Ulaş Başar Gezgin, ulas@teori.org Vietnam Alfabesi. Vietnam’da Bir Meksika Lokantası’nda What a butterfly says to another one. Incense. Neden kazıklamalıdır Vietnamlılar, Avrupalıları, Amerikalıları? Yarının tekerleri. Sen bir sessin yalnızca. Rubaiyyat for a jam session, a ‘Cem’ ritual at Saigon. At the Saigon Jazz Club and Thru’. Kanlı Nigar, kanlı gözlü Nigar, gözleri kan çanağı Nigar. Avrupa’yla müzakere masasında. Küpçü bir aşk tablosu üstüne. Resimli şiirler. Uçurtmam, bayrağım, bayraksızlığım. İletişimin çetin yolları. Buğusuzluk özlemi. Musondan önce gel, musondan sonra gel... Come before the monsoon, come after the monsoon… O Vietnamlı gazeteciyle yeniden görüşme. A new meeting with the (not ‘a’) Vietnamese journalist. Bir motosiklet yolculuğu: Vietnamlı Frida, Koreli Frida… A Journey by Motorbike: Vietnamese Frida, Korean Frida… Tektonik hareketler: Kore 1950; Vietnam 1968. Yağmurlu gecelerde romatizmalı eş için söylenen şarkı. Singing for husband with rheumatism on rainy nights. Hayatın Anlamı Üstüne Yarık-Uslu Tekerlemeler (1). İki kişilik yalnızlık, tek kişilik yalnızlık. Dini bütün kalkınma modeli. Çağlayan İmparatorluğu’nda bir gece. Seni sevmek için sevdim tüm o kadınları... En büyük performans sanatçısıdır doğa ana. Bir Çin köyünde, özleminle... Gürültübilimci. Küçük Asya’dan Büyük Asya’ya Herakleitos. Kendini kırıp dökmekle başlamalı vandalizm. Sözkurtaransızlık. Vietnam, 1975 – Bir yetim. Güneşe gömülmek, güneşle gömülmek. Korkunç güzel. Lanetli ev. Her an gibi yaşamak...
4. Vietnam şiirleri (2007-2008) 3 Vietnam Alfabesi -Siyamlı şair Çitr Pumisak'ın anısına- Aksi düşüyor suya Vietnam'ın, Hanoi'nin aksi düşüyor suya! Uyuyor yorgun, direngen bedeni Ho Şi Minh'in, Ho Şi Minh'in aksi düşüyor Vietnam'a! Utansın diye miydi "halk, gerizekalıdır" diyenler, Utansın diye miydi kaçınılmazlıktan sözedenler, "Ne yapmalı spiker hanım, şaklaban bey, Ne yapsak bir... kapitalizmin yasaları" diyenler utansın diye miydi? Utanmaya dünden razı insanlar tanıdım; onlar da güzel insanlardı: Ne hasır koni şapkaları vardı başlarında ne cangıllarda silah çatmışlıkları ne de direnmeyi bilirler. Direnmeye dünden razı insanlar tanıdım, dünden razılardı insan olmaya, "Bataklıklar, vatanınız" denilen insanlar tanıdım; muhteşem olacak, çıkışları! Bataklık kuşu olan insanlar tanıdım, bataklık ağacı, Tutunacak dal olan, alıp kuruya bırakan insanlar. Kimi Vietnamlı, kimi Koreli, Çinli, Arap insanlar tanıdım. Bisikletli, motorlu, yayan, seyyar satıcı, sepetçi, kayıkçı... Düşleri balık kokan savaşçılar tanıdım... Bulutlar hep güzeller, bulutlar hep gizemli, hep tombul, Bulutlar heryerde güzel ama en güzeli, Vietnam'ınkiler, En fazla düş yükü taşıyabilenler, en fazla inanç yükü, umut yükü, gök yükü! Bulutları, hep yağmur bulutları Vietnam'ın, bulutları hep damar damar usul usul. Hangi düşten devşirilmiş hangi köy, hangi kayık, hangi liman Engine sürebilir atını, bisikletini, yayanlığını hangi kül? Kamyonda onlarca insan; çocuk, baba, dede, amca, dayı... Kamyon: bir başka ülkeye kapı, nüfus sayımı... Yiğitler, güzel insanlar ölüyorlar yavaş yavaş, Madalyalarla dolu üniforman, Vietkong kasketini tak! Binlerce cangıl var Filistin'de, Irak'ta, Afganistan'da, Uygun adım! marş marş!
5. Vietnam şiirleri (2007-2008) 4 Ağlasam Yılmaz Abi gibi. ağlasam, çıkaramam zerresini bile musonların; ağlasam, kuruyamam. Ağlasam, yeşermiyor dağlarımız. yalan, hepsi yalan, hepsi yalan. Deliyoruz dağları evet, parça parça ediyoruz, Özgürlük yontabilmek için dağlardan, adalet yontabilmek için! Alnında kurumamış o kan, kurumayacak, Özgür olmadıkça Asya, Afrika, Güney Amerika Özgür olmadıkça, göğüs kafesine hapis düşlerimiz, tüfenklerimiz Alnında kurumuyor o kan, kurumayacak! Pirinç; insan, açsa güzel; güzellikler ürettik mi yorgunluk da güzel! Özgürlük; insan, tutsaksa güzel; özgürlük peşindeysek, kan kırmızı yatmak da güzel! Ölmek de güzel yaşamak da güzel; güzel için yaşandıkça, yaşlandıkça! Gençleşmek de güzel yaşlanmak da; doğmak, doğurmak da güzel! Seni söyler sloganlarımız bizim, Ho Amca, Şi Dayı, Minh Baba! Sana selam durur sokaklarda aç insanlar, mülksüzler, işsizler, bizim oralarda... Bizim oralarda cangıllar var, seni bekler, Vietnam'ı bekler. Bizim oralar, sizin oralar; sizin oralar, bizim oralar. Sizin sloganlarınız -yazık- Ho Amca, Şi Dayı, Minh Baba, Bizi söyleyemez; söylemeye değmez bizi; haykırmaya değmez! Sizin sloganlarınız bizim andımız sizin sloganlarınız Ho Amca, Şi Dayı, Minh Baba. Kasket taktım, tüfenk çattım, nöbet bende; Kıta durdum, hazır oldum, görev tamam. Bu en uzun gecede, en yıldızlı gecede, Son bulacak, sömürge; kalmadan sabaha! Her yol Vietnam'a çıkıyor bu en yıldızlı gecede, Her yol, yol olmaktan çıkıyor! sel oluyor! Sürüklenecekler kim, arda kalacaklar kim? besbelli. Beklediğimiz ne? suların çekilmesi! Şehir adları gibi, nehir adları gibi: Gazi Kore, şanlı Laos, kahraman Vietnam! 3 Ağustos 2546 (2003)/ Bangkok
6. Vietnam şiirleri (2007-2008) 5 Vietnam’da Bir Meksika Lokantası’nda Dönsün pervaneler durmazca, Dönsünler görülmeyecek denli, Çünkü terletir tepeden tırnağa Vietnam’ın geçmişi bizi. Kaskı masaya bırakalım Ve dünya gezgini sanalım Kendimizi yollarda… Yiyelim paçanga varsa, Götürsün diye bizi Anımsatsın bize Uzakülke’mizi, Börekleri… Fransız ekmekleri de anımsatır gerçi, ‘Baget’ denince daha çok anlaşılan o ekmekler; Anımsatır Fransız peynirleri Uzakülke’mizi… Kırık Tayca’mıza baksın uzaktan, Telaffuz edemediğimiz Vietnamca kitabı. “Bu dilde evindedir o” diye bir söz vardır ya, Nasıl bir ev olduğudur önemli olan… Ne çabuk bitiyor yeşil çaylar Ve kahretsin, Bilmiyorlar ve bu yüzden, Çalmıyorlar burada İnti İllimani’yi, ‘Mavi Gözler’i… “Nasıl bir ev?” diyorduk: Pembe pancurludur kimilerinin anadilleri, O dillerin yalnızca, ‘Sevgilim, canım, cicim’den oluşur Kelime haz’nesi… “Çivi çiviyi söker” türündendir kimi anadillerse, Soğuğa karşı buzdan yapılır böyleleri… Bu dillerde, çok az malzemeyle, Ne zengin kelam eylendiği bilinmekte…
7. Vietnam şiirleri (2007-2008) 6 Nasıl ki yalıtır hasır evler dışarıyı, Yalıtır dışarıyı ve demek ki sıcağı, İşte öyle anadiller vardır ki, Ferahlatır heba olmuş insanı… Kimi evde bir damla girmez içeriye, Ormanları süpüren tufanlarda bile, İşte öyle anadiller vardır ki, İçer’den izlersiniz yağmuru, seli, İçer’deyse kuru bir dinlenme mevsimi… Hindistancevizi suları da çabuk bitiyor birader, Ve kahretsin, Bilmiyorlar ve bu yüzden, Çalmıyorlar burada İnti İllimani’yi, ‘Mavi Gözler’i… “Hollandaca konuşalım” diyorsun tamam ama Anlatmadın, nasıl bir evdir bu Hollandaca… Konuşalım, Hollandaca konuşalım ama Yalnız baş sallamayı bilirim ben Hollandaca’da… Bu yeterli midir dil evinde biraz olsun uzanmaya?.. Ancak böyle bir ortamda, böyle loş kulaklarla Hoş gelir bu gitarın çalınışı –‘çalınış’ mı diyorsun buna?!- Öyle mi çalarlar Andlar’da, Bir edattır gitar, Anlamsızdır tek başına, pan flüt olmadığında… Bu sıvaları dökmek kimin fikri? Yırtık kotları moda diye giymek gibi… Hayır, İspanyol meyhanesi değil burası, Ölmeyeceksek de ölelim yine de, Çünkü asılı durur Zapata’nın şapkası, Benzemiyor bu hayatın tadı birşeye, Baharat, ketçap, mayonez atsan da… Suda bile yetişiyor çiçekler, Demek ki yaşam da, Başlamış olabilir bir Meksika Lokantası’nda, İşte bu masadaydı o ilk patlama! Bizans’ın dünyanın merkezi saydığı mihenk taşı sanki, Yerebatan’dadır hala! Nasreddin Hoca’nın dünyanın merkezi saydığı, ayağını bastığı yer burada!
8. Vietnam şiirleri (2007-2008) 7 Hindistancevizi de bitti, yeşil çay da bitti, Biraya mı geçelim temelli? Ama kahretsin, Bilmiyorlar ve bu yüzden, Çalmıyorlar burada İnti İllimani’yi, ‘Mavi Gözler’i… Havaya attığım Vietnamlı koni şapka, Düştü çok sonra, Meksika şapkası olarak bu defa! Uzun yollar giderler kimi insanlar Küçük adımlarla; Ve başkaları, koşarlar aynı yere Ve sıkılırlar orada yalnız başlarına… Zaten herşey de yazmıyor Asya Dergisi’ndeki Ho Çi Minh Haritası’nda… Kimi zaman açılır kapılar, dışar’dasındır, Başkaları çıksın diye açılır, Ve onlar çıkarken, sen giremezsin Ve kapılar hep yüzüne kapanır… Boşuna dememiş Murat Belge; “Kapatmak içindir kapılar bizde, Açmak için olaydı kapılar, ‘Açı’ olurdu adı, ‘kapı’ yerine…” Yine o kadar değil, o kadar değil, Ekleyelim Belge’nin sözüne; Yapmak içindir ‘yapı’lar en azından, Yıkmak için olaydı yıkmak için, ‘Yıkı’ olurdu, neyse ki ‘yıkı’ değil… ‘Bira’ dedik, bira bile bitti, Şaraba geçelim temelli, ünlü yılan şarabına Vietnam’ın, Yılanlarla mayalanan şaraplara… Ama hızlı içelim, bitirelim, Grev yapmadan yılanlar da; “Artı-değer kazanıyor şarapçılar, Mayaladığımız şaraptan, Ve ölüyoruz kıvrıla kıvrıla, Tadamadan yarattığımız güzelliği…” Ya, kahretsin, Bilmiyorlar ve bu yüzden, Çalmıyorlar burada İnti İllimani’yi, ‘Mavi Gözler’i…
9. Vietnam şiirleri (2007-2008) 8 Durdurma beni fazla durdurma, durdurma, Gemilerde koyun taşıyan Yeni Zelandalı! Bırak daha da içeyim, çünkü anımsamak isterim, Çölde içtiğimiz çayı, Ali’yi, Hubli’yi, Cana’yı… Vietnam’da bir Meksika Lokantası’nda, Kızılderili resimleri asılmış duvara. Bak bu resimlere ve anımsa Kızıldere ile Kızılderi’yi karıştıran çocukları… Hep yakınlık duymuştur o çocuklar Kızılderelilere Onlar ki başkaldırmışlar Yankilere! Bir yanda, yönetemeyenler, yönetilemeyenler, bağımsızlık sonrası; Bir yanda, sömürgeciliğe bağlayanlar tüm sorunları… İki tarafa da karşı çıkma çabası, iki taraftan da uzak durma çabası… Önce’nin sonra’laştığı döngüsellik zamanı… - Ama arkadaş! Türkiyeli arkadaş, Mavi değil benim gözlerim. - Senin gözün değil mavi olan, Güneşten yansıyan gözüne, ışığın rengidir mavi. Ve benim baktığım yerden, Mavi yansıyor gözlerine… Mavi ki açık deniz rengi, Mavi ki gökyüzü rengi… Sahi nasıl denir Vietnamca’da, “Yelkenler tümden fora!”? Mübarek şiir! Tablo gibi adı var, Yok efendim, Vietnam’da, Hem de bir Meksika lokantasında… Tablo olmaz, küratörler divanında İcazet almadığında… Alamaz! O zaman biz bunu Toma’ya, Edelim armağan, Assın beğenirse salona Ve çekilelim, Yüzelim Vietnam çorbalarının –yüzmeye devam edelim- Kurbağa, yılanbalığı, deniz ürünü parçalarında… 18 Haziran 2007, Vietnam
10. Vietnam şiirleri (2007-2008) 9 What A Butterfly Says to Another One I I am a butterfly And you too. Other than the colour we have on ourselves, We have a main difference as well: I am a butterfly And know that too short a period has been allocated to me to live, If it could be called as ‘to live’. And we have a main difference: You think it is long… That’s why I am quick. That is why I live as if I will die tomorrow And actually I will. You are a river delta to me, So fertile, so generous, Leaving the most precious things For animates in need of, Just before mixing your existence With the greater self of oceans. You are a coast if I am the sea, To soothe me in your arms, And you are the compass if I have been lost At the noland kind of oceans. You are the island finally, The island found after a ship wreckage. Just play the role of the princess On the water puppet theatre. I will stay under the water for you, for your existence. Your humble servant I am, I know what level I belong to. Waterproof feelings I have, to support your existence On the water puppet theatre. And if a wave would tear me apart Far in the oceans, I will still look for you, before looking for myself. You are the monsoon to me, You are the cloud, you are the rain! I got wet because of you, But I have lunch because of you also, Since it is you who gave
11. Vietnam şiirleri (2007-2008) 10 the breath to the paddy fields. So foggy, so flu existence you have, existence you have. A cardiac arrest you are at times, A heart attack to me, ‘Cause I cannot handle Too many excitements at once. A painkiller you are, relieving my headache Just to start another pain In my bosom, in wherever reaches my nervous system. You are a museum to me, To remember what I have left of my former self. You are the mirror to me, So tell me what kind of a person I am, reflected by you. You are the New Year’s Day to me, Full of hope and expectations, You are the gift to me, Gift to me by Vietnam. A Vietnamese flower blossoming At far lands, further lands. But have I done anything good for Nam? Do I deserve that gift? No… Not yet or so… You are the nickname to me, So united within me. You are the glue for me, Glue for my dismantled being. - Fragmented in what sense? - So much that even this question does not make sense. But you have a ceramic being And it is my aim of life To keep you as you are, Not to go into pieces. You are the train station to me And I go back and forth to you, Carrying all the life load And all the people on me – To see you one more time. You are a mountain, You are a mountain path, Hard to follow but carrying me To higher and higher altitudes Every minute and every second.
12. Vietnam şiirleri (2007-2008) 11 You are the departure gate That I always wave hands. Sometimes, I am the contact lenses you have left, Sometimes, I am even the contact lense solution Doing its job of clearing and sent into trash. I am the eye drops if you are an eye. It would have been better of course, It would have been better If I were to be an optometrist. A broken chain you are. A broken chain to me Singing a song of freedom. And an act of celebration your existence is, Just on the verge of a cliff. A leaf you are, choosing to embrace the ground rather than climbing away. II I am a butterfly And you too. I say “the life is short”! and it is! And so much valuable, “love at first sight” I mean. Emotions would tell you the truth most of the time. The breeze of your being, the Vietnamese dress you are in, These are telling how you value the tradition And transcending it. Emotional you are, just like me, You may cry just like me, When you would get no response. If I said to you “welcome to Ho Chi Minh City” I don’t mean it’s only, a city of war. All cities have the name ‘the city of love’ by default, And Ho Chi Minh City? It is more than a city of love, More than a city of love when you arrive. You see? Do you see the same things or else? Just how many changes this optical operation had made In your life, you see? Or you don’t see? Is it the same Ho Chi Minh City After a talk about feelings?
