19 Ocak 2018

MENBAU USULÜ'L HİKMET


havas secmeleri




TEKASÜR SURESİ


TEKASÜR SURESİ

Tekasür Suresinin Meali:
1. Çoğaltma yarışı sizi o dere­ce oyaladı ki,
2. Sonunda (kimin yakını daha çok diye) kabirlere bile gittiniz.
3. Hayır! Yakında bileceksiniz!
4. Hayır, hayır! Elbette yakında bileceksiniz.
5. Hayır! Keşke kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız!
6. Yemin olsun, cehenne­mi mutlaka göreceksiniz!
7. Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göre­ceksiniz.
8. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.
Ayetlerin Açıklaması:
1-5. "Çoğaltma yarışı" diye çevirdiğimiz 1. âyetteki "tekâsür" kelimesi, bu sûre bağlamında özellikle "yüksek bir amaç gütmeden, nedenine niçinine bakma­dan mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, mane­vî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak" anlamına gelmektedir.
Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Âyette "tekâsür" kavramı Câhiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıt­makla birlikte daha genel olarak evrensel bir mesaj içermekte, genel bir tespit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır.
Nitekim birkaç asırdır özellikle "geliş­miş" denilen ülke ve toplumlarda hakim zihniyet olan kapitalizmin esası da durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmaktır. İş­te bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu "çoğaltma yarışı"nın çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın manevî ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini sis­tem dışı bırakan, hatta tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, ile­tişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan bir haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı "glo­bal" bir mutsuzluk alanı haline getirmektedir.
2. âyetteki "mekabir" kelimesi "kabir" anlamındaki "makbere"nin çoğulu­dur. "Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz" mealindeki cümleye müfessirler üç türlü mâna vermişlerdir: 
    a) Mecazî anlamda, "Sonunda ölüp kabirlere girdiniz." 
     b) Yi­ne mecazî anlamda, "Kabirlerdeki ölülerle övündünüz." 
     c) Lafzî anlamda, "Biz­zat kabirlere gidip ölülerle övündünüz."
Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstün­lüğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, ölmüş akrabalarının ka­birlerini göstererek onların dahi çokluğuyla övünürlerdi. Sûrenin iniş sebebi ola­rak bu tür rivayetler anlatılmış olmakla birlikte genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, ger­çek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir.
3-5. âyetlerin başındaki "hayır" anlamına gelen "kellâ" edatı, ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup da fani olan ve ancak daha yük­sek amaçlar için kullanıldığında bir değer ifade eden mal mülk vb. imkânları bi­linçsizce çoğaltma yarışına girişip bunlarla övünmenin korkunç bir yanılgı olduğu gerçeğini pekiştirmek maksadıyla üç kez tekrar edilmiştir.
5. ayette "kesin bir bil­gi" diye çevirdiğimiz "ilme'l-yakîn" tamlaması sözlükte"bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek" anlamına gelen "ilim" ile "gerçeğe uygun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup "kesin olan aklî ve nakli delillerin ifade ettiği bilgi" diye tarif edilmiştir. 
6-8. "... gözünüzle ayan beyan göreceksiniz" diye çevirdiğimiz kısımdaki"ayne'l-yakîn" tamlaması sözlükte "göz" anlamına gelen "ayn" ile "gerçeğe uy­gun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup gözlem yoluyla elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgiyi ifade eder. 
Ayne'l-yakîn ile elde edilen bilginin İl­me'l-yakîn ile elde edilenden daha üstün ve kesinlik derecesi daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah dünya hayatında mutlak gerçeği kabul edip de âhiret için hazırlık yapmayan, aksine fani şeylere aldanıp onlarla başkalarına karşı övü­nenlerin âhirette cehennem azabıyla cezalandırılacağını yemin ederek haber ver­miştir.
6. âyette "Cehennemi mutlaka göreceksiniz" ifadesinin mecazî bir görme şeklinde anlaşılmaması için 7. âyette "Onu ayne'l-yakîn olarak, gözünüzle ayan beyan göreceksiniz" buyurulmuş; böylece hem tehdit pekiştirilmiş hem de cehennem olayının büyüklüğü ifade edilmiştir. (Ebû Hayyân, VIII, 508)
8. âyet ise Al­lah'ın verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmek üzere O'nun yolunda ve emret­tiği şekilde değerlendirmeyip de onları başkalarına karşı övünme ve kendini üstün görme aracı yapanların bu nimetlerden hesaba çekileceklerini, sonuçta cehennem azabıyla şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını göstermektedir. (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: V/635.)

