İyi ki Varsınız Onbeşliler (Eren'ler)
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Kainatta her şey zıddıyla vardır ve anlamlıdır. Gece ile gündüzün sahibi Cenab-ı Allah, iyi ve kötünün mücadelesi ile yaşattığı dünya hayatını ölümle sonlandırırken sonsuz bir hayat bahşedip devam ettirecek aslında! Necmettin Halil Onan’ın “Bir Yolcuya” isimli şiirinden alınan yukarıdaki dörtlük, bu zıtlığın bir yansıması değil mi sizce de? Bir devrin batışına şahit olan Çanakkale, yeni bir devrin doğuşunu selamlamıyor mu sessizce?
Çanakkale; kalemin sustuğu, mürekkep kullanılmadan yazılan destan! Çanakkale; sözde medeni Avrupa’nın, “hasta adam” dediği Osmanlı İmparatorluğunun yetimlerine gidiş sürecinin fitilini ateşleyen destan! Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın: “Bir gün buradan gelecekler!” deyip tabyalar yaptırıp siperler kazdırdığı, kıraç toprakların şehid kanıyla cennetleştiği destan!
Ve nihayetinde “İKİ YÜZ ELLİ BİN” vatan evladının kahramanca çarpışıp şehadet şerbetini kana kana içmek için gözlerini dahi kırpmadan damarlarındaki kanı son damlasına kadar akıttıkları; Çanakkale’yi geçilmez, ölümü ise ölümsüzleştiren destan! Evet, kalem kullanmadı düşman, bizim de mürekkebimiz yoktu zaten! Onlar ölüm kusan silahlarla geldiler, ölümü kanla boğup ölümün koynuna girerek o diyarı cennet kokuttu bizimkiler!
İlaç yok, zaman yok, doktor çok azdı. Kural netti, sadece hafif yaralılar tedavi edilecekti, Salih Yüzbaşı, onlarca vatan evladını kurtarırken yüzlercesinin şehadetine tanık oluyordu. Gelen her yaralıya önce göz ucuyla bakıyor, yaraları orta veya ağır ise içi kan ağlayarak “Şehadete yürüyecekler!” emrini veriyordu çünkü kurtarılmaları belki de saatler sürecek ameliyat için hem ilaç hem zaman yoktu, doktor ise hiç denecek kadar azdı, acı ama kural netti: Sadece hafif yaralılar tedavi edilecekti.
Vatan evlatları birer birer şehadete yürüyordu o ağacın gölgesinde, birkaç yudum su, biraz yaprak hışırtısı, güneşin yakıcılığından koruyan gölge hepsi buydu işte. Lakin, lakin bizim üzülerek baktığımız bu manzaranın başrol oyuncusu, şehid namzeti kahraman askerimizde hüzünden eser yoktu çünkü o kahramanlar, şehadetin eşiğindeydiler ve öyle bir şerefti ki o eşik, bir geçseler ah bir atlasalar o eşiği, ağuşunu açıp bekleyen Peygamberimizi görecekler ve yeniden dünyaya gelip tekrar şehid olmak için Allah’a yalvaracaklardı. Yine bu eşiği aşma sırası gelmişti bir yiğidimize. Salih Yüzbaşı, başını çevirdi kahraman mehmetçiğe, sadece yutkundu ve boğuk bir sesle ekledi:
Askeri, ağacın altına bırakın, şehadete yürüyecek, son nefesini verince de bana haber verin, üzerindeki eşyaları da bana teslim edin, dedi sessizce. Sıhhıye eri anlam veremedi bu emre ama emredersiniz kumandanım, diyerek vazifesine koştu aceleyle. Az sonra geldi tekrar. Biraz evvelki asker şehid oldu kumandanım, üzerindekiler de bunlardı deyip üzeri kanlı bir mektup, üç beş kuruşu uzattı. Salih Yüzbaşı, emanetleri aldı, cebine koydu ve ameliyattaki aslan parçasını kurtarmaya gayretlendi. Sıhhıye eri merak içinde sordu:
-O asker, tanıdığınız mıydı kumandanım?
-Evet, dedi Kumandan. İçinde patlayan volkanı söndüren iki damla göz yaşı dökerek. Oğlumdu, deyip “Vatan sağ olsun!” diyerek!
Ya yaşı henüz on beş olmasına rağmen vatan müdafası için Çanakkale’ye giden ve bir daha dönmeyen dedelerimizi hatırlayıp içlenelim mi? Hele bu yiğitler için yakılan “Hey Onbeşli” ağıtının on yıllardır oyun havası biçiminde seslendirildiği gerçeğiyle yüzleşip utanalım mı biraz? Taze bir gonca iken vatanın selameti için kara toprağın koynuna gözünü kırpmadan giren bu yiğitlerimizin bilerek ya da bilmeyerek aziz hatıralarını incittik,
Allah affetsin! Ne mutlu ona ki bu aslan parçalarına layık evlatlar da yetişiyor çok şükür! Onu 11 Ağustos’ta o hain saldırıda şehit olduğunda tanıdık, Trabzon’un Maçka ilçesinde gördüğü teröristleri Mehmetçiğimize haber verip o hainlerin saklandıkları yeri gösterirken şehid oldu. Adı Eren Bülbül’dü bu kahraman kardeşimizin ve yaşı da on beşti, tıpkı kahraman Tokatlı “Onbeşli” dedeleri gibi.
24 Haziran’da öyle bir cümle paylaşmıştı ki kahramanımız sosyal medya hesabından 11 Ağustos’ta milletimizin gözbebeği oldu. Onun yazdığı gibi yazıyorum: “Biride cikip demiyoki Eren iyi ki varsın” evet bozuk bir Türkçe ile yazmış kardeşimiz lakin şükürler olsun ki sütü, kanı bozuk değildi yiğidimizin! Gelelim bu sitemli cümlenin sahibine, Şehid Eren Bülbül’e. Yeryüzünde nice bilinmeyen vardır ki gökyüzünde şöhret sahibidirler. İyi ki varsın, cümlesini duyup sevildiğini duymak istedin. Allah; bir kulunu sevince onu sevdirir ve sevindirir.
Allah, vaadinin sahibidir Eren’im! Bak işte milyonlarca vatan sevdalısına sevdirdi seni. Askerde şehid olmak istiyordun, on beşinde şehidler arasına alarak sevindirmedi mi seni? Şehadetin kutlu, kabrin nur, makamın ali olsun küçük şehidim! Millet olarak sana iyi ki varsın, diyemedik amma inşallah Habib-i Zişan Efendimi’zin komşuluğuna ve Cenab-ı Hakk’ın Cemal’ini ebediyen görmeye müşerref olursun, diye dua ediyoruz bizde şimdi! “Olmaya” geldiğimiz şu dünyada iki vazifemiz var: Din-i Mübin, Kur’an-ı Hakim ve Sünnet-i Seniyye istikametinde yaşamak ya da bu uğurda ölmek! Bu iki ulvi yoldan birini nasip eyleyip bizden razı olarak bizi sana döndür Ya Rabbi!
Yazar: Fatih Yıldızlı