12 Ağustos 2013

KABE ÖRTÜSÜ (SİTARE VEYA KİSVE)

kaabe-b



Kâbe'nin bölümleri

Kâbe'nin içerisine ancak yılda iki defa (Ramazan ayı başlamadan ve Kurban Bayramı ile Hac ziyaretleri başlamadan yaklaşık 15 gün önce) "Kâbe'yi temizleme töreni" adı verilen törenle Kâbe'nin anahtarını geleneksel olarak ellerinde tutan "Ben-i Şeybeh" kabilesi mensupları ve seçilmiş misafirler girebilmektedir. Kâbe kapısı zeminden yüksekte olduğu için özel bir tekerlekli merdiven kullanılarak girilir. Kâbe'nin tavanı ahşaptır. Tabanı mermer ve kireçtaşı kareler ile kaplıdır. Tavana kadar iç duvarlarının alt yarısı mermerle kaplı olup bu mermer duvar üstüne üzerine Kur'an'dan ayetler kazılmış olan mermer tabletler konulmuştur. İç duvarların üst tarafı üzerinde altın işleme ile Kur'an ayetleri bulunan bir yeşil bez ile kaplıdır.[7]
Hacerü'l-Esved: Doğu köşesinde bulunan kara parlak taştır. Müslümanlar tarafından Cennet'ten indiğine inanılır.[8] Kâbe'de çıkan bir yangında bu taş ısı değişimi nedeniyle kırılıp 15 parçaya bölünmüştür. Günümüzde taşın parçaları gümüş bir çerçeveyle bir arada tutulmaktadır. Görünen kısmı yaklaşık 16,5x20 cm'dir. 930'da Mekke'yi basıp Kaabe'yi ellerine geçiren "Ebu Tahir Cannabi" idaresindeki Karamatiler bu taşı Mekke'den alıp Doğu Arabistan'da üsleri olan El-Ahsa vahasına götürmüşler ve Abbasiler de 952'de bu taşı geri almak için büyük fidye ve tazminat vermek zorunda kalmışlardır.[kaynak belirtilmeli]
  1. Kâbe Kapısı : Kâbe'nin doğu duvarında zeminden 2,13 metre yükseklikte bulunmaktadır.
  2. Mizab veya Altın oluk [3]: Kuzey duvarı üzerinde bulunan altından yapılmış oluk. Mekke'de ender yağan yağmur sularını Kâbe'nin çatısından indirmek için 1627'de Osmanlılar tarfından yapılmıştır.[9]
  3. Şadarvan: Kâbe'nin duvarlarının diplerini yağmur ve sel sularından korumak amacıyla yapılan mermerden koruma.
  4. Hatîm: Kâbe'nin batı duvarının önünde bulunan ve 90 cm yüksekliğinde ve 1,5 m eninde beyaz mermerden yapılmış İsmail duvarı adı verilen kavisli yarım daire şeklinde alçak duvarla sınırlanmış bir bölge.[10]
  5. Multazam: Kâbe'nin doğu duvarında Kâbe kapısı ile Hacerü'l-Esved arasındaki duvar kısmı.
  6. Makam-ı İbrahim: İbrahim ve oğlu İsmail tarafından Kâbe inşaa edilmekte iken İbrahim'in ayak izini bıraktığı bir mevki.
  7. Doğu köşesi "Hacerü'l-Esved" veya "Şarki"
  8. Güney köşesi "Yemânî"
  9. Batı köşesine "Şâmî"
  10. kuzey köşesine "Irakî" denir.
  11. Sitâre veya kisve: Kâbe'nin üzerine örtülen altın işlemeli hat yazıları bulunan siyah bir örtü. Üzerindeki örtü ipekli bir kumaştan dokunmuş olup, üzerineKelime-i Şehadet işlenmiş, çatıya yakın kısmında çevresine altın işlemeli bir şerit geçirilmiş; kemer biçiminde olan bu şeritte de Kur'an ayetleri işlenmiştir. Bu örtü her sene hac mevsiminde yenilenmektedir.
  12. Tavaf'ın başlangıç çizgisi olarak kullanılan mermer bant.
  13. Cebrail makamı: Kâbe'nin doğu duvarının önünde kapının bulunmadığı kısımda "Irakî" köşesinin hemen yanında bulunan mevkii.
Kâbe ilk defa kimin tarafından ve ne zaman örtülmüştür? 
Kâbe örtüsü neden siyahtır? Kâbe örtüsüne ne zaman ilk defa ayetler işlenmiştir?İslam Tarihçileri Kâbe örtüsü hakkında farklı tarihler vermişlerdir. Al-Azraki "Ahbar Makka“ (=Mekke Haberleri) isimli eserinde dedesi Abu-al-Valid Ahmed b. Muhammad al-Azraki ve daha başka isimleri de kaynak göstererek hiç kimsenin Kâbe örtüsünün ilk defa ne zaman örtüldüğüne dair birşey bildirmediklerini not etmiş.Kâbe ilk defa kimin tarafından ve ne zaman örtülmüştür?Al-Azraki dedesinden edindiği bilgiye göre İbn Hişam Resulallah’ın “Tubba’yı kötülemeyin, o ilk defa Kâbe’yi örttü“ hadisini bildirmiş.Al-Askalani, Al-Azraki’nin yazdıklarını doğrulamış , Fath-al-Bari isimli eserinde “Tubba Kâbe’yi ilk defa vasail ile örten kişidir” Devamında ise: “Bazı alimlerimiz İsmail’in ilk defa Kâbe’yi örttüğünü söylemişlerdir” yazmıştır.

Tubba’nın Kâbe’yi örttüğü tarih hicretten 200 sene evveline dayanır!Al-Baladuri, İsa’nın doğumundan 300 sene evvelinde Adnan b. Add‘ın Kâbe’yi anta ile (= deri veya kilim) örttüğünü söylemiştir.Al-Askalani, bu tarihi bilgiler doğruysa diye ekleyerek, Hz. İsmail’in ilk kez, Adnan’ın ikinci kez, Tubba‘nın ise üçüncü kez Kâbe’yi baştanbaşa örttüğünü belirtmiştir.
Kâbe’nin üzeri neden örtülüdür?
Kâbe’yi örtmenin belli bir anlamı olup olmadığı bildirilmemiş ama değişik rivayetler yazılmış. Al-Azraki Tubba’nın Kâbe’ye anahtarlı kapı yaptırdığını ve yazdığı şiiri oraya astığını bildirmiş. İslamiyet öncesi hicretten yaklaşık 200 sene evvel! yazılan şiirin kısmen tercümesi şöyle:Biz mübarek evi giydirdik, çizgili mulan ve burud ile. (…)Biz yedi kere evin etrafında dolandık (Tavaf ettik) ve İbrahim’in kabri önünde eğildik.Biz 6000 (hayvan) kurban ettik ve onlara (kafilerle) hızla yetiştik.(…)Tanrılara kurban edilen hayvan üzerindeki kumaşlar Kâbe’ye örtülüyordu İslam öncesi batıl törelerde tanrılara kurban edilecek hayvanlar ritüellerle kutsallaştırılıyorlardı.Üzerlerine kırmızı damga vuruluyor ve kumaş ile örtülüyorlardı. Mekke’de kurban edilen hayvanların üzerindeki kumaşlar Kâbe hizmetkarları (= Sadana) tarafından Kâbe’ye örtülüyordu.
Kâbe çizgili kumaşlarla örtülüyordu Al-Azraki’nin İbn Mulayka’dan öğrendiği bilgilere göre Kâbe İslam’dan evvel Hizz, Hubur, Burud ve Anmat gibi çizgili kumaşlarla (= O devirde giyim eşyası olarak kullanılıyordu) örtülüydü. Kurban edilecek hayvanlar da bu kumaşlarla örtülüyordu. Geriye kalan kumaşlar Kâbe’deki dolaptaydı. Kâbe’ye güzel kokulu buhurlar-buhurdanlıklar hediye ediliyor ve yakılıyordu.Kâbe en pahalı ve en iyi kilimlerle örtülüyorduAl-Azraki Kureyşliler’in ve değişik kabilelerin Kâbe örtüsü için para bağışladıklarını bildiriyor. 

Al-Fasi ise Kâbe‘nin vasail ve anmatlarla, yani Maisani denilen en pahalı ve en iyi kilimlerle örtüldüğünü bildirmiş. (= Maisan’dan gelen kilimler) Kâbe örtüleri deri, palmiye yaprakları, saç ve yündendiAl-Fakihi, Halid b. Cafer b. Kilab‘ın Kâbe’ye misk ve ipek kumaş gönderdiğini ve örtü diktirdiğini bildirmiş. Böylelikle İslam evvelinde Kâbe’yi ilk defa ipekle örten kişi olarak tarihe geçmiştir.Hz. Ayşe İslam’dan evvelki dönem için: „Aşure günü oruç tutulur ve aynı gün Kâbe örtülürdü“ diye bildirmiştir.Kâbe her kumaş ile örtülebiliniyor İslam’dan evvelki dönemde Arap kabileleri Kâbe’yi örtmeyi bir görev, şeref ve fazilet olarak görüyorlardı. Kâbe’yi örtmek, örtüsünü bağışlamak bazı önde gelen asil ve zengin kabileler için imtiyaz sahibi olduklarının göstergesiydi. Herkes Kâbe’yi istediği kumaş ile örtebilir, kurbanlık hayvanlarını örterek tanrıya bağışlayabilirdi.Kâbe’yi örtme günleri Tarihçiler Kâbe’yi örtme günleri olarak 10 Muharrem Aşure gününü ve Zilhicce’nin sekizini belirtmişlerdir. 