13. Vietnam şiirleri (2007-2008) 12 III Can a butterfly be an earthquake? Well, it depends, right?.. What kind of an earthquake you are to me? I have no intention of hiding, Just staying wherever I am. You are the flood to me taking me somewhere And I have completely submitted myself And anything I have… You are even a funeral to me, ‘Cause for some, The only occasions they are, Only occasions for compliments. You are the cemetery, you are the grave To have a quiet sleep Within all shades of green. You are a jail to me But unlike the usual prisoners, I have no intention to quit. You are the jail guarding me against the illusory life out. But I am nothing to you and I confess; What I list here is To make myself something to you. I am the flea on the flea market That you will never visit. You are a dream to me and that’s all, That is why only when I sleep I can see you hugging me. I’d like to stay at dreams. But they all end up to the same thing: Reality!.. So, as butterflies we are, Let’s keep on thinking about that ancient Chinese paradox: “I saw a butterfly in my dream. Is it me who is dreaming a butterfly Or is it the butterfly dreaming me?..” 26 June 2007, HCMC, Vietnam
14. Vietnam şiirleri (2007-2008) 13 Incense The way to communicate with celestial beings Bringing us to higher altitudes, closer to the sky, Taking us upwards by the smoke. Incense! Incense! You can’t solve my problem, You don’t even respond! But I feel better when I see your smoke. You are a placebo, incense! Some of you I don’t like. If produced by some kind of wood, Heavier than I would have expected, you might be. Heavier in weight and smoke... I prefer light ones, lighter ones. Lighter light in both senses. Lighting all the lights as a lighter And light as a light, a semi-existence. When it is finished, it means At least one being knows what I prayed for. It has to be recorded somewhere up, Recorded by the alphabet of smoke. We use a candle with you as well, When you are tired of illuminating us. Like a lamp it takes you From the dark side to the bright side. I can’t wait for you to be finished. Glad to know that somebody will take care of you And you will still keep on burning somewhere, You exist irrespective of my being. Incense! Incense! You carry me to far lands, further lands! I would like to burn like you -and I do, So that my smoke would go away. We never wait for your end, when we go to the temple Knowing that your end is a beginning to something else And that some people wait, up until you are finished; You may burn the temple otherwise. A substitute for praying you are, incense! You make the experience holy. I would like to burn you again and again
15. Vietnam şiirleri (2007-2008) 14 If I would have too much time. No time, no incense. Pretty wise. You have many colours, You are the colour actually. You are tall for special occasions In Chinese temples especially, You are the height actually. Red you are, redness you are In Chinese lands, redness you are. Brown you are, dark brown, light brown In the shining temples of Bangkok. And black you are in Benares, In the forgotten land of wisdom; India. Forgotten I am, black I am And that is why I will go away like you, To far lands, further lands, Without leaving no trace behind. Forgotten I am, black I am And that is why I will go away like you, When I die, after cremation, I will go away as the smoke. Smoke concocted with all the smoke around. That is you! HCMC, Vietnam, 27.06.2007
16. Vietnam şiirleri (2007-2008) 15 Neden Kazıklamalıdır Vietnamlılar, Avrupalıları, Amerikalıları? Çünkü bomba olarak düştü Vietnam’a Kimyasal bomba olarak, Avrupa uygarlığı, Amerika uygarlığı. Ve hala sürüyor genetik bozukluklar, Savaşçıların torunlarında. Çünkü festfudları getirdiler bize Ve doyduk bir süreliğine, Ve şişmanladı Vietnam, yıllar içinde, Açlık sabit ama göbek var herkesde. Çünkü dolar doğradılar aşımıza, Dün bomba atan düşman, yendiğimiz düşman, İşadamı olarak döndü bize, turist olarak. Ve tutuşturdular ellerimize o lanetli paralarını, Motorsikletçi oldu herkes, herkes çekçekçi. Bahşiş bekler oldu herkes, bir dolar, iki dolar. Çünkü bisiklet pedallarında taşıdık biz Avrupa-Amerika uygarlığını, Turist sokağı Famulau’da, Yetmezmiş gibi bunca yıl taşıdığımız, sırtımızda. Haç taktılar boynumuza diğerleriyse, Açtık, yoksulduk, isacı oldu kimimiz, yokluktan, Avrupa’ya hayranlıktan ileri gelir kimimizin isacılığı ise; Kafamıza bomba olarak düşmüş Avrupa’ya... Alnımız dik, dünyaya karşı yine de! Çünkü ellerimizdir kazandıran bize, Bağımsızlığımızı! Ellerini uzatanlar da oldu bize, Bizim için dövülenler, sokaklarda sürüklenenler; Engel olmak için, uzaktan kumandan merkezi olan ülkelerinde. “Daha fazla Vietnam!” diye bağırmışlar “Ho Ho Ho Çi Minh” diye...
17. Vietnam şiirleri (2007-2008) 16 “Hepimiz Vietnamlıyız” demişler Beyaz Saray’da, Bakın siz şu vatan hainlerine... Beyaz Saray, Beyaz Saray; Kara, kapkara bir saray... Şimdi yadırgıyor musun turist, yadırgıyor musun Seni kazıklamamızı? Biz en azından kafanda, demokrasi (!) adına Bomba patlatmış değiliz. Biz en azından barbarlığı sana ‘Üstün Avrupa uygarlığı’ diye Sunmuş değiliz. Bakma Fransızca konuştuğumuza, Hayranlık duymuyoruz sana! Frantz Fanon’un, Ho Amca’nın Konuştuğu Fransızca’dır bizdeki Fransızca. Dur turist, razı değilsen kazıklanmaya, İşgal edeyim ülkeni “kitle imha silahı var” diye. Dur turist, razı değilsen binmeye motora, Geceyarısı ailenin evini basayım ben de. Hep kötü gösterdiniz bizi filmlerinizde, Ama hiç bir film, gerçek bir zaferin üstüne Çarpıtamaz gerçekleri sizin yaptığınızdan öte. Ne arıyordunuz ülkemde? Bu mudur sizin hep süslediğiniz ‘küreselleşme’? Herkese saldırma hakkı mıdır ‘küreselleşme’? O zaman direnme hakkıdır aynı zamanda, Direnme hakkı heryerde, ‘küreselleşme’! Şimdi turist, bizim olması gerekeni, Geri alışımızı senden, ‘Kazıklamak’ olarak adlandırmayı bırak! Duyan da bizi demokratikleştiriyorsun falan sanacak! Neden mi kazıklıyoruz seni? Herşey ortada: Bunu halk cumhuriyetlerinin vergisinden say! Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 27.06.2007
18. Vietnam şiirleri (2007-2008) 17 Yarının Tekerleri Gidiyoruz bir yöne, bir yolda gidiyoruz amma, Bilmiyoruz “nereye götürür yarının tekerleri”...(*) Bir yolda gidiyoruz, bunu biliyoruz anca’... Devrilecek mi arabalarımız yine, at meydanlarında, Dünün tekerleri gibi mi olacak bir kere o tekerler, Devrilecek mi yarışırken Bizans’ın ayak oyunlarıyla. Bir kere yarış için mi olmalı ‘teker’ dediğimiz her durumda?.. Çocuklar da oynarlar tekerlerle ve oynasınlar... Boşuna mı bunca yuvarlak eğlenceliğin olması, lunaparklarda... Ne tür bir teker peki, alır götürür mü bizi, Dağlarda, sarp yollarda, yolda mı bırakır yoksa? Cip tekeri gibi midir yarının tekerleri? Belki kağnı dingili ve demek ki belki Yavaş yavaş geçilecek yarın’a, öküzün çekebildiğince, Silah da taşıyacak mı cepheye yarının tekerleri? İtmek gerekir arabayı her köşede, Yuvarlak değil de kare kare ise yarının tekerleri. Ama o zaman adının ‘teker’ olması niye... Bir kanat değil, bir pervane değil, yelken de değil örneğin. Karayolunda kullanılacak, teker olduğuna göre... Belki iniş için kullanılacak, belki uçmak için. Aslında yok öyle ‘yarının tekerleri’ diye bir karın ağrısı, Önce kandırdım kendimi, sonra da diğer insanları... Bir yere gitmeyeceğim yarın. Burdayım, gün aşırı, yıl aşırı, ömür aşırı. Park ettim yol ortasına karavanımı... Yarının tekerleri değil, yarının durakları... 30.06.2007, Ho Çi Min Kenti, Vietnam
19. Vietnam şiirleri (2007-2008) 18 Sen Bir Sessin Yalnızca Sen bir sessin yalnızca, benim için, artık. Ve herşeyi sesinden anlamalı şimdi... Üzüldün mü? Sevindin mi? Geçiştirirken konuyu Evlenip evlenmediğini sorduğumda, Konuşmak mı istemedin, Yoksa birşeyler mi değişti? Sözsüzlükten anlam çıkarmaya çalışan bir ergen gibi ben Bir ses olan sana bir beden, bir görüntü, bir yürek verdim. Bu olsa gerek ‘ses mimarlığı’; ses mühendisliği, bu olsa gerek... Bu değilse, Böyle olsun bundan böyle. Sen bir sessin yalnızca, benim için, artık. Şişe, dibini bulduğunda duyabileceğim, Duyabileceğim yalnızca. Yalnızca... Yalnızca... Çünkü yasaktır bana, duymak seni, sesi, ayık dünyada. Bundandır ben seni aylarca, Geç saatlerde aradım. Duymak için sesini telesekreter mesajlarında, Belli etmeden aradığımı seni, sana... Sen bir sessin yalnızca, benim için, artık. Ve ışık olmanı isterdim benim için, Çünkü daha hızlıdır ışık, sesten. Yankılanır ses, duyulmaz olur arada bir; Ner’de olduğunu anlamazsın ışığınsa... Bana bir uçak hızı da yeterdi gelmen için. Ama ışık hızı? Elbette daha iyi olur. Yıldırımdan sonradır senin gelişin, Şimşek, şimşek, sesin bir tür şimşek. Sen bir sessin yalnızca, benim için, artık. Sen bir adım sesisin benim için aynı zamanda. Neden adım? Çünkü senin oralardan aldığım Siyah ayakkabı, hala ayaklarımda. Buna denir işte buna denir “Ayakları yere basan bir yaşam”. Her adım atışımda su birikintilerinde, Duyuyorum, senin adımların da basıyor yere, Uzaklarda, bir yerlerde, uzak ülkelerde...
20. Vietnam şiirleri (2007-2008) 19 Sen bir sessin yalnızca, benim için, artık. Ve birgün duymaz olacak kulaklarım, -Zaten şimdiden, yeterince yaşlıyım- Duymaz olacak birgün seni, sesi, sensesliliği. Ve birgün, karşılaşır mıyız dersin, Benim için bu kez de ses’siz bir görüntü olmak adına? Öyle ya, kulaklarım duymayacaksa, Bir sessiz film olacak tüm yaşam bana... Sen bir sessin yalnızca. Ve birgün, ses’siz bir görüntü olacaksan karşımda, Üzülmeyeceğim yaşlılığımın sağırlığına... 28 Haziran 2007, Ho Çi Min Kenti, Vietnam
21. Vietnam şiirleri (2007-2008) 20 Rubaiyyat for a Jam Session, a ‘Cem’ Ritual at Saigon I Cognitive Linguistics Visits A Drunkard Are the ashes on the table or the table is under the ashes? Hard to decide if your job is making a life out of tables, ashes, ‘on’s, ‘under’s, all… Live from Saigon Jazz Club… II Infinitesimal Existence Yes, they are smaller and smaller, the sips are, smaller and smaller they are, gradual nonexistence of the beer… It will still be finished up, despite the smallness of the sips… Well, Zenon had a paradox, And another drunkard he is… III An Apperant Dilemma for the Jazz Pianist When you highlight the notes, I cannot see the sheet; When you highlight the sheet, I can see nothing in the name of notes… That is how I become a jazz pianist, I never mind highlights, notes or sheet; I play whatever I feel… IV
22. Vietnam şiirleri (2007-2008) 21 Neumenalist (Batini) Sax Player The inside of the saxophone is always dark. Don’t deceive yourself by seeing it shining due to stage light, Hey social drinkers hey, you can hear only the sounds! But sax? It has no sound, but voice… V Drummer, Alarmer The drummer, bald he is, plays as if he is a Chinese opera performer. Well, if his is a job of attracting the ignorants, Well done! He has already completed his mission, Even the sleeping beauty woke up… VI Search for Heterarchical Processing Woken up by the bells of the church in the mornings, Or by the Muslim prayer of the imam… Neither… I would like to be woken up by the smoke of the Buddhist cremation, And a cloud of heterotopia… 5 July 2007, HCMC, Vietnam
23. Vietnam şiirleri (2007-2008) 22 At the Saigon Jazz Club and Thru’ Bring me one more candle small guy, ‘cause I can’t see what I write. That’s the reason I’m here, listening to jazz to write syncopated verses. And whom can I ask for one more candle, when I can’t see my future? Bring me one more candle small guy, But this time it should be one that couldn’t be extinguished by the blow of sax. You think it’s the notes you are hearing; Well, the notes always need someone to be heard. So bring one more candle small guy, the flame should vibrate by the rhythm of the bald drummer. ‘Cause no hair can bear the burden of so many years of elegance and hardwork. Don’t bring me, don’t, now, small guy! I am OK now, after a sip from that old drink, the drink of our high school years: malibu… And let the glass shiver, shiver, shiver, now if not by the drummer, by the strokes of my feather-turned pen! Oh small guy, why don’t you mind me?.. You brought a second candle for me, For how many candles would I need to see the glimmer of sun again after that heavy rain…
24. Vietnam şiirleri (2007-2008) 23 It’s not enough and it won’t be, oh small guy, in whatever numbers you would show your dominance over candles, carrying them back and forth. ‘Cause my life… It is a shadow on what I write… Like two candles dying out in two distinct glasses, Like two candles, a trompe-l’oeil of water puppet theatre. I and her? Who takes precedence? She and me, rather? Oh small guy, dong chi, if I would ever put my feet under this swinging table, Would I, would I, would I stop a second somewhere, would I, would I, would I settle somewhere, somewhere on the planet, on that planet earth, on that universe, on parallel universes, perpendicular universes? Oh small guy, small guy, small small guy, Take all the candles And tell me!: Would I always understand whether she is present or not by looking at shades and shades only? shades of color reflected on walls, city walls, great city walls? Take the candles and tell me; When will death anniversaries ever be celebrated as if they are births? They are births!; if you believe in the soothing and indispensable: reincarnation… Take the candles small guy, I don’t want to see what I write, just I don’t need to see how I live and how I’ll live… Future… It is so dim to me and even jazz songs have an end -known from the very beginning… Hey small guy, don’t disrupt me,
25. Vietnam şiirleri (2007-2008) 24 Don’t act like a cycloman, I don’t need one more drink and what you had brought, was less than half and naturally not enough… A frame of mind, it is, small guy You think it’s finished ‘cause you look from up, and I look from the bottom and it is not finished now. Half empty it is already for you; Half full it is small guy, half full it is actually… OK, OK, OK, OK, don’t worry, don’t worry, bring me more beers, more beers, more beers, I will digest them in one sip all… Take the candles small guy, if it’s the only light we can pour on the fingers of the jazz pianist. And let me not talk more bullshit, as if I’m a politician or clown, Never mind… Same they are… Now the table is dark, the stage is dark, I am dark… It’s the sole way to forget about, forget about eye bruises of life, eye bruises by life… Colorful lights on the trumpet, the eye bruises by life they are… You can’t hide their existence, You see; the lights are on… 5 July 2007, HCMC, Vietnam
26. Vietnam şiirleri (2007-2008) 25 Kanlı Nigar, Kanlı Gözlü Nigar, Gözleri Kan Çanağı Nigar Ya kanlı görürler dünyayı kanlı gözlüler Ya da dünyada gördükleri kanı gözlerindeki kana verirler... Gözleri kan çanağı olanlar olduğu gibi, Kan çanağı bile kırık olanlar vardır senin gibi. “Ben toplayayım, ben yapıştırayım parçalarını” diyorum, “Ben yapıştırayım kan çanağının parçalarını...” Ama sen kırık kan çanağından görebildiğince beni, Gözü kanlı biri gibi değil de, Kanlı bir insanı gören biri gibi davranıyorsun. Ya kanlı görürler dünyayı kanlı gözlüler Ya da dünyada gördükleri kanı gözlerindeki kana verirler... İkinci türden olasın isterdim, Ama çok geç; Taşan kanların damlıyor gözlerime, çanağıma, kırık çanağıma, artık kırılmış kan çanağıma... Caz Klübü, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 05.07.2007
27. Vietnam şiirleri (2007-2008) 26 Avrupa’yla Müzakere Masasında Biri ayıkken iyi bir insan (Avrupalı zat-ı şahane), Biri sarhoşken iyi (Türkiyeli majeste). Sorunsa, ikisini birarada Aynı masada tutmada. Biri içecek kepçe kepçe -ama din yasaklıyormuş her nedense, ne-bilem-ne- İçmeyecek ötekiyse -bu da ters, ikincinin kültürüne... Gerçekleşmesi ner’deyse olanaksız bir proje... Bu nedenle, Hep kötü insanlar var heryerde, Sarhoşlar, ayıklar, tam tersi, hep kötü, beterin de beteri, Hep kötü, hep kötü!.. Caz Klübü, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 05.07.2007
28. Vietnam şiirleri (2007-2008) 27 Küpçü Bir Aşk Tablosu Üstüne Minh Duc arkadaş, Duc arkadaş Bu kadar karmaşık mı aşk gerçekten? Dudaklardan çok kare var resminde, Dokunuştan çok çizim... Ya peki kullandığın renkler?.. Erguvandan yeşile, sarıya, Hak’katen bu kadar renkli mi aşk da?.. Çözünürlüğü düşük televizyon kanalları gibi bir oluşma Senin bu aşktan anladığın... Karıncalanma var yer yer, kutulanmış aşkında, Tamam, anladım, küpçülük icabı bir durum, akımı izlemek adına, Ama küplere bile sığmayacak aşkı, Nasıl sığdırabiliriz ki tabloya... Hem, küpçüler de aşık olmaz mı hiç usta?.. “Böyle olur onların aşkları, Kutu kutu olur, küp küp olur. Onlarınki Küp başına düşen gayrısafi milli hasıla. Açarsın kutuyu, bir başkası çıkar, Daha küçük bir kutu, Daha küçüğü, daha da küçüğü... Nanoteknolojik kutulara geçilir bir süre sonra, Ya işte öyle zordur anlaması, Küpçülerin aşklarını...” Sen zaten baştan yanlış yapmışsın, Aşkı resmettiğini ileri sürmekle, Seninki, aşkın resmi temsil ettiğini, Söylemek gibi birşey herşeyden öte... Minh Duc arkadaş, Duc arkadaş Bu kadar karmaşık mı aşk gerçekten? Karmaşıkmış evet karmaşık, Onun için sana soruyorum ya, Çünkü ben anlayamadım hala...