Allahın Adıyla Rahman Ve Rahim Olan Onun adıyla


Allahın Adıyla Rahman Ve Rahim Olan Onun adıyla ile ilgili görsel sonucu
“Bismillâh” Türkçe’de besmeleyi okumak ve söylemek anlamına gelir. Besmele “Bismillâhirrah-mânirrahîm” sözünün kısaltılmış şeklidir. “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” anlamındadır.
Besmele’nin geniş anlamı:
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla başlar ve ancak O’ndan yardım dileriz. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” demektir. Besmele de Allah’ın üç ism-i şerifi geçmektedir: “Allah, Rahman ve Rahim’dir.”
Kur’an-ı Kerim Allah’ın bu üç ismi ile başlar. Çünkü ‘Bismillâh’ her hayrın başıdır. Helal olan ve yapılmasına izin verilen bütün işleri yaparken besmele çekilir. Müslümanlar, “Besmele her hayırlı işin başıdır” diyerek bütün hayırlı işlere besmele ile başlarlar.
Hz. Peygamber (sav)’in;
“Besmele ile başlamayan her iş bereketsizdir, devam etmez ve köksüzdür.” (Müsned, 2/259)
“Besmele ile başlanmayan her önemli iş noksan kalır” (Beyhaki) emrine uyarlar. Haram bir işi yaparken besmele söylenmez olduğunu da bilirler. Çünkü besmele çekmenin yerine göre farz, vacip, sünnet, mendup, haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. Detaya girmeden birer örnek verecek olursak; sure başlarında Besmele yazmak, namazda (Şafii Mezhebinde) Fatiha suresinden önce besmele okumak farzdır. Hanifî Mezhebinde, eti yenen hayvan kesilirken besmele çekmek vaciptir. Besmele kasten terk edilirse, o etten yemek haramdır.
Ayette “Üzerine Allah adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin. Çünkü bu şekilde davranış fasıklıktır” (En’am, 6/121) buyrulur. Abdest almaya, yemeye, içmeye ve her mübarek işe başlarken Besmele çekmek Hz. Peygamber Efendimizin âdet-i şerîflerinden olup sünnettir. (İbn-i Âbidîn) Kısaca bütün hayırlı işlerde besmele çekmek sünnettir.Oturma, kalkma ve yürüme gibi işlerde besmele çekmek menduptur.
İçki içmek, gasbedilen veya çalınan bir şeyi yemek gibi yasak fiillere besmele ile başlamak haramdır. Dinimizde haram olan fiillerin tamamında besmele çekmek haram kabul edilmiştir. Necaset mahallerinde besmele çekmek mekruh sayılmıştır. Yani mekruh olan işlerde besmele çekmek mekruh olarak kabul edilmiştir. Çünkü Besmele ubûdiyetin, kulluğun izhârıdır.
Levh-i mahfuzda ilk yazılan, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (as)’a Allah tarafından ilk gönderilen besmeledir. Bismillâh’tan güç alan insan kâinata meydan okuyabilir. Çünkü Bismillâh’ta; Allah’a güvenme, O’na dayanma ve O’ndan yardım dileme vardır. Kâinatın kapısı “Bismillâh”la açılmış, her hadise “Bismillâh”la meydana gelir ve kıyamet dahi “Bismillâh” ile kopacak.
Besmele, dünyevi kapıları açan, adetleri, söz ve davranışları ibadete çeviren sihirli bir anahtardır. Besmele meşru adetleri ibadetlere çeviren bir iksirdir. Çünkü burada bir niyet söz konusudur. Besmele Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’i hatırlatır. Peygamberde Allah’ı hatıra getirir. Allah’ı hatırlamak ve emrine uymak, yasak ettiği şeylerden kaçınmak da ibadettir.
Bu mübârek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisân-ı haliyle vird-i zebânıdır. Bismillâh ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir berekettir. Besmele İslam’ın bir sembolü, her iyiliğin anahtarı ve Allah’ın kullarına bir ihsanıdır. Besmele öyle bir anahtardır ki, onu eline alan ve dilinden düşürmeyen, Rahmet hazinelerinin kapılarını açar ve İlahi rahmetin sırlarına erer. Besmele çekirdeği insan ruhuna ekildiği zaman, arz üzerindeki o insanı arş-ı alaya çıkarabilir ve Allah ile kul arasında bir bağ oluşturur. Besmeleyi fikre ve zikre konu eden kişi, kâinatı bir zikir hane olarak algılar. Her varlığın “Allah Allah” diye zikrettiğini hisseder ve o varlıkların zikrine ortak olur.
Bütün mevcudât’ın lisân-ı hal ile, ‘Bismillâh’ dediğini ve her varlığın ortak zikri ‘Bismillâh’ olduğu aşikârdır.
Üstad Bediüzzaman şöyle izah eder:
“Nasıl ki, görsen; bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin, o adam kendi nâmiyle, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir, devlet nâmına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder.
Öyle de, her şey Cenâb-ı Hakkın nâmına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç “Bismillâh” der; hazîne-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor.
Her bir bostan, “Bismillâh” der, matbaha-i kudretten bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor.
Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübârek hayvanlar “Bismillâh” der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzâk nâmına en latîf, en nazîf, âb-ı hayat gibi bir gıdâyı takdim ediyorlar.
Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. “Allah nâmına, Rahmân nâmına” der; her şey ona musahhar olur.
Evet, havada dalların intişârı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i sühûletle intişâr etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor. Ve diyor ki: “En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-i Mûsâ (as) gibi, “Asânı taşa vur!” dedik. (Bakara, 2/60) emrine imtisâl ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı İbrâhim (as) gibi, ateş saçan hararete karşı, “Ey ateş! Serin ve selâmetli ol” (Enbiyâ, 21/69) ayetini okuyorlar.
Mâdem herşey mânen, “Bismillâh” der, Allah nâmına Allah’ın ni’metlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, “Bismillâh” demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah namına vermeyen gàfil insanlardan almamalıyız.” (Nursî, rnk, Sözler)
Demek her varlık lisan-ı hal ve lisan-ı kalleriyle بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ der ve söylerler. Anlayabilmek için akılla düşünmek, iman gözüyle bakmak ve iman kulağıyla dinlemek lazım.
Allahın Adıyla Rahman Ve Rahim Olan Onun adıyla 
isimler unutulur İsimler unutulur Unutturur 