(Yavm-at-Tarviya) Kâbe örtüsü donatım malzemeleri her türlü renkten ve cinsten Kâbe örtüsü donatım malzemeleri çok çeşitli olmuştur: Deri (Anta), Kanevas (Husuf), has yün (Musuh), hasır (Anmat), ipek (Dibağ), yumuşak kumaş (Mala), keten (Usub), ince  doku (Şikak, vasail), ince çadır kumaşı (Kirar) ve kilim (Namarik).Kâbe örtüsü olarak her türlü renk, motif ve yazı şekli kullanılmıştır.İslam‘da Kâbe örtüsü Resulallah Efendimiz Kâbe’yi fethettiğinde sahabelerle içini putlardan temizlemiş, yıkamış, fakat müşriklerin örttükleri örtüyü indirmemiştir. (630) Aynı sene içinde bir kadın buhur ile Kâbe’yi tavaf ederken örtüyü dikkatsizlikle yakmıştır. Bu kazadan sonra müslümanlar Kâbe’yi Yemen’den gelen yeni bir örtüyle örtmüşlerdir.Müslümanlar kurbanlık hayvan üzerindeki örtüleri asla Kâbe örtüsü olarak kullanmamışlardır. Resulallah Efendimiz Kâbe’yi üç defa örtmüştür Hadis kaynaklarına göre Resulallah Efendimiz vefatına kadar uzanan süreçte Kâbe’yi üç defa örtmüştür. Vefatından sonra halifeler ve sonraki İslam Devletleri’de Kâbe’yi örtmüşlerdir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer döneminde Kâbe Mısır’dan gelen Kabati kumaşiyle örtülüyordu.Emeviler Dönemi Kâbe örtüsü Emeviler döneminde Muaviye Kâbe’ye senede iki defa misk gönderirdi, namazdan sonra Kâbe duvarlarına misk sürülürdü. Muaviye’nin vefatından sonra Yezid ve Abdullah da Kâbe’yi ipek ile örtmüşlerdir. İpek= Dibağ Hüsravani. Abd-al-Malik’in halifelik döneminde Kâbe örtüsü Şam’da dokunur, Medine’ye gönderilir, Mescid-i Nebevi’de gösteriye sunulur, sonra Kâbe’ye gönderilirdi. Kâbe örtüsü ipektendi.Abbasiler Dönemi- İlk defa yazı işlemeli Kâbe örtüsü Abbasiler döneminde kumaş dokuma, boyama ve işleme teknikleri gelişmişti. Al-Mahdi 776 senesinde ilk defa üzerine yazı işlenmiş Kâbe örtüsü hazırlatmıştır. Kâbe duvarlarına misk ve amber sürdürmüştür. Kâbe üç çeşit kumaş ile örtülmüştür = Kabati (Keten), hizz (Yün) ve dibağ (İpek). Besmele ve Salavat işlemeli Kâbe örtüsüHüseyin b. Hasan al-Alavy döneminde Kâbe sarı ve beyaz olmak üzere iki ipek kumaş ile örtülüyordu. Kâbe örtüsü üzerine Besmele ve Salavat örtüye işlenmişti. Al-Mamun döneminde Kâbe örtüsü kırmızı veya beyaz ipektendi. İbn Abd Rabbihi (vefatı 939 senesi) yazdığı eserinde Kâbe örtüsünün Horasan’dan gelen kırmızı ipekten olduğunu, üzerindeki halkalarda El-Hamdu-Lillah, Subhan-Allah, Allahu-Akbar, Allah Al-Aliyy, Al-Azim yazılı olduğunu bildirmiştir.Fatimidiler Döneminde Kâbe örtüsü - Şiiler- Fatimidiler döneminde Kâbe örtüsü beyaz ve sarı renklerindeydi. İpek kumaşlar Hindistan ve Çin’den getirtiliyordu. İki şeritli turuzlar altın işlemeliydi.
Kabe'nin Anahtarı 60 Yıldan Sonra İlk Kez Değiştirildi, Abdullah Bin Abdülaziz, Abdül Aziz El Suud, Sultan Abdülaziz, Hazreti Muhammed
Memlüklüler Döneminde Kâbe örtüsü Memlüklüler kendilerini Hadım al-Harameyn aş-Şarifeyn= İki kutsal Haramın hizmetçileri diye adlandırıyorlardı. Kâbe örtüsü siyah ipek ve ketendendi. Örtünün üzeri içi beyaz renkte işlenmiş Kelime-i şehadet‘li halkalarla süslenmişti. Beyaz renkli işlemede Kur’an’dan Hac Ayetleri (Sure 3/96, 2/127-128, 5/97) bulunan şeritler örtünün üst kısmına iliştirilmişti. Kâbe kapısı siyah ipekli kumaş üzerine altına bandırılmış gümüş ipliklerle işlenmiş örtüyle kaplıydı.Osmanlı Döneminde Kâbe örtüsü= Kisve 1517 senesinde Sultan Selim Hadım al-Harameyn aş-Şarifeyn= İki kutsal Haramın hizmetçileri ismini üstlendi. Kâbe örtüsü siyah ipektendi: Renk, dikiş ve işlemeleri Memlüklülerin dokuduğu örtüye çok benziyordu. Örtü 30 günde hazırlanıyordu. Kâbe örtüsü 1706 senesine kadar Mısır’da, 1706‘dan-1860’a kadar 

Konstantinopel’de dokundu. Örtünün Konstantinopel’den İskenderiyye’ye kadar götürülmesi 11 gün sürüyordu.Kâbe örtüsünün masrafı 276 bin 216 Dirhem tutuyordu. 1.Dünya Savaşı esnasında Kâbe örtüsü Mısır’da değil, Konstantinopel’de dokundu. Osmanlıların gönderdiği kisve Medine’de muhafaza edildi ve 1922 yılında kullanıldı. 1923 senesinde kisve Irak’ta dokunuldu. Suudi Arabistan Döneminde Kâbe örtüsü 1804 yılında Saud Abd el-Aziz Medine’yi, 1806’da Mekke ve Cidde’yi ele geçirdi, Osmanlı hac kervanlarının girişine izin vermedi. Osmanlıların hutbelerini yasakladı. Sultan Selim III.‘ye mektup yazarak Mısır ve Suriye mahmallarını (= Kisve taşıyan kervan) göndermemesini, bunun Vahhabilere göre bidat olduğunu açıkladı. Saud 1806’da Kâbe’yi kırmızı ipekten kisve ile, sonraki senelerde siyah ipek ve siyah ketenden kumaş ile örttü.1927 senesinde Kral Abdul-Aziz oğluna (Kral Faysal) kisve dokunulan atölye kurmaya teşvik etti. 1927 de Mekke’de kurulan atölyeden sonra, 1974 de Mekke dışında bir atölye kuruldu ve kisve artık orada dokunuluyor.Mahmal nedir?Kâbe örtüsü (=Kisve) tarih boyunca çeşitli bölgelerden (Yemen, Irak, Horasan, Konstantinopel, Mısır) Mekke’ye Mahmal denilen kervanlarla gönderilmiştir. Mahmal kelimesi hamala, yani taşımak kelimesinden türemiştir. Mahmal konik çatılı mahzendir. Mahmalın içinde Kâbe örtüsü taşınıyordu. Üzerinde mahmal bulunan develer ve bu kervanlar mahmal diye adlandırılıyordu.Kâbe örtüsü taşıyan Mahmal Kervanları kutlama törenleriyle karşılanırdı Müslüman halifeler ve sultanlar 13. yüzyıldan itibaren yüzyıllar boyunca her sene mahmal ile yeni kisve gönderirlerdi.Osmanlı sultanları Hadım al-Harameyn aş-Şarifin lakablarıyla hem dini hem dünyevi hakimiyetin sahipleriydiler. Muhafaza edilebilinen en eski mahmal Topkapı Müzesi’ndedir, Memlüklüler dönemine aittir. Mahmal törenleri hakkında seyyahlar, tarihçiler ve tanıklar ilginç detayları aktarmışlar.14. yüzyıl, İbn Battuta, Mısır: (…) Recep ayında düzenlenen mahmal törenine katılanlar: Devletin en yüksek memurları, kadıları, Beyt-ul Mal‘ın vekilleri, dini ve dünyevi makam sahipleri, askerler, sipahiler, Emir-al Hacc, kadınlar ve erkekler… 15.yüzyıl, Al-Kalkaşandi: (…)Törenden üç gün evvel yol üzerindeki dükkan sahiplerine haber veriliyordu ki, süslemeler yapsınlar.17.yüzyıl, Al-Ayyaşi, Mısır, Osmanlı dönemi: (…) Mahmal altınla işlenmiş ipek ile örtülüyordu.Hükümdar kisveyi hazırlayanlara şeref elbiseleri hediye ediyordu.1825, 1834 Lane’in Kahire ziyaretinden aktardıkları, Osmanlı dönemi: (…) Mahmalın ön tarafında gümüş ve altın ipliklerle işlenmiş Kâbe motifi bulunuyordu. Motifin üst tarafına Osmanlı Sultanının tuğra şeklinde işlenmiş ismi iliştirilmişti. Mahmal içindeki gümüş kutularda iki Kur’an bulunuyordu. Yeşil veya siyah örtülerle örtülen mahmal en güzel ve semiz deve tarafından taşınıyordu.1901, Rıfat’ın Osmanlı döneminde gözlemlediği mahmal töreni: (…) Bütün gece ilahiler söyleniyor, Kur’an okunuyor, havaya atılan 21 kurşun ile tören sonlandırılıyordu. Medine’de karşılanan kisve Osmanlı askerleri eşliğinde ihtişamlı bir törenle kutlanıyordu.En son ki mahmal töreni deve değil tren ile: 1952‘de Mısır’dan Suez üzerinden Kâbe’ye gönderilmiştir. Mahmal treni büyük şehirlerde duraklıyor, kisve şehir içinde dolandırılarak tören kutlanıyordu.Kitapta anlatılanlar bu yazıya çok kısa ve öz biçimde aktarılmıştır.Kaynak: Die Kiswa der Ka‘ba in Makka. Abdelaziz Gouda. Kairo-Ägypten. Berlin 1989.
---------------------------
Kâbe ilk defa kimin tarafından ve ne zaman örtülmüştür? Al-Azraki dedesinden edindiği bilgiye göre İbn Hişam Resulallah’ın “Tubba’yı kötülemeyin, o ilk defa Kâbe’yi örttü“ hadisini bildirmiş.
Al-Askalani, Al-Azraki’nin yazdıklarını doğrulamış , Fath-al-Bari isimli eserinde “Tubba Kâbe’yi ilk defa vasail ile örten kişidir”  Devamında ise: “Bazı alimlerimiz İsmail’in ilk defa Kâbe’yi örttüğünü söylemişlerdir” yazmıştır.
Tubba’nın Kâbe’yi örttüğü tarih hicretten 200 sene evveline dayanır! Al-Baladuri,  İsa’nın doğumundan 300 sene evvelinde Adnan b. Add‘ın Kâbe’yi anta  ile (= deri veya kilim) örttüğünü söylemiştir.
Al-Askalani, bu tarihi bilgiler doğruysa diye ekleyerek,  Hz. İsmail’in  ilk kez, Adnan’ın  ikinci kez, Tubba‘nın ise üçüncü kez Kâbe’yi baştanbaşa örttüğünü belirtmiştir.
Kâbe’nin üzeri neden örtülüdür? Kâbe’yi örtmenin belli bir anlamı olup olmadığı bildirilmemiş ama değişik rivayetler yazılmış. Al-Azraki Tubba’nın Kâbe’ye anahtarlı kapı yaptırdığını ve yazdığı şiiri oraya astığını bildirmiş.
İslamiyet öncesi hicretten yaklaşık 200 sene evvel! yazılan şiirin kısmen tercümesi şöyle: Biz mübarek evi giydirdik, çizgili mulan ve burud ile. (…)