29. Vietnam şiirleri (2007-2008) 28 Ya da karmaşık değil, hiç değil ama Biz karmaşıklaştırıyoruz onu İçiçe geçmiş kutularda... Ama nasıl bir mutluluğu olur ki zaten, “Ben aşkım” diye ortaklıkta dolaşan aşkın... Biz yine kutulara koyalım aşkı Ve en küçük kutuyu bile açana Diyeceğim: “Yitip gitti aşk biraz önce, Parmaklardan kayıp giden deniz suyu gibi”, Zaten bu kadar küçük bir kutuda taşınan güzelliğe, Yitip gitmek yakışır keşfedildiğinde... Tu Do (Özgürlük) Sanat Galerisi, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 10 Temmuz 2007
30. Vietnam şiirleri (2007-2008) 29 Resimli Şiirler - ressam Cavit Mukaddes’e - Bir Yüzdü Babam Çizdiğim yüz, okyanus haritasına, Babammış. Çünkü babam, Bir yüzdü benim için yalnızca... Bir yüzdü, Gözleri kavrar, kucaklardı beni, Kaçtığımda evden, karışmak üzere okyanusa. Yanakları, bacakları idi, Taşırdı beni saçlarında... O araba geldiğinde kapımıza, biliyordum; Çıkıp gitmişti bir balığın ardı sıra, Ta Hint Okyanusu’na, Ölüler Diyarı’na... Babam bir yüz’dü, Bir yüzdü, bir yüzdü, Yüz’dü, yüz olarak kaldı... Yüzdü, yüz olarak kaldı... Ngo Thi Thuy Duyen’in ‘Ayrılış’ adlı sergisinde, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 15 Temmuz 2007 ‘Babam ve Deniz’ (Genç ressam Ngo Thi Thuy Duyen’in balıkçı olan babasını resmettiği çalışması) http://www.tudogallery.com/artists/index.php?action=showpic&cat=82&pic=1083
31. Vietnam şiirleri (2007-2008) 30 Kendini Gerçekleştirme Zor bir olay, çekik gözlü ülkelerde; Zor bir olay, üç tarafı deniz olan ülkelerde; Konuşmaz aynı dili, kafa ile bacaklar; Uçamam daha yükseğe, Çekenler var bacaklarımdan... Kafam diyor; “uç, hadi uç, daha yükseğe! Daha yükseğe!” Diğerleri diyor: “Otur, oturduğun yerde! Uç, uçtuğun yerde!” Ya keseceğim kafamı, unutacağım uçmayı, Ya da keseceğim bacaklarımı, demek ki iniş takımlarımı.
32. Vietnam şiirleri (2007-2008) 31 Şimdi diyorlar “çift kimlikli ol! İki yerde de ayrı ayrı geber... Denizde de karada da ol, Yerde sürün, havada taşlasınlar seni uçmayı bilmeyenler...” Oysa özlüyorum ben göğü, İndiğimde yere, Ve özlüyorum yeri, Çıktığımda göğe... Durum: “yar Ali, yaradan Ali, Can Ali, Canan Ali” misali... Özlüyorum göğü, İndiğimde yere, Ve özlüyorum yeri, Çıktığımda göğe... Özlüyorum ülkeyi, Yaşarken ötekinde; Özlüyorum ötekini, Yaşarken ülkede... Bunun için, hepsi bunun için, Bunun için, hepsi, hepsi bunun için. Yazıyorum yazmasına da birader, Zor oluyor yazmak, kolları bağlı iken... Ngo Thi Thuy Duyen’in ‘Ayrılış’ adlı sergisinde, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 15 Temmuz 2007 ‘Tutku’ (Genç ressam Ngo Thi Thuy Duyen’in çalışması.) http://www.tudogallery.com/artists/index.php?action=showpic&cat=82&pic=1078
33. Vietnam şiirleri (2007-2008) 32
34. Vietnam şiirleri (2007-2008) 33 Uçurtmam, Bayrağım, Bayraksızlığım Yükseklere çıkamazlar bayraklar, Gönder boyudur yolculukları, Sınırları aşamazlar, aşamazlar onlar, Sınırlardır var eden onları. Bayrak yakanlar görülmüştür, görülecektir de, Görülmemiş ve görülmeyecektir uçurtma yakanlar. Bayrak... O bir mülkiyet simgesidir aslında, Der ki, “bu toprak, birilerinin toprağı Ve değil başkalarının...” O bir mülkiyet simgesidir aslında, İster kızıl yıldız olsun ister davud yıldızı olsun sırtında... Bir uzantısı gibidir insanın, uçurtmaysa; Onunla çıkar insan uzaya, Onunla aşar tüm sınırları... Uçurtma, bir tür kol uzaması... Doğayla uyumu insanın. Budur tanımı uçurtmanın... Uçar, yönettikçe insan eli onu, Uçar, yol verdikçe bir yandan rüzgar. Rüzgarın ve elin uyumu... Görülmemiş ve görülmeyecektir ipini koparan bayrak, Tutsak edilmiştir göndere... Oysa uçurtma?.. O uçtuğu sürece, Düşüdür özgürlük, uçtuğu sürece! Rivayet şöyle: ilk bayrak dünyada, Bir uçurtmanın evcilleştirilmesiyle çıkmış ortaya... Kedi oluşu gibi kaplanın, Köpekleşmesi gibi kurdun, Tutsak etmişler bir uçurtmayı, göndere vurmuşlar, Bayraklar çıkmış ortaya... Bayraklar, pasaport göstermelidir, Geçmek için bir ülkeden bir ülkeye; Uçurtmalar? Pasaportsuzluk demektir uçurtmalar ise,
35. Vietnam şiirleri (2007-2008) 34 Ama ‘deli’ diyorlar işte, ‘Pasaport’ diye uçurtma gösterene Ya da ‘pasaportsuzluk’ diye... Kızıl bayrağı da yakalım, kara bayrağı da yakalım, Tüm bayrakları, tümden yakalım... Uçurtmalar dağıtalım çocuklara önemli günlerde, Bırakalım günün anlam ve önemini, Çocuklara düş kurmayı öğretelim; Uçurtma bayramları en etkili eğitim... Görmeliler böylece, yeryüzünün, gökyüzünün, Yasaları vardır farklı farklı... Görmeliler onlar için ne ise oyuncak, ‘Uçurtma’ denir ona gökyüzünde, Ve ‘bayrak’ denir yere düşmüşlerine... Hapse bile düşürür insanı, yırtık bayrak... Oysa yırtık uçurtma uçamaz ve o kadar... İstemem bayrak olsun gelecekte uçurtma, Hapse düşürmesin kimseyi yırtık uçurtma... “İnsan, ulusum; toprak, vatanım” (*) Uçurtmam, bayrağım, bayraksızlığım... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 19 Temmuz 2007 (*) Şinasi’nin ünlü sözü. Özgün söz şöyle: “Milletim nev`i beşerdir, vatanım ruy-i zemin”. Bu söz, Tevfık Fikret’in ‘Haluk’un Amentüsü’ adlı şiirinde de geçmektedir.
36. Vietnam şiirleri (2007-2008) 35 İletişimin Çetin Yolları Bir ressamla evlensem, Bir tek dilimiz bile olmasa ortak, Resimlerle anlaşsak, O çizse, ben bakakalsam... Bir müzisyenle evlensem, Bir tek dilimiz bile olmasa ortak, Notalarla anlaşsak, metronomlarla, O çalsa, o söylese, ben de dinlesem... Bir heykeltraşla evlensem, Evet uzun sürerdi iletişim, Çünkü aylar sürer bir heykeli üretmesi. Ama bana birşeyler anlatmak içinse o heykeli üretişi, Yıllarca beklemeye değmez mi... Vay be, “bu akşam sana sarma yaptım” demek yerine, “Bu yıl sana Düşünen Adam Heykeli yapıyorum” diyemeyecek olsa bile, Yapacaksa o heykeli benim için günlerce, Yıllarca beklemeye değer elbette... Ah işte, ben hepsinden öte, hepsinden geri, Bir söz kölesiyim ben, bir söz kölesi! Şiirler yazarım, kitaplar yazarım, Hepsinde ama hepsinde Sözlü dili kullanırım... İçlenirim, keşke ressam olsaydım, Ve çizseydik onunla iç dünyamızı karşılıklı, Şarkı söyleseydik, Vietnam kanunu çalsaydık, O, benim heykelimi; ben, onunkini... Böylece yaşasaydık... Söz kölesi ben, görüntü özgürü o... Ya ben öğreneceğim dallı budaklı Vietnamca’yı Ya o öğrenecek piyasa dili İngilizce’yi, Ya da –alan uçuşa açık mı?:)- öğrenecek o, Ek almayı seven bir dili, Türkçe’yi... Ya da öğreneceğim ben resim çizmeyi, Vietnam kanunu çalmayı, Vietnamca türkü çığırmayı, Heykelini yapmayı tüm duygudurumlarının, tüm duygudurumlarımın...
37. Vietnam şiirleri (2007-2008) 36 Okyanus çocuğuymuş, öyle dedi çevirmene, İlk resimleriymiş balıkları, Istakozlar, karidesler, deniz anaları... İlk resimleriymiş kayıklar; esintiler, uzaklara çağırıcı... Ne olur benim ilk resmim bilmem amma Resim çizmeliyim, kanun çalmalı, Türkü çığırmalı, heykel yapmalı! Ya Vietnamca ya İngilizce Ya Vietnamca ya Türkçe Ya da resim ya da müzik ya da heykel Ya da hepsi ve hiçbiri... Kimseler anlamayacak bu şiiri de, Sözlü dilde yazdım çünkü düşüncelerimi, Ne resmini çizdim mutluluğun ne heykelini yaptım, Ne kanun çalmışlığım var ne de türkü çığırmışlığım... Tutsağım sözlere, bir kez daha tutsağım... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 24 Temmuz 2007
38. Vietnam şiirleri (2007-2008) 37 Buğusuzluk Özlemi Zordur bazen tanıması kendini, Kendine buğulu aynada bakıyorsundur sanki. Evet, bu sensin, algılayamasan da ayrıntıları... “Bu sensin!” der ayna üstündeki ışık oyunları... “Yaklaşayım” dersin “kendime, daha fazla” Ve öyle yaklaşırsın ki, Kanlanır gözlerin bu uğurda. Yine de buğuludur ayna, Buğulu, buğulu... Değdirirsin elini aynaya, Son vermek istersin buğunun saltanatına; Silersin, rahatlamışsındır, İlk kez bu kadar net görürsün kendini... Ama ne olur? Ayna, bir süre sonra, Buğuyla kaplar kendini bir daha, Senin kendi(’)n(’)i ve demek ki kendisini... Anladın mı artık, sonunda kavradın mı onu? Değil-ayna, değil-varlık, değil-buğu. Yanlış yerlere baktın yıllarca, yıllarca, yıllarca, Yüzün o nedenle buğulu... Arkandan seninle aynaya bakanlara bakarsan, Sorarsan onlara buğusuz yanını, arkanı, Onlara buğusuz nasıl göründüklerini anlatmak koşuluyla, Buğusuz bir resmini alırsın buğusuz yaşayanlardan... Böyle oluyor işte otoportre, Ayna karşısında yazınca şair, Bakınca buğulu imgesine... Kulağını mı kesseydi ressamlar gibi... Kesip kulağını, çizse miydi kendi resmini... Bu buğulu yüz, buğulu yüzüm, Farklı değil o uzak resimden, Gülümseyen bir yüz, kimonosuyla, Her akşam yemeğinde, Karşımda oturmasa bile,
39. Vietnam şiirleri (2007-2008) 38 Karşımdaki duvarda asılı durmadadır. Yüzünde sevecen bir gülümseme ile... Uzaktayken daha güzeldir belki, ne bileyim... Hiç olmadı ki yakında, ne bileyim... Ve önce yaklaşır, sonra öyle yaşlanırsın ki, Kanlanır gözlerin geçen yıllarda... Yine de ve hep buğuludur ayna, Buğulu, buğulu, buğulu... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 31 Temmuz 2007
40. Vietnam şiirleri (2007-2008) 39 Musondan Önce Gel, Musondan Sonra Gel… (*) Çok yağar güzelim çok yağar, Çok ıslanmışlığın vardır Hindistan’da, Vietnam’da, Uçarı çocukluğunda… Yine de anımsatayım, musondur bu; Çok yağar güzelim çok yağar… Sen en iyisi gel musondan önce, Bu musonlar bir de dinmez, bilirsin; Bekletme beni muson boyunca… Her damlaya bir yıl, çok uzun ara… Giydiğin aoyayın üstündeki çiçekleri, Anadolu köylüsü de giyer üstüne... Bundandır bakınca sana, koklayınca çiçeklerini, Bir güzel Anadolu geliyor burnuma... Musondan önce gel, sel almasın çiçekleri... Parmaklarının inceliği Vietnam’dan, Dişlerinin işlemesi Hindistan’dan... Vietnam’dandır bu gülüşün sıcaklığı, Hindistan’dandır elbet hallalların... Neden ayrıştırıyorum ki Vietnamlılığını, Hindistanlılığını, Sen bir haritasın iki komşu olmayan ülkeden oluşan; Boşuna değil, açıyorlar, aoyayının üstündeki çiçekler, Onlar, haritada açmadadırlar... Musondan önce gel, ben sularım onları... Yazgı diye birşey yok elbette, Ama Vietnamca kursunu sorduğum öğrenci üniversitede, Senin erkek kardeşin çıkmasın mı... Şimdi bak, bizim O, resmimizi çekiyor... Ben sana Vivekananda’yı anlatayım, Sen bana türküler söyle Kuzey Hindistan’dan Ve beyaz tenin, çekik gözlerin, Hep dolsun görüntüleri gözlüklerimin camına... Dolsun elbet, ama dolması için, Musondan önce gelmelisin... Bir kere buğulu bir gözlükle, Ancak saçaklı mantıkta çalışır belleğim...
41. Vietnam şiirleri (2007-2008) 40 Derecelendiririm o zaman seni, Bir indirgerim ki sayılara, Unuturum sen olmaklığını senin... Sen musondan önce gel işte bunun için... İyi edersin... Bağımsızlığını kutladık bugün Hindistan’ın, Şarkılar söyledik, danslar ettik, İşte karşımda oturunca sen, Günün anlam ve önemi müsamereleri bile Katlanılabilir geldi onlar bile... Boşver, ister musondan önce, ister musondan sonra gel, Nasılsa bir musonun bitişinden sonra çok sürmez, Bir başkasının başlaması... Musondan önce gel, Musondan sonra gel, Vietnamlı gözlerini, Hindistanlı saçlarını getir... Tek tek kurularım ben güzelim saçlarını, Elbette eğilirim güzelim, hallallarının önünde... Musonda önce gel, musondan sonra gel, Muson ol da öyle gel... Daha da yazarım ama, kapattı hava, Sanat düşmanı muson, dağıtmadan kağıttaki mürekkebi, Sözlerimi saplamadan yokluğa, Ama dur, bir tane daha koni şapkayla, Kağıdı da koruruz gaddar musondan… Sen yine de gel mürekkep dağılmadan, Çok dayanmaz ki hasır şapka… Okyanus kızı, muson kızı, Çok dayanmaz benim de kalbim, Dağılır musonda mürekkep gibi… Okyanus kızı, muson kızı, Ağzımdan dökülenler bunlar, Yazmaya çalışırken Türkçe’de Geleneksel Vietnam şiiri tarzı bu şiiri, Ağzımdan dökülenler bunlar, Gel de birlikte toplayalım dökülenleri, Üstünde Anadolu çiçekleri… Musondan önce, musondan sonra, Gel işte, muson ile, musonsuzlukla… İçinde taşıdığın o sonsuzlukla, Gel hadi ve kal bur’da sonsuzcasına…
42. Vietnam şiirleri (2007-2008) 41 Giydiğin aoyayın üstündeki çiçekleri, Anadolu köylüsü de giyer üstüne... Bundandır bakınca sana, koklayınca çiçeklerini, Bir güzel Anadolu geliyor burnuma... Musondan önce gel, sel almasın çiçekleri... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 15 Ağustos 2007 (*) Aoyay, geleneksel Vietnam tek parça kadın giysisidir. Çiçek bezemeli aoyaylar ve düz iki renkli aoyaylar, Vietnam’da en çok yeğlenen giysilerdendir.
