31 Mart 2012

GÖRÜŞEMEDİĞİM GÖRÜŞ GÜNÜM



GÖRÜŞEMEDİĞİM GÖRÜŞ GÜNÜM

Acıyan yerlerimden gölge yapabilir miyim resmine
Sonsuzluk yazmışsın sözsüz mektubunun dibine
Kime ne ki,
Çaresiz bir dalyan müsveddesi olduğumu göremezler
Göremezler iz bırakan adımlarımın çentiklerini
Yani senin anlayacağın kod adı azap işte

Yok sağlığım iyide sadece bu ruhsuz koğuşlar üşütüyor beni
Birde sol tandanslı solsuzlardan gülücük alıyorum zaman zaman
Vallahi ağlayabiliyorum artık, hiçbir şeye takmadan
Varsın bendende iyi erkek olmasın, matematik çalışıyorum gizlice
Kadastrof iletkilerle birde yirmisekiz bilinmeyeli denklemlere takılıyorum
Oysa oğlum düz yazılara geçmiş
Ben hala beşlere takılıyorum seksekte

Çiçek beslemek iyi fikir de burada kara toprağa gıcıklar
Birde rutubetin annesi kötü kadın yeşermiyor hiçbir dönence
Engel oluyor grileri kullanarak çizemediğim parmaklıklar
Özgürlüğümün fevkine
Zengin duruyor hapishanem,
Boğazı bile görebiliyorum hem anlamsız hem de
Duvarında koyun resmi aslı meyhanede
Yok Cemal Süreya gecede gelmez buraya ama
O bilmediğim ayak kesintisiz ve her gece
Çoktan unuttuğum her yerimde.

Hiçbir koğuşta mozart çalmadığını farkedince iğrendim hapishanelerden
Korkarım birde gün dönümlerimi izleyemeyeceğim
İsminin üzerindeki el izlerinde
Hemen yollara çıkmak istedim
Fakat ziyadesiyle nafile
Sokaklar küsmüş
Ay düşmüş yoksun ve kayıp gecelerde gözlerine
Elbette utanmadım,
Nede olsa her zamanki gibi "hayta"yım yinede
İşte bu yüzden
Her zaman ve hiç çıkarmadan ellerim göt cebinde.

Üzülme deme bana üzülmüyorum ki...
Sadece zaman zaman mahzunluk çöküyor içime
Yoksa ağzıma hiç yakışmayan o gülücük
Yine dudaklarımın kenarına asılı ve yinede
Her ihtimale karşı elim sende.

Vallahi yendim seni kadın, yendim bikere
"keşke resim yapmayı bilseydin" deme
Kelimelerle resim yapmak mümkünmüş
Bir tahta bir çakı aldım elime,
Hergün gün doğarken yeni baştan göz kazıyorum üstüne
Meğer hiç gözlerini görememişim
Bu yüzden iki tırnak içinde seni seviyorum çıkıyor belki de

Rahmi hoca iyi bir kitabı daha çıktı
Eskiler yetmiyormuş gibi on yıl daha yedi yine
Rüşvet verdik infaz memuresine
Nargile getirttik içiyoruz çok şükür
O yıllarının gençliğine, ben senin şerefine
Rahmi hocanın hala marpucunun keyfi yerinde

Okuma bayramında elmamı kızartacaklarmış
Yanlış anlarlar diye korkuyorum
Sadece kurdele istedim
Ama kararlılar çünkü yeni geçtim
"Yarabbi çok şükürlere"

Kıran sokmuş bir "devrimci" eskisi türkçenin içine
Bende romana başlayacaktım, birden içim kalktı vazgeçtim
Çok gereksiz üşümelerden
Kağıtları ziyan etmemek gerek diye düşündüm
Bu yüzden yalnızca sana yazıyorum
Bu yüzden kağıt kalem elimde..
Yoksa hiçbir anlamı yok yaptığım hiçbir şeyin
Bu kurbağalar memleketinde

Ben bakarım sana evlenelim demişsin son risalende
Yok evlenmeyelim
Evlendikçe eskiyorum yüz çizgilerimde
Hiç evlenmeyelim yeni kalsın derinliklerin
Zaten vatansız duruşum senin dizinin dibinde
Ömrüm vefa etmez
Biliyorum ki,
Bu görüp görebileceğim son hapishane.

C.Parkan Özturan

TIKLA SÜPRİZ
http://link.tr.tc/hh3

BİR KAVUŞAMAMANIN HİKAYESİDİR GÖZLERİN

Salaş bir semtin aşksızlıktan kirlenmiş sokağında uyandım.
İçimde fırtınalı bir havada sokağa atılıp, açlığa mahkûm edilmiş bir yavru kedinin hüznü dolaşıyordu. Kalkıp odamın perdesini araladım.
Gökyüzü üstüme keder yağdıracak kurşuni bulutlarla kaplıydı.
Sokakta kimsecikler yoktu. Bir karasevdaya tutulmuşluğun sarhoşluğuyla  dışarı çıkıp içimdeki dert tohumlarını yağmurda yeşertmek istedim ve evden çıktım.
Aşkın cefayla buluşup hakikat oluşunu anlatan bir kitap aldım yanıma, vuslat iskelesinden bindiğim vapurda Kızkulesine okumak için.
Vapura binip Kızkulesini izleyebileceğim bir yere oturdum.
Elimdeki kitabı okumaya başladım.
 Yaklaşık yirmi sayfa okumuştum ki vapur Kızkulesi’nin önünden geçiyordu.
Kitabın kapağını kapatıp aşkın kavuşamama portresini izlemeye başladım.
Dün akşam yağmurun yağışını yine fırsat bilip ağlamıştı sanki.
 Her geçen vapurda kendine uzanacak o eli aramış; ama her defasında hayâl kırıklığına uğratılmıştı.
 Anlıyorum Kızkulesi, seni en iyi ben anlıyorum. Bir kavuşamama hikâyesidir gözlerin.
Yıllar yılıdır en sâdık sevgili gibi gelmesini bekledin hiç gelmeyeceğini bilsen de bekledin.
Birden gök gürültüsüyle irkildim. Sanki bulutlar Kızkulesi’nin  acısına dayanamamış ve ağlamaya başlamışlardı.
Kızkulesi’ni ıslak saçlarının arasında bırakıp geçip gitmiştim işte.
Kavuşamamak acıydı elbet; ama çekilecek acısı varsa eğer âşığın, aşk denilen bir davası vardı demek. Vapurdan indim yağmur bir şarkı gibi ince ince yağıyordu üstüme.
Islanmış olmak huzur veriyordu bana, âşık olduğumdan beri.
Adımlarımı  daha yavaş atıyor hiçbir şey duymak istemiyordum yağmurdan başka.
İlerde bir simitçi gördüm.
 Gidip simit aldım ve gözlerim açık bir kahve aramaya başladı.
Az ilerde sahilde, bir kahve ilişti gözüme.
Gittim ilk masaya oturup çay istedim.
İnsanın içine işleyen bir şarkı çalıyordu.
“Üşüdüm diyorsan güneş olurum.
Yanarım sevginle ateş olurum.
Dolarım havaya nefes olurum.
Gülü susuz seni aşksız bırakmam.”
Simidi masanın üstüne koyup çayımdan bir yudum aldım.
Onun gözleriyle buluştuğum o kış gününün sıcaklığı kadar olmasa da  ısıtmıştı yine de içimi. Karşılıksız bir aşk yaşıyordum.
Tüm hayâllerimin içine  onun gözleri girmiş ve gözlerime ondan başka hayâl girmemişti. Yağmurun hızı iyice artmış, kahveci de bir çay alıp pencerenin önünde öylece durmuş hem çayını yudumluyor hem de yağmuru izliyordu.
Masadan kalkarken omuzumu duvarda duran bir çerçeveye çarptım.
Hemen dönüp düşmesin diye çerçeveyi tuttum.
Bir şiir vardı çerçevenin içinde.
 “Sadırdaki acının satıra dökülmüş halidir.”
 dedi kahveci.
Böyle güzel konuştuğuna göre bu şiiri de o yazmıştır diye düşündüm.
 “Siz mi yazdınız?” diye sordum.
“Evet. O söyledi ben yazdım.”
Şaşırdım.
 “Nasıl yani?”
“Onu her gördüğümde kalemimi gözlerinin siyah mürekkebine daldırıp onu yazdım.
Yani  anlayacağın yazdığım her şey onun sayesinde.
Onu gördüğüm gibi yazdım.” “
Güzel şiirmiş” dedim. 
Tebessüm edip uzattığım çay parasını geri çevirdi.
“Kahveye ilk giren müşteriden hiç para almadım bugüne kadar.
Aşkımın sadakası olsun istedim ve bundan dolayıdır ki ben hep ağyârdan korundum.”
İçime kıvrılıp kapıdan çıktım.
Yağmur rüzgârla birleşip yüzüme onun rayihasıyla bezenmiş İstanbul’u çarpıyordu sertçe. Yürüdüm.
Yanağıma düşen rahmet damlalarına lâyık görülmüşlüğün sevinci,
onun gözlerinin yeşilinde tüm hayatın dile gelişi,
tüm kuşların İstanbul’un saçlarına gizlenişini sevdim
 ve sırılsıklam adımlarla yürüdüm.
Ömer Ertürk

