Hemmam’ı İşitmediniz mi Zındıklar
Edip Yüksel
1 Mart 2015
Uyduruk hadisleri savunmak için hadisçiler uyduruk “sahih” hadis kitaplarından önce hayali bir hadis kitabı da uydurmuşlar…
Ve yüzyıllar sonra onu Pakistanlı Hamidullah keşfetmiş
Bunlardan biri Hemmam bin Münebbih Sayfası imiş.
Ayet uydurup mübarek bir aç keçiye yedirenler, Tevbe suresinin sonuna “iki ayet” eklemek için, tek şahitle iki şahide bedel süper-sahabe Huzeyme icad edenler, Hristiyanlara karşı tartışmalarda galip gelmek için Barnaba İncili uyduranlar yalan külliyatını savunmak için “koltuğa yaslanarak konuşan zındıklar” icad edenler çok yetenekli…
Hadisçiler hicri 300-500 yılları arasında uydurdukları hadislerden daha eski YAZILI HADİS NÜSHASI hikayesi uydurmayı da becermişler.
Hadis uydurukçularının en çok kullandıkları hadis uydurma fabrikası ismi olan Ebu Hureyre’nin bir talebesi Hemmam adında bir tabin varmış da ve Emeviler döneminde 137 hadis yazmış da…
Eeeee nerede o kitap? Yok. Keçi mi yedi? Yok. Deve mi yedi? Muaviye mi yaktı? Yok. Nerede? Valla falanca ibnu filancadan o da falanca ebudan ve filanca ibnudan rivayet ettiğine göre 855 yılında ölen Ibn Hanbel tarafından kısmen kullanılmış.
Ve bizim hadisçiler bunu her nedense yüzyıllarca unutmuş.
Ta ki 1900 yıllarında Pakistanlı Hamidullah keşfedinceye kadar.
Olur mu; elbette böyle kazalar olur.
Ancak Nasıl ki Mormon Kitabı iddia ettiği gibi 1611 yıllarını yansıtmıyorsaak, bu sözde mushafı inceleyenler beceriksiz bir sahtekarlığa tanık oluyorlar.
Niye binlerce sahabenin hiçbirinin böyle bir nüsha üretmediğini, niye tanınan hiçbir tabinin veya tabiu tabiinin böyle bir nüsha üretmediğini merak etmezler.
Normaldir. Mukallitlerin ve müritlerin böylesine meraklı olmalarını bekleyemeyiz. Haksızlıktır.
Ancak, sözde nüshayı inceleyenler şunu farkediyorlar.
Önemli bir kısmı Kudsi Hadisler, yani Allah’a yapılmış ayet iftiraları, oluşturan bu 137 hadisin dili, uslubu ve formatı iddia edilen tarihten birkaç yüzyıl sonra 9’uncu yüzyılda çevrilerek ortaya çıkan klasik hadis dili, uslubu ve formatına sahip.
Yani işin uzmanları bunun iddia edildiği gibi eski bir metin olamayacağını belirlemişler.
Nasıl ki Mormon Kitabı iddia ettiği gibi 1611 yıllarını yansıtmıyorsa…
Dahası, eğer gerçekten tabiin döneminde, birkaç sayfa da olsa, böylesi yazılı bir metin olsaydı oradaki isnadın daha sonraki hadis kitapların için organik ve astronomik bir büyümeyle en yaygın isnad zincirini oluşturması gerektirirdi.
Yani İbni Hanbel’e ek olarak, Buhari ve Muslim için ana kaynak olması gerekirdi. Ama gerçek bunun tersi…
Hamidullah’ın bu iddidasını ciddiyetle inceleyen uzmanlardan Ian d. Morris bu nüshanın asıl yazarının 827 yılında ölen Abd ar-Razzaq olabileceğini ileri sürer.
Üçüncü problem de kronolojik isnad zincirindeki problem. Birinci prolem, isnad zincirinin ilk dördünün Ahad oluşu, yani sadece bir kişinin diğerinden aldığı iddiası.