Biz yedi kere evin etrafında dolandık (Tavaf ettik) ve İbrahim’in kabri önünde eğildik.
Biz 6000 (hayvan) kurban ettik ve onlara (kafilerle) hızla yetiştik.(…)
Tanrılara kurban edilen hayvan üzerindeki kumaşlar Kâbe’ye örtülüyordu İslam öncesi  batıl törelerde tanrılara kurban edilecek hayvanlar ritüellerle kutsallaştırılıyorlardı. Üzerlerine kırmızı damga vuruluyor ve kumaş ile örtülüyorlardı.  Mekke’de kurban edilen hayvanların üzerindeki kumaşlar Kâbe hizmetkarları (= Sadana) tarafından Kâbe’ye örtülüyordu.
Kâbe çizgili kumaşlarla örtülüyordu Al-Azraki’nin İbn Mulayka’dan öğrendiği bilgilere göre Kâbe İslam’dan evvel Hizz, Hubur, Burud ve Anmat gibi çizgili kumaşlarla (= O devirde giyim eşyası olarak kullanılıyordu) örtülüydü. Kurban edilecek hayvanlar da bu kumaşlarla örtülüyordu. Geriye kalan kumaşlar Kâbe’deki dolaptaydı. Kâbe’ye güzel kokulu buhurlar-buhurdanlıklar hediye ediliyor ve yakılıyordu.
Kâbe en pahalı ve en iyi kilimlerle örtülüyordu Al-Azraki Kureyşliler’in ve değişik kabilelerin Kâbe örtüsü için para bağışladıklarını bildiriyor.
Al-Fasi ise Kâbe‘nin vasail ve anmatlarla, yani Maisani denilen en pahalı ve en iyi kilimlerle örtüldüğünü bildirmiş. (= Maisan’dan gelen kilimler)
Kâbe örtüleri deri, palmiye yaprakları, saç ve yündendi Al-Fakihi, Halid b. Cafer b. Kilab‘ın Kâbe’ye misk ve ipek kumaş gönderdiğini ve örtü diktirdiğini bildirmiş. Böylelikle İslam evvelinde Kâbe’yi ilk defa ipekle örten kişi olarak tarihe geçmiştir.Hz. Ayşe İslam’dan evvelki dönem için: „Aşure günü oruç tutulur ve aynı gün Kâbe örtülürdü“ diye bildirmiştir.
Kâbe her kumaş ile örtülebiliniyor İslam’dan evvelki dönemde Arap kabileleri Kâbe’yi örtmeyi bir görev, şeref  ve fazilet olarak görüyorlardı. Kâbe’yi örtmek, örtüsünü bağışlamak bazı önde gelen asil ve zengin kabileler için imtiyaz sahibi olduklarının göstergesiydi. Herkes Kâbe’yi istediği kumaş ile örtebilir, kurbanlık hayvanlarını örterek tanrıya bağışlayabilirdi.
Kâbe’yi örtme günleri Tarihçiler Kâbe’yi örtme günleri olarak 10 Muharrem Aşure gününü ve Zilhicce’nin sekizini belirtmişlerdir. (Yavm-at-Tarviya)
Kâbe örtüsü donatım malzemeleri her türlü renkten ve cinsten Kâbe örtüsü donatım malzemeleri çok çeşitli olmuştur: Deri (Anta), Kanevas (Husuf), has yün (Musuh), hasır (Anmat), ipek (Dibağ), yumuşak kumaş (Mala), keten (Usub), ince doku (Şikak, vasail), ince çadır kumaşı (Kirar) ve kilim (Namarik).
Kâbe örtüsü olarak her türlü renk, motif ve yazı şekli kullanılmıştır.
İslam‘da Kâbe örtüsü Resulallah Efendimiz Kâbe’yi fethettiğinde sahabelerle içini putlardan temizlemiş, yıkamış, fakat müşriklerin örttükleri örtüyü indirmemiştir. (630) Aynı sene içinde bir kadın buhur ile Kâbe’yi tavaf ederken örtüyü dikkatsizlikle yakmıştır. Bu kazadan sonra müslümanlar Kâbe’yi  Yemen’den gelen yeni bir örtüyle örtmüşlerdir.
Müslümanlar kurbanlık hayvan üzerindeki örtüleri asla Kâbe örtüsü olarak kullanmamışlardır.
Resulallah Efendimiz  Kâbe’yi üç defa örtmüştür
Hadis kaynaklarına göre Resulallah Efendimiz vefatına kadar uzanan süreçte Kâbe’yi üç defa örtmüştür. Vefatından sonra halifeler ve sonraki İslam Devletleri’de Kâbe’yi örtmüşlerdir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer döneminde Kâbe Mısır’dan gelen Kabati kumaşiyle örtülüyordu.
Emeviler Dönemi  Kâbe örtüsü Emeviler döneminde  Muaviye Kâbe’ye senede iki defa misk gönderirdi, namazdan sonra Kâbe duvarlarına  misk sürülürdü. Muaviye’nin vefatından sonra Yezid ve Abdullah da Kâbe’yi ipek ile örtmüşlerdir. İpek= Dibağ Hüsravani. Abd-al-Malik’in halifelik döneminde Kâbe örtüsü Şam’da dokunur,  Medine’ye gönderilir, Mescid-i Nebevi’de  gösteriye sunulur, sonra Kâbe’ye gönderilirdi. Kâbe örtüsü ipektendi.
Abbasiler Dönemi- İlk defa yazı işlemeli Kâbe örtüsü Abbasiler döneminde kumaş dokuma, boyama ve işleme teknikleri gelişmişti. Al-Mahdi 776 senesinde ilk defa üzerine yazı işlenmiş Kâbe örtüsü hazırlatmıştır. Kâbe duvarlarına misk ve amber sürdürmüştür. Kâbe üç çeşit kumaş ile örtülmüştür = Kabati (Keten), hizz (Yün) ve dibağ (İpek).
Besmele ve Salavat işlemeli Kâbe örtüsü Hüseyin b. Hasan al-Alavy döneminde Kâbe sarı ve beyaz olmak üzere iki ipek kumaş ile örtülüyordu. Kâbe örtüsü üzerine Besmele ve Salavat örtüye işlenmişti. Al-Mamun döneminde Kâbe örtüsü kırmızı veya beyaz ipektendi. İbn Abd Rabbihi (vefatı 939 senesi) yazdığı eserinde Kâbe örtüsünün Horasan’dan gelen kırmızı ipekten olduğunu, üzerindeki halkalarda El-Hamdu-Lillah, Subhan-Allah, Allahu-Akbar, Allah Al-Aliyy, Al-Azim yazılı olduğunu bildirmiştir.
Fatimidiler Döneminde Kâbe örtüsü - Şiiler- Fatimidiler döneminde Kâbe örtüsü beyaz ve sarı renklerindeydi. İpek kumaşlar Hindistan ve Çin’den getirtiliyordu. İki şeritli turuzlar altın işlemeliydi.
Memlüklüler Döneminde Kâbe örtüsü Memlüklüler kendilerini Hadım al-Harameyn aş-Şarifeyn= İki kutsal Haramın hizmetçileri diye adlandırıyorlardı. Kâbe örtüsü siyah ipek ve ketendendi. Örtünün üzeri içi beyaz renkte işlenmiş Kelime-i şehadet‘li halkalarla süslenmişti. Beyaz renkli işlemede Kur’an’dan Hac Ayetleri (Sure 3/96,  2/127-128, 5/97) bulunan şeritler örtünün üst kısmına iliştirilmişti. Kâbe kapısı siyah ipekli kumaş üzerine altına bandırılmış gümüş ipliklerle işlenmiş örtüyle kaplıydı.
Osmanlı Döneminde Kâbe örtüsü= Kisve 1517 senesinde Sultan Selim Hadım al-Harameyn aş-Şarifeyn= İki kutsal Haramın hizmetçileri ismini üstlendi. Kâbe örtüsü siyah ipektendi: Renk, dikiş ve işlemeleri Memlüklülerin dokuduğu örtüye çok benziyordu. Örtü 30 günde hazırlanıyordu. Kâbe örtüsü 1706 senesine kadar Mısır’da, 1706‘dan-1860’a kadar Konstantinopel’de dokundu. Örtünün Konstantinopel’den İskenderiyye’ye kadar götürülmesi 11 gün sürüyordu.
Kâbe örtüsünün masrafı 276 bin 216 Dirhem tutuyordu. 1.Dünya Savaşı esnasında Kâbe örtüsü Mısır’da değil, Konstantinopel’de dokundu. Osmanlıların gönderdiği kisve Medine’de muhafaza edildi ve 1922 yılında kullanıldı. 1923 senesinde kisve Irak’ta dokunuldu.
Suudi Arabistan Döneminde Kâbe örtüsü 1804 yılında Saud Abd el-Aziz Medine’yi, 1806’da Mekke ve Cidde’yi ele geçirdi, Osmanlı hac kervanlarının girişine izin vermedi. Osmanlıların hutbelerini yasakladı. Sultan Selim III.‘ye mektup yazarak Mısır ve Suriye mahmallarını (= Kisve taşıyan kervan) göndermemesini, bunun Vahhabilere göre bidat olduğunu açıkladı. Saud 1806’da Kâbe’yi kırmızı ipekten kisve ile, sonraki senelerde siyah ipek ve siyah ketenden kumaş ile örttü.
1927 senesinde Kral Abdul-Aziz oğluna (Kral Faysal) kisve dokunulan atölye kurmaya teşvik etti. 1927 de Mekke’de kurulan atölyeden sonra, 1974 de Mekke dışında bir atölye kuruldu ve kisve artık orada dokunuluyor.
Mahmal nedir? Kâbe örtüsü (=Kisve) tarih boyunca çeşitli bölgelerden (Yemen, Irak, Horasan, Konstantinopel, Mısır) Mekke’ye Mahmal denilen kervanlarla gönderilmiştir. Mahmal kelimesi hamala, yani taşımak kelimesinden türemiştir. Mahmal konik çatılı mahzendir. Mahmalın içinde Kâbe örtüsü taşınıyordu. Üzerinde mahmal bulunan develer ve bu kervanlar mahmal diye adlandırılıyordu.
Kâbe örtüsü taşıyan Mahmal Kervanları  kutlama törenleriyle karşılanırdı
Müslüman halifeler ve sultanlar 13. yüzyıldan itibaren yüzyıllar boyunca her sene mahmal ile yeni kisve gönderirlerdi. Osmanlı sultanları Hadım al-Harameyn aş-Şarifin lakablarıyla hem dini hem dünyevi hakimiyetin sahipleriydiler. Muhafaza edilebilinen en eski mahmal Topkapı Müzesi’ndedir, Memlüklüler dönemine aittir. Mahmal törenleri hakkında seyyahlar, tarihçiler ve tanıklar ilginç detayları aktarmışlar.