LlNKE TIKLA SÜPRİZİ
YAKALA

http://link.tr.tc/hh3

ERNESTO CHE GUEVARA HAYATI VE ŞİİRLERİ


ERNESTO CHE GUEVARA HAYATI VE ŞİİRLERİ
Ernesto Che Guevara 14 Haziran çarsamba günü Arjantin'in önemli öehirlerinden Rosario'da doğdu. Che henüz iki yaşında iken ilk astım krizine yakalandı.Sierra Maestra'da Batista ordularına karşı savaşırken Che'ye zorlu dakikalar yaşatan bu hastalık,Bolivya ormanlarında Barrientos'un askerleri tarafından vuruluncaya kadar yakasını bırakmadı. Yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara Lynch, Irlanda asıllı bir aileden, annesi Clia dela Sena ise Irlandalı-Ispanyol karışımı bir aileden geliyordu.Che üç yaşında iken ailesi Buenos Aires'e yerleşti. Daha sonraları astım krizlerinden dolayı Che'nin durumu dahada kötüleşti. Doktorlar tedavisinin çok güç olduğunu, mutlaka iklim değiştirmesi gerektiğini söylediler. Böylece Guevara ailesi yeniden göç etti.Cordoba'ya yerleştiler.
Guevara ailesi tipik bir burjuva ailesi idi. Politik eğilimleri itibariyla da sola açık liberal olarak tanınırlardı. Ispanya iç savaşında açıkça cumhuriyetçileri desteklemişlerdi. Zamanla maddi durumları bozuldu. Che, eğitim bakanlığına bağlı Dean Funes lisesine başladı. Okulda Ingilizce eğitim yapılırken, annesinden de fransızca öğreniyordu. Daha ondört yaşındayken Freud'un kitaplarını okumaya başlayan Che, fransızca şiirlere bayılırdı. Baudelaire'e karşı büyük bir tutkusu vardı. Onaltı yaşında ise Neruda'ya hayran olmuştu. Guevara ailesi,1944 yılında Buenos Aieres'e göçtü. Durumları iyiden iyiye bozulmuştu. Che, biryandan öğrenimine devam ederken bir yandan da çalışıyordu.Tıp fakültesine yazıldı. Fakültedeki ilkyillarında Arjantin'in kuzey ve batı bölgelerini baştan başa dolaşmış, buralardaki orman köylerinde cüzzam ve tropikal hastalıklar üzerinde çalışmalar yapmıştı.
Son sınıfta iken Che, arkadaşı Alberto Granadas ile bütün Latin Amerika'yı içine alan bir motosiklet turuna çıktı. Bu tur ona, Latin Amerika'nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı verdi. Che, 1953 yılının Mart ayında üniversiteyi bitirmiş doktor olmuştu. Venezuella'daki cüzzam kolonisinde çalışmak üzere anlaşmıştı. Buraya gitmek için çıktığı yolculuğu sırasında Peru'ya da uğradı. Orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi. Hapisten çıktıktan sonra Ekvator'da bir kaç gün kaldı. Burada Ricardo Rojo adında bir avukatla tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Che, Venezulla'ya gitmekten vazgeçip, Ricardo Rojo ile birlikte Guetamala'ya gitti. Devrimci Arbenz Hükümeti sağcı bir darbe ile devrilince Arjantin büyük elçiliğine sığındı. Ilk fırsatta ihtilalcilerin safına katıldı. Faaliyetlerinden dolayı elçilik binasından çıkartıldı. Guetamala'da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika'ya gitti. Ernesto, Guatemala'da bir çok Kübalı sürgün ve Fidel Castro'nun kardeşi Raul ile karşılaşmıştı. Meksika'ya geçtiğinde ise Fidel Castro ve arkadaşları ile tanışarak Küba devrimcileri safında yer aldı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba'ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safhada yer aldı.
Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana'nın la Cabana Kalesi'nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba vatandaşı ilan edildi . Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959'da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu. 23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che'yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çesitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che'nin savaşcı yanının tekrar canlanmasına yol açtı. Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül'ünde bilinmeyen ülkelere doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965'de Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı'na okudu.
...Ve ölüm Che'yi Bolivya'da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos'un askerleri O'nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağir bir yara aldı ve Hieguras'da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos'un kiralık katillerinden Mario Turan'ın dokuz kurşunuyla can verdi.


VEDA ŞARKISI
1.
Kayalıkta çakılı yelkenli
sana bırakıyorum veda şarkımı.

2.
Benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da
kayalar devranının altında değişken köklerle.
Yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlıı duvarların.
Yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim.

3.
Taşımak istemiştim heybemde
yüreğinin gelip geçici tadını,
ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle,
yadsıma oldu umudumun yiğitliğine.oman
Giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu
kapalı yalnızlığıyla gezginin,
fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü
ve bir işaret koydu pusula kaderime.
Sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin
yol yapacağım bir geleceğim olmasa,
gelmiş olacağım bakışında canlanmaya
kaderimin sırıtan parçası olarak.
Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca
zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.