Yaradan Adın Geçer Kalbe Nur Gönle Safa Eşşrefil Vera Seyyidina Hazreti Muhammet Mustafa Adın geçer Ebabil çığlığı vurur dağlarına Ve gölgesi toprağına düşer Toprak Sensiz karanlıktır mekke sensiz karanlık Karanlıkta duyulan kürek sesleri Karanlıkta açılan karanlık çukurlar Karanlıkta bir kız çocuğunun anne diyen feryadı Kranlıkta Bir kız cocugunun toprağa gömülen adı Çukurun Yani Başında terlik belliki digeri ayağındaydı Ve çukura bir yıldızın ışığı düşer bu yıldız yazar gökyüzüne adını Gökyüzüne sürünce cebrail kanadını Rengarenk melekler iner semadan Bir melek seslenir maberadan Alemlere kutlu doğum haberini yayın müjde vermedik bir varlık bırakmayın Ve ey medayin şefi titreyerek uyan İstahrabatta yanan eteşlere sön emri verilsin 

Ey Kabedeki putlar yüzünüzü toprağa gömün Ey toprak sahabe gölünün suyunu çek Ey yer altı suları çıkın ve semaveyi doldurun Ve durun durun sessiz olun Bakın yıldızlar yaklaşıyor Salkım salkım yıldızlar yaklaşıyor Annesinin yüzüne işte gözleri gözlerinde simsiyah nur denizi gözlerine Doya doya bakıyor hazreti Amine Her asra uzanacak ellerinden öpüyor Arşa reyhan kokusu salan o minik nefesini kokluyor Cennet kokuları sarıyor gökleri ve yeri Nurdan ayaklarını okşuyor annesinin eli Ve eğiliyor kulağına ismini fısıldıyor Muhammet Muhammedim Adın Geçer Beni bekliyordun beş süt kardeşten birisin Hevazin sofrasında Halimenin evinde şeref misafirisin 

Adın geçer Anasız kalırsın şehirlerin arasında bir elinden deden tutar Diğerinden ebu talip Seni büyütmek fatımaya nasipmiş Şefkat kanatlarını yerlere serip saçlarını toplamak Bir anne gibi saçlarını taramak ona nasipmiş, Adın geçer Haticenin kalbinde en sevgili yar Haticenin evinde hazırlık başlar Önce sadık rüyalar gece ne görürsen gündüz onunla şekillenir Ve ardından geçince yanından Ağaç yapraklarından sana selamlar gelir Sen herşeye aşinasın herşey aşina sana Ruhul kudüs inecek bugece nur dağına Ağır bir yük binecek geniş omuzlarına Adın geçer Vahyin arafesinde nur dağının zirvesinde Dünyayı teşrif buyurduğun gibi yine pazartesinde Adın geçer Hirayı vahyin kokusu sarar nur yağar nur dağına Mübarek ayağına sabahın serinliği vurur Ardından nurdan bir anafor kaplar hirayı Ve insan suretinde cebrail karşında durur Oku sen okuma bilmezsin efendim doğru Ancak sen oku ki okuma bilenleri hepsi susacak Allah seninle konuşucak 

Oku yaradan rabbinin adıyla oku O insanı bir kan pıhtısından yarattı Oku senin Rabbin kalamele yazmayı bilmeden İnsana bilmediğini öğreten bol kerem ve ihsan sahibidir İşte nur dağının Zirvesinden Eteklerine doğru inen son peygamber İnsanlığın kurtuluşu inen bu nurda Semada yıldızlar mekkede dağlar el bağlamış huzurda Sevinin ey insanlar Bu inen baştacımız ,övüncümüz ilacımız Bu inen iki dünya servetimiz sevincimiz , acımız Bu inen nur denizi verlığın en şereflisi İbrahim milletinin biricik seyyididir o Savaşların bileği bükülmemiş yiğididir o Şanını Anlatmaya kelimelerin yok sonu Çünkü onsekizbin alem onu Muhammet Mustafa diye tanır Adın geçer 