Peygamberden sonra ancak 5’inci nesilde başkalarının haberi olmuş bu eşşiz kitaptan…
Evet hadisçilerin milyonlarca uyduruk hadislerinin tarihi savunması için sadece 137 hadis için buldukları tek arkeolojik delil de peygamberin vefatından 200 yıl sonrasında AHADİ bir rivayet olarak geliyor
Abū Hurairah —- > Hammām —- > Maʿmar —- > ʿAbd ar-Razzāq
Üçüncü problem de 800-900 yılları arasında yazılan sahabelerin kısa biyografilerini içeren kitaplardaki kronoloji ile çelişmesi.
Bu konuda daha detaylı bilgi için bak
http://research-islam.blogspot.com/2014/09/the-earliest-hadith-collection.html
http://1sec.eu/tag/abu-hurayrah/
Selamların en güzeliyle Selamun Aleyküm..
Sizlere son zamanlarda okuduğum ve çok beğendiğim bir kitap tavsiyesinde bulunmak istiyorum.
Kitabın adı başlıkta da gördüğünüz üzere Halimizin İzahı.
Yaşadığım bu asırda Müslümanlar olarak içinde çırpınıp durduğumuz, yaşadığımız çoğu sorunu konu edinmektedir. Daha doğrusu bu kitap bizlere sorunları sıralamak yerine daha ziyade bu sorunlar karşısında neler yapmalıyız? bu sorunlarla nasıl başa çıkmalıyız? bunu hedefliyor.
Bizi kuşatan sorunların kırılabilmesi için yük bizim omuzlarımızdadır. Biz değişeceğiz ki Allah'ta değiştirecek ve bu değişim isteği, temennileri aşacak günlük hayatımızın bölümleri arasına girecektir.
Konuşmak yerine iş üreten Müslüman..
Allah'ı ve dinini her şeyin üstünde seven, O'na güvenen Müslüman..
Gelecek endişesini "dinin geleceği, insanların imanla ölmesi" olarak anlayan Müslüman..
Kalbe dünya sevgisini bir put olarak sokmayan, dünyayı Allah'ın gördüğü gibi bir sinek kanadı kadar bile etmez görmeyen Müslüman..
Mübahlar içinde boğulup kalmayan, cihadı en ulvi görev bilebilen Müslüman..
Kavramlarını hayat ilkesi olarak kullanan, insanlara ve dünyaya Kur'ân'ın baktığı gibi bakan Müslüman..
Allah'ın yasaklarının toplumda yer bulmasından uykuları kaçan Müslüman, değişim talebi olan Müslüman'dır..
Kurtuluşta bu MÜSLÜMAN NESLİN elinde biiznillah gerçekleşecektir.
"Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, şüphesiz Allah onların durumunu değiştirmez." Rad Suresi.
Bugün değişime kendinden başlamak istiyorsan bu kitabı okumakla başla..
Avrupa'nın İslam ülkelerindeki sömürgeciliğinden, orduları ile sadece yeryüzünü değil aynı zamanda kalpleri, ruhları, vicdanları, duyguları ve düşünceleri sömüren Batı emperyalizminden başka bir etken var mıdır?
Açık konuşalım...
Sömürgeci Batıyı tıpkı köleler ve maymunlar gibi taklit ediyoruz.
Açık konuşalım...
Bir dansöz gibi süslenen, sahneye çıkarmışçasına elbisesini çıkarıp adeta soyunarak üniversiteye giden genç kız, öğrenim görmek istediğini söylüyor öyle mi? Öğrenim mi bu tarz giyinmeyi gerektiriyor, bu kıvrak hareketleri öğrenim mi istiyor? Etüt adı altında yapılan gizli buluşma ve randevuları ilim mi emrediyor? Hocaya cilve yapmayı, asistanın dikkatini çekmeyi ilim mi emrediyor? Üniversiteyi bar, tiyatro ve eğlence yeri haline getirmeyi ilim mi istiyor? Acaba bu kızın, sabahleyin evinden çıkarken aklında bilgi elde etme düşüncesi var mı? Yoksa o, üniversiteye "avlanmak"için mi gidiyor?
Açık konuşalım...