43. Vietnam şiirleri (2007-2008) 42 Come Before the Monsoon, Come After the Monsoon… It rains too much, my beauty, it rains too much, You had got wet too many times in India, in Vietnam, In your cheerful childhood… Let me remind you nevertheless, this is monsoon; It rains too much, my beauty, it rains too much… Thus it would be better if you come before the monsoon, These monsoons never end up, you know; Don’t make me wait along the monsoon… Each drop corresponds to a year, too long a period… There are flowers on the ao day you wear, The villagers of my country like to wear them too… That’s why, when I look at you, when I smell your flowers, I feel the smell of my country through my nose… Come before the monsoon, so that the flowers on your ao day won’t be flooded… The gentleness of your fingers comes from Vietnam, The finery of your teeth is from India… The warmness of this smile comes from Vietnam, And of course your anklets are from India… Why do I decompose your being as a Vietnamese, your being as an Indian? You are the map composed of two countries which are not neighbours; It is not in vain that the flowers on your ao day are blooming, They are blooming on the map… Come before the monsoon, I can water them… Of course nothing exists in the name of ‘fate’, But you see, the student at your university which I asked the Vietnamese classes Happened to be your brother! Is that a coincidence? Now he takes a photo of us… Let me tell you Vivekananda, And you sing me folk songs from the North India, And your white face, your Asian eyes, slanting eyes, Please let them fill my eyeglasses forever… Of course, better to let them, but for letting them, You have to come before monsoon… For one thing, with foggy eyeglasses, My memory works by fuzzy logic… That means I would grade you,
44. Vietnam şiirleri (2007-2008) 43 I would reduce you to numbers, I would forget your identity, I would forget who you are… For that reason, please come before the monsoon … It would be better… We’ve celebrated the independence of India today, We’ve sung Indian songs, we’ve danced also, And when you sit in front of me, Me who can easily get bored in ceremonies Viewed the celebration as an interesting event… Never mind, up to you, you can come before the monsoon or after the monsoon, In any case, it does not take too much time for a new monsoon to start After the first monsoon… Come before the monsoon, Come after the monsoon, And don’t forget to bring your Vietnamese eyes and Indian hair… I will dry your beautiful wet ringlets, your hair, one by one, Of course I will kowtow under your anklets, my beauty… Come before the monsoon, come after the monsoon, Come after transforming yourself to the monsoon, monsoon itself… I may write more, but the skies are darkened, The monsoon, it is an enemy of art, before it will scatter the ink over the paper, Before it will plunge my words into nonexistence… But wait, with one more conical Vietnamese hat, We can protect the paper too, against the cruel monsoon… You come nevertheless before the monsoon, The straw hat cannot bear the burden for too long… You, the daughter of ocean; you, the daughter of monsoon! My heart cannot bear that burden either, My heart scatters under the monsoon, just like the ink… You, the daughter of ocean; you, the daughter of monsoon! Those are the words overflowing by my mouth While I was trying to write this poem in English With a style resembling the traditional Vietnamese poetry… Those are the words overflowing by my mouth, Let us collect and recollect the overflown together, There are flowers of my country on you… Before the monsoon, after the monsoon, Come please with the monsoon, without the monsoon, With the infinitude you carry in your self, Come please and stay here to the infinity…
45. Vietnam şiirleri (2007-2008) 44 There are flowers on the ao day you wear, The villagers of my country like to wear them too… That’s why, when I look at you, when I smell your flowers, I feel the smell of my country through my nose… Come before the monsoon, so that the flowers on your ao day won’t be flooded… HCMC, Viet Nam, August 15, 2007
46. Vietnam şiirleri (2007-2008) 45 O Vietnamlı Gazeteciyle Yeniden Görüşme Aradan geçen yıllarda, -Ah, bak, 3 hafta geçmiş aslında alt tarafı- Irak, Asya Kupası’nı aldı. Öyle büyük bir olay ki, Ben bile duydum bunu. Ben ki ne bir heyecanı var futbola dair ne merakı... Son görüşmemizde, Maç vardı Vietnam’la Irak arasında. Ben Irak’ı tutuyordum, sen Vietnam’ı... Ve sana “bu, ne rastlantı, Amerika’yla dövüşen iki ülke, karşı karşıya aynı sahada” Diyordum; Ama elbette yıllar sonra, İşgal edecek ülke bırakmayacağına göre Amerika, Bir rastlantı olmaktan çıkacak, Amerika’yla dövüşen iki ülkenin Bir maçta karşılaşması… Ve üzgünüm, 60’lı, 70’li yıllarda olsaydık, Elbette Vietnam’ı tutardım... Şimdi Irak’ı tutuyorum, Şimdi Venezuela’yı... Bana ‘falan filan’lardan söz et, Özellikle ‘falan filan’lardan... Yaşam bana şunu öğretti: Falanfilanlaştırılarak anlatılır her zaman, En önemli olaylar... Ben de sana İstanbul’u anlatayım, Ama hangi, hangi, hangi İstanbul’u? Boyalı basının “Falanfilanlaştıramadıklarımızdan mısınız?” Diye sordukları İstanbul’u, Benim İstanbul’umu... İlk kez birkaç bin oyu Biraraya getirmiş İstanbul’umu... Sahi sen niye gitmiştin?
47. Vietnam şiirleri (2007-2008) 46 Irak’ın kazanmasına mı içerlemiştin? Sahi sen niye gitmiştin? Romatizmalı dizlerime mi sinirlenmiştin?... Sinirlenmek için garip bir neden doğrusu, İçerlemek için garip bir neden... Unuttum, boşver, şimdi mektubunda, İmzanı öylesine güzelce attığına göre mürekkeple, Yaşıyorsun ve son görmekliğim seni, Bir rüyada değilmiş, gerçekmiş! Hoş geldin! Sen geldin, Bunun için, yeniden geldi şiir, evime, Hoş geldi, hoş geldi! Sen de hoşgeldin... Şiirle geldin, şiirle kal, hep bur’da kal... Üç hafta boyu geçen yıllarda, Gitmedi kulaklarımdan ezgisi “Evet, anlıyorum” deyişinin; İngilizce’yi Vietnamca gibi, Müzikli konuşmanın güzelliği... İlerliyor seni anlattığım roman, Bizim çocuğumuz O, büyüyecek... Senden ayrı büyüyor O, annesi... “Uzaklarda” dedim O’na hep, sorduğunda annesini; seni... Çocuğun bir roman olursa, İlk saniyede başlar konuşmaya... Benzemez, 2 yaşına kadar bekleyen çocuklara... Annesi; çocuğumuzun gözleri, Sana benziyor çocuğumuzun gözleri, Senin gözlerine değil, sana benziyor, Çocuğumuzun gözleri... Dudakları, yanakları sana benziyor, Dudaklarına, yanaklarına değil, Sana benziyor... Ve sık sık bakıyorum ona, romana, çocuğumuza Yüzünün –bir saniyelik de olsa- Yakalamak için görüntüsünü... Ve sık sık bakıyorum aynalara, Görmek için –bir saniyelik de olsa- Yüzünün yüzümde bıraktığı gölgeliği... Or’da soluklanıyorum kızgın güneşinde Vietnam’ın, Or’da soluklanıyorum yakalandıkça musonlara...
48. Vietnam şiirleri (2007-2008) 47 Hayda, bak, olmadı; önce ‘o’ kullanacaktım ben, Sonra ‘sen’e çevirecektim söyleyişimi; Sonra “o da yetmez” diye düşünerekten, ‘İçeren biz’ ve ‘dışarlayan biz’ ayrımına girecektim Vietnamca öznelerde... Ne garip bir sözcük var senin dilinde, ‘biz’ derken kapsamaz kendini, Bir diğer sözcükse kapsar konuşan özneyi de... Biz hangisi olacağız seninle, Dışarlayacak mı özneler bizi, Yoksa bağrına mı basacak, Sahi, bizim ‘bizlik’imiz nasıl olacak? Puşkin’in ‘sen’le ‘siz’i ayırması gibi, ‘Sen’sizlik, sizleştirecek mi ikimizi? Öyle soğuk, öyle resmi... Hava açtı, bir umut kapladı içimi, Hava kapattı, koskocaman ümitsizlik... Ve muson... Bu şangırtısı damlaların, Ne demek istiyor bana, senin hakkında?.. Unuttum, boşver, şimdi mektubunda, İmzanı öylesine güzelce attığına göre mürekkeple, Yaşıyorsun ve son görmekliğim seni, Bir rüyada değilmiş, gerçekmiş! Hoş geldin! Sen geldin, Bunun için, yeniden geldi şiir, evime, Hoş geldi, hoş geldi! Sen de hoşgeldin... Şiirle geldin, şiirle kal, hep bur’da kal... Bir anda yitip gidecek misin bir daha, söyle! Bizi tanıştıran bilge-şair Rath, ne der bir şiirinde düşün; Yeter mi Orissa dili, yeter mi Vietnamca, yeter mi Türkçe İçimden içine; içinden içime Taşanları dillendirmeye... Güvenmek istiyorum artık sana, Sana ve tüm dünya dillerinin düşünsel gücüne! Kapının sürgüsünü çekme bir daha... Dağlardan, ırmaklardan söz et bana, okyanuslardan, adalardan, Mekong Havzası’ndan söz et bana, Bana Kızıl Nehir Havzası’ndan! Bana kayıkçıları, bana balıkçıları, bana eğlenen çocukları anlat, Birlikte sularına karışacağımızı söyle sonunda,
49. Vietnam şiirleri (2007-2008) 48 Sularına Mekong’un, ırmakların anasının, Kızıl Nehir’in! Düşen kapaklar; dökülense, hindistan cevizi suları, Basıyorum çıplak ayaklarımla, ayaklarımla, Bak, şimdi hindistan cevizi ormanları altında, Uyumuşuz, uyuyup kalmışız... Uyanmışız, uyanıp yine kalmışız... Mangolardan, avokadolardan sormuşlar bizi, bizliğimizi, Ortak yazgımızın tekelci efendileri... Seviniyorum kimi zaman seviniyorum, Devletin lüks vergisi koymasına arabalara, Bunun için Vietnam sokaklarında Milyonlarca motosiklet olmasına Seviniyorum kimi zaman seviniyorum. Şimdi sen beni yine alacak mısın evimden, Rüzgarla yarışan motosikletinle, Şimdi sen bana öğretecek misin yeniden, Seyir halinde, adrenalin yüksekken, Ayrı bir tadı olduğunu sarılmanın... Daha, çok var Vietnamca yazmama Ve daha çok var senin Türkçe şiir okumana, Mahkumuz Türkçe’ye, Vietnamca’ya, Buluşur İngilizce’de bir kez daha, Düşünürüz geçmişteki geleceği, Geçmişten geleceğe bakıyoruz, demek ki ‘şimdi’... Unuttum, boşver, şimdi mektubunda, İmzanı öylesine güzelce attığına göre mürekkeple, Yaşıyorsun ve son görmekliğim seni, Bir rüyada değilmiş, gerçekmiş! Hoş geldin! Sen geldin, Bunun için, yeniden geldi şiir, evime, Hoş geldi, hoş geldi! Sen de hoşgeldin... Şiirle geldin, şiirle kal, hep bur’da kal... Türkçe ve İngilizce karışık yazıp Türkçeleştiren: Ulaş Başar Gezgin, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 13 Ağustos 2007, 13:27
50. Vietnam şiirleri (2007-2008) 49 A New Meeting with The (Not ‘A’) Vietnamese Journalist Through the years passed by, - Oh look, only 3 weeks passed indeed- Iraq got the Asian Cup. It’s so magnificient an event that Even I’ve heard of it. Me who has no enthusiasm for football nor curiosity... On our last meeting, A match was taking place between Viet Nam and Iraq. I was supporting Iraq and you, Viet Nam... And I was telling you: “What a coincidence it is Two countries who fought against USA Are on the same playing field, challenging each other; But of course after a few years, USA will not leave any country on the world unoccupied And thus it won’t be coincidence When two countries fought against USA Would challenge each other on the same playing field... And I am sorry, If we would have been in 60’s or 70’s, Of course I would have supported Viet Nam... Now I support Iraq, Now I support Venezuela... Talk with me about trivials, ‘et cetera’s, Especially ‘et cetera’s... Life has taught me the following: The most important events Are told by trivializing, By mentioning them as ‘et cetera’s. And I can tell you Istanbul, my city, But which, which, which Istanbul? Istanbul to whom the showy media asks Whether s/he is one among those they have trivialized, among those they made ‘et cetera’s... My Istanbul, my city... I can tell you my Istanbul who has finally compiled A few thousands of ballots...
51. Vietnam şiirleri (2007-2008) 50 Why had you gone? Why had you gone? Had you resented for Iraq’s victory over Viet Nam? Why had you gone? Why had you gone? Had you got angry for my legs with rheumatism?.. This is a bizarre reason to get angry actually, This is a bizarre reason to resent... I forgot it, never mind, now in your letter, As you sign it so beautifully with the ink, You are alive and the last time I’ve seen you Was not in a dream, I realized now, it was for real! Welcome! You came, Thus, poetry visited my house again, Welcome also to poetry, to poetry! You’re welcome as well... You have come by poetry, stay with poetry, stay here always... Through the years passed by the last three weeks, The melody of your saying “Yes, I understand” Has not left my ears for a second; The beauty of speaking English Musically as if it’s Vietnamese... The novel in which I narrate you has been progressing, It’s our child, it will grow up... It grows by your absence, its mother... I said “she’s far away” when it asked its mum; you... If your child is a novel, It starts speaking by the very first second... It does not resemble those children who wait for 2 years... Mum; the eyes of our child, The eyes of our child resemble you, They do not resemble your eyes, But resemble you exactly... Her lip and cheek resemble you, They do not resemble your lip and cheek, But resemble you exactly... And I frequently look at her, our child, the novel, In order to capture –even for a single second only- The sight of your face... And I frequently look at the mirrors In order to see the canopy your face has left
52. Vietnam şiirleri (2007-2008) 51 Onto my face –even for a single second only... Only there I can take a long and deep breath, tired of the hot sun of Viet Nam, Only there I can take a long and deep breath, getting wet due to the monsoons... Oops, look, this is not good; I was planning to use ‘she’ first, And then I would switch my talk to ‘you’; And then by thinking that this won’t suffice, I would go into the distinction of the ‘exclusive we’ and ‘inclusive we’ in Vietnamese grammar... There exists a strange word in your language, it does not include itself when it says ‘we’, Another word, rather, includes the subject who talks... Which one will we be together, Will the subjects exclude us, Or will they hug us, How will our ‘we-hood’ look like? Will the absence of ‘you’ transform us as partners Resembling the way Pushkin distinguished singular and plural ‘you’s; ‘thou’ and ‘ye’? So cold, so official... The skies have been lighten up, a palm of hope filled myself, The skies have been darkened again, a huge train of despair... And monsoon... The splash of the drops Wants to tell me what, about you?.. I forgot it, never mind, now in your letter, As you sign it so beautifully with the ink, You are alive and the last time I’ve seen you Was not in a dream, I realized now, it was for real! Welcome! You came, Thus, poetry visited my house again, Welcome also to poetry, to poetry! You’re welcome as well... You have come by poetry, stay with poetry, stay here always... Will you disappear again within a second, tell me! The wise-poet Rath who introduced us says what in one of his poems? Think about that; Orissa language, Vietnamese, Turkish; Are they sufficient to vocalize Those overflowing from me to you, Those overflowing from you to me... I want to hold my trust in you now, I want to trust in the intellectual power of all the world languages!
53. Vietnam şiirleri (2007-2008) 52 Don’t slide the door bolt again... Talk with me about mountains, rivers, oceans, islands, Talk with me about the Mekong Delta, About the Red River Basin! With me about the boatmen, with me about the fishermen, about the joyful children, Tell me that we’ll mix up with the waters at the end, The waters of Mekong, the mother of the rivers, waters of Red River! The fall-down of the head, and the pouring is the coconut juice, I step down by bare foot, bare foot, Look, now, we’re under the coconut forest, We’ve slept and kept sleeping... We’ve woken up and kept existing there, isolated, in peace... The monopolist masters of our common fate Have asked where we’re and our ‘we-hood’ from mangos, from avocados... I’ve rejoiced, sometimes, I’ve rejoiced, Since the state imposes a luxury tax on cars, There are millions of motorbikes moving back and forth On Vietnamese streets... I’ve rejoiced, sometimes, I’ve rejoiced. Will you pick me again from my home now, By your motorbike which races with the wind, Will you teach me again and again now, On bike while the adrenalin is high, Hugging has a special flavour, will you teach me that?.. We have too long a time for me to write in Vietnamese And we have too long a time for you to read Turkish poems, We’re doomed to Turkish, doomed to Vietnamese, We may meet again in English, And we may meditate on the future-in-the-past, We are viewing future-in-the-past, that means ‘now’... I forgot it, never mind, now in your letter, As you sign it so beautifully with the ink, You are alive and the last time I’ve seen you Was not in a dream, I realized now, it was for real! Welcome! You came, Thus, poetry visited my house again, Welcome also to poetry, to poetry!
54. Vietnam şiirleri (2007-2008) 53 You’re welcome as well... You have come by poetry, stay with poetry, stay here always... Written in English and Turkish and finalized in English by Ulas Basar Gezgin, HCMC, Viet Nam, August 13, 2007, 1:27 PM.