14. yüzyıl, İbn Battuta, Mısır: (…) Recep ayında düzenlenen mahmal törenine katılanlar: Devletin en yüksek memurları, kadıları, Beyt-ul Mal‘ın vekilleri, dini ve dünyevi makam sahipleri, askerler, sipahiler, Emir-al Hacc, kadınlar ve erkekler…
15.yüzyıl, Al-Kalkaşandi: (…)Törenden üç gün evvel yol üzerindeki dükkan sahiplerine haber veriliyordu ki, süslemeler yapsınlar.
17.yüzyıl, Al-Ayyaşi, Mısır, Osmanlı dönemi: (…) Mahmal altınla işlenmiş ipek ile örtülüyordu.Hükümdar kisveyi hazırlayanlara şeref elbiseleri hediye ediyordu.
1825, 1834 Lane’in Kahire ziyaretinden aktardıkları, Osmanlı dönemi: (…) Mahmalın ön tarafında gümüş ve altın ipliklerle işlenmiş Kâbe motifi bulunuyordu. Motifin üst tarafına Osmanlı Sultanının tuğra şeklinde işlenmiş ismi iliştirilmişti. Mahmal içindeki gümüş kutularda iki Kur’an bulunuyordu. Yeşil veya siyah örtülerle örtülen mahmal en güzel ve semiz deve tarafından taşınıyordu.
1901, Rıfat’ın Osmanlı döneminde gözlemlediği mahmal töreni: (…) Bütün gece ilahiler söyleniyor, Kur’an okunuyor,  havaya atılan 21 kurşun ile tören sonlandırılıyordu. Medine’de karşılanan kisve Osmanlı askerleri eşliğinde ihtişamlı bir törenle kutlanıyordu.
En son ki mahmal töreni deve değil tren ile: 1952‘de Mısır’dan Suez üzerinden Kâbe’ye gönderilmiştir. Mahmal treni büyük şehirlerde duraklıyor, kisve şehir içinde dolandırılarak tören kutlanıyordu.
Kitapta anlatılanlar bu yazıya çok kısa ve öz biçimde aktarılmıştır.
Kaynak: Die Kiswa der Ka‘ba in Makka. Abdelaziz Gouda. Kairo-Ägypten. Berlin 1989.

KABE'NİN ÖRTÜSÜZ GÖRÜNÜMÜ
Kabe Örtüsü (Sitâre veya Kisve)
Kabe örtüsüne verilen addır. Kabenin tamamını kuşatan bu örtü siyah ibrişimden yapılır.
Üzeri Altın yaldız sırma yazılarla tezyin edilir.Kabe'yi örtmekten amaç onun yüceliğini ilan etmektir, onu takdis etmektir Kabeye ilk örtü giydiren hakkında çok değişik rivayetler vardır. bunlardan doğruya en yakın olanı İsmail A.S.dır. İbrahim A.S. Kabe'yi örtmediğinde ittifak vardır. Bazı rivayetlerde peygamberimizin dedelerinden Adnan b.ud ün Kabe'yi ilk örten kişi olduğu belirtilmektedir. Kabe İsmail a.s. dan sonra hiç bir devirde örtüsüz bırakılmamıştır. Her milletçe bu iş salih amel olarak addedilmiştir.Tarihte Kabe'yi örtme işi değişik kabileler tarafından yardımlaşarak yapılmıştır. İlk olarak tek başına Ebu Rabia b.Abdullah örtmüştür. Yine Abdulmuttalib'in zevcesi Netile bt. Hubab (Abbasın annesi) rivayet edildiğine göre; oğlu Abbas kaybolur, bulunursa kabeyi kendi balına örteceğini nezr eder. (Adar) Oğlu bulununca da bu nezrini yerine getirir. Böylece tarihte tek başına Kabe'yi örten ilk kadın o olur.Hz. Ömer zamanında ilk olarak Kabe beyt-ül maldan örtülmüştür. Bundan sonra Kabe örtüsü hükümetlerin sorumluluğunda olmuştur. Yine ilk olarak Hz. Ömer r.a. kabe örtüsünün Mısırda dokunmasını emretmiştir. Hz. Osman da bu kararlara sadık kalmış ancak senede iki defa dokunmasını emretmiştir.Kabe'nin örtüsü üç bölümden meydana gelmektedir. Kabe'nin dış örtüsü, iç örtüsü (astar) ve kuşak bölümü. Bunların hepsi şu anda Mekke'de bulunan 
Kabe örtüsü fabrikasında dokunmaktadır.
Kabe kapısının İlk nakışlı örtüsü 810 h. 1407 m. yılında dokunmuş ve örtülmüştür.


Kabe Örtüsü Hazırlanışı
Saf ipek kullanılarak dokunan altın işlemeli örtü, Kabe-i Şerif Örtü 
Fabrikası'nda 3 aylık bir çalışma sonucu dokunuyor.Mekke'de bulunan Kabe-i Şerif Örtü Fabrikası, yılın sadece 3 ayında çalışıyor ve sadece Kabe'nin örtüsünü dokuyor. Toplam alanı 658 metrekare olan örtü 14 metre uzunluğunda, 101 santimetre genişliğinde ve 47 parçadan oluşuyor. Her yıl yenisi ile değiştirilen örtü daha sonramüzede ziyarete açılıyor.Altın ve gümüş ipliklerle işlenen, siyaha boyanmış saf ipekten, 16 parçadan oluşan ve yaklaşık 17 milyon Suudi Arabistan Riyali'ne malolan örtünün üzerinde jakard üslubu ile işlenmiş 
‘‘La ilahe illallah Muhammed'in Resulullah. 
Allah Celle Celalühü. Sübhanallahi vebihamdihi subhanallahi el Azim. Ya hannan, ya mannan’’ ibareleri bulunuyor.Birisi Kabe kapısının örtüsü olmak üzere beş parçadan oluşan örtü için, 450 kilo ipek iplikten 658 metre kumaş dokundu. Boyama, dokuma, basma, işleme ve toplama döneminden geçen Kabe'nin örtüsü için, 47 top kumaş kullanıldığı öğrenildi.
Örtü, Kabe'nin dört duvarından sırayla değiştiriliyor. Asansörle Kabe'nin üzerine çıkan görevliler, saldıkları iplerle Kabe’nin yeni örtüsünü yukarıya çekip, aşağıya salıyorlar. Daha sonra altta kalan eski örtüyü indiriyorlar.
Kabe örtüsünün değiştirilmesi esnasında Mekke’de sadece 'yerli' halk bulunuyor. Çünkü hacıların o sırada Arafat'ta bulunmaları gerekiyor.Böylece 
Kabe, Arafat'tan dönen hacılara hazır hale gelmiş oluyor.


