siyasiyeden biri “Enformasyon” gazetesinde ber-vech âtî serd-i mütâla’ât ediyor: “Çanakkale’nin zorlanması itilaf-ı müselles için bir hayat ve memat meselesidir. İngiliz – Fransız donanmasının teşebbüsü akîm kaldığı takdirde Rusya müttefiklerinden ayrılabilecektir.”  (M.)

      “Golva” ve “İnflexible” – Bir Fransız Gazetesi Nasıl İtiraf Ediyor? 
           Berlin 23 Mart – Lyon’dan iş’âr olunuyor: “Novelist” gazetesi Paris’ten istihbâr ediyor: “Havalar müsa’it olduğu takdirde “Golva” zırhlısı yüzdürülerek diğer vapurlar ma’rifetiyle bir havza sürüklenecektir.  (K.)

       “Koryara Dellasara” Muharriri Ne Fikirde?
Berrî ve Bahrî Müşterek ve Umûmî Hücûm Hakkında
       Milano 22 Mart – “Koryara Dellasara” gazetesinin muharrir-i bahrîsi, müttefikînin Çanakkale Boğazı’nı ancak berren ve bahren icrâ edilecek bir hareket-i müştereke ve umûmiye ile zorlayabilecekleri mütâla’âsını serd ediyor.  (E.)

       “Bozcaada'dan Alınan Haberler
Düşman Zayi’âtı Nasıl Tahmin Olunuyor? 
       Napoli 23 Mart – “Matino” gazetesi muhâbiri Bozcaadadan telgrafla bildiriyor: “İrresistible” zırhlısı ile bir torpido muhribinin de son Çanakkale muhârebesi esnasında batmış olduğu zann olunuyor. “Ocean” zırhlısı bir torpile çarparak pek vahim hasârâta uğramış mürettebâtı mezkûr sefîneyi terk eylemiştir. “Suffren”, “Albion”, “İnflexible” ve “Golva” zırhlıları da hasârât-ı vahimeye uğramışlardır. Bombardıman münkati’ olmuştur. (E.)


ÇANAKKALE BOMBARDIMANI-5 MART MUHÂREBESİ

  RUMİ 14 MART 1331/MİLADİ 27 MART 1915, S.1 
        “Ajans Volf” Muhâbiri Müşahedâtını Nasıl Nakl Ediyor? 
“Endpandas Romen” gazetesinde okunduğuna göre “Ajans Volf”un Çanakkale muhâbir-i mahsûsu 18 Mart muhârebesi hakkında âtîdeki tafsîlât-ı mühimmeyi î’tâ ediyor: “Mütefekkîn sefâini evvela, sabah saat onbir buçukta top atarak boğaz medhaline geldiler. Muhârebenin bu ilk safhasına (4) Fransız ve (5) İngiliz zırhlısı iştirâk etmiş idi. Gazete muhâbirleri, muhârebeyi “Çimenlik” tabyasından seyr ve temâşâ ediyorlardı. Ba’de’z-zahir saat yarımda idi ki, bombardımanın şiddeti hadde’l-gâyeye vâsıl olmuş bulunuyordu.
Düşman ateşi, istihkâmlara tevcîh eyliyor, son sistem gemilerin müthiş topları tarafından metin kara istihkâmâtına karşı açılan bu ateş şâyân-ı temâşâ olduğu kadar müthiş ve mahfûf bir manzara teşkîl eyliyor idi. Bombardıman bir saat kadar şiddetle devam eyledikten sonra biraz tahfîf etmiş ve fakat çok geçmeden yine o derece bir şiddet kesb eylemiştir ki gemilerle istihkâmlar kesif bir duman bulutu altında gözden nihân oluyor.

KAÇ GEMİLERİ BATTI, KAÇ GEMİLERİ HASARA UĞRADI? 
         RUMİ 16 MART 1331/MİLADİ 29 MART 1915, S.1 
       Düşman filosunun (5) Martta Çanakkale’ye vuku’ bulan hücûmda uğradığı hasârâtın telhîsi
       (5) Mart tarihinde Çanakkale’ye İngiliz – Fransız müşterek filosu tarafından vuku’ bulan umûmî hücûm neticesinde gark olan ve ciddi sûrette hasara uğrayan gemilerin mecmu’u
       “Resmin bilâsında kalın siyah çizgili çerçeveler içine alınan gemiler, gark olan sefâin-i harbiyeyi ve aşağıda ince çizgili çerçeveler derûnundaki gemiler de hasârzede olanları göstermektedir.”
       Çanakkale’ye karşı düşman filosu tarafından (5) Martta vuku’ bulan hücûm neticesinde gark olan veya hasara uğrayan gemiler hakkında şimdiye kadar pek çok rivayât-ı deverân ettiği ma’lûmdur. Hücûm-u vaki’de boğazlardaki vesâit-i müdafa’amız ile batırılan sefâinin adedi gerek karargâh-ı umûmînin ve gerek bi’z-zat düşmanlarımızın teblîgât-ı resmiyesi ile sûret-i kat’iyede tahakkuk etmişti. Hasara uğrayan sefâine gelince bunların nev’i ve miktarı deverân eden rivâyetlerin getirisine binâen bir dereceye kadar meşkûk ve gayr-ı mu’ayyen kalmıştı. Osmanlı tarih-i harbinin en mühim vekayi’i sırasında geçeceğinde şüphe olmayan bu müdafa’anın netâyici hakkında en mevsûk ma’lûmâtı zemin-i ithâz ederek hasara uğrayan düşman gemilerinin de kat’i bir cetvelini tanzim ile karnlarımıza takdîmi arzu eylemekte idik. O cihetle muhtelif menâbi’den tereşşuh eden ma’lûmât ve rivâyâtı karşılaştırmak sûretiyle istihsâl ettiğimiz netâyici telhîsen bilâdaki resmi yaptırdığımız gibi batan ve hasara uğrayan gemiler ib’ad ve eslihâsına dair îcâb eden erkâmı da ber-vech zir-i derc eyliyoruz:
      
Batan Düşman Gemileri
“Resmin bilâsında siyah çerçeve içinde beyaz erkâm ile îrâe olunanlar.”