55. Vietnam şiirleri (2007-2008) 54 Bir Motosiklet Yolculuğu: Vietnamlı Frida, Koreli Frida… (*) Dün gece, aşkınla doluydum yine, Bu sabah, aşkınla doluyum yine Ve ömrü boyu, elini motosiklete değdirmemiş bende, Gidip senin evine, Evinin önündeki motosikletini alıp da Sürmek geldi at gibi, Vietnam’dan Kore’ye, Vietnamlı Frida, Koreli Frida... Sulara kapılmış, sevgilisi bir adamın, Adam ki bilmez yüzmeyi, Atmış sulara benliğini, Bir bakmış yüzüyor, yüzebiliyor, Duraksamanın bedeli sevgili olunca, Akan sular duruyor, akmayan sular akıyor, Vietnamlı Feride, Koreli Feride... Filmlerden izlemiştim kontağı çevirmeyi, Bindiğimde motosikletine, yaptığım bir tek bu idi, Bu motoksikletin sanki atın senin, Bindiğim gibi başladı, alıp beni götürmeye, Say ki, yüreğinin seni, beni götürdüğü yere... Vietnamlı Gayaneh, Koreli Gayaneh... Sesinin tatlılığı telefonlarda... Eski bir telefon alıp ahizeyi kaldırasım geliyor sen aradığında, Yine de anlıyorum, cep telefonları bile, Romantizm yaşatabiliyormuş insana, “Özledim, özledim, gel gel, gel gel!” dediğinde, Romantizm yaşanabiliyormuş cep telefonlarıyla, Vietnamlı Frida, Koreli Frida... Sesini motoksikletin mi taşıyordu hey gülüm, Ses enerjisiyle mi çalışır şimdi beni götüren meret, İyi de güzelim, Vietnam nere Kore nere, Vietnam’ın S gibi uzayan kıyısını geçtim diyelim, Bir boydan bir boya aşmak var bir de Çin denizlerini, Ve aşıp sonra Kuzey Kore’yi açlık yoksulluk içinde, Bir gül bahçesi kurmak var iki Kore sınırında... Sonra, hala yaşıyorsam bu yolculukta, Koruyacaksa beni, motosikletin senin, Kavuşmak var sana, kavuşmak var, kavuşmak var! Kavuşmak var resim dokuyan ellerine,
56. Vietnam şiirleri (2007-2008) 55 Kavuşmak, kavuşmak, kavuşmak var! Değer demek ki bu uğurda ölmeye, Vietnamlı Feride, Koreli Feride!.. Sonra işte o kavuşma anımız için, Kurmuşlardır tuvallerini belki ressam yarenlerin... İşte budur hayat, resim çizersin kimi zaman Gayaneh, Kimi zaman, resim olursun, başkaları çizer seni bu kez de... Boşver, biri çizse de çizmese de bizi, Muhteşem olacak o kavuşma saniyesi! Unutmak varlığımı yokluğumu kollarında, Savurmuşuz gibi kendi küllerimizi okyanusa, Daha yakın olabilmek için seninle, daha içiçe, Vietnamlı Gayaneh, Koreli Gayaneh... Aylar mı geçmiş görüşmeyeli? Olsun... Çok zaman olacak bundan sonra, Görüşmediğimiz 20 küsur yılın, Acısını çıkarmaya... Motosikletin de onay verdi bu yasa tasarısına, Taşıyarak beni sana ve bozularak kavuşturduktan sonra beni sana, oracıkta... Beni yare kavuşturan makinalara, Köpeklerden, kedilerden daha çok değer veresim var, Daha çok bağlanasım Frida, Bilişim Çağı insanıyım ben, O nedenle, törenle gömmek isterim motosikletini, Şehitliğe gömmek isterim onu, Çünkü o, bizim aşkımız uğruna, Feda etti kendini, Kore yollarında... “Motoksiklet ölmez, aşkımız bölünmez!” Vietnamlı Frida, Koreli Frida... Şimdi illa masaya mı çıkmalıyım, Beni model alma canım, çizme beni, Stüdyon evimizde olacak, çalışma odamın yanında, Ama her zaman da getirme eve işi, Çizme resmimi, yalnızca okşa, okşa, okşa... Ve dinlediğin o ünlü ‘Hikaye’ şiiri gibi, Anımsa, benim de naçar kaldığımı kentlerde, Öp biraz, öp biraz, öp biraz, Vietnamlı Feride, Koreli Feride... Hangi parmağın çizdi bu resimleri söyle, “Kim çizdi bu resimleri!” diye sormak gibi değil benimki, Söyle ki bileyim, en çok hangi parmağını, Hangi parmağını senin, daha çok öpmem gerektiğini...
57. Vietnam şiirleri (2007-2008) 56 Ve yokluğumda, varlığımda, Yokluğunda, varlığında, Uyalım yine ‘Güneşin Olsun Gönlünde’ davetine, Güneşimiz olsun gönlümüzde, Güneşimiz olsun gönlümüz de, Vietnamlı Gayaneh, Koreli Gayaneh... Bak yine yemişsin balıkları, çizmek için kılçıklarını, Bensiz yedin ya şimdi, batıyor kılçıklar boğazına, Bu kez, masanın üstündekileri değil de, Boğazına batan kılçıkları çiz bensizliğinde, Çünkü Kore, uzak, Vietnam’a Ve senin, hiç motosikletin olmadı ki ömründe, Demek ki, çoğaltıyorum yalnızlığımı Vietnam’da sensizlikte, Demek ki, çoğaltıyorsun yalnızlığını Kore’de, Çünkü Kore, uzak, Vietnam’a Ve senin, hiç motosikletin olmadı ki ömründe... Sayılı gün, sayılı gün, önümüzdeki yine de... Beklemek, vermediyse şimdiye dek, ödülünü ömrümüzde, Verecek ödülü sonunda, sayılı gün sonunda, Ve bizim için kurulmuş olacak sanki Ho Çi Min Havalimanı, Uçak indiğinde ve sen, göründüğünde kapıda, Yeni bir ‘Büyük Patlama’ olacak, sarsacak, sallayacak tüm uzayı, Vietnamlı Frida, Koreli Frida! Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 5 Eylül 2007 (*) Şiirde kullanılan özel adlar ile ilgili bilgi: 1) Frida Kahlo (1907-1954): Meksikalı kadın ressam. Dünya, O’nu, 2002’de yaşamını anlatan ‘Frida’ adlı filmle yeniden anımsadı. Bkz. http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=144&Itemid=29 2) Feride: Reşat Nuri Güntekin’in (1889-1956) ‘Çalıkuşu’ adlı romanının baş(kadın)kişisi... 3) Gayaneh: Sovyet Ermenisi büyük besteci Aram Haçaturyan’ın (Արամ Խաչատրյան ; Аpaм Ильич Xaчaтypян) (1903-1978) 1942’de tamamladığı bale başyapıtı ve balenin aynı adlı baş(kadın)kişiliği. Gayaneh Balesi’nden birçok parça, Stanley Kubrick’in ‘2001: A Space Odyssey’ (‘2001: Bir Uzay Macerası’) adlı ünlü yapıtı başta olmak üzere birçok filmde ve çizgi filmde kullanılmıştır/ kullanılmaktadır.
58. Vietnam şiirleri (2007-2008) 57 4) Hikaye: Türkçe’nin şairi Cahit Külebi’nin (1917-1997) ünlü şiiri. Burada, şiir olarak değil, Cem Karaca’nın ‘Cemaz-ül-Evvel’ (1994) adlı albümündeki besteyle anılıyor. 5) Güneşin Olsun Gönlünde: Grup Kızılırmak tarafından söylenen, İlkay Akkaya’nın sesiyle umut aşılayan parça. Aynı adlı albümde bulunmaktadır (Güneşin Olsun Gönlünde, 1993). Sözleri aşağıdaki gibidir: GÜNEŞİN OLSUN Güneşin olsun gönlünde Kar bile yağsa Ya da fırtına olsa. Gök bulutlarla Dünya kavgayla dolsa Güneşin olsun gönlünde O zaman gelsin ne gelirse Doldurur ışıklarla En karanlık gününü Bir şarkın olsun gönlünde Sevinçli ezgilerle Seni günlük tasalar boğsa bile Bir şarkın olsun dudaklarında O zaman gelsin ne gelirse Yardım eder atlatmaya En yalnız gününü Başkaları içinde bir diyeceğin olsun Tasada ve bunalımda Ve seni mutlu edecek her şeyi Söyle onlara da Bir şarkın olsun dudaklarında Yitirme sakın cesaretini Güneşin olsun gönlünde Ve her şey iyi olacak. Cesar FLEISCHLER
59. Vietnam şiirleri (2007-2008) 58 A Journey by Motorbike: Vietnamese Frida, Korean Frida… (*) I was full of your love again yesternight, I am full of your love again this morning And me who had never touched a motorbike in his lifetime, Had an impulse to go to your house, Take your motorbike which is in front of your house And ride it as if it is a horse, from Vietnam to Korea, Vietnamese Frida, Korean Frida… The sweetheart of a man was seized by the sea, A man… He does not know how to swim, He threw his selfhood into the waters, Alas! He’s swimming, he is able to swim, When the price of hesitation is the life of the sweetheart, Flowing currents stop, calm waters start to flow, Vietnamese Feride, Korean Feride… I had watched long ago how to switch on the engine, It was the only thing I did, when I got on your motorbike, Your motorbike is like a horse pretending to be a motorbike, It started to carry me forward, carry me further, right from the very moment, You hope that it would carry me to the place where your heart would carry me, carry you… Vietnamese Gayaneh, Korean Gayaneh… The sweetness of your voice on phone… I have an immense desire to buy an old phone and grab the receiver when you call me, Nevertheless I understand, even the mobile phone Lets one immerse into a romantic experience, When you say “I miss you, I miss you, come come, come come” I understand it is possible to have romantism by mobile phones, Vietnamese Frida, Korean Frida… Was it your motorbike carrying your voice, my rose, Does this machine which is carrying me now work by voice power? That’s OK my beauty, but where is Vietnam, where is Korea?! Suppose I passed the shores of Vietnam which stretch like an ‘S’, Then I had to pass over, all along the Chinese seas, And then passing North Korea under starvation, under poverty, I had to form a bed of roses right on the border of the two Koreas… And then, if I would be still alive on excursion, If your motorbike would protect me, I will reunite with you, I will reunite with you, reunite with you!
60. Vietnam şiirleri (2007-2008) 59 I will reunite with your hands weaving a painting, Reunification, reunification, reunification! That means it worths to die for that ideal, Vietnamese Feride, Korean Feride!.. And then for our moment of reunification, Your friends have probably installed their canvases already… Here’s life: Sometimes you draw a picture, Gayaneh, And on some other times, you become a picture; others will draw you at that time… Never mind, regardless of whether somebody will draw us or not, Spectacular will it be, that second of reunification! To forget my existence, my non-existence in your arms, As if we have spilled our own ashes over the ocean In order to be closer to you, with you, you within me, me within you, Vietnamese Gayaneh, Korean Gayaneh… Is it true that months past over our last rendezvous? Never mind… We’ll have too much time after this, In order to recover and restore more than 20 years Without a rendezvous… Your motorbike has accepted this legal tender too, By carrying me to you and by breaking down at this very place after reunifying me with you… I have developed a deeper attachment for the machines which reunify me with the sweetheart, Compared to my attachment to cats and dogs. I even feel more sympathy for the machines, A human of the Information Age, I am. Thus I want to bury your motorbike with a pompous ceremony, I want to bury it in a war cemetery, as it is a martyr. A martyr it is, since for the sake of our love, It sacrificed itself on the roads of Korea… “Motorbikes never die, our love cannot be divided!” Vietnamese Frida, Korean Frida… Should I climb onto the desk now? Don’t view me as your model, don’t draw my picture. Your studio will be at our home, next to my work room, But do not always carry your business to home. Don’t draw my picture, caress me only, caress me, caress me… And like the famous poem with the title ‘The Story’ which you listened to, Remember that I was stranded in the cities. Kiss me a little bit, “besame mucho”, besame un poco, Vietnamese Feride, Korean Feride… Tell me which of your fingers has drawn these pictures.
61. Vietnam şiirleri (2007-2008) 60 My question is not in a negative tone, asking “who drew those!” Tell me, so that I can get an idea of Which of your fingers I should kiss the most… And in my absence, and in my presence, In your absence, in my presence, Let us comply with the call for ‘Let the Sun Be in Our Hearts’, Let us have the sun in our hearts, Let us make our hearts our sun too, Vietnamese Gayaneh, Korean Gayaneh… You see, you have eaten the fish again, to draw their spines. You have eaten them in my absence, the fishbones are hurting your throat. This time, don’t draw those on the table, Rather, draw those hurting your throat in my absence; Because Korea is far from Vietnam And you had never had a motorbike in your lifetime. That means, I multiply my solitude in Vietnam without you; That means, you multiply your solitude in Korea. Because Korea is far from Vietnam And you had never had a motorbike in your lifetime… We have a few days left nevertheless, a few days… If waiting has not served its reward in our life, It will serve us the reward ultimately, at the end of those few days. It will be as if Tan Son Nhat Airport had been built only for us! When the aeroplane will land at the airport and when you will appear at the gate, This will be a new ‘Big Bang’ for the space, it will shake up the space, it will rock’n’roll the space, Vietnamese Frida, Korean Frida! Ho Chi Minh City, Viet Nam, September 5, 2007 (*) Info about the proper names mentioned in the poem: 1) Frido Kahlo (1907-1954): A Mexican female painter. The world remembered her in 2002 due to the movie with the same title, narrating her life. See http://en.wikipedia.org/wiki/Frida_Kahlo 2) Feride: The main (female) character in Resat Nuri Guntekin’s (1889-1956, a Turkish novelist) famous novel ‘Calikusu’ (‘The Wren’, 1922). Feride is an idealist francophone village teacher in the novel. See http://en.wikipedia.org/wiki/Re%C5%9Fat_Nuri_G%C3%BCntekin 3) Gayaneh: The title of the ballet masterpiece by the great Soviet-Armenian composer Aram Khachaturian (Արամ Խաչատրյան ; Аpaм Ильич Xaчaтypян) (1903-1978). It was completed in 1942 and ‘Gayaneh’ is also the name of the main
62. Vietnam şiirleri (2007-2008) 61 (female) character of the ballet. The pieces from the ballet have been widely used in movies including Stanley Kubrick’s ‘2001: A Space Odyssey’ as well as cartoons. See http://en.wikipedia.org/wiki/Gayaneh 4) ‘The Story’ (Hikaye): This is the title of a famous poem by Cahit Kulebi (1917- 1997, a poet of Turkish language). However, here it is not mentioned as a poem, but as a song by a Turkish rock musician Cem Karaca (1945-2004). See http://en.wikipedia.org/wiki/Cem_Karaca 5) ‘Have Sun in Your Heart’: This is a reference to a refreshing song composed and sung by a Turkish band ‘Kizilirmak (the Red River)’. The lyrics is by Cäsar Otto Hugo Flaischlen (1864-1920). The original title of the poem is ‘Hab Sonne im Herzen’. See http://de.wikipedia.org/wiki/C%C3%A4sar_Flaischlen 6) ‘Besame mucho!’: A famous Mexican song by Consuelo Velazquez written in 1940. The version referred in the poem is that by Beatles (1962). See http://en.wikipedia.org/wiki/B%C3%A9same_Mucho
63. Vietnam şiirleri (2007-2008) 62 Tektonik Hareketler: Kore 1950; Vietnam 1968 “Doğduğun yer değil doyduğun yerdir” derler vatan için, Sen hem doğduğum hem doyduğum yersin… Kore Savaşı’na gönderilmişsin, Vietnam Savaşı’na gönderilmişim, Kardeş kanı dökmek istemiyoruz, istemiyoruz, “Kardeş kanı döküleceğine, Bizim kanımız dökülsün” diyoruz... Döküyorlar kanımızı burada, orada, Dökecekler kanımızı Irak’ta, Dökecekler onlar hep dökecekler, Dökecekler kanımızı Şili’de... 1968’den geleceğe... Kore vatanın mı senin vatanın mı? Vietnam vatanım mı benim vatanım mı? Ben ki Vietnam’a gönderilmiş bir Kore subayı, Sen ki Kore’ye gönderilmiş bir Vietnam kurmayı... Vietnam, Kore, vatan mı, vatan mı... “Kalbindeyim” diyorsun “kalbinde, kalbinde”... Ben bu kalbi ovalıyorum, ovalıyorum kaç saattir bu kalbi, Ne cin çıktı karşıma gerçekleştirdi dileğimi, Ne sen çıktın karşıma, gerek kalmadı dilek dilemeye... Atom bombasını bulanlar da bulanlar da, Bomba bırakanlar da hiç aşık olmadı mı... Onların bu yıkıcı formülünü dengeleyecek Yapıcı bir formül bulunmadı mı?.. “Parçalamak daha kolay atomu, Önyargıları yıkmaktan” demiş ya Einstein, Atom parçalamak kolay da, kolay da, Kavuşturmak iki kalbi, iki uzak düşmüşü, Daha mı zor acaba... Bir sihirbazın şapkadan tavşan çıkarması gibi, Ovunca kalbimi, çıkagelir mi sevgili... Eskiden bir imiş anakaralar, Tek bir anakara varmış dünya üstünde. Sonra ayrışmışlar, ayrışmış onlar... Uzaklaşmış, uzaklaşmışlar onlar... Ve şimdi, Büyük Patlama’dan sonra, Genişleyen uzayın tersine, Yaklaşıyormuş anakaralar birbirine, Her dakika, her saniye. Demek ki, bekleyebilirsek milyonlarca sene, Kavuşacağız birbirimize... Ama bak bizim için bir saniye,
64. Vietnam şiirleri (2007-2008) 63 Bir milyon seneye denkse, Bizde farklı çalışmadaysa aşkın iç saati, O zaman... Of... Kestiremiyorum bile bizi birleştirecek milyonlarca yılın sayısını... Tektonik tabakam, tektonik kırığım, Tsunamim, selim, çekirge salgınım, Tutsak ettiğinde okyanusların, adacıklarımı, Narin parmaklarına karşı koymayacağım! 24 Eylül 2007, Ho Çi Min Kenti, Vietnam.