KUL NE DEMEKTİR





KUL NE DEMEKTİR

Kul olmak, kulun Rabbine karşı daima tezellül içinde olmasını gerektirir. İnsan Rabbine karşı edepli olmalı, haddini aşmamalı, O'nu daima yüceltmeli, O'nu sena etmeli ve O'na kulluk yapmalıdır.
KUL
‘Abd’ kelimesi kul demektir ve Kur’an’ın anahtar kelimelerinden biridir. Zira ‘kul’ kavramı, zorunlu olarak ‘ilah’, ‘rab’ kavramını çagrıstırmakta, insan zihninde hemencecik Rabbin/ İlah’ın dûnuna ‘kul’u yerleştirmektedir.
Kur’an kelimeleri üstadı Ragıb el-İsfehânî iki türlü kulun varlığından bahsetmektedir. Bunlardan ilki, sadece Allah’a kul olanlardır. ‘Kulumuz Eyyub’, ‘Rahmanın kulları’ tanımlarında bu anlam sarih bir biçimde görülmektedir. İkincisi ise, dünyaya ve dünyanın birtakım ‘değerlerine’ kul olanlardır. Ragıb el-İsfehânî’nin bu tanımına göre, bu ‘kul’lar kendilerini dünyaya hizmet etmeye ve ona bağlı kalmaya adamışlardır. Bu insanlar paranın, çıkarın, maddenin kulu kölesi olmuşlardır.
‘Abd’ kelimesi ‘âbid’ manasında ise de, ‘abd’ ‘âbid’den daha açıklayıcıdır.
Arap toplumunda köleye de ‘abd’ denmektedir. Çünkü köle, kelime anlamında bir efendiye sahiptir ve bu efendiye ‘rab’ denmektedir. (12/Yusuf, 41, 42, 50). Yani köle, başkası tarafından mülk edinilmiştir; kendisine ait herhangi bir malı-mülkü yoktur. (16/Nahl, 75).
Ragıb el-İsfehânî’nin gayet yerinde tespit ettiği gibi, din dilinde hem bütün insanlar, hem de bütün eşya/varlık Allah’ın kullarıdır. Bu varlıkların tamamı teshir ile Allah’a kul olmuşlardır. Bunlar iradî olarak, aklederek ve tefekkür ederek kul olmayı seçmiş değildirler; fıtratları onları böyle kılmaktadır. Bu kategorinin tek alternatifi insandır. İnsan, kendi ihtiyârı ile, dileyerek, düşünüp aklederek Allah’a kul olmayı kabul ya da reddeden yegane varlıktır.
Rabbimizin haber verdiğine göre, “göklerde ve yerde var olan her şey (ve herkes) isteyerek yahut zorunlu olarak Allah’a secde ederler.” (13/Ra’d, 15). Bu ayetin buraya kadar olan kısmından bu varlıkların insanlar ve melekî varlıklar olduğu anlamı çıkartılabilir. Fakat ayetin devamında, “onların gölgeleri de sabah akşam bunu yapmaktadır” denmektedir. Bu ‘gölge’ ifadesi, fizikî varlıklardan bahsedildiğini düşündürmektedir. Fussilet suresinin 11. ayetinde yine evrenin fiziki varlıklarının Allah’a nasıl kul kılındıkları anlatılmaktadır. Temsilî bir dille, Allah’ın göğe ve yeryüzüne yönelerek “isteyerek veya zorunlu olarak gelini” (41/Fussilet, 11) diye emrettiği, onların da “isteyerek (itaat ederek) geldik” tarzında karşılık vererek bu emre âmâde kılındıkları anlatılmaktadır. Şu halde Allah bütün canlı varlıkların fıtratlarına, Allah’a bağlı olma duygusunu yerleştirmistir. ‘Canlı’ olmayan varlıklar ise kendiliğinden, ister istemez Allah’ın kendilerini Yarattığı amaçlar doğrultusunda işlevlerini sürdürmektedirler. Bütün varlıklar, bir parçası oldukları tabiatın genel geçer yasalarına bağlıdırlar. Her varlık, büyükçe bir saatin parçaları misali, ‘büyük düzen’in bir unsuru olarak kendine tayin edilen fonksiyonu icra etmeye devam etmektedir; ta ki bu ‘büyük düzen’in nihayete ermesi noktasına kadar…
Bu olgu Kur’an’ın başka yerlerinde de değisik vesilelerle işlenmeye devam etmektedir. Bir ayete göre göklerde ve yeryüzünde olan canlılar, hayvanlar ve melekler, kısacası her şey “büyüklük duygusuna kapılmadan” Allah’a secde ederler.(16/Nahl, 49). İnsanın dışındaki hiçbir varlığın istikbar etmediği, Rabbine karşı büyüklük taslamadığı bedîhî bir gerçektir. Bununla birlikte böyle bir malumu vahiy niçin îlam etmektedir? Bunun bir nedeni, bu varlıkların yaratılış itibariyle böyle itaatkar ve isyan/günah nedir bilmez oluşlarına bir kez daha dikkat çekmektir. İkincisi ve en önemlisi ise kinaye yoluyla insanın bu gerçekten ders almasını sağlamak, sıradan, ‘cansız’ bir varlık kadar bile olamamanın, insanı ne kadar küçük düşürücü olduğunu anlatmaktır. Kur’an bu manada, iman konusunda vurdumduymaz insanlara taşları anımsatarak, uyarmak ister. Bu inançsız insanların taşlar kadar bile olamadığını dile getirir. (2/Bakara, 74). Adem’in iki oğlunun hikayesinde nasıl ki haddi aşıcı gaddar kardeş, kardeşini haksız yere öldürecek kadar ukala ve ‘kendine güvenen’ biri iken, kardeşinin cesedini ne yapacağını dahi bilemeyecek kadar zavallı ve çaresiz ise ve öldürdüğü hemcinsini gömen karga karşısında, “bir karga kadar bile olamamanın” ezikliğini içinde hissetmişse (5/Maide, 27), kendisinden başka bütün varlıkların Allah’a secde ve Allah’ı tesbih ettiğini öğrenen insan da bundan, içinde bulunduğu zavallılığın ezikliğini hissetmek durumundadır.
Kur’an literatüründe yalnızca Allah’a iman edip kulluk eden kimseler değil, inanan-inanmayanıyla bütün insanlar Allah’ın kulu olarak anılırlar. Bununla birlikte, bu iki durumda ‘kul’ kavramı tamamen aynı anlamı ifade etmez. Bunu bazı örneklerle delillendirmemiz mümkündür. Mesela Şeytan, Allah kendisini lanetlediği ve rahmetinden kovduğu vakit, “yemin ederim ki kullarından belli bir pay edineceğim” (4/Nisa, 118), “onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşacağım”(7/A’raf, 17) şeklindeki çıkışıyla, adeta Allah’a karsı gelişinin yol haritasını çizmistir... Şeytanın kendilerinden bir ‘pay’ almayı programladığı bu ‘kullar’ (ıbâd) elbette ki yalnızca mü’minler olamaz. Çünkü, zaten şeytanın, mü’minlerden çok kafirlerle teşrik-i mesâisi vardır. Hatta bu ayetin devamındaki ayetlerden bu ‘kullar’ın bilhassa inançsızlar olduğu anlaşılmaktadır. Yine de her ne olursa olsun şeytan, bütün insanlara yanaşmayı denemek durumundadır. Dolayısıyla Nisa 118. ayetinde bütün insanlar ‘kul’ olarak tanımlanmıştır.
Bir ikinci örnek, İsa (a.s)'ı ilah edinen Hıristiyan müşriklerle ilgilidir. Allah’ın, elçisi İsa’ya (sav), “insanlara, beni ve anamı Allah’tan baska iki ilah edinin diye sen mi söyledin?” tarzında hesap sorması üzerine İsa (a.s) ‘hayır’ dedikten ve uzunca açıklamalarda bulunduktan sonra şöyle bir açıklama getirmektedir: “Eğer kendilerine azap edersen, onlar senin kullarındır. Eger onları bağıslarsan süphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin.” (5/Maide, 118). Burada kul kelimesi görüldüğü üzere, Allah’a oğul isnad etmek gibi en büyük ifirayı atan müşrik Hıristiyan topluluğuna teşmil edilmiştir.
Allah yeryüzündeki bütün zînetleri ve rızıkları, kulları için yaratmıstır ve hiç kimse bunları kafasına göre haram kılma yetkisine sahip değildir. (7/A’raf, 32). Allah, kullara rızık olsun diye salkım salkım tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçlarını yaratmıştır. (50/Kaf, 10-11). Kısacası, yeryüzündeki tüm nimetlerden ve zînetlerden, mü’min-kafir demeden, şu ırk bu ırk ayrımı yapmadan, bütün insanlar yararlanabilmektedir. Öyleyse, bütün insanlar ‘kul’ kapsamındadır.
Kur’an der ki, kullar içinden ancak âlimler Allah’tan korkarlar. (35/Fatır, 28). [‘Âlim’ ile ‘din uzmanı’ birbirine karıştırılmamalıdır]. Kullar umum, ‘âlimler’ ise husus ifade eder. Kullar bütün insanları, âlimler ise belirli bir zümreyi oluşturmaktadır.
Peki, nasıl oluyor da, mü’minlerin dışındaki inançsız insanlar da ‘kul’ sayılıyor? Bunu şöyle yorumlamak mümkündür: Her ne kadar inançsızlar, değişik biçimlerde Allah’a şirk koşmakta, Allah’ı küfür etmekte ve O’na isyan etmekte, kimileri Allah’ın otoritesini hiç tanımamakta, kimileri bir insan olarak kendilerini ilah yerine koymakta, kendilerini ‘kulli şey’in kadîr’ sanmakta iseler de, elbette bütün bunlar korkunç bir cehaletin sonucudur ve asla hiçbir inançsız insan, kendi sandığı gibi bir kudrete sahip değildir. Nasıl ki mü’minler, Allah’ın koyduğu fizikî, sosyal ve biyolojik yasalara tabi iseler, kafirler, putperestler ve ateistler de öyledir.
Birkaç on seneyle sınırlı olan ömründe insanlar görece olarak, istedikleri şekilde güç ve kudrete malik oldukları zehabına kapılma özgürlüğüne sahip kılınmışlardır! Ama hiçbir insan ölüme karşı koyamamakta, ölmemeyi başaramamaktadır. Tıpkı doğmaya da karşı koyamadığı gibi. İnsanlar, her ne kadar yüzlerinde ‘estetik’ adıyla kendilerince birtakım ‘rötuşlar’ yapmakta iseler de, yaratılışı değiştirememekte, ateist, kafir, müşrik ve namussuz bütün insanlar sonuçta, o, hesaba katmadıkları Allah’ın kendilerine bahşettiği uzuvlarla görmekte, işitmekte, koku almakta, hissetmekte, gülmekte, ağlamakta, sindirim, boşaltım ve teneffüs yapmaktadırlar. Kısacası, yaratılış kanunları tarafından kuşatılmışlık (buna emniyet içine alınmışlık da diyebiliriz) açısından bir insanla bir kaplumbağa arasında fark yoktur. İste bu manada bütün insanlar ve bütün varlıklar Allah’ın kullarıdır.
Ne var ki, her şeyin olduğu gibi, insan denen kulların da ‘iyisi’ ve ‘kötüsü’ mevcuttur. Kur’an ‘iyi kullar’ı değisik sıfatlarla anmıstır. Mesela Allah ‘kullarımız’ diyorsa (17/İsra,5) bu, Allah’ın, kendisine izafe edecek kadar O’nun rızasını kazanmış mü’min kullar olduğu anlamına gelir. Allah Nuh (37/Saffat, 81), İbrahim (37/Saffat, 111), Musa ve Harun Peygamberler (37/Saffat, 122) için ‘min ıbâdinâ’l mü’minîn’: “o, mü’min kullarımızdandı” demektedir. Allah diğer bazı peygamberleri anlatırken de (Muhammed: 8/Enfal, 41; Davud: 38/Sa’d, 17; Eyyub: 38/Sa’d, 41; Nuh: 54/Kamer, 9; Zekeriyya: 19/Meryem, 2), onlardan ‘kulumuz’ diye bahsetmektedir. Süleyman ve Eyyub Allah’a göre ‘ne güzel bir kul’durlar. (38/Sa’d, 30, 44). Demek ki peygamberler ‘iyi kullar’ın başında gelmektedir.