4.
Dimdik hatıra sonunda düşmüş yola,
usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten,
unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta
Uzaklara gideceğim, hatıra
parçalanarak ölünceye yolun taşlarında,
ve devam edeceğim, içimde
hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş.
Bu dönenen bakış ve güç
büyülü bir matador mendilinde.
Alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara,
hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim.
Ve bakmak istemedim seni görürüm diye
beni isteksizce davet etmeni
mutluluğumun pembe boyalı torerosu
Deniz seslenir bana sevecen elleriyle.
Çayırım -bir kıta-
Dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir
alacakaranlıkta bir çan gibi.

5.
Bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir
kara bir mikroskopu gösteren bilim.
Sanat... sanat diye arzıendam eden şey
bir Leica'nın kısır mekaniğidir.
Acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle
olup ta şimdi yiten için
ve onun dönüşünde arzu gönlünde),
coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle.
Üç kuruşa satılan cinsellik
-Amerika'da pek ucuz-
Boş çarşafların umursanmaz hatırası.
Guetamala bıraktın beni
bağrımda derin bir yarayla
ve de acılarını bana emzirme
ya da emme fırsatıyla,
kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını.
Kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de:
uyanan insanın haykırışıdır o da.

6.
İşte bugün böyle titrek ellerle
belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı.
Ağacın olgunluğunu tüketmeden
kasalanmış meyvanın garip tadıyla.
Çağırışını farkedemiyorum bazen
yaşlı, garip kanatlanmış kulemden,
fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor
ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum
ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın
ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum...
Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu
bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,
Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan
fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.
Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü
halk çocukları benimle omuz omuza verecek,
halkın savaştığı amacın kesin zaferini
göremezsem eğer
fikri en yüksek geleceğe götürmek için
mücadele verdiğimdendir,
eski kabuğun tüylerini yolarken
doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları.

TOMAS'LA VEDALAŞMA
Sanadır, kuşatılmış arkadaşım,
ak dağların berrak sularına,
batık gemi düşünün seni bağladığı yere
gider ayrılık şarkım.
Uyandım bugün
yelkenlerimde kanatlanma arzusuyla,
haberleşme mumları tutuyorum
duygusuz pusulanın gösterdiği
zaman limanına giderken gemi.
Dilimi rüzgara veriyorum
sözcüklerini gergin gergin tutmak,
taze acılarından bir şeyler alıp götürmek için
yaşamakta olduğun şaşkınlıkları paylaşmaya.
Yastığını yeşerten
bahar da yitti gitti.
Ayrılışımı kastetmiyorum,
artık yol almayan gemin için diyorum.
Anlıyorum seni kırık kanatlı kırlangıç,
isterdim Kastilya çeşmesine götürmek,
başa çıkabileceğin güçle donatmak.
Olaylara eğilmiş bir doktor olsam bile
onları değitiremiyor, ancak anlayabiliyorum.
Bununla birlikte sihirli bir çözümüm var,
Bolivya'da bir madende,
belki de Şili'de, Peru veya Meksika'da
ya da yıkılmış Sonora İmpataratorluğunda,
Afrika Brezilya'sının siyahi bir limanında ya da
belki de her noktada bir kelime
öğrendiğimi sanıyorum.
Bu çözüm çok basit,
etrafıyla ilgilenme, saldır tepeye.
Birleştir genç ellerini yaşlı kayayla,
günden güne ufak dalgalar halinde
kıpırdayan kırmızı mercanlara nabzını daya.
Günün birinde, hatıram ufuğun ötesinde
bir yelkenli olsam bile
ve senin hatıran belleğimde demirleyen
bir gemi olsa bile
geleceğe doğru neşeyle yürüyen
ufuktaki kızıl yoldaşları gördüğümde
şaşkınlıkla haykırmaya başlayacak kuşluk vakti.
O korkunç ve beyaz soğukkanlı kötüler
şaşkınlığa uğramış gece gibi gerisin geri dönecekler.
İşte o zaman, dört duvar arasında
solgun şair,
evrenin şarkıcısı olacaksın
ve sen bahtı kara, ince ruhlu, hasta şair
halkın güçlü şairi olacaksın.

İHTİYAR MARIA
Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
geldim seninle gerçekleri konuşmaya:
Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan.
Geldim seninle umudundan konuşmaya,
kızının nasıl olduğunu bilmeden
kuzuladığı o üç ayrı umuttan da.
Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.
Dinle, emekçi büyükanne,
inan gelen insana,
göremeyecek olsan da geleceğe inan.
Tüm bir hayat boyunca umudunu boşa çıkaran
acımasız Tanrıya da dua etme.
Yağlıkara okşayışlarının büyümesini görmek için
ölümden acımasını isteme;
gökler yeşil ve karanlık hüküm sürüyor sende,
her şeyden öte kızıl bir intikama sahip olacaksın,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi,
huzur içinde öl yaşlı mücadeleci.
Bir ayağın çukurda ihtiyar Maria,
o gideceğin günlerden biri
otuz kefen tasarımı
bakışlarıyla selamlayacaklar seni.
Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria,
suskun kalacak odanın duvarları
birleşince ölüm astımla
ve sevdaların boğazına dizilince.
Bronzdan dökülmüş üç okşama
(geceni hafifleten tek ışık)
açlıkla kuşanmış üç torun
her zaman bir gülümseme buldukları
yaşlı kıvrık parmaklarını özleyecekler.
Hepsi bu olacak, ihtiyar Maria.
Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan,
geçti keder içinde hayatın, ihtiyar Maria.
Bulandırdığında gözbebeklerinin acısını
sonsuz dinlenmenin buyruğu,
ömür boyu angaryadaki ellerin
son şefkatli okşayışı içine çektiğinde
onları düşüneceksin... ve ağlayacaksın,
zavallı ihtiyar Maria.
Hayır, hayır yapma
bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran
umursamaz Tanrı'ya kendini teslim etme,
ölümden aman dileme,
korkunç bir açlıkla kuşanmıştı hayatın,
sonunda kuşandı astımla.
Fakat bildirmek istiyorum ki sana
umutların kısık ve yiğit sesiyle
intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla,
ideallerimin en doğru boyutuyla
yemin etmek istiyorum.
Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.
Huzur içinde yat, ihtiyar Maria,
huzur içinde yat, ihtiyar mücadeleci,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi.
YEMİN EDİYORUM Kİ...

GÖLGELİ OTOPORTRE

Genç bir ülkeden, kökleri otlardan doğan,
(o kökler ki Amerika'nın öfkesini yadsıyan)
sizlere geliyorum, kuzeyli kardeşlerim.

Acılı haykırış, umutsuzluk ve inanç yüklü,
sizlere geliyorum, kuzeyli kardeşlerim.
Biz "homo sapiens"lerin geldiği yerden,
nice yol aldım göçebe ayinleriyle,
bir haç gibi taşıdığım astımımla
ve onun özüme yakışmayan mecazıyla.