65. Vietnam şiirleri (2007-2008) 64 Yağmurlu Gecelerde Romatizmalı Eş için Söylenen Şarkı Sevmiyorum Vietnam’ın yağmurlarını, Kocamın dizlerini ağrıtıyor onlar. Kafaya düşünce acıtıyormuş kar, Burnu havuçlu imiş kardan adam, Bir Vietnamlı bilmez ki bunları... Güneşli günler göreceğiz demiş Nazım Hikmet. “Motorları maviliklere süreceğiz” O motor, kara değil deniz motoru idi... Deniz kaplumbağası, kara kaplumbağası... Yağmadığı sürece yağmurlar, Süreriz motoru yollarda süreriz, Ciğerlerimizde mavi bir deniz havası. Musonların söndüremediği ateşler vardır, Ve umut, umudumuz, Esperanto’muz, Tüm yağmurlarda kuru kalmıştır Ve elbette kalacaktır... Sevmiyorum yağmurları! Hayır! Sevmiyorum! Ner’den bulunur doktor bu cangılda... Nerededir şimdi Dr. Jivago... Raskolnikof’un da arkadaşları olmalı, Tıpta okuyan arkadaşları, Ama onlar da çok uzakta kaldı... Çoktan öldü, çoktan, Dang Thuy Tram da, O ölümünden sonra güncesi yayınlanan Vietnamlı doktor... Che, o doktor gönül adamı, Çoktan bırakıp gitti pabuçlarını... Ovalasam şimdi dizlerini, Geçer acın, çünkü benim karın ağrılarım da, Senin dokunuşlarınla geçmişti. İlacım idi önce önce, aşk mektupların senin, İlacım idi uzaklarda kocacığım, Şimdi düşün senin gibi acı çeken İnsanları, 200 ülkeden... 6800 dil konuşur onlar, Ama acı çektiler miydi acı, Hepsinde aynı yüz hatları, Hepsinde aynı kaygı... Musonların söndüremediği ateşler vardır, Ve umut, umudumuz, Esperanto’muz, Tüm yağmurlarda kuru kalmıştır Ve elbette kalacaktır...
66. Vietnam şiirleri (2007-2008) 65 Kocacığım, ağrırken senin dizlerin, Tüm acısı, aç gezenlerin, Kalbimde, dizlerimde, tüm bedenimde... Senin bedenin, benim bedenim... Dikkat et kocacığım, dikkat et sağlığına, Sonra kim babalık eder çocuklarıma... Çok uzaktayız artık denizden, Ne dalga kıpırtıları ne yosun kokuları, Kocacığım dizleri ağrıyan kocacığım, Güney Çin Denizi’ne giden son balıkçı teknesi de, Dönmedi geriye. Balıkçı aileleri, isterlerdi ki, Bu acı olmasın böğürlerinde, Onun yerine, ağrısın dizleri... Kocacığım benim, ben yanındayım, İşte budur “hastalıkta sağlıkta” dedikleri, Bu engin cangılda, sağlığı ner’den bulalım, Diz acısı düştü bize, daha kötü değil ki... Diz acısı alt tarafı, Hem de varken, beterin de beteri... Musonların söndüremediği ateşler vardır, Ve umut, umudumuz, Esperanto’muz, Tüm yağmurlarda kuru kalmıştır Ve elbette kalacaktır... Ngo Thuy Duyen Gezgin, Vietnamlı ressam, Eylül 2007, Kore Mektuptan şiirleştiren: Ngo Ulaş Başar Gezgin, 27 Eylül 2007, Ho Çi Min Kenti, Vietnam E-posta yerleği: ulas@teori.org Ağsayfası: http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=617&Itemid=32
67. Vietnam şiirleri (2007-2008) 66 (*) Bu şiir, aşağıdaki şiirden esinlenmiştir: UYKUSUZ GECELERDE EŞ İÇİN SÖYLENEN ŞARKI Uyuyamıyorsun değil mi birtanem? Havalandırmayı açayım istersen Ve perdeyi çekeyim senin için. Öyle dingin ki yüzeyi gölün; Nefret ediyorum sıcaktan, öyle sıcak ki, Daha mevsimin başı halbuki. Yeni döndü yaralı askerler, Savaş kesmemiş, bir de birahanede dövüştüler. Uyuyamıyorsun değil mi birtanem? Yükselecek gibi görünmede azgın taşkını suyun. Gözünü açmaya başladığında pirinç taneleri, Dönecek yeşil yeniden, sanki ekinler hiç yitmemişmiş gibi. Dostluk kurar ırmak, kayıklar ile Ve severler insanlar, kayıkçı şarkıları söylemeyi. Hadi uyu tıpış tıpış birtanem, kapatıyorum kapıyı, Görebilmek için üst kattan, Alevler içinde mi gerçekten palmiye ormanı Yakmışmış Vin Fu halkı birçok tepeyi. Sönmüş gibi görünüyor orman ateşi Ve rüzgar, bırakmış esmeyi. Rahatla birtanem, yalnızca rahatla. Kimin umurunda o aç evsizler Evsizler ki yemek dilenirler? Hadi uyu tıpış tıpış birtanem, uyu birtanem! Dilenir, sonra köylerine dönerler. Umur dediğin de bir söz değil mi sonuçta Pirinç bulunmuyor hiçbiryerde, ne var ki elde avuçta. Geç oldu, canım benim, uyu hadi, uyu sen! Kısacağım ışığı ben. Kimdi yakın arkadaşımızın Ölümünü haber veren sana kimdi? İnanma, çünkü iletişim ağları kesiktir Ve mektuplar yerine gitmemektedir. Hadi canım, uykuya dön, uykuya, uykuya hadi, Sesi mi sordun; oğlumuz, kabus görmüş, hepsi bu.
68. Vietnam şiirleri (2007-2008) 67 Oyuncak silahlarla, çuvallarla oynuyor günboyu, Haykırıyor yüksek sesli, Kurtuluş Ordusu askeri gibi. Büyüdüğünde O, on yıl sonrası, Anımsamayacak oyunlarını. Xuan Quynh, 1974 Vietnamlı şair Çeviren: Ulaş Başar Gezgin, 25 Temmuz 2007, Ho Çi Min Kenti, Vietnam E-posta yerleği: ulas@teori.org Ağsayfası: http://ulas.teori.org
69. Vietnam şiirleri (2007-2008) 68 Singing for Husband with Rheumatism on Rainy Nights I don’t like the rains of Vietnam, They put my husband’s knees in pain. I heard that snow hurts the head when it falls on it, The snow man had carrot on his nose, A Vietnamese can’t know this... Nazim Hikmet said “we will see sunny days, We will ride the motorboat to the blues.” That motor was not a motorbike, it was a motorboat... This sea tortoise, this land tortoise... As long as there will be no rains, We will ride the motorbike, we will ride, A blue sea air within our lungs. There exist fires that monsoons can’t extinguish, And hope, our hope, our Esperanto, Has stayed dry under all the rains And it will stay like that of course... I don’t like the rains! No! I don’t like! How could we find a doctor in this jungle... Where is Dr. Zhivago now... Raskolnikov would have friends too, Friends who are students of medicine, But they are far away too... Many years passed after Dang Thuy Tram’s death, That doctor whose diary was published post-humously... Che, that doctor, man of heart, Has left his shoes behind and gone... If I will rub your knees now, You will be relieved, because my stomach aches Had been relieved by your touches. Your love letters had been my medicine beforehand, They were my medicine in further lands my dear husband, Now just think about those people from 200 countries Who suffer like you... They speak 6800 languages, But when they have pain, They all have the same facial expression, They all have the same anxiety. There exist fires that monsoons can’t extinguish, And hope, our hope, our Esperanto, Has stayed dry under all the rains And it will stay like that of course...
70. Vietnam şiirleri (2007-2008) 69 My dear husband, when your knees are in pain, All the suffering of the starved people Are in my heart, in my knees, in all my body... Your body is my body... Take care of yourself my dear husband, take care of your health, Otherwise who will care for my children as their father... We have been already far from the sea, No twitches of the waves, no scent of the moss, My dear husband, my dear husband with knees in pain, The last fisher boat leaving the harbor for South China Sea Has not come back. The fisher families would not like to have This sorrow in their bosoms. Instead, they would prefer to have knees in pain... My dear husband, mine, I am with you now, That is what they name “in sickness or in health”. How can we find health in this immense jungle, The knees in pain is our share, it is not worse than that... At least, the problem of ‘knees in pain’ it is, There may have existed the worse than the worse... There exist fires that monsoons can’t extinguish, And hope, our hope, our Esperanto, Has stayed dry under all the rains And it will stay like that of course... Ngo Thuy Duyen Gezgin, September 2007, Korea Versifier from the letters: Ngo Ulas Basar Gezgin, September 27, 2007, Ho Chi Minh City, Vietnam E-mail: ulas@teori.org Website: http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=618&Itemid=43 (*) This poem is inspired by the poem ‘Singing for Husband on Sleepless Nights’ by Vietnamese poet Xuan Quynh (1974). See http://www.hal- pc.org/~dinhvu/khonngu.html
71. Vietnam şiirleri (2007-2008) 70 Hayatın Anlamı Üstüne Yarık-Uslu Tekerlemeler (1) Taş, Kaç, Döv Taş taşımak, taşıyamamak, Taşınmak, taşıllaşmak... Damlataşlarda damla damla taşlaşmak... Kaçmak, kaçınmak, kaşınmak, Kaş yarmak, kaş yardırmak... Peki ama kaça yarmak, kaça yardırmak?.. Dövmek, dövülmek, dövünmek, dövünüşmek, Davul dövmek, maraş dondurması dövmek, Dizlerini dövmek, başkasını döveceğine... Taşlamak, taşlanmak, taşlaştırmak, Taşmak, taşırmak, taşıtlarla taşınacakları Eskitaş Çağı’ndan Yenitaş Çağı’na taşımak... Kaçaklaşmak, kaçıklaştırmak, kaçamak yapmak, Kaçacak gibi yapmak, kaçmayacak gibi yapmak, Kaçak yaşamı kaçamak yaşama kaçırmak... Dövmelerle dövmek dövülmeyecekleri, Dövenlerin dövmesizliğine dövünmek, Dövünürken dövmeli olduklarını görmek... Hayat ki ezgili hayat, müzikli hayat, Ses çarpışması gibi oluyor anlatması onu, Hayat bu, ezgili hayat, müzikli hayat... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 28 Eylül 2007
72. Vietnam şiirleri (2007-2008) 71 İki Kişilik Yalnızlık, Tek Kişilik Yalnızlık Eskiden kendi kendime mektup gönderiyordum, Kendi kendimi arıyor, kendi kendime konuşuyordum, Kendime kendi kendime bakıyor, Kendi kendime açıp kendi kendime kapatıyordum kendimi... Sonra çıkageldi senin kendiliğin, Kendinden kendime mektup gönderdin, Kendimi aradı kendin, kendimle konuştu kendin, Kendindi bakan, kendime, Kendimi kendine açıp kendine kapattım kendimi... Sonra kendimleşti kendin senin, kendinleşti kendim benim, Kendi kendimize gönderdik mektupları, Konuştuk kendi kendimize, Kendi kendimize baktık kendi kendimize, Kendi kendimize bir açtık bir kapattık kendi kendimizi, Bir açtık bir kapattık... Ve uzağımda olduğunda, lanet ettiğim herhangi bir nedenle, Ayrışmış, hastalıklı bir kendilik gibi, Yine arıyorum ben kendi kendimi... İki kişilik bir yalnızlık bizdeki, Ama iyidir, iyidir o, her açıdan, Tek kişilik yalnızlıktan... Yanlış söylemiş şair, iki kişilik yalnızlığı yaşamamış şair, Yalnızlık da elbet paylaşılır, Paylaşıldıkça iki kişilik olur... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 28 Eylül 2007
73. Vietnam şiirleri (2007-2008) 72 Dini Bütün Kalkınma Modeli Değil mi ki gökdelenler daha yakındır tanrıya, Özelleştirilmelidir bunun için tapınaklar. Özelleştirilirse kiliseler, camiler, Hem iyi para kaldırırız ibadetten, Yok yok, olmasın yanlış anlama, o parayla, Daha yüksek gökdelenler yaparız, Daha yakın olsunlar diye tanrıya... Babil Kulesi’ni yıkan tanrılar, Tümden çıldırmış olmalılar, Kibir simgesi değildir kuleler, gökdelenler, Tanrıya en yakın olunan yerlerdir onlar, Kurulsun her yerde gökdelen camiler... Koçun henüz inmediği Japonya’da, Görmüştüm kapsül otel ustalarını. Tabutluk kadar odalarda yatıyor Japonlar, Girişimci ruhum kabardı görünce bunları. Girişimci nefsim kabardı hatta... Ölüm Oteli dikeceğim birkaç tane, Dubai’de, Birkaç tane de Antalya’da, Caddenin o yanında, bu yanında da, “Ölüm sonrası deneyimi yaşatılır” tabelasıyla, Tabutlar olacak, seccadeler, cenaze arabaları... Diğerleri henüz uyanmadı. Açılmadılar henüz, ölüm pazarına. Ölümden bile para kazanarak olur kalkınma... Gökdelenler, ölüm otelleri, babil kuleleri, İşte dini bütün kalkınma modeli... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 28 Eylül 2007
74. Vietnam şiirleri (2007-2008) 73 Çağlayan İmparatorluğu’nda Bir Gece ‘Hasta adam’ demektense, ‘Hasta kadın’ denebilir Çağlayan İmparatorluğu için... Ölüm döşeğindeki imparatoriçenin Hakkın rahmetine karışmasıyla, Aldı başını gitti bu ara, Cumhuriyet tartışmaları... Bir zaman yönetimidir ‘imparatorluk’ dedikleri, Dünün bugünü yönetmesi... ‘Komünizmin kızıl şafağı’ denir yarının bugünü yönetmesine... Bugünün bugünü yönetmesine ise, ‘Cumhuriyet, demokrasi vb vb’ denir, Ve buradaki vb’ler bir hayli önemliler... Çünkü bu vb’ler, çeşit çeşit rengi yansıtan ilk meclisi, Kathmandu’dan Katalanya’ya uzanan dağlı hareketleri vb vb temsil etmededir Ve buradaki vb’ler de önemli... Adriyatik’ten Çin Seddi’ne olmasa bile, Kathmandu’dan Katalanya’ya bir dünya... “Yok, yoktu” desek yeridir ilk meclis için, Bir tek {yok} yoktu vb vb. Buradaki vb’ler de önemli… Bu meclis, toplandığında yeraltı tünellerinde, Çağlayan İmparatorluğu’nun geçmişin imgeleriyle, Geçmişin imgeleriyle dolup dolup taşıvermesine, Razı gelmediğini bildirdi… “Bugün yönetmeli bugünü!” diye ünledi! Meclis, uyarak halkın taleplerine, ‘Yeni Çağ Cumhuriyeti’ olarak değiştirdi ülkenin adını, Dünkü ‘Hasta Kadın’, sözde ‘Hasta Kadın’, Dünkü Çağlayan İmparatorluğu, Yeniden doğdu ‘Yeni Çağ Cumhuriyeti’ olarak… Kutlu olsun 2. Cumhuriyet tartışmalarına dek vb vb… Buradaki vb’ler de önemli… Şanghay yakınları, Çin, 30 Eylül 2007
75. Vietnam şiirleri (2007-2008) 74 Seni Sevmek için Sevdim Tüm O Kadınları... “Ben yalnızca seni sevdim” diyorum işte sana, Yaslamışım başımı karnına, “Yalnız seni sevdim, yalnız seni sevdim, Sevdiğim tüm o kadınları, kadınları, Seni sevmek için sevdim, sevmek için sevdim.” “Ben de” diyorsun “hep seni sevdim ve Hep korktum senden... O öyküleri yazdığında, Gurur duydum, hep gurur duydum ama Hep reddettim seni hep, Korktum çünkü aşırı sevginden...” Ve şimdi ben evliyim, karımı senden çok sevdiğim Doğruysa da; onu da, seni sevmek için sevdim, Sevmek için sevdim... Üç kişilik olamaz mı modern bir evlilik, Dışar’da bırakarak çocukları?.. Hem, bir düş bu; sen de demek ki hayaletsin, Ve hiç bir şey söylememiş, hiç bir sınırlama getirmemiştir Evlenilebilecek hayalet sayısına, Modern evlilik kurumları... Bir gerçek, bir de hayalet karım var demek ki, Hayalet deyip de geçmemeli, her gece, uyuduğumda, Onunla geçiriyorum düşlerimde tüm gecelerimi... Maket uçaklar uçurduk seninle bu gece örneğin, Haliç’in bir kıyısından öte kıyısına... En büyük tırların bile taşıyamayacağı Kalp yüklerini, gönül ağırlıklarını, Yüklemiştik maket uçaklarımıza, Ve hepsi, hepsi ama hepsi, Çakıldı... Haliç, Bir gönül ağırlıkları mezarlığı... Uzak bir ülkedeymişsin şimdi, çalışıyormuşsun... Rusça notlar dolaştırırdım oysa, felsefe toplantılarında, Birgün sana ulaşır umuduyla...