Bugün ikisi Kahire'de olmak üzere Mısır'da dört üniversite vardır. Çoğu öğrencisi, kızları avlamak isteyen erkeklerle, avlanmayı arzulayan kızların içinde yüzdükleri düşünsel ve ruhsal pislik ve kirlilikten oluşan bir üniversite. Bu ortamda üzerlerine bu pisliklerin sıçramasından korkan bazı genç kızlarda vardır. Bu çamurdan kurtulmak ve her türlü bozukluğun dışında öğrenimlerini sürdürmek için kendilerine ayrı bir üniversite tahsis edilmesini istiyorlar. Ancak kadının, her türlü manevi bağdan ve sorumluluk duygusundan sıyrılmasını ve hürriyetine kavuşmasını savunan basın, şiddetle isyan ve itiraza kalkıp yaygaralar koparıyor ve şöyle diyor : "Araç ve gereçleri nereden temin edeceğiz? Böyle bir iş için gerekli hoca ve profesörleri nereden bulacağız?"
Bu dört üniversitede okuyan kızların hepsini toplasak, bunlar bir veya birden fazla üniversiteyi doldurmazlar mı? Aynı şekilde eksiksiz ve fazlasız olarak aynı hoca ve profesörlerle tahsillerini sürdürmezler mi?
Açık konuşalım...
MESELE İMKAN YOKLUĞU DEĞİL ÇILGINCA YAPILAN BİR İHTİLAT YANİ KADIN-ERKEK KARIŞIKLIĞI ARZUSUDUR!..
Açık konuşalım bu gençler, ileride sahip oldukları yavrularını terbiye edecek anneler ve babalar olmaya elverişli varlıklar mıdır?
Açık konuşalım...
Ahlâk, gelenek ve dini istemediğimizi rahatça belirtelim. İnsanca yaşamanın dışında hayvanlar gibi yaşanan bir hayata özenen kuşaklar yetiştirmek istediğimizi söyleyelim. İlerlemeye ve atılıma niyetimizin olmadığını söyleyelim. Madem ki söylediklerimizin doğruluğuna inanıyoruz, o halde çekinmeyelim.
Bu bahsettiğimiz şahsiyetler İslâm'dan tiksinirler. Fakat bizler gerçek anlamıyla Müslüman olduğumuz zaman bunların hiç biri sahnede görünmeye cesaret edemeyecektir.
NOT: Muhammed Kutub-Gelenekler Çatışması kitabından özet olarak alıntıdır.
Kadına değer İslamiyet ile birlikte gelmiştir. İslam geleneğinde kadın, çocuk doğurmak, mürebbiyelik yapmak ve emzirmek için var olan bir alet değildir. Yoksa İslam, olanca gayretiyle kadının eğitimine, öğrenimine, vicdanındaki inancın güçlendirilmesine ve şahsiyetin istikrarı için, kanunî, nefsî, ve ruhî güvencelerinin genişletilmesine özen göstermezdi, erkeğin olduğu gibi kadının da eğitime önem vermiştir.
İslam ancak terbiyesini bugünkü neslin verebildiği gelecek nesiller için çalışır. Daima bugünün nesillerini itina ile yetiştirir ki gelecekte temiz bir nesil ortaya çıkabilsin.
İslam bu konuda da yeni nesillerin anne ve babası sıfatıyla, erkek ve kadının ikisini birlikte göz önüne alır. Fakat özellikle anneye, nesillerin gerçek yetiştiricisi ve doğurucusu olduğu için daha büyük bir değer verir.
Bu itibarla İslam kadının hayat güvencelerini çoğaltmış ve onu, hayattaki en önemli görevi olan, beşeri üretim sağlaması, bu üretimi her türlü kötülükten koruması ve işlerin mükemmel bir şekilde yürütebilmesi için, kendisini ve ailesini geçindirme gayesiyle çalışmaya muhtaç kılmamış ve ona en büyük güvenceleri sağlamıştır.
Hür dünya dedikleri Hristiyan ülkelerde ve İslam ülkeleri denilen Arap ülkelerinde, (Hayat müşterektir) denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir.
Bir kadın yazar da diyor ki:
(Ne zaman bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üstüne oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşıyorum: İyi kötü birer kişilikleri olan bu kadınlar, orada öylece durup o arabaların birer aksesuarı gibi pazarlanmayı nasıl içlerine sindiriyorlar? Hem, kadın cinsini bu kadar aşağılatan o kadınlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı öfke doluyor içim.)