‘Abdün şekûr’ (17/İsra, 3): Allah’a şükredici, yani bir kez, mesela bir yemekten sonra karnı doyduğu için degil, her zaman Allah’a şükreden, sıfatı, Allah’a şükredici olmak olan kullar demektir. Fakat bunların sayısı da ne kadar azdır! (34/Sebe, 13). ‘Abdün müniib’ (34/Sebe, 9; 50/Kaf, 8): Allah’a yönelen, yönünü Allah’a döndüren, her an Rabbine karşı müteyakkız olan mü’min kullar demektir. Ibadul Muhlesıın: Allah’ın ihlaslı kulları olup, bunlara cennetlerde büyük mükafatlar hazırlanmıştır. (37/Sa)at, 40). Allah cenneti takvalı kullarına vaat etmiş ve miras bırakmıştır. (19/Meryem, 61, 63). ‘Allah’ın kulları’nın o cennetlerde içecekleri pınarlardan imrendirici bir üslupla bahsedilir. (76/İnsan, 6). Allah cennete mü’min kulları vâris kıldığı gibi, yeryüzüne de onlardan dilediklerini vâris kılar. Çünkü yeryüzü Allah’ındır. (7/A’raf, 128). ‘Allah’ın seçkin kıldığı kullar’ vardır (27/Neml, 59) ve bunların ilk akla geleni Peygamberler olmalıdır.
Bazen Allah'ın kendilerinden razı olduğu kullar 'ıbâdurrahmân' biçiminde anılırlar ve bunlar dünyada tevazu ile hareket eden, kibre kapılmayan edepli kullar olarak anılırlar (25/Furkan, 63).
İnsanın günahkarına da, tıpkı muttakisine denildiği gibi 'kul' denilebilmektedir. "Kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullar" vardır ve bunlar, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyip bağışlanma ümidi içinde olmaları salık verilir, günah bataklığına daha da batmamaları için uyarılırlar. (39/Zümer, 53). Zira Allah kullarının yapacağı tevbeyi kabul edendir (26/Şura, 25). Allah kullarına şefkatlidir (raûf) (2/Bakara, 207), onları görendir (3/Al-i İmran, 15). Allah kullarının kafirlik etmelerine razı değildir (39/Zümer, 7). Peygamberleri inkar eden kullar kendilerine ne kadar yazık etmişlerdir. (36/Yasin, 30).
Allah kullarından ğanîdir, onların hiçbir şeyine muhtaç değildir (39/Zümer, 7); O, kullarına kâfidir, onlara yeter, onların hakkından gelir. (39/ Zümer, 36). Ve Allah kulları üzerinde kâhirdir; onlar üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. (6/En'am, 18, 61). Fakat Allah asla kullarına karşı bir 'zorba' değildir, onlara asla zulmetmez (3/Al-i İmran, 182; 8/Enfal, 51 v.b.). Allah adaletli ve merhametlidir.
Allah'ın has kullarından bazıları meleklerdir. Musa Peygamber'in, kendisiyle yolculuk yaptığı, Allah'ın, katından ilim verdiği, ama kimliğini açıklamadığı yol arkadaşı da 'kullarımızdan bir kul' diye anılmıştır (18/Kehf, 65).
İlim, kulu kul olarak, Allah'ı da Allah olarak bilmeyi ve öyle iman etmeyi gerektirir. Kulları ilahlaştırmak çok ciddi bir sapmadır. Mekke müşrikleri nasıl ki melekleri dişil varlıklar (43/Zuhruf, 19) ve Allah'ın kızları olarak tasavvur ediyorduysalar (halbuki melekler Allah'ın kullarıdır), Hıristiyanlar da Allah'a çocuk isnad etmişler, Allah'ın İsa'yı (Yahudiler de Üzeyir'i) oğul edindiğini iddia etmişlerdir (19/Meryem, 88). Belki de hiçbir şey Allah'ı bu çirkin yakıştırma kadar gazaplandırmamıştır.
Herhangi bir insana Allah'ın sıfatlarını izafe etmek, uluhiyet ve rububiyet sıfatını tahsis etmek, o insanı Allah'ın bir cüz'ü kılmak demektir. Mekke müşrikleri birtakım geçmiş 'büyüklerini' bu şekilde putlaştırıyorlar, o insanları/kulları Allah'ın bir cüz'ü kılıyorlardı (43/Zuhruf, 15). Bu ise insanın açık bir küfrüne, nankörlüğüne, körlüğüne delalet etmektedir. Çünkü Allah Allah'dır, kul ise kul. Bunu böyle takdir edememek, insanoğlunun düşebileceği en feci bir dalalettir. İşte Hıristiyanlar da İsa'yı tıpkı Mekke müşrikleri misali, Allah'ın bir cüz'ü kıldılar.
Kur'an'da Ehli Kitab'ın taşkınlıkları tenkid edilirken, hiçbir peygamberin, Allah'ın kendisine vahiy, hikmet ve nübüvvet verdikten sonra kalkıp da insanlara: "Allah'ı bırakıp da bana kul olun" demesinin mümkün olmadığına, bilakis insanları Allah'a halis kullar olmaya davet etmek durumunda olduğuna dikkat çekilmektedir. Bunun da ötesinde bir Peygamberin, sadece Peygamber'i değil, melekleri ve diğer enbiyâyı da ilah edinmelerini önermesi olacak şey değildir. (3/Al-i İmran, 79). Zira böyle bir ilahlaştırma açıkça kafirliktir. (3/Al-i İmran, 80). Burada 'hiçbir insan' kaydıyla aslında İsa Peygamber'in kastedildiği açıktır. Şu halde "biz Hıristiyanız" diyenlerin yaptığı, kafirlikten başka bir şey değildir. Öyleyse İsâ Allah'a kuldur, annesi Meryem Allah'a kuldur, diğer peygamberler de Allah'a kuldurlar.
Oysa ki diyor Kur'an, İsa ve annesinden kinaye olarak, "göklerde ve yeryüzünde var olan her şey, Rahmân Allah'ın huzuruna sadece birer kul olarak çıkarlar." (19/Meryem, 93). Kafirlerin Allah'a izafe ettikleri melekler, Peygamberler ya da Peygamber annesi gibi insanlar tamamen Allah'ın ilmi ve ihatası altındadır, hepsi de kıyamet gününde O'nun huzuruna teker teker, yalnız başlarına geleceklerdir. (19/Meryem, 94).
Bu ayetlerin net mesajı nedir? Mesaj şudur: İster insan olsun, ister melek, kafirlerin, müşriklerin akıllarından geçen veya geçmeyen bütün varlıklar, Allah'ın ilahlığında en küçük bir paya bile sahip değildirler. Bunların hepsi nihayetinde yaratılmış varlıklardır ve hepsi de Allah'ın egemenliğine boyun eğmiş, teslim olmuşlardır. Bu kulluktur ve kulluk teslimiyeti gerektirir.
İsa (as) da bizim gibi bir beşer olmasına rağmen, Hıristiyanlar onu tanrılaştırmışlardır (19/ Meryem, 30). Halbuki ne İsa Mesih, ne de diğer melekler Allah'a kul olmaktan imtinâ etmezler (4/Nisa, 172). İsa, Allah'ın kendisine nimetler verdiği ve İsrailoğullarına örnek kıldığı bir Rasuldür (43/Zuhruf, 59). Kendisinden önce gelip geçmiş rasullerden biridir (5/Maide, 75). Allah İsâ'ya bazı ikramlarda bulunmuştur (21/Enbiya, 26) fakat, ikram edilmiş tek Rasûl değildir. O bir elçidir ve kendinden önceki birçok elçi gibi hayatı mucizevi sahnelerle doludur. Bu demektir ki, İsa'nın, müşriklerin zannettiği gibi, Allah'a kul olma konusunda bir sorunu, sıkıntısı yoktur. Sorun müşriklerin zihinlerindedir.
Kur'an'ın, sırf o günkü Hıristiyanları eleştirmek için İsa ile ilgili açıklamalara yer verdiğini iddia edebilir miyiz? Kanımızca bu mümkün değildir. Bu açıklamalarda, Muhammed ümmetine, Peygamberlerini İsa'ya yapılana benzetmemeleri hususunda önemli uyarılar bulunmaktadır. Kur'an'ın uyarıları bu kadar 'sıkı' olmasaydı, Muhammed (sav)'i, Allah'ın İsa'dan daha büyük bir oğlu kılma girişimlerine kim engel olabilirdi? Oysa ne İsâ, ne Musa, ne Muhammed ne de bir başka Peygamber tanrısal niteliğe sahiptir: Peygamberlerin tamamı Allah'ın kulu ve elçisidirler. Allah, elçilerini 'kullarım' diye anmaktadır (38/Sa'd, 45) ve Peygamberleri, "yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık" buyurmaktadır. İlave olarak, onların hiçbiri ebedî değildir, hepsi de ölümlü varlıklardır. (21/ Enbiya, 8).
Tam bu noktada, İslam imanının bir cümlecik manifestosu diyebileceğimiz kelime-i şehadetin yarısının "ben tanıklık ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve rasulüdür" sözü ne kadar büyük bir anlam kazanmaktadır. Bu akidenin sağlam bir şekilde bizlere kadar intikal etmesini sağlayan rabbimize sonsuza kadar şükretmemiz için bir sebeptir bu. Evet Muhammed Allah'ın rasulüdür, elçisidir, nebisidir ve fakat unutulmamalıdır ki aynı zamanda Allah'ın, onu Peygamber seçen Rabbinin kuludur. O da yemek yiyen, çarşıda pazarda gezen, yani tıpkı bizim gibi, tıpkı bütün insanlar gibi aynı bedensel özelliklere, aynı fiziki/biyolojik ihtiyaçlara sahip bir insandır. (17/İsra, 93). O da ebedi değildi, yaşadı ve öldü. O da diğer insanlar gibi, diğer peygamberler gibi Allah'ın takdir ettiği gün dirilecek ve o da herkes gibi Rabbinin huzurunda hesap verecektir. (7/A'raf, 6).
Toplum ne zaman ki Kur'an'ı sırtlarının ardına atmış, işte o zaman kendileri gibi varlıkları evliya, aziz, ermiş, kurtarıcı, büyük insan gibi birtakım sıfatlarla yüceltmişler, onları ilah edinmişlerdir. İşte Kur'an, bu ilah edinilen varlıkların, tıpkı onlara tapanlar gibi kullar olduklarını hatırlatmakta ve onların hiçbir çağrıya cevap veremeyeceklerine dikkat çekmektedir. O varlıklar için Kur'an, "tıpkı sizin gibi kullardır" demektedir. (7/A'raf, 194). Kehf suresinin 102. ayetinde, Allah'ı bırakıp da, herhangi bir kulu (adı, sanı, sıfatı ne olursa olsun) evliyâ (velî) edinenlerin kafirler olduğu açıkça bildirilmektedir. İnsanların heva ve heveslerine tabi olarak aynen kendileri gibi bir bedene sahip olan, kendileri gibi doğumlu ve ölümlü, kendileri gibi hastalanabilen, acıkıp susayan, yemek yiyen, yorulan ve dinlenme gereği duyan; evlenme, sevme, sevilme, gülme, ağlama gibi ihtiyaçları olan, yaşamak için oksijene ihtiyacı olan v.b. insanları şeyh, evliya, ermiş, aziz, gavs, kutub, kutb-u azam, mehdi, Mesih, ulu önder v.b. edinmeleri işte bu ayetin kapsamına göre kafirliktir. Allah insanları bu tür şerikleştirmelerden korumak için nebiler, rasuller göndermiştir.
Demek ki insanların şu veya bu şekilde, şu veya bu isimle tazim ettikleri, yücelttikleri, normalin ötesinde saygı gösterdikleri bütün insanlar tıpkı diğerleri gibi, bizim gibi kullardır. Allah ilk başta peygamberlerin kul olduğunu vurgulamaktadır. Peygamberlerin kul olduğu gerçeği, öteki bütün insanların yüceltilmesini bir çırpıda ve kolayca yadsımaktadır.
Kul olmak, kulun Rabbine karşı daima tezellül içinde olmasını gerektirir. İnsan Rabbine karşı edepli olmalı, haddini aşmamalı, O'nu daima yüceltmeli, O'nu sena etmeli ve O'na kulluk yapmalıdır. İyi bir kul, sadece zor günlerinde değil, aynı zamanda iyi günlerinde, sağlığı yerinde iken, varlıklı ve 'güçlü' olduğu zamanlarda da Rabbine itaat etmeli, O'nun emrinden çıkmamalıdır.
Ve iyi bir kul her gün beş kez Rabbine secde etmelidir.
İktibas, sayı 325