76. Vietnam şiirleri (2007-2008) 75 Benzemezse de Rus harfleri Ermenice’ye, Ermenice elyazısından yazanın sen olduğunu anlayabildiğim gibi, Sen de Rusça elyazımdan anlardın yazanın ben olduğumu... Dahası, bakıp harflere, anlardın, Bugün ne kadar çok sevdiğimi seni, Ne kadar efkar yüklü olduğunu bulutlarımın; Zaten yağmurlarımdır, efkarlı yağmurlarımdır elyazım... “Minyon tipi bir kalbin var” dedi doktor, haklı tabii, Minyon tipi kalplere fazla yüklenmemeli... Ama gündüz başka, gece düşlerde başka İki kadınla evli ben, Bilmiyorum gece mi duracak sonunda, Gündüz mü duracak yoksa, Bu minyon kalbim... Çin’e gittim, dinlendirmek için minyon kalbimi, Ama yine onunla evliyim geceleri tüm düşlerde... Vietnam’da uyurken karımın kollarında, Ona sarılıyordum yine düşlerimde... “Ben yalnızca seni sevdim” diyorum işte sana, Yaslamışım başımı karnına, “Yalnız seni sevdim, yalnız seni sevdim, Sevdiğim tüm o kadınları, kadınları, Seni sevmek için sevdim, sevmek için sevdim.” Rudong, Çin, 4 Ekim 2007
77. Vietnam şiirleri (2007-2008) 76 En Büyük Performans Sanatçısıdır Doğa Ana “Doğa ana bereketlidir” sözünü, Doğa ana seni bana Armağan etmeden önce, Anlamazdım... İlk başlarda, “doğa ana var da neden Doğa baba yok?! Tersinden ayrımcılık bu!” dediysem de, Doğanın bu seni bana armağan eden bereketi, Analara, anaçlığa yakışır besbelli... Bir performans sanatçısıdır doğa ana ya da Senin tüm yaşamını bir performans sanatı gibi algılamamı, Başka bir gerçeğe bağlamalı::: En büyük performans sanatçısıdır doğa ana, Öyle büyüktür ki onun yapıtı, Yapıtının performans sanatı olduğunu anlayamaz, Hiç mi hiç anlayamazlar insan yavruları... Havanın varlığını Havasız kaldıklarında anlamaları gibi... Ben, sende anladım doğa anayı, performans sanatını, performans sanatçısı doğa anayı... Ben, sende daha neler neler anladım, anladım, anladım... Seninle bir varlığımı, Sensiz kaldığımda anladım; Havanın varlığını, Havasız kaldığımda anlayışım gibi... Seninle, benim de, Kocaman bir performans sanatı oluyor yaşamım, Seninle geçen her günde, saniyesi saniyesine... “Doğa ana bereketlidir” sözünü, Doğa ana seni bana Armağan ettikten sonra Anladım... İlk başlarda, “doğa ana var da neden Doğa baba yok?! Tersinden ayrımcılık bu!” desem de, Doğanın bu seni bana armağan eden bereketi, Analara, anaçlığa yakışır besbelli... Rudong, Çin, 5 Ekim 2007
78. Vietnam şiirleri (2007-2008) 77 Bir Çin Köyünde, Özleminle... Pamuğa dokunuyorum pamuğa, Pamuk tarlalarında... Tuğlalar, yengeç çiftlikleri, ateş fırını... Su kabakları saçılmış her yere, Ve yabanıl kazlar, bir görünüp bir yitmede... Geceyi gündüzü katmışlar önlerine, Gündüz de gece de aynı senfoni... Geceyi gündüzü karıştırmış cırcır böcekleri... Sen bana doğa ananın en güzel armağanı Olduğuna göre, “Saklamıştır” dedim “belki doğa ana, bu küçük Çin köyünde, Senin parçalarını...” Böceklerin delik deşik ettiği çiçek yapraklarında Aradım, varlığını da yokluğunu da... Mısır koçanları arasında, püsküllerde, tanelerin küçük mü küçük çizgilerinde, Aradım gözlerini... Kestiğimiz kamışları nasıl yiyeceğimizi gösterdi bana ana, Mahzun mahzun bakıyorlardı patlıcanlar yapraklarından oysa... Ve öyle şiddetliydi ki arayışım seni, Kaçırıverdik iyi mi, Şansını denemek isteyen balıkçı dedeyi... Toprak yollardaki traktör izlerinde aradım sonra ellerini... Boyumu aşan o bambularda, Senin boyunu ölçtüm yeniden, Şu boğum olmalıydı denk gelen, senin boyuna... Kuş cıvıltılarında aradım dudaklarını, kesik keçi melemelerinde... Kalmamış ki artık, derede, kurbağa; bulamam parmaklarını artık, vraklamalarda... Lezzetli geliyor olmalılar, köylülerin damaklarına... Oysa boynunu bükmüşse ayçiçekleri, Yabanıl buğdaylarla söyleşir gibi;
79. Vietnam şiirleri (2007-2008) 78 Boşa değil, görüyor onlar da, Yokluğunun varlığımda açtığı kocaman deliği... Yerfıstığı ve fasülye, börülce değil, fasülye. Vietnam’da ‘fasülye’ derler ya börülceye ve fasülye pek bulunmaz, ülkede; Burada, bu Çin köyünde soluduğum, Aydın’ın, İzmir’in havasıdır belli ki... Burada, fasülye ne kadar fasülyeyse, Börülce de o kadar börülcedir değil mi ki... Çek bir sandalye güzelim, bu sofrada, Bir tek sen eksiksin... Kaseden iç bu defa, Hep kadehten mi içeceksin... Neyi katsam önümde açılmış yufkaya, söyle bana, Neyi katsam oturursun karşıma, bu sofraya... Bisiklet tıngırtıları bile karıştı seni arayışıma... Kuruyabilir bu durumda, hasırlarda yerfıstıkları da... Bitki kökleri, yengeçler, balık, mısır da bulunsun sofrada. Ve elbette vazgeçilmezidir soframızın, ‘pirinç’ dediğin harika... Beyazlasın mısırlar hasır sepetlerde, Herşey, hasır, hasır, hasır, nasılsa... Ve aldırış etme sineklere, Evet, şapkamız da hasır, yataklarımız da... Sofrada, lotus börekleri, tofugiller, salatagiller, yılanbalıkları, yoğurt var. Üzüm, elma, mandalina, nar... Hepsi sofradalar... Ama gülüm, niye öğretmedin bu çubukları... Nasıl yerim bilmem ki, tek tek pirinç tanelerini çubukla... Döktükçe taneleri sofraya, gülüyor bütün hane halkı... Zaten eve misafirliğe gelen çocuk da, “Merhaba!” bile demedi bana, Kaçtı utanarak, “Konuşmam asla yabancılarla!” diye huysuzlanarak... Yıldan yıla değişiyor doğum günleri... Güneş takvimi yerine ay takvimi olunca, Her yıl başka zamanlarda doğuyor köyün çocukları... Ama biliyoruz en azından, hangi yılda doğduğumuzu ya, At Yılı’nda doğmuşluğumuzun tadını çıkarıyoruz arkadaşlarla...
80. Vietnam şiirleri (2007-2008) 79 Mandallar asılı dursun bırak, Asalım ıslak uçurtmalarımızı... Bambu flütler, bırak, salsınlar suya, Esrarengiz çığlıklarını... Nenenin yüzündeki kırışıklıklar, Ağaç halkalarıdır köy için... Anlatır, nasıl gitmiştir dede, askere; Nasıl çarpışmıştır Kurtuluş Ordusu’nda, Bundan 60 yıl önce... Boşa değil, asılıdır üniformalı resmi; Onun, ömründe çekilmiş tek resmi... Şimdi soğuk olsa da, kül olsa da, toprak olsa da, Sıcaktı bir zamanlar bedeni, Çarpışırken Kurtuluş Ordusu’nda... Evdeki alçı sıvalı duvarlardır, Karşı konulmaz özlemimi anlatan sana... Fırtına gelmiştir, yağmur gelmiştir, Kırıp geçmiştir duvarları... Özlemin yağdı bu eve, esti, yıktı, geçti duvarları... Yapabileceğim tek şey ne? Yeniden alçılamak yeniden, duvarları... Kıvrıla kıvrıla gezinir ya yılanlar derede, Kıvrana kıvrana yürüyorum ben de, Özleminle kavrula kıvrana... Köy türküleri söyledim defalarca Dinlenmek için kollarında... Kolların, ellerin, öylesine uzakta... Kuyudan su çekerken, su çekerken, Ner’desin? Kuyuda mı, kovada mı, ipte mi? Didikledim hepsini, duymak için sesini, Boşa yankı verdi karanlık dehlizleri... Yoktun yığılmış çalılar, odunlar arasında da... Sofra kalktı, teyze yine örgü örmeye başladı... Çin’e gelseydin ya, gelemiyorsan Vietnam’a... 24 saat, bir, askerler için; bir de sevgililer için Uzun sayılır... 26 günse, Sanki 26 yüzyıl...
81. Vietnam şiirleri (2007-2008) 80 Gelmek, gitmek kadar kolay olsaydı; Uzak, yakın kadar yakın olsaydı... Sofra kalktı, önümde boş kaselerle, Boşluğun, yokluğun, yoksunluğum saplanıveriyor böğrüme... Gelmek, gitmek kadar kolay olmalı! Kolay olmalı! Kolay olmalı! Kan gibi bir nar bizdeki aşk da, Öylesine çok kanamış yaralarımız, bizliğimizden önce... Kaynamış sonra sonra, yaralarımız birbirine; Kabuk bağlamışlar, narlaşmışlar gün geçtikçe Nar çiçeklerimiz de... Nar gibi bir bütünüz şimdi demek ki biz de! Milyonlarca parçamız kaynaşmış birbirine. Kabuklaşmış, aşkımız, korumak için taneleri, Hep birlikte, her birini, heplikte ve hiçlikte... Ulaş Başar Gezgin, Rudong yakınında bir köy, Çin, 1 Ekim 2007
82. Vietnam şiirleri (2007-2008) 81 Gürültübilimci Kent gürültülerinin uzmanı oldum, Uzman gürültübilimci ben, Biliyorum şimdi Vietnam’ın rüzgarları, Ne yönden gelir, ner’den nereye eser... Sabah altıda çalışmaya başlar işçiler, Akşam altı dedin mi sessizce eve dönerler... Çekiçler, vinçler, kaynak sesleri, Her gün tüm Vietnam’ı inletirler... Vietnam: Bir geçiş ülkesi, kalkınma ülkesi... İşte bu seslere motosiklet sesleri, Çok ama çok sonra eklenmiş diyorlar, Ne ekleyeni bilirim ne de ne zaman eklendiğini, Ama o ezberlediğim sesleri çıkaran motosikleti, Her yerde tanırım, görmesem de tanırım elbette... Çünkü seni gelişin demektir o gürültü oratoryusu, Gürültüden de oratorya yapılır elbet, Çünkü birer oratorya yakışır senin her gelişine evet... Tam yanamayan ama tam da tükenmemiş ışık, Bir yanar bir söner tepemizde, Kanadı kırık kuş gibidir, Ya da kanatlı bir varlık ama bilmez, Bu kanatlar(,) varlığı, göklere nasıl savurur... Işık oyunlarının da böylece uzmanı oldum, Gölge oyunlarının, kukla sayımlarının... Ama herşeyin üstündedir elbette, Gürültübilimine katkılarım... Çıkar bana gürültünü, ne olduğunu söyleyeyim senin... Çoğu bilimler hemen hemen her zaman, Gürültü yapmaktan öte bir işe yaramadığına göre, Bu gürültübilimi, felsefeyi de sollamış olmalı, Gürültübilim, ne çok bilimin anası... Kent gürültülerinin uzmanı oldum,
83. Vietnam şiirleri (2007-2008) 82 Uzman gürültübilimci ben, Biliyorum şimdi Vietnam’ın rüzgarları, Ne yönden gelir, ner’den nereye eser... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 3 Kasım 2007
84. Vietnam şiirleri (2007-2008) 83 Küçük Asya’dan Büyük Asya’ya Herakleitos Herşey ne kadar çabuk değişti, Ülke değişti, gezegen değişti, Asya’da yaşamış olsa idi Herakleitos, “Aynı musonda iki kez yıkanamazsın” diyecekti... Eski binalar yıkıldı, yeni binalar dikildi, Yeni binalar yıkıldı, eski binalar dikildi... Çin ve Vietnam... Lokantayı yer ayırtmak için değil de, Binanın yıkılıp yıkılmadığını öğrenmek için aradığınız İki nadide ülke... Başka yerlerde yok böylesi belki de... Herşey çabuk değişmiş olamaz, hayır, hayır, olamaz, Daha yavaş değişmesi beklenir kimilerinin, Belki hatta yerli yerinde duranlar bile olabilir... Yerli yerinde, yabancı yerinde duruyor olabilir... Her renk herşeyle birlikte kirleniyor olsaydı, Kim anlardı onların kirlenmiş olduklarını?.. Birinciliği beyaza vermeyi geçtik, O beyazın bugün gördüğümüz beyaz olduğunu kim anlardı, Kimi varlıklar daha az hızlı değişmiyor olsaydı... Ya yokluk? Yokluğun ne biçimdir değişim hızı? Yok mudur yokluğun değişim hızı? Yoksa, yok-değişimin yok-hızı olarak Bir varlığı var mıdır, iki kez yıkanılamayan?.. Demek ki her değişimin hızı, Değişmemenin de hızını ister bizden, düşünüp taşınırken... Bire mi eşittir değişim ile değişmemenin katsayısı?.. Demek ki soru şu: Neler değişmemiş ya da az değişmiş ki, Hızlı değişmiş gibi görünmüş göze diğerleri; Örneğin iki kere yıkanamayacak olsak da aynı musonda, Aynı olmayan musonların varolduğuna, Aynı ya da farklı musonların bizi ıslatıp durduğuna, Bizi traktörüne alan Vietnam köylüsü bile, ‘Şıp’ dedin miydi kanaat getirdi... Ne değişti, ne değişmedi? İnsandaki değişim isteği?.. Değişmedi... Buna da veto hakkını kullanacak, Herakleitos elbette; “Aynı istekle iki kez değişemezsin” diyecek belki...
85. Vietnam şiirleri (2007-2008) 84 Vay babam Herakleitos sen ne adamsın, Pirinç rakısı içesi gelir seninle konuşanın... Çıkıp Efes’ten bize misafir olsaydın, “Pirinç değişti, rakı değişti ama sarhoşluk sabit” buyuracaktın... Sen işte o zaman bize anlatacaktın, Değişenler nasıl doğuruyor değişmeyenleri... Değil mi?.. “Aynı resmi iki kez çizemem” dedi Gayaneh... Picasso, Leonardo kopyalarında bile, Derin bir incelemeyle görülecektir ki, Ufak ayrıntılarla ayrılır herbiri... Aynı resmi çizemeyiz iki kere, Mozart’ı çalamayız iki kere aynı biçimde, Ve her çalışımızda Mozart’ı, değişir Mozart’ın anlamı... Peki Herakleitos usta, ya bir aşkı, biricik aşkı?.. İki kez yaşayamaz mısın bir aşkı, biricik aşkı? Her saniye yaşanabilir aynı aşk, Doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiyle olundu mu... Aynı ırmakta iki kez yıkanamıyoruz, Yıkanamıyoruz aynı musonda iki defa... Ama bak, aşkın kimi türleri varmış ki, Değişmezmiş, değişmeyebilirmiş... O zaman ne gerek var ırmakta yıkanmaya, yıkanmaya musonda... Amma da yaptın sen Herakleitos usta... Bırak yıkasın seni aşk, değişmeyen aşk... Bırak yalnızca o yıkasın seni bundan sonra... İşte demek ki örneğin aşk, değişmediği içindir ki, Irmak, muson, ‘yıldızlı gece’, herşey, herşey evrende, Değişir gibi görünüyor ve elbette değişiyorlar, Aşkın değişmezliğinin peşi sıra... Herşey ne kadar çabuk değişti, Ülke değişti, gezegen değişti, Asya’da yaşamış olsa idi Herakleitos, “Aşkın değişmezliğini veri kabul ederek, Aynı musonda iki kez yıkanamazsın” diyecekti... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 4 Kasım 2007
86. Vietnam şiirleri (2007-2008) 85 Sözkurtaransızlık “Sözsüzlük denizinde kaybol” diyorsun, Son çırpınışlarım bu, son sözlerim. Ne çok düşünür fikir yürüttü insanla hayvan arasındaki fark üstüne... Konuşan hayvandır insan, Konuşmayan insandır hayvan... Bunu anladım, öğrettin... Hayvanlaşır konuşmayan insan, Kükrer hayvan, Miyavlar hayvan, Havlar hayvan, Konuşur, konuşur, konuşur insan... “Sözsüzlük denizinde kaybol” diyorsun, Son çırpınışlarım bu, son sözlerim. Çırpınıyorum, çırpınıyorum, İzliyorsun kıyıdan... Söz bir anakaradır ayakların altında... Sözüm ben de, yekpare sözüm tepeden tırnağa... Ayaklarının altında değilim bu kez, Çırpınıyorum sözsüzlük sularında... Susmam yok olmam demektir, İzin verme yok olmama, Bu kıyıya sözkurtaran olmayacaksan da, Haber ver en azından bir sözkurtarana... Sonra taşıdığında sözsüzlükle şişmiş bedenimi kıyıya, ‘Suni teneffüs’ mü dersin artık ona, ‘Söz üfleme’ mi dersin dudaklarıma... Sonra taşıdığında sözsüzlükle şişmiş bedenimi kıyıya, Bastır karnıma ellerini sıkıca, Çıksın benden öte, sözsüzlük adına ne varsa... “Sözsüzlük denizinde kaybol” dedin, ben de oldum. Karnım ki şişmiştir şimdi tüm sözsüzlüklerle, Bana kar etmez artık sözlükler... Ve ama ben senin gibi, Kendimi resimlerle anlatamam ki... “Kaybol” diyorsan bana “sözsüzlük denizinde” Ben de derim sana “kaybol, imgesizlik denizinde”...