Dünya Kadınları, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen Müslüman olurlardı..
Müslümanlıkta kadının en önemli gayesi çocuğunu yetiştirmektir. İslam'da çocuk sahibi olmak, çocuğu emzirmek doyurmaktan ibaret değildir. Aksine ona gerçek bir terbiye vermek, çocuğun ruhuna sağlam bir inanç aşılamak, o yepyeni fideliğe kuvvetli bir iman tohumu ekmek ve verimli bir tarlada taze filizler dikmek demektir. Bütün bunlar, büyük, zor, güç ve uzun zaman isteyen işlerdir. Kadın bunları güzel bir şekilde yaptığında, dinamik bir işi yerine getirmiş olur.
Önce hastalığın kaynağını bilmeliyiz ki tedavi vasıtalarını ona göre belirleyelim.
Bana göre bugün içinde bulunduğumuz en büyük hastalık inanç eksikliği ve körü körüne Batı taklitçiliği. Ama bizim her ikisiylede mücadele ruhumuz yok.
Mücadele: sızan ter, dökülen kan ve gözyaşıdır. Mücadele: sürekli olarak nefis, mal ve gayretle yapılan fedakarlıklardır. Biz ümmet olarak direnme Azmi'mizi bıraktık demode olduk. Karnını doyuran ümmetin dertleriyle dertlenmeyi umursamayan makinalara döndük. Ve dipsiz vadi uçurumlarına yuvarlanarak gidiyoruz.
MUHTACIZ sapık gözleri, sefil arzuları, çirkin kahkahaları, kırıntılı yürüyüşleri, hayvani yoldan beslenen duyguları Yok edecek ciddi ve şahsiyetli karaktere muhtacız. Düşüncelerimizi cinsel duygu uçurumundan kurtarmaya, hislerimizi, sevgimizi, fikirlerimizi sağlamlaştırmaya ve ruhlarımızı temizlemeye muhtacız. Gayret sarf edebilecek bir gençliğe muhtacız.Bu gençlik.. hayvanlara benzer şekilde caddelerde köpekler gibi şehvet salyaları akıtıp vaktini ve gücünü böyle yollarda akıtırsa uçurumlara yuvarlanıp Yok olmaya hazırlanalım..
Evet iyi biliyorum ki bu kitabı okumakla iyi bir Müslüman olmadım.. saymakla bitmeyen hatalarım var.. yanlışlarım var.. kendi sefilliğime mi üzüleyim ümmete mi bilemedim.. bu kadar okuyup öğrenip hala örnek alınacak bir Müslüman olamadığımamı üzüleyim onu da bilmiyorum.. ben mi uykudayım ümmet mi uykuda onu da bilmiyorum.. en yakın zamanda uyanma duasıyla.. beni bir nebze olsun kendime getiren Muhammed Kutub.. Allah ondan razı olsun..
okuduğum ve neredeyse her yerini çizdiğim nadir kitaplardan.. Muhammed Kutub-Gelenekler Çatışması.. Kesinlikle Tavsiyemdir...
Emri Bil Maruf, Nehyi Anil Münker: İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma.
Maruf, şerîatın emrettiği; münker, şerîatın yasakladığı şey demektir.
Kur'an-ı Kerîm'de, ''Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Al-i İmrân, 3/104) buyurulmaktadır. Bu ayetle marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır. İslâm uleması bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir.
İslam dininde ayakta kalabilmenin şartı namaz, zekat, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaya yaslandırıldığına göre namazın ikame edilmediği, zekatın verilmediği, insanların iyiliğe teşvikte bulunup kötülüklere karşı bir tür otokontrol kuramadıkları toplumlar, hayırlı ümmet olma karakterini kaybetmiş olacaklardır.
Kötülükleri önlemenin polise havale edildiği, iyilikleri teşvik etmenin de din adamlarına yüklendiği toplumlar, önce kendileri ıslah edilmesi gereken arızalı toplumlardır. Böyle toplumlar Allah'ın azabını beklemeye mahkumdurlar.
