İNSAN KÂMİL OLUNCA DEĞERİNİ BULUR
İnsan Kâmil Olunca Değerini Bulur
Muhterem kardeşlerim, bu ayki yazımızda kaliteli bir insan nasıl yetişmeli ve bunun oluşması için gerekli argumanlar ve merhaleler nelerdir, büyüklerimizin bizlere buyurdukları kibar-ı kelamları ışığında açıklamaya çalışacağız.
Ayet-i kerimelerde Rabbimiz Zülcelal hazretleri buyuruyorlar ki;
“Andolsun ki Biz, ademoğlunu mükerrem kıldık. Karada ve denizde taşıdık. Ve onları temiz nimetlerden rızıklandırdık. Yaratmış olduklarımızdan çoğuna onları üstün kıldık.” (İsra suresi 70. Ayeti kerime)
“Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin suresi 4. Ayeti kerime)
Halıkı Zülcelal hazretleri tarafından maddi ve manevi zahir ve batın her türlü ikramlarla donatılmış ve Ahsen-i takvim (en güzel bir şekilde) olarak yaratılmış olan insan başlangıçta zaten yaratılış harikasıdır. Doğumundan büyümesine, yetişmesine ve vefatına kadar her türlü ihtiyacını karşılayacağı ve hayatını en güzel bir şekilde yaşayacağı bütün imkanlar önüne serilmiştir. İnsan idrakini durduracak kadar mükemmel bir vücut yapısı lutfedilmiştir. Hak (cc) Ruh-i şeriflerinden üflemişler, kalb ve akıl ile desteklemişler. Bunlarda yetmemiş ilk yarattıkları insana bilmesi gereken her bilgiyi öğretmişler ve ona insanlığı eğitmesi için peygamberlik ikram edilmiş, hayat kataloğu olarakta 10 suhufla desteklemişlerdir. Daha sonraki seyirde suhuflarla birlikte peygamberler göndermeye devam etmişler, insanlık çoğalıp yeryüzüne dağılınca büyük peygamberler ile birlikte kitaplar göndermişler. Yani kısaca belirtecek olursak, kaliteli olabilmesi için insana her türlü imkan Hak Teala hazretleri tarafından ikram edilmiştir.
Günümüzde insanın yaradılış gayesi yanlış anlaşıldığı için, insanda yanlış yönlendirilmektedir. Kaliteli insan yetiştirmek denilince hemen maddi manada anlaşılmaktadır. İyi bir doktor, iyi bir mühendis, iyi bir siyasetçi vs. yetiştirmenin aynı zamanda kaliteli insan yetiştirmenin gereği olduğu algılanmaktadır. Elbette ki, bu bugün ortaya çıkmış bir düşünce değildir. Avrupalıların bilim ve teknolojide ilerlemeleri neticesinde insanlığın her şeye maddeci bir yaklaşımla bakmaları bu sığ düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Avrupalılar bu ilerlemeleri kaydederken kendilerine göre bazı ahlaki kurallarda geliştirmeye çalışmışlar ve sonuçta eksikte olsa bazı başarılara ulaşmışlardır. Fakat bu ahlaki prensipler hep maddeci ve menfaatçi mantıkla ortaya konulduğu için insanlığa faydalı şeyler icad etmiş olsalarda, insanlığın yok edilmesi için her türlü silahı da (atom bombası ve kimyasal silahlar dahil) üretmişlerdir. Bunun neticesinde de kendine ahlaklı fakat kendinden olmayana zalim bir insan modeli ortaya koymuşlardır.
Bunlara özenen İslam dünyası da sanki eksiklik İslam dininde imiş gibi bir algı ile kaliteli insan denince batılıların karakterinde ve becerisinde olması gerektiği zannına kapılmıştır. Bunun sonucunda belki bilim dallarında kaliteli insan yetiştirmeye muvaffak olmuşlardır, fakat ahlaki açıdan batılımı doğulumu olduğu anlaşılamayan ucube nesiller yetiştirilmiştir ve halende bundan kurtulamamışlardır.
O zaman bu gün kaliteli insan yetiştirmenin yolu nedir? Nerde yanlış yapmıştık ki, bu durumlara geldik? İmkanlarımız geliştiği halde niçin halen daha faydalı nesiller yetiştiremiyoruz? Bunun sebebi nedir?