Uzundu yol ve çok ağırdı dert
sürmektedir bende avare adımlarımın kokusu,
hala batık bir gemidir derinlerdeki özüm
-kurtarıcı kıyılar görünseler bile-
dalgalara karşı gönülsüz yüzüyorum
batık bir gemi oluşumu koruyarak.

Yalnızım acımasız geceye karşı
ve biletlerin bıraktığı kesin şeker tadına.
Avrupa çağırıyor beni yıllanmış şarabının sesiyle,
sarı etinin soluğuyla, müzedeki eserleriyle.

Yeni ülkelerin neşeli klarnet sesiyle
alıyorum karşıdan geniş etkisini
Lenin'in icra ettiği ve halkların söylediği
Marks ve Engels şarkılarının.
-----------------------------------
FİDEL'E ŞARKI

Haydi gidelim,
ateşli peygamberi şafağın,
gizli patikalardan ulaşalım
o yeşil timsahı kurtarmaya, aşkla sevdiğin.

Haydi gidelim,
isyankar ve marslı yıldızlarla dolu
cepheyle aşağılanmayı bozguna uğratarak
zafere erişmeye ya da ölümle buluşmaya yemin edelim.

Duyulduğunda ilk atış sesi ve uyandığında
çalılıklar bakirelere yaraşan bir şaşkınlıkla,
orada, yanıbaşında, olgun savaşçılar olarak,
bulacaksın bizi.

Saçıldığında sesin dört rüzgara doğru
adalet, ekmek, özgürlük, tarım reformu,
oradai yanıbaşında, aynı vurgularla,
bulacaksın bizi.

Ve yerini bulduğunda bunca emeğin sonunda
zalime karşı doğruluğun uğraşı,
orada, yanıbaşında, bekçilik edeeken mücadelenin sonuçlarına,
bulacaksın bizi.

Yaralı böğrünü yaladığı gün canavar
milliyetçi bir mızraktır onu orada vuran,
orada, yanıbaşında, gururlu yüreklerimizle,
bulacaksın bizi.
Sanma ki bozabilirler bütünlüğümüzü
rüşvetle kuşanmış yaldızlı bitler,
tek istediğim bir tüfek, mermiler ve bir siper.
Başka hiçbir şey.
Ve şayet engellerse yolumuzu demir,
Amerika tarihine geçen
gerillaların kemiklerini örtmek için
bir mendil isteriz Kübalıların gözyaşlarından.
Başka hiçbir şey.
---------------------
VE BURDA
Haykırır paleti tutuşan ressam, melezim ben
haykırırlar bana kovalanan hayvanlar, melezim ben,
sızlanırlar gezgin şairler, melezim ben,
tekrarlar her köşenin günlük acısında
rastladığım insan, melezim ben
ve altın kaplamalı tahtadan bir bakireyi okşayan
ölü bir ırkın gizemine varır bu:
melezdir benden doğma bu acayip çocuk.
Melez değil miyim ben de bir yandan
çarpışmasında (birleşip, ayrılan)
aklımı karıştıran iki gücün,
o güçler ki ağaçta daha olgunlaşmadan
hapsolmuş meyvenin garip tadını
hissettiğinde beni çağıran.
Dönüyorum İspanyol Amerika'sının sınırına,
kıtayı saran bir geçmişi tatmaya.
Kayıp gitmektedir hatıra silinmez bir yumuşaklıkla
bir çan sesiyle ta uzakta.

AĞIL
Yaşayan bir şey kalmış taşlarında
ey yeşil şafakların kız kardeşi.
Gerçek mezarları şaşırtır
ellerinin sessizliği.
Rengarenk gözlüklerin türlü keyfiyle
sorumsuz kazma yaralar kalbini
ve yabancı turistin savurduğu aptalca oh
çarpar yüzüne gücendiren hakareti.
Ama canlı bir şey vardır.
Kütüklerden bir kucaklayış sunar orman sana
köklerini tırmalamaktayken merhamet.
Koca bir celep gösterir övendireyi
taht uğruna zaptettiği tapınakların orda,
ve sen ölmüyorsun hala.
Hangi güçtür seni ayakta tutan
yüzyılların ötesinden
gençlikte olduğu gibi canlı ve kıpır kıpır?
Hangi tanrı üfler gün sonunda
hayati soluğunu mezar taşlarında?
Tropiklerin tatlı güneşinden midir?
Sormalı niye Chichen-Itza'da olmaz? diye.
Ormanların neşeli öpücüğü
ya da kuşların nağmeli şarkısından mıdır?
Ve niye Quirigua'da daha derindir uykusu?
Dağların sarp kayalıkları arasında çarparak
çınlayan kaynağın yankısından mıdır?
İnkalar öldü, ne dersek diyelim.

Tıkla Süprizi Yakala
http://link.tr.tc/hh3  

AKLIMA KOYDUM SENİ AKLIM ALMADI


Aklıma koydum seni AKLIM almadı
Yureğime bıraktım Sana doymadı
yer bulamadım sana koskaca bildiğim ömrümde; bir parça
ve bulamadım ömrüm içinde sen olmayan; bir parça
Bir adın yok senin;anılacağın
Hiçkimsemsin sen benim anlayacağın
Bugünüm'e yada Dün'üme
Düzgün cümleler kuramayacak kadar rehavet haline muzdaribim...
Uçusan heceleri yakalıyorum bakıyorum hep aynı şey azad ediyorum...
 İçimi dinlememek adına; kelamı dillendirmek gerekir bilirim;
Bu yüzden iyi-kötü birkaç kelam muhakkak etmeliyim...
Yağmur düştü bugün toprağa;rahmet benimde cehreme nazar etti;
Hatta gördüm bir melaikeydi sanırım yağmurun kanadından bana da gülümsedi...Sevda dedi birileri sonra ; gülüp geçtim yine...
Kays dillere düştü artık; artık sevdaları da değiştirmeli... dedim usulca...
Bir de giden geri geldi...
 Ne de iyi etti/yetim bir çocuk ağlıyordu bir kenara sinmiş sessizce; giden geldi yetimin gözlerine GÜL değdi... gelen bilmeli ki bugün bir yetim yureğe eli değdi/ gelişiyle hayat Tebessümlendi...
Neyse GÜN yine dün edildi az önce...
Uzeri gecmiştir diye muhurlendi...
Ve SAHİBİNE teslim edildi...
Sahi herşey aslında kaydedildi değil mi/
Her kaydedilenden yeni sorular türedi?
Peki ben cevabını veremeyeceğim kaç soru gönderdim bugün acaba?
Acaba bugun kaydedilenler neler kaybettirdi?
Ah/ ki ah... Zaman diyorum şimdi...

Zaman yaslanmak nedir bilmez misin sen ?
Bak ben çöktüm ağırlığında/
Çöktu sen geçtikçe acuze-i dünya sense hala En taze çağında...Sözü kesmek gerek GÜLÜN yaprağıyla;
DÜne de Bugune de Hamdolsun...

DÖN YENİDEN KÖR KANDİLLERİN AYDINLATTIĞI GECELERİNE


Kaybettin Bitik Aşkın Prensi...