Yirmiüç yıl Süren ilahi davet Alevden bir şehirdir mekkeyi mükerreme Girdiğin kalbi ateşe vermek ister Sonra hicret bir serinlik Ana kucağı gibidir medineyi münevvere Nazarınla büyür yesribin çocukları Nazarınla taşları elmasa çevirirsin Gökyüzünden ayet yağar cibril yağmurlarıyla kalbine inenleri İnsanlığa veririsin Ve sonkez Açılır semanın kapıları Sonkez vahyi getirir cibrili emin sana Sen hüzün peygamberisin ama bu son ayette daha bir hüzünlü sesin Demekki gidiceksin efendim Gidiceksin sen medine yetim fatıma yetim kalacak 

Cebrail kapını son kez çalacak Yanında ölüm meleği azrail girmiyecek huzura sen izin verene dek Ne senden önce kimseden izin istedi nede senden sonra isteyecek Demekki gidiceksin efendim Matem şehri olacak medine kimse inanmayacak gittiğine Taki sabah ezanını okurken bilal mübarek ismine sıra gelince Ve bilalin sesi titreyince işte o an sensizlik kıyameti kopacak Yıldızlara benzettiğin ashabın birbir düşücek toprağa Ve ehlibeytin yüreği param parça olmuş gibi İşte fatıma zelzeleye tutulmuş bir dağ gibi Fatıma Hazreti Aliye bakacak ama bu bakış başka Ey hasanın babası diyecek Resulullahı toprağa gömüp dönmeye kalbin nasıl dayanır 

Onun üzerine toprak saçmaya gönlün nasıl razı oldu Oysa o rahmet ve merhamet peygamberi Fatıma zelzeleye tutulmuş bir dağ gibiydi Ve adın geçer Her asır adını hatırlatır müjdelediğin kardeşlerin gelir sonra Abdulkadir geylaniler Şah-ı Nakşibendiler ,İmamı rabbaniler Adını ezberlettiler Aşkını kalplere nakş ettiler Şah-ı haznevinin bahçesinde nurundan bir güneş doğdu Ve aydınlattı anadoluyu o güneşten güneşler doğdu Söndürmesin Allah Şimdi ne güzel güneş var semamızda Elhamdülillah Adın Geçer Bilalin bıraktığı yerden sayısız minareden ezanların yükselir Susturmasın Allah ondört asrın ardından cıkıpta vatanından 

Yeryüzüne yayılan Peygamber çiçekleri Musat bin umeyr gibi uhud kokan elleri Sevgini insanlığın kalbine merhem diye sürüyor Onlar toprağın her karışında adın geçsin diye yürüyor Durdurmasın Allah Ve gün biter saat biter vakit gelir görmez olur gözler kulaklar duymaz olur Diller tutulur dünyalık felakette biter saadette Ama Efendim inşallah son nefeste Kelime-i Şehadette Adın gecer Allahın Adıyla Rahman ve Rahim olan Onun Adıyla isimler unutulur Unutturur yaradan adın geçer Kalbe Nur Gönle Sefa Eşrefil Vera hazreti Seyyidina Muhammedinil Mustafa

İYİ Kİ VARSINIZ ONBEŞLİLER (EREN’LER)



İYİ Kİ VARSINIZ ONBEŞLİLER (EREN’LER)