Öncelikle şurasını unutmayalım ki, kaliteli insan olmanın birinci ve tek yolu Müslüman olmaktan geçer. Cenab-ı Hak bizleri yaratırken “insan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” fermanı ilahisi ile bize bir ihtarda bulunuyor. Bizi mükerrem ve ahseni takvim üzere yaratırken, ancak kendi emirleri doğrultusunda yaşarsak bu ikrama ve ihsana mazhar olabileceğimizi buyuruyor. Bunun içinde başta belirttiğimiz gibi bize kitaplar gönderiyor ve bu kitapların emirlerini yaşayarak bizlere talim ettirecek olan peygamberler gönderiyor. Yani “sen kendi istediğin rol modeli seçemezsin. Sadece numune-i imtisal olan peygamberimi rol model olarak seçebilirsin, Bizim O’’na öğrettiğimiz bilgilerin dışında her şey sendeki kaliteyi yok eder.” buyuruyor.
İnsan Hakk’ın emirlerine uygun yaşamadığı sürece nâs mertebesinde, emirleri yaşamaya başladığında insan mertebesinde, kaliteye ulaştığında ise insanı kamil mertebesine ulaşır. Yani İslam’ın anlayışında insan gayreti ile kemalat kesbederek mükemmele ulaşmalıdır. Nâs unutkan manasına gelir. Yani dünyaya gelmiş yaradılış gayesini unutmuş, nefsi emmareye köle olmuştur. Bu köleliyi idrak edip, tevbe ile Hakk’a (cc) dönünce Âdemiyetini idrak edip insan sınıfına dahil olur. Burda da yetinmeyip çalışıp gayret edip Halıkı Zülcelal hazretlerinin “dön Rabbine, sen Ondan razı, O senden razı olarak.” Hitabı izzetine nail olmak için gayret sarfederse işte o zaman kaliteli insan yani insanı kamil, hatta hazreti insan olur.
İşte bu kemalata ermek için yapılacak gayrette nasıl bir yol izlenmelidir? Bunun cevabı içinde büyüklerimizin kibarı kelamlarına müracaat edeceğiz.
İmam Efendi Osman Bedruddin Erzurumi (ks) hazretlerinin mektubatının takdim kısmını hazırlayan muhterem Ahmet Fevzi Özçimi, İmam efendinin mürşidi Mahmud Sâmini (ks) hazretlerinin ve İmam efendi (ks) hazretlerinin mektuplarından çıkararak adeta bir ana fikir gibi yazdığı on madde, yukarda sorusunu sorduğumuz izlenecek yolu bizlere göstermektedir.
Buyruruyorlar ki,
1- Bütün mükevvenatın yaradılış sebebi insandır ve Cenab-ı Hak her şeyi insan için yaratmıştır.
2- “Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğime muhabbet ettim.” Kudsi hadisinin ışığında anlıyoruz ki, insanıda Allah (cc) kendisinin en üst seviyede bilinmekliği için yaratmıştır.
3- İlahi beyanla da tasrih edildiği üzere insan, Allah’ın (cc) en müstena ve en büyük eseridir. Maddesi ile de manası ile de, hiçbir varlıkla kıyaslanamayacak kadar müstesna yaratılmış olan insan, bütün kâinatın özüdür, kalbidir. Kâinat onunla can, mana ve renk kazanır.
4- Ancak yukarda ki üç maddede zikredilen insan; Allah’ımızın, mahlûkatın en şereflisi olarak “Ahsen-i takvim üzere” yarattığını beyan buyurduğu ve yeryüzünde kendisine halife olmaya hak ve liyakat kazanmış olan hazreti insandır.
5- İşte bu manadaki insanın mutlak ve muşahhas numunesi olan, Allah’ın sevgilisi, kainatın Efendisi Hazreti Muhammed’in (sav) şu âlem sahnesine gönderilmesi iledir ki, (mutlak hakikat)e ait şaşmaz ölçüler bize intikal etmiştir.