Sakın dolanmaya kalkma adımlarımın önünde. Gözlerim kör artık bakışlarındaki sahteliğe. Ait olmadım hiç yüreğine.
Farzet ki bir kırlangıç yuva kurdu baharının en parlak gününe, sonbahara döndü mevsim bu sevgide.
Kırlangıç topladı yuvasındaki emanetleri, göç ediyor sıcacık bir iklimin tam göbeğine...
Kal bakalım şimdi o çok iyi tanıdığın yalnızlık şehrinde. Dön yeniden kör kandillerin aydınlattığı gecelerine.
Işığımı bırakır mıyım hiç bitik bir sevgide? En parlağından yıldızlarımı yerleştirdim gözbebeklerime.
Dönüp geriye bakar mıyım sanıyorsun bitik aşkımın prensi? Dönüşler yüklenmemiş aşkımın belleğine.
Bir damla yaşı çok gördüm diye kızma bana. Hakeden sevdalarda seller taşımayı bildi yanaklarım olanca yumuşaklığıyla.
Sesimi geri aldım gecenin duyulmaz çığlıklarından. Teşekkür etmelisin bana.
Temmuz sıcağı kıvamındaki sesimden sonra, yabancılığın tüm soğukluğuyla çınlayan sesim, donar kalırdı kulaklarında...
Kumdan kaleler yıkıldı artık. Şekillendirirken eklemeyi unutmuşuz güveni, unutmuşuz tüm malzememizin sımsıkı kenetlenmesi gerektiğini. Ufacık bir dalga nasıl da yerle bir etti eksik yarattığımız eserimizi. Ete kemiğe bürünmedi hayaller. Başladığı gibi bir çırpıda bitti.
Gözbebeklerine yerleştirmek için boş çabalar harcama masumiyeti. Ne yazık ki büyüdü içimdeki çocuk.
Gerçek bir kadını, yalan gözlerin yanan ışıklarıyla kandıramazsın ki...Zaten toplanacak bir bavulum bile yok!
Paylaştığımız bir yalan sevgi, o da yanımda götürmeye değmez ki!
Hep sağlam bastı ayaklarım yere. Boş düşler değildi güç veren adımlarıma. Kuru yapraklar gibi çatırdıyorsun her adım attığımda. Sadece birkaç dakika sürer bu hışırtının kulağıma verdiği rahatsızlık. Yumuşacık hayatıma adım attığım anda, hafızam bir oyun oynayıverir bana! Silinmiştir son beş dakika! Bendeki izin bu kadar olur bitik aşkımın prensi. En fazla birkaç dakika...
Elbet düşersin aklıma ara sıra.
Hatırlar gibi sevdiğim bir elbiseyi ya da renkli bir yer minderini, hatırlarım bir zamanlar beni sevdiğini!
Ne kadar yer ederse bir eşya yüreğimde, kapladığın yer de öyle küçüktür geçmişimde.
Giden ayaklarım olsaydı, serilir belki önüne durdurabilirdin beni bir hamlede.
Ama işin zor arkadaş, çünkü alıp başını yüreğim gitti ayaklarımdan önce.
Ne söz dinler benim gönlüm, ne dur durak bilir aşkına esince.
Hatta , bir sır vereyim sana, ben bile engelleyemem onu gitmeye karar verince.
Ayrılıkla sevişirken bir yürek, kulak asmaz hiçbir yalvarışa, tıkar kulaklarına tüm yakarmalara...
Kaybettin bitik aşkın prensi. Aşkı tanıyan bir kadın, asla aşktan azına razı olmaz.
Yer edinemediğin bu yürek, sahibi olamadığın bir yürek, boş sevdalara kiracı olmaz.
Kapısından dön artık bu sevdanın, kapalı kapılar ardında ses vermeyen bir aşka yalvarılmaz.
Hoşça kal bitik aşkın prensi, beddualar aşkı tanıyan bir yüreğe yakışmaz...
Alıntıdır..

İNSANOĞLU GAFLETTEN UYAN ARTIK UYAN...



Uyan artık ey insan! Güvenme hiç yaşına,
Hüküm kesinleşince, îtirazlar boşuna.
Oyun bitmek üzere, uzatmaları dahil,
Yemin ediyorum ki; çok dakiktir Azrâil..



Hiç mi uyandırmıyor, seni bunca âfetler,
Bu şehvet yangınları, bu azgın cinayetler?
Hiç mi uyandırmıyor, boş kalan bu kucaklar,
Bu faiz depremleri, bu yıkılan ocaklar?

Hiç mi uyandırmıyor, bu mâbedler, ezanlar,
Teslim dilekçesini, secdelerde yazanlar?
Bu kâinat, bu denge, bu gökler, bu yıldızlar,
Saniyede üçyüz bin kilometrelik hızlar?



Onsekiz bin aç çocuk, can verirken bir günde;
Kaç onsekiz bin dolar, savrulur bir düğünde.
Nasıl taşır bir insan, bu nankörce utancı?
Hiç mi uyandırmıyor, seni bu kadar sancı?



Yetmiş trilyon hücre, bir insan bedeninde,
Ne kavga var, ne isyan, hiçbirinin geninde.
Kaç bin katrilyon atom, dönerken damla suda,
Sen, Kur’ân’a harb açmış, bekliyorsun pusuda.


Uyan artık ey insan! Sen bir ilâh değilsin;
O kibirli dik başın, secdelere eğilsin.
Aldanma.. Cübbelerin, parlak nakışlarına,
Alçak diktatörlerin, üstten bakışlarına.


Uyan artık ey insan! Gerçek düşmanı tanı;
Sana tuzaklar kuran, o lânetli şeytanı.
Sinsidir.. Dost görünür, seni vurur arkadan,
Binbir maskesi vardır, her boya, her markadan.

Uyan artık ey insan! Yetmez mi bunca zillet?
Kaderinde yazmıyor.. Bu kokuşma, bu illet.
Önyargılı infazlar, boğuyor vicdanını,
Bu “çağdaş” cehâletten, kurtar şu irfânını.



Sen ki; özünde şeref, fıtratında asâlet,
Ne sen sürün yerlerde, ne sürünsün adâlet.
Aç artık.. Çapaklanan, o gönül gözlerini;
Bak da gör, her zerrede kudretin izlerini.



Nankörlüğün yeri yok, gönül tahtında senin;
Allah’a şükrün için, yeterlidir bir cenin.
Bil ki, bütün melekler, senin ceddine hayran,
Sen olmasan.. Olmazdı, bu âlemler, bu devrân.


Uyan artık ey insan! Bak mesaj var Rabbinden;
Diyor ki: olmak için, o Cennetin ehlinden;
Önce mülkün sahibi, Mâlik’i bilmek gerek,
Sonra bütün putları, gönülden silmek gerek.

Uyan artık ey insan! Şakaya gelmez zaman,
Hiç kimseye verilmez, o son nefeste aman.
Bir sınav ki; önünde, seçenekler sanma çok;
Ya Kur’ân.. Ya da Hüsrân.. Üçüncüsü bil ki yok.
Ya Kur’ân.. Ya da Hüsrân.. Üçüncüsü bil ki yok.