87. Vietnam şiirleri (2007-2008) 86 Ve söz, sana söz, kendi ellerimle çıkaracağım ben, Şişmiş karnından, tüm imgesizliklerini birer birer... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 8 Kasım 2007
88. Vietnam şiirleri (2007-2008) 87 Vietnam, 1975 – Bir Yetim Yüzün kir pas içindedir çocuk. Mezarın cangıl içinde Kökler örtmüştür üstünü çoktan, Nice yağmurlarla ıslanmış toprak, Bir tek o sevecenlik göstermiş sana… Çabuk gel, sel alır buraları, Kalır ağaçlar kalırlar onlar, Sularla çevrili cıscıbıldak. Senin şansın yalnızca biraz daha iyi, çocuk, Çöpe bırakılmış çocuktan, çöp çocuktan. Senin şansın biraz daha iyidir evlat, Sokak köpeklerinden, çöp kedilerinden. Kapatır yüzünü düşlerinde anan, Kocaman muz yapraklarıyla. Baban, düşlerinde maskeler takar. Görmediğin yüz, duymadığın ses, İşte budur, işte budur, İşte budur anan, baban… Tırman şimdi hindistan cevizi ağaçlarına, Kentler seni kollarına almadıysa da, Bu cangıl, bu uçsuz bucaksız saklambaç alanı, Besler, doyurur seni, sıvazlar elbet omzunu, Uyuyakaldığında uzayan gölgeler boyu. Yardım et sen de avlanılmak istenen, Katledilmek istenen hayvanlara… İnsanlar için de hayvanlar için de, Zordur anayı çocuktan ayırması… Durulmuş sular aynan olsun, Ve sakın bakma arkana bir daha… Bırak yaşasınlar, kentlerde yaşasınlar, Ateşi bulanlar… Ormanı yakacaklar onlar… Ve çekilsin milyonlarca aile fotoğrafı, Çekilsin, sensiz çekilsinler onlar. Siyah-beyazdan renkliye geçsin baskı, Yeni yetmelere gebe kalsın kadınlar.
89. Vietnam şiirleri (2007-2008) 88 Bırak dolup boşalsın bigbörgırlar, mekdanıldslar. Ve bırak biriksin nüfus sayımları, istatistikler, kestirimler. Dolsun boşalsın, dolsun boşalsınlar evrak dolapları. Yeni çöplerle dolsun, eskileriyle kirli, çöp kutuları… Dizginlenir kimisi atların, Kimisi dizgin tanımaz… Kimisi dizgindir bu kentlilerin, Kimisi bildiğin attır. At! Yolun düşerse savaşçı barınaklarına, Susamış abine, ablana su dolu avcunu uzat. Yapraklar tanık olurlar nasılsa, Tanık olurlar tanıksız varlığına… Ve görünme savaşa karşın yine de gelen safari tutkunlarına… Ve teselli etmeyi unutma dişi sökülmüş filleri. Ve sonra savaşçılar, silahlarını doğrultacak olsalar da sana, Dün uzattığın su dolu avcu anımsayacaktır elbet onlar da. Ben de seni anımsayacağım, gizledin beni düşmandan, Yapraklar açığa vurmuşken tekinsiz durumumu, Yapraklara söz geçirensin sen evlat, Ellerinle ördün kurtuluşumuzu… Fotoğrafçılar elbet seni bulamazlar, Uzanmaz, eli, gazetecilerin, buralara. Sen şimdi bilinmeyen mezarından bak, Ne fotoğrafçı ne gazeteciyim ben, Seslerle acıkır, sözlerle doyarım ben. Bir ağaçsam, tepeden tırnağa söz ağacıyım, ses ağacı… Bırak artsın sayısı boş kola kutularının, Bırak birkaç bin ton daha artsın kişi başına düşen bomba varlığı, Demokrasi adına hepsi demokrasi adına, Yapraklarımıza sıkılan kimyasallar da demokrasi adına, Demokrasi sıkıldı tüm yapraklarımıza, suyu çıkıp pörsüdü o da, Ve kuşandı kılıncını demokrasi adına rambo paşa. Suyun altında son nefesini vermekten iyidir elbet, Bu engin cangılda can vermesi… Ve can, canın, bir parçası ise doğa ananın, -Ve evet öyle.- Canın cana kavuşmasıdır doğum da ölüm de…
90. Vietnam şiirleri (2007-2008) 89 Gölgelere bırak tüm sözü gölgelere, Gerçek(’)ten çok uzağız, çok uzak, herkes uzak… Kendi gölgen bile yanıltırken işte seni, Hangi gölge doğruyu söyleyecek ki… Gölgelerin de gölgesi olmalı, olmalı… Sonra süpürsün o rahip, çalıları, Terleyecek, ağır ağır terleyecek ama süpürsün, Ve silerken alnının ıslağını, Bakışını ölü bedenine düşürsün… Yüzün kir pas içindedir çocuk. Mezarın cangıl içinde Kökler örtmüştür üstünü çoktan, Nice yağmurlarla ıslanmış toprak, Bir tek o sevecenlik göstermiş sana… Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 10 Kasım 2007
91. Vietnam şiirleri (2007-2008) 90 Güneşe Gömülmek, Güneşle Gömülmek Daha az sıcak olan, Yakabilir mi daha çok sıcak olanı... Bu yüzden hedef bilmiştik kendimize, O yanardağ ağzını... Ovalara ateş getirmiş ellerimizle, Sıcak kumlara alışmış çıplak ayaklarımızla, modernleşme çöllerinde... Takılıp düşüverdiğinde kayalar arasında, Koptu ellerimiz bir anlığına. O zaman anladın, elimi tutmadan da, Daha sıcak imişsin yanardağ ağzından. O zaman anladın; dedin ki, “Güneşin doğduğu yere gidiyorum, ısınmak için daha fazla, Sen de git boylu boyunca Güneşin battığı yere!..” Oysa ben seni bunca yıl, bunca ülkede, Bunun için, en çok bunun için takip etmiştim. Sen ya güneşin doğduğu yerdin, Ya da ta kendisiydin güneşin... Vazgeçtim, savurma öyleyse, Ölü bedenimi, küllerimi, engin denizlere. Güneşin doğduğu yerse ölüme yattığım yer, Bırak! Kaldırma cesedimi! Güneşe, güneşle gömülmeliyim! Çünkü sönmüş bir yıldızdır güneş şimdi belki... Ama sen ta kendisi isen güneşin; Bir cesedi ömür boyu bedeninde taşımak, Oldukça ağır bir yük olsa da, Beni, hücrelerimi; dünyayı daha fazla aydınlatmak için kullandığında, Kurumuş kemiklerimi de, aydınlatmak için; aydınlatmak için!; Engin denizlere kavuşamadığıma üzülmeyeceğim işte o zaman, Çünkü güneş bir denizdir benim için. Sen bir güneşsin, demek ki denizsin, Küllerimin son kavuşacağı yersin... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 12 Aralık 2007
92. Vietnam şiirleri (2007-2008) 91 “Korkunç Güzel!” “Tüm sözcüklerin, tüm şiirlerin korkunç güzel” demişsin, Oysa ben yalnızca, Bana bıraktığın sözcüklerle yazıyorum yalnızca, Ve çoğunu alıp gitmiştin Uzakdiyar’da, karlı bir akşamda… “Gözlüklerinden yansıyan tüm imgeler hem de tüm imgeler Korkunç güzel” diyebilirsin, Korkunç güzel olduğunu düşünüyorsan kendinin, Çünkü giderken bütün imgeleri alıp da gittin, Bıraktığın, yalnızca, kendi resmin… “Tüm ölümlerin korkunç güzel, tüm yaşamların korkunç güzel” Dedin mi? Demedin… Diyemezdin çünkü bir tek yaşam gördün ve bir tek ölüm, Bilmezdin her gün ölüp ölüp dirildiğimi… Aslında herşeyim, korkunç güzeldir benim madam, Korkudan güzelleşmiştir herşeyim, herşeyim, herşeyim… Aslında herşeyim, korkutularak çirkinleştirilemeyenlerden yanadır madam, Sevimli ve çirkin sözcüklerle anlatılabilir elbette korkunç güzellikler… “Tüm sözcüklerin, tüm şiirlerin korkunç güzel” demişsiniz madam, Bakın ne çabuk sizleştiniz bende, aldığınız amerikan soyadlarıyla… Oysa ben yalnızca, Bana sadaka diye verdiğiniz sözcüklerle yazıyorum yalnızca, Ve çoğu eriyip gitti kardan sözcüklerin, sözcükler ki sudan şeylerdir onlar şimdi… Tüm sözcükler eridi gitti, sudanlaştı, buhurdanlaştı, korkunçlaştı güzellikler, Şimdi sevimli görünür tüm o çirkinlikler… Kürke işlemiyor sözcükler ne gam; hem, neye yarar, Eli ele kavuşturmayan, sözcük bile denemeyecek lakırtılar… Aslında sözcükler değil, sözcükler değil, Sizsiniz korkunç güzel olan, sizsiniz, siz! Korkutan bir güzelliğiniz var sizin, Yerden yere vuruyor hala tüm cesaretimi… Söndürüyor tüm ışıkları, karartıyor tüm evreni hala, Korkunç güzelliğiniz…
93. Vietnam şiirleri (2007-2008) 92 Sözcükleri korkunç güzel yapanlar, Yazanlar değil demek ki; Sözcükleri bir anlama yoranlardır onlar… Bana bıraktığınız sözcüklerla anca’ bu kadarı, Böylesi korkunç bir güzelliğe böylesi korkunç güzel sözcükler yaraşmalı… Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 27 Kasım 2007
94. Vietnam şiirleri (2007-2008) 93 Lanetli Ev Bu evde çalmaz telefonlar, Çalarsa yalnızca alarm çalar. Bu evden aranan telefonlar, Düşmezler bir türlü, meşgule vururlar. Bu evin içi kıştır oniki ay dur duraksız, Takmaz tropikal iklimi bu evin içi. Bu evin dışı, günlük güneşlik, İçerisi hep akşam, hep akşam, hep akşam. Bu evde çalışmaz ışıklar, Bir yanar bir sönerler onlar. Bu evde rüzgar sesi çıkarır her zaman; Dışa açılmaz, içeriye açılır kapılar. Daha ağır hissediliyor bu evde yalnızlık. Uzaktır bu ev, yemek kokularına da. Kirlidir camlar, belki hiç silinmemiş. Evin tek süsüdür örümcek ağları. Ve dumanlıdır tüm duvar boyları. Herşey yerli yerinde olabilirdi, Bir yanda masa, bir yanda sandalye, Herşey oldu olurunda olabilirdi, Bir yanda yatak, üstünde şilte... Bir eksik... Bütün hepsi tek bir eksikten... Boşuna örmez ki ağlarını örümcekler... Bir eksik...Yanıt arayan, boşlukta gezinen bir soru: Ne zaman döneceksin, dolduracaksın boşluğu... Kapıyı çarpmak da bir çözümdür, Kapıyı aralamak da yanı sıra. Sen de biliyorsun çarparken kapıyı, Aralamak istemiştin aslında kapıyı... Bu evde çalmaz telefonlar, Çalarsa yalnızca alarm çalar. Bu evden aranan telefonlar,
95. Vietnam şiirleri (2007-2008) 94 Düşmezler bir türlü, meşgule vururlar. Eskiden böyle değillerdi, kapı çarpılmazdan önce, Kimbilir nice zaman, bundan sonra böyle... Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 4 Aralık 2007
96. Vietnam şiirleri (2007-2008) 95 Her An Gibi Yaşamak Bir ağaca bakıyorum, Her an başıma yıkılacakmış gibi bakıyorum. Toprağa basıyorum, Her an beni bataklıkçasına içine çekecekmiş gibi basıyorum. Her an gidecekmişsin gibi bakıyorum sana. Her an gidecekmişsin gibi yaslanıyorum sana. “Güzel bir yer burası” diyorsun, güzel bir yer elbet. Her an kötüleşecekmiş gibi bakıyorum, daha da daha da kötüleşecekmiş... Her an gibi yaşamak, Geçip gidicilik işte... Bunun için daha da yadırgatıcı geliyor, Ben’den, ben’liğimden söz etmek... Bir an, konuşana kadar, geçip gitmiş olur, değil mi ya... ‘Ben’, kalıcı; ben, gidici... ‘Ben’lik, kalıcı; benliğim, gidici... Her an gibi yaşıyorum, Her an yitip gidecekmiş gibi... Bir an yaşamış gibi, O an yaşlanmış gibi... Bağımsızlık Sarayı, Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 9 Ocak 2008
97. Vietnam şiirleri (2007-2008) 96 http://ulas.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=15&Itemid=36 Bir Avustralya üniversitesinin Vietnam yerleşkesinde tutumbilim (iktisat) dersleri vermekte olan ve günlük Evrensel Gazetesi’ne Asya-Pasifik üstüne köşe yazısı yazan Dr. Ulaş Başar Gezgin, 1978’de İstanbul’da doğdu. Darüşşafaka Lisesi’nden sonra, lisans (2000) ve yüksek lisans (2002) derecesini Boğaziçi Üniversitesi’nden aldı. Yansıbilim (psikoloji) eğitiminin ardından, Tayland’da fen bilgisi öğretmenliği yaptı. ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nde Eylül 2003’te başlayıp Mayıs 2006’da tamamladığı ‘Relationship of Bodily Communication with Cognitive and Personality Variables’ adlı doktora tezi, bilişsel bilimler alanında Türkiye’de verilmiş ilk doktora tezi olma özelliğini taşımaktadır. 2004’te, Canterbury Üniversitesi İnsanbilim Doktora Bursu’na değer görülerek, Yeni Zelanda’da Canterbury Üniversitesi’nin Toplumbilim-İnsanbilim (Sosyoloji- Antropoloji) Bölümü’nde insanbilim doktorasına başladı. Boğaziçi’nde iki yıl asistanlık (2000-2002) yaptıktan sonra, çeşitli yükseköğretim kurumlarında; yansıbilim, insanbilim, dilbilim ve bilişsel bilimler alanlarında ders vermiştir. Son dönem akademik çalışmaları, Asya tutumyapıları (ekonomileri) ve Asya’nın bölgesel bütünleşme çabaları üstüne yoğunlaşmıştır. İlk kitabı, İspanyolca’dan çevirdiği ‘Kartal mı Güneş mi?’ adlı düzyazılmış şiir kitabıdır (Octavio Paz, İstanbul: Virtüel Yayınları, 2000). Aynı yıl, öyküleri, Gençlik Kitabevi Ödülü’ne değer görülüp yayınlanmıştır. Şimdiye dek yayınlanmış (4 kitap, 9 e-kitap olmak üzere, şiir (İngilizce ve Türkçe), opera librettosu, üniversite düzeyinde ders kitabı, deneme, öykü, çeviri şiir vb. dallarda olmak üzere) 13 kitabının adları ve yayın bilgileri ve diğer çalışmaları, metnin sonunda verilmiştir. Dr. Gezgin, Çevirmenin Notu Dergisi Yazı Kurulu üyesidir. Şimdiye dek çalışmalarına şu dergi ve gazetelerde yer verilmiştir: Evrensel Gazetesi, Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, Evrensel Kültür Dergisi, Havuz Dergisi, İzinsiz Gösteri Dergisi, Sınırda Dergisi, Knowledge Hub, Heterodox Economics News, Pirosmani Dergisi, Asya’nın Sesleri Bülteni, Kül Eleştiri Dergisi, Kül Öykü Dergisi, Kültür Araştırmaları Derneği Bülteni, Bilim ve Gelecek Dergisi, Arta Dergisi, Anafilya Dergisi, BT Dünyası, Şiir Akademisi Dem Edebiyat Dergisi, Bachibouzouck Dergisi, Birgün Gazetesi, Radikal İki, Zinhar Dergisi, Çveneburi Dergisi, İmece Dergisi, Mizan Dergisi, Ağır Ol Bay Düzyazı Dergisi, Öteki-siz Dergisi, Türk Psikoloji Bülteni, Katarsis Dergisi. Ağ sayfası: http://ulas.teori.org E-posta: ulas@teori.org Gezgin Kaynakçası (Gezgin’in Tüm Yapıtlarının Dizelgesi)