6- Bu itibarla hakiki manada insan ve İslam olabilmenin, yaradılış gayemize uygun hayat sürmenin, korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail olmanın –tek cümle ile- dünya ve ötesinde Hakk ve hakikate, kurtuluş ve saadete ermenin tek yolu ve çaresi evvela sembol ve örnek insanı, yani Hazreti peygamber (sav) efendimiz hazretlerini belli ölçüler içerisinde tanıyıp bilmek, sonra da bu bilişin verdiği imkân ve müsaade nisbetinde o muazzam varlığı sevip, ona yakın olabilmektir.
7- Çünki, böyle bir biliş ve bu yolla ona yakin oluş, aynı zamanda Halıkımızı da bilmenin, bulmanın ve tarifsiz bir sevgi ve muhabbet yoluyla, varlığı ilahiye ye ermenin tek yolu ve tek çaresidir. Fahri kâinat efendimizi biliş ve O’na muhabbetten geçmeyen bir yolun, bize Allah’ımızı bildirmesi ve bizi O’na kavuşturması da mümkün değildir.
8- Tasavvuf ise talib olanlara, hakiki manada insan olabilme sanatını öğretip, öğrettikleri ile eğiten; muhabbet yoluyla (biliş-buluş-oluş) safhalarından geçirmek suretiyle bizi, ilk merhalede peygamber efendimize, nihai planda ise Allah’ımıza ulaştıran, bir eğitim sisteminin adıdır.
9- Bu sistemin icaplarını kişinin kendi kendine öğrenmesi ve ifa eder hale gelmesi mümkün değildir. Böylesine hayati bir konuda, özel bir şekilde eğitilerek insan-ı kâmil haline gelmiş, topyekûn bütün insanlığa tek ve mümtaz bir numune olan Hazreti peygamber efendimizin (sav) Ahlakı Muhammedisi ile tahalluk etmiş ve talip olanlara da kendisi gibi olabilmenin yollarını göstermeye memur ve vazifeli kılınmışi bir hakiki mürşide, bir manevi mürebbiye mutlaka ihtiyaç vardır.
10- İşte ancak vazifeli kılınmış böyle bir mürebbinin taht-ı terbiyesinde insan, yaratılışındaki gayeyi tahakkuk ettirerek; meleklerden muazzez, ulvi ve yüce bir varlık olabilmenin; Allah’ını (cc) bilmenin, bulmanın ve O’na ermenin yoluna girer ve dolayısıyla, kendisini yaratan varlığın huzuruna, onu hoşnut edecek bir hüviyetle çıkmanın şuur ve idrakine ulaşır.
Netice olarak şurası unutulmamalıdır ki, insan oğlu dünyaya bir imtihan için gönderildi. Dünyada yapacağı hiç bir iş, meslek, kazanacağı kabiliyetler asla kalıcı olmayacaktır. Yani bir insan dünyada ulaşılabilecek en üst makamlara, mevkilere ve zenginliklere ulaşsa da, bu onun kaliteli bir insan olduğunu göstermez. Bunlarla birlikte Rabbini (cc) yeteri kadar tanır ve ona itaatte kemal kesbederse olgun bir insan ve mü’min olur. Buna ulaşabilmesi içinde mutlaka kendine kendisini tanıtacak ve kendini tanıyınca Rabbini tanıyacağı bir insan-ı kamili örnek almalıdır. Bununla sadece ahiretini mamur edip cennete ulaşmış olmaz. Aynı zamanda da Hakk’a vuslatı yaşayarak, Allah’ın Cemal-i Bâ kemaline kavuşur.
Yani kısaca Rabbinin, bilinmekliğini murad ederek yarattığı insan o muradı tahakkuk ettirerek vazifesini tamamlamış olur.
Bunun içindir ki, insan bütün umurlarıyla Hakk’ı razı etmek için gayret sarfetmelidir. Dünyaya ilk adım attığındaki sâfiyetini korumak için ciddi bir terbiyeden geçmelidir. Sonuçta da dünya imtihanını alnının akıyla veren bahtiyar insanlardan olmaya muvaffak olmalıdır.
Cenab-ı Hak teala hazretleri bu şuura ulaşmamızı ve bu gayrete muvaffak olmamızı nasib ve müyesser eylesin. AMİN...
Yazar: Vahdettin Şimşek