CENGİZ NUMANOĞLU







YÜREĞİNDE ALLAH'IMIN SEVGİSİ VARSA YOLUN HER ZAMAN AÇIKTIR


Yüreginde Allah sevgisi varsa

Çilen dağlar olsa, yolun düz gelir,
Karakışlar, bahar gelir, yaz gelir,
Dertler sana, ödül gelir, haz gelir,

Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

Kalp gözüne, kara günler, ak gelir,
İki cihan korkuları, yok gelir,
Nefsin, aç olsa da, sana tok gelir,

Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa....

Vermek sana, zarar değil, kâr gelir,
Yücelen ruhuna, kafes dar gelir,
Ölüm sana, kâbus değil, yar gelir,

Yüreğinde, 'Allah sevgisi' varsa...

Şer güçleri, irâdenle yarışmaz,
Ak ellerin, haramlarla barışmaz,
Ak sofrana, kara lokma karışmaz,

Yüreğinde, 'Allah sevgisi' varsa...

Şeytan eli, kapın çalar, duymazsın,
O şehevî davetlere uymazsın,
Ömür biter, ibâdete doymazsın,

Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

Barınmaz, ruhunda şüphenin kiri,
İnkâr sancısının, milyarda biri,
Paramparça olur, gaflet zinciri,

Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

İnanç depremleri, kubbeni yıkmaz,
Yoluna cehâlet ejderi çıkmaz,
Bâtıl yangınları, zerreni yakmaz,

Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

Adâletin temelidir, îmanın,
Ahlâk potasında, pişer irfânın,
Kul hakkının, kölesidir vicdânın,
Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

Nefret kasırgası, durulur diner,
Sevgi yağmurları, sellere döner,
Damla gözyaşıyla,cehennem söner,
Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

Her nerede olsan, DOST'u bulursun,
Uzak diyarları, yakın bilirsin,
Bir anda, Kâbe'ye gider gelirsin,
Yüreğinde 'Allah sevgisi' varsa...

Cengiz Numanoğlu

ŞEYTANA GÖNDERİLEN AÇIK MEKTUP



EY ŞEYTAN

Sana bu mektubumu, kabirden yazıyorum;
Ve kendime ilk defa, bu kadar kızıyorum
Nasıl oldu da beni, kendine inandırdın ?
Benim gibi çok zeki, bir insanı kandırdın !

Bir zamanlar önüme, ne servetler sermiştin;
”Sana ölüm yok” diye, güvenceler vermiştin
Hani sonsuza kadar, sürecekti saltanat ?
Hani bana her zaman, olacaktın kol kanat ?

Ey şeytan ! O yıllarda, ne çok severdim seni;
Sırtımı hep sıvazlar, hep şımartırdın beni
İki duble atınca, hayale daldırırdın,
Ahlâki yasakları, ortadan kaldırırdın

Akşamları çalarken, hüzzam faslı derinden,
Bana hep gülümserdin, şarap kadehlerinden
Bazen şuh bir kadının, bedenine girerdin;
En gözde, en pahalı, parfümleri sürerdin

O cömert gerdanına, mücevherler takardın;
Sonra bir çift göz olur, ihtirasla bakardın
Gönül antenlerimiz, mesajları alırdı,
Bundan sonrası artık, iç güdüye kalırdı

Namustan dem vuranı, dosyalarda fişlerdin;
İrticâ kompleksini, beyinlere işlerdin
Hep gırgıra alırdık, cehennemde yanmayı;
Hoşgörü denizinde, boğardık utanmayı

Düşünen bir insanı, görünce irkilirdik;
Beyinleri sadece, bir sakatat bilirdik
Ne güzeldi o günler, ne bulursak yiyorduk;
Hayvanlar gibi mutlu, yaşayıp gidiyorduk

Biliyorum şu anda, hâlime gülüyorsun;
Artık beni hiçbir şey, kurtarmaz Biliyorsun
Biraz sonra gelecek, sorgu için melekler;
Yanımda ne bir kuruş, ne bir senet, ne çekler

Kendi derdine düşmüş, mezarlık sakinleri
Baktım Karmakarışık, meşrepleri, dinleri
Kimisinin totemi, sallanıyor boynunda,
Kimisinin dövmesi, kalçasında, koynunda

Buraya gelir gelmez, etrafımı sardılar;
Bilir misin ey şeytan ! Hepsi seni sordular
Kimi genç, kimi yaşlı, kimi miskin bir dede;
Hepsi de benim gibi, olmuşlar şeytanzede

Kimisini kumarla, düşürmüşsün ağına;
İncirleri dikmişsin, kırk yıllık ocağına
Kimi, senin yüzünden, aldatmış kocasını,
Süslemişsin gözünde, o kayak hocasını

Kimisine en sinsi, tuzakları kurmuşsun;
Esrarla, eroinle, kokainle vurmuşsun
Kimisinin girmişsin, vesveseyle kanına,
O da gidip kastetmiş, karısının canına

Kimisini makamla, rütbeyle kandırmışsın;
Bir ilâh olduğuna, onu inandırmışsın
Kimi hukuk cambazı, sola kaymış kantarı;
Hâlâ beyin sanıyor, başındaki mantarı

Kur’ân diye bir kitap, duymuştum yaşıyorken;
Ciddiye almamıştım, peşinden koşuyorken
Meğerse o kitapta, adın çok geçiyormuş,
”İnsana hüsran!” diye, şeytan and içiyormuş

Eğer bir fırsat daha, verseydi Allah bana;
Hep seni anlatırdım, altı milyar insana
Gerçi bütün insanlar, seni ismen tanıyor,
Ama gaflete bak ki; cismini yok sanıyor

Ey şeytan ! Vakit geldi, ben artık gitmeliyim,
Sana yenik düşmüşüm Îtiraf etmeliyim
Hiç korkma Bu insanlar, böyle gâfil oldukça;
Sana hep tapacaklar, cüzdanları doldukça

CENGİZ NUMANOĞLU

DOĞRUYU SÖYLEYEN DOST GEREK BANA



Doğruyu Söyleyen Dost Gerek Bana

Konuş, ey musalla! . Sustuğun yeter,
Sen sustukça kalbim, taştan da beter.
Gafletin adını, koymuşum kader,
Zor gelse de gerçek, nefsimden yana,

Doğruyu söyleyen, dost gerek bana…

Yaşadın.. Kim bilir ne kahırları,
Taşıdın.. Bunca kör ve sağırları.
Konuş ey musalla! Dök şu sırları,
Gör ki; bıkmışım ben, riyâdan yana,
Doğruyu söyleyen, dost gerek bana…

Gerçi, her gün seni göz görse bile;
İbret almak için, görmek nâfile.
Konuş, ey musalla! Gel artık dile;
Vur şu gafletimi, gücenmem sana,
Doğruyu söyleyen, dost gerek bana…

Nerde o taçların, mağrur başları?
Âhû gözdelerin, hilâl kaşları?
Susmayın.. Konuşun, mezar taşları;
Bir daha dönemem, ben bu cihana;
Doğruyu söyleyen dost gerek bana…

Hani, ölümlere alkış tutanlar?
O çağdaş kuklalar, o kahramanlar(!) ?
Ey mezar taşları! Nerde o canlar?
Bir daha izin yok, bu imtihana;
Doğruyu söyleyen, dost gerek bana…

Sen ey toprak ana! Nedir bu sükût?
Kararan kalbime, biraz ışık tut.
Tabut mu beşiktir, beşik mi tabut?
Ölüm doğum mudur? . De toprak ana,
Doğruyu söyleyen dost gerek bana…

Cengiz NUMANOĞLU

KONJOKTÜR MÜSLÜMANI



KONJOKTÜR MÜSLÜMANI

Bir yanda, sahte mehdî önünde saf tutanlar,
Bir yanda falcılarla, medyumlarla yatanlar,
Bir yanda , Cennetleri parsel parsel satanlar,
Gör ki; neylemiş gaflet, bunca güzel insanı,
İşte bunlardan biri;
konjonktür müslümanı...