Rasulullah (s.a.v) bir hadisinde şöyle söylemiştir: "Benim ümmetimi, zalime "zalim" demeye çekinir gördüğümde onların işi bitmiştir. (Hakim, 7118; Ahmed, 6784)
İyiliğin yayılması ve dinin sürekliliği, Müslümanların dinlerini iç ve dış tehlikelere karşı koruma şuuruna sahip olmalarına bağlıdır. İman edenleri tarafından korunmayan bir dinin orduların himayesinde ayakta kalması zordur bunun içinde Müslüman bir fert olarak toplumumuza iyiliği emretmemiz, kötülükten de men etmemiz hepimizin üzerine bir borçtur.
Hatta Rasulullah devrinde sahabiler sadece Müslümanlara değil, Ehli Küfür'e de İslamı anlatıp bir çok kişinin İslam'la şereflenmesine vesile olmuşlardır ama bizler ne yazık ki şuan bırakın insanların Müslüman olmasına vesile olmak, kendi içimizde bile Müslüman Kardeşler olarak birbirimizi uyaramıyoruz.
Allah hepimize İslam'ı hakkıyla yaşamamamızı daha sonra da İslam'ı hakkıyla anlatmamızı nasip etsin..
Selamların en güzeliyle Selamun Aleyküm💗
Bu yazımda sizlere Mescidi Aksa ziyaretimde tavafuk olarak karşıma çıkan bir kütüphaneden bahsedeceğim.
Bu kütüphane Kadim(eski) Mescidi Aksa'da bulunuyor.
Aslında her ne kadar Mescidi Aksa o alanın adı olsa da Mescidi Aksa Camiine de Mescidi Aksa diyebiliriz.
Mescidi Aksa Camii'nin altında bir de eski mescid bulunuyor. Buraya da Kadim yani eski Mescidi Aksa deniyor. Bu mescid asıl olanı gibi her zaman açık değil.
Gezimizin son günü son vakit namazını kılmaya Mescidi Aksa'ya gittiğimde karşıma çıktı Kadim Mescidi Aksa..
Tabi ki hemen merdivenlerden inerek keşfetmeye başladım Kadim Mescidi Aksa'yı..
Hadi birlikte de bakalım neler varmış Kadim Mescid-i Aksa'da..
📚Böyle bir girişi vardı Kadim Mescidi Aksa'nın.. bir nevi yer altında..
İçeri girdiğimde kulağıma Kur'an sesleri geldi.. daha sonra bilen birine sorduğumda ise Kadim Mescid-i Aksa'da zikir halkaları ve Kur'an derslerinin olduğunu söyledi.. aynı ashap dönemi gibi.. mescidin içinde Kuran okuyan gruplar.. bir yandan gençler bir yandan çocuklar bir yandan yaşlılar.. herkes Allah'ın kelamıyla meşgul.. hemde miraç basamağında...
Daha sonra Mescidden gezerken karşıma kocaman bir kapı çıktı.. üzerine Arapça المكتبة الختنية yazıyordu.. yani Hatuniye Kütüphanesi.. tabii kütüphane görünce ben durumuyum hemen içeri girdim:)..
📚Böyle bir girişi vardı:
İçeri girdiğimde ise tek kelimeyle HAYRAN kaldım.. bu kadar İslamî Eseri bir arada gerçekten görmemiştim.. Fıkıhtan Akaide, Akaidden Tefsire yüzlerce kitap vardı.. hepsi okadar güzel düzenlenmiş okadar güzel kategorize edilmişti ki bayılmamak elde değil..
Şimdi resimlerle biraz kütüphanenin içini gezelim..
Kütüphane de bu şekilde raflar var ve konularına göre kitaplar kategorize edilmiş.. Tefsir kitapları bir tarafta, diğer tarafta Fıkıh kitapları, başka yerde Siyer kitapları hepsi ayrı ve düzenli şekilde yerlerini almışlar..
Mesela bu raf üzerinde yazıldığı üzere Hanefi Fıkhına ait:)
Burası ise tamamen Tefsirle alakalı bir bölüm..
Benim için Kadim Mescid-i Aksa'dan anlatabileceğim en özel ve güzel yer Kütüphanesiydi.. Anlatabildiğim kadar anlatmaya çalıştım.. bir gün Kudüs'e yolunuz düşerse muhakkak görün.. o havayı soluyun derim.. bize bu değerli kitapları miras olarak bırakan İslam büyüklerimizden ve bu kitapları canı pahasına koruyup bu günlere getiren büyüklerimizden Allah razı olsun..