İyi ki Varsınız Onbeşliler
İyi ki Varsınız Onbeşliler (Eren'ler)
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın 
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Kainatta her şey zıddıyla vardır ve anlamlıdır. Gece ile gündüzün sahibi Cenab-ı Allah, iyi ve kötünün mücadelesi ile yaşattığı dünya hayatını ölümle sonlandırırken sonsuz bir hayat bahşedip devam ettirecek aslında! Necmettin Halil Onan’ın “Bir Yolcuya” isimli şiirinden alınan yukarıdaki dörtlük, bu zıtlığın bir yansıması değil mi sizce de? Bir devrin batışına şahit olan Çanakkale, yeni bir devrin doğuşunu selamlamıyor mu sessizce?
Çanakkale; kalemin sustuğu, mürekkep kullanılmadan yazılan destan! Çanakkale; sözde medeni Avrupa’nın, “hasta adam” dediği Osmanlı İmparatorluğunun yetimlerine gidiş sürecinin fitilini ateşleyen destan! Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın: “Bir gün buradan gelecekler!” deyip tabyalar yaptırıp siperler kazdırdığı, kıraç toprakların şehid kanıyla cennetleştiği destan! 
Ve nihayetinde “İKİ YÜZ ELLİ BİN” vatan evladının kahramanca çarpışıp şehadet şerbetini kana kana içmek için gözlerini dahi kırpmadan damarlarındaki kanı son damlasına kadar akıttıkları; Çanakkale’yi geçilmez, ölümü ise ölümsüzleştiren destan! Evet, kalem kullanmadı düşman, bizim de mürekkebimiz yoktu zaten! Onlar ölüm kusan silahlarla geldiler, ölümü kanla boğup ölümün koynuna girerek o diyarı cennet kokuttu bizimkiler!
İlaç yok, zaman yok, doktor çok azdı. Kural netti, sadece hafif yaralılar tedavi edilecekti, Salih Yüzbaşı, onlarca vatan evladını kurtarırken yüzlercesinin şehadetine tanık oluyordu. Gelen her yaralıya önce göz ucuyla bakıyor, yaraları orta veya ağır ise içi kan ağlayarak “Şehadete yürüyecekler!” emrini veriyordu çünkü kurtarılmaları belki de saatler sürecek ameliyat için hem ilaç hem zaman yoktu, doktor ise hiç denecek kadar azdı, acı ama kural netti: Sadece hafif yaralılar tedavi edilecekti. 
Vatan evlatları birer birer şehadete yürüyordu o ağacın gölgesinde, birkaç yudum su, biraz yaprak hışırtısı, güneşin yakıcılığından koruyan gölge hepsi buydu işte. Lakin, lakin bizim üzülerek baktığımız bu manzaranın başrol oyuncusu, şehid namzeti kahraman askerimizde hüzünden eser yoktu çünkü o kahramanlar, şehadetin eşiğindeydiler ve öyle bir şerefti ki o eşik, bir geçseler ah bir atlasalar o eşiği, ağuşunu açıp bekleyen Peygamberimizi görecekler ve yeniden dünyaya gelip tekrar şehid olmak için Allah’a yalvaracaklardı. Yine bu eşiği aşma sırası gelmişti bir yiğidimize. Salih Yüzbaşı, başını çevirdi kahraman mehmetçiğe, sadece yutkundu ve boğuk bir sesle ekledi:
Askeri, ağacın altına bırakın, şehadete yürüyecek, son nefesini verince de bana haber verin, üzerindeki eşyaları da bana teslim edin, dedi sessizce. Sıhhıye eri anlam veremedi bu emre ama emredersiniz kumandanım, diyerek vazifesine koştu aceleyle. Az sonra geldi tekrar. Biraz evvelki asker şehid oldu kumandanım, üzerindekiler de bunlardı deyip üzeri kanlı bir mektup, üç beş kuruşu uzattı. Salih Yüzbaşı, emanetleri aldı, cebine koydu ve ameliyattaki aslan parçasını kurtarmaya gayretlendi. Sıhhıye eri merak içinde sordu:
-O asker, tanıdığınız mıydı kumandanım?
-Evet, dedi Kumandan. İçinde patlayan volkanı söndüren iki damla göz yaşı dökerek. Oğlumdu, deyip “Vatan sağ olsun!” diyerek!
Ya yaşı henüz on beş olmasına rağmen vatan müdafası için Çanakkale’ye giden ve bir daha dönmeyen dedelerimizi hatırlayıp içlenelim mi? Hele bu yiğitler için yakılan “Hey Onbeşli” ağıtının on yıllardır oyun havası biçiminde seslendirildiği gerçeğiyle yüzleşip utanalım mı biraz? Taze bir gonca iken vatanın selameti için kara toprağın koynuna gözünü kırpmadan giren bu yiğitlerimizin bilerek ya da bilmeyerek aziz hatıralarını incittik, 
Allah affetsin! Ne mutlu ona ki bu aslan parçalarına layık evlatlar da yetişiyor çok şükür! Onu 11 Ağustos’ta o hain saldırıda şehit olduğunda tanıdık, Trabzon’un Maçka ilçesinde gördüğü teröristleri Mehmetçiğimize haber verip o hainlerin saklandıkları yeri gösterirken şehid oldu. Adı Eren Bülbül’dü bu kahraman kardeşimizin ve yaşı da on beşti, tıpkı kahraman Tokatlı “Onbeşli” dedeleri gibi. 
24 Haziran’da öyle bir cümle paylaşmıştı ki kahramanımız sosyal medya hesabından 11 Ağustos’ta milletimizin gözbebeği oldu. Onun yazdığı gibi yazıyorum: “Biride cikip demiyoki Eren iyi ki varsın” evet bozuk bir Türkçe ile yazmış kardeşimiz lakin şükürler olsun ki sütü, kanı bozuk değildi yiğidimizin! Gelelim bu sitemli cümlenin sahibine, Şehid Eren Bülbül’e. Yeryüzünde nice bilinmeyen vardır ki gökyüzünde şöhret sahibidirler. İyi ki varsın, cümlesini duyup sevildiğini duymak istedin. Allah; bir kulunu sevince onu sevdirir ve sevindirir. 
Allah, vaadinin sahibidir Eren’im! Bak işte milyonlarca vatan sevdalısına sevdirdi seni. Askerde şehid olmak istiyordun, on beşinde şehidler arasına alarak sevindirmedi mi seni? Şehadetin kutlu, kabrin nur, makamın ali olsun küçük şehidim! Millet olarak sana iyi ki varsın, diyemedik amma inşallah Habib-i Zişan Efendimi’zin komşuluğuna ve Cenab-ı Hakk’ın Cemal’ini ebediyen görmeye müşerref olursun, diye dua ediyoruz bizde şimdi! “Olmaya” geldiğimiz şu dünyada iki vazifemiz var: Din-i Mübin, Kur’an-ı Hakim ve Sünnet-i Seniyye istikametinde yaşamak ya da bu uğurda ölmek! Bu iki ulvi yoldan birini nasip eyleyip bizden razı olarak bizi sana döndür Ya Rabbi!