KABE'NİN ÜZERİ NEDEN ÖRTÜLÜDÜR


Kâbe'nin üzeri neden örtülüdür?


Kâbe ilk defa kimin tarafından ve ne zaman örtülmüştür? Kâbe örtüsü neden siyahtır? Kâbe örtüsüne ne zaman ilk defa ayetler işlenmiştir?

İslam Tarihçileri Kâbe örtüsü hakkında farklı tarihler vermişlerdir. Al-Azraki "Ahbar Makka“ (=Mekke Haberleri) isimli eserinde dedesi Abu-al-Valid Ahmed b. Muhammad al-Azraki ve daha başka isimleri de kaynak göstererek hiç kimsenin Kâbe örtüsünün ilk defa ne zaman örtüldüğüne dair birşey bildirmediklerini not etmiş.
Kâbe ilk defa kimin tarafından ve ne zaman örtülmüştür?
Al-Azraki dedesinden edindiği bilgiye göre İbn Hişam Resulallah’ın “Tubba’yı kötülemeyin, o ilk defa Kâbe’yi örttü“ hadisini bildirmiş.
Al-Askalani, Al-Azraki’nin yazdıklarını doğrulamış , Fath-al-Bari isimli eserinde “Tubba Kâbe’yi ilk defa vasail ile örten kişidir” Devamında ise: “Bazı alimlerimiz İsmail’in ilk defa Kâbe’yi örttüğünü söylemişlerdir” yazmıştır.
Tubba’nın Kâbe’yi örttüğü tarih hicretten 200 sene evveline dayanır!
Al-Baladuri, İsa’nın doğumundan 300 sene evvelinde Adnan b. Add‘ın Kâbe’yi anta ile (= deri veya kilim) örttüğünü söylemiştir.
Al-Askalani, bu tarihi bilgiler doğruysa diye ekleyerek, Hz. İsmail’in ilk kez, Adnan’ın ikinci kez, Tubba‘nın ise üçüncü kez Kâbe’yi baştanbaşa örttüğünü belirtmiştir.
Kâbe’nin üzeri neden örtülüdür?
Kâbe’yi örtmenin belli bir anlamı olup olmadığı bildirilmemiş ama değişik rivayetler yazılmış. Al-Azraki Tubba’nın Kâbe’ye anahtarlı kapı yaptırdığını ve yazdığı şiiri oraya astığını bildirmiş. İslamiyet öncesi hicretten yaklaşık 200 sene evvel! yazılan şiirin kısmen tercümesi şöyle:
Biz mübarek evi giydirdik, çizgili mulan ve burud ile. (…)
Biz yedi kere evin etrafında dolandık (Tavaf ettik) ve İbrahim’in kabri önünde eğildik.
Biz 6000 (hayvan) kurban ettik ve onlara (kafilerle) hızla yetiştik.(…)
Tanrılara kurban edilen hayvan üzerindeki kumaşlar Kâbe’ye örtülüyordu İslam öncesi batıl törelerde tanrılara kurban edilecek hayvanlar ritüellerle kutsallaştırılıyorlardı.
Üzerlerine kırmızı damga vuruluyor ve kumaş ile örtülüyorlardı. Mekke’de kurban edilen hayvanların üzerindeki kumaşlar Kâbe hizmetkarları (= Sadana) tarafından Kâbe’ye örtülüyordu.

Kâbe çizgili kumaşlarla örtülüyordu Al-Azraki’nin İbn Mulayka’dan öğrendiği bilgilere göre Kâbe İslam’dan evvel Hizz, Hubur, Burud ve Anmat gibi çizgili kumaşlarla (= O devirde giyim eşyası olarak kullanılıyordu) örtülüydü. Kurban edilecek hayvanlar da bu kumaşlarla örtülüyordu. Geriye kalan kumaşlar Kâbe’deki dolaptaydı. Kâbe’ye güzel kokulu buhurlar-buhurdanlıklar hediye ediliyor ve yakılıyordu.

Kâbe en pahalı ve en iyi kilimlerle örtülüyordu

Al-Azraki Kureyşliler’in ve değişik kabilelerin Kâbe örtüsü için para bağışladıklarını bildiriyor. Al-Fasi ise Kâbe‘nin vasail ve anmatlarla, yani Maisani denilen en pahalı ve en iyi kilimlerle örtüldüğünü bildirmiş. (= Maisan’dan gelen kilimler) Kâbe örtüleri deri, palmiye yaprakları, saç ve yündendi