27 Aralık 2016 Salı
İsrail-El-Halil şehri, Halilurrahman Camii.. (beni ağlatan şehir)
Her zamanki gibi dünyaaanın en güzel selamıyla Selamun Aleyküm
Bugün size Kudüs gezimizde ziyaret ettiğimiz ve beni çok duygulandıran bir şehirden bahsetmek istiyorum.. hüzün şehri..
EL-HALİL..
El-Halil direnişin başkenti.. El-Halil çok kez işgal alında kalmış Peygamberler diyarı..
HÜZÜN DOLU ŞEHİR..
Mekke, Medine' ye gidenleriniz bilir, İslam'ın izzetini hissedersiniz Mekke, Medine'de.. El-Halil'de ise tam tersi İslam'ın zilletini hissediyorsunuz.. yapılan zulümleri, haksızlıkları, aşağılanmayı, hakir görülmeyi, iliklerime kadar hissettim El-Halil'de..
Bize ait olan yerlerin İsrail askerleri tarafından korunması, Müslümanlara yapılan.hayvan muamelesi, Müslüman evlerinin restore edilmesine izin vermeyişleri, insanların iş imkanı olmaması, bütün geçimini dilenmekle temin eden Müslümanların halleri.. daha kelimelere söylemediğim bir sürü buruk hayatlar.. ama herşeye, her zorluğa, her imtihana rağmen yüreklerdeki İMAN aşkı.. TESLİMİYET dolu yürekler.. işte böyle bir şehir El-Halil.. insanı kendinden, Müslümanlığından utandıran şehir..
Halil Şehrinde İşgal Altında Olan Filistinli Çocuklar..
Halil Şehrinde İşgalci Siyonistler..
El-HALİL'DE BULUNAN (Halilurrahman) bir diğer adıyla
İBRAHİM CAMİ..
Halilurrahman Camii, Hz. İbrahim ve ailesinin kabirlerinin bulunduğu Atababalar Mağarası (machpelah mağarası) üzerine kuruludur. 1206 yılında yapılan mabed, önemli bir yere sahip. Eski Ahit’te anlatıldığına göre caminin altındaki mağara, eşi Hz. Sare’nin vefatı üzerine Hz. İbrahim tarafından satın alınır ve Hz. Sare buraya defnedilir. Hz. İbrahim, Hz. İshak, eşi Rifka ve Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup da buraya defnedilir.. Cami 1994’e kadar tamamen Müslümanların denetiminde kalır. Ancak 1994 yılında Amerikalı köktendinci bir Yahudi, namaz kılmakta olan insanların üzerine ateş açar ve çok büyük bir katliamda bulunur, bu katliam 48 kişinin ölümüne sebep olur. İsrail de bu olayı bahane ederek şehrin bir kısmına ve caminin yarısına el koyar. Günümüzde caminin yarısı sinagog olarak kullanılıyor. Hz. İshak ve eşi Rifka’nın mezarları Müslüman tarafında, Hz. İbrahim ve eşi Sare’nin mezarları iki bölümün ortasında, Hz. Yakup ile eşi Lea’nın mezarları ise Yahudi tarafında yer alıyor.
Camii'nin içindeki kabirlerin fotoğrafları..
İbrahim (a.s)'ın Kabri..
İbrahim (a.s)'ın eşi Sare validemizin Kabri..
İshak (a.s)'ın Kabri..
İshak (a.s)'ın eşi Rıfka validemizin Kabri..
Ve Camii'nin dışında birde Hz. Yusuf'un kabri bulunuyor..
güzel yüzlü Yusuf (a.s)'ın Kabri...
Ayrıca Halilurrahman Camiinde beni en etkileyen şeylerden biri ise Âma bir Hafız'ın Kur'ân Tilavetiydi.. herkesi ağlatan o âma HAFIZ...
El-Halil yazım bu şekildeydi.. inşAllah istifade edebilmişsinizdir.. bir sonraki yazımda Görüşmek Üzere..