İNSAN KÂMİL OLUNCA DEĞERİNİ BULUR



İNSAN KÂMİL OLUNCA DEĞERİNİ BULUR

İnsan Kamil Olunca Değerini Bulur

İnsan Kâmil Olunca Değerini Bulur
Muhterem kardeşlerim, bu ayki yazımızda kaliteli bir insan nasıl yetişmeli ve bunun oluşması için gerekli argumanlar ve merhaleler nelerdir, büyüklerimizin bizlere buyurdukları kibar-ı kelamları ışığında açıklamaya çalışacağız.
Ayet-i kerimelerde Rabbimiz Zülcelal hazretleri buyuruyorlar ki; 
“Andolsun ki Biz, ademoğlunu mükerrem kıldık. Karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz nimetlerden rızıklandırdık. Yaratmış olduklarımızdan çoğuna onları üstün kıldık.” (İsra suresi 70. Ayeti kerime)
“Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin suresi 4. Ayeti kerime)
Halıkı Zülcelal hazretleri tarafından maddi ve manevi zahir ve batın her türlü ikramlarla donatılmış ve Ahsen-i takvim (en güzel bir şekilde) olarak yaratılmış olan insan başlangıçta zaten yaratılış harikasıdır. Doğumundan büyümesine, yetişmesine ve vefatına kadar her türlü ihtiyacını karşılayacağı ve hayatını en güzel bir şekilde yaşayacağı bütün imkanlar önüne serilmiştir. İnsan idrakini durduracak kadar mükemmel bir vücut yapısı lutfedilmiştir. Hak (cc) Ruh-i şeriflerinden üflemişler, kalb ve akıl ile desteklemişler. Bunlarda yetmemiş ilk yarattıkları insana bilmesi gereken her bilgiyi öğretmişler ve ona insanlığı eğitmesi için peygamberlik ikram edilmiş, hayat kataloğu olarakta 10 suhufla desteklemişlerdir. Daha sonraki seyirde suhuflarla birlikte peygamberler göndermeye devam etmişler, insanlık çoğalıp yeryüzüne dağılınca büyük peygamberler ile birlikte kitaplar göndermişler. Yani kısaca belirtecek olursak, kaliteli olabilmesi için insana her türlü imkan Hak Teala hazretleri tarafından ikram edilmiştir. 
Günümüzde insanın yaradılış gayesi yanlış anlaşıldığı için, insanda yanlış yönlendirilmektedir. Kaliteli insan yetiştirmek denilince hemen maddi manada anlaşılmaktadır. İyi bir doktor, iyi bir mühendis, iyi bir siyasetçi vs. yetiştirmenin aynı zamanda kaliteli insan yetiştirmenin gereği olduğu algılanmaktadır. Elbette ki, bu bugün ortaya çıkmış bir düşünce değildir. Avrupalıların bilim ve teknolojide ilerlemeleri neticesinde insanlığın her şeye maddeci bir yaklaşımla bakmaları bu sığ düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Avrupalılar bu ilerlemeleri kaydederken kendilerine göre bazı ahlaki kurallarda geliştirmeye çalışmışlar ve sonuçta eksikte olsa bazı başarılara ulaşmışlardır. Fakat bu ahlaki prensipler hep maddeci ve menfaatçi mantıkla ortaya konulduğu için insanlığa faydalı şeyler icad etmiş olsalarda, insanlığın yok edilmesi için her türlü silahı da (atom bombası ve kimyasal silahlar dahil) üretmişlerdir. Bunun neticesinde de kendine ahlaklı fakat kendinden olmayana zalim bir insan modeli ortaya koymuşlardır.
Bunlara özenen İslam dünyası da sanki eksiklik İslam dininde imiş gibi bir algı ile kaliteli insan denince batılıların karakterinde ve becerisinde olması gerektiği zannına kapılmıştır. Bunun sonucunda belki bilim dallarında kaliteli insan yetiştirmeye muvaffak olmuşlardır, fakat ahlaki açıdan batılımı doğulumu olduğu anlaşılamayan ucube nesiller yetiştirilmiştir ve halende bundan kurtulamamışlardır.
O zaman bu gün kaliteli insan yetiştirmenin yolu nedir? Nerde yanlış yapmıştık ki, bu durumlara geldik? İmkanlarımız geliştiği halde niçin halen daha faydalı nesiller yetiştiremiyoruz? Bunun sebebi nedir?