Âmentüsü; şan, şöhret, lüks araba, köşk yalı,
Kapısında bir boncuk, üstünde bir at nalı,
Haftalık takviminde, uğursuzdur her salı;
Şöhret için kullanır, el yazması Kur'ân'ı,
Antikaya düşkündür, konjonktür müslümanı...

İçgüdüyle kurulur, şuuraltı dengeler;
Boşlukları doldurur, enişteler yengeler,
Mürşitlere (!) âmâde, pür makyajlı bendeler,
Dilde gıybet, elde mey, cepte Cennet fermanı,
Her zaman huzurdadır (!),
konjonktür müslümanı...

Diyelim ki; eş lâzım, kız veya küçük beye,
Siparişler verilir, en yakın bir türbeye,
Sıra gelir, üç mumla çöpçatanı görmeye,
Bazen, mendil de bağlar, eğer isterse canı,
Rüşveti bolca tutar, konjonktür müslümanı...

Ramazanda, çok sıkı bir rejime girilir;
Yıllık fazla kilolar, böylelikle verilir.
Sonra gevşek deriler, uzmanlarca gerilir;
Gelsin artık kumlarda, boy gösterme zamanı,
Üstelik, çok cömerttir (!),
konjonktür müslümanı....

Karakteri brüttür, belli değildir neti,
Çağdaşlığı gereğidir, geçmişine cür'eti,
Kendisine sorarsan, maymundan zürriyeti,
Çok pişkindir.. Renk vermez, suludur zira kanı,
Her modele mankendir,
konjonktür müslümanı...

Her cenazede başlar, bir nezâket barışı,
Hanımlarda bir ihlâs, ve tesettür yarışı,
Boş gözlerle süzülür, tabutun her karışı,
Kaç yerde ayaküstü, kaynar sohbet kazanı
Namazdan da muaftır,
konjonktür müslümanı....

Teşekkür listesini, ilân eder basından,
Bir hatîm satın alır, işporta borsasından,
Bir de mevlid gönderir, mevtânın arkasından
Artık rahatlamıştır, kar beyazı vicdânı,
Zaten temiz kalplidir, konjonktür müslümanı...

İNSAN OLMAK BU KADAR MI ZORLAŞTI



İNSAN OLMAK BU KADAR MI ZORLAŞTI

Varmaz oldu, vermeye hiç elimiz,
Dönmez oldu, bir özüre dilimiz,
Teşekküre çoktan bitti pilimiz;
En küçük damlada, sabrımız taştı,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Bilgisizlik, ne vehimler üretti;
Önyargılar, vicdanları kör etti.
Dürüst olmak.. Affedilmez cür'etti,
Öfkemizden, yüreğimiz korlaştı,

İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..

Çağdaşlığı, maske yaptık yüzlere;
Bu çifte yüz, yakışmadı bizlere,
Merhametten, haktan yana sözlere,
Hoşgörümüz, neden böyle darlaştı?
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Bir tarafta, ilme şaşı bakanlar,
Bir tarafta at gözlüğü takanlar,
İrfan desen, bu lisandan kim anlar?
Gerçek âlim, gözümüzde horlaştı,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Helâl kazanç, nefsimize az geldi,
Bankerlere tavuk verdik, kaz geldi,
O gözyaşı sağnakları, vız geldi;
Saçlarımız, değirmende kırlaştı,
İnsan olmak bu kadar mı zorlaştı?..


Yedik içtik, haram helâl bir tuttuk,
Dişe göre ne bulursak hep yuttuk,
Mahşer, Mîzan, Kur'ân, vicdan unuttuk;
Yollarımız, hep zulümde birleşti,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?


Paspas oldu; sevgi, saygı, paraya,
Ahlâk döndü, kanayan bir yaraya,
Ailede, şeytan girdi araya;
Karı, koca, kardeş, bacı hırlaştı,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Evde pişen, bizi tatmin etmedi,
Beş yıldızlı sofra kurduk yetmedi,
Şişelerle yarışımız bitmedi;
Kalp gözümüz, şehvetlerle körleşti;
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Kendimizi, masaya hiç sermedik,
Başkasına hiç söz hakkı vermedik,
Sövdük, dövdük..Bunda vahşet görmedik
Mazlum yüzler, yumruklarla morlaştı,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Bayramlarda, beş dakika mezarlık,
Bir senede, iki namaz... Nazarlık,
Ettik hâşâ Allah ile pazarlık;
Bir gaflet ki; içimize yerleşti,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Oysa bizler, ihsan için varolduk;
Meleklerin secdettiği bir kulduk.
Bu şerefi taşımaktan yorulduk.
Edep, hayâ, akıl, fikir yozlaştı,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..


Dîn.. İslâm dinidir, Allah indinde,
İlim, irfan, sevgi, barış bu dinde,
İnsanlık, ne buldu, nefrette kinde ?
Sağduyumuz, hedefinden çok şaştı;

İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?..

Ey Mübarek akl-ı selîm , nerdesin?
Sen, ateşle aramızda perdesin,
Hasreti var, gör ki sana herkesin;
Cür'etimiz, haddimizi çok aştı;
İnsan olmak, ne kadar da zorlaştı...
-

ŞU İNSAN DENİLEN İKİ CİNSİYET DESİNLER DİYE


DESİNLER DİYE

Şu insan denilen, iki cinsiyet;
Bazen, şeytan ile kurar ünsiyet.
Namus, şeref, hayâ, edep, haysiyet,
Ne bulursa harcar..
Desinler diye...

Kimi var, öyle bir süsler ki sözü;
''Allah'' derken bile, reklamda gözü.
Kırk yılda bir kollar, iki öksüzü,
Ne cömert bir insan.. Desinler diye...

Kimi, iffetini koyar masaya;
Sattıkça doldurur, çelik kasaya,
Bir maymuncuk bulur, her tür yasaya,
Ne akıllı insan.. Desinler diye...

Kimi, şuuraltı, cinsel özürlü;
Dürüst evliliğe, kalbi mühürlü..
Kolyesi boynundan, çıkmaz bir türlü;
Ne çapkın bir erkek.. Desinler diye...