Esâmi                  Hacmi            Sür’ati        Topların Mecmu’u       Tarih-i İnşâsı
1.(Bouvet) Fransız         12000              18,2                   34                             1896
2.(Ocean) İngiliz             13150              19                      32                             1898
3.(İrresistible) İngiliz       15250              18,5                   34                             1898
       Mühim Sûrette Hasara Uğrayan Düşman Gemileri
“Aşağıda ince çizgiler içinde ve siyah erkâm ile gösterilenler”
1.(Corn Wallis) İngiliz      14200              20                      38                             1901
2.(Albion) İngiliz               13150             19                      32                              1898
3.(İnflexible) İngiliz           17600             26,5                   24                              1907
4.(Prince George) İngiliz  15150             18,5                   36                              1895
5.(Suffren) Fransız           12730             18                      44                              1899
6.(Triumph) İngiliz            12000              20                     36                               1903
7.(Golva) Fransız             11300              18,5                  42                               1896
       “Golva” sefînesi batmak için Bozcaada karbinde karaya oturtulmuştur. “Resmin ortasındaki büyük zırhlı”
8.(Queen Elisabeth)İngiliz  28500              25                    36                               1913

SABİH KALE... FAKAT ÇANAKKALE KARŞISINDA NÂÇÂR VE MÜNHEZİM!

           RUMİ 22 MART 1331/MİLADİ 4 NİSAN 1915, S.1 
       Yalnız İngilizlerin değil dünyanın en büyük ve en kuvvetli sefîne-i harbiyesi olup Çanakkale’ye karşı (5) Mart bombardımanına iştirâk eden ve dehhaş kuvvetine rağmen bataryalarımızın ateşiyle hasârzede olan “Queen Elisabeth” deridnotunun en yeni ve hakiki resmi (resim altı)
       İngilizlerin (5) Martta Çanakkale’ye karşı vuku’ bulan ta’arruzlarından maksatları, boğazı ciddi sûrette zorlamak olduğuna hiç şüphe yoktur. Bunun en büyük delilini ise bu hücûm ve ta’arruzu icrâ için (Queen Elisabeth) gibi filolarının en müthiş ve kuvveli sefîne-i harbiyesini de isti’mâl eylemiş bulunmaları teşkîl eder, ma’lûm olduğu üzere Çanakkale ta’arruzunun  bidâyetinden beri “Queen Elisabeth”in de bombardımana iştirâk ettiği ve hatta bu meyânda yaralandığı defa’ât ile iddi’a olunmuş ve fakat bu rivâyetlerin derece-i sıhhati meşkûk kalmıştı. Ma’a-mafiyh ta’arruzu müte’akip İngiliz ve Fransızlar tarafından neşr olunan telîgât-ı resmîde bu sefînenin ismi de zikr edildiği cihetle “Queen Elisabeth”in de Çanakkale harekâtına tahakkuk etmiş ve sefînenin paralandığı ise (5) Mart bombardımanı  safhatini temâşâ eyleyen râsıdların ve muhâbirlerin müşâhedâtıyla tebeyyün eylemiştir.”Queen Elisabeth”gibi dünyanın en cesîm sefîne-i harbiyesinin de mu’âvenetiyle vuku’ bulan bir ta’arruza karşı (5) Martta Çanakkale’nin gösterdiği müdafa’a ile ne kadar iftihâr etsek azdır. Bâ-husûs ki İngilizler bu sefîne-i harbiyelerinin fevk’al-‘ade kuvvetli ve mükemmel olduğunu kendileri de i’lân edip duruyorlar. Nitekim geçenlerde “Satan” gazetesi İngiliz Harbiye Nâzırı (Churchill)e müraca’ât etmiş ve (Sabih Kale) ünvânını verdiği (Queen Elisabeth) hakkında ma’lûmât istemiştir.
       İngiliz Bahriye Nâzırının  bi’z-zat vaki’ olan ifâdâtına nazaren “Queen Elisabeth” ayn-ı sistemde inşâ edilmekte olan beş cesîm deridnottan birincisidir.
       “Queen Elisabeth” eski planlarda görülen şekilde olmayıp yukarıdaki resimde gösterdiğimiz şekli hâiz ve yalnız bir bacalıdır. Sefînenin cesâmeti (27,000) tonilatoyu mütecâvizdir ve eslihâsı başlıca (38) santimetre çapında (8) kıt’a büyük toptan mürekkebtir. Bu toplar (900) kilo sikletinde gayet cesîm mermileri yirmi kilometre mesafeye atacak bir kuvveti hâizdir.
       (Queen Elisabeth)in makineleri tamamen petrol müteharrik ve sür’ati ise saatte yirmibeş mildir. Bundan ma’dâ sefînenin üzeri tayyarelerden bomba ile vuku’ bulacak hücûmlara mukavemet eylemek üzere çelik levhalarla da mahfûzdur ki bu da sefâin-i harbiyede birinci def’a olarak tatbîk edilmektedir.

Çanakkale bombardımanını bidâyetinden beri idare eden ve (5) Mart ta’arruzunun müneccer olduğu inhizâm üzerine hastalık bahanesiyle tebdîl edilen bedbaht İngiliz amirali (Carden)  (resim altı) 





Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...