Öncelikle şurasını unutmayalım ki, kaliteli insan olmanın birinci ve tek yolu Müslüman olmaktan geçer. Cenab-ı Hak bizleri yaratırken “insan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” fermanı ilahisi ile bize bir ihtarda bulunuyor. Bizi mükerrem ve ahseni takvim üzere yaratırken, ancak kendi emirleri doğrultusunda yaşarsak bu ikrama ve ihsana mazhar olabileceğimizi buyuruyor. Bunun içinde başta belirttiğimiz gibi bize kitaplar gönderiyor ve bu kitapların emirlerini yaşayarak bizlere talim ettirecek olan peygamberler gönderiyor. Yani “sen kendi istediğin rol modeli seçemezsin. Sadece numune-i imtisal olan peygamberimi rol model olarak seçebilirsin, Bizim O’’na öğrettiğimiz bilgilerin dışında her şey sendeki kaliteyi yok eder.” buyuruyor. 
İnsan Hakk’ın emirlerine uygun yaşamadığı sürece nâs mertebesinde, emirleri yaşamaya başladığında insan mertebesinde, kaliteye ulaştığında ise insanı kamil mertebesine ulaşır. Yani İslam’ın anlayışında insan gayreti ile kemalat kesbederek mükemmele ulaşmalıdır. Nâs unutkan manasına gelir. Yani dünyaya gelmiş yaradılış gayesini unutmuş, nefsi emmareye köle olmuştur. Bu köleliyi idrak edip, tevbe ile Hakk’a (cc) dönünce Âdemiyetini idrak edip insan sınıfına dahil olur. Burda da yetinmeyip çalışıp gayret edip Halıkı Zülcelal hazretlerinin “dön Rabbine, sen Ondan razı, O senden razı olarak.” Hitabı izzetine nail olmak için gayret sarfederse işte o zaman kaliteli insan yani insanı kamil, hatta hazreti insan olur.
İşte bu kemalata ermek için yapılacak gayrette nasıl bir yol izlenmelidir? Bunun cevabı içinde büyüklerimizin kibarı kelamlarına müracaat edeceğiz.
İmam Efendi Osman Bedruddin Erzurumi (ks) hazretlerinin mektubatının takdim kısmını hazırlayan muhterem Ahmet Fevzi Özçimi, İmam efendinin mürşidi Mahmud Sâmini (ks) hazretlerinin ve İmam efendi (ks) hazretlerinin mektuplarından çıkararak adeta bir ana fikir gibi yazdığı on madde, yukarda sorusunu sorduğumuz izlenecek yolu bizlere göstermektedir.
Buyruruyorlar ki,
1- Bütün mükevvenatın yaradılış sebebi insandır ve Cenab-ı Hak her şeyi insan için yaratmıştır.
2- “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğime muhabbet ettim.” Kudsi hadisinin ışığında anlıyoruz ki, insanıda Allah (cc) kendisinin en üst seviyede bilinmekliği için yaratmıştır.
3- İlahi beyanla da tasrih edildiği üzere insan, Allah’ın (cc) en müstena ve en büyük eseridir. Maddesi ile de manası ile de, hiçbir varlıkla kıyaslanamayacak kadar müstesna yaratılmış olan insan, bütün kâinatın özüdür, kalbidir. Kâinat onunla can, mana ve renk kazanır.
4- Ancak yukarda ki üç maddede zikredilen insan; Allah’ımızın, mahlûkatın en şereflisi olarak “Ahsen-i takvim üzere” yarattığını beyan buyurduğu ve yeryüzünde kendisine halife olmaya hak ve liyakat kazanmış olan hazreti insandır.
5- İşte bu manadaki insanın mutlak ve muşahhas numunesi olan, Allah’ın sevgilisi, kainatın Efendisi Hazreti Muhammed’in (sav) şu âlem sahnesine gönderilmesi iledir ki, (mutlak hakikat)e ait şaşmaz ölçüler bize intikal etmiştir.
6- Bu itibarla hakiki manada insan ve İslam olabilmenin, yaradılış gayemize uygun hayat sürmenin, korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail olmanın –tek cümle ile- dünya ve ötesinde Hakk ve hakikate, kurtuluş ve saadete ermenin tek yolu ve çaresi evvela sembol ve örnek insanı, yani Hazreti peygamber (sav) efendimiz hazretlerini belli ölçüler içerisinde tanıyıp bilmek, sonra da bu bilişin verdiği imkân ve müsaade nisbetinde o muazzam varlığı sevip, ona yakın olabilmektir.