Kimi var, modanın dümen suyunda,
Teşhir hastalığı vardır huyunda.
Kimlik arar durur, etek boyunda;
Ne modern bir kadın.. Desinler diye...

Kimi, kırkbeşini devirmiş çoktan;
Bütçe delik deşik, anlamaz yoktan...
Kaşları kemandır, kirpikler oktan;
Aman ne hoş kadın.. Desinler diye...

Kimi, yaşlandıkça isyankâr olur,
Yılda bir çâreyi neşterde bulur.
Altmışlık cildini, gerdirir durur;
Hâlâ güzel kadın.. Desinler diye...

Kimi, beş yıldızlı salon züppesi;
Eğildikçe, yer süpürür cübbesi.
Kopacak gibidir, o kalın sesi;
Ne nâzik bir insan.. Desinler diye...

Kimi, gönül vermiş, güyâ bilime;
Beyni muhâliftir, aklı selime.
Ezberlemiş, birkaç yaban kelime;
Ne kültürlü insan.. Desinler diye...

Kimi, şöhret yapar, ilim vesîle,
Allah rızâsını, düşünmez bile..
Tepeden bakar ki, cümle câhile;
Ne âlim bir insan.. Desinler diye...

Kimi, iflâs etmiş, ahlâktan yana,
Politik virüsler, karışmış kana.
İhânet vız gelir, hatta vatana;
Siyaset cambazı.. Desinler diye...

Kimi, kıyâmeti, almaz nazara;
Râzı olmaz taştan, normal mezara.
Mermer ısmarlatır, türlü pazara;
Ne büyük adammış.. Desinler diye...

Daha kimler var ki; saymakla bitmez
Hiçbirine, doğru kelâm, kâr etmez.
Gaflet kapısından, ölse de gitmez;
Son nefeste bile, Desinler diye...

Tıkla Süprizi Yakala
http://link.tr.tc/hh3  

BEN CAHİLİM BE ABİ






BEN CAHİLİM BE ABİ

Ben cahilim be abi, anlamam ki edepten,
Bir kusurum olursa, anla ki bu sebepten.
Okullarda vermedi, bana kimse dans dersi,
Lisan desen; aklımda kaldı bir 'boku mersi'...

Anlamam felsefeden, sosyoloji, mantıktan,
Adaletten, hukuktan, iradeden, sandıktan.
Bana öğret be abi ! Kadeh nasıl tutulur?
Hangi renkli şarapla, hangi etler yutulur?..

Korkuyorum be abi, bende yürek ne arar,
İçki haram diyorlar, veremedim bir karar.
Gör ki dilim dönmüyor, bir viskinin adına;
Nerde kaldı varayım, onun damak tadına...

Yalvarırım be abi ! Deme bana mürtecî,
İnan ki; bu iftirâ, küfürden daha fecî.
Razıyım.. Yeter ki sen, arada bir tokat at,
Korkma, bende beyin yok, benimkisi sakatat...

Bana öğret be abi ! Çağdaş insan nasıldır?
Şu çapkınlık dersinin, kitabı kaç fasıldır?
Bu konuda tecrüben, denizler kadar engin...
Görüyorum ki sende, koleksiyon çok zengin...

Hepsi aynı potada; esmer, kumral, sarışın,
Sırrı nedir be abi , bu toplumsal barışın?
Ben de olmak isterdim (!), senin gibi zampara;
Ama, gel gör ki ben de, ne yetenek ne para...

Ben cahilim be abi , ne anlarım paradan,
Doğuştan fakir kılmış bendenizi Yaradan.
Bir hocaya danıştım; faizin câizini,
Dedi ki; zor bulursun, sistemin vâizini.

Geçenlerde aradım, bir tefeci dostumu,
Birkaç yara bereyle, zor kurtardım postumu.
En sonunda kavuştum, bir kredi kartına,
Ocağımı söndürdü, faiz denen fırtına...

Biliyorum be abi, benim kalbim bulaşık,
Oysa seninki temiz, sütten çıkmış bir kaşık...
Ben gariban bir zenci, siyaha çalmış tenim,
Yani sözün kısası.. Kurtuluşum yok benim....

--------------------
 
Cengiz NUMANOĞLU

1941 yılında Antalya'nın Serik ilçesinde doğdu.
İlk ve ortaokulu Akseki, liseyi Bursa Işıklar Askeri Lisesi'nde tamamladı. 1962 yılında Kara Harp Okulu'nu bitirerek ordu saflarına katıldı. 1982 yılında, kendi isteğiyle Kıdemli Binbaşı rütbesinden emekliye ayrıldı.
BENİM OLSA BU DÜNYA,
KURTULUŞA ÇÖZÜM YOK.
BİR DUA BEKLİYORUM,
BAŞKA ŞEYDE GÖZÜM YOK.

C.N.

YA NEBİ, ŞU HALİME BAK...MEHMET AKİF ERSOY


Yâ Nebî, şu hâlime bak!
Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahranın;
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın!
Harîm-i pâkine can atmak istedim durdum;
Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum.
“Tahammül et!" dediler...
Hangi bir zamana kadar?
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var!
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak;
Önümde durmadı artık, ne hânümân, ne ocak...
Yıkıldı hepsi...
Ben aştım diyâr-ı Sûdân'ı,
Üç ay "Tihâme!" deyip çiğnedim beyabanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada;
Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada:
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin;
Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin!
İrâdem olduğu gündür senin irâdene ram,
Bir ân için bana yollarda durmak oldu haram.
Bütün heyâkil-i hilkatle hasbıhâl ettim;
Leyâle derdimi döktüm, cibâli söylettim!
Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü...
Nücûma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azâb-ı hecrine katlandım elli üç senedir...
Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir?
Beş altı sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere hüsran mı, merhamet mi gerek?
Demir nikaabını kaldır mezâr-ı pâkinden;
Bu hasta ruhumu artık ayırma hâkinden!
Nedir o meş'ale? Nurun mu? Yâ Resûlallâh!...


Mehmet Akif ERSOY

İNTERNET PAYLAŞIM SİTELERİ SÜPRİZLERLE DOLU




İNTERNET PAYLAŞIM SİTELERİ SÜPRİZLERLE DOLU
ZAMAN GELİP GEÇİYOR BU FIRSATI SİZDE YAKALAYIN

AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLADIM VE BU SÜPRİZİ YAKALADIM
SİZDE YAKALAYABİLİRSİNİZ
İNTERNET PAYLAŞIM SİTELERİ SÜPRİZLERLE DOLU,
BU SÜPRİZLERİN NELER OLDUĞUNU GÖRMEK İSTERSENİZ
AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYIP VE ZAMANINIZIN KISA BİR BÖLÜMÜNÜ
BU LİNKİN İÇERİĞİNE AYIRIP YAŞAMINIZI DEĞİŞTİRECEK ÇOK ÖNEMLİ
SÜPRİZE SİZDE SAHİP OLUN
HEMDE HİÇ BİR ÜCRET ÖDEMEDEN

Tıkla Süprizi Yakala
http://link.tr.tc/hh3  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...