Al-Fakihi, Halid b. Cafer b. Kilab‘ın Kâbe’ye misk ve ipek kumaş gönderdiğini ve örtü diktirdiğini bildirmiş. Böylelikle İslam evvelinde Kâbe’yi ilk defa ipekle örten kişi olarak tarihe geçmiştir.Hz. Ayşe İslam’dan evvelki dönem için: „Aşure günü oruç tutulur ve aynı gün Kâbe örtülürdü“ diye bildirmiştir.
Kâbe her kumaş ile örtülebiliniyor İslam’dan evvelki dönemde Arap kabileleri Kâbe’yi örtmeyi bir görev, şeref ve fazilet olarak görüyorlardı. Kâbe’yi örtmek, örtüsünü bağışlamak bazı önde gelen asil ve zengin kabileler için imtiyaz sahibi olduklarının göstergesiydi. Herkes Kâbe’yi istediği kumaş ile örtebilir, kurbanlık hayvanlarını örterek tanrıya bağışlayabilirdi.
Kâbe’yi örtme günleri Tarihçiler Kâbe’yi örtme günleri olarak 10 Muharrem Aşure gününü ve Zilhicce’nin sekizini belirtmişlerdir. (Yavm-at-Tarviya) Kâbe örtüsü donatım malzemeleri her türlü renkten ve cinsten Kâbe örtüsü donatım malzemeleri çok çeşitli olmuştur: Deri (Anta), Kanevas (Husuf), has yün (Musuh), hasır (Anmat), ipek (Dibağ), yumuşak kumaş (Mala), keten (Usub), ince  doku (Şikak, vasail), ince çadır kumaşı (Kirar) ve kilim (Namarik).
Kâbe örtüsü olarak her türlü renk, motif ve yazı şekli kullanılmıştır.
İslam‘da Kâbe örtüsü Resulallah Efendimiz Kâbe’yi fethettiğinde sahabelerle içini putlardan temizlemiş, yıkamış, fakat müşriklerin örttükleri örtüyü indirmemiştir. (630) Aynı sene içinde bir kadın buhur ile Kâbe’yi tavaf ederken örtüyü dikkatsizlikle yakmıştır. Bu kazadan sonra müslümanlar Kâbe’yi Yemen’den gelen yeni bir örtüyle örtmüşlerdir.
Müslümanlar kurbanlık hayvan üzerindeki örtüleri asla Kâbe örtüsü olarak kullanmamışlardır. Resulallah Efendimiz Kâbe’yi üç defa örtmüştür Hadis kaynaklarına göre Resulallah Efendimiz vefatına kadar uzanan süreçte Kâbe’yi üç defa örtmüştür. Vefatından sonra halifeler ve sonraki İslam Devletleri’de Kâbe’yi örtmüşlerdir. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer döneminde Kâbe Mısır’dan gelen Kabati kumaşiyle örtülüyordu.
Emeviler Dönemi Kâbe örtüsü Emeviler döneminde Muaviye Kâbe’ye senede iki defa misk gönderirdi, namazdan sonra Kâbe duvarlarına misk sürülürdü. Muaviye’nin vefatından sonra Yezid ve Abdullah da Kâbe’yi ipek ile örtmüşlerdir. İpek= Dibağ Hüsravani. Abd-al-Malik’in halifelik döneminde Kâbe örtüsü Şam’da dokunur, Medine’ye gönderilir, Mescid-i Nebevi’de gösteriye sunulur, sonra Kâbe’ye gönderilirdi. Kâbe örtüsü ipektendi.

Abbasiler Dönemi- İlk defa yazı işlemeli Kâbe örtüsü Abbasiler döneminde kumaş dokuma, boyama ve işleme teknikleri gelişmişti. Al-Mahdi 776 senesinde ilk defa üzerine yazı işlenmiş Kâbe örtüsü hazırlatmıştır. Kâbe duvarlarına misk ve amber sürdürmüştür. Kâbe üç çeşit kumaş ile örtülmüştür = Kabati (Keten), hizz (Yün) ve dibağ (İpek). Besmele ve Salavat işlemeli Kâbe örtüsü

Hüseyin b. Hasan al-Alavy döneminde Kâbe sarı ve beyaz olmak üzere iki ipek kumaş ile örtülüyordu. Kâbe örtüsü üzerine Besmele ve Salavat örtüye işlenmişti. Al-Mamun döneminde Kâbe örtüsü kırmızı veya beyaz ipektendi. İbn Abd Rabbihi (vefatı 939 senesi) yazdığı eserinde Kâbe örtüsünün Horasan’dan gelen kırmızı ipekten olduğunu, üzerindeki halkalarda El-Hamdu-Lillah, Subhan-Allah, Allahu-Akbar, Allah Al-Aliyy, Al-Azim yazılı olduğunu bildirmiştir.
Fatimidiler Döneminde Kâbe örtüsü - Şiiler- Fatimidiler döneminde Kâbe örtüsü beyaz ve sarı renklerindeydi. İpek kumaşlar Hindistan ve Çin’den getirtiliyordu. İki şeritli turuzlar altın işlemeliydi.
Memlüklüler Döneminde Kâbe örtüsü Memlüklüler kendilerini Hadım al-Harameyn aş-Şarifeyn= İki kutsal Haramın hizmetçileri diye adlandırıyorlardı. Kâbe örtüsü siyah ipek ve ketendendi. Örtünün üzeri içi beyaz renkte işlenmiş Kelime-i şehadet‘li halkalarla süslenmişti. Beyaz renkli işlemede Kur’an’dan Hac Ayetleri (Sure 3/96, 2/127-128, 5/97) bulunan şeritler örtünün üst kısmına iliştirilmişti. Kâbe kapısı siyah ipekli kumaş üzerine altına bandırılmış gümüş ipliklerle işlenmiş örtüyle kaplıydı.
Osmanlı Döneminde Kâbe örtüsü= Kisve 1517 senesinde Sultan Selim Hadım al-Harameyn aş-Şarifeyn= İki kutsal Haramın hizmetçileri ismini üstlendi. Kâbe örtüsü siyah ipektendi: Renk, dikiş ve işlemeleri Memlüklülerin dokuduğu örtüye çok benziyordu. Örtü 30 günde hazırlanıyordu. Kâbe örtüsü 1706 senesine kadar Mısır’da, 1706‘dan-1860’a kadar Konstantinopel’de dokundu. Örtünün Konstantinopel’den İskenderiyye’ye kadar götürülmesi 11 gün sürüyordu.
Kâbe örtüsünün masrafı 276 bin 216 Dirhem tutuyordu. 1.Dünya Savaşı esnasında Kâbe örtüsü Mısır’da değil, Konstantinopel’de dokundu. Osmanlıların gönderdiği kisve Medine’de muhafaza edildi ve 1922 yılında kullanıldı. 1923 senesinde kisve Irak’ta dokunuldu. Suudi Arabistan Döneminde Kâbe örtüsü 1804 yılında Saud Abd el-Aziz Medine’yi, 1806’da Mekke ve Cidde’yi ele geçirdi, Osmanlı hac kervanlarının girişine izin vermedi. Osmanlıların hutbelerini yasakladı. Sultan Selim III.‘ye mektup yazarak Mısır ve Suriye mahmallarını (= Kisve taşıyan kervan) göndermemesini, bunun Vahhabilere göre bidat olduğunu açıkladı. Saud 1806’da Kâbe’yi kırmızı ipekten kisve ile, sonraki senelerde siyah ipek ve siyah ketenden kumaş ile örttü.
1927 senesinde Kral Abdul-Aziz oğluna (Kral Faysal) kisve dokunulan atölye kurmaya teşvik etti. 1927 de Mekke’de kurulan atölyeden sonra, 1974 de Mekke dışında bir atölye kuruldu ve kisve artık orada dokunuluyor.
Mahmal nedir?
Kâbe örtüsü (=Kisve) tarih boyunca çeşitli bölgelerden (Yemen, Irak, Horasan, Konstantinopel, Mısır) Mekke’ye Mahmal denilen kervanlarla gönderilmiştir. Mahmal kelimesi hamala, yani taşımak kelimesinden türemiştir. Mahmal konik çatılı mahzendir. Mahmalın içinde Kâbe örtüsü taşınıyordu. Üzerinde mahmal bulunan develer ve bu kervanlar mahmal diye adlandırılıyordu.
Kâbe örtüsü taşıyan Mahmal Kervanları kutlama törenleriyle karşılanırdı Müslüman halifeler ve sultanlar 13. yüzyıldan itibaren yüzyıllar boyunca her sene mahmal ile yeni kisve gönderirlerdi.
Osmanlı sultanları Hadım al-Harameyn aş-Şarifin lakablarıyla hem dini hem dünyevi hakimiyetin sahipleriydiler. Muhafaza edilebilinen en eski mahmal Topkapı Müzesi’ndedir, Memlüklüler dönemine aittir. Mahmal törenleri hakkında seyyahlar, tarihçiler ve tanıklar ilginç detayları aktarmışlar.
14. yüzyıl, İbn Battuta, Mısır: (…) Recep ayında düzenlenen mahmal törenine katılanlar: Devletin en yüksek memurları, kadıları, Beyt-ul Mal‘ın vekilleri, dini ve dünyevi makam sahipleri, askerler, sipahiler, Emir-al Hacc, kadınlar ve erkekler…
 15.yüzyıl, Al-Kalkaşandi: (…)Törenden üç gün evvel yol üzerindeki dükkan sahiplerine haber veriliyordu ki, süslemeler yapsınlar.

17.yüzyıl, Al-Ayyaşi, Mısır, Osmanlı dönemi: (…) Mahmal altınla işlenmiş ipek ile örtülüyordu.Hükümdar kisveyi hazırlayanlara şeref elbiseleri hediye ediyordu.

1825, 1834 Lane’in Kahire ziyaretinden aktardıkları, Osmanlı dönemi: (…) Mahmalın ön tarafında gümüş ve altın ipliklerle işlenmiş Kâbe motifi bulunuyordu. Motifin üst tarafına Osmanlı Sultanının tuğra şeklinde işlenmiş ismi iliştirilmişti. Mahmal içindeki gümüş kutularda iki Kur’an bulunuyordu. Yeşil veya siyah örtülerle örtülen mahmal en güzel ve semiz deve tarafından taşınıyordu.

1901, Rıfat’ın Osmanlı döneminde gözlemlediği mahmal töreni: (…) Bütün gece ilahiler söyleniyor, Kur’an okunuyor, havaya atılan 21 kurşun ile tören sonlandırılıyordu. Medine’de karşılanan kisve Osmanlı askerleri eşliğinde ihtişamlı bir törenle kutlanıyordu.

En son ki mahmal töreni deve değil tren ile: 1952‘de Mısır’dan Suez üzerinden Kâbe’ye gönderilmiştir. Mahmal treni büyük şehirlerde duraklıyor, kisve şehir içinde dolandırılarak tören kutlanıyordu.

Kitapta anlatılanlar bu yazıya çok kısa ve öz biçimde aktarılmıştır.
Kaynak: Die Kiswa der Ka‘ba in Makka. Abdelaziz Gouda. Kairo-Ägypten. Berlin 1989.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...