7- Çünki, böyle bir biliş ve bu yolla ona yakin oluş, aynı zamanda Halıkımızı da bilmenin, bulmanın ve tarifsiz bir sevgi ve muhabbet yoluyla, varlığı ilahiye ye ermenin tek yolu ve tek çaresidir. Fahri kâinat efendimizi biliş ve O’na muhabbetten geçmeyen bir yolun, bize Allah’ımızı bildirmesi ve bizi O’na kavuşturması da mümkün değildir.
8- Tasavvuf ise talib olanlara, hakiki manada insan olabilme sanatını öğretip, öğrettikleri ile eğiten; muhabbet yoluyla (biliş-buluş-oluş) safhalarından geçirmek suretiyle bizi, ilk merhalede peygamber efendimize, nihai planda ise Allah’ımıza ulaştıran, bir eğitim sisteminin adıdır.
9- Bu sistemin icaplarını kişinin kendi kendine öğrenmesi ve ifa eder hale gelmesi mümkün değildir. Böylesine hayati bir konuda, özel bir şekilde eğitilerek insan-ı kâmil haline gelmiş, topyekûn bütün insanlığa tek ve mümtaz bir numune olan Hazreti peygamber efendimizin (sav) Ahlakı Muhammedisi ile tahalluk etmiş ve talip olanlara da kendisi gibi olabilmenin yollarını göstermeye memur ve vazifeli kılınmışi bir hakiki mürşide, bir manevi mürebbiye mutlaka ihtiyaç vardır.
10- İşte ancak vazifeli kılınmış böyle bir mürebbinin taht-ı terbiyesinde insan, yaratılışındaki gayeyi tahakkuk ettirerek; meleklerden muazzez, ulvi ve yüce bir varlık olabilmenin; Allah’ını (cc) bilmenin, bulmanın ve O’na ermenin yoluna girer ve dolayısıyla, kendisini yaratan varlığın huzuruna, onu hoşnut edecek bir hüviyetle çıkmanın şuur ve idrakine ulaşır. 
Netice olarak şurası unutulmamalıdır ki, insan oğlu dünyaya bir imtihan için gönderildi. Dünyada yapacağı hiç bir iş, meslek, kazanacağı kabiliyetler asla kalıcı olmayacaktır. Yani bir insan dünyada ulaşılabilecek en üst makamlara, mevkilere ve zenginliklere ulaşsa da, bu onun kaliteli bir insan olduğunu göstermez. Bunlarla birlikte Rabbini (cc) yeteri kadar tanır ve ona itaatte kemal kesbederse olgun bir insan ve mü’min olur. Buna ulaşabilmesi içinde mutlaka kendine kendisini tanıtacak ve kendini tanıyınca Rabbini tanıyacağı bir insan-ı kamili örnek almalıdır. Bununla sadece ahiretini mamur edip cennete ulaşmış olmaz. Aynı zamanda da Hakk’a vuslatı yaşayarak, Allah’ın Cemal-i Bâ kemaline kavuşur. 
Yani kısaca Rabbinin, bilinmekliğini murad ederek yarattığı insan o muradı tahakkuk ettirerek vazifesini tamamlamış olur.
Bunun içindir ki, insan bütün umurlarıyla Hakk’ı razı etmek için gayret sarfetmelidir. Dünyaya ilk adım attığındaki sâfiyetini korumak için ciddi bir terbiyeden geçmelidir. Sonuçta da dünya imtihanını alnının akıyla veren bahtiyar insanlardan olmaya muvaffak olmalıdır.
Cenab-ı Hak teala hazretleri bu şuura ulaşmamızı ve bu gayrete muvaffak olmamızı nasib ve müyesser eylesin. AMİN...

Yüz Okuma Sanatı



ŞEMS-ÜL MAARİF 4 NCÜ CİLT 2 NCİ BÖLÜM 1-185



ŞEMS-ÜL MAARİF 4 NCÜ CİLT 2 NCİ BÖLÜM
1-185

ŞEMS-ÜL MAARİF 4 NCÜ CİLT 1 NCİ BÖLÜM 1-190



ŞEMS-ÜL MAARİF 4 NCÜ CİLT 1 NCİ BÖLÜM
1-190

ŞEMS-ÜL MAARİF 4 NCÜ CİLT TAMAMI 1-374




ŞEMS-ÜL MAARİF 4 NCÜ CİLT TAMAMI
1-374

ŞEMS-ÜL MAARİF 3 NCÜ CİLT 1-356



ŞEMS-ÜL MAARİF 3 NCÜ CİLT
1-356

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...